ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 711

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 29 Mart 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Arızalı enstrüman!..


Merhabalar,

ABONE OL! Zaman zaman size buradan kişisel enstrümanımda meydana gelen akord bozukluklarından söz ediyorum biliyorsunuz. Siz de alıştınız ben de. Genelde yorgunluktan meydana gelen tel gevşemeleri bu akord bozukluğunun müsebbibi. İşte bu gece de o zamanlardan biri. Bu sefer sıra enstrümanın üst seviyelerinde, burnun iki yanında kaşların altında bir yerde. Sızım sızım sızlıyor köftehorlar. Demin üşenmedim kalktım gittim aynaya baktım, bakmaz olaydım. Sakallar gene uzamış. Nedir bu yahu? Hergün hergün traş mı olunur? Ne diyordum? Hay allah sakalı gördük gözü unuttuk. Gözler bir içim su, kırmızıya çalan ela ile mora çalan masa örtüsü ortası bir halde. Ortada gelincik, etrafı frambuaz. İşte öyle birşey. Bir de garip birşey oluyor, sağ göz sağ üst köşeye çekilmeye çalışırken sol göz sol alta doğru seyirtiyor. Böylece önümdeki harflerin köşeden köşeye uzunlukları bir büyüyüp bir küçülüyor. Ya işte böyle. Ayrılma vakti gelmiş. Acaba anlaşıldı mı?

Bugün size tam benim havamda bir şarkı hazırladım. Neşe Şen'in sözlerini, Emre Mirza ve Cem Yıldız'ın müziğini yazdığı Dünya. Çalan grup Orient Expressions, albüm Divan, yayıncı Rh Pozitif. Hepinize akordlu enstrümanlar diler huzurlarınızdan saygı ve sevgi ile ayrılırım. Esenkalınız.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

2 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

KIRKYAMA

 KIRK1YAMA HİKAYELERİ


  LODOS

7
Nisan 2001/ Paris


Metro nihayet perona yaklaşmıştı. Bir çırpıda biniverdi ve ilk gördüğü koltuğa oturdu. Ayakta kalarak az evvel hiç aklına bile gelmeyecek şekilde gelişen tesadüfü veya tesadüfleri yaşamak istemiyordu. Oturup buğulu camdan dışarıyı izlemek daha cazipti. Nereden çıkmıştı bu kadın ve resim. Yusuf'u hayatından ve yüreğinden koparmaya çalışırken neden bu ana denk gelmişti ki. Hafif bir burukluk yaşadı o an. Oysa resmi gördüğünde kıskanmamıştı bile. Ama kadın gözünün önünden gitmiyordu. Gerçekten alımlı ve çoğu erkeği baştan çıkartabilecek bir güzelliğe sahip, bir o kadar da bakımlıydı.

- Bana ne kadından... Hatta Yusuf'tan da bana ne!

Tek düşüncesi bir an evvel Cem'i bulmak yüreğinden geçenleri ve Yusuf diye birinin artık kalbinde yer almadığını söylemekti. Artık düşünceleri oldukça net bir şekle gelmişti. Bir daha ne Cem'in yanında ne de yalnızken Yusuf'u aklının ucundan bile geçirmemeliydi. Zaten Cem ile aralarına giren, aylarca 'Seni Seviyorum' diyememesine sebep Yusuf değil miydi?... Ağzından birden engel olamadığı ve yüksek sesle bir cümle çıktı. 'Bir daha buna izin vermeyeceğim.' Yanında oturan orta yaşta bir kadın sesin geldiği ağza bakıyordu. Utandı birden. Camda yansıyan yüzü gerçekten utandığının göstergesiydi. Kadın hafiften eğilerek,

- Güzel kızım sanırım Türk müsün? diye sordu.
- Evet teyzeciğim Türk'üm.
- Kusuruma bakmayın ne olur. Bir an tutamadım kendimi ve ağzımdan kaçıverdi işte.

Kadın yaşlılığın verdiği saf ve hoş bir tebessümle, 'Olur evladım. Ama belli ki kafan karışık ve olmamasını istediğin şeylerle mücadele ediyorsun' dedi. Kadın haklıydı.

- Yoo teyzeciğim aslında kafam karışık değil öylesine söyledim.
- Neyse güzel kızım ben öyle yorumladım özür dilerim.

Gerçekten kafam hala karışık mı acaba diye sordu kendi kendine. Ya Cem? Yanımda oturan hiç tanımadığım bir kadın bunu görebiliyorsa ben Cem'e nasıl anlatacağım artık net olduğumu, yalnızca hayatımda onun olduğunu, Yusuf'u söküp attığımı?

Yine bir korku kaplamıştı bedenini. Belki de son şansıydı bu. Cem'i gördüğünde duygularını ve onu sevdiğini en iyi şekilde ve tereddütsüz anlatması gerekiyordu. Aksi takdirde onu gerçekten kaybedebilirdi.

- Bu günü yalnız geçirmeli. Ve yarın sabah doğan güneşle birlikte yeni bir sayfa açmalı hayatımda. O sayfanın ilk satırı yalnızca Cem olmalı...

Tekrar başladığı noktaya gelmiş, metrodan inmişti Selin. Karşısında yine ihtişamlı görüntüsüyle Eyfel kulesi duruyordu. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun altında epey bir süre izledi ışıkları ve Eyfel kulesini.

'Ne kadar genç çift var bu şehirde, dedi. Aşıklar şehri diye boşuna dememişler buraya' diye söylendi… Artık ıslanmanın verdiği bir titreme başlamıştı. Bir an evvel elbiseleri değiştirmeli, saatlerdir açlıktan ağrılar giren mideyi doyurmalı diye düşündü.

Keşke tanıdığım bir dostum olsaydı şu şehirde, belki şu an yaşadıklarımı ve yapmam gerekenleri de konuşur biraz olsun rahatlardım diye düşündü. Kesinlikle konuşmaya, kafasından geçenleri birileriyle paylaşmaya çok ihtiyacı vardı. Bunları yapabileceği tek kişi Cem iken maalesef şu an bu kişi o olmamalıydı. İçinde kopan lodos fırtınalarıyla kendi kendine yüksek sesle konuşur olmuştu.

- Deliriyor muyum?...

Meydanı biraz geçip sokak aralarından, kaldığı otele doğru yürüdü. İçeri girdi. Odasına girdiğinde ilk yaptığı şey kendini, ıslak elbiseleriyle, yüz üstü yatağa bırakıvermek oldu. Cem'le ayrıldığı gün geldi aklına. O gece de tıpkı böyle ıslak bir şekilde yatağına uzanmıştı. Tıpkı bu gece gibi ıslak, tıpkı bu gece gibi mutsuz, tıpkı bu gece karmakarışık… Günlerdir yaşadığı şeyler ve Cem aklına geldiğinde hıçkırıklarla etkisini iki kat artıran göz yaşlarına hakim olamadı. Oysa buraya geldiğinde ne kadar da kararlıydı. Ve de ne kadar umutlu, mutlu…

Ağlamanın ve yorgunluğun etkisiyle saat 21:15 'i gösteriyordu uyandığında.

- Ne çabuk geçmiş zaman...

İlk aklına gelen titreyen vücudunu soğuktan kurtarmaktı. Üzerine yapışan elbiselerini özensiz bir şekilde bir kenara fırlatıp banyoya koştu. Sıcak bir duş çok iyi gelecekti titreyen vücuduna. Tıpkı o geceki gibi… Duş gerçekten ısıtmıştı vücudunu. Sırt çantasından çıkardığı elbiselerini giyip makyajını da bitirdikten sonra nihayet sıra açlıktan çırpınan midesine bir şeyler doldurmaya gelmişti.Hafif bir şeylerle açlığını gidermenin uygun olacağını düşündü. Ve yanında kırmızı şarap. 'Evet evet bir bara gidip yapa yalnız oturup hafif bir şeyler yemeli ve kalitelisinden de bir kırmızı şarap içmeli'. Bu fikir kafasına yatmıştı Selin'in. Meyhane tarzı, hafiften bir müzik çalan, dinlendirici bar ilişti gözüne.

Loş ışıklar ve bu müzik eşliğinde kırmızı şarabımı yudumlarken, sanırım kafamı toparlar, yarın belki de son şansım olan önemli güne kendimi daha iyi hazırlarım, diye düşündü.

Biraz bir şeyler atıştırdıktan sonra, kırmızı şarabını yudumlayıp derin düşüncelere dalmıştı yine. Kesin kararlıydı. Cem'i kaybetmek istemiyordu. Yarın çıkıp karşısına cesur bir şekilde diyecekti ki: 'Cem ben seni gerçekten sev...' Birden karşısında yine o kadını gördü. Barın kapısından içeri giriyordu kadın. Ne kadar güzel ve alımlıydı. Hemen arkasında da bir adam. Barın loş ışıklarından sıyrılıp adamın yüzünü görmeye çalıştı.

- Tanrım! Bu… Bu… Yusuf mu yoksa…

Arkası Yarın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,859,859,859,859,859,859,859,859,859,85
              13 Kahveci oy vermiş.
40 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Fatma Toprak Gök

 Kardelen Ezgileri : Fatma Toprak Gök


   BEN GİTTİKTEN SONRA

Ben bırakıp gittiğimde seni tam anlamıyla gitmemiştim aslında. Ben bırakıp gittikten sonra seni, sen beni öylesine bırakıp gittin ki; beklermiş gibi bu anı. İstermiş gibi. Hiç umursamadın ve gittin öylece. Ben yalnızdım zaten sen gitmesen de. Gitmen yalnızlığımı artırmadı. Ben gittikten sonra senin gitmeni bu kadar da çabuk beklemiyordum oysa. Yani bekliyordum da, bu kadar çabuk değil! Gittin, geri gelmemecesine, ama…

Rengin değişmiş. Süzülmüşsün. Hani iyiydin artık. Hani benden sonra gittiğin yerde hayatının en parlak, en güzel dönemini yaşıyordun. Hani şimdiye kadar yaşadığın günlerde asla ve asla gün yüzü görmemiş ve bu kadar güzel yaşamamıştın.. Bak, sararmışsın işte. Öyle değildin oysa. Yani sararmıştı yüzün de, bu kadar sarı değildi! İyiymişsin gibi davranıyorsun, ama…

Örselenmiş gibisin benden sonra. Hayat bu kadar örselemiş miydi ki seni? Benim varlığımda yani. Benle karşılaştırıldığında yani, bu kadar örselemiş miydi seni birileri. En yakının mesela. Hani benim örselendiğim gibi. Hani senin beni örselediğin gibi. Değildi. Yani öyleydi de, bu kadar fazla değil! Bana yaptın, bari başkalarına yapma diyeceğim, ama…

Biliyor musun artık konuşamıyorum. Hiç hem de. Ruyalarda bile. Dilimi kör testereyle kesip sokağa fırlattığın o günden sonra nasıl konuşabilirim! Dilimi; o kör, o paslı testereyle milim milim kesip kanlarını yere döktüğün o günden sonra!.. Hoş, burada konuşmaya da ihtiyacım yok zaten. Peki ya sen! Eskisi kadar bağırmıyorsun. Ne o, başkalarının sana sesini yükseltmelerine alışkın değildin. Hep sen yapardın bunu. Özellikle de bana… Suskunsun genelde. Önceden de bağırmadığın zamanlar susardın gerçi. Yani önceden de suskundun da, bu kadar değil! Peki sus… Bağır diyemeyeceğim tabi ki. Zira susman daha hayırlı, ama…

Kafamda sana ait zamanın izleri duruyor hala. Geçmedi… Geçemedi. Kafamın etleri sıyrıldıktan, çürüdükten sonra bile… Kafatasımda, sadece kafatasımda! Yerini hatırlıyorsun değil mi? Bak, şurada. Alnımın sol üst köşesinde. Zamanın, bileğinden kayıp giderken, izi tam kafatasımda kaldı. Ne duruyorsun, istiyorsan bir kez daha dene! Canım da yanmaz hem. Doğru ya! Canım yanmaz tabi ki. Sen en iyisi yapma!.. Yakardın canımı ya hep… En çok ne zaman yandı biliyor musun? Benden sonra hemencecik sen de gittin ya, en çok o zaman yandı canım. Üstelik canımın yanmasına imkan yoktu artık. Yani burada… Önceden de yakmıştın da, bu kadar değil! Kimsenin canını yakma diyeceğim, ama…

Sen şimdi hala her şeyin en iyisini kendinin bildiğini mi sanırsın! Benim bildiğim ama senin bilmediğin konularda bile bana direttiğin o günlerden sonra, senin bildiğin ama onun bilemediklerini sana direttiğini gördüm ya… Ne diyeyim. Önceden de şöyleydi böyleydi demek geliyor içimden ama bunu öncesi sonrası yok. Sen başkalarına son noktayı koyduğun gibi, başkaları da sana son noktayı koymak istiyor bak! Sen de bunu çok iyi biliyor ve görüyorsun, ama…

Ney? Anlamadım? Elinden bir şey gelmiyor mu?
Eziksin değil mi?
Bir zamanlar benim de elimden bir şey gelmiyordu. Senin işine gelen bu durumum şimdi başkalarının mı işine geliyor.

Hayat dönme dolap gibi değil mi! Sen hep yukarılarda olmayı istedin, beni aşağıda tutmayı çalışarak. Oysa şimdi sen en alttasın, ben ise yukarının da yukarısında. Üstelik elektrikler de sonsuza kadar kesik!

Kafatasımdaki iz ne zaman geçecek? Beklerim, ne kadarsa ne kadar! Yeter ki sana ait bir iz kalmasın. Dilimin kalan kısmı da çürüdü nasılsa!.. Ama…

Fatma Toprak Gök
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
              15 Kahveci oy vermiş.
22 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mete Kaynaroğlu


Adil abi...

Eylül ayındayız... oturdum kaldırımın üstüne. Pastırma yazı anlayacağınız, sıcak yani... Sizi düşünüyorum Adil abi...

Bizim sokağın sarı kızı geldi yanıma, bir el hareketim ile, her zamanki gibi kuyruğunu sallıyor fakir... Daha yenile beş tane yavrusu olmuş... Analık işte, yavrularını emzirme derdinde... “Ramazan, şuna yarım ekmeğe kaşar koy da ver hemen’’ dedim. Bizim sokağın bakkalına... Gaman’lı aslanım, hiç ikilemez biz bir şey istersek... Benim istihbarat subayım gibi... Anında bilgiler bende mevcut olur hani... Öyle ya, dost var düşman var Adil abi...

Bu sarı kızı pek severim. Bir o yanaşır, şımarır yanımda, diğerleri Adil abi daha öncede söylemişimdir biraz yandan yandan giderler hani... Okşadım keratayı... O bana gülümsüyor, ben ona... Bütün bu canlıları severim Adil abi... Bir sebebi hikmeti var yaradılışlarının yani...

Bakkaldan bir ses geliyor: ‘’98 nokta 8 Sizin Radyonuz’’ Hay Allah! Biz şu yok halimizde bir kıyak çektik ya sarı kıza bakkal efkara geldi... Radyoyu açtı...

“ Ben pirimi hak bilirem
Yoluna kurban oluram
Dün doğdum bugün ölürem
İşte meydan ölen gelsin....’’


Amannn! Adil abi... Bazen yüreğimi kabartıyor bu türküler... Size de öyle olmuyor mu?... Allah’ dan korkun... Meydanlarda ölmek nedir ben bilirim Adil abi...

‘’can dostum...
gül dostum....’’


Bu sıcaklara aldırma, güvenme Adil abi gördüğün gibi kış geliyor... Tedbir aman... Nereden aklıma getirdiniz bu kışı? Sizin şu şair var ya oradan geldim bu meseleye .... Aşık Mahsuni... Allah rahmet eylesin iyi adamdı çok severdim kendisini... Benim de tanıdığım bir sendikacı arkadaşımız vardı, bir işçi gecesinde kafayı ona taktı... Çıktı kürsüde: “ Sen işçi gecesinde niye para aldın?’’ diye sordu ... Ulan koskoca spor salonu ikiye bölündü... Anladın mı?... Bir tarafı bağırıyor konuş diye, diğer tarafı bağırıyor türkü türkü diye... Boktan bir durum... Bizim adam Çerkez ... Laf anlamıyor...Yaşıyorsa Allah selamet versin öldüyse rahmet eylesin...

Bunların arasında bir de sevimli ve palabıyıklı bir ozan vardı aşık İhsani... Yöresel kıyafet ile sahneye çıkar... Sazı sol eline alır havaya kaldırır kolunu sallardı... Saz sol elde havaya kalkmış ya... Hayda!... Millet ayakta... Sloganlar filan... Vatandaş bağırıyor avazı çıktığı kadar... yani... kendini ifade ediyor Adil abi...

Bu ozanın elinde saz sanki bir mavzer... Silahı tutar gibi... Tetiğe basar gibi sazın tellerine vururdu....

“...
Dan dan dan dan...
Dan dan dan dan.....
Arkasından baltasını bilediii, bilediiii....’’


Ozan Van’lı bir oduncunun hikayesini anlatıyor...

O zamanlarda bir de:

“Vanlıyam şanlıyam
kılıcı kanlıyam...’’


türküsü meşhur olmuş, bizde Van’lıları bir elinde balta bir elinde kılıç adamlar bellerdik... Meğer adamlar sahil çocukları imiş ve üstüne üstlük son derece de munis adamlarmış. Bunu bir Van’lı dostum bana, hayret ederek izah etti... Aşık İhsani’ye ne oldu diye merak eder dururdum?... Geçenlerde sayın Ali Kırca’ da merak etmiş ki, televizyon programına onu çıkardı. Diyarbakır’da yaşıyormuş... Af buyur, altıncımı? dokuzuncumu? hanımı ile birlikte... Programda Kırca’ da gülümsüyor... Önceden tanıyor, biliyor tabii... Hatta seviyor...

Ha!... bir de Zülfü Livaneli var o da o zamanlar yeni yeni....

“Gemerek’te....
......................
Ey halkım unutma bizi...’’
filan diyor...

Senin anlayacağın türküler yakmış... Duyduğumuzda... Bir derin nefes almak ihtiyacı duyardık...

Hala da öyle Adil abi...

“İnce ince bir kar yağar
Fakirlerin üstüne....’’


Aşık Mahsuni’nin bu türküsü çıktığında hepimiz pek sevmiştik...Bu kar, fakirlerin üstüne mi yağar yalnızca Adil abi?... yoksa onların üstüne ince ince mi? Zenginlerin üstüne nasıl yağar?... Lapa lapa mı?...Doğru, kar yağışı; herkesin üstüne farklı yağar Adil abi...Peki.... Adil abi... zenginle fakir niye var abi?....Bunları kim açıklar abi?.... Filozoflar mı?... Yoksa abi... iktisatçılar mı?.... Fakirliği söylemek başka, fakirlikle zenginliğin nedenlerini açıklamak başka... Öyle değil mi Adil abi?...

Kar yağışında bir şey lazım. Ev sağlam olacak yani depreme filan değil. Sadece kışın rüzgarda sağından solundan üfürmesin yeter...

Radyodan türkü sesi geliyor...

“... İki keklik bir kayada ötüyor
Ötme keklik derdim bana yetiyor
Aman aman yetiyor...

Annesine kara da haber gidiyor
Yazması oyalı kundurası boyalı
Yar benim aman aman...
uzun da geceler yar boynuma
sar beni... beni...’’

Bu sene odunun tonu 150 milyon lira, kömür 190 milyon lira civarında... Kış bastığında fiyatlar biraz oynar... Çok da olmaz hani... Kışı altı yada yedi ay geçiren iyi bir kış ülkesinde, bir ton odun ve iki ton kömür kışı atlatmak için yeterlidir... Bu da nakliye dahil 600 milyon lira demek Adil abi...

Sobayı iyi seçeceksin. Ben kovasız olanı öneririm... İsim vermeyeyim reklam olur... İçi yaman ateş tuğlasından örülmüş olsun... Kömür ateşini hiç söndürmemek lazım... Ha birde bacanın ucuna bir boruyla çıkış yapıp, bir de rüzgar gülü takmak lazım... Ki, duman ters rüzgarda içeri basmasın... Allah korusun, çoluk çocuk hani abi....

Sabah kalktığında, altından sönmüş kömürü ve külü alır, üstüne biraz kömür atarsın. Bu böyle gider... Kış sonu odunu arttırırsın bile...

Bizim bakkaldaki radyodan, müzik sesi yükseliyor yine;

“Adam yara küser mi?
elin sözü ilen...
Hana vardım han değil
Cama vardım cam değil...’’

Ne iş Adil abi?...

Soba yanıyorsa evde, keyfe diyecek yok yani... Sobada bir kap yemek bile pişer hani... Çay da demlenir... Sıkıntı olmaz... Hatta bir güğüm içine ıhlamur koyarsın hep sobanın üzerinde durur, çoluk çocuk gelir gider içerler abi... Eve komşular dolmalı... Gelen gidene iyi olur yani... Ihlamur... Yalnızlık olmaz Adil abi... ev komşularla dolup taşmalı... Lakin, komşuda haddini bilmeli, şekerini evinden getirmeli... Akşam da tenekede su durmalı, neme lazım değil mi abi...

Gülme abi...

Adil abi... Adil abi....

Ya eve kömür ve odunu bulamazsan?

Panik yapma!... Adil abi... Sakin ol... Çaresine bakarız yani... Senin şairinde anlatmak istediği buydu herhalde... Sıcak evde, yoksula kar ince ince yağmaz değil mi?... abi?...O zaman aslanlar gibi biz... Çoluk çocuk yani... Beş yaşında olmuş ne gam... Sokakta... Bizim sarı kız gibi yani... Korkma aslanım...Odun namına ne varsa, tahta, kağıt, karton, mukavva hatta kömür niyetine siyah taş yani... Topla aslanım... Topla... Bu kışı atlatırız hani... Yiyeceğe gelince sorun etme... Çok çok dileniriz...

Ben... Maksim Gorki’yi çok severim Adil abi... Babaannesi bir dilenciymiş... Ukrayna’lı... Aç sefil bir aileden... Gençliğinde dayanamayıp intihar bile ediyor ya... Yani onu okuyorsam... Allah aşkına bana Rus’sun sen filan deme...

Böyle yaşarken planlarını, bir aylık yapabilirsin... Ama... Planların günlüğe düşmüşse abi.... Sen öldün abi... Bir insanın günlük yaşaması ile bizim sarı kızın günlük yaşaması arasında hiç bir fark yoktur abi.... Sen insanlıktan çıkarsın o zaman abi...

Bizim ozan Mahsuni bütün bunları mı anlatır acaba? İhtimal buna benzer şeyleri anlatır bu türküsünde... O da her halükarda ekmeğini saz çalarak çıkarırdı yani.... Düğünlerde filan... hiç de aç kalmamıştır hani... Elinde altın bilezik var abi...

Hava güzel... Güzel mi güzel...
Oh!... Karnımız tok... şükür ...

Gel yanıma otur Adil abi... Yak bir sigara.... Ben mi? Ben bıraktım keratayı... epeydir içmiyorum... Ama içtiğim günlerde de sigarayı çok iyi içerdim ... Bana bakan sigaraya başlardı hani... Konuşurken bir şey anlatırken dumanlar ağzımdan ritmik çıkar, konuşmalarım daha bir etkili olur hissederdim... Sigara üzerine bir şiirim bile var. Lakin burada okusam, belki şairler, duyar gülümser neme lazım...

Ben sigaraya Bafra sigarasının paketindeki o muhteşemlik yüzünden başlamıştım... O zamana kadar sigara paketlerinde jelatin kağıdı ile kaplama yok... O yeni teknoloji... Beyaz zemin üzerine el yazısı ile kırmızı renkte Bafra yazardı yanında da 20 yuvarlak sigara ... Üst kısmında jelatin paketinin kırmızı bir bandı vardı, oradan tutup çekti mi paketteki jelatine bir şey olmazdı sigara pakette bitene kadar dururdu. Bazı uzun yol şoförleri de bu sigarayı içerdi... Bazıları da o jelatini sökmeye kalktıklarında onları döveceğim gelirdi Adil abi...

Kızardım yani....

Sigaralarda o zamanlar filtre filan yok... Ev sigaraları, misafir sigaraları, hanımlar için, beyefendiler için, akşamcılar için, köylü için amale için sigaralar ayrılmıştı... O zamanlar da herkes gelirine göre sigara alırdı...

Mesela “Gelincik” sigarası beyaz karton kutusunda bir adet gelincik resmi, “Bahar” o da karton kutusunda yuvarlak 20 sigara onunda kapağında yeşil renkte karışık bir motif vardı... Sonradan; güleceksin ama Adil abi, o zaman ki AP’ liler onun üzerindeki resme bakıp Mao’ ya benzettiklerinden o resmi değiştirmişler sonra da sigarayı yok etmişlerdi ... Rivayet hani...

Babam “Yenice” sigarası içerdi... O da karton kutuda, 20 yassı sigara diye geçerdi... Devlet memuru idi... O, onların sigarasıydı yani... Bahar ve Gelincik ev sigarası idi... Misafirlere de sunulur hafif içimli sigaralardı... “Hanımeli” sigarası ... Ben onu görmedim... Bizden eskiler içermiş... Çıkan ilk sigaralardan biri... Akşamcıların ise “Harman” ı vardı ki, tok içimli 20 yuvarlak sigaraydı... Karton kutuda ama onunki ortadan itmeli... Kavuniçi renkte kutuda idi... Amele sınıfı “Birinci” sigarası içerdi 20 yuvarlak sigara tok içimli... ayrıca “İkinci” bir de “Üçüncü” sigaraları vardı bunlar da Bafra sigarası gibi paket halinde ama kağıtları saman kağıdı idi... “Köylü” sigarası ayrıca birkaç kere gördüğüm “Bitlis” Çok az çıktığını biliyorum bir de “Asker” sigarası vardı...

Birinci sigarası içinde her türlü tütün harmanı vardı hatta son zamanlarda yün iplik, çuval parçaları bile çıkardı... Gerisini siz düşünün abi...

Sizden iyi olmasın bir arkadaşım vardı... Kadife pantolon, başında kasket, kadife ayakkabıları vardı üstüne de basar öyle gelirdi bizlerin yanına, Çorumlu’ydu... Bilgili kerataydı... Çok da kitap okurdu... Hani romanların içinden atlamış gelmiş gibi hissederdik onu... Pavel gibi... O, Birinci sigarası içer bizim Bafra sigarası içişimize de tepeden bakardı ve bize “Burjuva” sınıfından birisi muamelesi yapardı... Kanıma dokunurdu biraz... Memur çocuğuyuz ya... Hatta biraz parlak delikanlıydık... Gençlik işte, boynuma fular takar ana caddede de piyasa yapardık yani....

Sonra... sıkışık günler.... Almanya’da aldığı soluğu. Bir kaç haber aldıksa da akıbetini bilmiyorum Adil abi... İyi oğlandı hatırlıyorum da... Ama bizde iyi oğlandık yani Adil abi... Bakma bu kadar konuştuğumuza o zamanlar ağzımız sıkıydı...

Az konuşur çok iş yapardık yani....

“Gazap üzümleri’’ diye bir roman var bilir misiniz Adil abi?... Yazarının adı Stheniback Amerikalı bir yazar, Bu roman da, 1929 yılları Amerika’da ki krizi ve tarımdaki küçük çiftçinin hallerini anlatıyor.... O zamanlar Amerika şimdiki gibi zengin ve gönenç halinde değil... Mamafih, hep söylemişimdir, gönençlik geçici ve yer değiştiren olgulardır diye... Bir zamanlar, Roma, Kartaca, Mezapotamya... sonra , Osmanlı, sonra Avrupa ve Amerika...

Bu dönem de Amerika da ekmek parası çok kanlı... Milleti sekiz saatten fazla çalıştırıyorlar, dışardan gelen göçlerle de özellikle İtalya’dan Sicilya’dan işgücü ucuzluyor... İşsizlik de artmış bir taraf dan, aldığın paraya yani çalışma saatine filan isyan et o saat işten atıyorlar. Çünkü yenisi o kadar çok ki... Biraz etrafına adam topla babalan... Mazallah öbür taraf, hemen paralı güvenlik oluşturup ananı belliyor yani...

Nereden geldim bu konuya biliyor musunuz Adil abi?... O romandan... Orada, bir partili arkadaş var... bir partizan. O söylerdi: “bir partizan sigara içmeli” diye... Bizim ders notlarından sayılır hani.... İnsanlarla ilişki kurmada en kolay ve pratik araç sigara ikram etmekmiş yani sizin anlayacağınız Adil abi... Sigara da bir tür eylem aracı imiş... Aslında bu konuya girmem harbi söyleyeyim bana İngiliz diye hitap etmenizden de kaynaklanıyor biraz Adil abi...

Dünya insanının şöylesi böylesi yok ben böyle düşünüyorum.... Ama çok sıkıştığım günler, kendimi serbestçe ifade etmek istediğim anlar olmuştur... Belki sizde de olmuştur Adil abi... o zaman; gerçekten de oralara gitmek istemedim değil ne yalan söyleyeyim.... Fakat yine de İngiliz olamadım... Nasıl olunur ki Adil abi?...

“Kesik çayır biçilir mi?
Sular soğuk içilir mi?
Bana yardan geç diyorlar
Seven yardan geçilir mi?

Aman desinler desinler, şeker yesinler
Şu kız şu oğlana, yanmış desinler...”

98 nokta 8 Sizin Radyonuz... Orta Anadolu türkülerine bayılırım. Bizim Bala’lı hamal çocuklar var, onlara hep taş indirtirdim.... Bir kamyon 25 ton geliyor... O zamanlar Trafik Yasası değişmemiş, nakliyeci sırtına ne yüklerse taşıyor... O kadar taşı da dört kişi ancak yarım günde indiriyor... Bir taraflarından soluyorlar yani... İş bittiğinde benden mutlaka ayrıca birer şişe bira parası koparırlar, böyle bir türküde çaldı mı bir yerde... “Abi dur bir oynayalım’’ derler...

Bir gün yine böyle bir iş dönüşünde yorulmuşlar, benden de ücretlerini almış keyif içinde geliyoruz... Radyoda Nadide’ nin versiyonunda Konyalı türküsü çalıyor... Nadide’ de Allah’a emanet biliyorsunuzdur...Hani şu fevkalade de iri göğüslü hanımefendi... Aman Tanrım... Çocuklar bir keyiflendi... Sormayın gitsin Adil abi... Bir gün yine ısrar ediyorlar, arabayı durdur bir oynayalım diye... Bizde de karizma var bir gören olur... Kaşlarımı çatıyorum... “’Abi bizde Konya’ya sınır oluruz bizde Konyalı sayılırız değil mi?..’’ diye sorduklarında bende makaralar tam gaz olur, Allah seni inandırsın Adil abi... ortalık iyice bir şenlenirdi.

Sizin anlayacağınız bu türkülerin çeşit çeşit hali var... Kavga türküleri, Savaş türküleri, gurbet türküleri... Düğün türküleri... Ağıtlar vs... vs... Bilmez miyiz Adil abi...

“ah yalan dünya
yalandan dünya
yalandan yüzüme
gülen bu dünya...”

Bilmem anlatabildim mi? Adil abi...

Hani siz de bir şeyler söylerseniz sizi de dinleriz yani, Adil abi.

Mete Kaynaroğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
              12 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  Üzmesin Seni Hiç Bir Sevgin...

Aylardan Mart,

Nisan, Mayıs, Haziran ve doğduğum Temmuz...

Hakikat midir aylar, yıllar yaşanılan bunca hayatlar ?

Yüz yıl evvel yoktuk yüz yıl sonra da yokuz...

Olmamak mıdır hakikat ?

Ruhuma mevsimler gerekmiyor ki istedi mi ruhum, baharlanıp meyvelerini veriverir...

Haydi afiyetle yiyiverelim.. Gıdası satırlarım..

Satırlarım yanmış harflerimin çöllerinde..

Suya kanmak ister, ulaşmak ister her gördüğü denize..

Bir bilebilseydi eğer, ''Denize ulaşmak, suya kanmak değildir.''

Bir anlayıp bir içse..!

Çölde serap görür bazı yüzler, açılır şehvetin çukurları, daha çabuk daha çabuk varmak için cehennem denizine...
Kırılır dizler, başı eğik yüzler hepsi vicdanın denizinde..

Töhmet altında kalmış, hırpani bir ruh, canı çıkmış can, ayıklanmamış pirinçten taşlar yağar başımıza..

Şaşırmak olmaz şimdi bu işe....

Nasıl hayret etmemişsek gelip geçici her zevke neşeye, bekleyen hazır askerdir ruh.

Ruhun ruhu müebbet gözler, bilir ki gelir arkasından gelmiş geçmiş bütün azapların diyeti...

Bir düşünce aralığı sanki tanyeri ağarır, gayri resmi düşünceler içinde, birden evleniverir bahçedeki baharla, güller hanımeliler, mor zambaklar eşliğinde, güller güler, bülbüller öter, ahenkli güzellikle, Meleklerden işitilir derinden bir ezan sesi, billur sular, aklar paklar bedenlerimizi...

Ruhlar sükut eder, kelebekler gibi kanatlarıyla her secdeye yaklaştıkça, yer gök kulak olup, duygularımın duygularını dinlemek ister..

Göz olsan anlatırdım, bakıp da göremediklerini, nasıl anlatsın dilim ?

Dinler şimdi yerle gök, evren bir olmuş derim....

Bir ben bilirim, bir de bilmeyenler bilirim....

Bilip, bilmeyenlerle ölçülecek gibi hiç değil...

Öyle bir yansır ki her davranış, senden benden bizden gelmiş ve gelecekten...

Ne ekilirse o biçilir, ömre vekil misali....

Sana bakar beni görürüm, bir yanım seyreder diğer yanım hayret eder...

-Ayna sırrın ne ?

-Gördüğümden öte ne var ?

Gerçekleri yorumlar sırra hakim dil ilen..

Hayallere kaçış olmaz, gerçeklerin ötesinde...

Ruh gizemi sever..

Yapılan her şey aşikar..

Çırılçıplak bir beden doğarız, insan olan insan, giydirir...

Baştan aşağı etten kemikten moda olmuş bütün kainat elbisem, ruhum çıplak kalır aniden....

Var olur birden güneşten bir beden, ruh geçirir sırtına dile gelir, titreyerek...

-Bugün hava güneş, ama üşüdüm der ayazında....

Ruhumun ruhundan bir el uzandı, al giy dedi, yedi renk, yedi tülden ipekten elbisen, sıcacık ısıtır sarar seni...

Sanki doğarsın yeniden ana gibi sevginin kucağında,

ocağı kalbin,

üzmesin seni hiç bir sevgin...

Taa ki hakikat güneşini buluncaya...

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
              10 Kahveci oy vermiş.
27 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ahmet Yakamoz


APARTMAN TOPLANTISI
(ya da AKIL OYUNLARI)


: Arkadaşlar! Çaylarımızı içtik, keklerimizi yedik. Müsaadenizle artık toplantımızı açıyorum. Öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Bildiğiniz gibi toplantımızın gündeminde apartman temizlikçisinin maaşına istediği zam var. Bir de apartman otomatındaki sorun ve kedi problemimiz bulunuyor.
: Kedi problemi mi? Neymiş problem?
: Bulut Hanım, siz tabii üst katta olduğunuz için pek bilmiyorsunuz. Geçen toplantıda da konuşmuştuk. Kediler alt katta kapıların önünden ayrılmıyorlar.
: Haa, evet. Canım yaa, çok tatlılar.
: Ayy, eveeeett. Ama hep kapının önündeler, geçen gün bir tanesi eve girdi kapıyı açınca. Ama ben korkarım kediden.
: Evet, arkadaşlar, isterseniz sırayla gidelim konuların üzerinden. Önce temizlikçinin istediği zam meselesi. Şu anda yirmi daire toplam sekiz yüz milyon veriyoruz. Daire başı kırk milyon.
: Nee? Aylık mı?
: Yok canım, yıllık bu.
: Ayy, birden şaşırdım, herşey birbirine karıştı. İşler çok yoğun bu ara.
: Evet yaa, ne kitap okumaya zaman kalıyor, ne sinemaya.
: Güzel bir film gelmiş sinemaya.
: Hangisine?
: AKM'ye. Adı neydi, dur, hatırlıycam şimdi.
: Saydveys.
: Hah, evet. Yaa insanın şarap içesi geliyor.
: Evde şarap yapanlar varmış biliyor musunuz?
: Nee? Nerde?
: Burada işte.
: Sıcak şarap mı?
: Yok, bildiğin şarap işte.
: Nasıl yapıyormuş? Fıçı gerekmez mi onun için?
: Bilmiyorum, şişeliyormuş işte.
: Şişeleyecek tabii ki, o sonraki işlem.
: Ohh, tasarrufa bak sen. Haftada üç şişe şarap içsek. Ayda on iki şişe. On milyonla çarp. Yüz yirmi milyon. Masrafı yirmi milyon olsa, yüz milyon kar demek.
: Kim yapıyormuş?
: Şu Altan yok mu, o işte.
: Hah, tam onun yapacağı iş zaten. Tuhaf bir adam o. Geçen gün Eğitim-Sen'in girişinde rastlaştık.
: Neydi o?
: Eğitimi sevenler miydi?
: Eğitim sevenler derneği?
: Yok yok, Eğitimciler Sendikası.
: Ayy, ne işi var öyle yerlerde.
: Çayı güzel oluyormuş da, sessizmiş de, masaları kare şeklindeymiş de, ondan gidiyormuş da...
: Laf! Sanki çay içecek başka yer yok.
: Yaa, o adam beni biraz tedirgin ediyor. Bir şey yaptığından değil ama, ne bileyim işte, rahatsız oluyorum.
: Kendi halinde bir adam bence.
: Asıl öylelerinden korkacaksın.
: Evet. Sessiz insanlar hep rahatsız eder beni.
: Adamın bir yanlışını gördünüz mü? Ne yaptı ki size?
: Ne bileyim ben, sanki böyle bir tuhaf bakıyor dik dik.
: İyi de sebep mi bu şimdi?
: Ay aman, tamam. Çok iyi bir adam. Tamam mı? Oldu mu?
: Tamam canım, büyütmeyin şimdi.
: Evet arkadaşlar. Temizlikçinin istediği zam...
: Ne istiyorsa verelim.
: Yüzde on istiyor.
: Yok artık! Biz almıyoruz o kadar zam.
: Ne ediyor kişi başı?
: Şimdi kişi başı kırk milyon veriyorduk. Çarp yirmi ile. Sekiz yüz milyon eder. Seksen ekle, sekiz yüz seksen milyon. Yirmiye böl, kırk kaç ediyor? Bir saniye...
: Kırk dört eder. Aylık ne oluyor peki?
: Canım işte böl onikiye.
: Haaahhaahh, iyice kafam karıştı, hepten şapşallaştık be.

(Gülüşmeler...)

: Evet, kapı otomatı meselesine gelelim. Arkadaşlar biliyorsunuz her lojmana koyuluyor bu. Bir ihtiyaç. Şimdi her eve diafon takılacak, işte apartman girişine de otomat koyulacak. Yaklaşık bir milyar iki yüz milyon ediyor.
: Kişi başı değil bu, değil mi?
: Yok, komplesi. Kişi başı ne ediyor bakalım...
: Bir yer mi açık burada?
: Evet ya, ben de üşüdüm.
: Can! Nerdesin oğlum? Caaaan!
: Balkona çıkmış. Bak kapıyı açmış, oradan esiyor.
: Caaan oğlum gel. Gel bir tanem. Bak üşüyeceksin.
: Ben üşümüyorum anne. Paltom var üstümde.
: Caaan. Gel bakayım, gir içeriye. Hasta olacaksın bak.
: Ayy, ne kadar soğuk oldu içerisi.
: Ben üşümüyorum anne.
: Hadi canım, gel içeri. Fark etmezsin bak, hasta olursun birden.
: Ama dışarı çıkamıyorum ben, buradan bakayım.
: Hadi yavrum, gir içeri. Bak teyzeler de üşüdü.
: Evet Cancığım. Üşürsün bak, hadi içeri gir.
: Ben üşümüyorum.
: Can! Akşam seninle ne konuşmuştuk? Hani söz dinleyecektin? Hadi bir tanem, içeri gel.
: Ya bırakın, hava alsın çocuk.
: İyi de, donduk biz burada.
: Ben çıkarıyorum onu akşamları, birlikte dolaşıyoruz. Değil mi oğlum?
: Aman da teyzesinin bir tanesi. Nasıl da akıllıymış. Efendi oğlum benim.
: Nasıl da söz dinliyor. Hayranım size, benimkisi hiç böyle değil. Tutturdu mu tutturuyor.
: Ama anne, orada çocuklar oynuyor. Onlar hasta olmuyorlar mı?
: Anneleri onlarla ilgilenmiyor da ondan Cancığım. Bak, biz birlikte çıkıyoruz akşamlar. Geziyoruz, dolaşıyoruz. Değil mi? Hadi gel. Gel otur yanıma. Aferim benim akıllı oğluma.
: Evet, otomat meselesine gelelim.
: Ayy, yaptıralım mutlaka. Parası neyse verelim. Doğru vallahi, yan mahallelerden çocuklar geliyor. Nasıl atlıyorlarsa o beton duvarlardan? Caaan! Bak gene dışarıya çıkıyor. Hayır diyorum. Can! Hayır! Hani anlaşmıştık seninle. Artık babanla konuşursunuz o zaman.
: Tamam o halde, en kısa zamanda yaptıralım.
: Yalnız bayramdan önce yaptıralım. Şimdi çocuklar gelecekler gene yan mahallelerden. Zır, zır, zır. Can! Caaan! Nerdesin?
: Odaya gitti.
: Ağlıyordu galiba, bir bakın isterseniz.
: Hiii, kıyamam. Hiç sesi de çıkmıyor.
: Tamam, bu işi ben bizzat takip edeceğim o zaman. Bayramdan önce hallederiz sanıyorum.
: Ay, çok iyi olur. Caaaan!
: Neyse, şu otomat meselesini halletmemiz iyi oldu. Son olaydan sonra...
: Hangisi?
: Haberiniz yok mu? Bütün yerel televizyonlarda çıktı?

........
(Bu sırada odada...)

: Can beni çok üzüyorsun.
: ...
: Bak içeride o kadar çocuk var. Hiç senin gibi davranan var mı söyle bakalım.
: ...
: Yediğin önünde yemediğin arkanda. Sen ne kadar şanslı olduğunu biliyor musun? Neden böyle ağlayıp duruyorsun? Hım, söyle bakayım bana?
: ...
: Ne istiyorsun oğlum sen?
: ...
: Bak bir gün başına öyle bir şey gelecek ki senin.
: ...
: Sen çok ağlayan çocuklara ne olduğunu biliyor musun?
: ...
: Kalk hadi. Kalk diyorum. Can!
: ...
: Oğluşum ben seni ne kadar çok seviyorum. Sen bana böyle davranıyorsun. Yazık değil mi bana da?
: ...
: Ne halin varsa gör. Ay, allah canımı alsın da kurtulayım.
......

: Tamam da hangisi?
: Canım şu güvenlik görevlisinin vurduğu adam var ya. Onu söylüyor.
: Hiii! Ölmüş mü yoksa?
: Evet. İki gün komada kalmış, çıkamamış.
: Allahım! Nasıl bir dünyada yaşıyoruz böyle? Nedir insanların alıp veremediği?
: Neymiş peki meselenin aslı?
: Canım hırsızlık yapmış işte?
: Hangi eve girmiş?
: Eve girmemiş. Site etrafını çeviriyorlar ya. Etrafta demir levhalar, inşaat demirleri falan var. Kamyonetle gelip çalıyorlarmış bunlar.
: Ne yapacaklar ki demir parçasını?
: Hurda niyetine satıyorlar işte. Demir pahalandı şimdi. Bildiğiniz gibi değil. Bizim güvenlik de farketmiş bunları. Suçüstü yapalım diye gece pusuya yatmışlar.
: Sonra?
: Sonrası işte böyle. Detaylarını bilmiyorum.
: Güvenlik görevlisi de hapisteymiş.
: Duyduğuma göre çıkmış.
: Ne biçim bir dünyada oldu bu böyle. Hergün bir cinayet, her gün bir cinayet. İnsanlar ölüyor.
: Ay, evet yaaa.
: Eee, peki neden kaldırdılar şimdi güvenlik görevlilerini ben anlamadım?
: ...
: Evet, şimdi de kedi meselesine gelelim. Arkadaşlar, bildiğiniz gibi apartman kapısından kediler giriyor. Üst kattakiler pek bilmezler ama alt kattakiler bu durumdan oldukça şikayetçi.
: Evet, bu konuda yapabileceğimiz tek şey var. Geçen toplantıda konuşmuştuk ama yeterli çoğunluk sağlanamadığı için karar verilememişti.
: Ne konuştunuz?
: Ay, ciddi ciddi zehirleyecek misiniz?
: Canım biz de istemiyoruz herhalde ama başka çare gözükmüyor. Baksanıza, evlere musallat olmuşlar iyice.
: Ben araştırdım. Belediye bu tür işlere bakmıyormuş. Burası belediyenin sınırları içinde geçmiyormuş.
: Eee, ne yapacağız o zaman.
: Biz yapacağız, öyle gözüküyor.
: Nasıl yani?
: Canım işte fare zehiri falan koyulur yiyeceklerine.
: Kim yapacak peki?
: Ben yapamam.
: Ben de.
: Ben de yapmam vallahi. Ayy, gözümün önüne geldi de.
: Temizlikçiye söyleyelim o yapsın o zaman.
: İyi de yapar mı sizce?
: Canım kendisi yapmasa da yapacak birini tanıyordur herhalde.
: Tabii canım.
: O zaman tamam. Öyle yapalım.
: Arkadaşlar, bakın! Şimdi burada herkes söyleyeceğini söylesin, sonra bu tür kararlarda sorunlar yaşanabiliyor. Siz ne diyorsunuz Bulut Hanım? Baştan beri hiç konuşmadınız.
: Onun da kedisi var da evde, ondan herhalde.
: Ben bir şey demiyorum. Sizi dehşetle dinliyorum sadece.
: Nasıl yani? Bir şey söyleyecekseniz açık açık söyleyin.
: Bir ahlaki çöküntü yaşadığınızı düşünüyorum. En kibarcası bu olacak.
: Nasıl yani?
: Yahu siz nasıl kedileri zehirlemekten bahsedebiliyorsunuz?
: Bir dakika, bir dakika. Siz nasıl konuşuyorsunuz böyle? Biz de istemiyoruz herhalde böyle olmasını. Ama başka çare yok işte.
: Evet yani. Biz de istemiyoruz herhalde.
: Bir saniye arkadaşlar, Bulut Hanım'ı bir dinleyelim. Buyrun.
: Şimdi bu kedilerden şikayetiniz nedir sizin?
: Kediler apartmana giriyor. Sıcak ya. Kapının önünden ayrılmıyorlar. Kapıyı açınca da...Vınnn, içeri giriyorlar.
: İyi ya işte. Her daireye bir tel kapı yaparız.
: Aaa, doğru vallahi.
: Bir dakika, bir dakika. Bunu geçen toplantıda biz de düşünmüştük. Ama tek sorun evlere girmesi değil ki. Çöpleri deviriyorlar. Apartmana pisliyorlar. Apartman leş gibi kokuyor bütün gün. Kapıyı açamıyorsun kokudan.
: Neden geliyorlar ki bizim kapı önlerine?
: Bir kere içerisi sıcak. Sonra önceki kiracılardan birkaçı yemek vermiş bunlara. Alıştırmışlar iyice.
: Ay doğru vallahi. Neler denemedik. Kaç kere götürdüm başka apartmanların yanına. Yok. Ertesi gün gene kapının önündeler.
: Haa, sorunu başkalarına havale edelim diyorsunuz o zaman. Çok güzel bir fikir.
: Ay bu hep böyle. Sürekli problem, sürekli problem. Böyle imalı imalı. Alay eder gibi. Senin sorunun ne biliyor musun? Çok düşünüyorsun sen. Çok sorguluyorsun. Ne oluyor bu kadar düşününce anlamıyorum. Bütün gün somurtup oturur. Biraz güler insan yahu. İki tatlı söz söyler. Hem kendine sıkıntı, hem bana. Ay! Geçen sene dünya kadınlar gününde ne yaptı biliyor musunuz? Bana hediye alm..
: Haydaaa! Ne alakası var şimdi?
: Neymiş efendim. Dünya kadınlar günü değilmiş. Dünya emekçi kadınlar günüymüş. Ben emekçi değilmişim.
: Emekçi misin?
: İnanmıyorum sana yaa. İnanmıyorum sana. Ne olur sanki elinde bir demet çiçekle gelsen? Çok mu zor bir şey sanki. Her yerde satıyorlar. Ne olur yani bir demet çiçek alsan? Ondan geçtim, bir güzel söz söylesen...
: Hiç mi almadık çiçek. Nasıl böyle konuşabiliyorsun? Nasıl çarptırıyorsun söylediklerimi. Benim dediğim tek şey şu: O gün dünya emekçi kadınlar günüdür ve sen emekçi kadın değilsin.
: Canım siz de herşeyi böyle şeylere bağlıyorsunuz.
: Nasıl şeyleri nasıl şeylere bağlıyorum söyler misiniz?
: Biz de çalışıyoruz kaç saat. Biz de emek veriyoruz burda. Eskidendi o erkek çalışsın, kadın otursun. Niye böyle düşünüyorsunuz ki?
: Ayy, siyaset konuşmaktan hoşlanmıyorum, lütfen konu değiştirelim.
: Bir saniye. Güzel güzel konuşuyoruz burada. Ben de bir şey söylemek istiyorum.
: Buyrun.
: Bu önemli mi? İlla emekçi mi olmak lazım? Kadın olmak yeterince zor değil mi bu devirde? Neden böyle bir kulp takıyorsunuz ki?
: Sizin için hiçbir şey önemli değil zaten.
: Merak etmeyiniz. Bizim de kendimizce önem verdiğimiz şeyler var. Ayrıca hiçbir şey önemli değilse; hiçbir şeyin önemli olmaması da önemli değildir.
: Al işte...
: Böyle yandan yandan gülmenizden hoşlanmıyorum. Bir şey söyleyecekseniz direkt söyleyin.
: Söyleyeceğim şu: Kavramların içi boşaltıldı. Hiçbir şeyin anlamı kalmadı. Sadece pazar meselesi oldu her şey. Sevgililer günü, anneler günü, kadınlar günü. Her şey hediyelik eşya sektörü için.
: Tamam, kabul. Peki size bir soru o zaman: İnsanların kendini mutlu hissetmesinde ne gibi bir sakınca var? Ben veya eşiniz kadınlar günümüzün kutlanmasından mutluluk duyuyorsam bundan neden rahatsızlık duyuyorsunuz ki? Sonuçta siz de insanların mutlu olmasını istemiyor musunuz?
: Sizin mutluluğunuz gerçek değil.
: O sizin görüşünüz. Bence gayet gerçek. Benden iyi mi bileceksiniz? Ve bir şey daha söyleyeyim. Bakın ben düşündüklerimi dobra dobra, direkt olarak söylerim. Size de tavsiye ederim. Ve siz beni geriyorsunuz.
: Allahım! Size nasıl anlatsam.
: Hiiçç kendiniz yormayın. Mutlu olan haklıdır. Ve biz sizinle hayatta anlaşamayız. Herşeye siyah beyaz bakıyorsunuz. Oysa hayatın ara renkleri de var.
: ...
: Aklınızdan geçenleri tahmin edebiliyorum. Benim adi bir gacı olduğumu düşünüyorsunuz. Diyelim ki öyleyim. Sonuçta ben memnunum halimden.
: Bir şey düşündüğüm yok. Hem siz memnun olduktan sonra.
: ...
: ...
: Neyse ne canım, boş verin şimdi.
: Ben gidiyorum.
: Aman iyi, git. Bir şey söylemeye gelmiyor zaten. Anahtarın var mı?
: Durun canım, sinirlenmeyin hemen. Siz de haklısınız belki ama sonuçta sohbet ediyoruz şurada. Böyle kalkıp gitmek oluyor mu şimdi?
: Siz konuşun Hakan Bey.
: Hakan Bey'ine de...Tövbe tövbe. İyi günler herkese.

...

: Bence biraz fazla keskin düşünüyor.
: Değil mi ya? Hayranım size. Keşke bütün erkekler sizin gibi sağduyulu olabilse. Hayır, bir şey değil. Arkadaşı kalmadı etrafında. Herkes kaçıyor bundan. Çok yalnız kalacak, çoook. Üzülüyorum bir yandan. Hoş bir şey mi şimdi yaptığı, siz söyleyin. Eve misafir gelmez oldu. Her şey siyah beyaz bunun gözünde. Biz de biliyoruz neyin ne olduğunu, biz de kitap okuyoruz, gazete okuyoruz. Biz de zamanında değişmesini istedik bazı şeylerin. Ama yok işte, olmuyor. Siz söyleyin Hakan Bey, yanlış mı düşünüyorum?
: Canım siz de üzmeyin kendinizi bu kadar. Değişecektir elbet zamanla.
: Arkadaşlar, dağıldık gene.
: Devam edelim. O zaman kedilerin apartmana girmesini nasıl engelleyeceğimiz düşünmemiz lazım.
: Aaa, evet, doğru vallahi.
: Onu da düşündük. Kapı bozuk.
: Nasıl yani "kapı bozuk"? Yaptıralım o zaman.
: Bozuk dediğim şöyle aslında. Kapının o yavaş yavaş kapanmasını sağlayan körük var ya. O bozuk.
: E tamam işte. Yaptıralım.
: Site personeli artık bakım masrafını kendi veriyor ama.
: Ne kadar ki?
: Sorun körükle bitmiyor ki. Kapının da değişmesi lazım. Çok ağır. Doğraması yerinden oynamış. Baştan aşağı elden geçmesi gerekiyor. Hatta belki kapı bile değişecek. İki üç milyar tutacaktır.
: Daire başına ne düşüyor?
: İşte yüz-yüz elli milyon civarında.
: Tamam, hemen yaptıralım işte.
: Yüz elli milyon biraz fazla değil mi sizce de?
: Ne için fazla değil mi söyler misiniz?
: Bence biraz daha düşünelim.
: Evet. Hem belki baharda kendi kendilerine giderler.
: Anlaşıldı. Sizin para vermeye niyetiniz yok.
: Ne ilgisi var canım. Daha uygun bir yol buluruz belki. Şimdi gerek var mı böyle aniden karar vermeye.
: Evet. Ani karar vermeyelim.
: Ne yaparsanız yapın. Karışmıyorum ben. Katılmayacağım bir daha toplantılara.

(Olaylı toplantımız, önemsiz birkaç konunun da karara bağlanamamasıyla bu şekilde sona erdi. Toplantının bitimine yakın, Can, odadaki saksıda bulunan çiçeklerden hazırladığı bir demeti annesine getirdi. Anneciği oğluşunu affetti ve onu sıkıca sarıp sarmaladı. Toplantıya katılanlar, bu dokunaklı sahne karşısında "Canıııımmm" diye iç geçirerek Can'ı alkışladılar. Bir annenin oğlunu sarıp sarmalaması yüzyıllar geçse de anlamını koruyacaktı. Can gülümsüyordu...

Anneciği böyle bir oğula sahip olduğundan dolayı duyduğu gururda yüzde yüz haklıydı. Ev sahibemiz, ellerinin titremesini engelleyemese de Hakan Bey'in de alkışladığını görünce bütün sıkıntısını unuttu. Toplantı sonrasında, iki hanımefendi katılımcı arasında yaklaşık olarak şöyle bir konuşma geçecekti.)

: Ne toplantıydı değil mi?
: Yaaa. O kadın nasıl dayanıyor o adama?
: Sorma, sorma. Yazık vallahi kadına. Nerden bulmuş o uyuz adamı. Bu arada yeni komşumuz da sert kaya çıktı. Nasıl lafı koydu ama.
: Evet. Bir ara hoşgeldine gidelim.
: Hadi kadında tamam da, böyle herşeye itiraz, herşeye muhalefet. Erkekte hoş durmuyor. Ayy, ama Hakan Bey ne ince adam değil mi? Adam neredeyse küfür etti. Ağzını açıp da cevap bile vermedi. En doğrusunu yaptı. Böylelerine bu şekilde davranacaksın.
: Ne zaman ayrıldı eşinden?
: Şşş, n'apıcaksın kız?
: Canım merak ettim. Öylesine soruyorum.
: Bir sene kadar oldu herhalde.
: Neyse ne. Karısından boşandıysa vardır bir numarası. Ne tatlı kadındı eşi. Sessiz sakin. Ensesine vur, lokmayı al.

(Gülüşmeler...)

: Bulut Hanımefendi nasıldı ama? İki milyarı duyunca yelkenleri suya indirdi gördün mü?
: Yaaa. Canım benim. O kadar seviyorsan kedileri, sen ver bakalım iki milyarı. Biz bilmiyoruz sanki konuşmayı.
: Yarın akşam tiyatro varmış. Gidiyor muyuz?
: Neymiş konusu?
: Ay ben de tam olarak bilmiyorum. Bir solcu muymuş, terörist miymiş neymiş, işte dağdan şehre inmiş. Onun hayatını anlatıyor.
: Saçmalama. Olur mu öyle şey?
: Ay herkes bir şey söylüyor. Ben de tam anlamadım vallahi. Adamın adı neydi? Dur bakayım. Hah, Selahattin bir şeydi ama soyadını unuttum. Güzel diyor herkes ama?..
: Gidelim gidelim. Kötü bir şey olsa göstermezlerdi herhalde. Daral geldi işyerinde bütün hafta toplam kalite, toplam kalite diye.
: Ayyy, abarttılar yani...

Son söz olarak: Ertesi akşamki tiyatro son derece etkileyiciydi. Hemen herkes ayakta alkışlamıştı. Kimileri sahneler arasındaki bağlantıyı kuramamış, ama parça parça çok güzel sahnelerin olduğunu düşünmüştü. Sonuçta mühim meselelerden bahsedildiği aşikardı.

Buna ilave olarak; bu hoş, etkileyici oyundan tat alınmakla kalınmamış, Sezen Aksu'nun pek sevilen şarkılarının bazılarının söz yazarının da kim olduğu büyük kitlelerce öğrenilmişti. Ertesi gün, "bak gördün mü, bak bu şiir de onunmuş, bak bu şarkıyı da o yazmış" konulu e-postalar, ataçlanmış "şarkı sözleri"yle birlikte bilgisayardan bilgisayara gönderiliyordu.

Benim meskenimse sanırım dağlardı...

Ahmet Yakamoz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              12 Kahveci oy vermiş.
23 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ayfer Kökoğlu


Ateşböceği olmak varken

Üff !.. Felaket bir gündü gerçektende.
Zaten gözümü açtığım ilk anda hissettim bugün yolunda gitmeyecek olayların pembe - mor diziler halinde beni bulacağını ..
Radyo kanallarını değiştirsem de, günlük koşuşturmalardan bu şekilde kurtulamıyacağımı ve ne yaparsam yapayım kesinlikle yataktan çıkmak zorunda olduğumu ister istemez kabul etmek zorundaydım ..

Felaket geliyorum demişti bir kere ...
Ve ilk etapta , diş fırçam belli etti kendini ( hala diş etim açıyor !)
Duş kabinine parmağımı nasıl sıkıştırdığım ise bir muamma .. oldu da bitti maşallah, türünden ama acısı gün boyunca hep içimde kaldı. Merdivenden inmek isterken nasıl oldu da birkaç basamağı bir anda " rüzgar gibi geçtim " bilemiyorum ama burkulma olmadığı için mutluyum .. kısa gezi öncesi iğrenç bir durum olurdu gerçekten.

Korna eşliğinde selam verenleri farkedince anladımki, kırmızı ışıkta geçmişim ama olsun bu kadar kusur arada sırada bende de olmalıydı ..
Ama siz bu satırları okurken akıbetiniz ne olur bilemiyorum .. Umarım bulaşıcı değildir ! Herneyse bugün kesinlikle derin bir depresyona son sürat giderken pozitif düşüncem ve bakış açımla ( ! ? ) üstesinden gelebildim nihayet.

Bazen bir uçurumun kenarından seyrediyorsundur dünyayı.
Sanki birden toprak ayaklarının altından öylesine kayacakmış gibi hissedersin kendini.
Ha düştün düşeceksindir, hani dizlerin titrer de, fark etmezsin bile etrafında olan bitenleri ya bazen.
Bir dost istemezmisin o an yanıbaşında?
Hiç konuşmayan sadece seni dinleyecek - arada bir başını omuzuna yaslayacağın ve sımsıcacık dokunuşlarla belli belirsiz sırtını sıvazlayacak bir dost ...
Ben bügün o dostu buldum işte !.
Meğerse onu boşuna başka yerlerde aramışım, oysa o hep benim içimdeymiş ..
" Gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecan, kovaladıkça kaçan, ateşböceğimisin? " Evet ; hem dost hem de hiç sönmeden parlayacak bir ateşböceği olmak esasında hiçte zor değil ..
Yeterki kendine karşı düzgün eleştirileri yapmayı - şımarmak isteyince şımarmayı bilmeyi - yaşamak için özgür olmanın esasen "özgürlügün" ne anlama geldiğini bildikten sonra insanın en gerçek, en yanılmaz, en eleştiren dostunun kendisi olduğunu bileceksin !

Ben bügün ilk andan itibaren iğrençtim !..

iğrençtim !..

Etrafımdakilerde hiç bir değişiklik yokken ben tek kelimeyle .. iğrençtim.

Etna bile zamanında bu denli patlak vermiş olsaydı insanoğlu kıyamet günü geldi sanırdı; Kendi kendime kaldığım ilk anda detaylı düşündüm, eleştirdim ve gördüm ki, suçlu benim !
Hatasız kul olmaz; Yok olur ama günahsız kul olmaz bence.
Kendi adıma günahlarımı minimuma indirip hata yaptığımı kabul ettim ve tüm ahaliye neler vaad ettim bir bilseniz .. ??

Onların bu sevinci benim cüzdanıma kesinlikle hata olarak geri dönecek ama bu patlama beni kesinlikle bir 5 - 10 sene idare eder artık .. En azından etmeli.

Ayfer Kökoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
              12 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.516 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Kızıma,

Korkma!
O gördüğün ateşler
Namlulardan gelmiyor
Ateşböcekleri
Sevişiyor
Ağlama artık
Yağmur yeter
Bize.

Ömer Faruk Naiboğlu

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Haydaa!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

http://www.derki.com/sayfalar8/topik.html
Kültürlerin kaynaşması bence "topik", sadece Ermeni mutfağına ait diyemeyiz, hele bu yazıyı okuduktan sonra. Ertan Yurderi gözlerinizi yaşartacak zaman zaman hazır olun. Hem topik için hem de daha önce en ki'li bu dergiyi ziyaret etmemişler için bulunmaz fırsat.

...-houston, sanırım koaksiyel ateşleme sisteminin duplikasyon bölümünde yakıt sıkışmasından kaynaklanan bir hata var. -gemi gidiyor mu genç? -onaylandı houston. -devam et o zaman devaaam... http://haydi.net/yazikazani/turkler.asp Türkler uzaya çıkarsa sizce ne olur?

...Sen kocaman göllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür; Sen hem bir hastalik hem de sağlik gibisin. Özdemir Asaf. Daha nice güzel şiirler igin http://www.dosthane.de kısayolunu tavsiye ediyorum.

Çok hoş bir web sayfası keşfettim http://www.gezgin.com Ben bu sayfada yeniyim ama sağolsun editörler çok iyi çalışmışlar hiç yabancılık gekmedim. Özellikle rehber bölümünü ısrarla tavsiye ediyorum.

Ekmek teknesi isimli bir dizi var. Meraklıları bilir, gerçekten çok keyifle izlediğim ender dizilerden bir tanesi. http://www.ekmekteknesi.com kısayolunda bu dizi ile ilgili her türlü bilgiyi bulabilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


MP3 CD Maker 2.0 [1,18 MB] Win95,Win98,WinME,WinNT 4.x,Windows2000,WinXP Deneme
http://www.zy2000.com/download/mp3cd200.exe
Cd yazıcınızla bilgisayarınızdaki mp3 dosyalarını kullanıp harika müzik CD leri yapmak için hazırlanmış güzel bir program. Sizin yapmanız gereken mp3 leri seçmek gerisini o bir çırpıda yapıyor. İlgililere tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050329.asp
ISSN: 1303-8923
29 Mart 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com