ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 703

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Mart 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Geçiyordum uğradım!..

ABONE OL!
Merhabalar,

Yoğunluk sürüyor, 24 saat yetmiyor. Araya dinlenmeyi de sokuşturmaya çalışınca işler iyice sapa sarıyor. O nedenle ben yıllık iznimden aldığım bir tutam izni sonuna kadar yiyip bitireyim. Kalkıp gideyim, giderken pikaba bol naftalinli bir ünlü dizi film müziğini sizler için koyayım. Yetmişli yılların başında tek kanal tek renk üstüne kurulu televizyon kültürümüzün temel taşlarından biri, Kaygısızlar. Nasıl unuturuz değil mi? İşte John Barry çalıp çığırıyor, Persuaders (Kaygısızlar). Görüşmek üzere, hoşçakalın.

Altılı bir fincan seti için bugün saat 12:00 ye kadar süreniz var. Var mı artıran?
http://www.gittigidiyor.com/php/listele.php?nick=kahvemolasi

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

18 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Aşka Veda

I. BÖLÜM

Güneş tepede salına salına yükselirken, mahmurluğundan sıyrılmaya çalışan gözlerine penceresinden sızan ışık bin bir renk kattı. Bugün büyük gündü. Birden yerinde fırladı ve banyosuna hızlı adımlarla gitti. Geri döndüğünde dolabını açtı ve hafta sonu olması nedeniyle spor bir şeyler seçti. Lacivert kotunun üzerine mavi bir bluz geçirdi. Tuvalet aynasının karşısında durup, bir sağına bir soluna bakındı. Hala on sekizlik bir kız kadar narin vücuduna hayranlıkla baktı. Yıllar kendisine çok cömert davranmıştı. Böyle düşünüyordu çünkü; oldum olası spor yapmaktan hoşlanmamıştı. Hiçbir çaba harcamadan ince kalabilmesi ne iyiydi.

Kapının çalışıyla koşar adım odasından çıktı. Gelmiş olamazdı. Zaten saat birde otogarda kendisi karşılamayacak mıydı? Heyecanla açtığı sokak kapısından içeri meraklı gözlerle bakan kapıcının karısı Hayriye oldu.

- Buyur Hayriye. Ne vardı?
- Hoca hanım, bizim çocukların bir sorunu olursa okulda gel dediydin ya; onun için şey ettimdi.
- Pardon Hayriye... Acil hazırlanmam gerek. Daha sonra uğrasan. Olmaz mı?
- Peki hoca hanımcım. Sen nasıl uygun görürsen gelirim.

Koşarak çıktı yatak odasının merdivenlerini. Çekmecesinde bir süre aramak zorunda kaldığı firkete tokalarını dudaklarına iliştirip, uzun saçlarını ensesinde topuz yaptı. Zaten Serkan' da her fırsatta, saçını böyle topuz yaptığında çok güzel göründüğünü söylerdi. Bunca zaman görüşmedikten sonra, hoş bir detay olacaktı hatırlayıp yaptığı. Ne kadar uzun zaman olduğunu düşündü birden. En son, sanırım üniversiteden mezun oldukları yıl birkaç grup arkadaşları ile birlikte hazırladıkları bir parti de görüşmüşlerdi. Ondan sonra Melda ailesi ile Ankara'dan İstanbul' a göç etmiş, Serkan ise yüksek lisans için İngiltere' nin sayılı okullarından birine gitmişti. Okul tarafından mezuniyet tezinin çok beğenilmesi neticesiyle öğretim görevlisi olarak kalması teklif edilmiş, kalmıştı. Geçen hafta döndüğü ülkesinde ilk uğrak yeri yıllardır görmediği Ankara'daki ailesi olmuştu. İkinci sırada olsa da, ailesinden sonra ilk görmek istediği kişi olmak Melda' ya küstah bir gurur verdi.

Aynada gördüğü yüzündeki ifadeden iğrenmişçesine kafasını salladı. Sonra günlerdir kendisine sormaktan çekindiği soru takıldı aklına. Aradan geçen yedi yıldan sonra neden aramıştı ki? Hala üniversite yıllarındaki gibi aşık mıydı kendisine? Oysa Melda o yıllarda Mustafa diye bir çocukla çıkıyor ve Serkan'ın duygularını bilmesine rağmen hiç karşılık vermiyordu. Hala seviliyor olduğunu düşündüğünden mi, yoksa eski ve iyi bir dostu göreceği için mi heyecanlıydı; emin değildi. Ya hala seviyor ise ne karşılık verecekti ki. Belki de; onca yıldan sonra o yakışıklı delikanlıdan eser kalmamış, saçları dökülmüş, göbeklenmiş ve dahası çirkinleşmişti. Kim bilebilirdi.

Makyajını da yaptıktan sonra, okul yıllarında sürdüğü parfümünü sıktı. Bakalım kokusunu hatırlayacak mıydı? Koluna geçirdiği saatine baktığında, otogara gidebilmesi için yarım saati kaldığını fark edince telaşlandı. Kendisini aceleyle evden dışarı attı. Komşusu Ayşe hanım peşinden birkaç kez seslense de duymazdan geldi. Şimdi iki saat lafa tutardı. Nereye gidiyorsun? Kimle görüşeceksin? Bir 'off' çekti. Amma meraklı komşuları vardı. Ayşe Hanım, Melda'yı ilk gördüğü fırsatta mutlaka soracaktı kendisini duymamasının hesabını. Ancak şu anda düşüneceği son şeydi komşusunun sitemleri.

Evin arkasına park ettiği arabasına bindi. Kontak anahtarını yerleştirmekte zorlandı. Elleri heyecandan titriyordu. Taksi ile gitmesinin daha iyi olacağını düşünse de, caddede taksi bekleyerek vakit kaybetmek istemediğinden arabayı çalıştırdı. Allah'tan yollar Pazar günü olduğundan oldukça tenha sayılırdı. Otobandan direkt ulaşılan otogara vardığında beş dakika geciktiğini fark etti. Ortalıkta Ankara otobüsü yoktu. Beş dakika geç kaldı diye çekip gitmezdi ya Serkan. Otobüsün yazıhanesine gidip sormalıydı.

- Pardon. Ankara İstanbul otobüsü geldi mi? Saat birde gelecekti. Ben biraz geç kaldım da.
- Henüz gelmedi hanımefendi. Yolda bir sorun çıkmış, bu sebeple gecikecekmiş otobüs. Dilerseniz yan tarafta bekleyebilirsiniz.
- Teşekkür ederim.

Bekleme salonuna geçip oturdu. Herkes birilerini bekliyor olduğundan tek boş bulduğu koltuk için minnet duydu. Yanında oturan orta yaşlarında saçları hala siyah olmasına rağmen şakakları beyazlaşmış, güneş gözlüğü takmış bey selam verdi. Birisiyle konuşmak için hiç isteği yoktu Melda'nın. Ama ne yapsın, her yerde vardı böyle direk muhabbete girenlerden. Mecburen selamını aldı. Yanındaki beye selam yeterli gelmemiş olacak ki, konuşmasını sürdürdü.

- Havalar da ne güzel bugün değil mi?
- Evet.
- Yakınınızı mı bekliyorsunuz.
- Evet.
- Ailenizden biri mi, arkadaşınız mı?
- Arkadaşım. Hem size ne kuzum kimi beklediğim.
- Afedersiniz. Beni de sizin gibi hoş bir bayan karşılayacaktı da, acaba siz olabilir misiniz diye kontrol ediyordum. Merakımı mazur görün.
- ?

Devam edecek...

Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
              5 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Cenk Bölük


KARA BÜYÜ

" Herşey onunla ilk telefonda konuştuğumuzda başlamıştı aslında. Çok boğuk ve kaba bir sesi vardı ama daha önce hiçbir erkekte sezmediğim bir büyü ile konuşuyordu. Bunları sana neden anlatıyorum bilmiyorum ama onu gerçekten seviyorum galiba" dedim.
Çok popüler bir İtalyan restaurant'ında Selçuk'la oturuyorduk. Onu bu kadar kırmak içimi acıtıyordu. Daha askerden geleli iki gün olmuştu ve şu an karşımda gayet sakin olmaya çalışarak oturuyordu. Aslında Selçuk Cem'den çok daha sakin bir adamdı, belki de yirmi yaşına kadar Amerika'da yaşadığı için böyleydi. Cem o günden sonra beni asla görmek istemiyordu ama ona sürekli mesajlar çekiyordum, çok kızmasına rağmen çeşitli bahanelerle şirketten onu arıyordum ve ona çok ihtiyacım olduğunu söylüyordum.

Her seferinde o hiç sevmediğim ama çok etkilendiğim boğuk sesiyle benim ağzıma s...yor ve her seferinde beni asla görmeyeceğini tekrarlıyordu.
"Aslında aklı başında bir kadın yeniden sana dönerdi çünkü sevdiğim adam beni azgın bir fahişe olmakla suçluyor" dedim. "Sen bunu hiç yapmadın bana, hatta her sevişmemizde seni beni düzdüğünü söylemen için zorlamama rağmen "
" Ben seni hep olduğun gibi kabul etmeye çalıştım "dedi Selçuk.
Rengi bembeyazdı. Bunları duymanın onu çok fazla acıttığını biliyordum. Bütün bunların onun hak etmediği şeyler olduğunu biliyordum. Ama bütün kadınlar, gerçekten birini sevdiklerini anladıklarında bunu yapar. Bütün kadınlar aldatır.

" Şu an eğer gerçekten mutluysan ve onu seviyorsan ,sana söyleyebileceğim hiçbirşey yok Aslı " dedi Selçuk. O an keşke tüm bunlar olmadan ona herşeyin bittiğini söyleyebilseydim, tüm bunların içinde olmayı ikimizin de hak etmediğini söyleyebilseydim ama yapamadım.
" Biz her zaman iki iyi arkadaş olduk seninle ama iki sevgili olmayı hiçbir zaman beceremedik aslında "dedim. "Tüm bunlar,senden ayrılmak istememin asıl sebepleri bile değil. Seni hiçbir zaman gerçekten arzulamadım ben, seninle hiçbir zaman Cem'le yattığım gibi yatamadım" " Kim bu adam " dedi Selçuk. "Sana bunları hissettiren adamı merak ediyorum doğrusu ". Bakışlarında artık gizlemeyi beceremediği bir öfke vardı ve bunu görmek benim korkudan tutuşmama yetmişti. Cem'i gerçekten merak ediyordu ve tüm bunların sebebi benim kurduğum cümlelerdi. Selçuk gerçekten güzel bir adamdı ama galiba çirkin olan bendim.
" Siz erkekler hep intikam almak istersiniz değil mi?"dedim. Onu bu meraktan kurtarmalıydım, birşeyler yapmalıydım yoksa herşey çok daha kötü bir hal alacaktı.
" Sadece onun nasıl bir adam olduğunu merak ettim" dedi Selçuk.
" Bana bir bira daha söyler misin ? Hemen döneceğim."

Çantamı alıp apar topar tuvalete doğru yöneldim. Cem'i aramak istiyordum ona korktuğumu, herşeyi birbirine karıştırdığımı söylemek istiyordum ama benimle konuşmayacağını, hele de burada yaşananları anlattığımda sinirden delireceğini biliyordum. Kimse durup dururken aşağılanmak istemez. Hiçbirkadın bir erkek tarafından sürekli gururunun ırzına geçilmesini istemez.

Hayatım boyunca hayatlarınına girdiğim ve kendi mutsuz çocukluğumun intikamını almak için ruhlarını çaldığım adamların öcünü şimdi Cem alıyordu benden. Buna neden izin verdiğimi ya da neden Cem'i bu kadar sevdiğimi - daha önce hiç böyle hissetmemiştim kendimi, uğruna iki kez karnımdaki çocuğu öldürttüğüm Kemal için bile- gerçekten bilemiyordum ama egom acıyordu. Cem benim hayatımı etkileyen bir kara büyü gibiydi. Ne bunları yaşamak istiyordum ne de onsuz olmak hoşuma gidiyordu.

Cem'le ilk telefonda konuştuğumuzda, aramızda birşeyler olacağını hissetmiştim aslında ama bunu ona hiç söylemedim. Onun bana aşık olması için elimden geleni yaptım, her telefon konuşmasında beni istemesi için küçük yemler attım ona. Galiba sevgi, zekanızı zorlayan ve bu yolla beyninize, düşüncelerinize sızan insanlara karşı duyulan bir hayranlık. Ya da buna çok benzeyen bir şey.

Tüm bu düşünceler beynimde dönüp dururken , kendimi telefonumu çıkarmış Cem'i ararken buldum.

" Efendim ? "
" Merhaba"
" Beyaz olmayan peynir ?"
" Seninle konuşmam lazım. Kötü şeyler oluyor."
" Yanlış. Doğru cevap " kaşar" olmalıydı. Üzgünüm kaybettin."
" Her seferinde ağzıma s..mak için birilerinden para mı alıyorsun?"
" Benden ne istiyorsun Aslı? Yine ne b.klar karıştırıyorsun?"
" Aramızda hiç saygı kalmamış. Birazcık bile."
" Sana saygı duymam için bana bir tanecik sebep göstersene Aslı."
" Düşmüştüm ben. Defalarca kez üstüste düşmüştüm hem de.
Sonra sen geldin, ellerimden tutup kaldırdın beni. Yine düşmeme izin verme Cem, lütfen izin verme. "
"Bugün beni arayacağını biliyordum. Dün seni adamın tekiyle konuşurken gördüm rüyamda. Sen sürekli bağırıyordun, adam ise susuyordu."
" O adam şu an masada oturuyor. Selçuk'a herşeyi anlattım ve ayrılmak istediğimi söyledim. Korkuyorum Cem, bana seninle ilgili sorular sormaya başladı."
" İşaretler bana senden uzak durmamı söylüyor hep. Midemi bulandırıyorsun Aslı, herşeyi yanlış yapıyorsun. Adama adresimi ver de, beni bulup öldürmesi kolay olsun bari. Senin aklın sadece işleri kötüleştirmek üzerine işliyor. Herife de kızmıyorum aslında. Ben de onun yerinde olsam, öbür herifin boynuzlandığıma değip değmediğini merak ederdim herhalde.
" Allah belanı versin Cem. Seni bir daha hiç aramayacağım ve Selçuk'a onu sevdiğimi anladığımı ve ona geri dönmek istediğimi söyleyip, bu gece onunla yatacağım. Sen ancak bunu hak ediyorsun."
" En iyi yaptığın şey, birilerinin altına yatmak zaten. Bana yaptığın gibi ona da seni düzdüğünü söylemesi için yalvaracak mısın peki?"
" Bunu her yattığım adama yaparım. Sen kendini özel biri mi sanmıştın yoksa?"
" Allahın belası ! Çık git hayatımdan artık ! Senin tek yapabildiğin şey bana pislik bulaştırmak !"

Telefonu suratıma kapattı. Bana bunu yapmasından nefret ediyordum ama haklı olduğunu da biliyordum. Galiba kendimi iyi biri olduğuma dair daha fazla kandıramayacaktım çünkü Cem bana bunun aksini her defasında yüzüme vura vura ispat ediyordu.

Yüzümü yıkadım. Apar topar masaya döndüm. Selçuk'un suratı hala bembeyazdı.
" Bu kadar zamandır ne yapıyorsun Aslı? Biran hamam suyu gibi oldu."
" Bana gelmek ister misin ? "Biraz daha içeriz ve konuşuruz. Belki daha iyi olur."
" Şu aşamada bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum Aslı. O eve girdiğimizde neler olacağını biliyorsun. Sensizlik fikrine kendimi alıştırmam gerek ve bunu boynum dik bir şekilde yapmam gerekiyor galiba."
" Artık konuşmak istemiyorum, düşünmekten beynim zonkluyor artık. Hadi gidelim buradan."
" Peki. Ben hesabı ödemiştim zaten."

Bazen rahatlık insanı rahatsız eder. Herşeyi yoluna koyan biriyle beraber olmak bazen insanı sıkar. İnsan bazen egosunu dümdüz edecek birini ister yanında.

Selçuk'la uzun zaman sonra yeniden beraber olmak güzeldi aslında. Belki de onunla yatmak bana iyi gelebilirdi. Bunu gerçekten istemiyor olmam gerekiyordu ama Cem'e çok kızgındım . Bunları hissettiğim için kendime küfürler yağdırıyordum ama an tanıdık biriyle sevişmeye ihtiyacım vardı.

Galiba ben gerçekten kötü biriydim ve bu kötülük içimden geliyordu, alışkanlıklarımdan değil.

Cenk Bölük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,007,007,007,007,007,007,00
              6 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Sibel Uygun

 Kahveci : Sibel Uygun


  Aklım Karıştı...

Uzaklara bakmak geliyor içimden, derin mavilerin içinde kaybolmak... Sonra bir beyaz bulut olup, rüzgarın eşliğinde en bilinmeyen yönlere savrulmak.

Nereye ulaşacağımı bile bilmeden, öylece geçip gitmek istiyorum tüm evrenin boşluğundan. Süzülüp giderken insanlara bakmak, onların yaşadıklarını seyretmek geliyor içimden.

Kim, nerede, ne yapıyor?

Kimler ne için gözyaşı döküyor?

Kimileri nasıl boynunu bükmüş?

Kimileri ise, nasıl mutlu olmuş?.. sadece seyretmek.

Onların sunduklarıyla gülümsemek, gözyaşı dökmek istiyorum...

Kendi yaşadıklarımı toplasam, bir avuç etmeyeceği hayatımdan daha renkli olarak gördüğüm insanlara bakıp, iç çekmek geliyor yüreğimden.

‘Onların yerinde olsam daha mı mutlu olurdum?’ Diye düşünüyorum.

Ama herkesin derdi kendineymiş. Hangi kalbe hangi dert gizlenmiş? Kim bilebilir ki? Dışarıdan bakıldığında tebessümler sunan yüreklerde, hangi rüzgarların estiğini, hangi acıların nerelere gömüldüğünü, gururlarına yenik düşüp, hayatlara nasıl sınırlar çekildiğini kimler ne kadar farkedebilir ki?

Oysa ömür ne kadar kısa... Yaşamak ise Allah´ın sunduğu en güzel hazine ve biz onu umursamazca, değerini hiç bilmeden tüketip giderken, bir saniyenin bile geri dönmeyeceğinin farkına bile varamıyoruz...

Nedendir öfkeler, ihtiraslar, kinler, nefretler? Neden insanlar sadece hayatın kıymetini bilerek, sevgi çerçevesinde pozitifliğe yönelmezler? Neden hep bir kargaşa, bir anlamsızlık yüklüdür her geçen an?

Aklım karıştı, aklım çok karıştı...

Sıkıldım artık, her an savaş halinde, birbirlerini kurcalayan insanlardan, sıkıldım... Tebessüm eden bir yüz kalmamış, Dostluk sunan yürekler azaldıkça azalıyor... Dürüstlük almış başını terketmiş bu sahte evreni. O da dayanamamış benim gibi.

Ben de gitmek istiyorum artık, ama gidilebilecek bir yer bulamadım. Bu korkunç fırtınaların estiği sonsuz okyanusta, zarasız yüreğime sığınacak bir liman bulamadım.

Yine her zaman olduğum gibi, atıyorum kendimi sunulan tüm çaresizliklerin içine, savaşmak zor olsa da, meydan sunulmuş, eğer nefes almak istiyorsam çabalamak zorundayım. Fırtınalar ne kadar büyük de olsa, sonuna kadar kulaç atmak gerek, başka çıkar yol yok!..

Ya kurtulurum, ya da sonsuzluklarda boğulup, gömülürüm mavi derinliklere....

Sibel Uygun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,007,007,007,007,007,007,00
              3 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ufuk Sovuksu


DARWIN ve FREUD

Yıllardır tartışır dururuz..Daha doğrusu kavga eder dururuz..Ben ve etrafımdaki yakın arkadaşlar..Kendileri, 'inançlı' müslümanlar, 'kalpleri açık, ruhları aydınlık', ben ise 'inançsız, kör Ateist'..Üstelik üzülürler benim adıma, hatta dua edenleri de olmuştur benim için, çok yüce gönüllere sahiptirler kendileri..En çok hangi konularda mı tartışırız? Malum konular : Tanrı var mı yok mu, Darwin'in Evrim Teorisi ispatlanmış mı ispatlanmamış mı, Freud bir bilim adamı mı yoksa herşeyi cinselliğe indirgeyen bir şarlatan mıydı falan filan? Şimdi 'bu konular lise veya üniversite yıllarında tartışılır bu yaşta, bu zamanda konuşulacak konular mı bunlar' diyebilirsiniz..Haklısınız, çoktan aşılmış olması gereken konular ama maalesef hala bu kadar kafadan bu kadar farklı ses çıkıyorsa demek ki daha konuşulacak, tartışılacak çok şey var...İşte bu yazıyı da bu nedenle yazmak istedim..Bu yazıda ne Tanrı'nın varlığı veya yokluğu tartışılacak (bu konu ile ilgili olarak Benedict de Spinoza'nın 'Ethics' adlı eserinin Tanrı üzerine yazılmış 1. bölümünü okumanızı tavsiye ederim) ne de Darwin veya Freud'un söyledikleri aktarılacak..Bu yazımın amacı bambaşka...Burada bu iki büyük insanın, insanlık tarihinin yetiştirmiş olduğu bence en önemli bu iki bilim insanının neden bu kadar çok tartışıldıklarını ve neden bu kadar şiddetle yargılandıklarını biraz anlatmaya çalışacak ve Darwin'i değil (çünkü artık onun Evrim Teorisini bilmeyeniniz yoktur herhalde) belirli ideolojik nedenlerle çok yanlış tanınmış veya tanıtılmış olduğunu düşündüğüm Freud'u ve PSİKANALİZ'i temel hatlarıyla kısaca tanıtmaya girişeceğim.

Yazı burası için belki biraz uzunca ama aslında anlatılacaklar için oldukça yetersiz olacak..Şimdiden uyarıyorum..Meraklı olmayanlar burada bırakabilirler okumayı.

Beni yakından tanıyanlar bilirler önce koyu bir Darwin'ci sonra da bir Freud'çu olduğumu.. Kronolojik olarak önce Darwin (1809-1882) sonra da Freud (1856-1938) geldiği için. Neden bu kadar önemli bu iki bilim insanı ve neden hala maalesef bu kadar tartışılıyorlar aradan geçen bunca zamana karşın..Söylediklerinin doğru olmadığı veya ortaya attıkları büyük iddiaların yanlışlıkları yüzünden mi? Kesinlikle hayır..Bugün artık hem Darwin'in Evrim Teorisi hem de Freud'un temellerini atmış olduğu Psikanaliz , ilgili bilim çevrelerince kabul görmüştür. Sizlere bu konuda kanıtlar sunmayı gereksiz buluyorum, bunu birçok bilim adamı yapmış ve maalesef yapmaya devam ediyor. Belki bunun böyle olmadığını düşünenleriniz olabilir, olacaktır da, saygıyla karşılamak isterdim ama maalesef karşılayamıyorum..Ön yargılar toplumun genelinde mevcut ve maalesef biz akıllı sayılan insanları da etkiliyor zaman zaman..Ama inanıyorum ki birazcık düşünme ve çaba ile bu ön yargılardan kolaylıkla kurtulabilir insan..Ön yargılardan kurtulmak da dine sırt çevirmek veya ateizme giden yol değil kesinlikle yanlış anlaşılmasın..Bu bilimin yolu, düşünmenin, soru sormanın, sorgulamanın yolu. Aydınlık beyinlerin yolu kısacası...

Neyse biz tekrar asıl konumuza dönelim.

Dinler insanları hep avutmuşlardır Tanrı'nın yarattığı en ayrıcalıklı varlık insandır doğada diye..Eee pek de zor olmamış aslında, ölüm korkusu karşısında çaresiz insan için böyle bir yanılsamayı benimsemek..Tanrısına sığınmak, tıpkı bir çocuğun korku anında anne-babasına sığınması gibi, insanoğlunun en temel ihtiyacı olmuş, doğada bir gün öleceğinin bilincinde olan tek canlı tür insanoğlunun. Korkuları ile inanmış, kendisine öteki dünyadan vaadler sunan dinlere, söylencelere...Kendisini efendisi görmüş doğanın, tüm canlılar aleminin..Herşeyi Tanrı'nın kendisine bağışladığı o eşşiz bilinciyle ve üstün aklıyla yaptığını düşünmüş durmuş binlerce yıl boyunca sorgusuz sualsiz.. Taaki 1859'da İngiliz Charles Darwin yaklaşık 30 yıl süren bir çalışma sonrasında o ünlü eseri 'Türlerin Kökeni'ni yayınlayana kadar. Kıyametler kopmuş, insan da dahil doğadaki tüm canlıların tek bir atadan evrim yoluyla oluştuğunu iddia eden bu baş yapıtın ardından. İnsanlık ilk büyük darbeyi almış egosuna tarihinde..Nasıl olur da bir maymun ile aynı atayı sahip olabilirdi ki insan? Böyle bir şey mümkün mü? Hani o binlerce yıldır sorgusuz sualsiz inanılan Yaratılış efsaneleri? Hani tüm canlıları Tanrı özene bezene ayrı ayrı yaratmıştı ve insan da yarattıklarının en üstünüydü? Böyle bir şey nasıl açıklanabilirdi? Nasıl bir insan bir hayvan ile eşit tutulabilirdi? Büyük tartışmalar olmuş dönemin çok tutucu İngiltere'sinde haliyle.Özellikle din çevreleri ile Darwinciler arasında..Bunlardan en ünlüsü ve de en anlamlısı 1860'ta Oxford psikoposu Samuel Wilberforce ile Darwin'in yakın dostu ve koyu Darwinci Thomas Huxley arasında yaşanmış. Bu iki şahıs arasında geçen şu tarihi konuşmaya lütfen dikkat edin:

Yaradılışa inanan Piskopos Wilberforce Oxford'ta dönemin ileri gelenlerinin de bulunduğu bir toplantıda yaptığı konuşmasında alaycı bir tavırla Darwinci Huxley'e dönüp:

I should like to ask to Professor Huxley, who is sitting by me, and about to tear me pieces when I have sat down, as to his belief in being descended from an ape. Is it on his grandfather's or his grandmother's side that the ape ancestry comes in?

(Yanımda oturan ve konuşmamı bitirdiğimde beni parçalara ayırmak üzere bekleyen Profesor Huxley'e sormak istiyorum: Hani şu bir maymundan türeyerek geldiği inancıyla ilgili olarak, bu maymun soyu, acaba büyükbabasının tarafından mı yoksa büyükannesinin tarafından mı geliyor?)

demiş ve bunun üzerine cevap hakkı için kürsüye çağrılan Darwinci Huxley'in cevabı da şöyle olmuştur:

I should feel it no shame to have risen from such an origin. But I should feel it a shame to have sprung from one who prostituted the gifts of culture and of eloquence to the service of prejudice and of falsehood.

(Böyle bir soydan geliyor olmaktan dolayı asla utanç duymam gerekmiyor. Asıl , kültürün ve aklımızın bize kazandırmış olduklarını önyargı ve yanlışlığa hizmet etmek üzere suistimal eden bir soydan geliyor olmaktan dolayı utanç duymam gerekiyor.)

Daha fazla ne söylenebilir ki..Bugün insanın kendini algılayışını kökünden sarsmış, doğaya ve canlılara bakışını kökünden değiştirmiş ve doğa bilimlerinde aydınlanma çağının başlamasına neden olmuş bu büyük insan Darwin karşısında saygıyla durmak düşmez mi biz akıllı, düşünen insanlara..Kendisi üstelik din eğitimi alarak yetişmiş, karakter olarak utangaç , çekingen, her türlü tartışma, kavga ortamından sıkılan bir kişi olan Darwin'in, dönemin tutucu ortamında böylesine iddialarla ortaya çıkmış olması insanlık için gerçek bir mucize değil midir sizce de? Bu zamanda bile 'Evrim Teorisi ispatlanmadı, herşey tesadüflerle açıklanamaz' diyenler, Yaradılış Kuramı gibi sözde Darwin'i çürütecek iddialarla ortaya çıkanlar hala mevcutken nasıl tartışmayalım soruyorum sizlere..Darwin Evrim teorisi ile doğada var olan ve insan da dahil tüm canlıların tek bir canlıdan türeyerek geldiğini bütünlüklü bir çercevede söyleyen ilk insan olmuştur ve bugün artık bunun aksini iddia edebilecek tek bir bilim adamı mevcut değildir..Olamaz da... Darwin'e belirli açıklamalarında karşı çıkmak mümkündür ancak bu bilimin kendi çerçevesinde ve de belirli teknik detayların açıklanması aşamalarında olabilir..Bu da bizim değil bilim insanlarının işidir zaten. Ama temelde Evrim fikrine karşı çıkmak olsa olsa bağnaz Yaratılışçı din çevreleri veya yandaşlarının işi olabilir. Darwin'in evrim teorisine karşı çıkmak aydınlanmaya, bilmeye karşı çıkmaktır, onu yaratılış efsaneleriyle karşılaştırmak ise insanoğlunun maalesef en büyük ayıplarından biridir..Evet tıpkı Huxley'in söylediği gibi milyonlarca yıllık evrim sürecinin ortaya çıkarmış olduğu, bugünkü aklı ile hala yaratılış efsanelerine inanan, hala ön yargılı, hala üstün ve tanrının ayrıcalıklı varlığı olduğunu sanan zavallı bir insan ırkının üyesi olmaktansa bir maymun soyundan gelmiş ancak düşünen, sorgulayan ve bilimin yolunda yürüyen aydın bir insan olmayı çok daha onurlu buluyorum..

Darwin'in söylediklerinin o yüce ruhlu, hani o kalpleri açık 'inançlı' arkadaşlarda yarattığı etkileri, o rahatsızlıklarını, o tepkilerini gördüğü zaman insan, ister istemez merak ediyor nedenleri...Aslında çok da açık nedenler...Bakılması gereken yer de belli aslında. Ruh dünyaları kuşkusuz..Peki bu ruh dünyalarına nasıl bakabilir insan! İşte tam da bu noktada yazımın ikinci kahramanı, diğer önemli insana Freud'a gelmek istiyorum. Bu konuda söyleyeceklerim daha da çarpıcı...Neden insanoğlu egosuna ikinci büyük darbeyi aldı tarihinde Freud'la ? Neden çok önemli Freud bizler için? Neden hala bu kadar tepkilerle karşılanıyor söyledikleri? Ve neydi Freud'un kurduğu Psikanaliz? Bizim bildiğimiz şu Psikoloji'den farkı neydi?

İnsanoğlunun akıllı, zeki, düşünen, tüm davranışlarını, farkında olarak ve de o üstün bilinci ile yerine getiren bir varlık olduğu inancı çok güçlü... Bugün bile birçoğunuz bunun böyle olduğunu düşünüyordur kesin. Öyle ya, üst beyni öylesine gelişmiştir ki insanoğlunun, düşünebilme, muhakeme, soyutlama yapabilme v.b yeteneklere sahiptir ve bu nedenle de sanki her davranışını bilerek, isteyerek, farkında olarak diğer bir deyişle BİLİNÇLİ bir şekilde yerine getiriyordur. Ama işte ilk defa Freud yakın dostu Avusturya'lı tanınmış fizyolog ve hekim Joseph Breuer ile 'Histerik' hastalar üzerinde yapmış olduğu çalışmalar sırasında, insanoğlunun bambaşka bir ruhsal bileşenin etkisi altında olduğunu keşfetti. Evet birçok histerik hasta aslında farkında olmadığı yani bilincinde olmadığı bir takım duygu ve düşünceler tarafından yönetiliyor, hastalık semptomları bu bilincinde olmadığı bileşenler tarafından belirleniyordu. 'Hipnoz' (bilincin yerinde olmadığı bir çeşit uyku durumu) altında hastalara telkin edilen bir takım emirlerin uyanıklık durumuna yani bilinçli duruma geçildiğinde hasta tarafından yerine getirildiği, hastanın kendisine telkin edilenleri unutmadığı ve davranışlarının kendisine hipnoz altında söylenenlerce belirlenebildiği gözlemleniyordu. Buradan da insanoğlunun farkında olmadığı yani bilinciyle belirleyemediği bir takım 'BİLİNÇDIŞI' güçlerin etkisi altında olduğu sonucu çıkıyordu. Evet , ruhsal yapısının önemli bir bölümü bu BİLİNÇDIŞI duygu ve düşünceler tarafından işgal ediliyordu..Bu çok büyük bir keşifti.. Freud'un en büyük keşfi, 20. yüzyıla damgasını vuracak olan Psikanaliz'in doğumuna yol açan büyük keşif: BİLİNÇDIŞI. İnsanoğlu evet bilinçli bir varlıktı, bir takım davranışlarını farkında olarak yani bilinciyle yerine getiriyordu ancak ruhsal yapısının en önemli bölümünü de o BİLİNÇDIŞI alanda yer alan istek ve düşünceler oluşturuyordu. Davranışlarının bir çoğu aslında farkında olmadığı o BİLİNÇDIŞI güçler tarafından belirleniyordu. Yani öyle çok da BİLİNÇLİ denemezdi insanoğluna. Freud'un deyimiyle insanoğlu narsizmine önemli bir darbe daha alıyordu tarihinde böylelikle...

Peki neydi bu BİLİNÇDIŞI? Günlük hayatımızda hepimizin sıkça kullandığı bu terim gerçekte ne anlama geliyordu? Neden herkesinki farklı farklı oluyordu? Nasıl oluşuyordu bu bilinçdışı?

Bu soruların cevabı öyle kısaca verilecek türden değil aslında ama yine de çok kabaca ipuçlarını vermeye çalışayım.

BİLİNÇDIŞI, dünyaya geldiği anda henüz biyolojik bir yaratık olan insan yavrusunun insan olma (toplumsallaşma) serüveninin, mücadelesinin kalıntılarıdır.

BİLİNÇDIŞI, anne karnından dünyaya atılan çaresiz küçük yaratığın, henüz insanlaşmamış (kendisini insan toplumunun bir üyesi olarak konumlandıramayacak durumda olan), kendisini anne bedeninden henüz ayrı olarak algılayamayan, dürtüsel (açlık ve haz alma = cinsel) isteklerinin etkisi altında annesiyle büyük bir bağımlılık ilişkisi içinde adeta bir hayal aleminde yaşayan o insan yavrusunun, gerçek dünyayı, kendisini haz ve zevklerin özgürce yaşandığı o hayal aleminden koparan, otoritenin, düzenin, kuralların temsilcisi babasını algıladığı, ayrımsadığı o büyük şoku (Oedipus Karmaşası) nasıl yaşadığı, bu şoktan nasıl etkilendiği, annesine olan o güçlü bağını babanın, otoritenin, toplumsal kuralların tehdidi altında nasıl kopardığı veya koparamadığı gerçeği ile ilgilidir.

BİLİNÇDIŞI, o biyolojik insan yavrusunun erkeksi veya kadınsı özneler olarak insan toplumunun bir üyesi olma yolunda verdiği mücadelenin o küçük aklında bıraktığı izlerdir. Bu savaş, bu biyolojik varlıktan insan olma serüveni, her bir insan yavrusu tarafından öznel bir şekilde farklı farklı ama insanoğlunun olduğu her toplumda yaşanan evrensel bir savaştır. Bu savaşı, bu mücadeleyi başarı ile veren her insan yavrusu, bir BİLİNÇDIŞI ile donatılmış kadınsı veya erkeksi özneler olarak insan toplumunda yerlerini alacaktır.

İşte Freud'un keşfettiği ve üzerine PSİKANALİZ'i inşa ettiği BİLİNÇDIŞI budur.

BİLİNÇDIŞI, insanın ruhsal yapısını, onun nesne ve öznelerle kurduğu ilişkileri, kişiliğini, aşk veya insan ilişkilerini v.b tüm ruhsal etkinliklerini belirleyen en temel öğesidir insan ruhunun. İste PSİKANALİZ bu BİLİNÇDIŞI öğenin incelenmesini, anlaşılmasını hedef almıştır. Sinir hastalıklarının tedavi etmek üzere çıktığı yolda Freud 20. yüzyıla damgasını vuran PSİKANALİZ BİLİMİ'ni kurmuştur. İnsanlık tarihinde ilk olarak Freud, kurduğu Psikanalizle, insan ruhunun bilimsel olarak incelenebilmesinin yolunu açmıştır. İnsanoğlunun davranışlarının büyük bir kesiminin bilinçdışı faktörlerce belirlendiğini göstermiş ve her insanda varolan bu bilinçdışı karanlık alanı aydınlığa çıkaracak bir pratik (analitik tedavi) - teknik (tedavinin yöntemi) ve teorik bütünlüğü olan PSİKANALİZ'i kurmuştur. Bugün insan ruhunu anlamaya çalışanların başvurmadan edemeyecekleri bir bilimdir Psikanaliz.

Psikanaliz'i Psikoloji veya Psikiyatri ile karıştırmayalım lütfen. Psikanaliz'in nesnesi BİLİNÇDIŞI'dır. Onun ilgi alanı henüz insanlaşmamış insan yavrusunun insanlaşma serüveni ve onun bıraktığı izlerdir. Psikanaliz dışında hiçbir alan hiçbir bilim Bilinçdışı'nı inceleyemez ve onu anlayamaz. Psikoloji insan davranışlarını inceler ama bu davranışlara yol açan nedenleri anlamak istediğinde Psikanaliz'e başvurmak zorundadır. Psikiyatri, ruh hastalıklarını sanki sadece somatik, yani bedensel fizyolojik bozukluklardan kaynaklanıyormuş gibi kısır bir çerçevede ele alır ve bir takım ilaçlarla tedavi yoluna gider ancak bilinçdışı alanın insan ruhsallığına etkilerini görmezden gelir. Kısacası BİLİNÇDIŞI sadece ve sadece Psikanaliz'in nesnesidir ona aittir. Onu anlamak ancak ve ancak Freud'un Psikanaliz'i ile mümkündür.

Freud'a bu kadar tepki gösteren, bir Yahudi üstelik de bir erkek olduğu için söylediklerini güvenilir bulmayanlar!!!! Onun herşeyi cinselliğe indirgediğini iddia edip onu sapık diye niteleyenler!!! Gizli gizli psikologlara başvuran, ne idüğü belirsiz meditasyon seanslarından medet uman, ya da ruhlarına doğu felsefelerinde huzur arayanlar!!! Korkmayınız Freud'tan, Psikanaliz'den..Unutmayın! Psikanaliz'e en çok da sizlerin ihtiyacı var!

Evet Freud bir Yahudiydi.. Tam 7 yıl sınıf birincisi olduğu lisesini büyük bir başarı ile bitirdikten sonra 1873 yılında hekim olmak üzere Viyana Üniversitesi'ne girdi. Anti-semitizmin hüküm sürdüğü dönemin Avusturya'sında Yahudi olduğu için kendisini hor gören, kendisinden uzak duran insanların arasında zorlu bir akademik mücadele verdi. Histerik ve nevrozlu hastaları tedavi etmek amacıyla bir hekim olarak çıktığı yolda insan bilimlerinin en önemlilerinden Psikanaliz'i kurdu. Bunu tek başına gerçekleştirdi..Her türlü karşı çıkışa ve engellemelere rağmen korkusuzca dile getirdi düşündüklerini.. Eşi ve 6 çocuğu daha sonra da torunlarıyla oldukça mutlu ve düzenli bir aile hayatı yaşadı. Yahudi olduğu halde 1938'de Nazi işgalindeki Viyana'dan, Nazilerin elinden sadece ünü sayesinde kurtulabildi. Hekim olarak başladığı kariyerini 20. yüzyıla damgasını vuran ve insan bilimlerinin en önemlilerinden biri olan Psikanaliz'in kurucusu büyük bir düşünür, büyük bir bilim adamı olarak 1939'da Hitler'in Psikanalizini hazırladığı sırada, 83 yaşında Londra'da tamamladı. Neden bu kadar korkuyorsunuz ki ondan, söylediklerinden! Unutmayın! Freud'tan öğreneceğimiz daha çok şey var!

Sevgili feministler! Juliet Mitchell'i tanıyorsunuzdur, hani o ünlü 'Kadının Mülkü'nün yazarı, fransız feminist. Kendisi 'Psikanaliz ve Feminizm' adlı büyük eserinde tüm feminist arkadaşlarının kendisini döneklikle suçlama riskini de göze alarak Freud'u ve Psikanaliz'i savunmuştur. Freud'un ideolojik nedenlerle yanlış okunmasının kuramlarının nasıl yanlış yorumlanmasına yol açtığını göstermiştir. Lütfen okuyunuz.

Keşke bizleri-sizleri Freud'tan uzak tutan o ciddi ideolojik, psikolojik engelleri aşıp da Freud'u, ve BİLİNÇDIŞI'nın bilimi PSİKANALİZ'ini anlamaya, ve böylelikle kendi ruhsallığımızı tanımaya doğru cesur bir adım atabilsek. Keşke onu acımasızca , cahilce yargılamaktan vazgeçip adamın gerçekten ne dediğini anlamaya çalışabilsek. Keşke şu cinsellik denen gerçekten bu kadar da korkmasak. Eminim ruhsal huzura ve mutluluğa ulaşmaya çalışan bizlere çok faydası olurdu bu çabanın. Bugün Avrupa ve Amerika'da ve hatta ülkemizde binlerce hekim Psikanaliz'i başarıyla kullanıyor hem de tam da Freud'un öğrettiği biçimde..Freud'tan sonra gelen ve 20.yüzyılın en önemli psikanalistlerinden ve kendisi de Psikanaliz'e çok özgün katkılarda bulunmuş fransız Jacques LACAN (1901-1981) ölümünden bir yıl önce yaptığı bir konuşmada öğrencilerine şu şekilde seslenmiştir:

It is up to you to be Lacanians. As far as I am concerned , I am a Freudian.

(Lacanyen olmak size kalmış. Bana soracak olursanız ben bir Freudyen'im.)

Daha ne diyebilirim ki! Gönül isterdi ki bu yazıda Freud'u savunmak yerine Psikanaliz'in detaylarını, ruh hastalıklarının tedavisinde nasıl kullanıldığını, çocuk cinselliğinden ne kastedildiğini, Bilinçdışı'na giden yolda düşlerin nasıl ele alındıklarını tartışabilelim. Psikanaliz'in o herşeyin sorumlusu karanlık alan BİLİNÇDIŞI'nı nasıl aydınlığa çıkardığının detaylarını...

Hepimizin BİLİÇDIŞI var. Bizi biz yapan, diğerlerinden ayıran, bizim öznel tarihimizin izleri olan BİLİNÇDIŞI'mız. Onu tanımak istiyorsak elimizde şu anda Psikanaliz'den başka başvurabileceğimiz bir yol yok, lütfen unutmayın...Bunu Freud'a borçlu olduğumuzu da...

Ufuk Sovuksu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,408,408,408,408,408,408,408,40
              10 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Kıvanç Gülhan

 Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan


   EBEDİYEN YAŞAMAK

Yüzümüz,vücudumuz, ailemiz,vatanımız,adımız,soyadımız hatta cin-siyetimiz... İşte bu fiziksel, sosyolojik ve psikolojik özelliklerimize sahip olmamız-da bizlere kimse soru sorup fikrimizi almadı. Tamamen ebeveynimiz ve doğa, coğrafya iş birliğinin birer ürünüyüz. Olsun dedikleri anda Tanrının yardımıyla oluveriyoruz.

Bütün bu dışa yansıyan kişilik taşları,şöyle dursun inanışımıza göre kullanma kılavuzu ve son kullanma tarihi ile birlikte, senaryomuz bile mevcut.

Eko paket olarak kargolandığımız dünyada, çeşitli yer ve konumlarda başlıyoruz yaşama. Öyle tüketici birlikleri veya benzeri oluşumlar yok tabi. Yani bu ayak topal çıktı, sol el parmakları nerede veya kalça montaj sırasında takıl-mamış gibi şikayetlerde bulunamayız.

Bize düşen, "Zurnada peşrev olmaz ne çıkarsa bahtına" deyip, yiyip, içip, yenilerimizden üretip, kullanım süremiz bittiği anda da hiçbir şeye zarar vermeden,sesiz sedasız kurtlanmak ve çürümek üzere doğruca toprak altına doğru yollanmak.

İşte buraya kadar üç nefes aşağı, beş soluk yukarı olanlar, ayrıntılar dışında hep aynı. Nasıl başta itiraz edemiyorsak gelişimize, bundan sonrasına da bulaşamıyoruz aslında.

Yapabileceğimiz en iyi iş, soluk sayısı müddetince hatırlanır olacakları üretmek, bedensiz olsa da ebediyen yaşamayı sağlamaya çalışmaktır.

Ebedi olma fikrini fazla büyütmeyiniz. Bu uğurda ansiklopedilere geç-meyi kastetmiyorum. Sizden üreyenler adınızla övünecekse birkaç nesil, bu yeterlidir. Ama maharetli çıkıp da ansiklopedilerde sayfalara yayıldınız buna da kimsenin itirazı olmaz.

Marko Paşayı tanımayanımız yoktur. Adam hayatı boyunca dert dinlemiş. Kim bilir belki de duyma özürlü bir adamdı. Hekim olarak yaşamış, Kızılay teşkilatının kurulmasında emeği geçmiş bir şahsiyet. Bu günleri görse belki önayak olduğu bu iş için kendine kahrederdi, ayrı mesele.

Tuzsuz Deli Bekir de çok iyi bilinmesine rağmen, neden bilindiği bilinmeyen bir zatı muhterem. Ama var ve tanıyoruz onu. Benim asıl içimi sızlatan bir kitle var ki bunlar hep telef olmaya devam edecek olan gerçek araştırmacılar. Özellikle de Üniversitede görevli olanları.

Bunların ne aradıklarını bilmeden araştırmasına girdikleri konular hakkında toplumun büyük bir kısmının ne yazık ki zerre kadar fikri ve bilgisi yok. Garibanların buldukları, kendisinden sonra araştıranlara mihenk taşı olmasına rağmen toplum bundan bihaber yaşamaya mahkum. Telif haklarını da toplum ve idare olarak gasp ettiğimizden, tanınmaları ihtimali de neredeyse sıfır.

Eğer bunlardan birinin kızı hasbelkader manken olur,günde bir sevgili değiştirirken nahoş bir vaziyette yakalanırsa medyaya, falanca mankenin Profesör babası olarak tanınabilirler. Aksi taktirde çalış çalışabildiğin kadar bilime hizmet olsun diye.

Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Özlem Ünlü

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.423 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Yine Mi Sen Brütüs?

Ey,
Beslendiği halde
Göz Oyan kargalara
Önderlik yapan
Sezar patentli
Zavallı Brütüs,
Yetmedi mi,
Oyduğun
Bedenini Büyük Sezar'ın
Hançerin hala
Kalbimde?
Asırlar seni fısıldar,
Tarih yazar
Kahpeliğini;
Niyetini anlamam.
Ne Sezar kadar büyüklüğüm var,
Ne de kin tutulacak hadisem.
''Sen de mi?''
Dememi bekleme;
Varsa
Senin gibi iki gözüm,kaşım
Ve,
Sonsuza kadar kilitli sevdam kalbimde.
Sezar patentli
Zavallı Brütüs;
Çek artık ellerini
Üzerimden...

Nihat ÇAPAR

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Nasıl olmuş bu yaw?!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Hafta sonu gazete eki bulmacalarında rastladığımız türden bir bulmaca. Bir çeşit kelime avı bulmacası, denemek için http://www.fisheries.nsw.gov.au/kids/fun/fun-games-shark-word.htm kısayolunu tıklayabilirsiniz.

Mp3 konusunda yeni farkettiğim bir siteyi tavsiye edeceğim http://www.mp3int.com/tur/ Arşivleri hiç fena değil. İncelemenizde fayda var. Hatta tavsiye ettikleri bazı web sayfaları da gerçekten görülmeye değer.

Flash animasyonlar ve flash oyunlar konusunda kendine özgü tarzıyla başarılı bir web sayfası http://www.miniclip.com/Homepage.htm Hatta bilgisayarınıza indirebileceğiniz özel formatı bile mevcut. İyi eğlenceler.

...Kan dökmekten bıkmayan zalim Ares'in gocukları da tıpkı kendisi gibiydiler. Bunlardan en yamanı Kyknos idi. Bu genç haydut dap başlarında gezer, yolları keser, önüne çıkan yolcuları soyup soğana çevirir sonra kim olursa olsun hiç acımadan vahşice öldörördö. Vahşiliğini daha da öteye götürüp öldürdüğü insanların kafatasından babası Ares için bir mabet yapmıştı... Bu tarz hikayelerden hoşlananlar için http://www.masal.sehri.com/

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Hide Folders™ XP [973 KB] WindowsXP Deneme (24,50$)
http://www.fspro.net/download/hfxp.zip
Özellikle işyerlerinde kullandığımız bilgisayarlarımızda güvenlik çok önemli biliyorsunuz. Hele bir de meraklı gözlerden saklamak istediğiniz dosya ve klasörleriniz varsa işiniz daha da güç. İşte bu program dilediğiniz klasörü görünmez yapabildiği gibi, şifre koruması da ekleyebiliyor. Saklambaç oynamak zorunda olan tüm kullanıcılara tavsiye olunur:-))

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050317.asp
ISSN: 1303-8923
17 Mart 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com