Treo600



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 650

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 28 Aralık 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Kim Kime Kumkuma!...


Merhabalar,

Akşamları oturduğum yerden kalkmak istemiyor canım. Kaykıla kaykıla altımdan kayıp giden yastığın bel çeperlerime yaptığı baskıya, kıvrılan boynumun verdiği acıya rağmen inatla aynı biçim rahatsız oturmayı sürdürüyorum. Gözler yarı kapalı, göz ucuyla televizyona bakılıyor. Kaçırmak olmaz. Önce "Haziran Gecesi" ardından "İstanbul Masalı". Ama gariptir çabucak bitiyor dizi dizi dizeler. Göz açıp kapayıncaya kadar dedikleri bu olsa gerek. "Haydi oğlum Cem, kalk artık" diye kendi kendime mırıldanıyorken parmağım kumandanın show tv'ye endeksli düğmesine basıyor. Karşımda anam bildiğim Semra Hanım, kardeşim Ata, onun yanında balık etli bacım Sinem ve diğerleri. Bir çalgı çengidir gidiyor, Şule evleniyormuş Şule. Ebru orada. Ama aynı Ebru öbür kanalda da "Sana anne diyebilir miyim?" diye soruyor. Helal olsun kıza iyi yere dükkan açmış. Çöpçatanlığın bir diğer adı vardı, neydi yahu? Neyse, çöp çatarak şöhret olmak nasipmiş Akelli Hanım kızımıza. Yeter diye bağıracağım ama duyduklarım karşısında sesim çıkamıyor aynen kaçıyor birtaraflarıma. ShowTV yeni programa başlayacakmış. Semra Teyze ve sabık kocası, dümbelekçi ile Oya, Tülin ile Caner ve belki diğer bilimum istedim de vermedin ekibini bir araya toplayıp adına da "Bir şans daha" koyup beni deli edeceklermiş. Bakın sevgili arkadaşlarım bu işte iyi para var. Saksıyı çalıştırın. Bu programlar her seferinde zılgıt yediklerinden ismini tavrını değiştirmek zorunda, o nedenledir ki taze fikre şiddetle ihtiyaçları var. Anafikir şu olacak; toplayacaksın 2 edepsizle 5 sakini, delirteceksin hepsini, seyreyleyecek cümle alem. Bu minvalde yazılacak her senaryoya ihtiyaç var. Mesela hemen aklıma birşeyler geldi ve gidip patentini aldım. Punduna getirip so.. satacağım bir kanala. Programın adı "Kim Kime Kumkuma". En az 15 senelik evli eşler ve seçmece 20'likleri bir araya topluyoruz. Hanımlarla seçmeceler bir kafeste beyler diğerinde. Hanımlar üstlerine kuma beğeniyorlar. Her akşam bir kovalamaca oynanıyor. "Elim sende Kumkuma" diyen Hanım seçmeceyi alıp beyine götürüyor. Ondan sonra neler oluyor? Azss Sonaaaa.... Hey büyük Allahım sen akıl dağıtırken bunlar neredeydi?

Bugün pikaba bir klasik koyup çekileyim aradan. Simon and Garfunkel'dan El Condor Pasa. Yarın görüşürüz.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

8 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Le Chauffe-bain*

Dilimize giren yabancı kelimelerin, ne zaman, ne şekilde dilimize katıldıklarını dil bilimcilere bırakıp, yukarıda fransızcasını yazdığım ve yaygın olarak şohben diye telâffuz ettiğimiz şofbenden bahsedeceğim bugün.

"Gaz veya elektrikle çalışarak sıcak su sağlayan araç." diye sözlüklere girmiş şofben, yaşadığı ülkenin kokularını, kendi duygularını ve uzaklardaki özlemlerini yazan bir kadının ağzından nasıl anlatılacak?
Uzaklarda yaşıyor. Noel süsleri, yılbaşı partileri dururken, tam da yıl sonu yaklaşmışken banyolarımızdaki aletlerin teknik detaylarından mı bahsedecek diye düşünmeyin. Bu tür teknik konulardan anlamam.
Başlık da fransızca, okumadan geçebilirsiniz.
Ben yine de yazacağım.
Peki siz hiç bir film adı da olan "Üçüncü Sayfa" insanlarının ölümlerini merak etmez misiniz?
Ben ederim.

Hayatın tüm kokuları gibi, ölümün tüm korkuları da vücuduma işler.
Trafikten korkarım, kazalardan, kaza haberlerinden...
Depremlerden, sellerden,
Kapkaçtan, yangından,
Patlayan bir silahtan, kalbe saplanan bıçaktan da
Hep korkarım.

Tüm ülke gerçekleri, gazetelerimizin simitlerimizi soğutmayalım diye sardığımız o üçüncü sayfalarında gizlidir aslında.
Ya da ben öyle düşünürüm.

Zaten daha gazetenin boyaları kurumadan, yeni bir "Üçüncü Sayfa" insanının ölü adı düşer semt karakollarının telofonuna...

Hayat ihmale etmeye gelmez.
"Unutulmak, yok sayılmak, kaldırılmak" karşılığı mıdır?

"Kış mevsimi ile birlikte soba ve şofbenden sızan karbonmonoksit gazının yol açtığı zehirlenmelerde artış olduğu bildirildi."

"Şofbenden zehirlenen vatandaş hayatını kaybetti.
Şofbenden zehirlenen evli çifti şans kurtardı.
Şofbenden sızan gazdan zehirlenerek hayatını kaybeden...
Şofbenden zehirlenen küçük kızın cenaze namazı...
Şofbenden sızan gazdan 5 kişi zehirlendi."

Bu haberleri okumadan geçmek de var. Tıpkı hayat gibi. Dengeleri belirsiz bir hayat yaşıyoruz. Yok sayılan hayatların hesabının sorulmadığı bir toplum olma yolundayız.

İhmal ettim, ihmal ettin, ihmal ettik....
         İhmal edildim,........... ihmal edildik...
Bir fiili tüm şahıslarda etken ve edilgen olarak çekebilme durumu.
Hayat bizi, biz hayatı ihmal ediyoruz diye kendi kendimizi kandırırken;
Daha geçenlerde yaşadığım yere yakın bir köyde, yedi aylık bir bebek karbonmonoksit gazından zehirlenerek öldü. Günlerce yarım sayfa haberlerle anlatıldı; bir bebeği ölüme götüren zehrin ne olduğu, ne gibi önlemler alınmasının gerekliliği.
Daha geçenlerde ülkemde bir ana, 2,5 yaşındaki çocuğu ile banyosundaki şofbenden yayılan karbonmonoksit gazından zehirlenerek öldü.
"Üçüncü sayfa" haberi olarak kaldı.
Evimdeki banyoda şofben yok.
Ama küçük bir bebeğim ve
Erken, zamansız gelen ölümlerin
ve ihmal edilen hayatların ardından üzülen bir yüreğim var.

*Le Chauffe-bain: Fransızcadan dilimize şofben olarak girmiştir, banyo kazanı anlamına gelir. (Fono Fransızca Modern Sözlük)

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
              8 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Erdal Türker


Sevgili KAHVECİ Dostlar!

Bu yazı, Kahve Molası'na gönderdiğim ilk yazı olduğu için keyifliyim. Hayata bakış açısına az da olsa olumlu bir katkısı olur diye düşünüyorum. Ayrıca kahve sembolizması da içerdiği için her Kahveci dostun paylaşmasını özellikle istedim. Yazı şöyle:

Bir zamanlar, her şeyden şikayet eden, her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir sorunu çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına. Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan Babası ona bir hayat dersi vermeye karar verdi.

Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye patates, diğerine bir yumurta ve sonuncusuna da kahve çekirdekleri koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden beklemeye başladı. Kızı da hiç bir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi.

Adam yirmi dakika sonra cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı ve onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.
Kızına dönerek sordu:

- Ne görüyorsun?
- Patates, yumurta ve kahve, diye alaylı bir cevap verdi kızı.
- Daha yakından bak bir de, dedi Baba, patatese dokun.
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi. Aynı şekilde yumurtayı da inceledi. Kız kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.
En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Söyleneni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis bir tadıyla bir gülümseme yayıldı.
Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı ve sordu:
- Bütün bunlar ne anlama geliyor Baba?
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı farklı tepkiler vermişlerdi.

Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise başlangıçta çok kırılgandı ve dışındaki ince kabuk içindeki sıvı kısmı koruyordu. Ama kaynar suya girince, yumurtanın içi sertleşerek katılaşmıştı. Bunlara karşın kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
- Sen hangisisin? diye sordu Babası kızına.

Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?
Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin?
Kalbini Yumurta gibi katılaştıracaksın mısın?
Yoksa, Kahve Çekirdekleri gibi, her yaşadığın olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına mı izin vereceksin?

Herkese afiyet olsun!

Sevgi ve Saygılarımla,

Erdal Türker
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,408,408,408,408,408,408,408,40
              5 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Duygu Bayar


Nereye mi gidiyoruz?

Martılar...
Bazen öyle bir çırpınıyorlar ki,
soluk alacak yer kalmıyor...

Nereye mi gidiyoruz?

Sana birşey söyleyeyim mi? Gitmeyelim hiçbir yere. Bu durduğumuz yer güzel. Hiç değilse, bir sonraki adım kaçınılmaz olana kadar burada kalalım. "Kaçınılmaz"ın tarifi birbirimizinkiyle çelişene değin, "biz" olmadan ya da sonsuza dek "sen" ve "ben" kalmadan önce... Ardında her şeyin olabileceği ya da hiç bir şeyin olmayacağı o kapının eşiğinde duralım.

Hani diyorum ki, henüz ben senin topraklarına iltica etmemişken, allı pullu gemilerinle sen benim kıyılarımdan geçerken ve içimden karasuları ihlali iddiasında bulunmak gelmemişken...

"Gelsen de, gitsen de farketmez, ama kalsan ne iyi olur" deyivermişken. Üstelik bu sözler ağzımdan izinsiz çıktığında, "kalma"nın "gelmek"le "gitmek" arasında bir yerde sabitlenmek olduğunu farkedememişken...Yani, "evlere şenlik" bir gerçeklik kaybı yaşarken... Bir dönem alıp götürdüğü ama sonradan satamadan getirip koyduğu için yapışkan gerçekliği tüm ilişkilerin tam orta yerine, o beceriksiz şeytanı dövmekten beter etmeye kararlıyken.

Henüz bu kadar şaşalıyken her şey... Atlıkarıncayken, uçurtma kuyruğuyken, karnaval şekeriyken, fener alayıyken...

Bu kadar güvendeyken, ne kadar maceraperest olunabilirse, öyleyim.
Aramızdaki saatleri saymaya başlamadım. Böyle iyiyim.

Bütün eski kasetleri çıkarıp yeniden dinledim. Oysa makale okusam iyi olurdu. Geceleri terasa açılan pencerenin önünde şehrin ışıklarıyla yarışan yıldızlara baktım. Sıkça kendimi gülümserken yakaladım. Oysa yeni sayılırdı ayrılığımın acısı, yasını daha çook tutarım sanıyordum. Biraz utandım. Yeniden yazmaya, yaratmaya, duyguyu dilegetirmeye oturdum. Oysa yazdığımın akademik bir metin olması gerekiyordu. Dünü süzdüm, günü damıttım, yarını... buharlaştırdım. Ben kendimi o tortuların kimyasından yeniden yarattım. Tanrım, o kadar "mühim" iş bir kenarda dururken, ben nelerle uğraştım?

Tanımıyorum, bilmiyorum ki, seninle ne yapılır? Belki de, hiç. İkimizi kalabalık bir Avrupa kentinin tenha kafelerinden birinde gazete okuyorken gördüm en fazla gözlerimin perdesinde. Oysa telaşlı adımlarla yağmurdan kaçıyordum kaldırımlarda. O da ne? Birden dolu yağmaya başladı. Kış soğunun buğulandırdığı bir camın ardında suretim seninle oturuyordu. Çakmağın, fincanın tabağına değişinin, yan masalardan gelen bir kaç mırıltının, fondaki müziğin sesinden başka ses yoktu.

Gerçekten, gitsen de gelsen de çok şey değişmez şimdi. Bir "yok canım" ile "neden olmasın" arasında, benimle biraz daha oyalansan yeter.

Yoksun ki sen daha. Gelmedin ki hiç, kalasın. Açıklarda bir dümen kırışınla havalanan martı sürülerinin azdırdığı dalgalar bunlar sadece... Kıyılarıma vuruyorlar ve ben sahilde yalnızca buradan geçişini seyrediyorum. Yalnız kalmaktan artık hiç korkmuyorum ama içimden karasuları ihlali iddiasında bulunmak da gelmiyor, ne yalan söyleyeyim. Pinokyoluğun hiiiç alemi yok...

Duygu Bayar
duygubayar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Murad Ertaylan

 Kahveci : Murad Ertaylan


  Kuru Boyalar

Bu gece de dedesinin hediye ettiği öykü kitabından rasgele bir sayfayı açarak okumak arzusu ile yatağa gitti. Geçen gece onu heyecanlandırıp ilk başta uykusunu kaçıran ama sonar rüyalarına giren rengarenk atların yer alıdğı kovboy hikayesi kadar güzel bir macera bulabilmek umuduyla 88. sayfayı açtı. Hikayenin başı 86. sayfada olduğu için bir yaprak geriye dönüp okumaya başladı. Oltasına, bir sure Alaska'da yaşamış yabancı bir yazara ait bir hikaye takılmıştı.

"20,000 yıl önce deniz seviyesinin bugünkünden 100 metre aşağıda olduğu ve Sibirya ile Alaska'nın, şimdi batmış olan Beringia kıtasıyla birbirlerine hala bağlı olduğu bir dönemde yaşadığına inanılan ama her nasılsa geriye iz bırakmadan yok olmuş bir halkın hikayesini aktarmak istiyorum.

Geç Buzul Çağı'nda Togiak diye anılan bölgede yaşayan bu insanlar belki de, bugünkü İnuit'lerin* atalarıdır. Buzdan doğa ile bütünleşmiş insanların kendilerine özgü türlü adetleri varmış. Bunlardan en ilginci, bir doğum veya ölüm olduğunda varlıkların adlarını değiştirmekmiş. Yere, göğe, denize ait tüm katı, sıvı ve gazların isimleri yeni baştan düzenler ve nüfustaki bir sonraki değişime kadar bu karışıklığa alışılırmış.

Kendi yarattıkları bu kaos kültürüne sahip çıkmak zaman içinde yaşlıların yorulan beyinlerini zorlarmaya, günlük hayatlarına ıstırap vermeye başlamış. Toplum içinde en yüksek konuma sahip büyüklerin hayatlarını biraz olsun kolaylaştırmak için gençler saygılarının ifadesi olarak daha az çocuk yapmaya başlamışlar.

Kolaya çabuk alışan genlerinin sonucu olarak birkaç nesil sonra üreme kabiliyetleri azalmış ve gün gelmiş kimse çocuk yapamaz olmuş. Nüfus yaşlanmış ve birer birer göçüp gitmişler. Sonunda da kültürüne sahip çıkmayan tüm topluluklar gibi kimliklerini kaybetmiş olarak zamanın çarkları arasında yok olup gitmişler. Bugün onlardan geriye, dinazorlardan kalanlardan bile az iz kalmış."

Gözleri kapanmaya başladığı için son cümleleri ikişer kez okuduğunu fark edince kitabı ile bu gecelik vedalaşmaya karar verdi. Çok heyecanlı bulmamıştı öyküyü ama yine de bu insanların geleneğinin eğlenceli bir oyun olabileceğini düşündü. Uykuya dalmadan önce annesine iyi geceler diledi "Kuru boyalar, anneciğim!"

*: Eskimo'nun anlamı "çiğ et yiyen" olup, bir ırkı bu şekilde tanımlamak uygun düşmeyebileceği için orjinal kelimeyi tercih ettim.

Murad Ertaylan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
              3 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Dilara Erdem


Kaş'ta Düğün

Ayşegül Sultan'a sözüm vardı. Bu yazı, tamamen ona ithaf olunur!

....

Frank Sinatra'yı çocukluğumdan beri dinlerim; Severek, kendimden geçerek, içimden ılık ılık akan bir şeyler eşliğinde o yumuşacık, sıcacık, davetkar, çapkın sesiyle beni her zaman etkiler Sinatra. Onun zamanının filmlerini seyretmek, onun zamanına ait müzikleri -30 yaşımın eşiğinde olmama rağmen- dinlemek, o zamana ait elbiselerin içinde, ayağımda babet ayakkabılar, şık, dantelli eldivenler ve omzumda asılı duran önden tek düğmesi iliklenmiş hırkalarla kendimi düşünmek beni her zaman mutlu etmeye; 1960'lı yıllara ait bir kadın olduğumu, Sinatra'nın şarkılarıyla pistte hoş bir erkeğin kollarında dans ettiğimi düşlemekse beni heyecanlandırmaya yeter de artar bile.

İşte yine bir akşam, elimde bol buzlu duble Absolute Vanilya'mla, Kaş'a yan gelmece- yatmaca tatiline gitmeme yalnızca birkaç saat kalmışken, müzik setimden yayılan o yumuşacık ses bana,

"When Somebody Loves You
You Feel It in Your Heart
When Somebody Loves You
You Know It from the Start
Every Kiss Becomes More Than a Kiss
Each Look, Each Touch They Mean So Much
That's When You Discover How It Feels to Be A Lover..."

diyerek yüreğimi giderayak titretiverdi anlamsız bir Pazartesi akşamı... Yine beni en can alıcı şarkısıyla, en can alıcı zamanda -1. tekil şahıs olarak yaz-güneş-deniz tatiline giderken- en can alıcı noktamdan vuruverdi.!
Sinatra: Hayatımın, beni anladığını düşündüğüm tek erkeği! Ne zaman beni mutlu edeceğini, hangi anlamlı şarkı sözleriyle o anki hislerimi paylaşacağını, hangi ses tonuyla, hangi notayla şarkısına başlayacağını, gecenin yada gündüzün hangi saatinde beni nasıl yatıştırıp, sakinleştireceğini, ben hıçkırarak ağlarken sessizce şarkısına devam ederek beni rahat bırakacağını her zaman bilmeyi başarmış tek erkeği..! Bunca zamandır terk edilmeyen, beni terk etmeyen, -mış gibi yapmayan, -mış gibi yapmama neden olmayan, gözlerim gülerek bakmaya başladığı, kendimi huzurlu ve hiç olmadığım kadar mutlu hissettiğimde bunu bir parmak şaklatmasıyla durdurmayan, yok etmeyen, ağzımdan çıkan güzel ifadelerin zaten ne kadar zor çıktığını, bu sebeple de bir defa çıktığında gerçekten denmek istedikleri şeyler olduğunu anlayabilen, beni yeni insanlara, sıkıcı-keyifli yemeklere, tatillere uğurlamaya devam eden tek erkeği.. Ne acı! Onu kaybettiğimde Paris'te bir Albino peşindeydim.. Sacre Couer Kilisesi'nde izlediğim bir Pazar ayininde onun için dua etmiş ve "In other words...I love you.." demiştim kendi şarkısıyla, kendimce bir veda ile.! Yıl: 1998

....

Sinatra'yı evde bırakalı birkaç saat oldu.. İşte yine rahatsız bir otobüs yolculuğundayım.. Eskiden bayılırdım yollara, uzun yola.. Hep hayal kurar dururdum, hep oyalanacak bir şeyler bulurdum.. O zamanlar otobüslerde müzik yayını falan yoktu, kendi walkmenimde müzik dinlerdim sabah kadar.. Hep de gece yolculuk ederdim.. Değişmeyen tek şey, yine bir gece yolculuğundayım.. Artık walkmenim yok; ama CD çalarım var.. Evde Sinatra dinleyince, çıkarken onu müzik setimde unutuyorum haliyle.. Ne yapalım artık, Harry Connick Jr, Sting falan idare edeceğiz eldekilerle..
Dile kolay, uzunundan bir 11 saat kadar yolumuz var! Kabus gibi.. Kaş'a bayılıyorum da, bir de yolu olmasa..Neyse artık, yolculuğun sonunda beni neyin beklediğini düşünerek kendimi biraz olsun rahatlatmaya çalışıyorum, gevşemem lazım.. Tatile gidiyoruz, boru değil!

Ayşegül Sultan'la bu bizim 2. Kaş tatilimiz. Eve dönünce fotoları 2003-Kaş fotolarının hemen yanına, 2004-Kaş şeklinde aktaracağım yine PC'ye.. Umuyorum ki 2005-Kaş olmaz! Yani olsun da, mümkünse artık Ayşegül Sultan'la olmasın.. Hayır, ona da yazık, bana da.. İkimiz de gül gibi kızlarız.. 30'larımızın başında.. Ayıp olmuyor mu 2 yıl üst üste yalnız kalpler şeklinde tatile çıkmak?

.... - "Tanrım belim mahvoldu yine!!"
- "Sızlanma geldik işte, bak birazdan otelimizin gözükmesi lazım yolun karşısından."
Böyle diyor da Ayşegül Sultan, otelimiz görünür görünmez benden beter söylenmeye başlıyor.. Otobüsten inmemiz, bavullarımızı almamız, otobüsün hareketinin ardından bizim bavulları çekiştirerek otele bakakalmamız... Hepsi çok değil bir 10 dk. İçerisinde gerçekleşiyor. Tüm bu süre zarfında hatunun ağzından tek bir iyi kelime çıkmıyor.!
- "Bu ne biçim otel ya? Hani denize sıfırdı burası.. Aradan kocaman çift yönlü yol geçiyor. Şehirler arası otobüs yolu! E şimdi yokuş yukarı biz mi çıkaracağız bu bavulları? Yok mu adamları bunların? Ben sevmedim burasını.. İyi ki tek gecelik peşinat yatırmışız.. Kahvaltıda kötüdür şimdi.. Hem...."
- "Ayşegül insaf et be güzelim... Bismillah, dakika bir gol 10 oldu.. Bir nefes al!"

....

- "İşte böyle..." diyorum otel sahibine akşam yemekte karşılıklı şaraplarımızı içerken...
- " Hatun söylenmekten vazgeçmedi..Ama ben biliyorum yapacağımı ya, sabrettim.. Dedim ki, ben seni aşağıya iskeleye inince suya bir atarım, bir şeyciğin kalmaz, anında sakinleşirsin."
Öyle de oldu.. Gevşedi, sakinleşti... Sonraki 5 gün boyunca sinirleri alınmışçasına huzur, bol kahkaha, bol alkol, hoplamaca, zıplamaca, denizle gece-gündüz, sınırsızca kucaklaşma şeklinde unutulmaz bir tatil daha yaşadık fotoğraf karelerine geçen Kaş'ta.! Bu defa yalnızca fotoğraflar ve güzel yaşanmışlıklar değil, bir de beynimizde senaryo ile döndük eve.

....

Yine elimizde kadehler, gecenin bir vakti olmuş, aşağıya iskelenin olduğu yere indik. Gündüzleri şezlonglar, şemsiyeler; gece de minderler, mumlar iskelede ay ışığına eşlik ettiler biz oradayken. Sabırla bekledik dolunay olmasını her gece. Ne yazık ki oradan ayrılışımızın akşamına denk geldi kendilerinin bembeyaz, hareli, kocaman bir topa dönüşmesi! Biz yine de geceleri, dolunay'a dönüşürken ay, altındaki iskelede, karanlık denize bakarken, minderlerin üzerinde hayaller kurduk, güldük bol bol, kah uyuduk, kah çalan müzik hoşumuza gitti kalktık dans ettik.. İşte bir gece aşağıda, minderlerin üzerindeyken Ayşegül Sultan'la beraber başlattığımız bir geyik, saatler içerisinde hoş, yarı anlamlı, yarı anlamsız, arada özlem duyulan, yarı şaka, yarı ciddi bir senaryoya dönüşüverdi. Adını "Kaş'ta Düğün" koyduk! Kanlı Düğün gibi olduğunu fark ettik fark etmesine de, biz böyle olsun dedik, öyle de oldu!

Kaş'ta Düğün... Birinci ve sonuncu bölüm.
Ve Diyaloglar:

- D: "Burada evlenmek ne hoş olurdu ya!"
- A: ...............
- D: "İkimizden biri mesela, hangimiz ilk evlenmeye karar verirse, Kaş'ta evlensin. Burada, bu iskelede, bu dolunayın altında, bu denizin üzerinde.."
- A: ................
- D: "Ben zaten hem denize, hem de bu namussuz kasabaya tapıyorum.. Hep, küçükten beri, farklı ama şatafatsız, sade bir düğünüm olsun isterdim.. Şimdi aklıma düştü bak birden bire.."
- A: ................
- D: "Alo, orda mısın Ayşegül Sultan..? Kime diyorum ben. Yoksa şarap arkası bira iyi gelmedi de gözlerin açık karanlık denize dalmış bir halde uyuyor musun dinliyorum ayağına? Ne dersin bu fikre? Hani belki 2005 yılında da burada olalım diyoruz ya, bu sefer anlamlı bir tören için gelmiş olalım mesela.."
- A: "Vallaha ne hoş fikir oldu bu.. Uyumuyorum, sen söylediğinden beri düşünüyordum ben de nasıl olurdu diye.."
- D: "Bence süper olur.. Mesela bak bu iskelenin üzerine kocaman mumlar ve fenerler yerleştirebiliriz. Sonra, iskelenin üzerine çiçekler serpiştiririz, hatta denizin üzerine de ... Şu suda yüzen mumlardan da koyarız."
- A: " En sevdiğimiz arkadaşlarımızı davet ederiz, fazla değil 30-50 kişi arası bu iskeleye sığar herhalde.. Ne dersin?"
- D: " Anca alır zaten.. Sonra düğün günümüzde hep beraber çökmeyelim de denize:"
- A: "Olsun be, Kaş-2005 fotolarına bir güzellik gelir böylece. Biliyorsun 2003 ve 2004'e ait olanlarda da az şoparmadık. Bunun eğlencesi de bu olur: Deniz'de Düğün"
- D: "Nikahımızı denizin üzerine yerleştirilmiş platformda kıydırırız mesela.. Oraya da ufak bir salın üzerinde ayakta gideriz.. Tabi bu salın da kenarlarında mumlar olmalı. Işıl Işıl bir salda, nikah memurunun tir tir titreyerek bizi beklediği platforma doğru yola alırız böyle yavaştan."
- A: "Niye titriyor şimdi adam?"
- D: "Adam yüzme bilmiyor ki.. Kaş'ta yaşıyor, ama yüzme bilmiyor. Hatta su görmeye dayanamıyor.."
- A: "Niye böyle bir nikah memuru bulduk ki?"
- D: "Ne bileyim canım, o kadar dalgıcın, deniz aşığı, Kaş aşığı adamın ortasında bir de böylesi olsun dedim.. Keyif de benim, hayal de.. Sen ne karışıyorsun ki şimdi?"
- A: .............
- D: "Neyse.. Biz müstakbel damat ve ben -ki damat adayı konusunda en ufak bir fikrim bile yok.. Her ne kadar kurmaca yapıyor olsak da- ışıldak misali denizde ilerleyen salın üzerinde platforma doğru yol alıyoruz yavaş yavaş.."
- A: "Niye sen ve müstakbel damat? Ben senden önce evlenemeyeceğim mi şimdi? Bunu mu ima ediyorsun?"
- D: "Gece gece başına mu vurdu dolunaya çeyrek kalan ay? Sen ya da ben.. Hangimiz olursa dedik ya başta.. Ben anlattığım için öyle deyiverdim. Hem biliyorsun, benim senden önce evlenme şansım hiç yok gibi.."
- A: "O niye ki? Sen de ben de aynı durumdayız. Durum da şu: Sevgilimiz yok. Potansiyel bir aday bile yok. İkimiz de sevgili arkadaşım, birer birey olarak hayatımıza devam etmekteyiz ve hatırlatırım bundan da -ne yazık ki- fazla şikayet etmemekteyiz. E hal böyle olunca, aday arama şansımızı da tamamen allaha havale etmiş durumdayız. Ve yine tahmin edeceğin üzere, bilet almazsan piyangoyu sana çıkarmıyor yukarıdaki.!.."
- D: "Vallaha güzel dedin Ayşegül Sultan. Bunun üzerine bu hayali, nikahı kıymadan keselim istersen. Azıcık eğlenelim dedik, onu bile yapamıyoruz.. Zaten Serhat'ta bize bireyler ismini taktığından beridir hayatımızdaki kör topla ilerleyen şeyler de durmuş durumda farkındaysan. Fazla benimsedik biz bunu. Hatta fazla sevdik. Herkese de bahane olarak bunu ileri sürüyoruz, hoş olmuyor."
- A: "Birey olmanın, hele de kadın olarak ayakta kalmanın nesi kötü ki şimdi? Adam kötü niyetle söylemedi ki bunu?"
- D: "Biliyorum arkadaşım da, ne yazıktır ki doğru bir tespitte bulunup, yanlış olan şeyi yaparak bunu sesli dile getirdi."
- A: " Neyse ne! Eee, gelinliğimiz nasıl olacak?"
- D: "Bilmem ki sen nasıl seversin.. Ben mesela hep sade bir şeyler hayal ederim. Mesela, dur şimdi aklıma geldi. Bayılacaksın bak! Hani dalıyorum ya ben, oradan geliverdi: Öyle bir gelinlik ki bu, nikah kıyıldıktan sonra, müstakbel-muhtemelen dalgıç olan -eşimle beraber suya atlayarak iskeledeki arkadaşlarımızın kutlamalarını kabul edeceğiz. Bu durumda ben 'evet' dedikten, imzaları atıp, adamın ayağına da bastıktan hemen sonra gelinliğimin eteklerinden tutup çekiştirerek üzerimde tek parça bir mayo ile kalıveriyorum: Yani bu vücudu saran, dalgıç giysisi, ama bembeyaz.. Anca o zaman bunun böyle bir şekil olduğu anlaşılıyor.. Nasıl ama?"
- A: "Dilaracım söyleyecek sözüm yok vallaha. Nereden de buldun şimdi bunu. Ama çok şeker bir durum olduğunu itiraf ediyorum. Ben bile giyebilirim böyle bir gelinliği."
- D: "İşte böyle yüzerek kıyıya çıkıyor ve kutlamaları kabul edip, tepemizden aşağıya boşaltılan şampanyalardan hemen sonra ben bir Jack fıçısının altına yatıyorum. Eşimi bilmem, o nereye yatarsa yatsın! Nasılsa gecenin sonunda yanıma yatmış olacak.."

Ve kahkahalar.......

The End.. Bitti. Son..
Zaten bundan öteye de gidemezdi.. Görüldüğü gibi abukluklar burada da bırakmadı kalemimizi... Bu sebeptendir ki adam olamadık, hala single olarak tatilde meşk etmekteyiz 2 yıldır.. Duyurulur... ! Kimeyse??

Dilara Erdem
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Tuğba Çamlıbel


SAYI DOĞRUSUNDA BİR AŞK HİKAYESİ

Yaşamları aynı sayı doğrusunda sürüp gitmekteymiş. Önce aralarında nice sayılar varmış, görememiş, fark edememişler birbirlerini. Derken oklar birleştirmiş bir gün noktalarını. Hemen kanları kaynamış birbirlerine. Gülmüşler, oynamışlar, anlatmışlar da anlatmışlar kendilerini. Ne de iyi arkadaş olmuşlar. Ne çok şey paylaşmışlar kısa sürede.

Diğerinin hedefleri varmış. İleri hep ileri. Okları hep göstersin ileriyi. Dostluk, arkadaşlık tamam da sevgiye ayıracak vakti yokmuş. Oysa ki ötekinin gözleri ışıl ışıl, sevgiyle bakıyormuş. Aradığı, beklediği oymuş. Hep onu bulmak içinmiş duaları. Şimdi tam bulmuşken gönlünün yarenini bu engel, bu anlaşılmaz istek de niyeymiş. Tabi dökememiş içini. Anlatamamış derdini. Dikmiş gözlerini sevdiğine, ışıltıları görsün, sevdiğini anlasın o da sevsin diye beklemiş. Böylece günler geçmiş gitmiş. Sevdiğine karşılık almak şöyle dursun, dostluğuna razı olmaya başlamış. Derken bir gün korktuğu başına gelmiş. Diğeri oklarını daha ileriye götürmeliymiş. Hak vermesi gerekirmiş ötekinin. Anlamalı ve dostunu desteklemeliymiş. İçi kan ağlayarak razı olmuş. Bir şey diyemezmiş ki sadece dostuymuş.

Ve gitmiş diğeri...Bir bilinmezliğe, bir sonsuza. İlk günler geçmek bilmemiş. Yokluğu bir kor, bir ateş gibi yüreğini yakıyormuş. Ama toplamış kendini. Direnmiş ve sevgisini daha da yüceltmiş. Sonraları anlamış ki sevgisiymiş yarenini bu kadar güzelleştiren. Oymuş her şeyi bu kadar büyüttüren. Onunla başa çıkarsa unutabilirmiş bu ulaşılmaz sevdayı. Bu hesaplaşmalarla sadece sevgisini sevmeye başlamış. Bir süre sonra önemsiz olmuş o koru içine düşüren. Sadece kendi sevgisi, kendi içinde yaşattığı büyük aşk önemliymiş.

Tüm bunlar yaşanırken sayı doğrusunda, oklarını ileri götüren, bir türlü bulamamış aradığını. Ne aradığını da bilemiyormuş. Gittiği hiçbir nokta mutlu etmemiş onu. Belki bir sonraki diye diye iyice uzaklaşmış özünden. Ve bir gün anlamış ki aradığı gerçek sevgiymiş. Nasıl da anlamamış daha önce. Onu olduğu gibi beklentisiz seven birini bulmakmış hayattaki amacı. Ve eskiden kalma bir anı canlanmış gözünde. Ötekinin o içten gülüşü, o sevgiyle bakan gözleri...Nasıl yapmış bunu kendine ve ötekine. Nasıl bu kadar acımasız ve anlayışsız olabilmiş. Deliler gibi koşmuş, dönmüş geriye. Ötekinin gözleri bir kez daha değse gözlerine yetermiş. Daha fazla geç kalmadan, sevdiğine kavuşma umuduyla koşmuş, koşmuş...
Vardığında yanına öteki kırgınmış ona. Sevgiyle, aşkla bakan o gözler, artık ışıltısını yitirmiş kırgın bakıyormuş. Diller dökmüş, sevgi sözcükleri söylemiş nafile... Ötekinin ne kadar hoşuna gitse de geri dönüşü, sevgisi vücudu aşmış göklere yükselmiş. Yine de evlenmişler. Çocukları olmuş. Ama öteki eski aşkını hiç yaşayamamış kalbinde. Diğeri belki sevdiğimi bir kez olsun yine aşkla bakarken görürüm umuduyla günlerini geçirmiş.
Öteki hastalanmış yataklara düşmüş. Diğeri başucunda sevdiğinin alnında biriken terleri silmekteymiş içi acıyarak.

" Biliyorum ölmekteyim sevdiğim, ama sen üzülme, yakında kavuşacaksın bana...Biliyor musun ben senin sevginde asıl büyük sevgiyi buldum. Senin gidişin ilahi aşkımın kapılarını açtı bana. Ve şimdi asıl sahibime, aşkıma, sevdiğime kavuşuyorum. Mutlu ol benim için. Bu ölüm bir kavuşma bana. Mutlu ol sevdiğim..."

Ve o gözlerde yıllardır bir an olsun görmeyi umduğu aşkı görerek gitmiş sevdiği sonsuzluğa. Diğeri elleriyle kapatırken o aşkla bakan gözleri, şunları fısıldamış;

" Kavuştun sevdiğim. Mutlusun artık. Kavuştun Yaradanına..."

Tuğba Çamlıbel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Selimiye
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.071 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


YOKLUĞUNDA OLMUYOR

Olmuyor gülüm
Olmayınca
Olmuyor

Yazılmıyor sensizliğe
Yokluğunun her haline
Yazılmıyor şiirler

Oysa varsın biliyorum
Olmasan hissederdim
Oralarda bir yerlerde belirsiz

Yeter artık ama
Yoruldum ben
Yüreğim kaldırmıyor

Olmayınca
Olmuyor

Yalnızlık yetti
Yokluğun hasretini özletti

Alparslan Zengin

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Vallahi de burası bizim memleket diil!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


http://www.buddybearsinistanbul.com/default.asp
Bir dostumun hatırlatmasıyla İstanbul'daki güzel bir etkinliği atladığımı farkettim. Oysa gözlerimle görüp, ellerimle de ellemiştim. Evet belki birçoğunuz gördü ama görmeyenlerin mutlaka gitmesi gereken bir festival var İstanbul Tepebaşı'nda. "HOŞGÖRÜ FESTİVALİ" Birbirinden güzel ayıcıkları görmek aralarında yapılan etkinliklere katılmak için tutun çocuklarınızın elinden ve gidin mutlaka. Ayıcıkları önceden incelemek isterseniz buyrun size adresi.


http://www.odtumd.org.tr/etkinlik/40yil/sevgidamlalari/info.htm
Sevgili Ahmet Kemal Üner'in önderliğinde hazırlanan bir değerli CD çalışmasına gidiyor bu link. ODTÜ Mezunlar Derneği'nin burs çalışmalarına katkıda bulunmak üzere hazırlanan bu CD için bakın ne diyorlar; "Derneğimizin 40. yıl projelerinden biri de, 1965'lerden günümüze, üniversite yıllarımızda popüler olmuş, hepimizin sevdiği, mırıldandığı "sevgi" temalı şarkılardan oluşan CD projesidir. CD projemize yapacağınız katkıyla da gerçekleştirmek istediğimiz hedefe erişmemizi ve burs fonumuzun yaygın tanıtımını sağlayacaksınız." Nostaljik şarkılardan oluşmuş bu CD'yi hayırlı bir iş için edinmek isteyeceksiniz umarım.

...24soru, binlerce kişinin aynı anda oynayabildiği bir online bilgi yarışmasıdır. Bilgisayarınıza yüklediğiniz ufacık bir program, size saatte bir tane olmak üzere gün boyunca yirmi dört adet soru sorar. Sorunun saatin hangi dakikasında geleceği önceden bilinmez. Amaç, yarışma dönemi boyunca mümkün olan en fazla soruya doğru yanıt vererek sıralamalarda yükselmektir... devamı için http://www.24soru.com/ . İyi eğlenceler.

Günlük falınız'ı merak ediyormusunuz? ...Bir süredir içinizde bir şeylerin eksik olduğu duygusuyla yaşıyorsunuz. Nedenini, bir süre önce yaşadığınız bir ayrılığa bağlamanız anlaşılır bir şey. Bu duyguya kendinizi alıştırabilir, üzüntünüzün yerini tatlı bir özlemle değiştirebilirsiniz... http://fal.tnn.net

Bilgisayarınızdaki gizlemeyi düşündüğünüz klasörler için güvenli ve tamamen ücretsiz bir program istermisiniz? İşte size Türkçe açıklamalı bir program, hem de bedava. http://www.barbar.programlari.com/ kısayolunda yapacağınız kısa bir incelemenin bilgisayarlara bakışınızı biraz olsun değiştireceğine eminim.

Siz yılbaşında sevdiklerinize, arkadaşlarınıza ve dostlarınıza e-kart göndermeyi planlıyorsanız http://ekart.draligus.com/ sizler için güzel bir alternatif olabilir.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FonPhotor 2.6 [5800 KB] 2k/XP 10 günlük deneme sürümü
http://www.funphotor.com/download/download.htm
Hoş bir resim editörü. Bir paranın üzerinde kendi resminizi görmek ya da Michael Jackson olup dansetmek isterseniz, sizin için ideal. Hazır resimlerden seçebildiğiniz gibi kendi resimlerinizi üzerinde de değişiklik yapacağınız yeri işaretliyor ve diğer resimle birleştiriyorsunuz. Yaratıcılığın sınırı yok. 10 gün sonra kullanmaya devam etmek için 29 doları gözden çıkarmak gerek. Ya da:-)))

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041228.asp
ISSN: 1303-8923
28 Aralık 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com