ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 696

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 8 Mart 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Bayanlar, Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun!..


İyi haftalar,

ABONE OL! Başlığı görüp bana kızmayacak kadının kadınlar günü nesine? Şu sıfat mı zamir mi her neyse bir türlü silkinemediğiniz "Bayan" sözünden kurtulmak için tencere tavalarınızı alıp sokaklara düşün ey kadınlar. Bir kere temelden yanlış. Bayan!.. Sanki baymayanı varmış gibi:-)) Şaka şaka, sizler bizim canımız, sizler bizim anamız, bacımız, baş tacımız, sulanası çiçeğimiz, öpülesi elimiz, kadınlarımızsınız. Size bir gün değil her gün helal olsun, size her gün bayram olsun elma şekerlerimiz.

Sabah sıkışmış tarafikte eğlenmek için kanallar arası zaptırı zupturu geziyorum, tak biri beni böğrümden yakaladı.

- Hayri canım, yakışıklı mısın?
- Ayıp ettin abla, bebek Hayri derler bana ayıptır söylemesi.
- Abla senin anandır Hayri, küçülde cebime gir.
- Hatta mısın kız Hayriye? Bak odun modun ama yakışıklıymış. Sen kendini tarif et bakalım.
- 1.70 boy, 60 kilo, sarışın, ela gözlü, bakımlıyımdır.
- Uff... Şey Hayriye akşamları çıkabiliyor musun?
- Yok ben ev kızıyım ancak bakkala giderim ama haftasonları kaçarım.
- Ooo iyi iyi.. Hayriye isterse ben çıkmak isterim.
- Tamam be şekerler, ben de sizi günün çifti ilan ettim. İlk buluşmadan sonra beni arayıp bilgi vermeyi unutmayın haa.. Şimdi size sırada ki parçayı gönderiyorum, bu sizin şarkınız olsun, Ebru Gündeş'den "Ben seçilmem seçerim..."

Vallahi de billahi de aynen böyle bir konuşma. Tamam televizyonda anladık, kanıksadık, küfrettik ama radyoda da böyle bir program olabileceğini inanın aklımın ucuna bile getirmemiştim. Yazık bu gençlere yahu yazık. Kur yapmayı, göz süzmeyi, laf atmayı, tokat yemeyi, çimdik atmayı, herşeyi unutmuşlar, ya da hiç duymamışlar. Çareyi çöpçatan programlarında arar hale gelmişler. Vay anasına sayın seyirciler. Bugün kadınlar bir araya gelip bu konuyu masaya yatırsalar hiç fena olmaz. Masaya yatan konunun başlığı "Nerede bizim delikanlı erkeklerimiz?" olmalı yalnız.

...
Dergimizin 2. sayısının çalışmaları başladı. İlk sayının dağıtımı ve satışı da sürüyor gayet tabi. Bu arada dağıtım kanallarımızdaki aksaklıklara da çareler üretmeye çalışıyoruz. Ancak dün aldığım bir ihbar beni mahvetti arkadaşlar. Trabzon'da arkadaşlarını Abonet aracılığıyla dergimize abone yapan bir can dostumuzun bildirdiğine göre, dağıtıcı arkadaşlar teyid almak için aboneyi arıyorlar:

- Size bir dergi var, teslimatta ödemeli, getirelim mi?
- Ne dergisi?
- Arçelik?!?!?!?!?!?!?!?
- Yok biz Arçelik'ten dergi falan beklemiyoruz, istemeyiz.

Bunun üzerine dergi istenmiyor diye iade ediliyor. Daha sonra abone Aboneti arayıp dergisinin akıbetini sorunca durum anlaşılıyor. Artık o anda karşılıklı neler hissediliyor bilmiyorum ama bu olayı duyunca ben koltuktan düşüyordum. Dergimizi henüz görmeyenler için söyleyeyim, arka kapakta Arçelik kahve makinasının ilanı var. Yaa!.. Bana göre bu yepyeni bir Temel fıkrası, sizce?

...
Efendim bugün günün anlam ve önemine binaen rahmetli Tanju Okan'ın o davudi sesiyle bizlere sevdirdiği bir şarkıyı sizlere dinletmek istiyorum, "Kadınım". Tüm kadınlarımızın gününü tekrar kutluyor, hepinize güzel bir gün diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

15 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


O Genç Bir Kadındı.

O 19 yaşında genç bir kadındı. Maalesef adını hatırlamıyorum.

Bir başlangıç yapmanın zor olduğu anlarda yardıma koşan bir şey olsa. Bir cümle, bir şarkı ya da bir telefon sesi...
Bu bir bekleyiş mi?
Kadını kadınca anlatabilmeyi bekliyorum.
Norveç'te, Almanya'da, İtalya'da, Japonya'da, Hindistan'da, Şili'de, Kongo'da kadın olmayı...
Bilmiyorum.
Şu an yaşadığım ülkedeki kadından, doğduğum ülkedeki kadına bakıyorum.
Gördüklerim mi?

Geçen sene, yanılmıyorsam Haziran ayına denk gelen günlerde, internet gazetelerinden birinde, 19 yaşında intihar eden genç bir kadının öyküsünü okumuştum. Tam da Thelma ve Louise filmini yeniden izlediğim bir zamana denk gelmişti.
O gün yazdıklarımı bugün paylaşmak istedim.

Sinemada kadın konulu filmler vardır da, iki başrol oyuncusu da kadın olan film pek enderdir sanırım. Ya da ben yanlış hatırlıyorum.
1991 yapımı olan filmin öyküsü basit ama akılda kalıcı, gündelik ama önemsenmesi gereken, kadınsı ama şiddeti barındıran.
Seyretmeyenler için konuyu kısaca anlatayım istedim; "Kendimce" anladığım haliyle…
Susan Sarandon'un oynadığı bir lokantada çalışan ve orta yaşlı özgürlüğüne düşkün Louise ile Geena Davis'in canlandırdığı ev kadını arkadaşı Thelma bir hafta sonu kaçamağı yapmak isterler. Kendi başına yaşayan ve yaşça daha büyük olan Louise'in arabasına atlayıp kendilerince bir hafta sonu tatili geçirmek için yola çıkarlar. Kocasının baskısından bunalmış Thelma, bir anlamda zincirlerini kırarak evde neyi var yoksa toplayıp Louise'in tatil fikrine ortak olur. İki kadın da hem bir şeylerden kaçmak, hem de biraz erkeklerden uzaklaşmak için yola çıktıklarında bence tek bir şeyi unutmuşlardır. Kadın olmaktan kaçamayacaklarını. Bir otoyol barında eğlenmenin bedeli tatillerini başlamadan bitirir. Thelma'nın dans ettiği adamın şiddetine maruz kalması, Louise'in onu vurması ile başlayan kaçış bir uçurumda son bulur. Kaçarken Brad Pitt'in ilk defa beyazperdede dikkat çektiği genç adam karekteri tarafından dolandırılmaları, bir tanker şöförünün sözlü tacizine uğramaları…da cabası olarak filmi ivmelendirmiştir.
Film, erkek bir yönetmen elinden çıkmış (en son Kara Şahin Düştü filmini izlediğim Ridley Scott)olmasına rağmen, bence kadınca durmayı başarabilmişti ve iki kadının arabalarını uçurumdan yuvarlamaları ile son buluyordu.
Kadın karakterler yerine erkek kahramanları koyduğunuzda da sonu böyle bitmeyecek bir film olsa gerek.

Bu filmi her seyredişimde hafif bir isyan başlar bende. İçimdeki kadın sesini yükseltir, cümlelerden yardım ister ve birşeyler anlatmaya çalışır.
Geçen yıl gazetede 19 yaşında bir genç kızın intihar haberini okuduğumda da sesli cümleler kurmuştum kendi kendime.

Kadın ya da erkek olmamızın dışında, tamamen toplumsal dayatmaların ve içinde yaşadığımız ülke şartlarının yapılarının esasına göre belirlediğimiz hayatlarımız hep başkalarına bağlı. Bu bağımlılık şartlı ya da şartsız olarak her an karşımıza çıkabiliyor. Kendi kararlarımız ve kendi seçimlerimiz gibi duran en basit tercihlerde bile aslında biz yokuz.
İşte böylesi durumlarda bebekleri gözlemlerim. En özgür seçimleri yine onların yaptığını görüyorum. Kendi haline bırakılan bir bebeğin ağlamaları ile kendi seçimlerini nasıl yüksek sesle haykırabildiğini ve hayatının ilerleyen aşamalarında bu bence içgüdüsel özgürlüğünü çevresel dayatmalarla kaybettiğini düşünüyorum. Bir bebek olmanın tadını iyi ki yaşamışım.

İşte O da böylesi özgür bebeklerden biriydi. Daha 19 yaşında ailesinin zorlamasıyla kendinin iki katı yaşındaki adamla evlendirilmeye zorlanmasaydı kaç özgür bebeğe hayat verecekti. Bir üçüncü sayfa haberi olarak düştü manşetlere, bacak gösteren mankenlerin yanında üç beş sütuna. Okuma yazması olmadığı için intihar etmeden önce yaptığı resimle veda etmişti hayata. Uzun bir yol, bir mezar, biri babası birisi kocası olacak iki adamı anlattığı sanılan iki kara adam figürü yanında sessizce gözyaşı döken elinde çiçekler tutan kadın annesi. Okuma yazma bilseydi daha farklı mı olacaktı anlatacakları? Bilinmez. Yine üç beş satıra sığacaktı belki isyanı. Bu sefer üçüncü sayfa haberi bile olmadan gizlice gömülecekti intihar utancı içindeki ailesi tarafından. 19 yaşında solan binlerce çiçek gibi sessizce gömüldü bahar yağmurlarında.

İşte böylesi çelişkilerle dolu bir ülkede yaşıyoruz. Bir yanda kendi kızı yaşında genç kızlarla evlenen adamların programlarına bakarak eğlenirken, kendi kızlarımızın geleceklerini yok edebilecek kararlar alabiliyoruz. Niye doğuruyoruz? Niye doğurtuyoruz? Bir somun ekmeğe talim edip, bir fazla kaşık daha eklemek için mi sofraya. Biraz daha büyüyünce kızsa anaya, oğlansa babaya destek çıksın da yüklerimiz omuzumuzdan insin diye mi?
Zaten bedava yaşarken bedava umutlarımız varken ve bedava bile olmayan bir geleceğimiz yokken daha fazla töre cinayetleri, genç kız intiharları, tecavüz evlilikleri ve bedava ölümler olmasın diye nereye başımızı vuracağız.
Taşlara mı, değişen sosya ekonomik yapıya mı, birbirinden ilginç kararlar alan yöneticilere mi, köşe kapmış gazetecilere mi?

Bugüne bakıyorum. Bir seneye yakın bir zaman geçmiş. Değişen bir şey olmuş mu? Üçüncü sayfa haberleri hala aynı, televizyonlara evlilik tacirlerini ekledik, Kadın olmayı, kadın sorunlarını tartışacak TV analarımız var artık!!!

Yaşadığım ülkenin gazetelerine bakıyorum. Kadın adına sevindirici haberler de var
Ama gerçekler hala acıtıcı.
"Parlemento'ya Kasım 2004'de sunulan tasarılardan birinde kadınlara, özellikle de evli ya da sevgilileri ile birlikte yaşayan kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi konusunda çalışmalar yer alıyor. Bu konuyla ilgili yapılan çalışmalar doğrultusunda, Fransa'da 2000 yılının Mart ve Temmuz aylarında 20 ıle 59 yaş arasındaki 7000 kadına sorularak yapılan anketlerde %10 unun son 1 yıl içinde eşi ya da sevgilisi tarafından şiddete maruz kaldığı anlaşılmış. Diğer Avrupa ülkelerinde de anket yapılan 20 000 kadının yaklaşık %20sinin şiddet gördüğü ortaya çıkmış. "

O da yaşasaydı, daha farklı bir yerde olacak mıydı?
Değişen ya da değişmeyen sadece O'nun kaderi…


SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
              11 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Derya İzbul


Bedri Reis

Sevgili Bedri Reis; bizi keşke bırakmasaydın.. Sen gittikten sonra artık bu sulardan tekir mekir çıkmaz oldu.. Kanalın yerini artık hepimiz iyice öğrenmiştik.. Sabahları senin kayığını göremesek de öğrettiğin kerterizlerle kanalı yine buldurduk. Ama çaparilerimizle önce dibi bulup sonra iki kulaç yukarı, bir kulaç aşağı ne kadar ararsak arayalım olmadı. Birkaç şaşkının dışında istavrit cemaati bize küstü. Hele o fişek gibi kolyozlar hiç görünmedi sen gittikten sonra.

Hani gece hava patlardı. Biz duymazdık, sen duyardın. Sabah kalktığımızda sandalları kumsalda, güvende bulurduk. Sen de kayıkhanenin önünde oturuyor olurdun da, kızardın bize, hatta küfür bile ederdin. "Ulan bi daha herkes kendi sandalına mukayyet olsun, bi daha çekerim kendi kayığımı başkasına karışmam" derdin.. Sonra da eklerdin; "Aslında bırakacaksın parçalansın ama ah şu kayıklara acımasam…"

Hava patlayınca yine sen koşardın ilk önce denize. Eğer yataklarımızdan kalkabilmişsek gecenin karanlığında, sandalların arasında beyaz uzun bir don görürdük önce, başka da hiçbir zaman pantolonsuz görünmezdin. Bütün kayıklar denizden toplandıktan sonra küfürlerle eve giderdin. Yataklarından kalkabilmiş olanlar için taktir yerine geçerdi bu küfürler.

Sonra kayıkları kuma çektiğimiz geceyi takip eden birkaç gün yağmur yağardı. Ağlarını elden geçirirdin yağmurlu günlerde kayıkhanenin önünde. Ara sıra da gökyüzüne doğru bakıp ayıp ve günah şeyler söylerdin, "dibi delindi" falan derdin. Kızardın çok yağan yağmura.

Biz çocuktuk o zaman, sen emekli balıkçı. Ramazanlar, bayramlar yaza rastlardı. Elini öpmek istemiştik bir bayram. Vermemiştin elini. "Kim oruç tuttuysa onun elini öpün" demiştin. Bir daha yaklaşmadık bayram sabahlarında yanına. Zaten sen ne kadar izin verirsen o kadar yaklaşabilirdik sana.

Yine bulutların aralanmadığı, yine yağmurun kumdaki kayıklarımızı yıkadığı günlerden birinde elinde bir çifteyle belirdin kayıkhanenin önünde. Yanında da bizim Zühtü vardı; sitenin köpeği. Bizi bir türlü balıkçı yapamadın ama çomar Zühtü'yü av köpeği yapmışsın. Ne zaman fırsat buldun, ne ara konuştun onunla, nasıl ders verdin anlamadık. Alçaktan uçan bir martıya ateş ettiğinde Zühtü'nün koşup yaralı kuşu denizden almasına şaştık kaldık. Cebinden keskin çakını çıkarıp ruhunu teslim etmesine yardımcı oldun martının. Ve Zühtü'nün başını okşadın. O martının tüyleri de sırf senin değil hepimizin çaparilerine yetti o yaz.

Poyraz erken başlamıştı o gün. Öğleyi bile beklememişti. Kanaldan dönüşte küreğin birini havaya dikip üstüne kayığın brandasını bağlamıştım. Öbür küreği de dümen yaptım. Acayip bir yelkenim olmuştu, poyrazla beraber akıp gidiyordum kıyıya. Kayığınla yanımdan geçerken "ne oldu" diye sormadan ip atmıştın bana. "Motor bozuk değil, ben yelken yapıyorum" diyemedim sana. Anlatamayacağımı düşündüm yelkeni balıkçıya. Yedeğinde çekmiştin o gün beni kıyıya kadar. Daha sonra sen öğle uykusundayken açmıştım hep brandadan yelkenimi. Aslında anlatsam anlardın mutlaka ama kulakların ağır işitiyordu. Çok bağırmak, herkese duyurmak gerekiyordu sana anlatılmak istenen şeyleri.

70 yaşında mıydın o zaman sen Bedri Reis? 5 sene mi 10 sene mi oldun hayatımızda? Ben şimdi senin balıkçılıktan emekli olduğun yere yakın oturuyorum. Arnavutköy'de hala tanıyanlar var seni. Berber Adil mesela. Emekliliğinde yazlarını geçirdiğin yerde, Zühtü'nün senden avcılığı, bizim de öğrenebildiğimiz kadar balıkçılığı öğrendiğimiz yerde Yalova'da artık ne o zamanki kayıklar kalmış, ne kıyıda kızaklar, ne denizde tonozlar.

Hani ayrılığımızın yaklaştığı senelerden birinde doktor akşamcılığı yasaklamıştı da, sen de iki kadeh akşam rakısını öğle yemeğine kaydırmıştın, öğle şekerlemesi uzadığı için kayıkhaneye uğramadan akşamüstü doğru gazinoya giderdin, hiç oyun oynamazdın, oynayanlara da kızardın ya. Onlar hala orda oynuyorlar. Kayıkhanenin kapısı bazı yazlar bir kere bile açılmıyor. Kime sorsam, "balık mı kaldı denizde" diyor. Keşke bir gün çıkıp geliversen Bedri Reis, açsan kayıkhanenin kapısını, teker teker atıversen kayıkları denize. Balığın şimdi nerde olduğunu göstersen bize. Keşke geliversen.

Derya İzbul
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,149,149,149,149,149,149,149,149,14
              7 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Neşe Gürünlü


YÜREK SIZISI

Bir annenin günlüğünden…

Ben 34 yaşında bir anneyim…

Zaman öylesine geçiyor ki acımasızca
Bohçaladım tüm anılarımı, koydum sandığa...
Niye mi?
Çünkü yürek yitik,
Yürek tutsak her çaresiz çırpınışa...

Bebeğimi kucağıma aldığımda nereden bilebilirdim ki farklı olduğunu. Önceleri her şey normaldi. Bir buçuk yaşına geldiği zaman bir gün aniden yüzünde ve tırnaklarında morartılar başladı. Çok halsizdi, hemen doktora götürdüm. Bana havale geçirdiğini söylediler. Elime birkaç kutu ilaç vererek acilen Cerrahpaşa Hastanesi nöroloji bölümüne gitmemi önerdiler. Gittim, birkaç tahlil, elektro derken epilepsi tanısı koydular ve depakin damla vererek tedaviye başladılar. Ama yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Çok sinirli, çok hareketliydi. Yerinde duramıyordu, göz göze gelmiyordu, iletişim kurmuyor ve hiçbir şeyden zevk almıyordu. Yaşıtları konuşurken, o; birkaç cümle kurabiliyordu. Sürekli kaçıyordu, nereye gittiğini bilmeden. Yalnız kalmayı seviyor, kalabalıktan hoşlanmıyor, kuralları hep kendisi koyuyordu. Kısacası, davranış bozukluğu olan bir çocuk haline gelmişti.

Zaman acımasızca ve hızla akıyordu. Oğlum haftanın iki günü sürekli ateşleniyor havale geçiriyordu. Biz ise o doktor senin bu doktor benim söylenilen, tavsiye edilen her kuruma müracat ediyorduk. Üzüntü ve göz yaşından başka yapabileceğimiz çok fazla da bir şey yoktu. Oğlum bu şekilde üç buçuk yaşına gelmişti. Sonunda Doktorumuz bizi psikiyatri bölümüne yönlendirdi. O gün hayatım boyunca unutamayacağım bir gündü ve unutamam da. Doktor; "Çocuğunuz zihinsel engelli, okula gidemez" ve buna benzer şeyler söyledi. Bu da neydi şimdi? Hani epilepsiydi, bu da nereden çıktı? Zihin engelli neydi ki? Yok canım, benim çocuğumda böyle bir şey olmazdı. O anda kafamdan neler geçti anlatamam. Ailemizde böyle bir şey olmadığından ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı bilemiyorduk. Nerelere başvurabilirdik, neler yapabilirdik. Hiçbir şey bilmiyordum ve sudan çıkmış balığa dönmüştüm.

Hani umudun haberini vermişlerdi... Nerede?
Peki ya siz
Var olmakla kahrolmak arasındaki çelişkiyi bilir misiniz !
Evet ömrümün bir çok yanıtı verildi,
Giresun' dan İstanbul' a yola düşülürken,
Otistik teşhisi konuldu.
Seçmen kütüklerinde bile,
Özürlü damgası vuruldu.
Kısacası usulsüz bir bedel ödendi;
Yavrumun bedeninden misli bir bedel…
Varsın olsun !

Doktorlar özel eğitim alması gerektiğini söylemişlerdi. Nerede alacaktı, nasıl alacaktı bunları araştırmaya başladım. Gördüm ki bu işler geçekten de çok zormuş. Önce özel eğitim veren bir öğretmenle tanışıp haftada iki gün 45 dakika ders aldırmaya başladım. Bu arada bana da evde neler yapacağıma, nasıl davranacağıma dair bilgiler veriyordu. Özel eğitim okuluna başlaması için, tanısının konulması gerektiğini öğrendim. Beni, önce rehberlik araştırma merkezine yönlendirdiler. Burada teste girmiyor onun için her hangi bir yere yönlendiremeyiz diyorlardı. Böylelikle tam 4 senemiz geçti. Boşu boşuna geçen 4 sene. Sonra beni Çapa çocuk psikiyatrisine yönlendirdiler. Orada ilk girdiği testte otistik tanısı koydular; ne olduğunu anlayamamıştım. Otistik nasıl bir engeldi. Kitap araştırmaya başladım, bulamadım. Elimde hiçbir bilgi yoktu. Neden bunlar benim başıma gelmişti ki neden ben...

Sonra ben sessizliğin sesi oldum, kent meydanlarında.
Ben, çarpan yürek vuruşu oldum,
Küçük kanaryanın kanatları arasında.
Bir bakın şu sevimli yüzlere...
Ne kadar çoğalmışız değil mi?
Ne ala çoğalırken kırık gülüşlerde…

Nihayet özel eğitim okuluna başlamıştı yavrum. Okula başladığı ilk gün okulda gördüğüm manzara karşısında hayrete düştüm. Meğerse ne çok aynı durumda olan yavrucak varmış. Demek bu acıyı yaşayan yalnız ben değilmişim. Nice anne benimle aynı kaderi paylaşıyormuş. Okuldaki öğretmenler branş olarak özel eğitim öğretmenleri değillerdi. Ama ellerinden geldiği kadar bir şeyler yapmaya çalışan yardımsever öğretmenlerdi. Bir sene böyle geçti. Daha sonra okulumuzu değiştirdik. 2000 yılında Ergun Baylav Zihinsel Engelliler okuluna başladık. Başladık diyorum çünkü yeni yapılan okulda, okul kurucusuyla ve bir kaç anneyle beraber dernek kurduk. Gönüllü olarak çalışmaya başladık. Çok heyecanlıydım. Her gün okula gitmeye başladım. Ne güzeldi orası bir bilseniz… 110 tane zihinsel engelli çocuk ve anneleri...

Yaptığımız faaliyetler ilk önce okulun finansmanını sağlamaktı. Bunları da geceler düzenleyerek kermesler yaparak sağlamaya çalıştık, gelen gelirle okulun ve çocukların ihtiyaçlarını karşılamaya başladık. Onlara mont, ayakkabı, pantolon gibi hediyeler aldık. Onların gözlerindeki ışıltıyı yüzlerindeki o masum ifadeyi, saflığı, görmenizi isterdim. Çok olmuştur böyle zamanlarda gözyaşı döktüğüm. Çünkü onlar o kadar temizler ki başkalarına karşı içlerinde hiç kötülük ve kin beslemezler. Onlara ister ev verin ister araba dönüp bakmazlar bile. Çünkü onlar için en değerli şey sadece sevgi ve şefkattir.

Hangi ana ağlamaz? Hangi ana sızlamaz?
Kokusuna tiryaki olduğum yavrumun yürek sızısına
İşte...
Uykuların en derin yerinde,
Minik serçenin kanatlarında,
Oğlumun düğünü,
Yarinin dönüşü.
Kızının kına türküsü olacağım kanayan yaranda.

Benim en büyük amaçlarımdan biri ise engelli çocuğu olan bir aileyi doğru yolda yönlendirmek. Deneyimlerimden yola çıkarak yapmaları gerekenler konusunda şunları önerebilirim: İlk iş önce devlet hastanesine gidip çocuğunuzun tanısını koydurup sağlık raporu çıkarttırmak. Daha sonra bağlı bulunduğunuz ilçenin rehberlik araştırma merkezine gidip test yaptırmak. Burada testin sonucuna göre çocuğunuzu seviyesine uygun evinize en yakın bir okula yönlendirirler. Ayrıca SSK'ya bağlı olan bireyler de alacakları bir raporla haftada iki gün, 45 dakikadan ibaret uygun durumdaki özel okullarda eğitim aldırabilirler. Bu düzenli eğitimler sonucunda epey bir yol katedilebiliyor. Önemli olan doğru zamanda doğru yerlere başvurmak ve boşa zaman geçirmemek. Hala tam anlamıyla ne olduğu bilinemeyen ve kesin çözümü de olmayan bu durum, ilgi, şefkat, düzen ve yardımsever kişilerin maddi manevi desteğiyle en olumlu düzeylere getirilebiliyor. Bu düzey neler mi? Oğlum Özgür boşu boşuna geçen dört yıldan sonra ve doğru zamanlarda doğru yerlerde olamamanın getirdiği aksiliklere rağmen, şu an 14 yaşına geldi. Eğitimine devam ediyor ve bir çok şey öğrendi. Neler mi bunlar? Mesela andımızı ezbere okuyor, istiklal marşını söylüyor, öğretmeni sınıfa girince ayağa kalkıp günaydın demeyi biliyor. Ve bunun gibi bir çok şey. Kısaca yavaş yavaş her şey rayına oturuyor. Bu ilerlemeyle sanırım çok güzel seviyelere de gelecek.

Şunu çok iyi biliyorum ki oğlum Allah'ın bana verdiği bir lütuf. Çünkü bana sabrı, şefkati, daha çok sevgiyi, her türlü olumsuzluğa karşın onurlu bir şekilde yılmadan, umutsuzluğa kapılmadan mücadele etmeyi öğretti. İyi ki varsın sevgili oğlum. Ve sen oğlum, benim hayatımda sahip olabileceğim en değerli varlığım, yaşama sevincimsin...

Sevmek gitmek değildir... Asla !
Ben senin bu gününüm, yarınınım yavrum,
Haberin ola !...


Neşe Gürünlü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,909,909,909,909,909,909,909,909,909,90
              20 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Alparslan Zengin


DÖNSEN?

Neler yapıyorum şu aralar bir bilsen. Ne aklım kaldı ne hissim. Bir tek buhran... O da ne idüğü belirsiz cinsinden. Bir geliyor bir gidiyor. Cehenneme kadar yolun var diyorum arkasından. Ama ne fayda ki cehenneme bile gitse bir yolunu bulup çıkar gibi geliyor bana.

Ara sıra yanımda olmanı istiyorum. Sensiz çok boşum sanki. Oysa bana hep kendi derdime deva olmamı söylerdin. Bunu isterken gelip kızacakmışsın gibi geliyor bana. Kulaklarımı çekeceksin diye bekliyorum aklıma her gelişinde. Keşke çeksen şöyle hafifcene. Canım yanmaz eskisi gibi korkma.

Bu akşam yine tek başıma nargile içtim. Ne çok kızardın sen böyle yapmama. Yalnızken dumanlana kadar çekiyorum diye az azar yemedim hani senden. Bugün de öyle yaptım. Sırf sen gel de bana kız diye. Ne çok özlemişim bana kızmanı?

Bir çocuk gördüm sonra. Barınak edinmişti bir türlü bitmek bilmeyen öğretmenevinin inşaatını kendine. Oturdum yanına. "Kimin kimsen yok mu seni?" dedim. "Olsa burda işim ne be abi?" dedi. Sesi acıklı ama gururluydu. "Ne yiyip ne içiyorsun öyleyse?" dedim. Aldığım cevap ders kitaplarına yazılacak cinstendi. "Ne olcak be abi. Arkadaşlar ne bulup getirirse. Bazen de Hacı Bakkal'ın çırağı bişeyler getiriyor. Bazı geceler umudu katık ediyoruz çöpten çıkan bayat ekmeğe. Geçinip gidiyoruz işte." Durup kendime baktım bir an. Sensizlikten başka derdi olmayan bana... Karnı tok sırtı pek bana...

Sevmek zordur derdin ya hep; haklıymışsın. -Haklılığı hep sonradan görülenlerdensin sen de.- Hatırlıyorum da bir keresinde "Sevgi ateştir. Körüğü nasıl kullanacağını bilmelisin. Az üflersen yakamazsın. Ne dumanı kalır ne isi... Çok üflersen harlanır; yangın olur, kavrulursun." demiştin. Ben körüğü kullanamadım yazık ki. -Ne demeye çekip gittin sanki şunu bana öğretmeden.-

Sınırlarını bilemedim hiçbir zaman aşkın. Alabildiğine yürüdüm yasak topraklarda gözüm kapalı. Nasılsa duvarlar olurdu sonunda; toslar dururdum nasıl olsa. bir sıra tel bile çekmemişler oysa. Gelsen de göstersen diyorum nerde durmam gerektiğini. Ne dersin?

Biliyorum dönmeyeceksin...

Alparslan Zengin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,007,007,007,007,007,007,00
              6 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Kamuran Bulgurcuoğlu

 Arabesk : Kamuran Bulgurcuoğlu


   Eskiyi Taze Tutma Telaşı

10 yıl kadar öncesi, Bodrum'da geçirdikleri o kışı hatırladı bu sabah kahvaltıyı hazırlarken. Daha dün gibi aslında ama, Bodrum'daki mutat haftasonu kahvaltılarımız ne kadar da uzak ve yabancı geliyor bana şimdi, diye düşündü. Başkalarının yaşadığı bir öykü gibiydi o döneme ait hatıraları.

Gündüzleri şantiyede hiç nefes almamacasına çalışıp, geceleri de, artık iyice boşalarak gerçek (?) müdavimlerine kalmış Bodrum'u yaşadıkları eski günlerdi… Haftasonlarında öğleye kadar uykuya iyice doyar, sonra da Bodrum Kale'sinin eteklerindeki yat limanına nazır kahvelerden birinde aheste aheste kahvaltı eder, sonbahardan kalma ılık güneş gözkapaklarını yeniden ağırlaştırana dek, haftasonunlarında bereketlenen gazete sayfalarında uzun uzun göz gezdirirlerdi.

Arka fondan Mazhar Alanson'un Bodrum şarkısı duyulsun:
Uykuuuu biraz duyguuuuu,
Bütün isteğim buydu
Bodrum Bodrum…

Ağırlaşan gözkapaklarının niyetini biri farkına varır varmaz "Buradan nereye gidelim ?" ile başlayan ve onlarca dakika sürecek bir tartışma koyardı ortaya. Sonra, genellikle Gümüşlük'e gitmeye karar verilir, yolda da en sık 'This is the Road to the Hell' (Bu cehenneme giden yoldur) parçası dinlenirdi.

Gümüşlükte ne yapılır ? Güneş denizin dibini boylarkenden başlayarak, ay semada iyice yükselene kadar içki içilir, balık yenirdi. Eğer mevsimlerden kış ise, gidilen yerde illa ki bir iki arkadaşa rastlanır ve tadına bir türlü doyulamayan muhabbet, ancak ve ancak Mavi Bar'da şöminenin karşısında Nescafe ile birlikte konyak içmeye gitmek üzere bölünürdü.

Işte o gün, öyle günlerden biri daha yaşanmıştı. O dönemdeki bütün haftasonu sabahlarında (tamam, kabul, öğleden sonrasında) yaptıkları gibi yine Bodrum Kale'sinin eteklerindeki yat limanda uzuuun uzun kahvaltı edilmiş, haftasonunda bereketlenen gazete sayfalarına gözler gezdirilmiş, gözkapakları yeniden ağırlaşmaya başlarken, içlerinden biri "Buradan nereye gideceğiz" diye sormuştu. Yine Gümüşlük'e gidilmiş, bu kez ise orada rastlanılan kişi Zafer Abi olmuştu. Yiyecekleri balıkları seçip, içeceklerini söyledikten ve tavşan adasına denizden yürünerek gidilebilen geçite en yakın masaya yerleştikten sonra o günü özel kılan şeyi öğrendiler. Zafer Abi açık kalp ameliyatı olmak icin o akşamın sabahına karşı Ankara'ya yola çıkacakmış. Meğerse biraz kendiyle kalmak için bugün yalnız takılmak istemişti. Tam da kendi kalabalığından bunaldığı anda, üstelik de çok sevdiği o iki çocuk'u (!) görunce hemen yanlarına gitmişti. Ona rastladıkları için sevindiklerini gözlerinden okuyunca da içi rahatlamış ve bugünkü rakı şişesine onlarla olta atmaya karar vermişti.

Içeriden kızı seslendi: "Anneee, kahvaltı hazırsa babamı kaldırayım mı ?" Cevaplar:" Kruvasanlar henüz fırında, 6-7 dakika daha bekleyeceğiiiz."

O 'uzun ve keyifli akşam üzere'sini takip eden o 'uzun ve harika akşam'ın ardından gelen ve hala sürmekte olan o 'uzun ve olağanüstü gece'nin sonunu muhteşem bir finale bağlamak için ve özellikle de akabindeki 'sabahı şımartarak karşılamak' için, Bodrum'a geri döndüler Gümüşlük'ten. Tabii ki bu sabahı şımartarak karşılama işi, ancak Halikarnas'ın dibindeki goca Mavi Bar'ın üst katındaki şöminenin karşısında, Nescafe'lerinin yanında duran konyak kadehlerinin dibi görüldüğünde gerçekleşebilirdi.

Herşeyi tastamam öyle yaptıktan sonra, Zafer Abi'yle beraber Ertan'ın evinin yolunu tuttular.

Eve gelir gelmez ilk iş olarak bir yandan şöminenin, bir yandan da asıl kedi Mustağali'nin karnı doyuruldu. Ertan şömineyi tutuştururken Zafer Abi de birazdan yalım yalım yalazlanacak olan ateşin karşısındaki berjerlerden birine yerlesti. Müjgan'sa bol limonlu tuzlu ve de buzlu sodaları hazırlayıp getirmiş, sonra da Mustağali kucağında, şöminenin yanındaki mindere yerleşmişti.

Ameliyet haberine kısaca değindikten sonra bir daha hiç sözünü açtırmamıştı Zafer Abi. Tüm akşam ve gece boyunca başka şeylerden söz edip durumşlarsa da, aslında herkesin kafasında yarınki ameliyat vardı, ama kimse bundan bahsetmeye cesaret edemiyordu. Sıkıntılı bir sessizlik hakim olmuştu odaya. Zafer Abi'nin gözleri bir noktaya sabitlenmiş, ama düşünceleri kimbilir nerelere, hangi günlere ve kimlerle gezintiye çıkmıştı.

Şöminedeki alevlerden yansıyan ışığın oyunlarıyla, Zafer Abi'nin yüzündeki gölgeler, sanki geçmişle gelecek arasında bir kararıyor bir aydınlanıyordu. Sonunda "Belki sizinle de bir daha görüşemeyiz cocuklar, kimbilir belki de bu gece benim en son gecemdir" demişti dalgın dalgın. Aslında bütün gece boyunca içi içine sığmamıştı zaten. "Goca Bodrum"u ona dar gelmişti. Sonra yine gergin bir sessizlik oldu. Sadece şöminedeki ateş birseyler anlatıyordu bir de Zafer Abi'nin yüzündeki gölgeler.

Kruvasanlar kıvamında kızarmış, çıkarayım diye karar verdi; "Çiçeğiiiim, babanı uyandırabilirsiiiiin'.

Mustağali kalkıp miskin miskin kendi sepetine doğru yürüyünce, Müjgan da aynı hızla kalkıp kitaplığın dibinde yerde duran kaset kutusunun başına geldi, biraz eşeledi. Uzun zamandır dinlemediği bir tanesine karar verip teybe yerleştirdi:

Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni
leylimleeeey, leylimley, leylimley

Ayın şavkı vurur sazım üstüne,
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni
leylimleeeey, leylimley, leylimley

Müjgan'a dönüp: "Yahu çoçuk" dedi Zafer Abi, "Nereden bulup çıkardın sen bu eski türküyü şimdi… Yahu… Hem senin yaşın da müsait değil yani!.. Beni nerelere, kimlere götürdün bak şimdi ? … Hem de benim böyle bir gecemde ? …" Gözleri dalgın dalsın, yüzü tatlı tatlı gülümsüyor halde kaldı kasetin o yüzü boyunca.

Bu kasete kaydedilmiş parçalar, daha 80'li yılların arifesinde Almanya'da yaşarlarken, (o zamanlar gerçekten de çocuk denecek yaştaydı) plak olarak eline geçmişti Müjgan'ın. Plaklar ve pikaplar neredeyse tarihe karıştılar diye telaşa düşüp, onları bir kasete kaydetmeye karar vermişti. Belki de onu asıl ürküten şey, bu parçaların kendi ülkesinde yasaklandığını, plak ve kasetlerin de kitaplar gibi toplatılıp yakıldığını duymuş olmasıydı. Oldukça ilkel yöntemlerle de olsa, mikrofon yardımıyla teyp-kasete kaydederek kalıcı kılmak istemişti bu ailece sevilerek dinlenen parçaları. Zülfü Livaneli söylüyordu, (ruhu şad olsun) Ruhi Su söylüyordu, Melike Demirağ, Sümeyra, Selda söylüyordu...

Bu şarkılar sonraları zaten kalıcı oldular; bugün anlıyor ki onunkisi aslında ne kadar da gereksiz bir telaşmış; gülümsüyor.

O günlerde o telaşla kaydedilen şarkılar, günün birinde, o gecede işte işe yarayacaktılar, tıpkı bu sabah da olduğu gibi. O geceyi ne kadar özel kılacağını bilmeden ve bu sabah kendisini nasıl 'apak yapacağını' bilmeden hazırlamıştı bu müzik şölenini. O vakit ne kadar iyi birşey yaptığını ancak aradan uzun yıllar geçtikten sonra, bugün daha iyi anlayacaktı.

"Teyp-kasetleri de artık neredeyse dönemlerinin sonuna geldiler, bunları bir cd'ye mi kaydetsem ?" diye düşündü telaşsız telaşsız, yine gülümsedi.

Kaseti, diğer yüzünü dinlemek üzere teybe yerleştirirken "O kadar olaylardan sıyırttım da" dedi Zafer Abi, sonra durakladı bir süre, daldı kısacık, geri döndü, devam etti tekrar yarım kalan cümlesine: "Yolumun sonunun ameliyat masasında bitmesi ihtimali çok ağırıma gidiyor çocuklar, kanıma dokunuyor. Yolumun ameliyat masasında bitmesi yakışık almaz değil mi ?.." Gözleri dolmuştu, artık şöminedeki alevden mi, yoksa yüreğindekinden mi, belli olmuyordu…"Sen çok yaşa e mi, yüreğini okşayanların bol olsun çocuk!" dedi sonra Müjgan'a dönüp.

Zülfü Livaneli söyler:
Gün tükendi karşı dağın ardında
Koca yürek bir tek kurşun derdinde
Ölse gerek yiğit kendi yurdunda
Yürü atım rahvan, atım tez yürü

Sonra o geceyi sabahın ilk ışıklarıyla soldurmadan, kalktı gitti arabasıyla rahvan rahvan. Ankara'ya doğru yola koyuldu Zafer Abi …

Zülfü sesi yankılansın:
Içimde bir şehri terketmenin sessiz telaşı.
Geçmiş günleri dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor,
Yavaş yavaş sallanıyor yapraklar ağaçlarda
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yanım
Bir kuş çırpınıyor eteklerimde
Alnın sıcak mı soğuk, mu bilmiyorum

O gecenin ertesinde, o ameliyat masasında kalmadı Zafer Abi. Yakışmazdı ya onca olaylardan sıyırttıktan sonra.

Ayaklanır ayaklanmaz kalkmış memleketi Elazığ'a, köyüne gitmiş diye duyduk. Anasının yüreği serinlesin diye elini öpmeye gitmiş. Güvercin avlamış fukaraya dağıtmak Için. Cok sevdiği fotoğraf makinesinin objektif kapağını kaybetmiş dağlarda sabahlarken; sonra 2 gün de onu arayıp bulmak için kalmış fazladan ve bulmuş, Ama bir daha goca Bodrum'una dönmedi.

Zülfü sesi yankılansın:
Deli gönül sevdi,
vazgeçmek olmaz,
gönül kalk gidelim
sılaya doğru...

Kahvaltıya oturduklarında, kahve ve kruvasanların kokusu nedense eski günlerin çay-simit- sigara üçlüsünü anımsattı ona.

Müjgan'ın o döneme özgü 'eskiyecek olanı taze tutma telaşı', sadece şarkılarla sınırlı kalmıyordu. Yaşadığı hemen şeye bir şekilde ve kolayca yansıyordu. Günlerini kalıcı olsunlar diye günlüğüne kaydeder, şantiyede yemek molası verdiklerinde, yemeğe gitmek yerine araziye çıkar, topladığı bir iki çiçek ya da yaprağı kalıcı olsunlar diye, sözlüklerin sayfalarının arasında kurutur, çok sevdiği 'Aşk Budur' sakızlarından çıkan karikatürlerden kartpostal veya kaset kapağı yapıp arkadaşlarına hediye eder, bazen de proje sayfalarına şiirler yazar ve onları çerçeveletirdi:

"Kilometreler ayırmaz insanı inan,
birleştirir telefon telleri gibi,
ama milimetrelerse ayıran,
bağışlanmaz bir yazgıdır bu, beterin beteri" - OZA-

Eskiyecek olanı taze tutma telaşıyla tanışmış olanlar, arada bir ürünlerinde eşelenirler ve tozlarını alırlar hatıralarının. Onlar ne kadar yıllandıklarını (yaşlanmak değil) en iyi böyle anlarlar. Tanıdığı Türkmenistanlı bir kadın "aklanıyoruz" derdi yaşlanmaya. Yaşlanmanın en güzel ifadesi bu olsa gerek.

Keşke hepimiz yıllanırken aklanabilseydik... Gülümsedi…

Müjgan, eski kasetleriyle, şiirleriyle, resimleriyle ve güncelerle eşelenme işini son yıllarda hiç yapmamış olduğunu hatırladı. Içi acıdı, nedeni var mıydı ? Zaman sanki her yıl giderek daha hızlı akarken çarkların çekim alanına karşı koymayı becerememiş miydi ? Alelacele ardiye odasına daldı. Eski kasetlerin saklı olduğu kutunun dibinden 'o' kaseti buldu çıkardı. Kızını birazdan kursa bırakmak üzere yola çıktığında dinleyeceklerdi. Hem kızı da bu şarkıların çoğunu tanıyordu. Onları geceleri annesinin ağzından ninni olarak dinlemişti!

Bugün beraber aklanacaklardı…

Kamuran Bulgurcuoğlu
Cidde - Suudi Arabistan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,828,828,828,828,828,828,828,828,82
              11 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 BİR OYUNCUNUN DÜNLÜĞÜ : Bahadır Benli


TEMMUZ

O TEMMUZ 2003 04:41 Sabah kafam iyi, hazin bir sessizlik hakim evde...

Ben sana herşeyi anlatmıştım oysa ; Bak oğlum dünlük, kusura bakma arada seni aksatıyoruz, mahçup ediyoruz, yoksa yerin ayrı bilirsin, hemen kızma be oğlum yazılması gerekenleri yüreğimiz de senin için saklıyoruz, bak bu kalemi sana aldım, nasıl ? beğendinmi, kıskanma lan bilgisayarı hala sana yazıyoruz işte yerin ayrı... Farkındayım saçmaladığımın kafam iyi, alttan alsan ne olur.

Bu gün ne oldu biliyormusun, o geldi, o mu kim ? Oğlum sende ne çabuk unutuyorsun be
Tamam tamam kızma hemen O İŞTE be Tülay...(öyle kalan dün )

Sevda yollarında kırmızı şaraptan sonra hep sen
Yarım kalan paragraflar boş cümlelerde, imla hatası BEN
Oysa kurallı bir aşk olsun isterdim ve cümleler kırpılmasın sevdadan
Bir parmak içerden başlayamadık sevgiye, ilkokul misali ilk aşktan...

Uzun zaman önceydi, o zaman yani, o uzun zaman sana yazmıyordum unutmuyorum, çünkü ben unutmadığım şeyleri yazıyorum...

Ortada olmayan

bir oyun vardı, bizler ise bu oyunun kuralları haricinde
bozanları kısmındandık.
Farklı olan herşeye ve her detaya inmek
neden ve nasıl soruları önemsizdi,

kimi zaman önemi kapsayan ise gözle görülmeyeniydi bizim için
kiminin hissettiği kısmını biz yaşıyorduk, her ana ve her güne dair bir masalı iyisiyle kötüsüyle...
Son kez demeden herşeye doyumsuzca belki de...
Ama aklımızda yer edenler, gözümüzden kaçanlar da oldu
ve zamana karşı başlatılan bu süreç yanlızlıkla kaleme döküldü.
Birlikteyken, ile kurduğum cümleler kağıda dökülürken yok oldu
bu bir sondu ve sonu olmayan hiçbir gün yoktu
işte bu arada zaman da eriyip yok oldu...
yapmak istediklerimizle yapacaklarımızın teminatını veremeden depozito parası aradık
sonra o boş şişeleri götürüp içi dolu olan farklı hayatlar satın alacaktık
Sonra birden uçurtmaların sadece göklerde olmadığını farkettim, gözlerimin önünde eriyip giden hayatlar da vardı yaşamın ortasında ve belki de nefesin her anında
işte o an yüreğim ve yollar arasında imla hataları içermeyen metinler aradı sana dair
herşey çok güzeldi belki de
ama daha cümle başlar başlamaz ani bir noktayla son buldu
yada şöylemi desek ki
bu da karmaşıklığa ikinci bir davetiyenin son rutuşuydu.
Sen hiç olmadığın kadar hep olmadın
yada ben hep olduğum sürece hiç oldum ,
!!! Aslında bunun ne önemi var diye cümleler sakladım senin için
kullanmaya fırsatım olmadı
aklıma birden gelmeni özledim
birde yol ortasında durup durup bakmanı öylece
hepsi bu ...

TEMMUZ

O günden sonra ona yazılmadı...


Bahadır Benli
bahadirbenli@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,757,757,757,757,757,757,757,75
              8 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
İçgüdülerinizin Esirleri Olacağınıza Onları Akıllıca Kullansanız
Haftaya başlangıçlar pek pozitif olmasalar da perşembe gününden itibaren epeyce rahatlayacaksınız koçlar. Uzun vadeler de işlerinizle ilgili gelişmelere ve hassas dengelere dikkatli durun çünkü bu konular da mayıs ayına kadar türbülanslardan geçme ihtimalleriniz oldukça yüksek.. Kolayca sıyrılamadığınız bazı ilişkiler yüzünden mutsuzluk hissedebilirsiniz. Belkide yanlış seçimlerinizin kurbanları olmaktasınız.

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Şans Ve Kaderiniz Arasındaki İlişkilere Dikkatlice Bakmalısınız
Duygusal ilişkilerinizde kazandığınız rahatlıklara rağmen bu hafta dertleriniz ailevi ilişkilerden kaynaklanacaklar boğalar. İyi kalpli oluşunuz bazı şeyleri içinize atmanıza yol açacağından bunun getireceği manevi sarsıntılara da katlanacaksınız demektir.. Şunu da söylemeliyim ki olası sorunlar nerdeyse kendiliklerinden çözümlenecekler. Yeter ki sizler cesaretlerinizi kaybetmeden yolunuza devam edebilesiniz. Olaylara geniş perspektiflerden bakmayı prensip edinin ve edinin...

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Kaderde Yeni Bir Dönem Başlangıcı Arefesindesiniz
Çevrelerinizden sizlere verilecek değerli tavsiyelerin ışığında haftanızın önemini anlamakta gecikmeyeceksiniz ikizler. Allahtan yani.. Hani neredeyse uçurumun eşiğine geldiğinizin farkında değilmiş gibi bir havanız vardı. Bu hafta yepyeni olaylara tanık olacaksınız. Karışıkta olabilirler bunlar ama en önemlisi bulunduğunuz duruma bakarak ileriye dönük adımları cesaretle atmanız gerektiğini bir an evvel kavrayabilmeniz.. Bir dönüm noktasındasınız bu kesin..

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Tüm Koşulların Olgunlaşmalarını Bekleyeceğim Derken Fırsatları Kaçırmasanız
Yıldızların eşliklerinde ve üstelik güle oynaya bereketli bir haftaya giriş yapmaktasınız yengeçler.. Güneş gezegeni de yakında burçlarınıza misafir olduktan sonra kimseler tutamaz sizleri.. sizlerden başka.. Maddi kazançları istifleme hünerlerinizden sonra artık sıra manevi dünyalarınızı dengelemeye geldi. İç dünyalarınızın ve derin arzularınızın farkına vararak onlara sahip çıkmanız gerektiğini de belli bir zamandan beri hissetmekteydiniz zaten yengeçler.. Sınavlara hazırmısınız...

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Ruhlarınız Aydınlanırken Korkularınıza Yenilerek Zihinlere Kilit Asmasanız Yeniden
Her ne kadar bazı anlar çıkmaz sokakların yorgun savaşçılarından addetseniz de kendinizi, hatta bazen haklı bile olsanız bu ruhi dalgalanmalarınız da, unutmayın sevgili aslanlar yeni haftanız halis bal gibi.. Sorunlar, karışıklıklar ve endişelerinizde sizlere koruyuculuk sağlayacak güneşin ziyaretini ve hele hele kıymetini bilin derim.. Artık yaşamlarınız da bir uzmanlık veya daha doğrusu ustalık devresine girmek üzere olduğunuzu belirtmek istiyorum. Ya siz aslanlar., bahşedilen fırsatı kabul etmek istiyormusunuz...

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Manevi Rehberlik İçin Gereken Olgunluklara Doğru Yürümenin Saati Geldi
Geçmişte yaşanılan karakucak güreşlerinden sonra hasıl olan tedirginlik dönemlerinden sonra sevgileri hür ve doyasıya yaşamaya kararlı gözükmektesiniz başaklar.. Çevrenizce daha çok önemseneceksiniz ve bilhassa samimiyetle oluşacak bu gelişmeler. Sezgileriniz ise müthiş güçlü olacaklar. Kendi iç dünyalarınızın seslerini artık duyacağınız kesin. Manevi arayış isteklerinizle haftanıza başlamaktasınız..

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Sağlık Ve Esenlik Arzularınız İse Önce Nerelerde Ne Yaptım Diyerek Başlayın
Ruhun maddeye harmanlanması ile oluşan simyasal etkiler ışığında geçmişinizin geleceğe doğru akış yönünü şöyle bir gözünüzde canlandırın teraziler.. Anladınız değilmi ne demek istediğimi... Ruhunuzun imarında baş mimar sizlersiniz. Dolayısı ile yaşamınızda geçmişinizden gelen geleceğinizi şekillendiren olayların da sorumluları sizlersiniz. Bunları düşünün ve bu hafta oluşacak dengeleri tutturabilme mücadeleleriniz de gerçekçi olun. Kendi düşen ağlamaz derler ya...

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Hedeflere Kilitlenerek Çıkacağınız Yollarda Artık Tutulamayacaksınız
Yıldızlar sizlerle akrepler bütün hafta boyunca. Diğerlerinin veya rakiplerinizin tökezledikleri yerlerde siz şaha kalkmış sanki uçuyorsunuz.. Venüs' ünde yakında burçlarınıza gelmesi ile dileklerinizin gerçekleşmeleri için onları yalnızca içinizden geçirmeniz yeterli olacak.. Böylesine ballısınız işte. Kartlar elinizde bunu unutmayın. Riskleri alarak başarı vaad eden işlere odaklanmanız sonucu kendinize olan güvenleriniz de muazzam kuvvetli artık. Potansiyellerinizin iyice farkındasınız akrepler.

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Bu Hafta Akıl Ve Sezgilerinizin Sentezleri Doğrultularında Yol Alın
Fırtınalardan sonra etrafa hani şöyle acayip bir sessizlik çöker ya, haftanız da aynen bu şema da sevgili yaylar. Sevdikleriniz veya çevreleriniz tarafından yine de bazı yanlış anlaşılmalar sonucu tek tük tenkitler gelselerde tepkisizsiniz neredeyse.. Çünkü rahatsınız, tüm bulanıklılıklara rağmen..Bu arada yalnızca kendinize güvenmelisiniz. İllüzyonlara kapılmadan ve her halükarda gerçekçi olarak.. Kararsızlıklara yenilmeden haftanızı sakin kalarak yaşayın.

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Doğru Anlarda Verilecek Doğru kararların Mimarları Olun
Yeni haftaya başlarken gayet temkinli olmalısınız oğlaklar. İlişkilerinizde ölçülü davranmalı herşeyden nem kapmamaya özen göstermelisiniz.. Çarşambadan itibaren ise tansiyonların düşeceklerini belirtmeliyim. Kafanızı kurcalayan bir konuda artık kesin kararlara varmanız gerekeceğini de unutmayın. Sebep sonuç ilişkilerine konsantre ederseniz kendinizi bazı aksaklıkların nedenlerini de anlamış olacaksınız. Teraziler ellerinizdeler, dikkatsizlikler sonucu tartılar da sakın yanılmayasınız..

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Umut ve Bilgelik ve Şans Sezgilerinin Sizlere Seslendiklerini Duyun
Fırsatları yakaladıkça akabinde kendinizi ve rahatınızı düşünerek gereken kararları alın ve keyfinizi çatın.. Cidden hakettiniz kendinize önem vermeyi, ihtimam göstermeyi.. Eğer bir yerlere kaçamak yapmak imkanınız var ise hemen kaçın derim.. Dönüşlerde yeni ve pozitif fikirlerinizi yakınlarınıza açabilir ve onlara yenilenmiş enerjilerinizden aşılayabilirsiniz. Kaderinizde olumlu devrelerin başlamalarına az bir şey kaldı. Kuvvetli sezgilerinize sahip çıkın, söyleyeceklerini dinleyin..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Borazanlar Sizlere Çalmaktalar Yeniden Uyanışlara Doğrulun
Haftanın ortasında ve beklenmedik bir anda başınıza talih kuşunun konacağını yıldızlardan müjdeliyorum sevgili balıklarım. Sevgilerden hatta paracıklardan ses getirecek kısmetlerinize sahip çıkmalısınız. Önceleri pek önemli gözükmeseler de şanslara asılın çünkü sonuçlar kalpleri hoplatıcı olmaya adaylar.. Söylemiş olayım da ben.. Farklı şeylere yönelmektesiniz artık ve haklısınız, aslında da seçim hakkınız yok çünkü ilhamlar yukarılardan gelmekteler..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,008,008,008,008,008,008,008,00
              4 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.423 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ÇAY SAATİ

Hadi çayı koy da gel yanıma
İki laf edelim biraz
Mutlu musun?
Bilmiyorum
Anlat hadi durma
Dolapta kurabiye de vardı
Onlardan da koy biraz
Kalbim aştan ölsün istiyorum
Biliyor musun?
Oysa sabahları işe gidiyorum
Akşam eve dönüş
Biraz dinlenmece
Sonra gelsin diziler
Belki canım sıkkındır
Yakıyorum bir sigara
Sonra hayatıma şöyle bir bakıp
Yeni planlar yapıyorum
Gerçekleşmeyen ama
Yarım kalan herseferinde
Gülme öyle!
Ha bu arada ben açık içerim
Bir bugu gibi kaplıyor etrafı hayat
Süzülüyorum içinden yavaşça
Güdük bir iz kalıyor geriye benden
O kadar işte…
Demlenmiştir şimdi
Getir istersen artık
Sağlığım yerinde
İşim gücüm var çok şükür
Şimdi sen anlat biraz
Söylemiş miydim?
Bu kurabiyeleri çok seviyorum

Yıldız Sırma

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Lopez karpuzu!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu




Berrin Cerrahoğlu
"Kırklar Kilisesi/MARDİN"
Fotoğraf sergisinin açılışını
onurlandırmanızı diler.

Sergi: 4 Mart-17 Mart ,
Yer: Fotograf Sanatı Kurumu,
Fevzi Çakmak Sk.No:22/2 KIZILAY/ANKARA


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnternet ortamında severek takip ettiğim bir web sayfasını tavsiye etmek istiyorum sizlere. Bu web sitesi özellikle flash animasyonlardan hoşlananlar içindir. Yarattığı karakterlerle başarılı bir çalışma ivmesi yakaladığına inandığım cemre Ozkurt’un hazırladığı özel bir web sayfası. Özellikle Karate Kamil, benim en sevdiğim karakter olmuştur. http://www.fistik.com/tr.htm kısa yolunu ısrarla tavsiye ediyorum.

Dünya üzerindeki tüm süper lig futbol takımların maç sonuç bilgileri ile fikstür durumunu takip edebileceğiniz ilginç bir web sayfası. Benim vereceğim kısa yol doğrudan Türkiye liginin bulunduğu sayfayı gösteriyor. http://www.livescore.com/default.dll?page=turkey kısa yolundaki sayfadan diğer ülkelerin kısa yollarını da bulacaksınız. Sadece bu kadar mı? Tabi ki hayır. Ayrıca tenis, Dakar rally ve formula1 gibi farklı spor dallarıyla ilgili bilgilere de ulaşabilmeniz mümkün.

...Karayolları imha ekipleri henüz yollardaki canlı cenazeleri toplamamış iken, pirenin tellallığı tellak çağrışımı ile gümbürtüye gitmiş iken, devenin berber dükkanı boy haddinden tasfiye olmuş iken bir masal daha başında figürasyonunu bile yıldırmış iken... Böyleyken böyle durumuna siz de başeğeceksiniz kadim dostlarım - peki kadim ne demekti?... http://www.edebiyatturk.net/ Sanırım alışkanlık yapacak bir yer olacak.

Oyun, oyun, oyun internet ortamında eğlenmek için bir kısa yol daha http://www.koaka.com/club/oyunlar/games.jsp iyi eğlenceler.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Picasa2 [3.16 MB] All Windows Free
http://www.picasa.com/download/download_exe.php
Google tarafından üretilip dağıtılan harika bir resim programı. Standart bir kullanıcı için yapmadığı tek bir şey yok. Yani fazlası var eksiği yok. Bilgisayarında resimlerle oynayan herkese tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050308.asp
ISSN: 1303-8923
8 Mart 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com