ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 666

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 25 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Ele avuca gelmeye başladı!..


ABONE OL!Merhabalar,

Evvelki gece hiç uyumadım. Sağa sola dönerken sabahı ettim. Aklımda tek bir şey vardı. Dergiyi baştan sona dizdim, bozdum tekrar dizdim. Bu olmadı, şu olmalı dedim sildim, yazdım, yazdım, sildim. Tecrübesiz olduğum bir konuda işe kalkışırken hep böyle olurum. En iyiyi arayıp bulmanın telaşımıdır bilmem ama bildiğim tek bir şey var sonuç iyi olacak. Dergi şekillenmeye, sayfa sayfa ele gelmeye başladı artık. Biten sayfaları bastırıp birbiri arkasına yapıştırırken duyduğum hazzı anlatamam. Türlü problemlerin arasında elbirliğiyle yoktan varedilen bu dergiyi elime aldığımda hissedeceklerimin minik bir fragmanı sadece bu haz. Hafta sonuna kadar bu böyle devam edecek. Haftaya bugün matbaaya teslim edilecek bir CD bunca çabanın sonucu olacak. Umarım herşey yolunda gider.

Dün yazdıklarıma umduğum ilgiyi göremedim ne yalan söyliyeyim. Oysa konuştuğum herkesin söyleyecek bir sözü en alasından serzenişi vardı. Korkarım bu konu da herzaman olduğu gibi bir dahaki kurbana kadar unutulup gidecek. Oysa kaybolan değerlere yandığımız günlerde belkide daha uygar bir dünya için mutlaka kaybolması gereken bir değeri(!?) daha çok tartışmalıydık. Öyle değil mi? Duyamadım, birşey mi dediniz?

Bugün sizleri 60'lı yıllara götürmek istiyorum. Juanito söylüyor, Arkadaşımın Aşkısın. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

10 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Budha Bar : Levent Bedir


Mütercim

-Ölmüş bir denizci görmüştüm daha önce ama ölmüş bir denizi duymamıştım bile...-
............

Karanlıkta yazdığım hikayelerdeki ışıklar; ilk kez güneşin akrabaları olduklarını ispat etmeye çalışıyorlardı bana. Bu gizi havada gece gece uçan martılar alkışlıyor, karanlık siyahları kırmızıya çeviren yarasalar şehrimi hüzünle terk ediyorlardı. Bir nokta kadar değeri olmayan yüreğimin, beynimin komutlarına boyun eğdiği gece de kaç tane ünlem, virgül ve soru işaretinin telef olduğunu hesaplayamıyordum.
Paralel ve Meridyen olarak tam bulunduğum noktada olmasam da ben, bir sene önceki benden bir hayli uzaklaşmıştım. Ama değişmek kazanmaktı, hoştu, kendine güvendi bunu hissedebiliyordum.
-Başarmıştım.-
..............

Arabayı park edecek yer sorununu birkaç yeni lira vererek aştım. Heryer neon' ların o kör edici etkisiyle flu görünüyordu. Müzik sesi desibel falan takmayacak şekilde düzenlenmişti. Yabancısı olduğum biryere yabancı olduğum birisi için gelmiştim.
-Deniz kokusu her şeyi bastırıyordu ama deniz nerdeydi ?-
..............

Masanın ayaklarından biri kırık olmalıydı ya da aksaklık rolü üstlenen bir masaydı bu, her ne geldiyse üzerinde durdurmak istemiyordu. Cipsler çatala takılmak yerine yere uçmayı tercih ediyorlardı, gravyerlerden sonra...
Alkol dans ederken, alkışlayan eller sahnedeki saç özürlü herife idi. Müzik değildi yaptığı, yaşıyordu, yaşadıklarımızı hissettiriyordu. Hiç gözlerinizle dinlediniz mi bir müzisyeni?
Lüküs Hayat' ın yabancı versiyonu "What' s a wonderful life " tı o an, ya da karışan hislerimdi, artık hiçte yabancısı olmadığım bu yerde, yıllardır tanıdığım birisine tutuşamayan ellerle....
..............

Tarih dediğin neydi ki, zaman sınırlı olunca adını bir şey koymak gerekiyordu ve öyle deniyordu. Fakat yaşanılan önemliydi, ama her şeyden de tarih doğmazdı, ya düşük olur ya da kürtaj yaptırılırdı...
Truva' nın Helen' i evli miydi, Kleopatra nasıl ölmüştü?
Güzellik geçiciydi, peki ya çirkinlik?
Kriterler oturdu yerine işte, puzzle' daki artık bir sanat şaheseri ve dilim varmıyor ama şimdiden antika...
-Yazan kendin olunca, doğumda risksiz oluyor tabi, hoş geldin bebek.-
..............

Konuşmak yerine susmayı tercih etmek, tercümanları olmayan iki ayrı coğrafyanın insanı için en uygun seçim olmalı...
Anlaşmak için ne ses tellerine ihtiyaç duyuyorduk, nede birkaç tane protez harfe.
Gözler zahiriydi, söylenmeyenler için...
Duymak istediklerimi müzisyen dile getiriyordu, söylemek istediklerimi ise dibinde binlerce yıldır sayısız insanın boğulduğu kötülüklerin anası...
Keşke sözlüğüm yanımda olsaydı.
-Dalga sesleri geliyor, hala yok!-
..............

Sormak istediğim, varmak istediğim bir şey vardı.
"bende seni"
ne demekti bu?
Kim çaldı 29' una küfrettiğim harf dizesini (w, q, x' de dahil ettim sonradan), ya da şu topal masaya bir kağıt, bir kalem lütfen garson bey...
Evet ne demek bu? Ya da markası ne bu parfümün...
..............

Lanet teknoloji çalıyor, açsana...
Dram, trajedi, komedi!
Olmak ya da olmamak??? Vazgeçtim garson, bana bir kafatası....
Popülasyon' u ne kadar sık bir yer burası, ve ilkkez gördüklerimizin, bizi son kez görüyor olmaları da ne kadar hüzünlü ve de yadsınamaz bir gerçek!
Detaylar, ince derinler, sorular ya da kısaca postür bozuklukları...
-Arya Arya olalı böyle bir zılgıt görmemiştir-
-Bi yanık kokusu geliyor!-
..............

Çığlıkları önce şaka sanmıştım ve hemen yüzümü kapattım bir yerlerde kamera olmalıydı.
"Deniz Ölmüş, Deniz Ölmüş"....
Şu kadınlar her şeyi ne kadar abartıyorlardı, kalabalık olurdu herhalde cenaze töreni, içinde ve dışında yaşayanların katıldığı...
Korku filmlerindeki adrenalin salgılanan sahneler bile yaşanırdı, büyük balık küçük balığı, Jaws' ta önüne geleni....
Koşturmalar çığlık yönünde idi karanlık iskelede. Dalgalar kararmış vuruyordu kıyıya, parçalanan bir gemi, bir kalp, kanlar, petrol, leşler, yakamozlar...
Ve Martılar ziftle, ben seninle buluşuyordum.
..............

Deniz artık gözlerinde...

Levent Bedir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Nadya Alpkonlar

 Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar


   MİNİ SEYAHATNAME - III

Seyahatimin en can alıcı etabına geldik...

Paris, yıllarca aklımdan eksik olmayan bir hayalimi gerçekleştirmemi sağlayacaktı...

Brüksel-Paris yolculuğumda da HIZLI TRENİ tercih ettim. İsmi üstünde, hem çok hızlı, hem de çok rahat. Bu trenlerde her keseye uygun Bistro da var, lüks lokanta da.
Bistroda rejim mejim takmayıp kendime güzel bir kahvaltı ısmarladım. Fazla uzun süre okumama da gerek kalmadan 1,5 saat sonra Paris'e vardım.
Yalnız bütün bu tren yolculuklarında bir şey dikkatimi çekti. Hiçbir ülkede birileri gelip de, sen kimsin, vizen var mı, diye pasaport sormadı. AB'nin en güzel yanı da bu olsa gerek!

Trenden iner inmez de başka bir şey dikkatimi çekti. Tam olarak söyleyemem ama, ortalıkta dolaşan insanlarin % 50si siyahi ırkından olan insanlardı. Yollarda, Metrolarda da aynı durum. Ben bu kadar çok zenciyi hiçbir şehirde görmemiştim. Beni otele götüren taksinin şoförü de zenciydi. İnsanların ırkını, rengini, dinini ayrı kefelere koymadığımdan bu beni rahatsız etmedi. Hatta metrolarda annelerinin kucağındaki bebeler o kadar tatlı ve sevimli idiler ki onlara sarılıp sevmemek için kaç kez kendimi frenlemem gerekti.

Clichy Meydanına ve Metro istasyonuna çok yakın olan otel, yakın zamanda restore edilmiş bir otel yavrusu idi. Tek kişilik bir oda ayırttığım için bana ikinci katta, penceresi bahçe duvarına bakan küçük bir odayı reva gördüler. Anında içim karardı. 20 saniye sonra tam gaz aşağa inip resepsiyondaki beyden bana başka bir oda vermesini rica ettim.
- Neden Madame? diye soruyu yapıştırdı.
- Çünkü çok "triste", deyiverdim, doğru bir sıfat kullandığımı ümit ederek.
Evvela anlamamış gibi bön bön yüzüme bakan, üşengeçliği suratından akan zatı muhterem, bana giriş katında bir oda vermek zahmetine katlandı sonunda.

Ben Paris'i yıllar önce annemle ziyaret etmiştim. Bu seferki gelişimin nedeni biraz değişik! Hedef Alain Delon! Genç kızlık yıllarımdan beri onu bir kerecik olsun "canlı" görmek arzusu, beni bu yaşımda bile hayalimi gerçekleştirmek isteğinden alıkoyamadı! Onun yetmişine merdiven dayamış olması, bazılarının benim bu tutkumu çocukça veya gülünç bulabileceği fikri beni hiç etkilemedi.

Bir şekilde onun Paris'te bir tiyatroda oynadığını öğrenmiştim. Bundan güzel fırsat olamazdı... Hazır Brüksel'e kadar gitmişken bu fırsatı değerlendirdim.

Otelde üstümü değiştirip kendimi bilmediğim sokaklara attım. İlk önce Theatre Marigny'nin yerini bulmak ve bilet almak için Metro istasyonuna gittim. Orda üç günlük bir bilet aldım. Bu çok daha uygun fiyatlı biletle üç gün boyunca Paris Metrosunun labirentlerinde istediğiniz kadar turlamak mümkün.
13 No.lu trenle dört durak gittikten sonra Clémenceau durağında indim.
Tiyatroyu elimle koymuş gibi buldum. Buldum da, tiyatronun önündeki biriken kuyruğu görünce şok oldum! Günlerden Cuma ve ben Pazartesi dönmek zorundayım. Yarım saat kuyruğun birinde adım adım ilerleyen bir ağaç olduktan sonra gişeye vardım.
- Bu gece için bir bilet istiyorum, dedim.
- Sadece ikinci balkonda iki yerimiz kaldı Madame.
- Ama ben birinci sıradan istiyorum, deyip işi pişkinliğe vurdum.
- Maalesef Madame, başka yerimiz yok.
- Ama ben çok uzaklardan geldim...
- Üzgünüm Madame, her yer dolu...
- Peki yarın Matine için?
- Non Madame... Aralık sonuna kadar, kalan tek tük yerler hariç, DOLU!
- Suare için?
- Bir yer var, birinci balkonun yan tarafında, fena sayılmaz.
Sonradan yerimin fena olduğunu anladım ama başka çarem de yoktu.
Bileti aldıktan sonra Chemps Elyssées Bulvarını arşınlamaya başladım.
Kar falan yoktu ama meydanlarda bulunan bahçe ve ağaçları bembeyaz süslemişlerdi.
Heyhat! O güzelim bulvar benim otel odama yakıştırdığım 'triste' sıfatını kat be kat gölgede bırakıyordu. Kaldırımlar bomboştu. Tek bir Café bile masa ve koltuklarını dışarda bırakmamıştı. Hal böyle iken benim de o cafélerin birinde oturup keyif çatma hayallerim suya düştü. Her mağazaya girerek, sanki bir şeyler alacakmış gibi her ürünü dikkatle tetkik edip sonra hiçbir şey almadan dışarı çıkarak hırsımı ve üzüntümü geçiştirdim.
Aslında hırsımın giydiğim beyaz çizmeden kaynaklandığını tabanlarımın ateş gibi yanmasından sonra farkettim. Bendeki de 'akıl' işte! Tiyatroya gidecektim ya... Bakarsın orda Alain Delon'a rastlarım diye şık ama rahatsız çizmelerimi giymiştim... Gelin bu parlak fikre beraberce gülelim.
Ha, ha, haaaaa !

Ertesi günü Seine nehri üzerinde bir tekne turu yaparak güzel resimler çekmeye yeltendim. Turu yaptım ama resim çekmek başka bir bahara kaldı... Hava iyice kapalı idi ve tur bitene kadar da hızını artırdı alçak yağmur!
Ben de hızımı önüme ilk çıkan bir İtalyan Caféde aldım. (Almaz olaydım!)
Hayatımın en pahalı Cappucinosunu orada içerek yediğim 'kazıklar' haneme bir ilave daha yaptım.
İtalyan garsona ısmarladığım Cappucino bir çorba kasesinde masama geldiğinde nutkum tutuldu. Bırakın 6.5 Euro olan fiyatını bir yana, ben bunun hepsini içemezdim bile. Baktım komşu masalara normal boyda fincanlarda geliyor.
Ben tabii bir 'Jumbo Cappucino'nun varlığından habersiz olduğum için, pişkin garsonun da bana sormadan kakaladığı kazığı yedim, pardon, zar zor içtim.
Yan tarafta bulunan hediyelik eşya satan dükkandan eşe dosta küçük 'souvenir'ler alıp otele döndüm. Tiyatro saatine kadar da uzanıp dinlendim.

Tiyatroda tek bir boş koltuk bile yoktu. Hatta sağa sola ilave sandalyeler konmuştu. Normalde benim koltuk geniş ve rahattı. Ancak, ben sahnenin göremediğim üçte birini biraz olsun görebilmek uğruna koltuğa tünediğim için rahatsız oldum. Allahtan iki saat süren temsilin sadece 8-10 dakikası o köşede ceyeran etti. Oynun ismi 'Les Montagnes Russe' - Rus dağları. İki kişilik oyunun konusu güzeldi.
İlk yarısında esprileri bol olan oyun sonlarına doğru trajik bir hal aldı.
Bazı esprilerini de anlamadığımı, diğerlerinin katıla katıla gülmelerinden anladım.
Ben öyle bir dalmışım ki temsilin bittiğini milletin alkışlarından ve patlayan flaşlardan fark ettim. Ben de acele iki resim çektim. Ah Alain, vah Delon dedirtecek kadar yüz hatlarının değişmesine rağmen mihrap yerinde idi hala...
70 yaşıma geldim ama ben hala varım, demek istercesine sahnede boy göstermesi bile güzeldi!
Ve böylece onu, uzaktan dahi olsa, 'canlı' görme hayalimi gerçekleştirdim.

Bir uyur-gezer gibi sokağa çıktım. Yanımda biri olsaydı belki onunla konuşur, transtan çıkardım...
Ama bu dalgınlık uzun sürmedi. Saatin 23.45 i göstermesi, benim yalnız başıma metroya binip otele gitmek zorunda olmam beni biraz korkutmuş olacak ki ayıldım birden. Şansıma yollar ve trenler hala kalabalıktı ve ben salimen otele vardım. Misyon tamamlanmıştı! Şimdi hedef değiştirip kalan zamanımı iyi değerlendirmek için planlar yapmaya başladım uykuya dalmadan.

Ertesi günü sabahtan tekrar keşfe çıktım. Metronun labirentlerinden hiç bahsetmiyeceğim. Paris'in altını delik deşik etmişler... Bazen hat değiştirmek için yukarı çıkmadan 50-100m. yürümek gerekiyordu.
Centre Georges Pompidou denilen yapıyı görmek için şemsiyemin altında yarım saat yürüdüm. Keşke görmez olaydım... Klasikten çok modern yapıları tercih etmeme rağmen bunu çok sakil buldum. O kadar ki içine bile girmeden geri döndüm. Biraz yorgunluk almak, biraz da ısınmak amacıyla bir cafeye girdim. Bu sefer 'kazık' yemeden Cappucinomu yudumladım. Ordan Mumyalar Müzesi 'Musée Grevin'i ziyaret ettim. Büyük bir kalabalığın peşine takılıp adım adım ilerlemeye uğraştım içerde. Beğendiğim, sevdiğim şahsiyetlerle resim çektirmek pek kolay olmadı. Oradan ayrılırken de bir daha herhangi bir müzeyi Pazar günü ziyaret etmeme kararı aldım.

Büyük bir cam küre olan Cité des Sciences'ı, tonlarca ağır tek parça mermerden inşa edilmiş La Grande Arche'ı göremeden Paris'ten ayrıldığım için üzgündüm.

Yine de Münih'e vardığımda, bu seyahate "yalnız" çıkmayı göze alarak bir "ilk"i başardığımdan dolayı mutluluk duydum.

Nadya Alpkonlar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,718,718,718,718,718,718,718,718,71
              7 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ela Yerlikaya


Psikoloji

Ya iyi de hastalık psikolojisi bu.
Ben de senin uğruna yasallaşmış bir piskopatım , o yüzden normal düşünceler bekleme benden .
Sonuçta , bile bile can alıyorum , aldırıyorum , sonra da kendi kendime can çekişiyorum .
Bir insan uğruna ne yapılabilir bilmiyorum ama ben senin uğruna ne gerekirse gözlerim kapalı , yüreğim sonuna kadar sana açık yapıyorum .
Dengesizce bir kısırdöngü bu.
Her seferinde bu sefer seni de çıkaracağım içimden diyorum. Yapamıyorum .
Sana bu kadar aşık olmaktan nefret ediyorum .
Onursuzca ve gurursuzca bir aşk yaşamayı kendime konduramıyorum .
Ama engel de olamıyorum .
Haziran Gecesi ' ni izlerken artık boğazım kitlenene kadar ağlamak istemiyorum .
Ama engel olamıyorum .
Böyle dakikalarca , saatlerce seni yazıp boğmak istemiyorum .
Ama engel olamıyorum .
Zaten hastalığının derdindesin , bir de benimle uğrasmanı , bana katlanmanı mecbur hale getirmekten nefret ediyorum .
Ama engel olamıyorum .
" Kendini bu kadar çabuk bitirdin " diyorum kendime ," hayatını ve hayatlarını uğruna adadığın insan nerede , ne durumda bilemiyorsun bile " diyorum .
Ama engel olamıyorum .
O zor günlerinde yanında olmak , ameliyata girmeden önce ellerini tutup , gözlerine bakıp , seni ne kadar çok sevdiğimi milyonlara milyon katarak tekrar söylemek istiyorum .
Sen ameliyattayken , korudorda seni beklemek , o saatlerde senin için sana çok yakında olup dua etmek , dakikalar birbirini kovalarken , gözlerimle saati hapsetmek istiyorum .
Ameliyathaneden seni çıkarırlarken , gözünü ilk açtığında yanında olmak , baygınken , o uyuyan güzel yüzüne bakmak , sonra sana " nasılsın? " diye sormak istiyorum .
Bunları düşünmek istemiyorum .
Ama engel olamıyorum .
O güzel başına yavaşça dokunup , saçlarını seni incitmeden okşayıp , küçücük bir öpücükle alnının sıcaklığını hissetmek istiyorum . Ben bu kötü günlerini bile seninle paylaşmak istiyorum .
Tüm engelleri yırtarcasına gelip , seni o anda görmek istiyorum .
Yapamıyorum .
Tüm bu karmaşaları her gün yenisini ekleyerek yaşıyorum .
Senelerdir şiirlere , şarkılara , yazılara içimdeki seni , gözümdeki seni , yüreğimdeki seni ufak ufak , yaralarımı elleyip kanata kanata , gözümdeki yaşı kalemimin ucuna kondura kondura yazıyorum . Duramıyorum . Sen hariç her nesneyle sana olan aşkı , sevdayı , hasreti , tutkuyu , zaaflığımı , içimde nasırlaşmış acımı turnaklarım parçalanıp , parmaklarım acıyana kadar paylaşıyorum .
Başuçumda senden kalan askerlik künyene gözlerimle sana olan hasreti akıtıp , o küçücük künyeye dünyalara ,içime sığamayan özlemini doldurup , kimseler bilmeden ağlıyorum .
Ağladım .
Ağlıyorum .
Ağlayacağım .
Öleceğim güne kadar senin sevdanı kanımda , hücremde , beynimde ve her nefes alıp verişimde yaşatacağım .
Engel olamıyorum tüm bunlara , engel de olmayacağım.
Bak yine yazıyorum .
Yine engel olamıyorum .

Ela Yerlikaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Hasan Taşkın


Söyleye Söyleye dilimde tüy bitti...

Dünkü Hürriyet Gazetesi'nin sür manşetinden Bayındırlık Bakanı'nın demeci vardı. Sür manşette şu başlıklar yer alıyordu: 'Yabancılara Satılan Heybeli'den küçük'...

Bayındırlık ve İskan Bakanı Zeki Ergezen, gazeteye göre yabancı ülke vatandaşlarının 42 ilde toplam 4 milyon 420 bin metrekare taşınmaz satın aldıklarını açıkladı. Haberde İsrail'in ise en son sırada olduğu var...

Ah benim ülkem ve uyuyan bazı insanları... Sevgili okuyucularım 'İstihbarat Raporlarında İsrail'in GAP Senaryosu' isimli kitabımı duydunuz mu? Bilmem... Ama ben bu kitapta Türk İstihbarat kaynaklarının GAP Bölgesi'nde yaptıkları 5 yıllık çalışmalarının ışığında, İsrail'in bölgeyi kontrol altına almak için nasıl bir plan uyguladığını ayrıntılarıyla anlattım...

İsrail ajanlarının nasıl GAP Bölgesi'nde Yahudi kökenli Türk vatandaşları aracılığıyla yapılaştıkları, ticari ilişkiler ve sulama teknolojisinin arkasından neler çevirdiklerini anlattım... Dahası Kuzey Irak'ta, Mısır ve Etopya'da yaptıklarını da anlattım... Yetmedi, İsrail'in nasıl devlet olduğunu ve Filistin'i nasıl ele geçirdiğini de anlattım...

Kitabı okuyan Türkiye'nin nasıl bir tezgahla oyuna getirilmek istendiğini anlıyor... Bu yüzden, bu konuda umduğumdan çok destek aldım. Kitap 4. Baskısını yaptı... 5. Baskı için yeni bilgilerle genişletmeyi düşünüyorum...

Bizim yetkililer, 'Yok böyle bir şey' dese de... Güneydoğu'da bir şeylerin olduğunu çocuklar bile biliyor artık... Kuzey Irak'taki Türkmen bölgeleri de kontrolden çıkıyor...Barzani ve Talabani o bölgeye de Yahudi kökenli Kürtleri yerleştiriyor... Yahudi Kökenli Talabani ve yandaşları ABD'den bu konuda yazılı belge aldıklarını bile söylüyor...ABD'nin sözlerine onlar bile güvenmiyor ve yazılı belge alma gereği duyuyorlar demek ki... Dikkat edin sadece Yahudi kökenli olanlar oraya yerleşiyor... Tabi arkasında İsrail var... Tüm bu oyunların arkasında da dini savaş yatıyor... o da Tevrat'ın emri diye 'Vaadedilmiş Topraklar' hayaline ulaşmaktır... Ama kayıtlara göre İsrail Türkiye'den taşınmaz elde eden en son ülke.... Böyle söylenince de medya bayram yapıyor...Sür manşetten.... Çok iyi be İsrail Türkiye'den hiç bir şey almamış demek ki...?

Benim hiçbir ülkeye karşı ön yargım olmadığını söylemek istiyorum. Sadece elde ettiğim belge ve bilgiler ışığında ülkem adına endişe duyuyorum...

Bazı basın organları da ticari ilişkiler ve bu işteki reklam pastası nedeniyle ne kitaba yer verdiler, ne de bu yönde yayın yaptılar... Sadece İsrail savunuculuğu yapıyorlar... Peki neden? Ben sormak istiyorum her seferinde neden İsrail savunuculuğu yapılıyor? Bunun altında ne var? Bazı insanlarda İsrail sevdalılığı kadar Türkiye sevdalılığı olsa, biz bu durumda olmazdık... İsrail'in geçmişine bakıldığında, şu an yaptığı çalışmalar, uyguladığı şiddete bakıldığında ben şüphe duyuyorum. Ülkem insanları adına endişe ediyorum.... Ama bizim yöneticilerimiz, 'Bir şey yok' desinler... Medya'da bunu sürmanşete taşısın 'Bakın İsrail masum' desin.... Ama Türk halkı neyin ne olduğunu biliyor.... Türk devleti de kimin ne yapmak istediğini çok iyi biliyor....

Hasan Taşkın
www.noktadergisi.com.tr
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,008,008,008,008,008,008,008,00
              4 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Rüya Yürüten


KİM-LİK

Bir insanın,hayatında bir çok şeye el atması, ilgi alanlarının sayısının çokluğu, bu konularda söyleyecek sözünün olması, onu kimlik karmaşasına, kimlik bunalımına iter mi?

Geçenlerde Kanal D'de Abbas Güçlü'nün sunduğu Genç Bakış adlı programda Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Rektörünün, program konuğu Bedri Baykam'a sorduğu "bu kadar çok ilgi alanı arasında kimlik karmaşası yaşayıp yaşamadığı" sorusu beni şoka mı soktu, hayalkırıklığına mı uğrattı bilmiyorum ama Bedri Baykam'ın bu soruyu çok daha güzel yanıtlamış olmasını dilerdim.

Bir insan edindiği mesleğin ardından, "Tamam, benden bu kadar, fazlası beni aşar" mı demeli? Tarihi, geçmişi, yaşadığımız toplumu sadece tarih ve bilim kitaplarından ve politikacıların ağzından öğrenme ve göstermenin dışına çıktığımızda kimlik kimliğini yitiriyor mu? Fazla bilginin bunu yaptığını hiç duymamıştım doğrusu.

Yine aynı programda bir öğrenci "Ben sanatla siyaseti birbirine yakıştıramıyorum" diyor. Bir kez daha ?ok geçiriyoruz ve 19. yy edebiyatına götürüyor bu soru bizi. Örneğin Rus edebiyatında çoğu sanatçının edebiyatçı olmalarının yanısıra felsefe,eleştiri,tarih vb. konularla ilgilendiğini görüyoruz. Hatta böyle farklı dallarla ilgilenmemiş olsalardı, dünya klasiği saydığımız pek çok eser olmayacaktı belki de. 1825'te 1. Nikolay'ın başa gelip sanata sansür uygulamasıyla, gazeteleri kapatması, yazıları yok etmesiyle çoğu Rus sanatçı, sansüre takılmamak için, isim ve yer adları gibi değişiklerle bu rejime başkaldırı adına dönemin politik sorunlarını içeren eserler vermişlerdir.Yapıtlarındaki ortak amaç ulusal özgünlüğün özünü ortaya çıkarmaktır. Dünya klasiklerini eline alıp da masal gibi değil de, o dönemin, tarihin sorunlarını bilerek ve bu yapıtların da aslında bize onları anlattığının bilincinde olarak okumaktır onları değerli kılan, klasik yapan.

Lermontov, "Zamanımızın Bir Kahramanı" nı yazarken mutlak ki siyasetle de, psikolojiyle de, felsefeyle de ilgileniyordu. Puşkin "Menzil Bekçisi"ni yazarken dini bilgilerine de danışıyordu.Dostoyevski'nin "Yeraltından Notlar"ı psikanalitik edebiyat derslerinde okutuluyor.Örnekler uzar da gider tabii. Bu insanlarda kaybolan kimlik, kendini kaybolduğu yerde bulmuş olabilir mi?

İnsan hayvan haklarıyla da ilgilenebilir, dolayısıyla resmini de yapabilir. Ressamdır ama tıpla da ilgileniyordur; Da Vinci gibi. Demek istediğim bildiğimiz bu büyük isimlerin hiçbiri ilgi alanlarını bir iki konuyla sınırlandırmamış....?

İnsanın çok yönlü olması haddini aşması gibi gelse de kimimize bu değildir haddini aşmak.Haddini aşmak demek;kişinin tıpla ilgileniyor diye gidip muayenehane açmaya kalkmasıdır,domates yetiştiriyor diye kendini ziraat mühendisi ilan etmesidir.

Tarihe baktığımızda -değil- önümüze baktığımızda herşeyin içiçe olduğunu görüyoruz. Din siyasetle, psikoloji sosyolojiyle,spor sağlıkla,sanat yetenekle,yetenek gelişme-körelme açısından aileyle, aile eğitimle, eğitim ülkeyle, ülke bulunduğumuz yer olarak doğumla, doğum ölümle, ölüm ruhlarla ve inançla,inanç melek ve ?eytanla, tüm bunlar ya?amla...

İlgi alanının azlığı,"heykeltraşsam, ressamsam psikolojiyle ne işim var,ne bağlantı kurabilirim" mantığı Genç Bakış adlı programda şu soruyu sorduruyor bir arkadaşa "Bedri Baykam, resimlerinizde çoğunlukla cinsellik görüyoruz, neden, ne amaçla?" gibi güya sıkıştıran sorular.Wilhelm Reich diyor ki "Senin ruhsal rahatsızlıklarının cinsel esaslarıyla ilgili Freud'un açıklayıcı bilgileri ile onun kültürel uyum kuramı arasında seçim yapma hakkın vardı. Ama sen bacaklarının arasında kaybolup giden kültüre uyumu tercih edip cinsel kuramı unuttun." Sanatla ilgilendiği için Freud'la ilgilenmeyen bir insanın soracağı en beklenen soru.

Yazımı yine Wilhelm Reich'ten birkaç alıntıyla sonlandırmak istiyorum;

"Ben kimim ki, bir Amerikan başkanını engelleyecek ne gücüm var ki? Ben görevimi yapıyor, üstlerimin sözünü dinliyor, politikaya burnumu sokmuyorum...!"

"Ve sen öylesine masumsun ki dünyada böyle şeylerin olduğundan haberin yok. Öyle değil mi? Ve sen söyleyecek sözü, açıklayacak bir görüşü olmayan zavallı birisin, zaten sen kimsin ki politikaya karışasın?"

"Kitaplığımda Lenin ve Troçki'nin kitaplarını bulundurmakla suçladın beni... Kitaplığımda ayrıca Hitler, Buda, Hz. İsa, Goethe, Napolyon, Kazanova'nın yapıtlarının da bulunduğunu yüzüne söyledim. Çünkü ruhsal vebayı kavramak için onu her yönüyle tanımak gerektiğini sana açıkladım."

Rüya Yürüten
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ahmet Erbay


"ILIMLI İSLAM" İMAJI, BİR "TAKİYYE" Mİ?

Eskiden radikal düşüncelere sahip insanların, bugün farklı bazı söylemlerle ortaya çıkmaları, hayli zamandır inandırıcı bulunmamakta ve "takiyye" olarak değerlendirilmektedir. Bu tartışmalar (kimi zaman da suçlamalar) Türkiye'de kendisini şu sıralarda "müslüman demokrat" olarak tanımlayan eski İslamcı kadrolardan oluşan AKP'nin iktidar olmasıyla yeniden daha hararetli şekilde tartışılacak ve gündeme kalacak gibi görünüyor.

El Kaide, Taliban ve sözümona İslam adına, canlı yayında insanları boğazlayan, kafasına kurşun sıkan örgütler baz alındığında bu kuşkulara hak vermemek elde değil...Dahası,İslam tarihi (Emeviler, Abbasiler, Selçuklu, Osmanlı) boyunca ortaya konan pratiğe bakarak da bu kuşkuların "haklı" gerekçelere dayandığı iddia edilebilir...Daha doğrusu, bu olgu, sadece İslam tarihinde de görülmez; Hıristiyan Batı ve Yahudilik tarihinde de, "öteki" olarak kabul edilen insanlara karşı -en azından kimi dönemlerde- çok gaddar ve acımasız davranıldığı inkar edilemez. (Bu açıdan, en temiz tarihin, İslam tarihi olduğunu da kaydetmek lazım).Herhalde bugün bile, Felluce'de,kadın-çocuk-yaşlı demeden, binlerce sivil ve çaresiz insanın üzerine bomba yağdıran, cesetlerini kurt'a kuş'a yem edenler de Müslümanlar değildi. Dolayısıyla, her türlü bilgiye ulaşmanın son derece kolay, hatta bilgisayarımızın tuşlarına basarak elde edilebilecek kadar yakınımızda olduğu bu iletişim/teknoloji çağında, sözkonusu kuşku sahiplerinin de soruna daha geniş bir çerçeveden bakmaları gerektiğini düşünüyorum.

Sorunu daha iyi anlayabilmek için, önce, olaya tersinden bakalım ve amiyane şöyle bir soru soralım: Aklı başında, sağduyu sahibi, iyi bir eğitim görmüş,sosyalleşmiş, kısaca, dört dörtlük bir insan, intihar eylemlerine, el- Kaide ve Taliban'ın yaptığı çılgınlıklara izin verir mi? Canlı yayında insanların boğazının kesilmesine veya infazına müsamaha gösterir mi? Sanırım, bunun herkes tarafından verilebilecek cevabı, "hayır!"dır...Öyle ise, en azından mantıken, (Tanrı'nın varlığını inkar edenlere bir sözümüz yok ama, eğer ilahlık sıfatını taşıyan bir Allah'ın varlığını kabul ediyorsak) temelde Allah'ın buyruklarından oluşan kutsal dinlerin ve bu dinlerin peygamberlerinin böyle şeylere müsamaha gösterebileceği düşünülemez.Çünkü, eşyanın tabiatına aykırı. ("Tanrı var mı, yok mu?" tartışmalarının bir asır geride kaldığı kabul edilebilir, diye düşünüyorum.)

Tanrılık sıfatlarını taşıyan bir Allah tarafından ortaya konan din (veya dinler), böyle, normal bir insanın bile asla tasvip edemeyeceği çılgınlıklara ve vahşete izin veremeyeceğine, ama, bu dinlerin mensupları da tarihte veya bugün, şu veya bu şekilde böyle şeylere tevessül ettiklerine göre,("tarihi", bugünün değerleriyle yargılamak hatasına düşmemek adına, dünyanın o günkü sosyo-politik şartlar icabı, "savunma" amaçlı bazı uygulamaları istisna kabul edebilir ve anlayabiliriz) demek ki, kutsal dinlerin "anlaşılması ve yorumlanmasında" (işin içine "insan unsuru" girdiği için) bir sorun var.Bu sorun'un fark edilişinin tarihi de, çok eskilere, ta, 2.Halife Hz Ömer'e dayanır.Fakat ne yazık ki, bu konuda, yani, kutsal öğretilerin "doğru" (efradını cami, ağyarını mani) anlaşılması ve yorumlanması konusunda, her çağda işleyebilir, bir sonraki nesle intikal eden bir "metodoloji" oluştuğu söylenemez. (Tabii, bunun çeşitli iç ve dış sebepleri var.) Yine de İslam dünyasında son zamanlarda bununla ilgili kayda değer hayli mesafe alındığı söylenebilir.

Fazlurrahman, Nasr Hamit Ebu Zeyd, Hasan Henefi vs.nin çalışmaları buna örnektir.Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi akademisyenleri tarafından çıkarılan "İslamiyat" dergisinde ve bu çevrenin çıkardığı/tercüme ettirdiği kitaplarda konu bütün boyutlarıyla tartışılıyor. Bu tartışmaları ve ulaşılan sonuçları şu şekilde özetlemek mümkün: İslam'ın bazı hükümlerinin, özelikle "sosyal alan"la ilgili olan kölelik, aile, ceza, ticaret, savaş, uluslar arası ilişkiler vs..ile ilgili hükümlerinin, "tarihselliği" gözardı edilmiş; bu hükümlerin, "ilahça" değil, "insanca" (insan için) indirildiği unutulmuş; hükümler, tarihsel-toplumsal bağlamlarından koparılarak ele alındığı için, (Allah'ın hiç böyle bir iradesi olmadığı halde) sözkonusu hükümler, bütün yeryüzü için kıyamete kadar geçerli evrensel hükümler olarak algılanmıştır.Ayrıca; kutsal metinlere, "birer kanun metni" olarak bakılmış ve Gramatik tahlillere tabi tutulmuşlardır...

Bu hükümler içinde, tarih boyunca en çok sorun teşkil eden de, uluslar arası ilişkiler alanındaki hükümlerdir...Çünkü, "öteki" diye kabul edilen insanlarla ilgili düzenlemeleri içermektedir...Bu hükümlerin, ilk muhatap alındığı toplumun sosyo-politik realitesi veri alınarak indirildiğinin/veya peygamber tarafından söylendiğinin gözardı edilmesi, bu konudaki tüm sorunların temel sebebidir. İslam'ın hükümleri, Tanrı'nın iradesi doğrultusunda gereği gibi anlaşılmış olsaydı, bugün ne el Kaide ve Taliban olurdu; ne intihar eylemleri (ve eylemcileri) olurdu; ve ne de, kendini bu dine mensup hissetmeyen insanların, bir takım endişeleri sözkonusu olurdu... Her ne kadar İslam dünyasında ve Türkiye'de bu yanlış düşünceleri ortadan kaldırmaya yönelik bilimsel-entelektüel düzeyde çalışmalar varsa da, henüz bunların sokaktaki insana ve geniş halk kitlelerine ulaştığı ve mal edildiği söylenemez...

Bu, belki de, sözkonusu doğru yaklaşım sahiplerinin, şu anda ancak bu fikirlerini kitaplarla ortaya koyabilmeleri; örneğin, gazete, televizyon gibi kitle-iletişim araçlarını kullanarak, geniş kesimlere ulaşma imkanından mahrum olmalarıyla alakalı bir durumdur... İslam dini (Kur'an ve Hz.Peygamberin öğretileri) peygamberler vasıtasıyla tekrar edilen ilahi vahyin, miladi yedinci yüzyıl Arap toplumuna yöneltilmiş bir formudur. Bu iki temel kaynakta yer alan öğretiler, önceki dinlerde de bulunan, itikat, ibadet ve ahlak ilkeleriyle birlikte, indiği dönemim sosyal ve kültürel yapısını baz alan, hukuk, iktisat, siyaset vb. ile sınırlıdır. Bu anlamda, sosyal alanla ilgili hükümlerin "tarihselliği", öğretilerle verilen mesajın (içeriğin) evrenselliğini engellemediği gibi, kesin olarak zorunlu da kılmaz.Yani, Kur'an ve Peygamber'in her pozitif hukuki çözümü, doğasında zorunlu olarak "evrensellik" taşımıyor...Ve bu durum, Allah'ın "aşkın" oluşu inancına da bir zarar vermez.Çünkü, Allah'ın (ve Peygamberin), öğretileriyle, yatay ve dikey anlamda insanlara meydan okuyup onları mağlup etme gibi bir hedefi olamaz.Fakat, ne yazık ki, tarih boyunca, İslam'ın öğretilerine böyle bakılmıştır..

İslam'ın, indiği ilk toplum özelinde spesifik olarak ele alıp çözdüğü "sosyal alan"la ilgili sorunlar, "şeklen/fiilen" değil, "espri/ruh/temel mantık" olarak her çağda dinamik olarak yeniden ele alınıp yorumlanacağına ve çözümler üretileceğine, bu hükümler "lafzen" (şeklen) mutlaklaştırılmış ve böylece bunların "ruhu"na uymayan sonuçlar çıkmıştır.Ayrıca; İslam dini, bazı şeyleri, bunlar bir "bilgi problemi" oldukları için,haklarında bir hüküm indirmemiş (başka bir ifadeyle, bu konuda bir şey söylememiş), bunların çözümünü, her çağdaki insanların kendilerine bırakmıştır.Ne yazık ki, tarih boyunca bu konu da haddinden fazla istismar edilmiş ve Kur'an, her konudaki "bilimsel bilgi"yi şifreli olarak taşıyan bir kitap olarak kabul edilmiştir. (Günümüzde bile, Serkan Tekin, Ömer Çelakıl gibi insanların, bazı kesimlerde hayli prim yapması, bu anlayışın halen devam ettiğinin göstergesidir.)

"Ilımlı İslamcı" olarak kabul edilen ve "değiştim!" diyenlere ne kadar güvenilebileceği konusuna gelince... Herkes gibi onlar da değişmek zorundadırlar; zira, değişmesi gereken konularda değişmeyenleri, "zaman" (objektif şartlar) zorla değiştiriyor zaten... Ama bu defa, "tabii" değil, "dejenere/lümpen" bir değişim sözkonusu olabiliyor... Günümüzdeki bazı (eski radikal İslamcı, şimdi muhafazakar demokrat) insanların değişimi gibi...(Örneğin, keşke, bu insanlar, Irak'ta, insan hayatı üzerinden dolar pazarlığı yapacak kadar değişmeselerdi...) Bunlara bakarak, el-Kaide'nin de, İslam adına aklı almaz çılgınlıklara girişenlerin de, önünde-sonunda değişeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz... Ama, bu zamana kadar, İslam'ın ruhuyla bağdaşmayan eylemleri olabiliyor ne yazık ki...

Yanlış anlaşılmasın; buraya kadar söylediklerim, "islam'ın, bir dünya görüşü, 'varlık bilgi ve değer' anlayışı olmadığı ve her çağdaki ve günümüzdeki her toplumsal "olgu"yu kabullendiği ve bunlarla uzlaşabileceği" anlamına gelmiyor... Tam tersine, İslam'ın, hiçbir şekilde değişmesi sözkonusu olmayan hükümleri de vardır...Özellikle, İnanç, İbadet ve Ahlak sahasındaki öğretilerinin (Emir,Yasak, Yönlendirme) çoğu, değişime kapalıdır...Yani, modern/seküler toplum, faizi, kumarı, fuhşu vs... hoş görüyor (ve kısmen bunu hayat tarzı kabul ediyor) diye, İslam'ın bunları da kabullenmesi beklenemez... Keza; toplumun bir kesimi, profan bir hayat tarzı tercih ediyor ve "kutsal" olana hayatında yer vermiyorsa, bu yüzden ibadetleri ilga etmez...Fakat, bu gibi sabit hükümlerin yanında, değişime açık olan, oldukça geniş bir alan var ve hem tarih boyunca ve hem de günümüzde, sorunlara/bunalımlara sebep olan da işte bu alandır...

Sonuç olarak; "Ilımlı İslam, Siyasal İslam, Halk İslamı, Kültürel İslam" vb. tüm tanımlamalar, belki sosyolojik analiz ve tahliller için gerekli ve anlamlı olabilir... Ama, sorun, İslam'ın, Allah'ın ve Peygamberin iradesi doğrultusunda, her çağdaki insanlar tarafından, "doğru olarak" anlaşılıp anlaşılmadığı sorunudur... Hem geçmişte ve hem de günümüzde, İslam'ın yüceliğine yakışmayan ve bugün anlamakta ve izah etmekte zorlandığımız bazı uygulamaların olması, müslüman fertlerin,tarih boyunca bu konuda pek de başarılı olamadığının kanıtıdır...Örneğin, Batı, kendi kültürel kaynaklarından, (üstelik bu kaynaklar, bizimkine göre çok daha cılız ve tahrif edilmiş, kimi zaman da utanılacak bir nitelikte iken) bir "denklem" kurmayı başarabilmiş ve bugün bütün dünyayı hegemonyası altına alan, bizim de koşar adımlarla kendisine ulaşmaya çalıştığımız bir uygarlık ortaya koyabilmiştir... ("Kitabiyat" ve "Ankara Okulu" yay.nın neredeyse tüm kitapları, yukarıdan beri vurgulamaya gayret ettiğim bu yeni yaklaşımı yansıtan çalışmalardır.)

Ahmet Erbay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 5,715,715,715,715,715,71
              7 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.205 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Yangın Ve Saklambaç

Bir şubat gecesine saklanıp
Aralık kapısında kalan adama:
Ona kadar sayacağım
Önüm arkam
Sağım solum AŞK
Saklanmayan ”sobe!”

I

Dualı köy yollarından
Meleklerin sofralarına uzanan
Hem herkes hem hiç kimse olduğun
Efsunlanmış bir rüyanın
Cennetten indirildiği
Yolculuktur aşk.
Aşk gelir
Yangın başlar...
(Yangın ısıtır, yangın acıtmaz.)

II

Yanına bir adam gelir
Ve
Gelincikler artık
Son yazda da açmaya karar verir.
Söyleme aşkı sus!
Sus gözünü seveyim
Aşk kocaman bir gizdir.
Haramlar helal
Helaller haram
Hem de kızböceklerinin
Kanadından saydam!
(Yüreğin kamaşır
Yangın minnacık bir sızı bırakır.)

III

Onun öpüşlerinde seversin
Kaç yıllık dudağını...
Onun kollarında fark edersin
Yıldızların
Akşam olmadan da çıktığını...
Yangında ne de güzelsin!
(Yangın azıcık acıtır.)

IV

Lavanta mavisi sabahların
Kendine nazar değdiren güzelliği...
Yaşamayan anlayamaz
Kaç kez sevişirsin
Zaman seni yakalayamaz
Ve özlem
Sevişirken de ayrılmaz.
İçinde bir yerler
Durmadan bağırır...
(Yangın adamakıllı acıtır.)

V

Bir sabah
Bildiğin bütün kelimeler
Birbirine şaşkın şaşkın bakındığında
Yangın gözlerine yürür.
Gözündeki yaş
Artık en güzel süsündür.
Her sevişme
Özlemle başlayıp
Özlemle biten özündür.
Bir tek sen bilirsin ki
Tanrı seni seyretmektedir.
Göreceği veya görmeyeceği
Yiğitliğindir...
(Yangın gittikçe şiddetlenir.)

VI

Aslında hiç başlamamış ve bitmeyecek
O deli tango sürerken
Bütün kucaklaşmaların yüzü düşer.
İkiz inciler
“Mecburen” ayrılır...
Adam ve kadın gider.
Deniz bu işe söylenir
Nefrete yetiş denir
Unutmak bir ihtimaldir...
Sonradan öğrenilir
Bazen bir yüreği terketmek
O yüreğe yerleşmektir...
(Yangın? Rüzgara kuvvet! )

VII

Bol gözyaşı
Az hayat...
Tek bir tane keşkeli cümle
Kuramazsın
Şarkınız çalar ve
Sen yine
Kıyamazsın...
(Yiğit olmak ha???
Tutuştun sen artık.)

VIII

Zor zamanlardasın şimdi...
Öğrenirsin
Patlamış bir volkanın
Kaynayan lavlarında yüzmeyi
Ve asla yüzünü ekşitmemeyi...
Elsiz dudaksız sevişmeler başlar
Hasrettir adı...
Öğrenirsin
Acıyı
Gözlerinle yüreğine üleştirmeyi...
(İçin dışın yangın.)

IX

Hayat ömürde aşk temelli
Neler neler anlarsın...
Ne varsa hayatın getirdiği kirli
Aşka basarsın...
(Sen yangınsın.)

X

Onnn...
Kara adam işte ordasın!
Sözüm var yaralarıma
Titremeyeceğim...
Ben oyunu bıraktım
Sobelemeyeceğim...

Esra Güzelipek

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yarasın!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

ASYA AĞLIYOR

Yüzyılın felaketine yardım elini uzat!


HENÜZ GEÇ DEĞİL!



TÜRK KIZILAYI GÜNEY ASYA’YA BAĞIŞ KAMPANYASI
ULUSAL KOORDİNASYON MERKEZİ (AFOM)
İRTİBAT NUMARALARI: 
0 312 245 45 11   
245 45 12
245 45 13  
245 45 14

E-POSTA: afetkampanya@kizilay.org.tr

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


http://www.dunun.com/
Flash tekniği kullanılarak geliştirilmiş bir site. Ben dahil pekçok insanı kıskandıracak bir yetenek ve yaratıcılık sunuyor.

http://www.karlaweb.tk/
Bu da o muazzam flash sitelerden bir. Yaratıcılığın ve yeteneğin sınırlarını zorlayan bu siteyi mutlaka ziyaret edin. Evet biraz zaman alıyor ama karşılaştıklarınız herşeye değiyor.

http://www.pipapipa.com/v3/pipapipa/Scripts/default.asp Artık çocuklarınıza farklı bir hediye verebilirsiniz!..

http://www.spacewander.com Gidin arkanıza yaslanın ve seyredin.

http://www.odtumd.org.tr/etkinlik/40yil/sevgidamlalari/info.htm
Sevgili Ahmet Kemal Üner'in önderliğinde hazırlanan bir değerli CD çalışmasına gidiyor bu link. ODTÜ Mezunlar Derneği'nin burs çalışmalarına katkıda bulunmak üzere hazırlanan bu CD için bakın ne diyorlar; "Derneğimizin 40. yıl projelerinden biri de, 1965'lerden günümüze, üniversite yıllarımızda popüler olmuş, hepimizin sevdiği, mırıldandığı "sevgi" temalı şarkılardan oluşan CD projesidir. CD projemize yapacağınız katkıyla da gerçekleştirmek istediğimiz hedefe erişmemizi ve burs fonumuzun yaygın tanıtımını sağlayacaksınız." Nostaljik şarkılardan oluşmuş bu CD'yi hayırlı bir iş için edinmek isteyeceksiniz umarım.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


SuperCool Calendar V1.01 [0,9 MB] 98/ME/NT/2000/XP Deneme
http://www.supercoolbookmark.com/download/supercoolcalendar101.zip
Her işinizi alarmla süsleyip düzenleyebileceğiniz güzel bir takvim uygulaması. Unutkanlığa paydos. Deneme sürümünün bazı limitleri olmasına rağmen iş görüyor. Herkese tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050125.asp
ISSN: 1303-8923
25 Ocak 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com