ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 741

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 10 Mayıs 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Pardon, çok pardon!..


İyi haftalar

ABONE OL!Pardon vallahi. Hepinizden yeteri kadar özür dilerim. Bir bağımsız gazeteden bahsederken, bağımsızlığın ancak 1 hafta sürebileceğini tahmin edemediğim için özür dilerim. Reklamları kestiler diye yaygara üstüne yaygara kopartanlar haftaya üç maymun olarak girdiler. Ha belki ellerindeki haber bitmiştir kimbilir? Ya da yukarıdan birileri destur çekmiştir. Öyle bir ilişkiler yumağı ki, tek bir bankanın reklamı kesmesiyle bitse iyi. Allah bilir arkası çorap söküğü gibi gelmiştir. Hey babam hey, memlekete bak be. Tayyip Bey'i bile mumla aratıyorlar. O hiç olmazsa tepkisini verip geçiyor. Banka devlerinin ise kulaklara fısıldaması yetip artıyor. Bilmiyorum benim ömrüm vefa edecek mi tüm bunların fırıldaklarını öğrenmeye? Ama bildiğim birşey var, ne öğrenirsen öğren bir arpa boyu bile gitme şansın yok. O zaman nemize gerek bizim onun bunun derdi ile uğraşmak. Mazallah bana da reklamı keserler, yetmez birde keserle kıçımda çentik açarlar neme lazım. Efendim bu banka konusu burada bitmiştir. Bankamıza ve devletimize olan inanç ve bağlılığımız bir gün öncesinin on yüz milyon bin katı olarak sürmektedir. Allah bunları başımızdan eksik etmesin.

Benim kadrolu hırsızı şu bankalardan birine yerleştirsem de rahat etsem. Çocuk n'apsın, eve aş götürmek, biraz dumanlanmak için benim arabada çalışıyor. Kadrolu hırsızım üç ayda üçüncü kez arabamı ziyaret etti. Bu sefer araba içinde yaptığı araştırmada ön paneli bulamayınca daha açılmamış 2 paket sakızımı almış gitmiş köftehor. Hayır canım kardeşim bilseydim geleceğin günü paneli de bırakırdım, telefonu da. Aile bütçesine bizim de bir katkımız olsun değil mi ama? Karakolda yaptığımız inceleme ve üç olayın karşılaştırması ile epeyce yol aldık. Fiziki görünümü ile ilgili olmasa da entellektüel yapısı hakkında bilgi sahibi olduk. Bir kere son derece titiz, arabayı kirletmemek için eldiven kullanıyor. Tek bir iz yok. Sonra arabanın arkasında duran güzelim dergilerimize elini bile sürmemiş, demek ki okumayla arası iyi değil. Bir de torpido gözünde bulunan etnik müzik CD'lerime tenezzül bile etmemiş. Demek ki illede türkçe pop ya da arabesk diyor. Sakızları aldığına göre de henüz çocukluktan çıkamamış, balon patlatmayı seviyor. Eee bu kadar tanımdan sonra emniyetin çocuğu yakalaması an meselesi. Yaaa işte böyle. Haydi kalın sağlıcakla

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

19 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Seni Uzaktan Seyretmek...
Ankara'da


"Önce avuç içlerime baktım, sonra yaşamıma.
Oradaki tüm çizgilerde kendi yüzümü gördüm. "


Bu cümleler, bir şehri uzaktan seyrederken ilk aklıma gelenlerdi. Daha gitmediğim şehirlerin bile haritalarını görmek isterim. Orayı hiç tanımayan insanlara yol gösterebilmeyi başaran haritalardır en sevdiğim şehir hatıraları. En eski caddelerinin, en kalabalık meydanının koyu harflerle belirginleştiği haritalarda seyrederim ilk şehrin yüzünü. Tıpkı avuç içlerimdeki kendi yüzüm gibi belirginleşir şehrin yaşamı.
Yaşadığım bölgelerin kendine özgü şehir yapıları, turistler için hazırlanan broşülerdeki haritalarda kendini daha belirginleştirir. En kalabalık meydana ya da şehrin kilisesine açılan tüm sokaklar şehrin geçmişini anlatıverir sessizce. Eski binaları çevreleyen surlar, yıkık bir taş köprü örgü örgü hikayeyi anlatmaya devam eder. Aslında bir şehir planına dikkatli baktığımda o şehrin sokaklarında dolaşmaya başlayıveririm bilmeden. Hele tepelerine çıkıp, o haritalarda belirginleşen kendilerine özgü kuşbakışı görüntülerini seyretmeyi çok severim.

Avuçiçlerimde kaç şehrin başharfi gizli
kaybolduğum,
özlediğim
ve yaşadığım
tüm şehirlerin haritaları her gittiğim yere benimle gelirler.
Tıpkı insanlar gibi onları da kalbimde götürürüm her yere.

O yokuşu tırmanayacak kadar yaşlanmadığımı ama dizimin ağrısının beni çok zor durumda bıraktığını açıklayıp, babamı taksiye binmeye ikna etmekle ne kadar iyi yapmışım diye düşünüyorum. Yoksa, o tepeye tırmanamazdım. Yoksa, şehri o kadar yüksekten göremezdim. Gerçekten de çok uzun bir aradan sonra ilk kez o tepeden bakıyordum Ankara'ya. Yaşadığım, gezdiğim, özlediğim sokakların görüntüsü iyice belirginleşiyordu kafamda. Bir yanda eski burçları ile kaleyi ve eski şehri seyrederken diğer yandan da büyük bir hızla değişen yeni şehrin karmaşık görüntüsüne alışmaya çalışıyordum.
Tanıdığım yerleri elimle işaret ederken, kale içinde şimdi lokanta olarak işletilen eski bir konağın balkonundan o keskin Ankara havası yüzüme vuruyordu.
-Şurası Anıtkabir, şu yol Çankaya'ya mı çıkıyor?
-Aaaa Gençlik Parkı'nı ne hale getirmişler öyle?
-Ulus görünüyor mu buradan?

Çocukça sorular soruyorum. Aslında o gün orada bulmayı istediğim tek şey var. O şehirde saklı bir dede-kız resmi. Ellerimi ellerinde kaybettiğim o güzel gözlü adamın beni götürdüğü o esnaf lokantasını bile bulsam bana yetecek. Küçük şehrimizden başkente gelip gezdiğimiz Ulus'tan, Kızılay'dan eser yok. Gar'dan Ulus'a yürüyerek çıkan küçük adımlarımın peşinden gitmeliyim.
İyi ya da kötü, mutlaka bir vesilenin bizi yollarına düşürdüğü bu koca şehrin en çok simitini, bir de şimdi bulamadığım o küçük esnaf lokantasında yediğim dönerini özlerdim evime geri giderken. Boğazına düşkün bir çocuk olduğumdan değil ama ellerim dedemin avuçlarında iken duyduğum o güvenin özlemiydi o güzel yiyecekler aslında. Küçük şehrimizde ev mutfakları dışında yemek tanımayan damağım başka lezzetlerle tanışırken, o koskoca şehirden bana kalan iki tatda da dedemin izleri vardı.
Ankaralılar sitem etmesinler ama ne o eski güzel küçük simitlerin tadını ne de Ulus'daki o küçük esnaf lokantasını bulabildim. Adını Mutfak olarak beynime kazıdığım iki ya da üç katlı bu lokantanın fırınının bacası salonlarının içinden geçerdi. Hele soğuk kış günlerinde o bacanın geçtiği köşeyi kapabilmek ne bulunmaz nimetti.

-Kahvenize süt ister misiniz?
diyen garsonun sözleri ile geçmişten geri dönüyorum.
-Biz şimdi şu yokuştan mı Ulus'a ineceğiz?
Sorularıma kaldığım yerden devam ederken gözlerini uzaklarda yakaladığım babamın da benim düşündüklerimi düşündüğünü hissederek gülümsüyorum.
-Sana söz bacalı lokantanın ki kadar iyi olmasa da güzel bir döner yedireceğim diyor, babam.

Şehrin yüksek bir yerinden, eski şehrin bulunduğu, çoğu Osmanlı zamanından kalma kimi tamir görmüş, kimi yıkılmaya yüz tutmuş ahşap evlere bakıyorum uzun uzun. Sonra burçlarında bayrak dalgalanan kaleye. Ve bakışlarım şehrin merkezinden uzaklara kayıyor...
şimdi burada başka bir şehrin eteklerinde Ankara'ya bakıyorum.

Yavaşça ellerimi kendime çevirip avuç içlerimde A harfini arıyorum.
Özledikçe devamı gelecek ya da diğer harfleri belirmeden bitecek bu şehir hikayesinin bitiminde, uzaklardan bakıra vurulan çekiçlerin sesleri geliyor.

SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
              7 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Öykü Özü


KAÇ KEZ KİMLİK DEĞİŞTİRECEK YALNIZLIĞIN?

Kaç kez daha kimlik değiştirecek yalnızlığın? Sebepsiz gelen gözyaşlarıyla geçirdiğin yaşamın kaç kez daha teslim edecek kendini umutsuzluğa? Yarın çok geçtir dediğin zamandan mı başlayayım anlatmaya, yoksa her şey gelecekte gizlidir dediğin andan mı, kararsız kaldım…

Tutarlılık zincirlerini giymedin hiç ayaklarına. Kolların kelepçeleri bile kırabilirdi yüreğindeki kırgınlıklarla. O kırgınlıklar ki, yalnız, buruk…. O kırgınlıklar ki çaresiz, acı, o kırgınlıklar ki, güçlü saldırgan…

Hadi şimdi kandırmayalım birbirimizi. Sen en çok yalnızlığını sevdin aslında. Aşkın acısını özlerken ve ruhunu başkasının ruhunun derinliklerinde ararken bile hep yalnızlıktı düşlediğin. Paylaştıkların diğerlerinin yalnızlığı oldu bir çırpıda. Belki de sen sadece yalnızlıkları paylaşabildin. Belki de sen paylaşmak nedir bilmiyorsun bile…

Sevdim dedin, terk ettin. Sevmemişim dedin, yanıldın. Aşktı evet aşktı dedin, kaçtın. Çıkabildiğin tek sokak kederlerinle yıkadığın yazıların oldu. Muma aşıktın sen, şaraba aşıktın. Okuduklarına aşıktın, yazdıklarına aşıktın. Kendine aşıktın…

Kaç kez kimlik değiştirecek yalnızlığın… Sebepsiz gözyaşlarıyla geçirdiğin yaşamın kaç kez teslim edecek kendini umutsuzluğa?
Pencerenden giren ay ışığına bile yazabiliyorsun. Pencerenden giren ay ışığı senin özlemin, kederin, umutların… Yaşamın bu ışığa bağlı sanki. Ama tutkularını biriktirip üzerine adadığın bu ay ışığı bile benimle sevişme isteğini uyandırmıyor artık sende.

Hadi şimdi kandırmayalım kendimizi. Senin gözlerin benim gözlerime bakamıyor artık. En çok seni kırdığım zamanlarda hissettiğim ve sana anlatamadığım umutsuzluğum yanı başımda yatıyor kaç gündür senin yerine. Oysa kaç gün oldu, sen benimle yatmıyorsun bile... Yastığımın sabahki gözyaşlarını görebilseydin, anlardın beni belki. Ama sabahları kalktığın yere bile bakmıyorsun sen artık…. Sırf beni görmeyesin, acımayasın bana diye...Tüm suçluluk duygularından kaçmak için beni kullanıyorsun. Oysa tüm suçluluklarını benimle yaşamadın sen. Biz seninle suçlu bile olamadık…
'Yalvarmaların gereksiz' diyorsun. 'Değişmeyecek artık hiçbir şey' diyorsun… 'Anla beni' diyorsun. Seni anlarım anlamasına ama… Kolay mı çekip gitmek… Kolay mı bırakmak her şeyi başka bir şehirde… Kolay mı vazgeçmek güçlülüğümden, gerçek sandığım gururumdan ve gururumu onura etmek için sevdiğim tek kadından, senden vazgeçmek kolay mı?

Cevabını biliyorum aslında. 'Önemli olan zoru başarmaktır' diyeceksin. Her zaman olduğun gibi başın dik, yukarıdan yukarıdan bakacaksın gözlerime… Ve gözlerindeki nefrete yaklaşık garip bir çaresizlik, sakin, yapay bir veda ellerinde, gelip gideceksin … Bırakıp gidemeden, yine acıyarak bana… Giden ben olayım diye, bekleyeceksin… Usul usul… Sabırla…
Bırakmıyorum da gitmiyorum da… Bakalım bu kez ne yapacaksın…
Sen git istiyorum bu kez de… Bu kez sen pes et istiyorum… Çok mu şey istiyorum?
Bırakmıyorum da gitmiyorum da... Sadece bekliyorum, öğrettiğin gibi...
Çünkü sabırlı olmayı senden öğrendim ben.
Pişman mısın öğrettiğine?

Öykü Özü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,368,368,368,368,368,368,368,36
              14 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Derya İzbul


Ada'da Bu Bahar
Yine Hayat Var


İçinden vapurlar geçer İstanbul'un.
Başka şehirler de vardır mutlaka içinde vapurların yüzdüğü. O şehirlerde vapurlar ne taşırlar bilmem.
Ama İstanbul'da geçmişin ağır yükünü taşırlar; Kadıköy'den Beşiktaş'a, Sirkeci'den Üsküdar'a, Bostancı'dan Adalar'a.
İskele verilince caddelere, sokaklara, evlere dağılır nostaljiler.

Yılın en heyecan verici günlerinden birini izleyen hafta sonuydu.
Aydınlıkla karanlığın eşit olduğu, soğukla sıcağın birbirine karıştığı, herkesin derin bir uykudan uyanıp üreme telaşına girdiği günü; ekinoksu, baharın ilk gününü izleyen hafta sonuydu.

Bir vapur durgun suyu ikiye ayırıp, denizin aynasını kırmadan, yuvarlak, yumuşak dalgalarla hareketlendirerek Kınalıada'ya ilerliyordu. Yükü yine çok ağırdı. Kadın-erkek 10-15 kişilik bir grup arka salonda ortak bir özlemin sohbetine dalmıştı.

- Ben Avni Bey'in döneminde başlamıştım efendim klübe.
- Epeyce kalmıştı Avni Beyler adada.
- Aslında hiç ayrılmaya niyetleri yoktu ama İstanbul'daki işleri büyüyünce pek ilgilenemez oldu.
- Eh zaten gençti bizim buradayken.
- Fransa'ya gitti diye duydum. Paris'e yerleşmiş galiba.
- Evet efendim evet. Hanımıyla bizim ahbaplar hala görüşüyorlar zaman zaman, çocuklarını da orada büyütmüşler.
- Siz eskisi kadar sık gelebiliyor musunuz?
- Vallahi pek olmuyor. Yirmi sene kadar oldu Bodrum'a gidiyoruz artık yazlığa. Allah ömür versin ağabeyciğimin evi kaldı adada bir tek. Her sene birkaç gün ona misafir oluyoruz o kadar işte.
- Eski tadı yok zaten.
- Neyin eski tadı kaldı efendim?

Bostancı'dan onu çeyrek geçe kalktılar. Önce Kınalı'ya sonra Burgaz'a uğradılar. Heybeli iskelesinden adanın sahiline doğru yürümeye başladıklarında, bahar güneşi artık eskisi kadar dik olmayan sırtlarını, eskisi kadar geniş olmayan omuzlarını sıvazladı sevecen elleriyle. Ve çok iyi tanıdıkları o kokuyu bir kez daha duyup bir kez daha heyecanlandılar. Hep birlikte adanın sararmış sırtlarına baktılar, kokuyu takip ederek. "Dönüşte biraz götürelim" dedi içlerinden biri.

Sahildeki çay bahçelerinden birinde bol güneşli bir yer beğendiler. Garsonlar telaşla iki üç masayı birleştirdi. Biraz sonra çaylar, kahveler geldi. İnce belli bardaklardan, küçük fincanlardan nazlanarak bir duman yükseliyor ve bahar güneşine karışıyordu. Çoğunun yüzü denize dönüktü. Sessiz ve telaşsız çaylarını kahvelerini içmeye başladılar. Onları Heybeli'ye getiren vapur, Büyükada'ya yollanırken masadaki sessizlik yerini yine anılara bıraktı.

- Şurada Madam Vasilu'nun pastanesi vardı.
- Yaa Mayıs Pastanesi miydi adı?
- Evet efendim ama biz adaya geldiğimizde Madam Vasilu vefat etmişti. Kızı duruyordu pastanede.
- Haa evet; Maria'yı söylüyorsunuz. Boynuz kulağı geçermiş. Maria'nın paskalya çöreği de annesinden geri kalmazdı hani.
- O nereye kayboldu sonra kuzum?
- İkizleri vardı onun. Liseyi burada bitirmişler ama üniversite için yurt dışına gitmişler. Maria hatırladığım kadarıyla erken dul kalmıştı. O da buradaki evini dükkanını satıp oğullarının peşine takılmış herhalde.
- Kimbilir nerelerdedir şimdi. Gençti o daha. Belki de evlenmiştir.
- Ay canım nasıl paskalya çöreği çekti. Şöyle sakızlı.

Madam Vasilu ve Maria'nın sakızlı paskalyasının hayaliyle çayların, kahvelerin son yudumları görmüş geçirmiş damaklarda dolaştırılırken masadaki erkeklerden biri kalkıp dükkanların olduğu sokağa doğru yürüdü. Birazdan elinde beyaz bir poşetle geri döndü. Garsondan herkese çay ve bir de bıçak getirmesini rica ettiler. Poşetin içindeki paketler açıldı, paskalya çörekleri masanın ortasına kondu. Yeni gelen çaylar ve paskalya çöreklerinin ince dilimlerinde geçmişin lezzeti arandı. Hiç kimse yorum yapmadı.

Çaylar bittikten sonra hanımlardan biri, "benim ağabeyciğimin evine bir uğramam lazım efendim. İsterseniz buyrun birlikte yürüyelim, isterseniz sonra buluşuruz" dedi. Kısa bir değerlendirmeden sonra hanımlar hep birlikte hareket etmeye karar verdiler. Beyler de, "biz de şöyle biraz dolaşırız, sonra orada buluşuruz" dediler.

Hanımlar adanın sokaklarında kaybolur, beyler de çam ve mimozalarla zenginleşmiş ada kokusunu soluyarak sırtlara doğru yönelirken, iskelenin yan tarafına, irice bir balıkçı teknesi yanaşıyordu.
Bostancı'dan 10:15 vapuruyla gelen grup adaya ayak bastığında onları, sessizce ve saygıyla selamlayan birkaç ada insanı, acele adımlarla tekneye yöneldiler.

Zaman öğleye yaklaşıyordu. Hafif bir poyraz başladı, denizin aynası milyonlarca yeriden kırıldı. Çay bahçelerinde oturanlar daha güneşli, daha kuytu masalara geçtiler. Kıyıdaki lokantalarda beyaz masa örtülerinin etekleri dalgalanmaya başladı. Adanın yorgun kedileri sabırla ya da sabırsızlıkla ama kesinlikle duygularını belli etmeden bu masaların dolmasını bekliyordu.

İki tip kedi vardı adada. Bir karnı tombullaşmış olanlar, bir de perişanlar. Perişanların yüzü gözü yara bere içindeydi. Bir deri bir kemik kalmışlardı ama kafaları kocamandı. Renklerini kaybetmişlerdi. Bir iki ay öncesine kadar bembeyaz olan tüyler şimdi kapkaraydı. Ne tekirin tekirliği, ne sarmanın sarmanlığı kalmıştı. Kedi titizliği bile onları koruyamamıştı. Önce soğuk, karlı, yağmurlu, fırtınalı günler, sonra da daha kış bitmeden bastıran mart savaşı belli ki yine çok ağır geçmişti. Perişanlar grubunun hali ekinoksu izleyen hafta sonunda yine perişandı.

Beyler, Terki Dünya Manastırına giden yolda adanın son evini de arkada bıraktıktan sonra bir piknik masasına oturup etrafı seyre daldılar. Yaz mevsiminin ağır işçisi atlar şimdi ahırlarının dışında serbestçe dolaşıyor, baharın, yaşamanın tadını çıkarıyordu. Üç kısrak boyunlarını aşağı sarkıtmış hiç telaş etmeden otluyor, bir aygır onları sırayla taciz ediyordu. Aygır bir o kısrağın, bir bu kısrağın üstüne çıkıp çiftleşmeye çalışıyor ama kızların hiç biri onunla sevişmeye yanaşmıyor, onun altından kurtulup otlamaya devam ediyorlardı.

Beyler hep birlikte atları seyre dalmıştı. İçlerinden biri, "Efendim tabiatın uyanışını insan şehirde fark edemiyor" dedi. Sonra gözleri atlarda konuşmaya devam etti:

- Bahar bir yerde tabiatın kendini yenilemesi, yeniden doğuşu gibi gelmiştir bana hep.
- Pek doğru efendim ama şu erkek milletinin gayreti olmasa bu yenilenme nasıl olacaktı bilmem vallahi.
- Doğru dediniz azizim. Baksanıza şu aygırın çabası olmasa at milletinin nesli tükenirmiş yani.
- Sırf o mu beyefendi? Çiçeğin bile erkek tohumu arayıp bulmaz mı dişisini. Erkeğin gayreti olmasa nasıl açar her bahar bu çiçekler, meyveler nasıl doğar?
- Ama efendim dişinin cazibesini de unutmamak lazım.
- Tabii tabii. Dişinin cinsi cazibesini de unutmamak lazım, anneliğini de.
- Ee beyler bir de şunu unutmamak lazım. Demek biz yaşlara gelince bahar insanı daha bir başka türlü heyecanlandırıyormuş. Yani sanki insan bir yaştan sonra oyunun oyuncusu değil de seyircisi gibi heyecanlanıyor. Heyecan da işte böyle dile vuruyor.
- Aman efendim oyuncu da olunur seyirci de.. Oyuna küsmeyelim yeter. Bu devirde her şeyin çaresi, her oyunun dopingi var; viagralar miagralar…
- Küsmeyelim efendim küsmeyelim. Hayata küsmeyelim ama oyuna da kendimizi fazla kaptırmayalım. Bakın Burhan Bey'e…

Beylerin neşeyle ilerleyen sohbeti, adı geçen Burhan Bey'e acıyan ve onu küçümseyen bir ortak tebessümle son buldu. İçlerinden biri saatine baktı, "vakit geliyor, buyrun yavaş yavaş gidelim" dedi. Ara sıra kısa ama sert sağanaklarla kışın henüz bitmediğini hatırlatmaya çalışan poyrazı arkalarına alıp yürüdüler.

Ağabeyciğinin evine uğrayan hanımefendi ve beraberindekiler, şimdi az önce beylerin gittiği yöne doğru ilerliyorlardı. Önünden geçtikleri her kapının ardından sesler geliyordu kulaklarına. Değil kapıların, üzerinden geçen on yılların bile üstünü örtemediği sesler. Yazlık olarak kullanılan evlerin pencerelerindeki her kepenk, her perde, şimdi ada sokaklarında yürüyen bu kadınların, sevinçlerinin, coşkularının, aşklarının, hayal kırıklıklarının, kıskançlıklarının ve mahremiyetlerinin üstünü örtüyordu. Halki Palas'ın arkasından geçerken hepsinin hafızasına geçmişin resimleri, sesleri, kokuları aynı anda hücum etti.
"Ne kadar güzel dans ederdi" dedi içlerinden biri. Aklından geçenlerin ağzından dökülüvermesine engel olamamış gibi sustu sonra hemen. Arkalarında sadece attıkları adımların seslerini bırakarak yürüdüler uzunca bir süre.
Bir başkası, "Ne kadar sportmendi. Müthiş yüzerdi" dedi. Ve hepsinin geçmişinde özel bir yeri olduğu anlaşılan Burhan Bey'le ilgili sözler giderek güçlenen bir cesaretle devam etti:

- Galatasaray'ın basket takımında oynarken bir iki filmde de rol almıştı. Eh benim diyen aktöre taş çıkartırdı doğrusu.
- Sonradan bu sinema sevdasına ailesi razı gelmemiş dediler.
- Evet, babası çok gücenmiş. Hiç yakışık alır mı? Biz onu artist olması için mi büyüttük diye yakınırmış etrafına.
- Eh aile biraz muhafazakardı. Ama çok da iyi dayandılar Burhan Bey'in arkasından. Bir dediği iki edilmedi. Gezdi tozdu hayatın tadını çıkardı. Babasının işinin başına geçmekten de daima imtina etti.
- Evlenmedi ama; hiç birileriyle nişanlandığını yahut öyle uzun uzun ahbaplık ettiğini de duymadık.
- Aman efendim hep yanında mıydık ki duyalım. Hiç boşa geçirmiş olabilir mi ömrünü Burhan Bey?
- Geçirmedi efendim geçirmedi. Yeğenleri pek duyulsun istemiyor ama vefat ediş biçimi de ömrünü kendi meşrebince epeyce dolu geçirdiğini gösteriyor.
- Ayol sahiden torunu yaşında bir kız mı varmış yanında?
- Tabii ya efendim, beyefendi sık sık yaptığı gibi Rio'ya gitmiş karnaval için. Sonra da İspanya'ya geçmiş. Eh kalbi epeyce yorulmuş zahir.

Son sözleri söyleyen hanımefendi mahçup gülümsedi. Aynı gülümsemenin rüzgarı diğerlerinin yüzüne de şöyle bir deyip geçti. Gelmişlerdi.

Beyler de kapının yüz metre kadar uzağında onları bekliyorlardı. Hep birlikte sessizce yürüdüler kapıya doğru. Kimi tanıdık, kimi yabancı, kimi yıllardır görülmeye görülmeye artık başka birisi olmuş bir çok insanla karşılaştılar. Tam kapıdan içeri girmişlerdi ki adanın cenaze aracı geçti yanlarından yavaşça. Burhan Bey'in adı yazıyordu arabanın arkasına iliştirilmiş metal plakanın üstünde.

Beyler arabanın gittiği yöne doğru yürümeye devam ettiler. Hanımlar ya bir mezarın kenarına ilişerek, ya da ayakta, beklemeye başladılar.

Burhan Bey'i tabutundan çıkaran erkek topluluğu; onu mezarına yerleştirip, kürekleri birbirlerinin elinden kaparak telaşla üstünü örttüler.

Nemli toprağın kokusu hocanın sesiyle beraber hanımların olduğu yere kadar ulaştı.
Bir rüzgar sağanağı hepsinin içini ürpertti. Sağanak geçtiğinde çamlardan havalanan sarı tozlar hala uçuşuyordu.
Burhan Bey'in başucundaki eriğin çiçeklerinden havalanan tozlar da gelip hanımların başlarına, omuzlarına kondular.
Ama ortalığı sarıya boyayan çam tozlarının arasında eriğinkileri hiç kimse fark etmedi. Hanımlar bile.

Derya İzbul
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              8 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Nadya Alpkonlar

 Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar


   Nereden nereye ? I.

Geçenlerde Türk Yolcu Gemileri hakkında bir yazı okudum. Yazı çok güzeldi. Hele, sonunda anlatılan bir olay çok enteresandı. Ama, beni etkileyen, beni anılarıma taşıyan eski bir geminin ismi oldu. Kalemime hakim olamadım ve yazmaya başladım...

Bir seyahat düşünün.

Bu seyahatta, sizi, İstanbul'dan, bir Türk yolcu gemisi alacak, Pire'ye (Atina) , Napoli'ye uğrayarak Cenova'ya götürecek. Orada üç gün New York'a gidecek olan gemi bekleneceğinden, bu zamanı değerlendirmek için otobüsle Nice, Cannes ve Monte Carlo gezilecek. Üç gün sonra da bir Amerikan Transatlantik (S.S. Constitutin) ile 9 gün yol alarak New York'a varılacak.

Kim böyle bir seyahatı istemez ki?

Kim böyle bir seyahata gözyaşları ile çıkar ki?

"Hiç kimse" dediğinizi duyar gibi oluyorum. YANILIYORSUNUZ!

BEN HİÇ İSTEMEDİM!

O zamanlar 20 yaşındaydım veeeee
"aşk" virüsünü kapmış durumdaydım!

Annemin imzası taklit edilerek düzenlenen bir senet yüzünden apartmanımız satışa çıktı ve de çok düşük bir fiyatla satıldı.
(Satıştan bir yıl sonra Adalet yerini buldu ama, işe yaramadı.)

Bu yitirilişin ardından annem, elde kalan para ile Amerika'ya göç etmeye karar veriyor ve KABAK benim başıma patlıyor!

(Başkası olsa eminim, başımda patlayanı KABAĞA değil de "TALİH KUŞU'na benzetirdi.)

Ayrılık günü, ben, kös kös, gözler yaşlı,
anneme küs küs bakaraktan,
adımlarım geri geri giderekten ve de
talihime küserekten "Adana" isimli yolcu gemisine bindirildim!
Sanki sürgüne gidiyorum...

Gözüm, yolda uğradığımız ne Pire'yi, ne de Napoliyi görüyordu.
Yalnız kaldığım her fırsatta da iki gözüm iki çeşme ağlıyordum.
Ağlarken de "aşk" denen bu hastalığın insanın canını çok yaktığını düşünüyordum.

Cenova'ya vardığımızda annem beni bir otobüse bindirip, bana, çoğu insanın görmek isteyip de göremediği yerleri gösterip, beni biraz avundurmak istedi.
Bu istek kursağında kaldı!
Çünkü ben hiç oralı değildim! Gözüm hiçbir şey görmüyordu.

"Kızım, etrafına bakınsana biraz, ne güzel yerlerden geçiyoruz"
ikazları da sonuçsuz kaldı.

Bir de aksiliğim üstümde ki sormayın.
"Sen bakıyorsun ya, yeter işte" cevabını yapıştırıp, bir azarlamadığım kaldı annemi.

Aklımda kalan tek şey, sahil yolunun bazı yerlerinde, sağ tarafındaki duvarlardan kendine yol açıp dışarı sarkan rengarenk çiçekler. Bir de, nankörlük etmiyeyim:, oralarda Baguette ekmeği ile yediğim Salami'ler.
( Bu aklımda kalanlara bakarak herhalde benim ne durumda olduğumu tahmin edebiliyorsunuz.)

Fransa'nın lezzetli peynirlerinin tadına ancak beş yıl sonra varabilecektim.

Cenova'dan, güneşli bir Mayıs sabahı, erkenden, Amerika'ya doğru yola çıktık.
Aynı gün, akşamüstü, Cebelitarık Boğazından geçtik.

GEÇMEZ OLAYDIK!

O koca gemi, bir sağa, bir sola yalpalanmaya başladı.
Sonradan öğrendiğime göre, en güzel, en sakin havalarda bile, Atlas Okyanusuna çıkana kadar, deniz hep böyle dalgalı olurmuş.

Benim de midem dalgalanmaya başladı. Hop oturup, hop kalkıyor.
Biraz düşüncelerden uzaklaşmak için, evvela tualetin yerini tespit edip, sinema salonunun çıkış kapısının yamacına iliştim.
Film izlemek na mümkün!
On dakika dayanamadım ve kendimi tuvalete zor yetiştirdim...

Aklımda bu yolculuktan kalanları da bir elimin parmaklarıyla sayabilirim:

- Gemiye bindiğimiz dakikadan itibaren yolculuk bitene kadar "Volare" şarkısını dinlettiler bize. Ben ilk olarak orada duydum bu şarkıyı.

- Garsonların çoğunun İtalyan olduklarını, yemeklerin, israf derecesinde çok bol olduğunu, her yemekten evvel haşlanmış mısırın masalara geldiğini çok iyi hatırlıyorum.

- Gemide, tahta atlarla ve zar atarak at yarışı düzenliyorlardı. Görevli personelin, neden zar atmak için, asık bir suratla ortalıkta dolaşan "ben"i seçtiğini anlamış değilim.

- Yol boyunca hava güzel, deniz süt-liman...
Okyanusun tam ortasında, anonsla, gemimizin "ikiz kardeşinin" yakınımızdan geçeceği bildirildi. Herkes güvertelere koştu ve Siren sesleri refakatinde 40-50 metre yakınımızdan geçen bir diğerini, el, mendil sallayarak, çığlıklar atarak selamladı. Bu olay bile beni etkilemedi.

O güzelim mavi renkteki deniz bile bana gri görünüyordu.
İçimi karartıyordu.

- Bir de gemide, genç, yakışıklı, bir İtalyan iş adamı vardı.
Çok da kibardı.
Beni dansa kaldırmak için annemden izin alıp, ben, "artık yeter" diyene kadar da beni kollarından bırakmadı.
Ondan sonraki günlerde de hep bir bahane ile peşimizde dolaştı, spagetti gibi ayaklarımız dolandı.
Oysa, benim, "suratından düşen bin parça"lı yüz ifadem hiç eksik değildi. Ama kaçacak bir yerim olmadığı için katlanıyordum.
Belki de şuur altımda bu ilgi hoşuma gidiyordu. Bilemiyeceğim.

Bana, ablasının ördüğü simli bir şal hediye etti.
Beni birazcık olsun güldürmek için çok gayret sarfetti.

Yolculuğun bitimine bir gün kala da ne yaptı dersiniz?

BENİ ANNEMDEN İSTEDİ !

DEVAMI "az sonra!"

Nadya Alpkonlar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.678 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


BU ŞEHİRDE

Yangınlar ardarda
Çaresiz yersiz kalmış yürekler
Hüzünler kiralık bu şehirde...

Kirlenmiş mavi elbisem
Oturduğum banktaki ayak izinden
Kirlenmiş yürekler bu şehirde...

Kalıp kalıp hasretler
Kime tam gelirse pazarında sergilenmekteler
Yaralar satılık bu şehirde...

AYÇA ÇEPNİLER

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=3850&ek_tarihi=29/04/2005
Yazılarıyla hem elektronik hem de basılı dergimize renk katan sevgili Nesrin Özyaycı'nın yeni çıkan "ALLEBEN'DE BOĞULMAK" kitabıyla ilgili olarak Hülya Soyşekerci'nin bir yazısı. Dilerseniz yorumlarda da bulunabilirsiniz.

www.kaslagit.com
"Amacımız, insan gücü ile yapılan keşif yolculuklarıyla çocukları eğitmek ve herkese esin kaynağı olmaktır. İstendiğinde hayallerin gerçekleşeceğini, bu yolda karşılaştığımız engellerin aslında bizi durdurmaması gerektiğini göstermeye çalışıyoruz." diyor Erden Eruç. Bu güzel proje ile ilgili detayları öğrenmek, Erden Eruç'u tanımak ve belki katkıda bulunmak için tıklayın.

Siz işyerinde veya ev ortamında bilgisayarınızla yoğun bir irtibat halindeyseniz, ekranda hep aynı görüntüyü görmekten sıkılır ve güzel bir resim ararsınız. Biz bu resimlere ne diyoruz? Duvar kağıdı. http://www.wallpapervault.com/ kısayolunda en alası mevcut. Hem de bazıları aktif animasyonlu, (ne demekse?). Ve işte en sona sakladığım sürpriz. http://mariemarie0000.free.fr/fichiers/images/pop.swf kısayolunda öyle ilginç bir şey var ki inanamadım. Eminim sizler de gözlerinize inanamayacaksınız. Sonunda yaptılar dedirtecek bu orjinal çalışmayı lütfen kaçırmayın. Büyük küçük hepinizin hoşuna gideceğine eminim.

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


xp-AntiSpy Setup Download 3.94-1 [326 KB] Windows Free
http://xp-antispy.org/index.php?option=com_remository&func=sellang&iso=en
Harika bir yardımcı program. Windows üzerinde sizi rahatsız eden pekçok şeyi manuel olarak kapatmak mümkün olsa da bunun zaman aldığı ve bir miktar bilgi gerektirdiği hepinizin malumu. İşte bu program tüm bunları bir check atmakla hallediyor. Mesela MSN siz istemeden başlamasın mı istiyorsunuz? Deneyin çok işinize yarayacak.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050510.asp
ISSN: 1303-8923
10 Mayıs 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com