ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 687

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 23 Şubat 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Yalancı mum ve yatsı namazı!..


Merhabalar,

ABONE OL! Hiç sevmem o sözü, "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar." Yalan söyleme özgürlüğüme bir engel olarak görürüm. Korku salarak insana yalan söyleme zevkini bile yaşatmayanları yeri geldikçe kınarım. Gel gelelim, fırsat buldukça da kullanmaktan geri kalmam. Hoş, 2 yıldır ben bu lafı "Takiyyecinin kandili yatsı namazına kadar ancak yanar." olarak değiştirmiş olsam da, genel hatlarıyla bir anlam sapması yoktur. Göz boyama, ali cengiz oyunları derken gelinen noktada artık mum mumluktan çıkmış, 2 dirhem yağ bir tutam ip kalmış, yanacak yerde pırt pırt söner olmuştur. Durduğu için ileri geri manevra yapamayan ekonomiyi göklere çıkarıp, ezilen enflasyon canavarına baş rol vermekten tutun da, liradan 6 sıfır atılmasının yaratacağı psikolojik rahatlamanın sosyo ekonomik çevrelere etkisine kadar, liranın bulaştığı hemen her konuda, atarak tutarak sıradan vatandaşı oyalayan Tayyip Bey ve ekibinin yatsı namazı öncesi takkesi düşmüştür. Görünen kel de öyle yenir yutulur gibi değildir. Hortum devrine alternatif olarak yönetime gelenler, el koydukları hortum mallarının bakım masraflarını da bize ödetir olmuşlardır. Ortaya çıkan yeşil hortum vakalarının yanında bizzat kendileri tarafından sahneye konulan "Özelleştir-Me" piyeslerinde ki gerçek yüzleri de görünmeye başlamıştır.

Balıkesir SEKA'nın Beykoz Konaklarındaki 2 villa fiyatına yandaşlarına peşkeş çekilmesinin ardından aynı oyun İzmit'te de oynanmaya başlanmış ama hiç ummadıkları bir direnişle karşılaşmışlardır. Sağlık müdürlüğüne müftü, milli eğitime laiklikten sabıkalıları atayarak uzun vadeli planları uygulamaya koymaya başlamışlardır. Haydi bunları bilerek yapıyorlar ya iş bilmezlikten yaptıklarına ne demeli. Hiçbir altyapısı hazırlanmadan, gerekli hazırlık yapmadan, haydi şunları birbirine bağlayalım diyerek yapılan SSK hastahanelerinin Sağlık Bakanlığına devrinin garip halka neler yaşattığını görmezden gelmeye olanak var mı? Bir müddet daha idare ederler herhalde. Ama tünelin ucu belirmiş, malın ne olduğu, ibraz edilen kalite belgesinin sahte olduğu, delikanlı olmakla başbakan olmanın farklı olduğu anlaşılmış, takke düşmüş kel görünmüştür. Mum yalancının olmaktan çıkmış bizzat kendisi yalancı olmuş, yalancı fitili yatsı namazına kadar bile yanamaz hale gelmiştir. Gerisi laftır, oy verenler buna müstehaktır.

...

Fincalarda artırma sürüyor. Haydi bakalım yok mu artıran?
http://www.gittigidiyor.com/php/listele.php?nick=kahvemolasi

Bugün şansınıza gene eski ama güzel bir şarkı var pikabımızda Oscar Benton'dan Bensonhurst Blues. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

2 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


LAVOISIER

Enrico Fermi 1942'de Şikago Üniversitesi'nin spor sahasında kurmuş olduğu küçük bir reaktörde, zincirleme çekirdek reaksiyonlarının denetimini başarması, çıkarları için yaşayan ve onları korumak için her şeyi yapmaktan çekinmeyen insanoğlunu yeni ancak dönülmez bir yolun başlangıcına sürüklüyordu. Gerçi Fermi elektrik enerjisi üreten reaktörleri gündeme getirmişti ama bu sürüklenme, ilk adımda 6 Ağustos 1945'de Hiroşima'ya atılan atom bombasına dönüşmüştü. O gün orada ve daha sonra yaşananları hepimiz biliyoruz. Fermi, Hiroşima facianın etkisini nasıl atlattı bilmiyorum ama ne yazık ki trajedinin faturası bilim ve teknolojiye kesilmişti.

Bilim temel anlamda doğayı anlama gayretidir. Muhtemelen, bitkiler ne zaman gelişir, yağmur ne zaman yağar gibi ilk insanların günlük hayatlarında gözlemledikleri bir takım olayları pratikte uygulanabilir halde bir araya getirdikleri zaman gelişmeye başlamıştır. Günümüzde insan merkezli medeniyetimizde, insanoğlunun bütün gereksinimlerine hizmet edecek bir formata sahip olmuş gibi gözükmektedir. Bilimin getirilerini doyasıya yaşayan bizler için bilim, daha iyi koşullarda yaşamanın sağlayıcısı ve başlangıç noktasını oluşturmaktadır.

Oysa bilimin gelişmesine bir bakarsak; ulaşılan bu günkü pırıltılı yola çıkan diğer yolların kan, üzüntü, sabır, metanet, cefa yüklü olduğunu görebiliriz. Anadolu insanının bilimle tanışması ve bu baz da adımlar atması, gerçek anlamda Cumhuriyet ile başlamıştır. Türk insanının bilimle tanışması çağdaş ve donanımlı büyük öngörülü önderimizin büyük çabalarının bir sonucu olarak gerçekleştiğinden, geçişler daha kolay ve anlamlı olmuştur. Tabiî ki bu hızlı geçişte sıkıntılar yaşanmıştır. Ama yaşanılan komik olaylar da yıllardır tebessüm içerisinde anlatılmaktadır. Bunlardan birinde Akşehir'e ilk tren seferi sonunda köylülerin tren acıkmıştır diye ot, saman ve su getirdiklerini anlatırdı büyüklerimiz. Oysa eski Yunan uygarlığında çok büyük bir sıçrama yapmış bilimsel ve kültürel gelişmeler, ortaçağın bağnaz karanlığında durgunluk safhasına, neredeyse geriye yöneltilmişti. Galile'yi ve yaşadıklarını çoğumuz biliyoruz. Oysa bilimsel bakışından geri adım atmayan ve bunu yaşamıyla ödeyen birçok biliminsanının aziz hatıraları tarihteki anlamlı yerini almıştır.

Bunlardan biri de Antoine Laurent Lavoisier (1743-1794)'dir. Bu gün bile öğretileri ders kitaplarında okutulan, kimya biliminin dehası Lavoisier'in asıl eğitimi hukuktu ve Paris Barosu'na kayıtlı avukattı. Ancak bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmaları ile ünü bütün dünyaya yayılmıştı. Kimya bilimini reddeden bilim dışı insanların kafasını gösterip "Bu kelleler hiçbir şeye yaramaz" dediği için tutuklandı. Aynı gün yargılanıp ölüme mahkum edildi. Bastille'de ölümü beklerken arkadaşı matematikçi Lagrange'i hücresine çağırdı. "Ben ölüyorum, ancak ölümle ilgili merak ettiğim bir konu var, lütfen bana yardımcı ol. Kafam kesilip giyotinden sepete düştüğünde gözlerime bak; eğer gözlerimi iki kere kırpıyorsam bil ki, insanın kafası kesildikten sonra bile bir süre daha beyninin düşünmekte olduğunu anlarız."

Ertesi gün giyotine giden Lavoisier'nin kafası kesildikten sonra sepete düştü ve Legrange hayretler içinde Lavoisier'nin gülerek iki kere göz kırptığına şahit oldu. Daha sonra anılarında Lagrange diyordu ki;
"Lavoisier'nin son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meselesidir.
Ama o bilim dışı kesimler kokuşmuşluklarıyla asırlarca karanlıkta sürünecekler...

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  MASKELİ BALO

Ben böyle her şeyi 'dan dan' yazdıkça mantık abidesi olduğumu sanıyorsunuz değil mi? Yanılıyorsunuz! Amman düzeltelim.

Hatta hemen şu itirafı yapalım:
Yaşam içindeki seçimlerimin büyük çoğunluğuna duygularım karar verir.

Duygu ve duygusallık konusunda önyargılıdır insanlar.
'Duyguların ayakları yere basmaz!'
'Duygusal insan objektif olamaz!'
'Duygusal insan ağlaktır!'
'Duygular mantık götürmez!'
Hadi ya? Yok öyle bir şey! Kandırmışlar sizi.

İnsanı insan yapan, beyninde kopan ironi fırtınalarıdır. Düşünerek mantıksal bir takım düzenekler kurar, duygularıyla da o mantıksal düzeneği kişiselleştirir.

Ha, bazılarında mantık düzeneği ağır aksak fıstıki makamında çalışır, bazılarında hiç çalışmaz. Bazıları duygu fukarasıdır, bazıları duygudan geberir. Bazıları mantığını çeyiz sandığına saklar, bazıları da duygularını çamaşır suyuna bastırır.

Peki sonra ne olur? Maskeli baloya öykünen yaşamlar peydahlanır.

Antik çağda aktörlerin taktığı maskeye persona denirdi. Ve Jung bu konuda der ki: "Persona bireyin dünyaya uyum sağlamasını ya da dünyayla başa çıkabilmesini sağlayan sistemdir. Örneğin her mesleğin belirli bir personası vardır. Tehlike, insanların personalarıyla özdeşleşmeleridir. Biraz abartıyla, personanın, insanın gerçekte olmadığı ama hem kendisinin hem de başkalarının sandığı kişi olduğunu söyleyebiliriz"

Söz konusu olan şey dünyaya uyum sağlamak ve onunla başa çıkmak olunca, takdir edersiniz ki persona vaziyetleri biraz karışıyor.

Yaşam içindeki rollerimize göre, kendi inisiyatifimizle çeşit çeşit maskeler edindiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de çevre tarafından uygun görülüp hediye edilen maskelere sahip oluyoruz. Bu maskelere uygun olarak da ya duyguları bastırıyoruz ya mantığı zorluyoruz.

Al kızım, işte sana düğün hediyesi: evli kadın maskesi. Artık gerdeğe girdiğine göre, bu maskeyi takmadan sokağa felan çıkayım deme sakın!"

"Al oğlum, bu delikanlı erkek maskesi. Sakın ha, o sevgilin olacak yellozun sana uygun gördüğü metroseksüel maskeyi takma bir daha!"

"Alın bayım, bu pazarlamacı maskesi. Bir pazarlamacı her zaman güler yüzlü olmalıdır. Dişlerinizi de fırçalayın, beyaz görünsün!"

"Buyurun bayan, bu bir 'bebek de yaparım kariyer de..' maskesi. İyi günlerde kullanın!"
Bazıları kendilerine uygun görülen maskelere itiraz etmiyor, bazıları itiraz etse de elinden bir şey gelmiyor.
* * *

Dünyayla uyum sağlamak ve baş etmek için kullanılan gizli maskeler dışında bir de gerçek maskeler vardır. Hani şu kimliğini gizlemek ve itirafta bulunmak isteyen reality show katılımcılarının taktığı maskelerden...

Oscar Wilde şöyle der: "Ona bir maske verin, size o zaman hakikati söyleyecektir." İnsanoğlunun böyle bir tribi vardır: Kimliği ya da yüzü gizlendiğinde daha bir rahat eder.
Gerçek maskelerin bir başka etkisi de gizem yaratmasıdır.

Fransız şair ve romancı Louis Aragon, hayatının son yıllarında bir TV kanalında söyleşi yapmış. Hayatla ve varoluşla hesaplaştığı bu söyleşiye maske ile katılan Aragon, söyleşi bitene kadar maskesini hiç çıkarmamış. Oysa izleyenler söyleşinin Aragon'la yapıldığını biliyorlarmış.

Gizlilik her zaman ilgi çekici ve şüphe uyandırıcı olmuştur. Gizemli insan demeye çalışır ki:
"Benim sizden bi gizlediğim var. Çatlayın, açıklamayacam işte!"
(Bunun daha derinlerdeki anlamı da şudur: Size veya kendime güvenmiyorum.)

Sonuç olarak maske, tehlikeli bir şeydir. Maske takmak kadar birilerine maskeler uydurmaya çalışmak da tehlikelidir.

Bülent Ortaçgil'in de dediği gibi, kendinizi ve dahi hiç kimseyi kategorize etmeyin ki hayal kırıklığı yaşamayasınız.

Hem yüzünüzün suyu mu çıktı? Çıkarın maskeleri de gerçek yüzünüzü görelim!

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,888,888,888,888,888,888,888,888,88
              8 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Turan Bozkurt

 Vestanca : Turan Bozkurt


  ÇOK AZITTILAR ÇOK!

Çok azıttılar son zamanlarda, anlaşamıyorduk
Yaman çelişkilerimizden hiç uyuşamıyorduk..
Hele ki vakitler geceye dönüşünce,alimallah!!
Hiç biri mesaiye,ortam ve vakite aldırmıyordu
Bi bastılar mı hiç kaçacak mahal kalmıyordu!

Bir düzen koyamamaktan bitik, çaresizdim;
Kadere razı olmazdım da,gram mecalsizdim..
Kaçarım yoktu çok denemiştim,hiç faydasız!
Seri davranmalıydım bu hususta bugün şu an,
Susta durdukça da pek yamandılar ;el aman!

Bana uyku ,alış veriş,çarşı ,spor, diyet haram,
Sessiz durdukça;arkadaşlığa bile niyet haram!
Başka kim vardı listelerinde bilemiyordum da,
Sustukça tepemdeydiler hepten gitmiyorlardı
Durum bağlam ilgisiz sıra ne gözetmiyorlardı..

Bu sabah başlıca gündemimimizdi hem zaten,
Gönlümü kavi,kalem ve hal sabit tutmalıydım!
Gelişlerini hararetle epey bir sohbetleşmiştik,
Ben,resimci,edebiyatçı,nakışçı ile müzisyen;
Her çeşidinin kaynağı aynı diye özetlemiştik.

Şimdi vakit has!;ortamı da halletsem,tamam:
Kurtluğuma bu masa en pus,başka tanımam!
Bardağım buzlu,camda sisten tül,alayı vala!
Kozlarım:mekan, tarih; yazılı;boşa düşmem!
Yağmur ipil yağsa da,kolayca düşe düşmem!

Baştan söyleyim de bilin:hazırlığım tam!
Ha helen,ha hind,hele dönem; tanımam!
Gelin!buyrun!gelin! çokluğunuzla gelin!
Politik tarafsızım,hiç koşulunuz sökmez!
Seminerlik dökülün, kuru izahat yetmez!

Durun! yok öyle,şal,desen muz liköründe
Gerdan,saç, endam ardında gizlenmeler!
Tezgah ,vitrin, kirişlerden tilkilenmeler !
Yok öyle anca uyanınca sabahın köründe
Çaydan nefes,zeytinden göz düşürmeler!

Anlamam!anlaşamayız bırak arkadaş,
Her şeyin gelişi zamanı yordamı var,
Serde maişet öncelik,sonra da kardeş,
Ekmek su tuz yağmur kar derdi var
Yok,velet iyal ne,bi mahzuru mu var?

Aleme yazarak ayan u faş ederim billah!,
Özgürüm ya,takatim de haddiniz,yallah!
Sizi bir salan mı var,çektirin gidiniz ya!
Ne öyle nöbet voltama ışık süzmeler ne?
Ne o mevsimsiz güneşten hüzmeler ne?

Ya canlar!,ya bitanelerim!ya meleklerim!
Ya kıpraşmayın yahu, yeminle tepelerim!
Doluyum zaten çok,her çeşit yaparım sizi!
Kalıp ne dinlemem,hece mece pepelerim
Kaynak ayırmam, tutar ayırır peteklerim

Çok değil mi bunca terk ve sürgünlerim?
Ama sizi ciddiye almanın kusuru benim!
Maliyecilere bile dedim bana ettiklerinizi
Tekele aylık yevmiye yetiştirememekten
Natüral- zıkkım tütünlere rezil ettiğinizi

Ortaklığınız mı var sefer şirketlerinen ya?
Hele semayollarını geçin!hicap duyarım!
İzzeti nefsimiz var az, bıraktığınız kadar..
Verdiğiniz ziyandan bi gıdım ar duyun ar!
Size yüz vermek gafletinden feci bizarım

Sene doksanda,topunuzdan kurtulmuştum
Neron usulunce kökünüzden kurutmuştum
Kibritler çakmıştım harf ve kağıt izlerinize
Kalemi kırıp,yeminimi sıkıdan tutmuştum
Meslekten de çıkarak,herşeyi unutmuştum

Şimdi anlamadayım hatamı, edepsizler!
Bahar kır delisi Dionizian nesepsizler!
Eros hiç kurusu merhamet nasipsizler!
Geceyi sayıp,baharı unutmuşum iyi mi,
Bi de turkuaz gök ve denizi;densizler!

Ama haklısınız ben kim neyimki denize
Dünyayı istila etmiş, kalanı zaten kum,
Ben ne cürmüm ne: bir kum bölü kum
İşbirlikçiniz gök,çiçekse üstüne lokum
Ağaçları da bezeyip çevirdiniz yelloza

Can mı dayanır sizlere telefe gelmeden?
Kariyer yapacaktım,çok fena ayarttınız
Maldan, akrabadan rahatımdan ettiniz!
Doğru!varlık şartınız bana yaptıklarınız!
Tıfılken bile muzırdınız:elife gelmeden,
Sarılıp Jaleyi öpünce sınıfımdan ettiniz

Sonyayla kaçarken hani- çok tutulmuştum-
Sizin yüzünüzden pasaportları unutmuştum
Hani aşkımı yazmaya durduğum sarı takside
Hem etkinizden polisleri net seçememiştim
Hem koşsam da geçti;öteye geçememiştim

On mahkemeye versem bu ettiklerinizi
Sizi tek celsede aleme ibret için asarlar
Vicdan yoksunu,duygusuz ve izansızlar!
Kasaplara bir desem bana yaptıklarınızı
Keyife hatıra değil,hayıfa kıtır keserler

Ya ne diyeyim size,sizinle ne edeyim
Racona terssiniz; kime havale edeyim
Neyse..bir aydınlık yol bulunur belki
Usulunca görüşmeye devam edeyim
Eğer kararlıysanız,son duamı edeyim

Bakın söyleyeyim:yine bana baştaçsınız
En derinime has misafirsiniz lafı mı olur!
Karşılıklı kusur etmeden hal uyuşursak
Siz hancıysanız ben yolcu:olur mu olur!
Kozunuz aşk değil mi,bana muhtaçsınız!

Ama ne olur,nolur be ya bi merhamet!
Aşirete küsüm ya,sebebini tahmin et?
Beledi imzadan zaten çok sorunluyum
Başka iş bilmediğimden; zorunluyum
Bu işe..ama gel de herkesi memnun et!

Ha ,bir de ebeynlerimden alacaklıyım
Yok para pul miras değil,çocukluğumu
Daha ergen öncesi kişilik yolculuğumu
Devlete leyli meccani ipoteklemişmiş
Uzağa da ilim talim için iteklemişmiş

Neyse,artık sadede gelelim canlarım
Şu maişet belasını halledinceye dek
Dininceye dek şu son heyecanlarım
Yani şöyle bir müsait vakite kadar
Az mühlet istiyorum bir vakit kadar

Bak bir daha söylüyorum ya canlar!
Bitince kaç ekmek peynir ne kadar
Para yok masraf çok gibi evhamlar
Hüzün,melal,sevda gibi heyecanlar
Tasa, keder ve elem bitinceye kadar

Yani şu fırtınalarım dininceye kadar
Hani o dingin zaman gelinceye kadar
Kuyudan bakınca gökyüzüm çok dar
Ya zaten,yar yok,dostlarsa uzaktalar
Çok degil bir vakit gelinceye kadar

Ya bakın!,
Dağa desem anlar taşa desem ağlar
Su kızarır,saç ağarır kar kara bağlar
Mermer erir,tuz kokar,buzsa dağlar
Ne olur O bir vakit gelinceye kadar
Geldiği vakit zaten asılacak ilanlar
O ilana kadar
Tek tek gelin a ilhamlar!

Turan Bozkurt
vestana1bozkurt@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,828,828,828,828,828,828,828,828,82
              11 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  Mazeret-i Çingene....

( Sedacıma beyaw )

Geciken bir ziyarete yetişme çabasıyla hastahane merdivenlerini tıknefes çıkmaya çalışır çingene sabiş...

Ziyaret edeceği şahıs aynı dergide yazı yazdıkları bir bayan doktor arkadaşıdır..

Yazdığı son yazının yorumuna vaktinde yetişemeyip ama üzüntüsünden de içi içini yiyip, napıp edip yetişme çabasındadır...

Çünkü çok sever Hoş sedası doktoru, civan perçemini çingenesi...

Muayene kapısını hafifçe tıklatıp içeriyi de şöylecene bir göz süzerekten, badeler henüz mevsimi olmadığından gözünü süzemez...

Sekreter baayaaann buyrun der..

- Ne istemiştiniz ?
- Yok bişi istememiştim, benim güzel doktorum civan perçemim burda mıdır ?
- Onun güzel yazısını yoruma geldiydim de çin çin kadın geldi deyiversen :)

- Geç otur şöyle çin çin hanım, doktor hanımcıma sorayım, çünkü saat epey ilerledi yorum vizit vakti çoktan Üsküdarı da aldı Kadıköyde şimdi...

Sesleri duyan doktor hanım içerden telofonu çaldırır..
Soracaktır son yorumcuyu yoksa gideceğini şettirecektir sekretaryasına...

- Lü lü lü lü lü !!
Buyrun doktor hanımcım, evet bir yorumcunuz var çin çin hanım tıknefes vaziyetleri size yorum muayenesine gelmiş, içeri alıyım mı çok geciktik artık vizit bittiydi gidiyodukun ??

İçerden seslenir bayan doktor sesi sedalı...

- Al içeri kızım arasıra kahve muhabbetimiz olur ayıp etmiyelim bir aspirin şettiririz gider bacım....
- Çin çin hanım, doktor ablam gelsin dedi..
Ama bi daa olmasın bu son..
Doktor ablamın iyi kalbine dua et.

- Merhaba doktorcum Sedacım...
Vallayın geciktimmm :( çok çok özür dilerim beyaww..

Çoktan gelmiş olmam lazımdı geçen defacıkta büle geciktim kimseler inanmayacak baktığım fallarıma da ona üzülürüm bir yandan da...

Ay kız ablam Sedam, bu Baryam öldürecek beni...

Aldı götürdü beni taaa Tekirdana, bi düğüne....

Orda üülen oldu, yemek verdiler biz çalgıcılara....
Düğün yemeee yapmışş düğün sahıbısı...

Yedik elbet ucundan acık....

Ah bre anacım, başladık çalgılar, çengiler düğün eğlendirmene....

Ayy bacıcım bizim epimizin aynı anda kıvranma başlamadı mı karınlarımız ağrımaaa ? :(((

Ay ay ay kıyılır bağırsaklarımız ülürüz sancıdan millet oynar ama nasssıl biz zor çalarız gırnata darbuka vra....

Ayy dayanamacam dedim artıkın çünkü morardım anacım bacım sıkmaktan kendicimi...

Şaaakkk diye birden hafif şiddet bir debrem,ben yerde upuzun sanki yengen...

Ben dağ gibim gönüllü çingene sabiş devrildim hükümetler gibim anacım...

Peşçazımdan yüreği ak yüzü kara Baryamcım...

Derkene Nergiz ,Saniya anam, derkene bütün düğün insancıklarının hepici ALLAHIM yarebbimcim bu nedir sankim tosun abimin bir felaketi....

Gözlerimizi açmış mıyız Tekirdanın devletinin hastanesinde....???

Bütün doktorlar , hemşireler, hastabakıcılar, onların bakıcıları hepici bizi bir güzell muayeneden geçirmişler sanki iğneden iplik geçirmişler...

Tahlil sonuçlarını labaratuar neyin ordan almışlar bir de bakarlar ki anacımmm...
Meğer bizi tavuklar zehirlemiş kız anacım....

Eh dedim ben tutmaz mıyım o tavukların bacaklarından aaşşaa ayırmaz mıyım...

Nasıl naptık ki biz onlara zehirlediler bizi.... :((

İki ayaklı tüylü buğday tanesi yer arada soframıza gelir naptık ki biz buna da bizi zehirler aklım almaz anacımmm...

Kör şeytandan bulsun dicemmm kalbim elvermez töbe bismillah çekerim içimden hırsımı yatıştırmaa bakarım yattım yerden...

Seslendiler bana hep bir ağızdan yatmışız hepimiz sırayla hastane odasında serili tek tek beyaz çarşaflı yatacıklara....

Yok kız dediler ne saçmalarsın...

Öle demek istemedik yediiniz tavuk zehirlemiş sizi....

Halam da kafam almaz Sedacımm, zehirliyim ya hani daha ...

Sedacım kız anacım bacıcımmm güzelcim kıymetlicim....

Derim ki içimden sabırlayıp gözlerimi hafifçe tavuğu görür gibi ...

Yedim tavuğu düşünüp derim içimden, nasıl canlandı da bu zehirler bizi ?

Yanımda Saniye anam, daha fazla dayanamadı attı kafama ordan bir tabure...

Ben azcıkın daha rüyalar ülkesi, bir gün da kendimde olamadımdan...

Geciktim yavrucum beyav.

Ahhh dedim çıkmıştır şimdi kahvemin dergisi biz hastane kapısı muhabbeti...

Ancak geldim ablacım canım....

Bir de kız anacım aklıma gelmez ölsem...

Takıldı mı ordan peşime bir sürüü kedi..
Pist derim, hoşt derim , gelmeyin bre derim..
Takıldılar mı peşçazımıza...

Meğer Tekirdağ ya orası vakti zamanında bu kedilerin atalarından almışlar ismini....
Bunların atasının adı Tekir, miş Dağda yaşarmış o zamanlarda...

Tekirdağ Tekirdağ olmuş Tekirdağ demişler anacım...

Neysene anacım lafı uzatmayayım göya bağlamaya çalışırım....

Kedilerden aldıkları için isimlerini orada yaşayan kediler kim gelse dışardan, sanırlarmış ki Tekirdağın ismini çalıp götürüyoz peşlerine takılırlarmış ....

Ayy rüyada olsam da uyansam..
Ya Baryam, ya Saniye anam çimdi bassa....

Sen duydun mu Sedacım böle yalan bişi ?

Ben duymadım ..

AMA UYDURDUM... :)))

Geciktim affet nollurcukk :(

Bunlar da mazeret dürtülerimdi..

Anlatsaydım şimdicik doğruyu, hepiciniz ağlayacaktınız burda şangur şungur... :((

Tuzum yoktu Sedacım :(

Girip okuyamadım dergileri bir iki gündür aklımda burdaydı dedim ne ayıp oldu gülen yüzüme...

Afff çiçeklerim yollara vardı kabul et lütfen......

Öptüm güzel ellerinden kurtarıcı Meleğim....

Cümleye saygılarımla....

Çin çin hanım çingene sabiş.......

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,718,718,718,718,718,718,718,718,71
              7 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

İlker Özlük

 Kahveci : İlker Özlük


  Eşkıya özlemlerim...

Bana beklesin dedin, ben özledim. Tıpkı bulutların arasına saklanan titrek AY ışığı gibi düştün, gecenin telaşlanan gölgesine, her bir yerimi sardın aslında, her bir yerim senin zamanında, seni yaşıyor artık. Bana özle dedin, ben özledim, aslında bekledim, gidip geldiğin zamanların içinde büyüttüm seni, özlemime bıraktım: o da eşkıya oldu... en yükseğine çıktı senin, rüzgarın önünü kesti, güneşine dikildi, sonra çok yavaş duruldu, içinde kız olan deniz gibi, özlemim eşkıya oldu benim... tam üzerine kapı alacaktım, kalbimin kapıları açıldı ardına kadar. ben senin rüyalarını gördüm aslında, içinde uyuyordum öylece yarı uykulu masal gibi, şimdi her yerim seni arıyor, her bir kolda gülen bir yüzle, ne yana baksam açıyorum kendimi, her bir yer seninle dolu, avucuma güldüğün zamanları çizdim, yüzümün dökülen yanlarına.

Ayaklarının karasularına demirledim kendimi, her yürüdüğünde korsanın oldum, bir eşkıya, bir korsan. Özlemim oldular benim. Elini çalmak istedim senin öylece yatıp saçlarıma dokunsun diye, gülüşlerinden rüyalar yaptım, uyudukça görmek için, saçlarının kokusu kaldı, her rüzgarda dalga,dalga, burnumda tüttün hep, tırnaklarımla kazıdım yürüdüğün sokakları, ne bahar bıraktım arkandan, nede çiçek. Sen bana özle dedin ben eşkıya oldum...araladım gecenin kapılarını, bir içeriye girdim, birde kırdım kapılarını, ne AY kaldı, nede yıldızlar korkmadık, uçurum oldum düştüm yokluğuna, yokluğun başıboş sere serpe uzandım yanına, baharı arayan kelebeklere doladım kendimi, kör düğüm, kör karanlık, yokluğuna kaybettim kendimi. Kendimi yaktım sonra, sonra gözlerin gibi karardım gözünün ışığında, ben ne zaman düşsem sen kalkarsın aklımda, sen ne zaman kalksan ben eşkıya olurum aslında...ben eşkıya oldukça seni özlerim işte. Kendimi dökerim arkandan, ne dinmek bilirim, nede durulmak, dizlerimin bağı çözülür dağılırım. Bir seni özlerim, bir eşkıya, bir korsan... vakit geldi artık, ezgiden çınlar oldum, böyle bir yer burası, ne istasyon var, nede AY’a kıyısı, ne gelen belli, nede kalacak olanların adı gizli peronlarındaki banklarda, biletleri bile tükenir sen gitmeden, sen gitmeden özlerim ben, sen gitmeden eşkıya iner yüreğimin dizginlerine, bir şahlanır, bir seni bekler, ve sen ne zaman gitsen, bir eşkıya geçer gecenin gizliliğinden...

Sağlıcakla kalan bir yer burası, burası kalan sahalarda uçurmaların uçtuğu bir yer, burası hep seni bekler...

İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
              10 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gizem Tekebaş

 DİNGİN : Gizem Tekebaş


  YOGA

Yoga kelime anlamı olarak bütün demektir. Zihinsel, ruhsal ve bedensel olarak kendimizi geliştirmemizi ve bir bütünlük oluşturmamızı sağlar. Bunu hayatımıza tamamen geçirdikten sonra "yoga" bir durum halini alır.
Bu durum dinginliktir ve meditasyon ile bunu tamamlarız. Ve doğanın hızına düşeriz.

Yoga farkındalıktır;
Günümüz koşuşturmasında kendimizi dinlememiz, bedenimizi gevşetmemiz ve duygularımızı kontrol altına almamız gereklidir. Birçok kez gerginliğimizden yada üzüntümüzden dolayı pişmanlık yaratacak tepkiler veririz yada içimize kapanırız. Düşüncelerimizin ve hayatın içinde kaybolup gitmeye, gitgide hızlanan bu çemberde hiçbirşeyin farkına varamadan saatlerimizi, yıllarımızı harcarız.
Kendimizin farkına varmamız gereklidir. Ve enazından günde belli bir süre ruhumuzu, zihnimizi ve bedenimizin hızını, doğanın hızına yani normal duruma düşürmeliyiz.
Yoga'nın en önemli özelliği nefes egzersizlerinin çok yoğun olmasıdır. Çünkü bütünlüğü ve farkındalığı; nefesimizin süresini uzatarak, yavaşlatarak yakalayabiliriz.

Çocuğumuzun okula yetişmesi gerekirken yada yoğun geçen iş günümüzün sonunda eve gelip hiç oturmadan hala yapmanız gereken işler varken bütün gün kesik kesik solumuş, bir sevinmiş, bir heyecanlanmış, bir kızmışsınız. Bu korkunç bir tüketim. Sindirilmemiş ve farkında olmadan geçen zaman dilimi.. İşte bedenimizin ve beynimizin bu hızına ruhumuz asla ayak uyduramaz.

Avrupa'dan bir turist kafilesi, Afrika'da bir kabileye tura giderler.
Afrikalı kabile 4 günlük bir sürede sıkıştırılmış programla ve rehber aracılığıyla o bölgeyi gezdireceklerdir. İlk gün kalkılır ve erkenden o günün programına başlanır, gün biter. Ertesi gün yine aynı hızla programdaki yerler gezilir, 2. gün de biter. 3. gün yine erkenden kalkılır kafile hazır fakat afrikalılar yerde oturmaktadır. Geç kalacağız gitmiyor muyuz diye sorarlar, kabileden cevap yoktur. Endişe içinde rehbere soruyu tekrar sorarlar ve rehber kabile adına yanıt verir: "- Ruhlarını bekliyorlar, geride kalmış"

Yani hiç birşeyi tadını çıkararak ,"farkına" vararak ve tam anlamıyla sindirerek yaşamıyoruz. Soluyuşumuzu bile..
Şimdi bir bakın, hiç 10 dk. kadar kısa bir zaman boyunca bile düzenli uzunca nefesler alıp veriyor musunuz?

Yoga kişisel gelişim aracıdır ve bizi hem fiziksel hem ruhsal hem de mental olarak çok geliştirir. Yoga'daki bütün hareketlerin (asana) bir amacı vardır. Bu hareketleri yaptıkça;

- Kan dolaşımı, kalp atışı düzene girer.
- Sindirim sistemi, solunum sistemi düzenlenir.
- Cildimizin rengi değişir ve daha duru olur.
- Kaslarımız güç ve esneklik kazanır.
- Vücudumuzun her yerine kan yani enerji, oksijen ulaştığı için gereğinden fazla yemeyiz ve bedenimiz kendiliğinden uygun hissettiği kiloya düşer.

Bizdeki ruhsal ve mental gelişmeyi ise nefes egzersizleri sağlar. Düzenli ve uzun süreli nefeslerimiz arttıkça;

- Bağımlılıklarımız, alışkanlıklarımız ve ihtiyaçlarımız yokolur.
- Korku, öfke, cinsellik ve reflekslerimiz kontrol altına girer.
- Motivasyonumuz ve yaratıcılığımız artar.
- Beynimizde gereğinden fazla yer tutan herşeyden arınırız.

Bu bütünlüğü sağlamanın bazı koşulları vardır. Bu koşullar bizi düzenler ve rahatlatır.

- Odaklanma, özdisiplin ve kararlılık
- Hareketleri uygulamak
- Vejeteryan beslenme ile temiz bir sindirime sahip olmak, zindelik kazanmak
- Nefesi düzenlemek, bedene dağıtmak ve doğadaki enerjiyi özümsemek
- Yalınlık
- Eleştirel olmamak
- Kendi doğru ve yanlışlarımızı bulmak

Tüm bunları uygular ve yaşamımıza adapte edebilirsek dinginliği yakalamış oluruz.

Devam edecek...

Gizem Tekebaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              11 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mete Kaynaroğlu


Komşu

Her günkü gibi, usulca başladı yine güne. O saatte apartmanda gürültü yapsın istemezdi. Evinin içinde kapıları dikkatle açıp kapar, su sesinin bile gürültü çıkardığını düşünürdü. Sabahları sofrasını titizlikle hazırlar, ayrı ayrı küçük kaplara koyduğu reçelleri, peyniri, zeytini masaya dizer, tabağının kenarına iliştirdiği peçetesiyle öylece kendi halinde ve bir başına kahvaltısını yapardı.

Uzun zamandan beri annesinden kalan bu evde yalnız yaşıyordu. Babası ölmüş, annesi de onun ardından gitmişti sessizce. Hem de ona bir eş bulamadığına yakınarak. Bir ara komşunun kızı ile kısa bir nişanlılık dönemi olmuş, daha sonra kızın ondan ayrılması ile derinden etkilenmiş, bir daha kadınları ve evliliği aklına bile getirmeden, bir de bir kadın bedenine sarılamadan günlerini yaralı bir yürek vuruşuyla geçirmişti. Onun, kendisinden niçin ayrılıp nişan yüzüğünü geri verişini hâlâ anlayamamıştı. Ne zaman aklına bu olay gelse düğüm düğüm olur boğazı, nefes almakta güçlük çeker, akacak olan gözyaşına ket vururdu. Bu durumda bütün mahallelinin kendisini izlediğini bile düşünür, mahallenin sokaklarında utançla yürürdü. Bu yüzden de kimseyle görüşmek istemez, mahallenin dükkanlarından alışveriş yapmayı sevmezdi. Kafasında hep o soruyla yaşadı bütün gençliğinde. Buralardan taşınmayı öylesine istiyordu ki... Az kalmıştı emekliliğine. Bu evi satıp, kim bilir?... Belki de yeni bir yaşama başlayabilirdi bir sahil kentinde.

Titizlikle yaptı sakal traşını, yine hep aynı alışkanlıkla sürdü yüzüne keskin limon kolonyasını. Son kez aynada yorgun yüzüne bakıp gülümsedi. Açık mavi gömleğinin üzerine kravatını taktı, boy aynasına baktıktan sonra üstüne biraz losyon püskürterek ayakkabılarını giyindi. Dış kapıyı yavaşça açıp sahanlığa çıktı, kapıyı kapayarak anahtarı usulca çevirdi kapının kilidinde. Alt kattaki komşu kadının tanıdık parfüm kokusunu her sabahki gibi fark etti. İçine yine tatlı bir heyecan yayıldı. Aslında onunla karşılaşmayı hem istiyor hem de istemiyordu. İkisinin de aynı saatlerde geliyordu servis araçları, ister istemez karşılaşıyorlardı. Apartmanın dış kapısı önünde sanki birbirlerini bekler gibi buluşuverdiler. Kadın, kapıyı açması için erkeğe öncelik verdi, birbirlerine sıcacık gülümseyerek dışarı çıktılar. Arada bir yaptıkları gibi servis araçları gelene kadar caddede yan yana yürüdüler. Bazen kendilerinden çok söz etmeden konuştukları olurdu. O gün çok az konuştular.

Güzel buluyordu bu kadını. Hafif kemikli burnu ona bir derinlik katıyordu. Kısa kumral saçları, ince zarif bir vücudu vardı, bakımlıydı, hafif bir makyajla yetinirdi. Onu fark ettirmeden izlerdi. Dudak hareketlerini, yaptığı esprilere gülümseyişini... Hiç taşkınlık yoktu hareketlerinde. Dizlerinin hemen üzerinde ince bedenini saran eteği, kolunda da elbisesine, ayakkabılarına yakışan renkte bir çantası olurdu. Güneşli günlerde taktığı koyu renk gözlüğü ona apayrı bir hava verirdi.

Akşamları onunla rastlaşmazdı ama hemen oturdukları alt dairede kocasıyla konuşmalarını, bazen kavgalarını duyardı. Böylesine zarif bir kadının kocasıyla bu denli sert tartışmalar yapabileceğini aklı almıyordu. “Şerefsiz!” diye hitap ediyordu bazı akşamlar kocasına. “Sen adam mısın! Eve bir hayrın olmuyor. Ancak içmeyi biliyorsun!”
Bir çocukları olduğunu, Almanya’daki dayısına yolladıklarını yine tartışmalarından öğrenmişti.

Kadın ne kadar bakımlı ise adamın da o kadar bakımsız bir hali vardı. Soluk benizliydi, çok sigara içtiğinden olsa gerek sık sık katılırcasına öksürürdü. Karısı ona sigarayı balkonda içmesini söylerdi hep. Uyumsuzdular, bunu fark edebiliyordu. Bazen bu durum üzerine fikir yürütür, boşanacaklarını bile hayal ederdi. Boşansaydı ne yapardı acaba?...
Böyle anlarda birden bu fikirleri dağıtmak için kendisine bir fincan ada çayı hazırlamaya giderdi. Bazen de içini bir isyan dalgası sarar, “Bir hayal bile kuramaz mıyım?... Bu kadarına da hakkım var sanırım” diye duygularını yatıştırmaya çalışırdı.

Bir gün iş dönüşü apartmana girer girmez onların dairesinde olağan dışı bir şey olduğunu fark etti. Evde sessiz bir kalabalık vardı. Dairelerinin giriş kapısı açıktı. Yoksa... yoksa ona bir şey mi olmuştu? Bir huzursuzluk duydu, içeri girip sormaktan çekindi. Öyle ya, hiçbir şey olmamışsa, herkes ne düşünürdü bu telaşı için. İçindeki sıkıntıyla dairesine çıktı. Birazdan kapısının zili çaldı, gelen üst kat komşusuydu. “Haberin yok galiba, aşağıdaki bu sabah vefat etmiş, hadi gidip bir bakalım” diyordu. İnanamadı duyduklarına. “Kim...kim ölmüş?” diyebildi sessizce.
“Adam kalp krizi geçirmiş evde,” diye sürdürdü komşusu. “Hanımı sabah uyandığında görmüş koltuğun üzerinde...öylece yığılıp kalmış orada, ikindi vakti de defnetmişler, hepimizin geç oldu haberi, cenazeye bile yetişemedik.” Ayakkabılarını ayağına geçirirken sevinmekle üzülmek arası kaldı bir an. Birlikte aşağıya indiler.

Kapıdan içeri girdiklerinde salonda birikmiş, bir tarafına genellikle erkeklerin, diğer tarafında kadınların toplandığı kalabalıkla karşılaştı. Erkeklerle el sıkıştı, kadınlarla merhabalaştı, çoğunu ilk kez görüyordu. İçinde garip bir sıkılganlık oluştu. Kalabalıklardan hoşlanmadığını bir kez daha anladı. Sonra evin hanımı ile karşılaşıp el sıkıştı, başsağlığı diledi, “Çok üzgünüm, yapabileceğim bir şey var mı?” gibisinden belli belirsiz bir ses çıktı ağzından. “Teşekkür ederim sağolun, her kes yeterince ilgileniyor zaten” diye aynı tonda bir yanıt aldı karşısındakinden.

Bu tür durumlarda ne söylenebilirdi ki, bir işe yarıyor muydu, kuşkuluydu. Annesinin ölümünde gelen taziyelerden bunaldığını hatırlıyordu; hatta bazen bunlar acıyı yeniden depreştiriyor diye düşündü. Tanımadığı birileri tarafından kendisine ikram edilen çayı sakince içmeye başladı.

Oturduğu yerden evin hanımını izlemekten kendisini alamıyordu. Şu anda onun gerçek duygularını bilmek için nelerini vermezdi ki ... Hâlâ o narin güzelliğini düşünüyordu. Gözünde bir damla yaş olmaması dikkatini çekmişti. Sessiz, sakin bir kabulleniş vardı yüzünde. Zaman zaman dalıp gidiyor, sonra birisi bir şeyler söyleyince yeniden gerçek dünyaya dönüyordu. Yanında oturan ziyaretçilerin kocası hakkındaki konuşmalarına kulak kabarttı sonra. Anladığı kadarıyla gül gibi işi krizlerle bozulmuş, ardından alkollü günler başlamış. Çocuğu kurtarmak için taa Almanyalara göndermişler. Karısının maaşı olmasa daha da sıkıntı çekerlermiş. Bir yandan da çaylar, kurabiyeler pideler yeniyor tabakların biri gidip biri geliyordu. Laf lafı açıyor hatta bazen hükümetle ilgili eleştiriler bile yüksek sesle yapılıyordu. Bir ara Fenerbahçe’nin maçları neden alamadığı bile söz konusu olmuştu. “Garip!” diye düşündü, "dünyanın haline bakın, dünya işleri çoğu kez insanın yakasını bırakmıyordu ama ölüm gelince hayat dünyanın yakasını bırakıyordu.

Yılgınlık duydu birden. Kendisini yenik hissediverdi. Usulca kalkıp evin hanımına yöneldi, gideceğini anlayınca kapıya kadar geçirdi onu kadın. Bir kere daha baktı kadına, “Ne söyleyeceğimi bilemiyorum,” dedi. Gülümsedi kadın, “Biliyorum, söylenecek bir şey de yok zaten, ilginize teşekkür ederim,” diyerek elini sıktı, öylece durup karşılıklı bakıştılar bir an, bahar meltemleri gibi içi ürperten ılık bir gülümseyişle ayrıldı oradan.

Epeydir karşılaşamamışlardı kadınla, arada bir, “Kapısını çalsam, halini hatırını sorsam” diye aklından geçiriyor, sonra o hep bildik tedirginliği üstüne yapışıp kalıyor, kendince icat ettiği mazeretlerin ardına sığınıyordu. Birkaç ay sonra hiç ummadığı bir şey oldu, apartmanın önünde eşya yüklenen bir kamyon duruyordu. Anlaşılan, taşınıyordu komşusu. Apartmana girdi, bütün cesaretini toplayarak açık olan kapıdan içeri bir iki adım atarak seslendi. Kadını gördüğünde ellerinin titremesine engel olamıyordu. “Taşınıyor musunuz?” diye sordu usulca. Kadın yine o hep bildik sakin gülümsemesiyle, “Evet," diye karşılık verdi, "burada olmak istemiyorum artık.” Adam güçlükle yutkunduğunu hissetti. “Sizi anlıyorum, haklısınız,” diyebildi. Kadın bir ara adamın üzüldüğünü fark etti ve ilk kez şaşkınlıkla ona baktı. Bir anlam vermeye çalışırken, adam elini uzattı, “Size mutluluklar dilerim,” dedi. Kadın, hâlâ üzerinden atamadığı şaşkınlıkla, “Ben de size dilerim... İnşallah yeniden görüşürüz,” diyebildi. Adam usulca dairesine çıktı, sessizce kapıyı açıp eve girdi, kendini eski berger koltuğa yığılır gibi bıraktı.

Aradan bir kış geçti. Bahar mevsiminin ılık bir hafta sonu günü kendini evden dışarı attı. Yakındaki mahallenin ana caddesinde olan bir parkta, kendini güneşin ılık ısıtıcılığına bırakarak oturdu. Kuşların seslerini dinledi bir süre gözlerini kapayarak. Cebinde duran bir dergiyi çıkarıp biraz okudu, sonra semtin ana caddesinde yavaş yavaş yürümeye başladı. Balıkçı dükkanlarındaki mevsimin son balıklarına baktı. Almayı düşündü bir an, sonra yapmış olduğu bir haftalık yemeği düşününce vazgeçti. Fırından bir ekmek aldı, güneşin artık çekildiğini, havanın serinlediğini fark etti. Eve dönmek için caddenin karşı kaldırımına geçip bir sokağa sapınca, karşıdan gelen komşu kadını gördü, bir adamın koluna girmiş, yavaş yavaş yürüyorlardı. Birbirlerinin yanından geçerken kısa bir süre bakıştılar, kadın hafifçe başını öne eğdi, kızarmıştı. Adam epeyce yürüdükten sonra tam göğsünün üstünde bir ağırlık hissetti. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Önce derin bir nefes almayı denedi, olmadı; bir o yana bir bu yana yalpalayıp yere yığıldı. Karşıdaki bakkal kendisine bakıyordu. Derin bir nefes daha almayı denedi, yine olmadı. Sırt üstü uzanıp gök yüzüne baktı, masmaviydi. İçinden, “Spartaküs... Spartaküs... kendine gelmelisin, ayağa kalk, ayağa kalk!” diyordu belli belirsiz ve sanki uzaktan birisi sesleniyordu. Burnundan biraz kan aktı.

Gök mavi...
Kan kırmızı...

Mete Kaynaroğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,569,569,569,569,569,569,569,569,569,56
              9 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.362 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


CEZA

Kıracağım ellerim sizi
Söz dinlemediniz
Selam yollayıp okyanus ötelerine
Beni bir kıymet bilmeze rezil ettiniz
Ama and olsun ki
Donup kalacaksınız!
Bir daha ki emre kadar
Saklanacak delik arayacaksınız
Kıpırdanıp durmayın öyle
Siz iki yaramaz kelebek
Sonunda iki yanıma düşecek
Uğunup durmayın öyle
Beni katil edeceksiniz
Avutamam sizi durmadan
Uymayın ne beynime ne yüreğime
Suç ortakları sizi
Ben biliyorum bu işin sonunu
Bari siz üzmeyin beni!

Yıldız Sırma

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Kayıklar kiralık!

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


Sitede çağımızın vebası diye nitelendirilen insulin direnci yazısı oldukça ilginç. beslenme alışkanlıklarımızı gözden geçirmekte fayda olabilir daha sağlıklı bir yaşam için. http://www.beslenme.bulteni.com/ gerçi doktorları kızdırması olasılığı olan yazılar da yok değil sitede, ne yapalım suya sabuna dokunmadan da olmuyor işte...

Sezen Aksu’yu ve tarzını sever misiniz? Ben bayılırım. Yeni albümü de çıktı. http://www.sezen-aksu.com/bahane.html ... Kimsenin kendisine veremiyeceğini bildiği halde bize hediye edilen, Sevgiler, sevgililer, özlemler, ayrılıklar, kavgalar, çelişkilerle dolu, Bize 'Sen ağlama dayanamam' diyen, hele hele bizim onun ağlamasına hiç dayamadığımız 30 yıl...

Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.

Çocukluğumuzda en azından bir çokumuzun sokaklarda hangi oyunları oynadığımızı hatırladığımızı varsayıyorum. Saklambaç, çelik çomak, dekman, misket, vs... Özellikle misket yöreye göre değişen ismiyle bazen zıpzıp, bazen cillop ve hatta bilye ismini alabiliyor. Hangi isimle anılırsa anılsın hep aynı zevki vermiştir. http://marblealan.com/ kısa yolunda dünya üzerindeki bazı meraklı ve üreticilerin, ürünlerinden ve yorumlarından örnekler görebilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Thunderbird 1.0 [5.73 MB] All Windows Free
http://download.mozilla.org/?product=thunderbird&os=win&lang=en-US
Outlook Express'in yetersizliğinden şikayetçi iseniz ya da MS Outlook'un sadece bir kısmını kullanıyorsanız bu eposta programını mutlaka kullanmalısınız. Mozilla tarafından geliştirilen Thunderbird, tarayıcısı Firefox'la birlikte vazgeçilmez olmaya aday. Alışkanlıklarını değiştirmek ve geliştirmek isteyen her internet kullanıcısına tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050223.asp
ISSN: 1303-8923
23 Şubat 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com