ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 684

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 18 Şubat 2005 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Durdurun dünyayı inecek var dedik ya!..


Merhabalar,

ABONE OL! Dünya hala dönüyor ben de inemiyorum bir türlü. Ataşehir-Kadıköy-Göztepe güzergahını tam iki buçuk saatte alıp, maçın ikinci yarısına anca yetişip ardından bir de gol yiyince metabolizmam alt üst oldu. Bu durumda biricik enstrümanım da yeni yeni adetler çıkarmaya başladı, epeyce eğleniyorum. Mesela tek gözüm seyirirken diğeri sanki ritmik cimnastik yapıyormuş gibi sağa sola yalpalayarak tempo tutuyor. İki elimle şöyle sıkıca bastırınca seyirmenin önüne geçiyorum ama bu sefer de dünya da ne kadar kırpıntı iplik varsa gözümün önünde resmi geçit yapıyor. Tamam yorulduk dinlenelim ama ne zaman? Böyle durumlarda benim klasik damardan doping uygulamam işe yarıyor. Supradyn aspirin ikilisi ile hem baş, göz, diş ağrılarını bertaraf ediyor hem de enerji alıyorum... zannediyordum. Evet yakın zamana kadar böylesi bir yanlışın içindeydim. Ben vitamin beni uyanık tutuyor fikriyle oyalanırken asıl bana enerji verenin bu gözü kör olasıca vitamin sayesince açılan iştahımın yutturduğu dolmalar olduğunu sonunda anladım. Mide bel kombinezonunda 20 kilo fazladan yük taşıyan Kağızman ekspresinden farkım yok. Önüne gelen her istasyonda duran posta katarı gibiyim alimallah. Koy bunların üstüne bir de uykusuzluğu, at jetonu makinaya, al delikten sıkılmış portakaldan arda kalan posayı. Abilerim ablalarım ve de canımdan çok sevdiğim sağlık neferlerim, Allah rızası için şu fakire bir iştah açmayan vitamin tavsiye ediniz. Tavsiye etmekle kalmayıp reçeteye yazınız. Yoksa beni yakında ofis kapısından geçmek için yanında kriko bulunduran yavru fil kılığında bulacaksınız. Parmaklarım klavyede 2 tuşa birden bastığından abuk yazılar okumak zorunda kalacaksınız. Kısaca tekrar edelim. İştah açmayan vitamin aranmaktadır. Bilenlerin, tanıyanların insaniyet namına şu garip fildenazönce editöre bildirmeleri önemle rica olunur.

...

Dergimizin dağıtımı tüm hızıyla sürüyor. İstanbul'da pekçok noktada bulunabilecek şekilde düzenlemelerimizi yaptık. Yarından itibaren Beyoğlu'nda İstavrit, Ada ve Mephisto'da, Kadıköy'de Seyhan'da, Bağdat Caddesinde Gergedan'da, İzmir'de İletişim Kitabevi'nde, Ankara'da AFSAD'da dergimizi inceleyebilir ve hoşunuza giderse satın alabilirsiniz. Bu kanallara yenilerini eklemek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Eklendikçe sizlerle paylaşacağımdan kuşkunuz olmasın.

Günün şarkısına ara verdiğimi sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Ancak geriye dönüp baktım hergün yenilediğim şarkı sayısı 100'ü aşmış. Oysa müzik böyle kolay tüketilmemeli değil mi? O zaman bende bazen geri dönüp şarkıları tekrar dinlememiz gerektiğine karar verdim. Hoş tüm şarkılara ulaşmak için JukeBox'ımız var ama çoğunuzun bunu kullanmadığını biliyorum. Nerden derseniz, o da meslek sırrı olarak bana kalsın. Pazartesiden başlayarak haftada 3 gün yeni şarkı, 2 gün eskiyi yadetme durumunda olacağım. İlgililere önemle duyurulur. Vitaminimi unutmayın lütfen, iştah açmayan ama adamı diri tutan vitamin. İllegal teklifler değerlendirme harici kalacaktır ona göre. Hepinize güzel bir hafta sonu diliyorum. Sağlıcakla kalınız.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

10 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Yine onlara düşecektir!

Benim önemini, keyfini biraz gecikerek algıladığım yeni dönem Türk Popçulardan Feridun Düzağaç'ın, geçende eski gazetelerimi düzenlerken karşılaştığım röportajında söyledikleri üzerine ne kadar da çok düşünce uçuştu beynimde. Söyleşi başlığına bakar mısınız önce, onun sözlerinden:

"Yazmasaydım, söylemezdim"

"Yalnızlık benim şarkılarımda anlattığım gibi, yani benim dört duvar içinde kendimi bir başıma hissetmem değil. Kendimi birçok konuda çok yoruyorum, birçok şeye kafamı çok yoruyorum. Çok detaycıyım, ama bakıyorum ki, insanların beni bu kadar kurcalayan, meşgul eden şeyi çok da önemsemediğini görüyorum. Bazı eskiyen, eskimeye yüz tutmuş, bugün çocukların bilmediği şeylerin ben hala savunucusuyum. O yüzden yalnızlık... Ama şu soru çok kızdırır beni mesala: Evlisiniz, mutlusunuz, çocuğunuz var ama yalnızlık şarkıları yazıyorsunuz. Yalnızlık böyle bir şey değildir ki... Yani çok saçma ve çok anlamsız bir sorudur, ama hala sorulur. Benim yalnızlığa yüklediğim anlam bu..."

Bugünün, yaşanılan dönemin destekleniyor görünen sözüm ona değer yargıları ve yaklaşımlarının aksine düşünenlerin, davrananların yani rüzgarın tersine yürüyenlerin işlerinin ne kadar zor olduğunu yinelemeye gerek var mı? Onların haklarının belki o dönem değilse de sonradan -epey gecikerek- teslim edildiği olmuştur ancak bu çekilen sıkıntıların, yürek vurgunlarının, acıların yerini tutar mı? Tutar mı hiç?

Bu farklıların, 'erken açan kiraz ağaçlarının' kaderi, misyonudur bir bakıma. Onun için ne anlaşılmayı ne de kucaklanmayı kafaya takmışlardır, takmamalıdırlar da; becerebilirlerse kafa sağlıklarını korumaları yeterlidir kuşkusuz…

Diğer yandan yüzyıllardan beri bu insanlara, dünyanın yine de döndüğünü söyleyenlerle, "ben buradayım okurum ya sen neredesin?" diye soranlara yani 'tutunamayanlar'a, onlarla birikenlere, biriktirdiklerimize tutunarak kurmuyor muyuz dünyayı, her tıkandığında yeniden, her kirlendiğinde bir daha? Daha güzel günlere doğru.

Sanılır ki bu pek matah bir iştir. Kendini sürüye dahil olmayan, 'insan' hissetmek.. Ne güzeli, can acıtıcı olduğunu düşünmemeye imkan var mı? Ne gece doğru düzgün uyuyabilmek, ne de gündüz 'rahat olabilmek'. Para etmeyen, faize, hisse senedine, eve, arabaya donüşmeyen düşüncelerle, hedeflerle boğuşmak.. Berbat bir iş olsa gerek tersine yürümek!

Satır aralarında okumuştum bir edebiyatçının feryadını. "Sakın" diyordu "Sakın alkışlara kanıp, sakın... Sakın çocuklarınızın zeki ve duyarlı olmalarını dilemeyin. Günümüzde zeki başı, onurla taşımak çok ciddi bir yük, çok!" Dün olduğu gibi.

Her gün çekilen acının haddi hesabı olmayacak. Sayısız enayilik, sayısız boşvermişlik, adam sendecilik içinde evli de olsanız, ev taksidi de ödeseniz; bu dünyanın, bu süregelen değerlerin insanı olmadığınızı düşüneceksiniz, öyle hissedeceksiniz, öyle davranacaksınız. Bu gerçekten büyük, taşınması zor, pek zor bir yük olmalı.

Yirmi iki yaşındaki delikanlının, genç kızın adamsendeciliğinden tutunda, göz göre göre yalan dinlemek, yutmuş görünmek, genç yaşlı köşe dönmeciliğin kol gezdiği ortamda nefes almak sanıldığından, sandığımızdan da sefil bir iş değil midir?

Ya insanların, ülkenizin; varlığının, değerlerinin dibe vurmasını ruhunda hissetmek ve bu kazanımlarının yitirilişini durdurmaya uğraşmak....

Bu da çok 'enayi' bir iş olmalı...

Hani sandoviç satıcısı değilsinizdir ki; mahalle, müşteri şimdi bunu tutmuyor, biraz da kestane satayım diyesiniz. Bu gunü; az mevduat hesabı açtım, olsun yarın telafi ederim diye geçiştirebilesiniz.

Duyarlı, duygusal olmak, hala insanlara ve insanlığa yatırım yapmak kızıp terkedilecek, satışı düşük, canım yandı diye vaz geçilecek, ertelenecek bi şi değil dir ki? Bunca yıl ve yaşanmışlıktan sonra?

Oysa. Oysa, dayanma sınırlarının ucunda kaç kez böyle olabilmesini istemezler ki?

Bugün, şimdi, yarın, on günlüğüne; sefil dış alımcıya, sokaktaki satıcıya uyanık görünüp... Evde duyarlı olmayı becerebilmek.

Keşke olsa!

Bulaşmayayım, 'normal insan' gibi davranayım, hiç mi içlerinden geçmez hiç mi olası kazançları hesab etmezler?

Aptal mı bunlar!

Ancak deneyerek, sayısız kez deneyerek görmüşlerdir ki; bunun sonu, her koşulda 'kızgın ızgaraya oturmaktır'.

Susup kalırlarsa, bir seferlik bile adam sende derlerse, kaç akşamları 'keşkelerle' geçmiştir, geçecektir. "Keşke öyle davranmasaydım."

Burunlarını sokarlarsa, nice vurdumduymazlığın, üçkağıtçılığın, uyanıklığın, bilmişliğin içinde elbet savundukları tokadı yiyecektir.

Acısını, nedenini yüzbininci kez sorgulama ve yeniden insanlığı deneme enayiliği de...

Yine onlara düşecektir.

Yine onlara...

Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
              9 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


  HÜR VE ŞEN ŞAKRAK HATUNLAR GÜZELLİK SALONU

Devlet büyüğüm!..
Lütfen kapayın gözlerinizi devlet büyüğüm!...

Teyzeciğim o ilaçtan yazamam çünkü listede yok.
Yada varsa bile ben bilmiyorum.
Elbette yeni bir liste var. O yeni listede olan ilaçların da hiç biri belli değil…
Gizli bir liste teyzeciğim, hiç kimse bilmiyor daha…
Güldürdün beni canım teyzem, Allah da senin ilaçlarını eczanede var etsin…
Yok, yeni liste dediğim hani sağlık bakanlığına geçtik ya şimdi işte sağlık bakanlığı listesinin ilaçları mı, yoksa Bağ-Kur’un ilaçları mı henüz belli değil.
Hah, evet! Tam olarak kelime de bu. Korkunç bir belirsizlik var yani, önünü görene can kurban ama öyle birisi yok. Kör yani gör değil.
Ben yine de yazıyorum bak ilaçlarını. Bak bakalım aşağıda var mı…

Tak tak tak tak…

İçeri gelin sayın firma temsilcisi arkadaşım, biz de tam ilaçlardan bahsediyorduk.
Hah, ne oldu o tansiyon ilacınız? Geçen hafta yazı gelmişti size, önümüzdeki hafta ihale yapılacaktı, değil mi?
Nasıl yani? Bu sabah yeni bir yazı geldi ve iptal mi oldu? Nasıl yani? Eee? Ne yapacak bu insanlar? İhaleler kalktı, ilaçlar dış eczanelere çıkıyor ha?... Hayırlısı…
Teyzeciğim dur bakalım, deneyelim. Artık ilaçlar dışarıdaki anlaşmalı eczanelerden alınacakmış ya hani, olmadı dışarıya yollarız sonra. Ben bu ilacı sana yine de yazıyorum. Deneyelim bakalım aşağıda var mı. Sen git kayıt filan ol. Sonra da ilacını almaya çalış.

Lülülülülüüüü….

Alooooğ? Ay, üçüncü göz Mete kardeşim? Nerelerdesin yahu?…
Ha canım, insülinin bitti..
Tamam. Kan şekeri ölçüm stick lerinde mi bitti? Çok pardon iki saniye Mete…
(Firma temsilcisi arkadaşım olmayan ilaçlarınızın tanıtımını yaptığınız için teşekkürler. İnşallah oldukları zamanlarda görüşmek üzere…) Tamam Mete, insülinini yazarız ama hani şu senin Humulin R penfill lerin vardı ya, işte bundan sonra alım yapılmayacağı için onların yerine Actrapid penfill verilecek.
Biliyorum yahu…
Tamamen aynı değil, kalemleri filan farklı ilaçlar, ben de biliyorum.
Ne var canım sen de?.. Bulduğuna şükür et Mete Bey’cim...
İnsülin buldun “yap” coraspin 100 buldun “yut”.
Abartma, bunu da bulamayanlar var.
Yahu vallahi dalga geçmiyorum Mete! Aloooğ, ben şu anda hangi bakanlığa bağlı çalıştığımı bile bilmiyorum kardeşim, ne diyorsun sen?
İnsülin diyorsun, peki bencil Mete. Dinleme sen benim sorunlarımı..
Efendim? Ha, insülinlerin farkı, yemek saati değişiyor sadece. Çok da önemli değil. Önemli olan aslında şu, Üçüncü Gözü açık Mete’cim; ben bu senin insülinleri yazsam sen acaba onları alabilecek misin?..
Hıhı.. Doğru anladın kardeşim. Bilmiyorum Mete’ciğim.. Bilmiyorum dedim ya Mete!... Çatttt!... dııııt!

Tık tık tık tık…

Aaa… Gel teyzecim...
Pek de nefesin daralmış hayırlar olsun? Ne oldu bakalım, alabildin mi ilaçları?
Alamadın… Haaaa, birini aldın üç tanesi yoktu. Anladım.
Yeniden mi reçete yazacağız. Yazarız teyzecim sorun değil. Sen bu reçetenin arkasına 2 ayrı hastaneden “yoktur” diye kaşe bastıracaksın, daha sonra anlaşmalı eczaneden alabilirsin.
Anlaşmalı eczaneden alman gerekiyormuş…
Hadi bakalım rast gele teyzeciğim…

Lülülülülülü…

Aloooooooooğ?
Babacım?
Hayrola, bir sorun mu var? Hah…
Sesin niye kötü o zaman?
Anlamadım babacım?
…Hastanelerde 5000 kişi fazlalık varmış, bizim tayinimiz çıkacakmış.
Evi mi kapatıyorum?
Size mi taşınıyorum? Ne istifa etmesi baba yahu?
….
Canım bak sen kalp hastasısın okuma böyle belli belirsiz gazete haberlerini. Gereksiz gerilim yaratıyorsun bünyende yahu. Tamam, söz akşam geliyorum.yüz yüze konuşuruz…
Çat.. Dııt…

Tık tık tık tık…

Teyzecim hoşgerigeldin? Sanki tansiyonun iyice fırlamış gibi.
Dur bir otur soluklan Allah aşkına.
İlacını bulamadın…
Anlaşmalı eczane aradın. Tamam.
Buldun…
Vermedi? Nasıl yani?
İki hastane gezmene gerek yokmuş ve arkaları kaşeli diye mi vermedi?
Vermiyoruz dediler ha…
Vay adiler.

Alooooooooooooooğ…

Hür ve Şen Şakrak Hatunlar Güzellik Salonu muuuu?
Merhabalar efendim..
Ben İzmir’den arıyorum.
Seda Demirel..
Seda..
Yok, Sevda değil…
Orijinal.. Hıhı…
“Botox, lazerli iğneli epilasyon mezoterapi” konulu iş ilanınız için görüşmek istemiştim de…
Evet evet… Sertifikam var.
Bir ayda aldım, iki milyara…
Bekliyorum…

Aaaaaaaaaaaaaaaa…

Teyze sen hala burada mıydın yahu?…
Kafa kalmadı ki… Rengin de pek fena olmuş be teyzem…
Hay Allah sanki gözlerin de mat mat bakıyor…
Teyzecim?
Teyze?
TEYZECİM????????????
HEMŞİREEEEEEEEEEEEEEEEEE
SEDYEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEE….

Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,049,049,049,049,049,049,049,049,04
              24 Kahveci oy vermiş.
42 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kesme Şeker : Mehtap Yıldız


ARKADAŞIMA...

Otobüsün son molasından sonra uyku tutmadı. Sağlı sollu görkemli çam ağaçlarının, gökyüzünün duru mavisiyle kucaklaştığı Marmaris yollarının o bildik, o doyumsuz güzelliklerinde yol alırken, ikinci bir yol gibi kendiliğinden başladı bu yollardan en son geçişimin anılarıyla hüzüne yolculuk....

Doksanlı yılların başları... O güne dek hep toprak üstünde yaşadığımız Marmaris'i ve güzelim koylarını, bu kez denizden yaşayacağız. İstanbul ve Ankara olarak iki koldan yola çıktığımız arkadaşlarımızla mavi sular açılmadan önce, sahibi arkadaşlarımızdan birinin tanıdığı olan otel lobisinde kesiştireceğiz yollarımızı.

Sabahın ilk saatleriyle kendimizi otelin rahat koltuklarına atıyoruz yol yorgunluğuyla... Birisi
- merhaba
diyor sıcacık bir sesle.
Arkadaşım;
- tanıştırayım, otelin sahibi Sabahattin

Büyücek bir göbek, gülen bir çift göz... Karşılaşıyor bakışlarımız. Önce o konuşuyor;
- Mehtap, beni tanımadın mı?

Sabahattin bu! Neredeyse on iki yıldır görmediğim sevgili arkadaşım.... Sevinçle sarmaş dolaş oluyoruz.

Meşakkatli üniversite yılları... o kelle koltukta yaşanan günlerde, devam zorunluluğu olmamasına rağmen ben çalışkan öğrenci edasıyla her gün okul yollarını arşınlarken, o gündüzleri çalışıp, geceleri devam ederdi okula. Önemli günlerde ya da bedeli canla ödenen tatsız olayların uğurlamalarında karşılaşırdık onunla ki, bu da pek seyrek yaşanan bir şey değildi. Dudaklarında hep o bilinen tebessümü, gözlerinde hep o sıcak, masum çocuk gülüşüyle... Radyo-Televizyon bölümündeydi, çalışkandı, başarılıydı. Ama o yılları yaşayan herkes gibi o da bedel ödedi. Resmi televizyonda yönetmenlik sınavını kazanan iki kişiden biriydi ama bin bir gerekçeyle başlatmadılar siyasi görüşleri nedeniyle.
Tozu dumana kattı geçti nasıl geçtiyse o yıllar... Sonrasında herkes bir yana savruldu, kaybettik birbirimizi...

İşte tam on iki yıl sonra karşıma çıkarmıştı hayat onu. Değişmişti... Hem bedenen hem fikren. Hayatta ve ayakta kalabilme kaygısı onu, proleteryanın neferliğinden koparmış patron olmaya itmişti. Görmeye alışık olduğumuz sıkı bir göbek, yuvarlak hatlar ama gözler ve gülüş aynı, onlar değişmemiş... Bir günde ve yıllarla ifade edilebilecek sonraki günlerde herkesin sevgili "hazreti sebo"su oldu, arkadaşlığı ve yardımseverliği ile...
Sonrasında çıkardık aradakileri Sebo'yla... Bilirdi ki Ankara'da bir dostu var, bilirdim ki o güneş kasabasında bir dostum var, en gerçeğinden hem de... O pek çıkamazdı yuvasından, yazın otelinde, kışın eşinin eczanesinde koşturup dururdu. Ama ben tatil gerekçesiyle de olsa yılda en az bir kez yoklardım onu. O zamanlar dillere destan bir aşk yaşadığım bir sevgilim vardı, onunla giderdik Marmaris'e genellikle. Bizim için bir ritüel olmuştu Marmaris ve Sebo... Çok iyi anlaşıyorlardı, eşi de Sebo da sevmişlerdi onu. Derken benden de sıkı görüşür oldular birbirleriyle, bir türlü fırsat yaratıp Ankara'ya gelemeyen Sebo, duydum ki bir ara sevgilimle Hollanda'ya gezmeye gitmiş. Sevindim tabi ki hem bu arkadaşlığa, hem de kendisi için bir şeyler yapmış olmaya başlamasına...

Aradan yıllar geçti bu tempoyla, o sevgiliyle kah ayrıldık, kah birleştik ama artık eskisi gibi değildi duygularımız ya da duygularım. Tükenmişlik bizim de kapımızı ne zaman çalacak diye bekler olmuştum artık. Ve o canlar alan, canlar yakan, evler göçerten 17 Ağustos yaşandı bir kabus gibi... O günlerde, rastlantı bu ya sevgili de Türkiye'deydi. Olayın ciddiyetini herkes gibi ilk gün algılayamadık, sonradan katlandı yürek acısı, kaybedilenlerin sayısının git gide yükselişiyle birlikte. Bir kaç gün sonra gitti sevgili ama çok geçmeden ben şehir dışında iken tekrar geldiğini öğrendim, anladım ki deprem enkaz kaldırma işini alma niyetindeymiş bu kez.

Ve Ekim geldi çattı, sevgiliden bir telefon, Ankara'ya geliyor. Arkasından Sebo da aradı geliyorum diye. Ayrı ayrı telefonlar ama çok mutlu oldum, ikisiyle de aynı zamanlarda görüşebilecektim böylece. Bir kaç gün önce gelen sevgiliye "Sebo da geliyor" dediğimde hiç şaşırmadı ve onu iş için kendisinin çağırdığını söyledi. Sebo'nun geldiği o akşam, ikisinin de çok sevdiği rakı eşliğinde yemek yedik, hasret giderdik. O yıl işleri kötü gidiyordu Sebo'nun, borçları vardı, parasızdı, zordaydı... Bu arada konuşmalardan onun enkaz kaldırma işinde ilişki köprüsü kurmaya çalıştığını anladım. Ertesi gün, İstanbul'dan bir adam getirilecekti görüşmeleri yapmak üzere. Konuşulan, ilgili şahsın gidiş geliş masraflarını kimin karşılayacağıydı. O zamanın parasıyla 25-30 milyondan sözediliyordu ve adam bu parayı Sebo'dan istiyordu doğal olarak. Sevgilinin tuzu kuruydu, Avrupalı şımarıklığı ile ve kendi deyimiyle o bir profesyoneldi ve iş bağlanmadan bir kuruş harcamayacaktı. İyi de kim verecekti bu parayı. Sonlanmadan bitti konuşma ve yemek, çaresiz ayrıldı Sebo.

Sevgili ve Sebo'nun görüşmesi ertesi akşam bizi yıllar sonra karşılaştıran arkadaşımın da katılımı ile üçlü görüşme olarak devam etti. Aynı akşam bana telefon etti sevgili; arkadaşımla tartıştıklarını, kendini kötü hissettiğini ve bir otelde kalacağını, sabah da uğrayıp eşyalarını alarak gideceğini söyledi. Anladım ki benim açık sözlü arkadaşım sevgilinin bencilliği üzerine dayanamayıp bir şeyler söylemiş, bu da ona pek dokunmuştu.

Öyle bir noktaya gelmiştim ki;

- Nasıl istersen öyle davran, güle güle

yanıtını gönül rahatlığı içinde verdim. Ve sabah onunla karşılaşmamak için erkenden evden çıktım, nitekim gelmiş ve eşyalarını alıp gitmiş. Hiç üzülmedim, hiç pişmanlık duymadım.

Ta ki akşama dek... Ne olduysa o akşam oldu. Telefon çaldı ve arkadaşım karşımda;

- Mehtap!

diyen sesi bu altı harfe sığmayacak denli tuhaf, yorgun, acılı ve şaşkın...

- Mehtap, Sebo'yu kaybettik...

- Nasıl yani! Ne diyorsun sen!

- Sebo öldü Mehtap!

İçimden bir şeyler ılık ılık aktı, inanamadım.

- Ellerimde öldü, çabuk gel.

Ve sevgili arkadaşımın bir polikliniğin kapısından, sedye üzerinde o koca göbeğinin görkemini kapatamayan bir pikenin altında hastane morguna uğurlanışına, acılar içinde göz yaşlarına boğularak şahit oldum.

Bütün gün arkadaşımla birlikteymişler, akşamüstü de rakı ve balık almışlar. Taksiyle eve giderken yolda sol kolu uyuşmaya başlamış Sebo'nun. Anlamış hemen, bir eczane, dil altı hapı derken yetişememişler, kalp krizine yenik düşmüş tatlı Sebo'm. Çok sevdiği Ankara'da, en sevdiği arkadaşının kollarında, çok sevdiği arkadaşlarının yanında çıkmış son yolculuğuna... Elimizde sevgili Sebo'nun balığı ve rakısıyla öylece baka kaldık ardından...

Daha da acısıydı ertesi gün. Yine Marmaris yollarındaydık, yine arkadaşlarla... Ama bu kez bize sevgili Sebo da eşlik ediyordu tüm sessizliği ile... Bir 29 Ekim günü denizi gören bir ağaç altındaki yuvasına bıraktık bedenini rahat uyusun diye. Eşi acılara gömüldü, biricik yavrusu kara kızı Sırma'sı gurbette öğrenciydi, annesi haber vermedi ona, aylar sonra yurda döndüğünde öğrendi babasız kaldığını.

Sevgiliye gelince... Kardeşim arayıp, ölüm haberini verdi ama o sırtını dönüp çekip gitti. Onu hiç affetmedim, Sebo'nun zaten hassas olan yüreğini, önemsiz bir para ve prensipleri uğruna incittiği ve ölümünü yakınlaştırdığı, belki de neden olduğu için hiç affetmedim. Kendimi de affetmedim bu tanışmaya aracılık ettiğim için...O günden sonra onu hiç görmedim, hiç aramadım, hiç aranmadım ve yaşadığım sürece asla aramam sanırım. Ama ne zaman o aklıma gelse yanı sıra Sebo, Sebo aklıma geldiğinde de yanı sıra o gelir oldu.

Marmaris'e beş yıldır gelmiyordum, gelemiyordum Sebo... Ama işte yine buralardayım. Dolanıp durduğumuz bu güzel denizde yedi gün boyunca hep seni gördüm, seni andım ben... O çok sevdiğin kasabanın, o çok sevdiğin koylarında sen de bizimleydin. Alıp da içemediğin o yeni rakıdan şimdi bir duble de sana doldurdum karşılıklı içelim diye... Hadi gel Sebo'm bekliyorum...

Mehtap Yıldız
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              13 Kahveci oy vermiş.
28 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Cem Tüzün


SAÇMALIYORUM

Saçmalıyorum! Ne güzel, saçmalıyorum! Bütün zamanlarımı konuşarak harcıyorum fakat söylediğim pek az kayda değer şey var. Peki diğerleri benden farklı mı? En azından bunun bilincindeyim.

Saatlerce pek bir bozuk ağızla küfürler ediyorum. Nedeni önemli değil, ediyorum işte. Sonra ''kıç'' diyorum ve anında (tereddütsüz ve sorgusuz) bana ''ayıp'' diyorlar. Neden diyorlar ki? Hemen tümevarıyorum:

-Bütün gerçekler söylenmelidir.
-''Kıç'' bir gerçektir.
-O halde kıç söylenmelidir.

Lütfen söylemeyin! Saçmaladığımı bende farkındayım! Bu zevkten mahrum kalmak istemiyorum. Ama hala ötekiler benden farklı değil. Küçükken bir kedim vardı. Adını şimdi hatırlamadığım bir nedenden dolayı ''Feyyaz'' koymuştum. Babam bunu duyunca bana kızdı:

-Hayvanlara insan adı vermek günahtır lan!

Bende o sinir ve çocuk aklıyla:

-O zaman sana neden vermişler?

Acaba anladı mı? Yoksa anlamadı mı? Ama ben gene de çok korkmuştum. İvedilikle odama kaçtım. Camın kenarında biriken karları toplayıp kardan polis yaptım. Sonra polislerin canı sıkıldı. Bende hemen miting yaptım.

-Hayvanlara insan adı verme hakkı istiyoruz!!!

Polisler hemen beni dövdüler. Kesin babamın adamlarıydı.
Saçmalıyorum! Evet, ne güzel, saçmalıyorum! Gülün gülebildiğiniz kadar! Ama benden farklı değilsiniz.
Gerçeğin temsili kriziyim ben. Paradoksum! Saçmalamak keyfinden uzaklaşmıyorum.
Bir gün defterimi açtım. Düzgünce bir doğru çizdim. Zaten doğru olması için düzgün olması gerekmez mi? Aman saçmalıyorum işte. Siz bana ne bakıyorsunuz ki? Sonra her iki tarafına ufak kız çizdim. Kızlar doğrumu alıp kendilerine ip yaptılar. Sonra kendilerine bir arkadaş çağırdılar. İyi de ben çizmedim ki onu. Benim defterimde ne işi var? Ben bunları düşünürken kızlar ip atlamaya başladılar Bende:

-Ama iyi de ben sizi sizinle oynamak için çizdim. Beni neden aranıza almıyorsunuz?

Kızlar korkmuştu. Ben onları nasıl defterime çizdiysem meğerse onlarda beni hayata çizmişler.

-Çünkü sen çok çirkinsin! Biz hep ''önemli olan ruh güzelliği'' deriz ama bu tamamıyla palavradır!

Sinirlendim! Hemen silgimi alıp ipi ortasından sildim. Onlarda bana karşılık olarak:

-Görürsün sen! Bizde seni hayattan sileceğiz!

Uzun zaman geçmedi. Aha! Aynı polisler geldi! Fakat bunlar babamın adamları değil miydi? Demek ki babam kızların tarafındaydı! Gene bir güzel dayak yedim. Saçmalamak uğruna bunlara katlanıyorum değil mi? Evet, evet saçmalamak uğruna!
Pes etmek istemiyorum. Bu yenilgiyi kabullenemem. Artık büyük kozumu oynama vakti gelmişti:

-Uslu olursanız size Şirinler'i göstereceğim.

Biliyordum! Evet, biliyordum! Çok işe yaradı. Saatlerce onlarla oynadım. Ve hemen sonra bir ders çıkardım: Onlarda, diğerleri gibi çıkarları uğruna her şeye katlanabilirlerdi; bana bile! Ah, ne güzel! Hiç bitmesin diye düşünürken kızlardan biri durdu:

-Bizi kandırıyorsun sen! Hani Şirinler?!

Gülümsedim:

-Hadi, gidiyoruz!

Günlerce yürüdük. Artık az bir yolumuz kalmıştı. Az kalmıştı… Az… Biraz… Hah! Neyse ki ulaştık. Fakat o da ne? Polisler şirinleri ''gömünüssttleeer *'' diyip dövüyorlardı. Sonra beni görüp hemen tanıdılar:

-Ha ha ha! Sen dayak yemeyi özlemişsindir.

Kızları saklayıp güzelce dayağımı yedim. Bir sebebi olmasa bile… Artık bağımlılık yapmaya başladı. Günlerce…
Ve polisler eridi. Ben de artık geri dönmek istiyordum:

-Hadi artık Şirinler'i gördünüz geri dönelim.
-Hayır! Biz burada kalmak istiyoruz.

Sesimi çıkarmadan geri dönmeye başladım. Artık yalnızdım. Daha öncesi gibi… Ve asıl yurduma, yani ''Deliler Memleketi''ne doğru yol aldım. Oraya vardığımda bir bekçi beni karşıladı.

-Ne istiyorsun?
-Bende girmek istiyorum.
-Neden?
-Orada olmayı hak ettiğimi düşünüyorum. Ben oraya aitim.

Güldü… ''Neden herkes bana gülüyor? Benden farkları ne?'' diye düşünürken bu gülüşün farklı, bana daha sıcak olduğunu hissettim.

-Anlamışsın, dedi. Ama seni içeri almam için bana meziyetini söylemen lazım.
-Saçmalamak…

Evet saçmalamak! Zaten bütün bunlara katlanmamın sebebi bu değil mi? Ya da bir şeyleri anlatmak için kullandığım bir araç mı?
Hala saçmalıyorum…
-Kıç

* Hiçbir siyasi amaç gütmeden, sadece Şirinler'in komünal yaşamı baz alınarak söylenmiş, anlayışla karşılayacağınızı umduğum bir sözdür.

Cem Tüzün
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,919,919,919,919,919,919,919,919,919,91
              11 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


  3 SANİYE

Bazen karar anı; 3 saniyedir.

.....

İşi gereği sürekli trafikte olduğundan yolların hazırlayacağı sürprizlere hazırlıklıydı. Her an patlayabilecek bir lastik, ani bir trafik kazası, bu kazanın sonucunda doğabilecek yaralanma, yangın v.s. v.s.

Reflekslerinin oldukça gelişmiş olduğuna inanıyordu. Son süratle giderken lastiği patlarsa nasıl vites küçülteceğini, arabasını nasıl yavaş yavaş sağa çekeceğini, yokuş aşağı giderken freninin patlaması halinde hızını nasıl keseceğini, yağışlı bir havada aracının kaymaması için neler yapması gerektiğini biliyordu.

Temkinliydi... Arabasında her daim yangın söndürme aleti, ecza kutusu, yedek lastik, zincir, el lambası, kriko, basit tamir aletleri, yağmurluk, hatta bir çift çizme, yani bir araçta olabilecek maksimum donanım her zaman bulunurdu.

Güzel araba kullanıyordu, hata yapmamaya çalışıyordu.

Dikkatliydi.. Örneğin, 3 saniye kuralına hep dikkat ederdi. Tüm tanıdıklarına da bunu öğretmeye çalışırdı;

'Aracınızın hızı ne olursa olsun, ister 160 km/saat, ister 50 km/saat süratte gidin, önünüzde giden araçla daima aranızda 3 saniyelik mesafe bulunması gerekir. Trafiğin aniden durması halinde ya da bir kaza anında, fren yapıp aracınızı kontrol edebilmenizi bırakacağınız bu boşluk sağlayacaktır.

İlk başlarda buna alışmak için sayı sayarak saniye tutmak gerekse de, bu, zamanla alışkanlık bir tür refleks haline dönüşür. Hızınız ne olursa olsun, önünüzden geçen aracın geçtiği bir kilometre taşı ya da herhangi bir noktadan eğer onun geçtiği andan, 3 saniye sonra geçerseniz aracınız sizin kontrolünüzde demektir.

Önünüzdeki aracın geçtiği bir noktayı tespit edin, bir elektrik direği, bir kilometre taşı v.s.... Ve saymaya başlayın 1... 2... 3... Tuttuğunuz noktadan, üçüncü saniye bittikten sonra geçiyorsanız emniyettesinizdir. Yok, bu süre az ise, fren yapma, aracınızı kontrol etme süreniz yeterli değildir.'

.....

Aracının ve kendinin sigortası her zaman vardı. Bundan gerisi de artık kadere kalmıştı...

.....

O akşam da tüm işlerini tamamlamış, direksiyonunu evinin istikametine doğru kırmıştı. Hoş bir günbatımı manzarasının pırıltılı turuncu ışınları eşliğinde yol alıyordu.

Bazen, yol yutar insanı... Asfaltın üzerinde ilerleyen aracınızın içinde yok olduğunuz hissine kapılırsınız. Kafanızın içinde uçları birbirine değmeyen çeşit çeşit düşünceler, siz, aracınız, trafik ışıkları, yol şeritleri, asfalt, belki radyodan gelen hafif bir müzik birbiri içinde eriyip kaybolur.

Çağrışımlarla gelen düşüncelerle, günün değerlendirmeleriyle, hatta bazen üç lirayı beş lirayla çarparken bulursunuz kendinizi. Beş dakika öncesini ise hatırlamazsınız, nereden geçtiğinizi bilmez, hatta o yolun nereye gittiğini fark etmeden yol alırsınız. Alışkanlıklarınız, refleksleriniz, iç güdünüzle kurulmuş bir saat gibi yol sizi bir yerlere götürür, siz değil...

.....

Ya tüm yaptığınız hazırlıklara rağmen, hiç akla gelmedik bir an ile karşılaşırsanız?

.....

Evine çok yaklaşmıştı. Tatlı bir rehavet üzerine çökmüştü bile... Çevre yolunun ilerideki sapağından sağa dönecek, tali yoldan kısa bir süre daha ilerleyecek, evine ulaşacaktı. Yani huzura...

Çok değil, beş dakika sonra evinde olacaktı...

Tabii rutin senaryonun sahneye konulmasıyla bunlar gerçekleşebilecekti.

Ya hayat hiç beklenmedik bir senaryoyu sahnelemeye karar verirse? Ya hayat hiç beklemediğiniz anda size yeni bir rol yüklerse? Hafif bir müziğe eşlik eden ıslığınıza 'DUR!' diye haykırır, üstüne üstlük ağzınızı sıkıca kapatırsa? Çığlık atmanıza dahi fırsat vermezse? Nefes alıp, almadığınızı dahi anımsamazsanız?

Tam sapağı döndüğünüz anda, önünüzdeki aracın aniden durduğunu görürseniz? İçinden ızbandut gibi iki herifin aşağıya indiğini, yol kenarında yürüyen genç bir kızı karga tulumba arabalarına bindirmeye çalıştıklarını fark ederseniz? Durmak ve müdahale etmek için sadece 3 saniyeniz olursa? Ya da durmamak ve görmemek için sadece 3 saniyeniz olursa?

Kafanızın içine bu 3 saniye içerisinde 40 çeşit senaryo doluşursa? Arabanızı durdurup, durdurmamak, inmek, inmemek, yaklaşmak, yaklaşmamak, kızı kurtarmak, kurtarmamak, belki adamların o esnada çıkaracağı silahtan çıkacak olan kurşuna maruz kalmak, kalmamak gibi düşüncelerle siz saniyelerinizi tüketirken, genç bir kızın kulaklarınıza yapışıp kalan çığlıklarını duyarsanız?

Tabii senaryoların en bildiği gerçekleşirse, sadece adamları ürkütmek için kornaya sürekli basarsanız? Adamlar 'bana mısın' demezse? Elinizin bir tanesi 1. senaryoyu ezbere oynayıp, cep telefonunuza uzanıp, 155'i ararsa, olayı, yeri, kızı, plakayı bildirecek nefese hala sahipseniz? Siz robotlaşmış bir polisin sesiyle konuşurken, bir yaşam gözlerinizin önünden, ellerinizden kayıp giderse?

Sonrasında televizyonlarda, radyolarda orman içinde bulunmuş ceset haberleri dinlerseniz? Birkaç hafta sonra bulunan birkaç cesedin o kıza mı ait olduğunu asla bilemezseniz?

Ama gecelerce, gecelerce, gecelerce ve gecelerce o kızın sesi sizi sıcak yatağınızdan ter içinde fırlatırsa?

O aracın kızdan 3 saniye önce oradan geçme ihtimalini düşünmez misiniz?

Ezberinizdeki tüm 3 saniye kurallarına küfretmez misiniz?

Leyla Ayyıldız
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,449,449,449,449,449,449,449,449,44
              16 Kahveci oy vermiş.
28 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Nadya Alpkonlar

 Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar


   K e ş i f !

Bu sabah, her sabah olduğu gibi, yine yeni bir fikre, yeni bir konuya takıldım.
Takıldığım anda eğer bunu kalemimle paylaşmasam, bütün gün "o" bana takılacak!

Genelde, "parlak fikirler" sabahları gözümü açar açmaz beynime yerleşir ve gün boyunca bu fikirlerin ne kadar isabetli olduklarına şahit olurum.

Bu sabah durum biraz farklı. Sözkonusu "duygular"...

Bilmediğim birşeyleri, tatmadığım duyguları yaşamak arzusu uyanmaya başlayınca "keşif" sözcüğü boy gösterdi.

Keşif demek, bilinmeyeni araştırıp bulmak, meydana çıkarmak demektir.

Bu bir yerde "macerayı" da çağrıştırıyor...

Macera da "heyecan" yaratıyor...

Heyecan da insanı "tetikliyor".

İnsan tetiklenince de bazı duygular zaptedilmez hale geliyor...

İşte bu bilinmeyen, henüz tadılmayan duyguları keşfetmek için de cesaret gerekiyor.

"Bilinmeyen" her zaman insanı cezbeder. Aynı zamanda da "korku" yaratır.

Ya riski göze alıp deneyeceksin, ya da korkup kaçacaksın!
Ama cesur olup denersen en azından %50 şansın var "mutluluğu" yakalaman için.
Kaçarsan sıfır şans!

Sözünü ettiğim duygular varlıkları açısından bana yabancı değiller. Bana tek yabancılıkları bu duyguları yaşamamış olmam.
Bu duyguları hayatım boyunca düşlemiş, arzu etmiş, aramış, onların hasretini çekmiş ve onlara rastlamamıştım.

"Aşk" zannettiğim bir duygunun sonunda "aşk" olmadığını farketmiştim.

Sevilmiş, ama sevildiğimi bana hissettirememişlerdi...

İşte bu duyguları bana tattırmak isteyen, bunları gümüş bir tepsi içinde bana sunan biri ile yollarımız kesişti.
Ve ben... şaşkınım, şaşkın olduğum kadar da çekingenim.
Bir o kadar da mutluyum...
Bu şaşkınlığı, çekingeliği ve mutluluğu bir arada sürdürmek çok zor. Buna maharet ister...
Halbuki ben çelişki içindeyim. Bir taraftan cesaretimle övünürken, diğer taraftan korkuyorum.
Temkinliliğim ağır basıyor. İki adım ileri gitsem bile, hep bir adım geri atıyorum. Tabii bunda en büyük etken insanlara karşı olan güvensizliğim. Dürüst insan yok denecek kadar az! O da bana mı rastlayacak, sorusu ağır basıyor düşüncelerimde.

Ama ne demişler? KEŞFETMEDEN, DENEMEDEN HİÇ BİR ZAMAN BİLEMİYECEKSİN!

Ha gayret, kaybedecek neyin var ki, diyorum kendi kendime.

Yine de kaybedecek birşeylerim vardır. Mesela gururum olabilir.
Belki yine çektiğim acılara benzer acılar çekebilirim, hatta bu sefer duygular daha yoğun olacağı için, acılar daha da şiddetli olabilir.

H A Y I R !

BEN BU ACILARI BİR DAHA YAŞAMAK İSTEMİYORUM! NOKTA!

Çünkü bu sefer "yıkım" daha da şiddetli olacak!

Benim yaşadığım ilk "duygu depremi"n skalasındaki derecesi 4.5 büyüklüğündeydi ve ben bunu çabuk atlattım.

İkinci gerçek "deprem" (17.Ağustor 1999) 7.4 büyüklüğünde idi, hala artçılarını içimde hissederim zaman zaman.

Üçüncüsü, sevdiğim insanın ölümü ile noktalandı ve beni 8.2 büyüklüğünde imiş gibi sarstı.

Şimdi bu kadar "depremleri" atlattıktan sonra, sağ salim kurtulduktan sonra, yeniden bir "deprem" bölgesine taşınmak hangi akla ve mantığa sığar?

Eğer korkumu yenip denemeye kalkarsam, muhtemelen bu son "deperem"in derecesi skalada görünmeyecek bile.

Çünkü, SKALA BİLE PARÇALANIP DAĞILMIŞ OLACAK!!!

Her çeşit DEPREMLERDEN uzak kalmanız dileğiyle...

Nadya Alpkonlar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
19 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Zuhal Tos ( Stockholm )

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.327 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Yüreğinin tüm sokakları ömrümün çıkmazına bağlanıyor

(gün batıyor ayrılığımız)

Şimdi sen öylece bir bulutun içinden geçip
Kayboluyorsun ufukta,
Bense, kendi bulutumun içinde,
Yaş döküyorum senin kutsal yeryüzüne...

Onur AksakalKızıla kestikçe ufuk,
Gün batıyor ayrılığımız..
Kızıla kestikçe saçların,
Kararıyor gözlerinin yeşili...
Karardıkça karanlıktan yeşil deniz,
Daha bir yangın kızıla kesiyor gün...

Gün batıyor ayrılığımız...
Ve sen öylece geçip içimden ufka gidiyorsun...
Ben oturmuş yaş döküyorum..
Senin kutsal yeryüzüne...

Daha bir kızıl şimdi saçların...
Ufka yaklaşıyorsun sen, daha bir kararıyor mavi...
Gün batıyor ayrılığımız...........

Dışarıda hafif hafif kar yağıyor sevgilim...
İnatlaşır gibi, hüznümün karasına saplanıyor kar taneleri...
Bütün benliğimle yakarıyorum...
Dileğim, herşeyin hiçbirşeyleşmesi...

Sen bembeyaz karlar arasından...
Bembeyaz senliğinle uzaklaştıkça...
Daha bir kaybolup ...
Daha bir bu dünyadan oluyorsun...
Gün batıyor ayrılığımız...

Hüznümün karasına saplanıyor kar...
Sen hüznüme ayaklarını basa basa...
Bütün senliğin ve beyazlığınla...
Karların içinden yürüyorsun...

Benim olan herşey hiç şimdi...
Karla örtülü hüznümün karası...
Sen karların içinden yürüyorsun...
İşte...
Gidiyorsun...

Kor ateşi soğutan bir dem bu...
Hava kıpkızıl aydınlık...
Alevateş yanıyor gökyüzü...
Üzerimde rengarenk bir hüzün var..
Dokunsa..
Rüzgar renksizliğinden utanır...

Gün batıyor ayrılığımız...
Boynumda hüzün renkli atkımla ...
Dolaşıyorum yüreğinin arka sokaklarında...
Kapını çalıyorum...
Çoktandır oturmamışsın orda...
Hava kıpkızıl aydınlık...
Korateş yanıyor gökyüzü...
Ve gökyüzünü buza kesen bir dem bu...
Boynumda hüzün renkli bir atkı...
Yüreğinin tüm sokakları ...
Ömrümün çıkmazına bağlanıyor...

Burkulan yüreğimin sancısısın...
Kabusum karanlık gecelerde...
Bütün hayal kırıklıklarımı...
           Seninle biledim ben...
Her saplandığında çığlığıma...
Geceleri sensiz susuzluğumdan uyanarak...

Şimdi öyle bedbaht, salaş, dağınık...
Hayallerimi topluyorum...
Yıldız gökyüzünden...
Yüreğime her doldurduğumda yakıyor....
sigaramın dumanı...-sın-...

Güneş saat kaçı kaç geçe doğacak?
Sormuyorum artık....

Sancılanan yüreğimin ağrısısın....
Her gidişinle boğazıma bir yumruk gibi oturan...
Gözlerime dolan patlamaya hazır...

Gecenin bir yarısı yüreğime saplanan hançersin...
İhanetin öyle ağır....
Korkuyla uyanıyorum karanlığa....
Yüreğime dolduruyorum sigaramın dumanını....
O kadarki kaybolmuşum ihanetinde....
El yordamıyla buluyorum kendimi...
Saat kaç güneş nerde bilmiyorum...
Gün batıyor ayrılığımız....
Boynumda hüzün renkli bir atkı...
Yüreğinin tüm sokakları ...
Ömrümün çıkmazına bağlanıyor...

Onur Aksakal

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Hooppsss!

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


Sitede çağımızın vebası diye nitelendirilen insulin direnci yazısı oldukça ilginç. beslenme alışkanlıklarımızı gözden geçirmekte fayda olabilir daha sağlıklı bir yaşam için. http://www.beslenme.bulteni.com/ gerçi doktorları kızdırması olasılığı olan yazılar da yok değil sitede, ne yapalım suya sabuna dokunmadan da olmuyor işte...

Sezen Aksu’yu ve tarzını sever misiniz? Ben bayılırım. Yeni albümü de çıktı. http://www.sezen-aksu.com/bahane.html ... Kimsenin kendisine veremiyeceğini bildiği halde bize hediye edilen, Sevgiler, sevgililer, özlemler, ayrılıklar, kavgalar, çelişkilerle dolu, Bize 'Sen ağlama dayanamam' diyen, hele hele bizim onun ağlamasına hiç dayamadığımız 30 yıl...

Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.

Çocukluğumuzda en azından bir çokumuzun sokaklarda hangi oyunları oynadığımızı hatırladığımızı varsayıyorum. Saklambaç, çelik çomak, dekman, misket, vs... Özellikle misket yöreye göre değişen ismiyle bazen zıpzıp, bazen cillop ve hatta bilye ismini alabiliyor. Hangi isimle anılırsa anılsın hep aynı zevki vermiştir. http://marblealan.com/ kısa yolunda dünya üzerindeki bazı meraklı ve üreticilerin, ürünlerinden ve yorumlarından örnekler görebilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Avant Browser 10.0 Build 126 [1.32 MB] All Windows Free
http://www.download.com/Avant-Browser/3000-2356-10150342.html?part=dl-avantbrowser&subj=dl&tag=button
Bizzat kullandığım IE tabanlı bir tarayıcı. Daha önce tanıtmıştım ancak bu yeni versiyonuna çok güzel bir özellik eklenmiş. Dolaştığınız sayfayı inceleyip, ona benzer sayfaları yukarıda en geniş şekliyle menüye ekliyor. Otomatik olarak kullandığınız dilde yükleniyor ve dilediğiniz anda dilini değiştirmek mümkün. IE kullanıcılarına şiddetle tavsiye ederim. Çok memnun kalacaksınız.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050218.asp
ISSN: 1303-8923
18 Şubat 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com