Kahve Yanında Dergi



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 661

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 13 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : ALTMIŞBİR!


ABONE OL!Merhabalar,

Evet sonunda geldi liste. Bir karış bile olmamış. Baktığın zaman başını ve sonunu aynı anda görebiliyorsun. Sadece 61 (Yazıyla Altmışbir) adet sevgili arkadaşıma ulaşabilmişim. Günahlarını almayayım, olmak isteyipte olamamış birkaç kişi vardır mutlaka. Haydi diyelim 9 tane de öyle, olsun size 70 kişi. Hoş başında doldurduğunuz minik formdan bana ulaşan sayı 100 kadar ama demekki onlar da sağolsun gerisini getirmemişler. Herneyse, 1 haftalık bağırıp çağırmanın düz bilançosu brüt 100 net 61. Olay budur. Hababam söylemişiz ama dinletememişiz anlaşılan. Babam bu gibi durumlarla karşılaştığında başçavuş ile eşeğinin hikayesini anlatır. Ben de mi anlatsam doğrusu bilemedim. Kusura bakmayın ama epeyce bozuldum. Suratım düştü ama gardım hala sağlam. Anlaşıldı ki, evveliyatın hiçbir önemi yok. Hep bir şüphe var. Ya birşeye benzemezse, ya yalan söylüyorlarsa. Hayır biryerlerde yanlış var ama nerede bulamıyorum. Ya bizim rakamlar yanlış, ya kafalar yanlış. Rakamlarla oynamak mümkün değil ama kafalarla mutlaka oynamak gerek. Bana bayramda seyranda yüzlerce kutlama mesajı atanlar nerede Allahaşkına. İşimiz edebiyat, güzel laflar etmesini beceriyoruz ama iş karşılığını fazlasıyla alacağınız bir BEDAVA ön desteğe gelince ortalık süt liman. Neden diye soruyorum ona da cevap yok. Neyse... Bu dergi siz olsanız da olmasanız da çıkacak arkadaşlar. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

16 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  BENİM ADIM TOMAS!

Evet.. Beş para etmez, sorumsuz, densiz, küstah, seviyesiz, haytanın biriyim!

Hislerinizle, alışkanlıklarınızla, hassas dengelerinizle, melankolinizle, zaaflarınızla, korumaya çalıştığınız manevi değerlerinizle ve kendinizi iyi hissettiren tabularınızla dalga geçiyorum. Üstelik bunu yaparken amiyane tabirler, haddini aşan hakaretler, ipe sapa gelmez abartılarla iyice damarınıza basıyor; bazılarınızı uyuz ediyorum.

Hem.. hem.. hem ben kendimi ne sanıyorum ki kuzum?

* * *

Daha önce de yazdım; mizahı anlaşılır kılmak güçtür. Mizah duygunuz ne kadarsa o kadar nasiplenirsiniz bu nimetten. Çünkü mizah, yaşamla dalga geçer. Oysa yaşam ciddi bir meseledir, değil mi? (Hadi ordan! Siz onu benim yılbaşı kukuletama anlatın!)

Komik olan zalimdir, anarşisttir, marjinaldir, küstahtır, bencildir, patavatsızdır. Çünkü bir duygunun, bir davranışın, bir tiplemenin, bir safiyetin, bir ezberin, bir kesitin eleştirisini, abartarak servis yapar. Bunu yaparken güvendiği, karşısındakinin ince zekası ve anlayışıdır.

Mizaha mesafe ve tavır koyanların tamamı da muhafazakar, kompleksli ve kuralcı tiplerdir. Çünkü, onları varoluşun kaygan zeminine sıkı sıkı bağlayan sıkıcı değer yargıları ve kuralları ellerinden gidecek diye ödleri kopar. (İnce zeka ve anlayış eksikliği bahsine hiç girmiyorum.)

Eh haliyle birileri çıkıp da "Kerem doptur, Aslı'ya koim, masallardaki prensesler aslında selülitlidir, beyaz atlı prens de at hırsızıdır, bodyguardsız vajina olmaz, seksapelden aşşa kasımpaşa, yaşasın tembellik, kahrolsun didaktizm, hepiniz salaksınız" felan derse; his dünyamızda tsunamiler yaşanır mazallah!

Mazallah demekle olmaaaaaaaz! Hemen olaya müdahale edip: 'Sen Kerem'e dop diyemezsin, değer yargılarımıza küfredemezsin, aşkla dalga geçemezsin, nezaketi elden bırakamazsın. Seni SEVGİYE, DUYARLILIĞA, CİDDİYETE ve SORUMLULUĞA davet ediyoruz' diye taaruza geçmeli; gerekirse imza toplayıp Meclise dilekçe vermelidir. Yetmezse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar yolu var.

Lakin, karşı taraf çıkıp da: "Bu bir mizah yazısıdır. Yaptığınız şey, manava gidip 'Burada neden iç çamaşırı satılmıyor bakiim? Hııı, seni gidi' demek kadar abesle iştigaldir; dahası komiktir" felan derse sakın afallamayın. Anında ortamdan topuklayın; zira o an bittiğiniz andır.

Hayır bir şey değil, durduk yere beni havaya sokuyorsunuz. Birileri çıkıp bana haddimi bildirdikçe (!): 'Ulan mühim adamım hee.. Sayemde gelecek kuşaklar Kerem'i dop olarak tanıyacaklar' felan diye dolaşıyorum alemlerde.

Haa bir de 'Hiç olmazsa yeni nesil aşkın acı çekmekten ibaret olmadığını kavrayacak; aşkın da sevginin de keyfini sürecek sayemde' diye şişiniyorum ama bilmem ki hata mı ediyorum!
(Şişşşşt, alooo, size diyorum! 'Dop Kerem İle Dopaç Aslı' yazısının alt yazılı mesajını bu sefer aldınız mı? Kerem'in dopluğu, Aslı'nın dopaçlığı değil; hastalıklı ve arabesk aşklardı mevzuu! Uyandınız mı? Haaa iyi, haydi o zaman kapın oltaları; sazan avına gidiyoruz!)

* * *

İnsan beyni, düşünce üreten bir şirket gibidir.
Şirketi 3 genel müdür yönetir. Genel müdürlerin bünyesinde 5 daire başkanlığı ve bu başkanlıklara bağlı şubeler vardır.

Şirketin işleyiş mekanizması gündelik işlerin yanısıra, veri toplama ve veri değerlendirmeden ibarettir.

Daire başkanlıklarının görevi, dış dünyadaki nesneleri ve olayları görüp, dokunup, tadıp, işitip, koklayarak topladığı doneleri veri bankasına iletmektir. (5 duyumuz)

Veri bankasında toplanan veriler bir takım süreçlerden geçer. Önce algılanır, sonra konsantrasyon ekibi tarafından paketlenir, üstünde düşünülür, irade süzgecinden geçer, dürtülerle değerlendirilir, zekayla harmanlanır, konuşma yoluyla aktarılır, davranış şubesinde imzalanır, duygulanım mekanizmasından geçer, bilinç şubesine bilgi verilir, periyoduk aralıklarla içgörü şubesinde teste tabi tutulur ve son olarak da hafıza şubesinde depolanır. (Beynin ruhsal bileşenleri.)

Şirketin 3 genel müdürü de en az personel kadar çalışır. Veri bankasında toplanan donelerin tamamı genel müdürlerin imzasından geçer. Genel müdürler aynı odada bulunur ve sürekli istişare halindedir.

Genel müdürlerden biri, biraz haylazdır. Tek derdi, içgüdü ve dürtülerini tatmin etmektir. Şirket yönetiminden anladığı tek şey hazdır. Bununla birlikte zaman, mekan, mantık ve ahlak kavramları gelişmemiştir. Yasal prosedürden, suçtan, cezadan felan da anlamaz. (İd)

İkinci genel müdür realisttir. Şirketin, iş hayatındaki gerçekliğe uyum sağladığı sürece ayakta kalacağının bilincindedir. Haylaz genel müdürü kontrol etmek, dürtülerini gidermek uğruna şirketi rezil etmemesini sağlamak asli görevidir. Ancak bir yandan da onu memnun etmek ve onun dürtülerine alternatif çıkış yolları aramak zorundadır. (Ego)

Üçüncü genel müdür tutucudur. İdealistir. Değer yargılarına, örflere, dine, geleneklere çok bağlıdır. Pimpiriklidir. Cezalandırıcı ve ödüllendiricidir. Şirket içi yargı ve vijdan mekanizması ondan sorulur. (Süperego)

Realist genel müdür, tutucu olanı hoşnut etmekle de yükümlüdür. Üstelik haylaz ve tutucu müdürler birbirleriyle hiç anlaşamamaktadır. Haylaz müdür dürtülerinin tatmin olmasını isterken, tutucu olan dürtülerin bastırılmasını talep eder. Realite ise dürtülerin uygun zemin ve zamanda gerçekliğe uygun olarak tatminini ister.

Diyeceğim o ki, realist müdürün (ego) üç tane baş belası vardır: Haylaz müdür (id), tutucu müdür (süperego) ve iş hayatının acımasız gerçekliği (realite).

Bu işin uzmanlarına göre, birbiriyle aynı olan iki süperegodan bahsetmek imkansızdır. Dünyada kaç milyar isan varsa o sayıda da süperego vardır. Üstelik, süpereogonun büyük kısmı bilinçdışıdır.

Demokratik süreçler içinde, karşılıklı saygıya dayalı, ESNEK bir süperego ideal olanıdır..

Tüm bunlar olurken, dürtülerin (id) ya da değer yargılarının (süperego) aşırı baskısına dayanamayan ego iflas edebilir. İsyan bayrağını çekip, devre dışı kalabilir. Aman dikkat!

* * *

Peki bu belgesel tadındaki bilgileri neden yazdım?
Bilmem.. Arif olan anlamıştır da, asıl anlaması gerekenlere kim anlatacak?

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,587,587,587,587,587,587,587,58
              12 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 ŞURALARDAN BURALARDAN : Oğuzkan Bölükbaşı


DİN ELDEN GİDİYOR(MU)?

Sayın Ecevit ailesi yine akılları karıştırdı. Ben bu ülkede tozutmayım da kim tozutsun kardeşim. Sayın Rahşan Ecevit "evler kilise yapılıyor, din elden gidiyor" demiş. Ben gazetelerin yalancısıyım. Sayın Rahşan Ecevit dediyse doğrudur mu diyeceğiz, yoksa sayın Ecevit seksen yaşına yaklaşırken imana mı geldi deyeceğiz. Hele söylenen sözün içeriğinin Avrupa birliğinin dayatmaları ile bu hale gelindiği yönünde algılanabilecek anlamlar çıkarılabilecek şekilde düzenlendiği hissedilince iş iyice karışıyor. Sanırım bu elli yedinci hökümetin başbakanı da AB ye karşıymış ta haberimiz yokmuş. Sizce yakında Rahşan hanım türban takarak türbanlı bayanlar ile "Din ve inanç özgürlüğü" mitingleri düzenler mi? Başbakanımızın sayın eşi türbanını çıkarır saçını açar mı? Doğu Perinçek milliyetçi olur mu? (Semra hanım oğlunu Sinem ile evlendirir mi? bu soru gıcıklık olsun diye konmuştur) Koskoca bir general niye bankadan kredi almaz, müteahhitten borç alır? Mustafa Sarıgül CHP yi dinci parti mi yapacak? Deniz Baykal odasına niye Edibali'nin öğüdünü astı, "o"da mı dindar oluyor? Şeyh Edibali o sözleri sahiden bir sultan'a söyleyebilir mi, söylerken duyan var mı, yoksa o sözler de sallama mı? Ben niye Kurtlar vadisini sevmeyeyim? (bu soru iyice ortalığı bulandırmak için, ikinci seviye gıcıklık maksadıyla sorulmuştur) Fatih Altaylı "ne zaman adam oluruz" köşesinin adını "ne zaman adam olurum" şeklinde değiştirebilir mi?

Yoruldum arkadaşlar, her soru sayfalarca yazı yazdırır, ayrıca sorulmamış soruların sayısı sorulanların onlarca katıdır. Gönderilmemiş mektuplar filminden esinlenerek KM yönetiminden "sorulmamış sorular" köşesi açmasını rica etsek de, ne kadar akla zarar soru varsa oraya yazsak, güzel olmaz mı?

Gelelim başlıkla ilgili bir iki söz daha etmeye. Dindar ile "dini dar" olanları karıştırmamak lazımdır. Güzel yurdumda "dini dar" olanlar çok gürültü çıkarırken dindar olanlar Tanrı ile iletişimini en muhterem boyutlarda kurmuş sessizce kendilerini inançlarının götüreceği dünyaya hazırlamaktadırlar. Dedelerim, büyük annelerim bu insanların yaşantımdaki en güzel örnekleridir. Onlar bana camiye, kiliseye, cem evine giden insanların hepsinin güzel insanlar olduklarını söylediler. Musevi yazlık komşumuzun "Arpi" (belki Ermeni idi) adlı kızı ile oyunlar oynayıp denize girerken aklımızda yalnızca oynadığımız oyunlar, güldüğümüz fıkralar olurdu.

Ecevit ailesinin sindirim organları beni hayal kırıklığına uğratıyor. Onların siyaset terminolojisidir "içime sindiremiyorum" sözü. Ama ne menem bir sindirim sistemidir ki bu, sindiremedikleri bekledikçe sindiriliyor. Ve bu insanlara inanarak bazı şeylere bayrak açıp, can verenlere, hayatlarını harap edenlere bu "affedersiniz" tazminatı ödenmiyor. Din, milliyet ve insan konusunda bizler gibi hep doğru olan, kimseyi hedef göstermeyen, inanca ve insana saygılı olanların memleketin gündeminde yeri olmuyor. (Semra hanım oğlanı Sinem ile evlendirecek mi?)

İşte ben böyle ilişkisiz ve anlamsız kavramları gündemimde tutan yöneticiler, düşünürler ve medya tarafından çevrelenmiş olduğumu hissediyorum.

Milletvekilleri maaş azlığından şikâyetçi. Fatih Altaylı beyefendi de onları destekleyen yazılar yazıyor. bu meclisin kahir çoğunluğu dini konularda hassas insanlardan oluşuyor. Bunların sohbetlerinde "Hz. Ömer" önemli adalet ve tasarruf örneklerindendir. Daha fazla bir şey yazmak gerekir mi bu arkadaşların maaş istekleri konusunda. Bence Rahşan hanım bunlara bakarak "din elden gidiyor" deseydi daha anlamlı olurdu.

Ben ve benim gibi bu ülkede çok fazla sönmüş yanardağ olduğuna inanıyorum, biz için için yanıp, bu yazılarla kraterimizden dumanlar çıkarıyoruz, içimizdeki ateş sadece kendimizi ısıtıyor, ama kraterimizden çıkan dumanlar görünüyor mu onu bilmiyorum. Gezegende yalnız olmadığımız gibi, ülkemde de yalnız olmadığımı biliyorum.

Bir gün bu ulus şöyle bir çağrı yapacak "haydi çocuklar aşıya" aşının adı yolsuzluk ve kötülük mikroplarından korunma aşısı olacak. Sonra virüslerle mücadele kampanyasına başlayacak bu ulus, E canım gülmeyin benim de hayallerim var.

Din elden gitmiyor Rahşan hanım, uçup giden özümüze ve sözümüze olan saygıdır.

Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


  'GÜÇLÜ' OLUP YAZMALIYIM

Sen, en Güçlü'müz; Sahi yok musun? Hadi canım sen de! Gittin mi gerçekten? Hadi canım sen de!... Çıkar şu yüzündeki fersiz maskeyi, inan hiç yakışmadı.

Kurumadan bir yaprak, kopar da, düşer mi? Vakti gelmeden gider mi?

Hepimiz çok özledik seni. Proje çiziyorum, aklıma geliyorsun;

Siz bize 'cik cik' ler derdiniz. Bizse kızlarla oturup, sizin sınıfı çekiştirirdik. Onun serbest eli çok iyi, o çok yetenekli, o tam bir sanatçı, o çok başarılı olacak, o çok hırslı v.s. v.s....

Birimizin evinde toplanır, kendi projelerimizi tasarlardık. Hani kara kalem tasarım yaparken kapkara olur ya insanın elleri, hani fark etmeden yüzüne gözüne bulaştırır; kazaklarımızın, gömleklerimizin kolları simsiyah boyanırdı... Kömür işçilerine benzer suratlarımıza aynada bakıp gülerdik. Birbirimizin yüzlerinde beyaz kalan yerleri doldurur, kahkahalar atardık... Yeniden tasarımlarımızın başına döner, bi daha incelerdik, az uzaklaşıp bi daha, az uzaklaşıp bi daha bakardık... Sonra 'yok, yarın bi de o görsün derdik'... Tüm eskizleri rulo yapıp, okula götürürdük. Ders arasında sizin olduğunuz kahveye gidip, sizi yakalamaya çalışırdık. Senden tashih alanımız en şanslımızdı, usulca sıramızın gelmesini bekler, kara kalem tutuşunu izler, hayran hayran bakardık...

Gel şu projemi bi tashih et, bak kalıcam sonra!

Ahh, şimdi... Şimdi bir ağıtsın dudaklarımızda...

Okey oynardık hep birlikte. Taş çalardın, kızardık... Eşli oynardık, siz birbirinize kaş göz yapıp, anlaşırdınız. Biz sizin mesajlaşmanıza bakmaktan doğru dürüst taşlarımızı bile dizemezdik. Yenerdiniz sonra bizi, yine de kıyamaz, hesabı ödeyip kalkardınız. Söz, taş ta çalsan, ses etmeyeceğim, hadi çık gel artık!

Dilim varmıyor gidişini demeye. Filizlenmedi mi umutların? Son kez aşağıya bakarken, kadın kokan bir rüzgar okşamadı mı saçlarını? Sıcak bir ürperti duymadın mı? Meltem olup 'gitme' demedi mi? Annenin süt verdiği göğüslerinden yükselen çığlığı işitmedin mi? Ve babanın 'durrr' diyen gözlerini hissetmedin mi?...

Yakışmaz büyük mimar üç kuruşluk kaldırım taşına...

Vazgeçişin kazındı parçalandığın kaldırım taşına. Gidişini haykırdı tüm sokak... Gece bekçisinin düdüğüne benzer bir çığlık duyuldu... 'Bi yaşamayı bile beceremedi de gitti' diyecekler bak!

Kaç satır yazdım ve sildim senin için bilsen. Hiç biri seni uğurlayamadı... Ne kadar denesem de, boğazımdaki düğümü anlatamadı. Göz yaşlarımla ıslanmış parmaklarım, kelimeleri ıslatamadı. Karanlığa düşen seni resmedemedim. Yetmedi hiç bir cümle gidişine...

Yetersiz geldi bütün kelimeler, bilmem kaç word dosyası açtım senin için, bilmem kaç gece, bilmem kaç ay... Her seferinde seni yazmaya çalışıp, salya sümük ağlamaya başladım... Sümüklerimi kollarıma silip yazmayı bıraktım. Hakkını verememekten korktum.Yine öyleyim şu an, gecenin bir yarısı yine seni düşünüyorum.

Gidişin gibi, bu yazı da sana yakışmadı...

Affet...

.....

'Depresyon, basit keyifsizlikten, cesaretsizlik, kendine güvensizlik, yaşama isteğinin bitmesi, yaşamayı reddetme ve çaresizlik içindeki melankoliye kadar varan basamaklar göstermektedir. Depresyona girmiş bir hasta yorgunluktan, bitkinlikten ve hiçbir şey yapamamaktan yakınır, depresyon ağır derecelere varmışsa kendini ölü gibi hisseder, yüreğinde, göğsünde ağır bir baskı duygusu, "sonsuz bir boşluk hissi" vardır. Bütün duyguların böylesine ölmesi o derece fazla olur ki, hastaların "üzülme yeteneklerini de yitirdiklerinden" söz edilir. Depresyonun en belirgin özellikleri; şiddetli uykusuzluk, iştahsızlık, düşünce bozuklukları, anımsamada zorluk çekme, hiçbir şeyden zevk alamama, aşırı kaygı, geleceği karanlık ve umutsuz görme ve bu durumdan kurtulamayacağını zannetme, sorunlarıyla başa çıkamayacağına inanma, hayatın anlamsız ve bir hiç olduğu duygusu, kendini başarısız görme, suçlama ve ilerleyen yaşlarda görülen yaşlanma duygusudur.

İntihar nedenleri arasında depresyon ilk sıralarda yer almaktadır.. Araştırmalara göre intihar kurbanlarının % 45 ile % 64'ünün geçmişte depresyon sorunları olduğu belirtilmektedir. Kişide uyandırdığı acı ve yetersizlik duygusunun yanı sıra depresyon ölümcül bir hastalıktır. İnsanın enerjisini sıfırlayan ve tehlikeli hastalıklar sınıfına giren depresyon hastalığına yakalananların %15'i her yıl intihar teşebbüsünde bulunmaktadır. Depresyon hastalarının sadece %18'i tedavi görmektedir. Oysa ki tedavisi mümkündür.'


'Bedenlerini öldürmek isteyenler Tanrının yasasını çiğnerler. Ruhlarını öldürmek isteyenler de aynı şeyi yaparlar, onların işledikleri günahı, insanlar açık seçik görmese de...'

Paulo Coelho

Leyla Ayyıldız
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
              12 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Murad Ertaylan

 Kahveci : Murad Ertaylan


  Sarıyılan

Salih Tepegöz, ilk kitabı umulmadık bir başarı grafiği çizince yüreklenerek daha iyisini yazmak üzere eve kapanır. Fakat günler boyunca ortaya bir kaç taslak dışında bir şey çıkmaz.

Yaratıcılığı tek kitapla tükenmiş olamazdı, sorun konsantre olmasına engel olan bu evdi. Günde en az iki kere çalan kapı ve gelen telefonlardan kaçmalı, uzaklaşmalı ve elimi çabuk tutmalıyım diye düşündü. Pencereden bakınca aradığı huzur ortamını gördü, onca gündür neden düşünememişti ki? Yanına 3-5 parça eşya ve dede yadigarı daktilosunu alıp, ilk vapurla yola çıktı. Güneş, batının serin sularında uykuya çekilmeden önce, yeni kitabının doğum sancılarına tanıklık edecek adaya varmıştı bile. Yazlıkçıların dönüşüyle iyice tenhalaşan ve güney kanadındaki restorasyon hala devam ettiği için fazla müşterisi olmayan otelin en iyi manzaralı odasına yerleşti. Pek büyük sayılmazdı ama odadan aldığı enerji onu tatmin etmeye yetti, iyi bir karar vermişti.

Ertesi sabah biraz heyecanın, biraz da iyot kokusunun etkisiyle alışık olduğundan erken kalkıp aşağı indi. Kahvaltıya gelen ilk konuk kendisiydi. Açık büfeye uğradıktan sonra cam kenarındaki masalardan birine kuruldu, sonra beğenmeyip bir yandakine geçti. Garson masasına yaklaştı ve taze demlenmiş çayı servis ederken gözü Salih'in tabağındaki bir dilim kızarmış ekmeğe takıldı.
"Efendim acaba kahvaltılıklarımız damak zevkinize hitap etmedi mi?"
"Bu saatlerde pek iştahlı olmuyorum"
"Nasıl arzu ederseniz, afiyet olsun"
"Affedersiniz, Salih Tepegöz değil mi?"
Salih garsonla konuşurken masasına yaklaşan adamı fark etmediği için hazırlıksız yakalandı ve daha bir yudum alamadan güzelim çayı örtüye döküverdi.
"Ah çok özür dilerim, sizi korkuttum, kitap fuarında tanışmıştık, Fuat Sarıyılan, hatırladınız mı?"
"Tabi yaa! yan yana standlarda imza dağıtmıştık, kusura bakmayın bir anlık dalgınlık işte, buyurmaz mısınız?"

Otelin ferah sayılabilecek kahvaltı salonunda, iki müşterinin aynı masayı paylaşması garsona biraz tuhaf geldi ama zaten bu mevsimdeki müşteriler genelde sıra dışı olurdu. Fuat, Salih'e göre daha tecrübeliydi, yarattığı komiser karakteri sayesinde okuyucularına kendi yaşayamadığı heyecanları tattırmıştı. Raflarda serinin 7. cildi boy gösteriyordu. Kahvaltıdan sonra küçük bir ada turu teklif etti. Salih bir meslektaşının üzerindeki ince fitilli koyu kahverengi kadife cekete, bir de kendi üstündeki kolsuz süvetere baktı ve serin havaya daha uygun bir şey giymek için izin istedi. Odasına çıkarken yanından ayırmadığı defterini masada bıraktığını fark etti. Salih adım adım merdivenlerde gözden kaybolurken Fuat da masadaki ebru desenli defteri fark etti. Siyah karton kapaklı kendi not defterine oranla daha büyük ve gösterişliydi. Sol omzundaki şeytana uydu ve bir yazarın en kutsal emanetine ihanet etti.

Salih'in defterinde başı sonu olmayan mekan, zaman ve kişi tasvirleri vardı. Bakışları, sayfalar arasında hızla kayarken farklı bir kalemle yazılmış bir satırda fren yaptı; "Yarattığı karakterin işlediği cinayeti örtbas eden bir yazar" İçinden, tam bana göre bir konu diye geçirdi. Keşke ilk benim aklıma gelseydi bu fikir. Bu son cümleyi yüksek sesle söyledi ve kulakları "ilk" kelimesini beynine daha vurgulu olarak iletti. İlk olmak yazarlıkta göreceliydi. Kim daha önce yayınlatırsa, fikri tekeline alırdı. Bu düşünceden korkarak defteri kapattı. O sırada emanetin sahibi, yıkanmaktan ağarmış ördek yeşili montuyla çıkageldi. Göz göze geldikleri anda içine bir kuşku düştü. Fuat beş dakika önceki Fuat değilmiş, gözlerinin siyahı koyulaşmış ve bir farklı parlıyormuş gibi geldi. Konuşmadan dışarı çıktılar ve birlikte geçirilen bir saatten sonra otele dönüp, odalarına çekildiler.

Saatin akrebi 3'e yaklaşırken Salih'in aklı hala yaptığı hatadaydı. Karnı acıktı ama aşağı inip Fuat ile karşılaşmaktansa yazmaya devam etmeyi tercih etti. İlk kitabını yazarken de öğün atladığı sık olmuştu. Parmaklarındaki nasırlar zonklamaya başlayınca daktilosunun başından kalkıp duşa girdi. Adadaki misafirliği 24 saati bile bulmamıştı ama çıkardığı işten memnundu. Akşam yemeği için indiğinde, Fuat'ı lobide sabahki kıyafetiyle otururken buldu. Oldukça keyifsiz görünüyordu.
"Hayırdır, ne bu hal?"
"Sabah odadan çıkarken, yatağımın pencere kenarına çekilmesini istemiştim. Manevra alanı yaratmak için eşyaları koridora çıkarmışlar ve işçilerden birinin ayağı takılmış. Tüm eşyalarım pembeye boyanmış, inanabiliyor musun?"

Otel yönetimi binbir özür ve bir haftalık tam pansiyon ücretsiz konaklama sözü vererek Fuat'ı yatıştırmıştı. Akşama kadar resepsiyonun karşısındaki bankta oturmuş ve yeni macerayı müdürden aldığı ajandanın sayfalarına yazmıştı. Yapılacak başka bir şey olmadığı için kendisini şehre götürecek akşam vapurunu bekliyordu. Salih, sesinin tonundan değil ama gözlerinden onun hala sinirli olduğunu anladı. Fuat, konuşmasına ara verip tuvalete yöneldi. Salih banka oturunca bir karış uzağında duran kadife ceketin altında duran ajandayı fark etti. Hasmının eline bakma fırsatı yakalamış poker oyuncusu edasıyla davrandı ve yanılmadığını anladı. Fuat'ın hikayesi, önceki gün vapurda aklına düşen fikir üzerine inşa edilmişti. Yüreği sıkıştı, ama kabaran öfkesi düşünmesine engel olamadı. Aceleyle sayfaları baştan sona doğru taradı ve beğendiği detayları zihnine kaydetmek için içinden bir kaç kere tekrarladı. Fuat'ın dönüşü beklediğinden uzun sürmüş, ödeşme hakkını fazlasıyla kullanmıştı. Saatini kontrol edip bir dakika daha bekledikten sonra defterinden kopardığı bir sayfaya "iyi yolculuk ve esinler" dileklerini yazarak odasına çıktı.

Hikayesini Fuat'tan önce duyurma hırsıyla çok sıkı çalıştı ve dört gün içinde kitabın taslağını postaya verdi. 23 Ekim akşamı Salih'in telefonu çaldı. Arayan yayınevinin sahibi ve aynı zamanda babasının arkadaşı olan Ekrem beydi.
" Salih'ciğim öykünü yine bir solukta okudum. Başarından kuşkum yok ama alınmazsan tek bir düzeltme yapmanı rica edeceğim. Kitabın ana karakteri olan yazarın, hayali suç ortağının soyadı satışlar açısından değişmeli. Çünkü kabinedeki bakanlardan birinin de soyadı Sarıyılan ve bu tesadüfün gereksiz yere tepki doğurma riski var!"

Murad Ertaylan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
              4 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Alparslan Zengin


MEKTUP

Yokluğunda gündüzün geceye tuş olduğu kişiye;

Özledim tenin kokusunu özledim
Özledim sımsıcak nefesini özledim
Özledim sohbetini o sesini özledim
Gelmedin gözbebeğim
Can yoldaşım gelmedin

Özlemek... Ama neyi, kimi, neden özlediğini bilmemek... Ne acı... Bir de bu acıyı bir başına tatmak zorunda olmak...

İşte bunlar bana kaç zamandır nedenini sorduğun melankolinin sana anlatmayı hiçbir zaman gerekli görmediğim sudan sebepleri. Tüm bunlar bir kenara, daha acı verici birşey var ki sızım sızım sızlatıyor yüreğimi. Bu eften püften iç sıkıntısına senin derman olacağını düşünüyorum da bazen işte bu darmadağın ediyor, bir köşede sersefil bırakıyor beni.

"Yeter artık!" diyorum ara sıra kendime. "Başını kuma gömüp sürdüreceğini mi sanıyorsun hayatını sessiz sedasız? Boynuna kadar toprağa daldırmışsın kafanı görmüyor, duymuyorsun diye k..nın açıkta kalmadığını mı zannediyorsun?" Ardından utanıyorum kendimden. Sözde kendini hayatın zorluklarıyla mücadele için yetiştirmeye uğraşan ben, en ufak bir sallantıda pes ediyor; üstüne üstlük yenilgiyi, kabullenemediğim gibi kaçıp kurtulmayı bile beceremeyen zavallı bir ödleğe dönüşüveriyorum.

Gel geçelim istersen bunları. Geçelim de, o kadar çok şey var ki özlemlerle ilgili özlemlerle ilgili zinimden kağıda dökülmeyi bekleyen hangisinin ucundan tutup çekeceğime karar veremiyorum bir türlü.

Yeter artık
Beklemek yordu beni
Ya gel de hüznümü al
Ya da hiç ümit verme
Beni hasretine sal

Bunlar benden. Elimde olsa daha güzellerini yazarım ya sana; ne bende o yetenek var ne de sende bana ilham verecek güzellikte sözler. Kendi otluğu yetmezmişçesine yeşillik niyetine serpiştirilmiş birkaç deli saçması koymak istedim bu laf salatasına.

Velhasıl benim gücüm yetmiyor hasreti dillendirmeye. Bırakayım da bu işi de hakkını verenler yapsın. -Ben zaten aklım sıra yazarak haddimi yeterince aşıyorum zaten.-

İzmir Radyosu'ndan kadife sesli bir bey söylüyor:

Sen gittin ya gözlerimden yaşlar bir ana dinmedi
Sen gittin ellerimden resmin bir an düşmedi
Sen gittin ya o gün bu gün inan yüzüm gülmedi
Senle geçen günlerimin değerini bilmedim


Alparslan Zengin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Orhan Bahçıvan


Bir Türkü ve Türküler Üzerindeki Yağmaya İlişkin Bir Görüş

Bekir Karadeniz-Orhan Bahçıvan-Kazım Birlik

Özellikle gelire dönüşmesinden sonra daha da karmaşık hale gelen türkülerin çıkışı ve doğru algılanması sorunu, uzun dönemde bile çözülecek gibi görünmemektedir.

Herkesin kendine göre bir söz ekleyerek ya da değiştirip kendi üstüne kayıt ettirerek sahiplendiği türkü sözlerinin tahrifatı konusunda çeşitli görüşler aktarıldı değişik yerlerde ve zamanlarda.

»Haydar Haydar« adlı türküden »Silifke Keremi« (Çiçekler İçinde) adlı türküye, »Huma Kuşu« adlı türküden »Derdinden Del?Oldum İnan Vallahi« adlı türküye dek gerçekten bir-çoğunun sözleri değiştirilerek birileri tarafından sahiplenilmiş yıllar yılı. Araştırmacıların, derlemecilerin birçoğu da bu yönde bir düzeltme, temizleme ya da seçme yoluna gitmeden, olanı olduğu gibi aktarma kolaylığına yöneldiklerinden karıştıkça karışmıştır bu sorun. Oysa halk şiirinin yapısını bilen herhangi bir insanın bile rahatlıkla görebileceği gibi türkü sözleri, halk şiiri kurallarından beceriksizce koparılmıştır.

Bunun iki önemli yanından söz etmek gerekir. Sözlü geleneğin olumsuz yanlarından biri olarak gelişen, uzman ve sorumlu kişilerce çalışma yapılmadığından, türkü sözleri, aslından oldukça uzak ve edebi değerleri bozularak arşivlere aktarıldı. Öte yandan son 20 yıla dek kimse açısından »denetlenir« bir gelir oluşturmadığı için bir sürü insan kendine göre »ustalıkla« sözlerle oynayarak mal edindiler türküleri. Özetle elini çabuk tutan, notere ilk koşan türkünün sahibi oldu. Dahası aynı türküleri değişik yerlerde değişik insanlara sahiplendi. Türkülerin bir gelire dönüşmesi ise bu tür anlaşmazlıkları gündeme getirdi. Ancak bu konuda hukuk ve bilirkişi boyutunda bir işleyiş sağlanamadığı için de »bir türkünün birden fazla insana ait olması« gibi garip bir durum ortaya çıktı.

Bu durum ileride daha ayrıntılı incelenecek. Ancak geçtiğimiz günlerde MESAM üzerinden bu konuda bir yardım ricası gelmesiyle, sözkonusu türkünün bilinen biçimi ve henüz kim tarafından bozulduğu ve kendine maledildiği bilinmeyen yanını öne çıkararak örneklemek istedik.

Türkü birçok sanatçı tarafından yorumlandı, yorumlanmakta. Genellikle Tokat yöresi ve geleneksel olarak kayıtlara geçmektedir.
Geleneksel olması, yorumcuların telif hakkı ödememeleri açısından »uygun« bir durumdur. Bilindiği üzere ciddi bir denetleme olmadığı için geleneksel olarak belirtilen türküler daha ucuza, dahası bedavaya gelmektedir. Bu konu da yine kendi özel bir tartışma konusu olduğundan burada ayrıntılandırmaya gerek yok. Bir başka biçimi ise, türkü arşivlere aktarıldığında ilk kaynağın kim olduğunun bir biçimde kayıtlara geçmemesidir. Bu da, bu işi yapanların dikkatini açıklaması açısından değerlendirilebilir.

Türkü, »Değmen Benim Gamlı Yaslı Gönlüme« adıyla biliniyor. Ezgiye ilişkin birşey söylemek bu yazının içeriğine uymamakta. Ancak sözlere bakıldığında halk şiirinin yapısıyla uyuşmamaktadır. Eğer ilk dörtlük doğru ise ikinci dörtlüğün uyak biçimi halk şiirinde bulunmamaktadır. Yani ikinci dörtlükte biçim itibariyle başka bir ilk dörtlük gibidir. Bu durumda bunların biri yanlıştır ya da iki ayrı şiirin ilk dörtlüklerinin birleştirilmesi gibidir. Bizim görüşümüze göre ise teorik olarak olası gibi görünse de böyle değildir. Türkünün sözlerinin bir bölümü birileri tarafından aşağıda yeralan şiirden acemice alınmış, bazı eklemeler de yapılarak ve bugün yaygın olarak söylenen biçimde belleklere ve arşivlere geçmiştir.

Sahiplerinin çok olması ise ezgi dışında söz ile birlikte düşünüldüğünde genel işleyişi göstermesi açısından tipik bir örnektir.

Şimdi bilindiği ve anlaşmazlık nedeni olan türküyü aşağıya aktaralım.

Ayrıldım

Yöresi: Kaynak: Tokat

Değmen benim gamlı yaslı gönlüme
Ben bir selvi boylu yardan ayrıldım
Evvel bağban idim dostun bağında
Felek vurdu ayva nardan ayrıldım

Garip kaldım şimdi gurbet ellerde
Ben gönlümü çalan yardan ayrıldım
Çok ağladım Leyla gibi çöllerde
Şirin gibi nazlı yardan ayrıldım

Aslı ise aşağıda aktarılan Azerbaycan'dan Anadolu'ya yayılan, Göle yöresi ve Ferman Baba kaynaklı biçimdir. Kul Abbas mahlaslı bu türkü/şiir aslında Anadolu?da da yaygın olarak bilinen »Abbas ile Gülkız« hikayesinin kahramanı 16. yüzyılın sonunda yaşamış Tufarganlı Abbas'a aittir.

Değmen benim gamlı yaslı gönlüme
Anadan atadan elden ayrıldım
Ferhat oldum düştüm Şirin derdine
Bezirganım giden yoldan ayrıldım

Bir canım var yar yoluna sadağa
Devran döne verek dudağ dudağa
Gün ola ki bağban olam o bağa
Deremeden gonca gülden ayrıldım

Kul Abbas'ım yar hasreti amandı
Yardan ayrı kalan başım dumandı
Ayrılık hasretlik canda yamandı
Dudak kaymak dili baldan ayrıldım

Görüldüğü üzere uyaklar ilkinde »r«, ikincisinde »l« üzerine kurulu olmasına karşın tema, daha ötesi sözcüklerin bile ikinci şiirden aktarıldığı izlenimi vermektedir. Halk edebiyatında belli bir ayak/uyak yinelenerek daha önce yazılmış bir şiire benzer biçimde ama başka ifadeyle şiirlere sıkça rastlanır. Bu tür örneklere »nazire« ya da yeni adıyla »benzek« denir. Ancak bir şiirin teması dahil, bu biçimde yinelenmesi bu kavram içinde değerlendirilmez.

Kesin bir yargıdan öte, böylesi örneklerin çoğaltılarak belli bir kurum tarafından (yaptırımı da olmak koşuluyla) denetlenebildiği zaman halk edebiyatı ve müziğine en büyük katkılardan birinin yapılmış olacağı kesindir.

Orhan Bahçıvan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              10 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.160 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Umutlar tükendiğinde...

Umutlar tükendiğinde,
Bir baş öne düşer,
Omuzlar yılgın.
Bir hayal gezer ortada,
Hissetmez,
Hepten olmuştur dalgın.
Yaşam cömert davranmaz,
Çünkü yaşamak için savaşmaz,
Pes etmişlik işler yüreğine,
İçten içe…
Zaten peşinen kabullenmiştir,
Yeni umutlara neden sarılsın.

Oysa haykırmalı Dünya' ya,
İsyan etmeli,
Bağırmalı hayal kırıklıklarına,
Savaş açmalı,
Topuna Dünya' nın.
Yıkmalı aşılmaz dağları,
Kırmalı zincirleri,
Silkinmeli,
Kalkmalı,
Diklenmeli,
Meydan okumalı,
Yenmeli,
Hayallerle mızrak sallamalı,
İçimizi öğüten haksızlıkları,
Ve değirmenleri yıkmalı,
Tıpkı, Donkişot misali.

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Ulen sen beni karamürsel sepeti mi sandın alçak havhav!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


ASYA'YA BAĞIŞ

GELİN UMUT TARLALARINI BİRLİKTE YEŞERTELİM!



GÜNEY ASYA DEPREMİ ŞARTLI BAĞIŞ HESAPLARI
    
BANKALAR ŞUBELER HESAP NO. PARA CİNSİ ŞUBE TELEFONLARI

T. C. ZİRAAT BANKASI ETİMESGUT ŞUBE (312) 244 09 52 
40437140-5001 TL 
40437140-5002 USD 
40437140-5003 EURO 
KOÇBANK BAŞKENT ŞUBE  (312) 418 18 04
11100111 TL  
22200222 USD 
33300333 EURO 
GARANTİ BANKASI ANKARA ŞUBESİ (312) 410 41 30
6297000 TL 
9096000 USD 
9095000 EURO 
YAPI KREDİ BANKASI SİTELER ŞUBESİ (312) 349 42 40
1071532-6 TL 
3017248-6 USD 
3017249-4 EURO 
FİNANSBANK ANKARA ŞUBESİ (312) 468 45 63
12282683 TL 
12282676 USD 
12282679 EURO 
DENİZBANK ELMADAĞ ŞUBESİ (212)230 52 33
9050-2868-351 YTL    
9050-2868-352 USD   
9050-2868-353 EURO

AYRICA AVEA KULLANICILARI 5533’E BOŞ MESAJ ATARAK KAMPANYAYA KATKIDA BULUNABİLİRLER

(1 SMS BEDELİ (10.000.000TL) 10YTL)

YALNIZ DEĞİLDİK, YALNIZ BIRAKMIYORUZ!
DESTEK OLAN HERKESE SONSUZ TEŞEKKÜRLER…


BİLGİ VE SORULARINIZ İÇİN:
TÜRK KIZILAYI GÜNEY ASYA’YA BAĞIŞ KAMPANYASI
ULUSAL KOORDİNASYON MERKEZİ (AFOM)
İRTİBAT NUMARALARI: 
0 312 245 45 11   
245 45 12
245 45 13  
245 45 14

E-POSTA: afetkampanya@kizilay.org.tr

FAX: 0 312 245 45 50

BANKALARA ULAŞAMAZSANIZ LÜTFEN BİZİMLE İRTİBATA GEÇİN.

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


http://www.klubbrekyl.com/malibu/malibu.swf 3 penguenle olay kolay.. ya sonrasi?:-)

http://www.sufizmveinsan.com/index.html Özellikle fizik bölümündeki yazıları benim çok hoşuma gitti.

http://www.kuantumdusunce.com/ İzmir ,İstanbul ve Ankara'da kuantum düşünce tekniği ,nlp eğitimleri de var.

http://www.jinekolog.info/ Bayanlar için faydalı olacağını düşündüğüm bir site. Doktorla online görüşme servisi de var.

http://www.odtumd.org.tr/etkinlik/40yil/sevgidamlalari/info.htm
Sevgili Ahmet Kemal Üner'in önderliğinde hazırlanan bir değerli CD çalışmasına gidiyor bu link. ODTÜ Mezunlar Derneği'nin burs çalışmalarına katkıda bulunmak üzere hazırlanan bu CD için bakın ne diyorlar; "Derneğimizin 40. yıl projelerinden biri de, 1965'lerden günümüze, üniversite yıllarımızda popüler olmuş, hepimizin sevdiği, mırıldandığı "sevgi" temalı şarkılardan oluşan CD projesidir. CD projemize yapacağınız katkıyla da gerçekleştirmek istediğimiz hedefe erişmemizi ve burs fonumuzun yaygın tanıtımını sağlayacaksınız." Nostaljik şarkılardan oluşmuş bu CD'yi hayırlı bir iş için edinmek isteyeceksiniz umarım.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Wink 1.5 [1,74 MB] 98/ME/NT/2000/XP Free
http://files.webattack.com/localdl834/wink15.zip
Çok iyi bir program ama biraz bilgi istiyor. Ekran üzerinden demonstrasyon yapanlar için güzel bir alternatif. Ekranın herhangibir yerini yakalayıp flash dosyası olarak saklayabiliyorsunuz. Son derece kaliteli bir görüntüyle harika anlatımlar yapmak mümkün. Ancak başta da dediğim gibi biraz bilgi ve bu tür programlara aşinalık gerekiyor.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050113.asp
ISSN: 1303-8923
13 Ocak 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com