Kahve Yanında Dergi



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 657

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Hepimiz birer kanatlı meleğiz!..


ABONE OL!Merhabalar,

Geçenlerde kazlardan kuğulardan çobanlardan söz etmiş epeyce de fırça yemiştim. Aradan 1 ay kadar bir süre geçmiş, kazlıktan terfi etmiş hepimiz birer kanatlı melek olmuşuz. Hem de ne melek. Beş duyu organından ikisi hepten kaput diğerleri yediği dayaktan zevk alır hale gelmiş. Şimdi birileri çıkıp gene benim aşağılık kompleksimden falan söz etmeye kalkmasın vallahi belgeleri sokarım gözüne gözüne. Bakın sizi bilmem ama ben bu adamların beni kaz yerine koymasına, bilahare kümese kapatıp peşime de 5 horoz salmasına alışamadım arkadaş. 17 Aralık'tan sonra birer kahraman bakkal olarak yurda dönen sayın büyüklerim hiç olmazsa bazılarımızın palavraya karnının tok olduğunu anlayınca ilgiyi başka konulara çekmeye yöneldiler. İmdatlarına Yeni Türk Lirası ile aslan sosyal demokratların horoz dövüşü yetişince, nefes alıp, ya allah diye yeniden saldırmaktan geri kalmadılar. Vergiler iniyormuş. Gelir vergisinde beş puana varan indirimler yapacak böylece sürümden kazanacaklarmış. Petrol fiyatlarını serbest bırakmışlarmış rekabetten ucuz benzin içecekmişiz. İşte kazın macerası tam burada başlıyor. İlk iş yakalayıp tüylerimi yollamak gerek. O zaman daya ÖTV'yi tüylerim kabarsın. Nesine gerek bu adamların indirim mindirim. Sonra alışırlar nemize lazım. Bir taraftan indirip diğer taraftan kaldırırsın, eh biraz da yağlarsın. Al sana kürdan misali devlet yönetimi.

Biliyorsunuzdur ama ben gene de söyliyeyim. Memleketim yönetilirken 2 tipte vergi topluyor vatandaşından. Biri dolaysız, yani direkt sol kroşe, eskivle savuşturdun savuşturdun, yoksa yiyorsun yumruğu. Savuşturanlar nedense hep kocaman vergi vermesi gerekenler. Onlar bir yolunu bulup yırtarken geri kalan esnafın üzerinde maliye kılıcı kol gezer. Ama balık baştan kokar ya, milletin kaçabildiğini gören küçük müteşebbis dalaverenin yolunu bulur ve vermez vermesi gerekeni. Böylece dolaysız direkt vergiden devletin payına üçün biri ya düşür ya düşmez.

Ama bir de ikincisi var ki, işte o yeme de yanında yat cinsinden. Dolaylı vergi, yani vergi olduğu hiç anlaşılmadan ağrısız sızısız damardan çekilen kan. Sigara içen, içki içen, benzin koklayan hep verir vergisini anlamadan bilmeden. Buraya kadar normal, dünyanın heryerinde devran böyle döner. Ama benim memleketimde bir başka döner. Olmakla övündüğümüz Avrupa'da örneğin, dolaylı verginin dolaysıza oranı ortalama üçte bir mertebesindedir. Yani 2 dolaysıza 1 dolaylı. Böylece adaletli bir vergi sistemi oluşur ve çok kazanandan çok vergi alınması gibi bir doğru durum ortaya çıkar. Gelgelelim benim güzel memleketimin dirayetsiz patronları dükkanı batmaktan kurtarmak için asılır dolaylı vergiye bol vazelinlisinden. Bizdeki oranı merak edeniniz varsa dolaylı verginin tüm vergilere oranı %74. Bunu dışarıda biri duysa mabadıyla güler ama biz meleğiz ya gülecek yerlerimiz acır, mel mel bakarız. Bunun bir diğer adı itiraftır. "Ben adaletli bir şekilde vergi toplayamıyorum o nedenle tuttuğum köprü başlarında geçiş bileti kesiyorum. Yersen, yemezsen de işte kapı işte sapı." diyor bakkalbaşı. Vallahi de billahi de bıktım ben bunların oynadığı tiyatroyu izlemekten. Girdik diye davul çaldıkları AB büyükleri Tsunami için ortak toplantı yaparken sen neredesin be adam? Çoklukla müslümanların kırıldığı bir felakette AB'ye girmeye çalışan bir müslüman ülke Avrupalı liderler arasında yok. Neden? Git, yardım et, sahiplen, ne gerekiyorsa yap. İstediğin paraysa fazlasını verir bu memleket. Ama bunu bile düşünemeyenlerin arenasında hepsi birer yalancı gladyatör. Gerçekleri söylemeyenler gün gelir o gerçeklerin altında ezilirler, bari bunu unutmasalar.

Dergimiz var, siyaset dükkanını kapattık dedik demesine de, gene dayanamadık işte. Sabah aldığım benzinin herşeye rağmen azaldığını görünce tüylerim dikildi, kümesteki horozu kovalamaya başladım. Asabiyetim bundandır. Bu işin ilacı nedir bilen varsa söylesin Allah aşkına. Ben de gevşek salak kaz rolü oynamak istiyorum. Hani diyorum, Serdar Turgut gibi hidayete ersem işe yarar mı? Ben asıl Rana n'apıyor onu merak ediyorum. Tövbe Tövbe...

Dergi çalışmalarımız son hızla sürüyor. Zamanından önce elinize geçmesi için var gücümüzle çalışıyoruz. Şimdi ben size Hümeyra klasiği bir şarkı çalıp huzurlarınızdan ayrılayım. Otuzbeş Yaş. Güzel bir haftasonu dileğiyle hoşçakalın, abone olmayı sakınola unutmayın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

3 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


   Hayata düşen yalana sarılır (*)

Efendim; Taha Akyol, Abbas Güçlü ve Güneri Civaoğlu gectiğimiz günlerde Ege Üniversitesi'nde yapılan ankette gençlerin çok büyük bir çoğunlukla Avrupa Birliği'ne katılma sürecini endişeyle karşılamalarına şaşırmışlar. Yine Milliyet'in diğer üstadları, gazete yönetmeni ve 'geç kalmış aşklar uzmanı' Mehmet Yılmaz ve değerli ekonomist yazar Osman Ulagay'da üniversite gençleriyle yakın zamandaki söyleşilerinde onlarda izledikleri 'tutuculuğu', kendilerinde var olan 'değişim rüzgarıyla' kıyasladıklarında derin bir hayal kırıklığı yaşadıklarını söylemişler. Bu ikincisini Sayın Yılmaz'ın köşesinden okuyoruz. Yazısında biraz daha ileri gidiyor Mehmet Yılmaz ve "acaba biz mi gençleri statükocu yetiştirdik, açılmalarına izin vermedik?" diye kendinin ve bugünün büyüklerinin tutumlarını sorguluyor.

Mehmet Yılmaz'ın neredeyse kendisini sucladığı, kahrettiği bu üzüntülü anında yanında olmak isterdim. Onu sarsıp, "Aman üstad; bu kadar kendinizi tüketmeyin bakın başta duayenimiz Ertuğrul Özkök olmak üzere hepimiz ilk gençlik yıllarında ne büyük yanlışlıklar içindeydik. Abuk sabuk sosyalizm, esitlik falan diye konusup duruyorduk, liberalizm'in dinamikliğini, estirdiği büyük değişim rüzgarını bizlerde o yaşlarda algılamaktan uzaktık. Hani dilim varmıyor ama sizde, bizde gençliğimizde az kalsın başka bir tutuculuğa saplanıp kalıyorduk. Ne oldu? Değişim sizleri, bizi kucakladığı gibi değiştirdi." diye teselli etmeye çalışırdım.

Yılmaz o sırada mümkündür ki bir iç geçirip; Hadi Uluengin, Mehmet Barlas, Hasan Cemal, M. Ali Birand ve Cengiz Çandar gibi arkadaşlarını anımsar, ben de sürdürürdüm konuşmamı. "İzin verin, hayat gençleri şekillesin efendim. Biraz para pul peşinde koşsunlar. Hanyayı konyayı görürler, bakalım ülke, vatan, bağımsızlık ve eşitlik gibi palavralar karınlarını doyuruyor mu, anlarlar. Bizler gibi zeki ve değişime mantalite olarak uygun yapıdakiler zaten hızla yönetici kademelerine yükselecekler ve liberalizmin nimetlerini hemencecik hissetmeye başlayacaklar. İyi eğitimli diğer bazıları da varsıllığın girişimci ruhlarını nasıl okşadığını zaman içinde duyumsayacaklar ve ona göre davranmaya başlayacaklardır. Ondan sonra gelsin değişim..."

Yılmaz hemencecik ikimize de birer viski koyardı, olasılıkla. Ben buzlu rica ederdim. Onun sessizliğinden yararlanıp teselli etmeyi sürdürürdüm. "Efendim bu genç salaklar hala yurttaş ve özgür bireyi birbirlerine karıştırıyorlar. Dünyanın geçirdiği bu büyük değişim bireylere ne tür özgürlükler getiriyor ayırdında değiller. Zengin olma, din ve vicdan özgürlüğünün ne büyük bir sıçrama olduğunu mutlaka algılayacaklardır. Kimileri o kadar tutucu ve dar kafalı ki benim de bazen canım sıkılmıyor değil. Bu müthiş değişimin içindeler, hala toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik fırsat eşitliği ilkesinden; halkın bedava eğitim, sağlık, sosyal hizmet ve barınma haklarından söz etmekteler. Bunlar sağlanmadıkça etnisite ve inanç temelli özgürlüklerin, derin eşitsizlikten kaynaklanan sorunları ve çalkantıları ortadan kaldıramayacağını savlıyorlar. İnanmassınız 'ulusal devlet' diye sayıklayanlar bile çıkıyor aralarından. Ne yurttaşı kardeşim, özgür bireysin sen, ister zengin ol, ister fakir, ister müslüman ol, ister olma. Ruhunu serbest bırak, onu özgürlük dalgaları kucaklasın."

Gözlemlerimden ziyadesiyle bunalan Yılmaz, son cümlemdeki ferahlamanın eşliğinde viskisinden bir yudum daha alırdı, bende konuşurdum: "Bence meraklanmayın değişime direnemeyeceklerdir. Benim de onlara kızmadığımı mı sanıyorsunuz? Düşünebiliyor musunuz güya genç olacaklar, Avrupalıların bize tarih vermiş olmasını daha doğrusu bizim gayretlerimizle katılım görüşmelerine başlayacak olmamıza bile dudak büküyorlar. İçlerinde vatan, toprak, bağımsızlık diyen garipler bile var. Yerel yönetimlerden, kamu reformlarına, özelleştirmelerden, azınlık haklarına uygarlık piramidinin üstüne oturtulacağız, hala sınırlardan bahsedenler var aralarında. Aymazlar, ancak ayacaklar Mehmet Bey, hemencecik olmuyor malumunuz. Önce bir işe girsinler; borsa, tahvil, parayla tanışsınlar, değil mi efendim? Aralarında pek yok ama az buçuk okuyanlar varsa onların değiştikten sonraki halleri takdir edersiniz ki, özgürlüklere daha yararlıdır. Bunlar ortada kalan tutuculara ve eski sistem kalıntılarına karşı eleştirici olurlar. Gençliklerinde savunduklarını da, hem kendilerinin hem de dünyanın deneyimi olarak görürler. Yorumlamada ve iknada pek maharetli olduklarından yeni değişimciler sağlarlar ve ikirciklilere rahatlama olanağı yaratacak açılımlar sunarlar. Şahsen ben bizler gibi sonradan değişime yelken açacaklardan daha fazla umutluyum efendim..."

Mehmet Bey bu yorumlarımdan rahatlamış olurdu. Değişim içerikli yarınki gazete manşetini yazı işlerine hatırlatıp, o sırada gelen telefonları not düştükten sonra ikinci viskilerimizi yudumlamaya başlardık. Ben, kendisinin işittiği sözlerimden memnun mesut olmasından cesaret alarak sürdürürdüm konuşmamı. " Hiç süphem yok, bugünün dudak büktüğümüz gençlerinden de nice değişimci, nice kerameti hemencecik anlayacaklar çıkacaktır. Belki bunlar sizleri de geçecekler, bizlerde saşırıp kalacağız."

Mehmet Yılmaz azcık içkinin de tesiriyle "Buna gereksinimimiz var" diye mırıldanacaktır son sözlerimin ertesi. "Biz, hele sizler az mı süründük, az mı yalpaladık değil mi efendim? Ölümlerden döndük. Solculuk, sağcılıkla yıllar geçti anımsayın. Sosyalizm safsatalarına, Marks'ın yumurtladıklarına, haniyse sosyal demokrasiye bile ne kadar zaman verdik, az mı kafa patlattık? Oysa bugünün gençleri. İş yasamlarına geçtiler mi -iş bulabileceklerini varsayıyorum efendim-, hoppacıcık değişimin kucağında bulacaklar kendilerini. Sonra rica ederim efendim, medyanın değişim konusunda basındaki çabalarından da geçtim, televizyon kanallarının yıllardır ve bugün gençlerimizi canla başla değişime hazırladıklarını nasıl görmezden geliriz? Siz sanıyor musunuz, değişimle ve libaralleşmenin nimetleriyle geçen günün yorgunluğunu dışarda atmak yerine evindeki televizyonunun başında 'İstanbul Masalları, Kurt Kapanları ve 'Semra Hanımlarla' akşamlarını geçirenler -arada bizim ustadların yorumlarına da kulak kabartıyorlar elbet- yalnızca orta yaş iş adamlarımız, akademisyenlerimiz, bürokratlarımız? Kuşkusuz gençlerimiz ve halkımızda bu değişim hazırlığından faydalanıyorlar."

O sırada sekreteri, Mehmet Beyin AB ile müzakere şenliklerine dönüştürülen iki yıl sonu kokteyline katılması gerektiğini bildirirdi. Bendeniz kendisinin bu kadar duygusal ve 'aşk şu kapağın mı altında bunun mu?' gibi hissi muhabbetleri nasıl olupta bu yoğun çalışma temposu ve örneğin bu kez gençlerin tutuculuğundan kaynaklanan ancak kuşkusuz farklı tutuculuklarla yenilenen üzüntülere karşın kaleme alabildiğini soramadan izin istemek zorunda kalırdım. Bu değişime ülkemiz insanlarını hazırlayan bu büyük kadronun diğer önemli isimlerini onun yardımıyla bir gün olsun etten, kemikten görebilme ricamı bile bir başka güne ertelerdim.

Kalbi şükran duygularımla yanından ayrılıp, plazanın kapısında; bir mabetin önünde olma hissiyatıyla arkamı batıya, yüzümü plazaya çevirip başta Mehmet Altan Hoca olmak üzere tüm değişimcilere en derin saygılarımı sunmak amacıyla azcık eğilirdim.

(*) Cihan Demirci'nin kitabının adı.

Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,718,718,718,718,718,718,718,718,71
              7 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


BABA KALBİ

Doğal bilimlerle uğraşanlar, özellikle canlılar üzerinde çalışanlar, dişil cinsiyettin yani annelerin yaşamda ne kadar önemli ve belirleyici olduklarını çok iyi bilirler. Elbette güneşi balçıkla sıvamak gibi bir niyetim yoktur. Çünkü dişilik yumurtlayan ya da doğurgan cinsiyet olduğu kadar, analık gibi sevgi ve şefkat dolu bir görevin seçimsiz yürütücüleridir. Bu ve bunun gibi birçok karakterlere sahip olunmasıyla çoğu canlı türünde dişil cinsiyetin önemli bir belirleyiciliği ve üstünlüğü vardır.

Peki, yazdığım ya da yazamadığım erdem yüklü karakterler sadece dişilere mi özgüdür? "Babaların yüreği taştan olamayacağına göre kırıntı olsa da bu duygulara rastlanılır" diye düşünmeyecek kadar sevgi dolu, şefkat dolu bir erkek olduğumu söylerler. Ya da çevremde bu tür duygusal yönü ağır basan çoğu hemcinslerimi tanıyorum. Yani uzun sözün kısası "analık" vardır elbet ama "babalık"ta vardır. Bu savıma feminal duyguların ağırlığında olan sevgili dostlarımız, kötü örneklerin arkasından bize uçaksavar mermisi yollayacaktır. "Eyvallah!".

Savıma destek olması açısından seçtiğim öykü, bizde de yaşanması olası gerçek yaşanmış bir olaydır. Öykünün yaşandığı yer New York'tur. Başlıca kahramanları öğretmen ve lise son sınıftaki öğrencileridir. "Öğretmen, öğrencilerinin diğer insanlardan farklı özelliklerini vurgulayarak onurlandırmaya karar vermiştir" diye başlıyor öykümüz.

Öğretmen Helice Bridges (California Del Mar) tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak her öğrencisini teker teker tahtaya kaldırdı. İlk önce öğrencilere sınıf ve kendisi için ne kadar özel olduklarını belirtti. Sonra her birine üzerinde altın harflerle "Siz çok önemlisiniz!" yazılı birer mavi kurdele verdi. Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verdi. Her bir öğrencisine üçer tane daha kurdele verip, onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini istedi. Öğrenciler daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi.

Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti. Ardından, iki tane daha kurdele vermiş ve "Sınıfta bu konuda bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdele de verin. Böylece onlarda bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra; lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin" diye rica etti.

O gün üst yönetici, suratsız biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verdi. Patronun odasına girdi ve onu "'iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü" takdir edip örnek aldığını söyledi. Bu mavi kurdeleyi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sordu. Şaşkına dönen patron; "Tabi ki" şeklinde cevap verdi. Yönetici de Mavi kurdeleyi, patronun tam kalbinin üstüne ceketine iliştirdi. Ekstra kurdeleyi verirken de; "Bana bir iyilik yapar mısınız? Siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz? Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu kabul görme töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece "bunun, insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş" dedi.

O gece patron evine geldiğinde, on dört yaşındaki oğlunun yanına oturdu. "Bu gün inanılmaz bir şey oldu" dedi. Ofisteydim üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip iş dünyasında bu kadar başarılı olduğum için göğsüme bu kurdeleyi iliştirdi. Bir hayal etmeye çalış, benim bir dahi olduğumu düşünüyor. "Siz çok önemlisiniz!" yazılı bu kurdeleyi tam göğsümün üstüne taktı. Bana ekstra bir kurdele verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin. Ben "seni"' onurlandırmak istiyorum. Sana pek ilgi gösteremiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum. Oysa bu gece bir şekilde buraya oturup, sana benim için ne kadar farklı ve özel olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun. ''Seni Seviyorum'' diye devam etti.

Şaşkına dönen çocuk şimdi ağlamaya başlamıştı. Bütün vücudu titriyordu. Başını kaldırdı, gözleri yaş içinde olarak babasına baktı ve "Yarın İntihar edecektim. Baba, ben senin..... çünkü ben senin beni hiç sevmediğini, hiç önemsemediğini düşünüyordum. Ama artık her şey çok farklı. Şu an baba oğlunun hayatını kurtardın!"

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              8 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Nesrin Özyaycı

 Yansımalar : Nesrin Özyaycı


   ALLEBEN

Dedemi hatırlayınca, onunla yaşadığım geçmişimi yazmak istediğimde, farkında olmadan kalemime mürekkep yerine gözyaşı dolduruyorum. Kalın, demir belbetlerden1 yine dışarıya bakıyorum o günleri yeniden yaşadığımda, hayalimde. Kuşların, bir adam boyundaki ahşap pencerelere yaptığı yuvalardan dökülen tüyleri, tandır başındaki sıcak ve uzun sohbetleri anımsayarak yürüyorum dedemin evine giden dehlizden. Bir soba bacasından çıkan duman kadar bulanıp koyulaşıyor düşüncelerim. Şosede yürürken hatırlıyorum, önümde hiçbir şeyi umursamadan koşturan çocukluğumu. Dedem demek, zaman demek, geçen zaman, buruk hatıralar, sararmış bir fotoğraf karesi. Başım önümde, düşüncelerimi biriktirerek yürüyorum geleceğim olan en kısa yarına, bir saniye ileriye ve sonrasına. Neye? Nereye?

Dolu dizgin umutlarımı, damla damla akıtarak yürüyorum Alleben'in2 kenarında. Alleben ile Kavaklık birbirinden ayrı gibi görülen bir anayla çocuğudur benim için. Alleben, suyuyla emzirmiştir Kavaklığı. Kavaklık3, yeşeren yapraklarıyla öpmüştür Alleben'i. Birbiriyle bir bütün oluşturan bu kan bağı, Antep'i yaratmıştır olanca cömertliğiyle.

İlk baharda Cuma günleri, tatili getiren bu günün okul dönüşlerinde sabırsızlıkla ertesi günü beklerdim; çünkü Cumartesi'leri, halalarımın, teyzelerimin, ablalarımın, ağabeylerimin seyrengah dedikleri Alleben'e giderdik. Halamın evde doldurduğu acı dolmayı, bakır kazanın dışını külleyerek ocağa oturtuşunu görüyorum isli gözlerinden.
Hiç olmazsa halam çok yaşasa...

Taşlardan yaptığımız ocağın üzerine kazanı büyük bir itinayla yerleştirirdi halam. Biz çocuklar, ocağa yakacak olarak çalı çırpı toplardık heyecanla, bir oyundu bu bizim için. Dayımın hanımı köfte yapar; ablalarım sofrayı kurardı. Babamla eniştelerim, iğde ağaçlarının diplerine gizledikleri rakı kadehlerini yudumlardı bizden gizli. Ama görürdük biz, gizlemeye çalıştıkları kadehleri. İsli dolmaya sinmiş bir akşam yemeğinin unutulmaz keyfi sarardı bizi açık havada. Hepimiz gönülden mutluyduk, huzurluyduk; henüz, bizi bekleyen dertlerden sıkıntılardan uzaktık, çok uzak. Gelecekten. Sanki acılar, sıkıntılar, dertler sadece acıklı hikayelerde yer alırdı. O hikayelerse yalan gelirdi, uydurmaydı, gerçek olamayacak kadar ıraktılar bize.
Biz çocuktuk.

Bir at arabası zevki var mı şimdiki BMW'lerde, Mercedes'lerde? Nerede!.. Nerede çocukluğum? Nerede ben? Kaybolup gittiler, o arkası açık cam el arabalarının dikdörtgen köşelerinden. Cam arabaların ardı sıra düşlerimi görmekteyim. Henüz dün gibi yakınlar. Rengarenk pamuklu şekerler, küncülü4 helvalar... Alleben'in kıyısına sıralanmış çekirdekçiler... Herkes, kendisini kahkahalarla güldüren bir oyunun içinde; kimi kaçıyor, kimi kovalıyor; kimi salıncak kurmuş kocamış ağaçlara; kimi top oynuyor… İp atlardık doğal bir yaşamın doğallığında. Alleben gürül gürül akardı yanımızda, serinletirdi, ferahlatırdı etrafındaki her şeyi, gönüllerimizi.

Mezopotamya bereketi vardı Alleben'de. Yüzyıllar boyu, umutlarımızı derelere, suya bağlamıştık. Bereket için, umutla. 6 Mayıs'ta Hıdırellez kutlanırdı Alleben'de. Rahmetli, nur yüzlü anama ne inatlar ederdim Hıdırelez'e gitmemek için. Şimdilerde, neden gitmek istemezmişim diye kızıyorum kendime. İnatçı ruhum, burnunun dikine giden mizacım, kendi doğru bildiğinden saşmayan kişiliğim, küçüklüğümden bu yana çok dolandı ayağıma. Hayatta çok engelle karşılaştım sırf bu yapımdan dolayı. Hepsinin üstesinden gelmeyi bildim de, insan o yaşlarda, Antep gibi bir yerde, anasının dediğinden çıkamıyor pek. İnadımı kırıp, anacığımın ardına düşer giderdim kutlamalara. İyi ki de gidermişim. Şimdilerde mumla arasan bulamayacağın anlarmış onlar. O huzur, o sükunet. Dalar giderdim o hareler çizen suyun yüzüne bakarken, derin derin. Bu nereden gelir, nereye giderdi? Su demek, umut demekti. Acaba bana ne getirecekti Alleben? Beni de yeşertecek miydi Kavaklık gibi, bunlar geçerdi çocuk kafamdan. Diğer çocukları seyrederdim. Neşeyle suya girmişlerdi zıbınlarını çemreyip5 . Dizlerine kadar suya batıp, Alleben'den çıkarttıkları kağıtları okurlardı ferman gibi. Gülerdim bu onlara, "Yapmayın!" derdim her nedense.

Kızlar... Biz Antep kızları. Okul kapanıp yaz tatiline girdiğimiz vakit dikiş nakış ustasına giderdik, gitmeliydik. Elimiz iğne tutsun diye bize dikiş nakış öğreten ustamızın da hizmetini görürdük bir taraftan, görmeliydik. Çok çalışıp didinmeyi ve bundan hiç şikayet etmemeyi öğrenirdik, öğrenmeliydik, el kapısına hazırlık niyetine. Sen, Nezihe ablam... Neşeli, gülen gözlerinle umudu aşılamıştın o günlerde bizlere. Sıcak bir Tomus6 günü ikindi serinliğinde, Nezihe ustamızın yıkanacak kilimlerini, yünlerini taşımıştık Alleben'e. Ama ne neşe, ne keyif, ne unutulmaz anılardı o anlar, geleceğimize, genç kız yüreğimize hatıra. Öyle yaz tatilleri beş yıldızlı otel keyifleriyle kıyaslanır mı? Sulaşmak , bir Alleben adetiydi. Hem iş tutar, hem de oynardık, Alleben'i oyuncağımız yapıp. Üstümüz başımız sırılsıklam olurdu. Kimin umurunda? Neşe içinde yediğimiz o bir öğün yemeğin anlatılmaz tadı dolaşırdı damaklarımızda. gün boyu. Alleben, genç neşemizin içinden akıp giderdi çağıl çağıl, hayallerimizi de peşine takıp...

Büyüdük. Büyümeye direnmek isterdik. Ama mümkün mü? Bu devr-i devranın yasası bu. Değişiyor, her şey değişiyor. Hiçbir şey aynı kalmıyor ve hiçbir şey, bize çocukluğumuzu, gençliğimizi geri getirmiyor, biz ne denli istesek de, gözlerimizde hüzünle, yüreklerde kederle.

Düşünüyorum, Alleben'e bakarken düşünüyorum; bana mı öyle geliyor yoksa zaman gerçekten kötüye mi oynuyor, diyorum. Eski, aynı zamanda eksilmek mi demek yoksa? Evet, zaman. Zaman, yılları eskitti, tıpkı Alleben'i eksilttiği gibi. Alleben'e bakıyorum, bir park köprüsünün üzerinden. Geride kalan, korunmaya muhtaç bir Alleben, şehrin orta yerinde. Beton bir oluğun içinden akmakta. Ama yine de umutla, yanından geçenlere hala birilerine umut vermekte, diye düşünüyorum. Hala akıyor, diyorum kendi kendime. Doğallığı bozulmuş, yaşlı ninem gibi cılız. Hala akmakta içime, geçmişi dün gibi yaşatarak, o günü gören özüme buruk bir umudu sızdırarak...

1 Belbet: G.Antep lehçesinde cumba.
2 Alleben: G.Antep'in simgelerinden, şehrin ortasından akan, şimdilerde kurumuş sayılabilecek bir çay.
3 Kavaklık: Alleben'in hemen yanı başında yer alan bir koruluk.
4 Küncü: G.Antep lehçesinde susam.
5 Çemremek: G.Antep lehçesinde, kıvırmak.
6 Tomus: Halk arasında, Temmuz ayı.
7 Sulaşmak: G.Antep lehçesinde, birbirinin üzerine su sıçratmak ya da dökmek.


Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
              8 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Yeni Yılda Eski Tatlar

Bir solukta giriverdik 2005'e. Baktılar ki; günahlarımız almış başını gidiyor, bari "ucundan accık" koparalım da millet hafifleyerek girsin yeni yıla dediler. Gerçi; bazı dostlar yeni yıla yeni TeLe çalışmaları eşliğinde girdiler. Ah bu yaramaz kediler ahh, altı sıfırı birkaç saniyede nasıl da yediler ..!

Eğlencede sınır tanımayanlar; her zaman olduğu gibi şapka, düdük, gözlere maske, vb. her türlü aksesuarı oralarına buralarına taktılar. Zannedersiniz bir yerlerine birkaç saat öncesinde birşeyler yaktılar. Bu nedenle hiç oturmadan sabaha kadar hoplayıp zıpladı bu çılgın çete, eee haliyle daha yeni yıla girmeye saatler varken ne mendil dayandı ne peçete...

Bu eğlence çılgınlarının yanında mutlaka adeta silah zoruyla davet edilmiş, neredeyse ağzını bıçak açmayan tipler vardır. Çoğu eğlenmediği gibi, eğlenenleri de acayip derecede kıskanır bu insanlar. Neden geliyorsun kardeşim surat asacakcan ? Etrafında eğlenenlere gıcık gıcık bakacaksan ? Kır şeyini otur evinde, ne işin var eğlencenin dibinde ? Dii mi ama ..?

Koca gece boyunca tek bir eğlenceye doymayan, o mekan senin bu mekan benim taş üstüne baş koymayan bir grup daha vardır. Bunlara; maymun iştahlı da diyebilirsiniz. Tüm gece bir sürü mekanın altını üstüne getirip, yeterince eğlenemediklerinden bile söz ederlerse hiç şaşırmayın. Böyle yapanlarınız olduysa da; lütfen bana anlatıp sabrımı taşırmayın...

En sevilen ve tercih edilen eğlencedir PTT. Pijama-Terlik-Televizyon üçlüsünün ahenkle dansedişi ne de güzel süsler evlerimizi. Arkadaşım telefonda; yine böyle bir yılbaşı geçirdiğinden söz edip, "Keşke sizler de gelmiş olsaydınız" diye ekleyince; "Yahu, bari kuşaklı damatlık pijamalarını giyseydin.. Her sene şu çızgılı pijamalarından gına geldi, cık cık..!" diye fena halde sinirlendim... Hatta; "Gıcır gıcır Yeni TeLe'ler gelmiş, gözüm gönlüm açılsın, napiiim lem senin eski püskü pijamalarını ..!" diye de eklemeyi de unutmadım.

Şişede durduğu gibi durmaz bu içkiler.. Kimileri daha masaya oturmadan içerler.. Sanki; yılbaşında çok içilince fiyatlarda indirim yapılıyormuş gibi. Her nedense; bu insanlar böyle bir hisse kapılıyor. Çeneleri açıldıkça açılır hiç susmazlar, biz ise içimizden dua ederiz; "Aman, inşallah bu akşam kusmazlar ..!". Kusmadıktan sonra pek sevimli olurlar ve hatta güzelleşirler ama yine de arada bir; "ijjjyelim güzellejjelim" derler. Çoğunlukla film kopar, birileri yardım eder apar topar. Devrisi gün; kabul edilmez asla sarhoşluklar, gecenin detayları sorulsa nasıl doldurulur acaba aradaki boşluklar ..? Yine de pek hoştur bu durum keşke arasıra kadehlere dolsak, Orhan Veli'nin dediği gibi : "Rakı şişesinde balık olsak !"..

Bir de içmeyenler vardır. Biz onlara böyle gecelerin şöförü diyoruz. Meyve suyu ile idare eden bu dostlar olmasa ne yaparız ? Her eğlence gecesine lazım bence bu insanlardan. Alkol duvarını aşıyorsunuz, belki coşup taşıyorsunuz ama can güvenliğinizi bile bile kaşıyorsunuz. İşte bu günlerde verin anahtarı dostunuza, asla zeval gelmez postunuza. Onu da bulamazsanız hazırlayın YTL'leri taksi için, işte o zaman ister ağzınızla, ister burnunuzla, neyinizle içerseniz için...

Yeni yılda; sağlığınız da yeni TeLe'leriniz de bollaşsın, bir adım daha öne çıksın ADINIZ,
Eski tadların güzelliği ve yeni TeLe'lerin gıcırlığı ile harmanlaşsın yeni TADINIZ ...

asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,789,789,789,789,789,789,789,789,789,78
              9 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Turan Bozkurt


NEYRAN

Sene 88;
Talebelik sondayım, Darülfünunda..
O yıl, mayıs bi başka uğramıştı bana..
Geçikmiş yağmurlar, zeynebe dalgınlıklar,bir de ekmek tuz derdi vardı..
Fakülte karşısı, caddenin sağ yukarı, antik döküntüler yığının olduğu mahal hani,
Laleli mahşerinin sol kenarı, meşhurdur;
İşte orada,
Bir mayıs ikindisi.. Ben yine dergiye şiir avlamaktayım, turist yüzlerden,
işportacılarla kahkaha paylaşırken, bitirim kesişmeler hakkında danıshgillerle,
kitaba bıkkın, zeynebe kırık,burhanın trıplerinden tırsmış bir haldeyken,
sağıma dönmemle bir ,ne imge kaldı,n e akıl ,cam pencerem tuz buz!
Bir bakış çarptı, şehlası lal eden,bir çift azeri karası, kızıl perçemle gölgeli;
kaç nabzım gümgümledi hatırlamıyorum;geçmiş gün, saymaya imkan mı var!,
Uzattı elini, billurlar çınladı kulaklarımda: tanıdım!mı??..
-Tanıdım ya! Tanıdım billahi be! Valla tanıdım kız!
nidalarıyla, şaşkınlığımı silkmek için-biraz tiz-ünlemişim..
Yahu bu neyran!
Bizim neyran!,
Hayranlığımdan ,Farisi ismine tüm dillerden karşılık bulduğum,
lux, ışık, luminair, ziya, kandil, mum, nur; -yakın, uzak- etimoloji uydurduğum Neyran!..
Sırf gözlerindeki fer'e, bi mütebessim katkım olsun diye,
-gönlüne imkansız,çünkü tapulu-,belki aklına takılırım diye entelliğe yattığım,
öyle sıfat manasıyla müsemma değil, varlığı ile mücessem neyran!
Herkese nur,herkese neyran!
...
Öğlen yemekleri maratonunda ısınmıştık birbirimize.. Kuyruklar, sabrımızda uzamasın diye, ,ferhangi tuluatında başrol act ederken ben,ne kadar gümüş kahkahaları varsa bahşetmişti bana…
Soluma sokulmuştu yağmurlu havalarda.."sağımdan gelme ,paytaklaşırım!" dedim ya ilk seferinde,ondan sonra hep önce sağdan bodoslama kol altıma,sonra sol kolum emrinde:tiy hınzırlıkları!..
"Talaşlı börek,peynir makarnası.. "menü tekerlerdim ,dalgın gidişlerine çın çın!
"Koptum ya!" bitişliydi cümleleri yemek dönüşlerinde, elleri sırtıma pat pat ..
Etiketi soğumadan, beremi kaşkolumu giydirivermiştim, az zoraki.
"Yemek bi sensiz bi jetonsuz olmaz kızım!", boğazı çatallanmış burnunu kızarmış gördümde…
Sonra sonra;
Paşakafe'de, muz likörlü kahvelerle fal tutmuştuk; üç beş defa, baş başa..
O kadar çok Ali'ydiki sözleri, ben o kadar fıldır fellik Zeynep,
Masalarda yüze yüz, ama birbirimizin kıyısındaydık hayatta..
"dar zamanlarda çirkindi söylemek, yahut vakit olmadı "hallerinden herhal,
bi köşeme saklamışım onu, unutmuşum demek ki telaşlara gelince..
üç ay dolmuştu, dersleri boşlayalı neyran..Ben ,Almanyalara iki iplikten eşofman dokurken harç için,o tüm mekanlardan çekilmişti.. sibel ve mukadderin -kıskançlar!-muhabbeti yokmuştu epeydir kendisiyle.. Listelerde hep boşküme işaretliydi ismi; kör gözüme kocaman... Rivayeti siirtli hülyadan aldım son olarak:inmiyormuş artık bu taraflara;yeni bi düzen koymuşmuş hayatına.Rumeli hisarında Aliyle saç- yanakmış;.. Erdal görmüşmüş..
...
Boleroyu coğrafya sandığımdan, sultani mezunu, frenkperest ,midillili ve ayan kızı Zeynepten dirsek gördüğümün ertesiydi..Bendim menendim göçük, bu şedid şehre kırgındım..Üstüne üstlük tiftik saçlı Adnan ağabeyin, aşka dair yarım yordamlarıyla araf tedirginliğim üzerimdeydi.
Bu fasıla da işte, bitiverdi önümde Neyran, apansız, bir ses gibi zeynepten…..
-Evleniyorum, düğünümüz haftaya!
-!?1?!?
-Gel olur mu, beklerim!
-Hadi ya!aa?eee? ne zaman ,nerede, nasıl, niçin niye ya!?
-Hahaha! Aliyle oğlum ya, Ali, unutun mu yoksa?
(-Çıkmalarda kalırdın sen ya, mecburi seyahatlere gelemezdin ya?)
-İskandinavyalara ne zaman?..Geldi mi kabul kağıdın Lund'tan?
-Yok be neyr, umutluyum ama,geçenlerde bi ecnebi mektup gitmiş babamlara, Vestan'a.. Geri bana zarflamışlar..bi bakalım.
-Beklerim!
-Gelirim..
Tokalaştık.. Tebriklerimi sunup iki yanaktan öpüştük. Kalabalıktan sakınmaya çalışarak, bir iki sağı solu adımladık.. Zeynepi, erdalı ve yeni yazılarımı,orta yerinden ,az meraklı, az gideyim telaşlı sordu..Cevapları,ona ağırlık vermesin diye,yüklemsiz ,hızla sıraladım… Elime kırmızı,simli,görkem ve şatafatla kız kulesi çizilmiş bir davetiye tutuşturdu.. Vedalaştık..
Üç beş nefes cigarayla araladım kendimi olup bitenden.. davetiyeyi kurdelasından çözdüm..
Kaldırım gri,davetiye kırmızı ,ellerim sarıydı herhalde.. buğu basmıştı görüşümü..
Bakıyor,görmüyor,inceleyemiyordum..
Alakamı veremiyordum,sızım sızım bir diş ağrısı dürtüyordu sanki..
Bi sürü acaba ,ne,nasıl?…,sopalarıyla dikili tepemdeydi,suskun ve sakınıktım..
Birden bi arbede koptu bi taraflarımda..
Gümüş kahkahalar,Zeynep,kahveler, masalar, okul, lund, son tren, gündönümü, çatallanan yollar, cebimdeki saç tokası, sol tarafım,yağmurlar… filan,
Fırlamışım!...
Bi koşu tuturdum solundan dolanarak, saptığı sokağın en başına çıkacak şekilde.. köşede durup nefeslendim az.. Ellerim sır vermesin diye cebime sakladım.. Tabela arama pozlarında; bekledim…Sokağın dönüşüne az vardı:
-Aha? Turan?
-Neyran?.".Ya, şu köşedeki derici de bir süet ceketim vardı,yama tamir bişey yapılacaktı da.. vaktini geçirmişim, alayım dedim..adam aksi biraz da."
Dönüp mesafeyi yokladı bi iki saniye.. sonra bi bana, bi daha baktı geriye. Geride bıraktığı mesafeden buraya en az üç yüz adım ve öbür sokaktan soldan kavislenip sağ baştan önüne çıkmam,yürümekle imkansız!
Canhıraş bi son beş yüz sprinti, başka cevaba imkan yok
Yüzümü yokladı,gözleri gözlerimde.. Ellerimi tamam da, yüzümü unutmuştum..

Çehresindeki her dalgalanmayı radarlamak ve her acabaya denk gelecek cevaplar yetiştirmek için, milim kıpırtısız,faltaşıyım.
-Recebim ,şairim,hımm!
( Tüm tetik hallerimi çaktı namussuzum!; en dipteki küpüm sallanıyor,nefesimi tutmuşum!..)
Ellerini uzattı.. Öptü yanağımdan önce.. Saçımı çekti hafif,muzipçe.Karnıma pati yumruğu iki, üç,anca,hafiften....sağ eli sıyrıldı elimden usulca.. Yarım ve sarsak bi adımla yeltendi gitmeye, sol eli elimde.O çekekaldı ,ben bırakamadım..Yarım eğik başıyla döndü sonra; tüm gövdesini bana taraf..Ne kem küm, ne öksürük; bir, üç, beş saniye düğümlenmiştik boğazlarımızdan..
--Sağ avucumla yanağına bir temas kondurmuşum--
Aniden, bir bulut geçiverdi ikimizin gözlerinden, aynı anda;önce çıp,çisil sonra sağanak…

Sarıldı,s arıldım, sarıldık…
Silme sukuttaydı cenk taraflarım,arbedelerim sus pustu artık.. Onunsa, kızıl perçemi ıslak ve boynuma dolaşık, iki sarmaşıktık!..
...
Yeşil camlı durak,kırmızı otobüs ,camdan, en derinime mıhlanmış bir çift göz…
Ne bir el sallama ,ne bir söz!
Peşi sıra aktı yol,aktı kalabalıklar,araçlar.;koyulaşıyordu gün akşama doğru, an be an,görüyordum;
Ah! yatağım,ah!defterim.. İkisi de çok uzaktaydı!.
...
-Ulan Buda müsvedesi. yine nirvanan mı depreşti bu çapanak yağmurda?
-Neyran ya!
-Neyrevan ne ya?.. Etimolojik deli!.. Belediye ye kalırsın bu gidişle; kalk,saçların çamurlamış!
Viyana Tuncay rast gelmişti bana sahaflardaki çınarın altında.. Kalktım, toprakta oturmaktan donan kabalarım yüzünden bi sandelyeye attım kendimi..
"Sanksritçe ile Farsça Hint-Avrupa dil ailesinde yakın akrabadır,bilirsin" dedim demedim;
ense köküme viyanadan şaplağı yedim.
"Yürü oğlum ya,yine başlama ütüye dantel meselerle ..eve gidince seni fişe takarım söz!"
Çorba içmeğe indik sultanahmete ,oradan eve..Üç gün kapandım yorgan döşek..
Tek kelime söyletmedi beni Tuncay ,çayım çorbam annesine emanet;bakımda kaldım çatı katında.. Tek ,bi kasetle bi defter bırakmış başucuma,"bana deme!kendin hallet!"hesabına..
Üçgün, pink floyd uçmuş,deftere dökülmüştüm;cümleler sağım sağanak..
Alaka yok,kafa gömme hesabına,Heiddeger, Sartre, NecipFazıl, Freud, Aragon voltalanmış; Gabriel Marcel dolaylarında epey hafifleyince, iki çay ve kelam için kapağı çöplüğüm ve tekkem Çorlulu'ya atmıştım..
Tuncay, ahvalime tekmil almadan, Arkeoloji yazılmaya tüymüştü Viyanaya o yanındaki balgözlü Alaman kızıyla; babasından izinsiz ve benden habersiz..
...
Uzun, dolaşık ve karışıktım kızlara yumak yumak;okul bitene kadar.. Eylüllere uzadım tembellikten;ancak Şubata,"yeni bir hayat,yeni bir gün!"
Pasaportuma mülteci damgası yedim felekten,ne Lund ,ne Hind,ne İran.. ; ilk vizeyi Amasya'da yedim , "yurdumiçlerine sürgün!"..
Üç yangın sıkıştırmışım mektup uçlarına, her gittiğim memlekette-her sürgünle depreşmişim!-
Epey eskimişim artık, gırla fotoğraf, sellim sepet yazılar-bir sürü yüz ve mekan biriktirmişim!-
Şimdilerde;

Baş derdim, uzağındayım istanbulun; çocuklar ağlarım istikbalime- biraz da para-
Zeynep ,bir yönetmen; Tuncay,"türk manav", Neyran,-ayrılmış- iki kızlı bir hatıra.
Bense;

Tek yıldızım semamda, -hep aynı-gündüz, derd-i maişetle yorgun,geceler şiirden uykusuzum;
"Ne kadınlar sevdik, zaten yoktular! "A.İlhan'dan-kaderim!-sarıya vurgun, esmere huzursuzum.

Turan Bozkurt
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,929,929,929,929,929,929,929,929,929,92
              12 Kahveci oy vermiş.
18 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Bugün sizlerle ilk olarak Nilüfer'in çok fazla ön plana çıkmamış, arşivlerde kalmış çalışmalarını barındıran "Sürprizler"i, ardından İtalyan sinemasının başarılı filmlerinden "Vanilya ve Çikolata"yı ve son olarak Sabâ Altınsay'ın Girit'ten ayrılmak zorunda kalan bir Türk ailesini konu alan "Kritimu"yu paylaşacağım.

SÜRPRİZLER / NİLÜFER :

İnsanların sevdiklerinden hiç beklemikleri bir anda aldıkları hediyeler en kıymetlilerdir bence. İşte bu nedenle hediyenin geldiği kişi kadar zamanlaması da önemlidir. İşte Nilüfer de bizlere böyle bir zamanlama ile bir sürpriz hazırlamış. Geçtiğimiz haftalarda 1974 ve 1978 yılları arasındaki albümlerini "Nilüfer Baştan Anlatıyor" adını verdiği üçlemeyle piyasaya sunmuşken açıkçası ben böyle bir hediyeyi beklemiyordum haliyle.

"Sürprizler" albümünde bizi bekleyen pek çok sürpriz var gerçektende. Nilüfer'in 70'li yıllarda seslendirdiği pek çok önemli aranjmanın orjinallerini ya da dönemin ünlü şarkılarının çok fazla duyulmamış Türkçe aranjmanlarını buluyoruz "Sürprizler"de. Albüm, Barbra Streisand'ın "Woman in Love" şarkısının Fikret Şenes tarafından sözleri yazılmış Türkçe aranjesi "Ben Seni Seven Kadın" ile başlıyor. Ve bizleri bir zaman tünelinin içinde sürüklüyor. Nilüfer'den dinlemeye alıştığımız "Selam Söyle" parçasının orijinal hali yani "Pourquoi Parler d'amour", "Acropolis Adieu"nün Türkçe aranjesi "Ağlıyorum Yine", "Baştan Anlat"ın İtalyanca versiyonu olan "Leggera", 70'lerin ünlü Fransız şarkılarından "Une Belle Histoire"ın Türkçe sözlü versiyonu "Kim Ayırdı Sevenleri" bunlardan bazıları.

Albümün bir başka sürprizi ise Hümeyra'dan dinlediğimiz "Otuz Beş Yaş"ın Nilüfer tarafından yorumlanması.

"Sürprizler" albümü arşivlerde kalan pek çok eski şarkıyı bizlere yeniden sunmasının yanı sıra Nilüfer'in yabancı dilde, İtalyanca, Fransızca ve Almanca performansını bizlerle paylaşması açısından önemli bir çalışma.

VANİLYA VE ÇİKOLATA (VANİGLİA E CİOCCOLATO) :

İnsanların hayatlarında bazı dönüm noktaları vardır. Günün karmaşasından, monotonluğundan sıyrılıp, kendimizi tanımamıza yarayan, nefes almamızı, yaşadığımız olayları gözden geçirmemizi sağlayan dönemlerdir bunlar. Bazen sıkıntılı da olsa muhakkak yaşamamız gereken dönemeçlerdir. Bazen insana korkunç acılar tattıran bazense gerçek aşkı öğreten zamanlardır. "Vanilya ve Çikolata" dışarıdan bakıldığında sıradan görünen bir ailenin yaşadığı olayları, bir çiftin kendileri ve birbirileri hakkında gerçekleri öğrenmeleri ve hayatlarını yeniden düzenlemeleri üzerine kurulu bir film.

Vanilya ve Çikolata... Güzel olmalarına karşın birbirinden farklı olan iki lezzet. Biri masum diğeri baştan çıkarıcı olan iki tat. Tıpkı Penelope ve Andrea gibi. Penelope, dürüst ve masum bir kadın, Andrea ise gözü dışarıda olan bir koca. Ancak bu hikayenin devamında kimin çikolata kimin vanilya olduğuna siz karar verin.

Penelope, üç çocuk sahibi, kocasına sadık bir ev hanımıdır. Onun aksine Andrea, sık sık iş toplantılarını bahane ederek eşine ihanet eden bir kocadır. Genç kadın, Andrea'nın ilgisizliğinden ve aldatmalarından sıkılmıştır. Bir kez daha onun ihanetini yakalayınca Penelope için herşey değişecektir. Üç çocuğunu kocasına bırakıp, , bir zamanlar anneannesi Diomire'nın yaşadığı sahildeki eve taşınır. Bu arada çocukluk yıllarına gider ve geçmişini değerlendirir. Andrea ise üç çocuğu ile başbaşa kalmıştır. Babalığın anlamını yeniden keşfeden genç adam, Penelope'nin yıllar önce bir ressam ile yaşadığı bir ilişkiyeait ipuçlarına da ulaşır. Duyduğu kıskançlık ise onun eşine olan sevgisinin kanıtıdır aslında. Çift birbirlerini ne kadar sevdiklerini keşfedecek, hem biribirlerini hem de kendilerini tanıma şansı elde edeceklerdir. Bu arada çocuklar anne ve babalarının arasındaki gerginlikten olumsuz bir şekilde etkilenmektedirler. En küçükler olan Luca bir astım krizi geçirirken ablası ailesinin ilgisizliğinden dolayı sevgiyi kendinden büyük bir gençte aramaktadır.

Serra Yılmaz'ın büyüleyici performansını izleme şansı yakaladığımız filmde, dünyaca ünlü dansçı Joaquin Cortes de oyuncu olarak karşımıza çıkıyor.

Amerikan sinemasının özel efekter ve yapay hikayelerinden sıkılan sinemaseverler için Avrupa sinemasının güzel çalışmalarından biri "Vanilya ve Çikolata".

KRİTİMU - GİRİT'İM BENİM / SABÂ ALTINSAY :

Kıbrıs sorunu söz konusu olduğunda akıllara gelen ilk yedir Girit. Hem konumu hem de Türk - Rum karma nüfusa sahip etnik yapısı nedeniyle benzetilir bu ada. Ancak Yunanistan'ın bağımsızlığından sonra onunla birleşmesi nedeniyle de kötü ve hüzünlü bir örnektir Türkler için Girit. Halbuki bu ada yüzyıllar boyunca Türk ve Rum halkının birlikte yaşadığı, birbirlerinin dillerinin, kültürlerinin, adetlerinin kaynaştığı bir yer olmuştur. Ancak karmaşık bir döneme gelindiğinde en küçük farklılıklar bile göze batmaya başlamış, büyük bir kaos doğmuştur. Osmanlı Devleti'nin güçsüz kaldığı, topraklarını kaybetmeye başladığı bir dönemde Girit'teki kaos ortamı adayı felakete sürüklemiştir. Kritimu ise bir Türk ailesinin, İbrahim Yarmakamakis'in ailesinin adadan ayrılışını konu alıyor.

Bu roman bir döneme ayna tutuyor. Anadolu'dan ayrılan bir Rum olan Dido Sotiriyu'nun "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" kitabının Türk ve Girit versiyonu adeta.

"Kritimu", Türk - Yunan ilişkilerine, mübadele dönemlerine ilgi duyanlar için kaçırılmaz bir roman.

http://www.kmarsiv.com/cafe.asp

serdar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Selimiye
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.108 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Sensizliğin Anekdotları

Ellerin yazdan sıcak,
Bakışların yıldırımlardan keskin.
Hala inatla neden beyazlamakta saçların,
Kış beyazlığına özendin sen; kesin.
Bir kırık kanat mı şimdi,
Günlüğün sayfalarında,
Kurumuş güller arasına yerleştirdiğin.
Gitmeler bir tek seni mi yaktı sanırsın,
Bana derken,
Sonunda sen de mi oldun bencil.
Ayrılık kordan bir ateş ise,
Ben korlarını yüreğime attım,
Geriye kalan küllerini sana bıraktım.
Aşk acı bir hançer ise,
Ben çeliğini kalbime sapladım,
Sapını sana sakladım.
Şimdi söyler misin?
Hangimiz bencil..!
Sanırsın ki,
Yalnız sen yanarsın,
Sen kanarsın,
Sen isyan edersin kahpe oyunlara,
Sen hıçkırırsın yalnızlığın karanlığında,
Ve sadece sen dilek tutarsın,
Gökte yıldızlar kayarken.
Hiç sormazsın,
Yüzüm neden bu kadar solgun,
Neden saçlarım bu kadar dağınık,
Neden hala bakışlarım bu kadar yılgın,
Ve neden gözlerim bu kadar ıslak,
Bilmezsin ki!
Sevda düştü mü yüreğe,
Sanırsın bir tek sen yanarsın
Oysa senli zamanlarım gibi,
Kabul etmediğin bencilliğinde,
Sensizliğimi de kendine sakladın.
Tek başına başladığın masalına,
Sanma ki son noktayı sen koyarsın,
Benim masalım ise hep üç noktayla biter,
Çünkü devamını,
Yarın ki pişmanlıklarına sakladım.

...
Şimdi..! Sen dağıt saçlarını,
Vur duvarlara cüsseni
Ve izle beni...

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




İşte gerçek EV-OFİS!..

Yukarı

 Kıraathane Panosu


ASYA'YA BAĞIŞ

GELİN UMUT TARLALARINI BİRLİKTE YEŞERTELİM!



GÜNEY ASYA DEPREMİ ŞARTLI BAĞIŞ HESAPLARI
    
BANKALAR ŞUBELER HESAP NO. PARA CİNSİ ŞUBE TELEFONLARI

T. C. ZİRAAT BANKASI ETİMESGUT ŞUBE (312) 244 09 52 
40437140-5001 TL 
40437140-5002 USD 
40437140-5003 EURO 
KOÇBANK BAŞKENT ŞUBE  (312) 418 18 04
11100111 TL  
22200222 USD 
33300333 EURO 
GARANTİ BANKASI ANKARA ŞUBESİ (312) 410 41 30
6297000 TL 
9096000 USD 
9095000 EURO 
YAPI KREDİ BANKASI SİTELER ŞUBESİ (312) 349 42 40
1071532-6 TL 
3017248-6 USD 
3017249-4 EURO 
FİNANSBANK ANKARA ŞUBESİ (312) 468 45 63
12282683 TL 
12282676 USD 
12282679 EURO 
DENİZBANK ELMADAĞ ŞUBESİ (212)230 52 33
9050-2868-351 YTL    
9050-2868-352 USD   
9050-2868-353 EURO

AYRICA AVEA KULLANICILARI 5533’E BOŞ MESAJ ATARAK KAMPANYAYA KATKIDA BULUNABİLİRLER

(1 SMS BEDELİ (10.000.000TL) 10YTL)

YALNIZ DEĞİLDİK, YALNIZ BIRAKMIYORUZ!
DESTEK OLAN HERKESE SONSUZ TEŞEKKÜRLER…


BİLGİ VE SORULARINIZ İÇİN:
TÜRK KIZILAYI GÜNEY ASYA’YA BAĞIŞ KAMPANYASI
ULUSAL KOORDİNASYON MERKEZİ (AFOM)
İRTİBAT NUMARALARI: 
0 312 245 45 11   
245 45 12
245 45 13  
245 45 14

E-POSTA: afetkampanya@kizilay.org.tr

FAX: 0 312 245 45 50

BANKALARA ULAŞAMAZSANIZ LÜTFEN BİZİMLE İRTİBATA GEÇİN.

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


http://www.beyinrehberi.com
Beynin bölümlerini anlatan, online kısa depresyon testi bulunan bir site.

http://www.astromistik.com
Yücel Sügen'in hazırladığı , hem batı astrolojisi hem de hint astrolojisine yer veren bir site.

http://www.maharishi.org.tr/maharishi/www/index.asp
Transandantal meditasyonu anlatan çok güzel bir site.

http://www.ayurveda.com.tr/turkce/index.asp
Ayurveda sitesi.

http://www.ruyalar.com/sizinsec.asp?baslik=1
Rüya tabirleri.

http://www.odtumd.org.tr/etkinlik/40yil/sevgidamlalari/info.htm
Sevgili Ahmet Kemal Üner'in önderliğinde hazırlanan bir değerli CD çalışmasına gidiyor bu link. ODTÜ Mezunlar Derneği'nin burs çalışmalarına katkıda bulunmak üzere hazırlanan bu CD için bakın ne diyorlar; "Derneğimizin 40. yıl projelerinden biri de, 1965'lerden günümüze, üniversite yıllarımızda popüler olmuş, hepimizin sevdiği, mırıldandığı "sevgi" temalı şarkılardan oluşan CD projesidir. CD projemize yapacağınız katkıyla da gerçekleştirmek istediğimiz hedefe erişmemizi ve burs fonumuzun yaygın tanıtımını sağlayacaksınız." Nostaljik şarkılardan oluşmuş bu CD'yi hayırlı bir iş için edinmek isteyeceksiniz umarım.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Wink 1.5 [1,74 MB] 98/ME/NT/2000/XP Free
http://files.webattack.com/localdl834/wink15.zip
Çok iyi bir program ama biraz bilgi istiyor. Ekran üzerinden demonstrasyon yapanlar için güzel bir alternatif. Ekranın herhangibir yerini yakalayıp flash dosyası olarak saklayabiliyorsunuz. Son derece kaliteli bir görüntüyle harika anlatımlar yapmak mümkün. Ancak başta da dediğim gibi biraz bilgi ve bu tür programlara aşinalık gerekiyor.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050107.asp
ISSN: 1303-8923
7 Ocak 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com