ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 755

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 1 Haziran 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Maruzatım var!..


Merhabalar,

Ve Allahaısmarladık. Dün gece matbaamızın bulunduğu bölgede saat 03:00-08:00 saatleri arasında yaşanan iletişim hatları kesintisi nedeniyle bugünkü sayımız dağıtılamamıştır. Geçici de olsa verdiğim rahatsızlık nedeniyle özür dilerim. Günlük sayımıza, şu anda olduğu gibi, internet üzerinden rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

 

 KahveRengi : Alaattin Bender


HER YER, HİÇBİR YER

Turan Erol Sevgili sanat dostları. Söbütay Özer, Orhan Peker, Fikret Mualla, Aliye Berger derken yazılarımız neredeyse dizi haline geldi. Yazı dizimizin beşinci ayağında halen Ankara'da yaşayan ressam Turan Erol'u tanıtmaya çalışacağım. Turan Erol ismiyle ilk tanışıklığım, İstanbul'da İstiklal caddesinde dolaşırken bir kitapçı vitrininde rastladığım kitabın kapak resmindeki "mavi tekne iskeleti"ni görmem ile birlikte olmuştur. Sanırım bir on yıl kadar önceydi. Ön planda inşa halinde mavi bir tekne iskeleti, yanıbaşında beyaz bir gümbet (su sarnıcı), arka planda mavi berrak gökyüzü altında sıra halinde şirin, beyaz Bodrum evleri. Retrospektif niteliğindeki birbirinden güzel resimlerle donatılmış bu kitap Ada yayınları tarafından 1989 yılında yayınlanmış idi.

"Çizgi, renk, leke, benek" diyordu Bedri Rahmi resmin yapı taşlarını sıraladığı "Resme Başlarken" kitabında. Değil midir ki, O Turan Erol'un Akademideki hocasıdır. Gerçekten de Reis'in bu öğüdüne sıkı sıkıya sarılmıştır. "Bedri Rahmi'nin yazıları, şiirleri ve resimleriyle bende özellikle 1947 sonlarına kadar büyüleyici, alt üst edici ama olumlu etkileri olmuştur" der Turan Erol. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi Reis, sadece Turan Erol'un değil, Orhan Peker'in de hocasıydı. "Orhan Peker'in paletini düşünürsek, Turan Erol onun karalarını beyaza bulamaya gelmiştir sanki. Resmi aydınlık, duru doğanın resmidir. Dışarıda, hep dışarıdadır gözü. Orhan Peker'in tersine, O daha çok dışarısını dünya diye kabullenmiştir." der İlhan Berk.

Turan ErolHer akşam, iş çıkışı turnikelere kartımı basarken hep aynı turnikeden geçmeye gayret eder, turnikeye yaklaşırken başımı sağa geriye doğru çevirir ve ilerideki pencereden sızan Banka Kolleksiyonundaki "Kıyı" resminin aydınlanmış görüntüsünü pek zahmetli bir açıdan yakalamaya çalışır, adeta mıh gibi hafızama kazırım. Yaklaşık 70x100 cm. ebadındaki bu resmin neredeyse tamamına yakınında sabah sisinde el ele tutuşmuş deniz ve gökyüzü boyanmış; deniz nerede başlar, gök nerede denize kavuşur bilinmez adeta. Bu geniş gri (beyaz-mavi karışımı) lekenin altında, resmin yaklaşık 1/5'inde kara, (kahverengi, siyah, mavi renklerin eridiği) sanrılı bir leke hakim. Bu lekenin içerisinde ise birbiri üzerine istiflenmiş belli belirsiz tekneler. Yer yer de kahverenginin sıcak kırmızı tonuna bürünmüş bir tuşe ve kirli sarı bir tuşe ile resmin silkinişi, dışa vurumu. Bu resme bakarken insan sanki bir düş görür gibidir. Yahya Kemal'in "Sesiz Gemi" şiirini anımsatır gibi; ne gelen var ne giden…

Turan Erol resimlerinden bir seçki yapacak olsak; Ağrı dağı, tekne kaburgaları (iskeleti), Bodrum görüleri, kömür dağıtım yeri, Milas'ın kemerli taş köprüleri, gecekondular, bozkır, kent görünümleri ile enginar çiçeklerini resmettiği nature-morte resimlerini sıralayabiliriz. Sanatçı, aslında Ağrı dağını hiç görmemiştir. Ancak, Ara Güler'in fotoğrafından izleyebilmiştir o yüce dağı. Van Gogh misali yıldızlı bir gecede ışıldayan mavilere bürünmüş karlarla kaplı Ağrı dağının eteklerindeki, pencerelerinden ışık sızan, kapıları aralanmış, karanlığa bürünmüş bacaları tüten dam evler. Gerçekten lirik bir anlatıma ve gize sahiptir Turan Erol'un bu resmi.

Turan ErolBenzer bir gizi 1986 tarihli "Kömür Dağıtım Yeri" resminde de görürüz. Kimin aklına gelirdi ki, çocukluğumuzdaki kömür taşıyan torbalı at arabalarının bir resme konu olabileceği. At arabalarının arka planında kara kömür vagonları ile güneş batarken sarı kepçeler. Kim, hangi cesaretle ve iştahla is kokan, karalara-grilere bürünmüş kömür deposunun içine dalacak ve oradan 1m. x 3m. boyutunda anıtsal bir resim çıkaracaktı. Tabii ki Turan Erol.

Tekne iskeletlerine gelince. İlk, onun resimlerinde gördüm onları. Sonra Bodrum'a ilk gidişimde İçmeler'de keşfettim tekne yapım yerini. Devasa tekneler, Bodrum guletleriydi bunlar. Korunmak için özel hangarları vardı. Hemen her gidişimde de uğramadan edemedim. Yalıkavak'ta, Türkbükü'nde hep izledim onları. Gerçekten, kısa boylu, tıknaz Bodrum'lu ustalar iç içe geçmiş yüzlerce yaydan, yatay-dikey ahşap burgalardan sabırla, titizlikle uzun zaman sürecinde inşa etmekteydiler bu tekneleri. En az onlarınki kadar sabır ve titizlik isteyen güç bir uğraş tekne kaburgalarını resmedebilmek. Değilmidir ki, sakin, ağırbaşlı, disiplinli, akılcı ve dengelidir Turan Erol; o halde zoru başaracaktır. Bu arada, Onun resimlerinde bisiklet öğesine sık sık rastlarız. Bir resminde bisiklete binen bir figür görmekle birlikte, çoğu zaman bisiklet tekne iskeleti önünde sere serpe yerde uzanmaktadır. 1927 Milas doğumlu Turan Erol, o buruk, ezik çocukluğunu anlatırken "Çocukluğumu düşününce bana o günlerden kalan anıların pek tatlı olmadığı sonucuna varıyorum. Epeyce külüstür yetiştiğim bir gerçek. Bisiklete binmeyi bile bilmem. Yalnız ata binerdim. Hem de deli gibi sürerdim..." der. Kimbilir, belki de Onun resimlerinde bisiklet öğesinin yer alışının bir nedeni de bu buruk çocukluk anıları olabilir. Öte yandan, tekne iskeletlerindeki yaylar-eğrilerle bisiklet tekerlerindeki eliptik-dairesel görünüm Turan Erol resimlerinin ölçüye, düzene, geometriye sıkı sıkıya bağlı oluşunun bir sonucu olsa gerek. Milas'ın kemerli taş köprüleri üzerinden geçen atlı, bisikletli figürlerin yer aldığı resimleri de yine bilinçaltındaki çocukluk dönemi ile ilişkilendirmek yanlış olmaz sanırım.

Turan ErolSanatçı, Milasta geçen ortaokul yıllarındaki anılarından bahsederken adı ressama çıkmış arkadaşı Nihat ile birlikte bir pastanede asılı olan Murillo'dan kopya edilmiş olduğunu sonradan öğrendiği zenci çocuk portresine olan hayranlıklarını, daha çok da özentisiz, rahat fırça vuruşlarının kendisini daha çok ilgilendirdiğini belirtir. Nitekim, bu tavır Turan Erol resimlerinde bir imza niteliğinde hep kendini gösterir. 1951'de Güzel Sanatlar Akademisini bitirdikten sonra 1960 yılına kadar Diyarbakır'da resim öğretmenliği yapar. Diyarbakır dönüşü hayatını sürdüreceği bozkır şehri Ankara'ya yerleşmesiyle birlikte görü (peyzaj) resimleri daha bir üretkenlik ve olgunluk kazanmış, süssüz, yalın bir anlatım diline bürünmüştür. Sanatçı, On'lar grubunun üyeleri arasında yer alır. 1955 yılında Meclis'in hazırladığı Vilayet Resimleri yarışmasına seçilince sanat yaşamı ivme kazanır. 1961-1964 yılları arasında Fransız Hükümetinin bursuyla Paris'te çalışmalar yapmıştır. 1963-1973 yılları arasında Gazi Eğitim Enstitüsü'nde öğretim üyesi olarak görev almış; 1987 yılında profesör olmuştur. Devlet Resim, TRT Resim yarışmaları başta olmak üzere pek çok ödüle sahiptir. Sanatçının "Ulus" gazetesinde "Defterimden" başlığıyla kaleme aldığı yazıları ayrı bir değer taşır.

Sonuç olarak, Turan Erol'un cümleleriyle onun doğaya bakışını özetlersek; "Çevreme bakıyorum, ama çevremi yansıtmak kaygısıyla değil; başka kaygılarım olduğunu görüyorum. Doğaya- dolayısıyla çevresine- çok bakan bir ressam olduğum halde, hiçbir resmimde doğa verilerine, "doğal olan"a sadakat gösterdiğim (öyle sanılsa da) söylenemez. Hatta diyebilirim ki, ben çevreme bakarken imgelemimde, "tin"imde varolan bir biçim ve içerik ilişkisinin, bir sezginin doğadaki karşılığını, benzerini arıyor gibiyim. … Adeta, doğadan bir onay bekler gibiyim."

Yine ne kadar şanslıyım ki, Ankara'da Helikon Sanat Galerisindeki sergisinden epeyce sonra yaklaşık iki yıl önce, İstanbul Beyoğlu'nda, restore edilmiş yeni AKBANK Kültür ve Sanat Merkezinin enfes iki katlı Galerisindeki retrospektif nitelikli "Seçki" başlıklı görkemli Turan Erol sergisini izleme fırsatını elde ettim. Kimbilir, bu izler (Avni Arbaş, Orhan Peker ve Turan Erol) belki bende de bir yol bulur mu bilinmez; bunu zaman gösterecek.

Kaynakça: -Ada yayınları tarafından 1989 yılında yayınlanmış Turan Erol kataloğu.
-Mart 1998 tarihinde Yapı Kredi Yayınları tarafından bastırılan Turan Erol kataloğu.


Alaattin Bender
www.alaattinbender.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Nesrin Yıldırım

 Kahveci : Nesrin Yıldırım


  Ruhumda ki parmak izlerin...

Aşk, keskin bir kılıç duruyorsan önünde göze alacaksın ölümü diyordu eski bir tanıdık.

Mürekkep mavisi ellerim,parmaklarım ruhumun mürekkebiyle boyanıyor. Eskiden kalma bir alışkanlık yazıyorum yine. Sakın sana yazıyorum sanma ben yazmak istiyorum, sen bahanesin. Alınma üstüne sakın ben bu kelimeleri ezberimden yazıyorum. Sen daha gitmeden ezberledim bunca kelimeyi. Biliyordum kalmaya gelmemiştin çünkü.

Ve biliyor musun şaşırmıyorum artık herhangi bir şeye. Hiç bir şey şaşırtmıyor beni, senin gidişinde… Çok tanıdık, alışıldık bir gitme biçimi bu, dilime bulaşan acı suda öyle.

Şimdi herhangi bir saatte, herhangi bir günde, herhangi bir cümlenin içindeyim. Üzerime herhangi bir şey alıp,herhangi bir yalanla evden çıkıp,herhangi bir yoldan sana gelip,herhangi biri olmadan koynunda ölmek istiyorum. Biliyorum artık ölmek için çok geç olduğunu. Ayrılık, ölümden daha önce geldi ve ölüm herhangi bir güne kadar ertelendi. Oysa ayrılık Ay'ın yanına hiç yakışmamıştı.

Dumanlı yalnızlığıma ışık olan başucumdaki sigara, ucundaki benden daha çok yanmayan ateşiyle. Sen gittin, önce gidişini seyrettim hiç ağlamadan. Sonra uyumaya çalıştım, derin bir boşlukla uyandım. Gidişini hatırladım.Aynanın karşısına geçip ruhumda bıraktığın derin kesik izlerine baktım, belli ki hiç düşünülmeden atılmıştı kesikler. Ruhumda ki parmak izlerin, benim derin kesiklerim.

Nesrin Yıldırım

Yukarı

 

Kıvanç Gülhan

 Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan


  TRAVOLTA OLMAK (2)

Vrovv vrov diyerek anlatmaya kaldığı yerden devam ediyordu. Eskisinden daha dikkatli dinlemek için kendimi zorluyordum. Neler olabileceğini düşünmektense daha iyi bir yoldu bu. Ne o bıyıklı adam taahhüdünde durdu, ne de kasabın bu işten haberi oldu. İşin içinden hiç çabasız sıyrılıvermiştim. Kediler bile iki ayakla dört ayak üstüne nasıl düşülür, benden öğreneceklerdi.

Hayat devam ediyordu. Başımdan geçen onca maceraya rağmen. Meymenetsiz turşucu, Coşkun , altı eylül ilkokulu hepsi yerli yerindeydi. Sanki hiçbir şey olmamıştı . Denizler durulmuş rüzgar bile sütliman olmuştu. Yaşamak buydu işte. Ne mutluydum tanrım.

O yıllarda bu muhasebeyi yapmam mümkün değildi. Görmemiştim ömrümün bundan sonra ki otuz iki yılını çünkü. Bilemezdim, hayatım boyunca Tanrının beni en sevdiği günlerin arkası ne sıkıntılara gebeydi. Sınanıyoruz. Ya da başka bir deyişle " Hayat Mücadelesi" bu olsa gerek.

Sağ olası anam, bunu yirmi sekiz yıl öncesinden görmüş olacak ki, yenilerde eski eşyaların arasında bulduğum o yıllarda tutulmaya başlanan hatıra defterimin kendisine rezerve edilmiş sayfasında konuya şöyle girmiş.

"Sevgili oğlum, Bundan sonra gireceğin hayat mücadelesinde yılmadan usanmadan çalışman dileği ile "..ve sair devam ediyor.

Oysa ne cahil analar bilirim.

- Dert görmeyesin.
Kaymakam olasın .
Allah tuttuğunu altın etsin .. diyen .
- Sen de böyle bir şeyler deseydin ya, be anam. Kolayına dileseydin ya. Edebiyat parçalamaya ne gerek vardı. Bak ciddiye alıyorlar.

O Tom Braks müsveddesi , boş laf torbası Coşkun ,Vrovv'dan vaz geçip duyduğu bir bilgiyi aktardı bana. Mesnetsiz de olsa hayal dünyasının bir ürünü değildi . Ya ablasından ya da bir akrabasından duymuştu. Anlattı köpek soyu. Bıçak saplar gibi. Dedi ki bir kızla öpüşülür veya sevişilirse çocuk olurmuş. Hemen belli etmezmiş bu. Sözde kızın karnı şişmeye başlar, dokuz ay sonra çocuk doğarmış.

Yapma be Coşkun!.. Kötümü ettik yani seni ciddiye alıp dinlemekle. Geyikler iyiydi de , bu biyolojik konferansa ne gerek vardı. Kaldı ki senin başından geçti mi böyle bir şey?..

Ben şimdi kime sorayım, kimden öğreneyim işin aslını astarını. Ne diyeyim babama ben ?..

" Şey baba , ben şeyttim de acaba şey olurmu ?.. "

Ulan coşkun, senin hangi anlattığın gerçek ki buna da inanayım. Kabahat seninle konuşanda zaten. Seni adam yerine koyanda.

Soluksuz kasabın kızının yanındayım. Karnına bakıyorum, bir fark yok. Yaa ben dememiş miydim, bu oğlanın sözüne itibar edilmez diye. Uydurup uydurup anlatıyor puşt.

Sevgili kul olarak kaybettiğim eşeği yeniden bulmuş, mutlu olmuştum. Ufak tefek soru işaretleriyle birlikte konuyu maziye gömmüştüm aklımca. Bir ört bas taktiğidir gidiyordu.

Ama daha önceleri hiç ilgilenmediğim bu konu, sık sık karşıma çıkıyordu. Bütün gazeteler, radyo ( Televizyon ile tanışmamıştık henüz. ) hatta reklam afişleri hep bu konuyu işler olmuşlardı. Başka konu kalmamıştı sanki. Varsa yoksa gebelik,dokuz ay, bebe bisküvileri, sıkça izlediğimiz Hint filmlerinde acılı, kanlı , yağmur altında doğumlar. Huzura eren kadeh gözlü , iki kaş arasında kırmızı noktalı esmer kadınlar.

Bütün bunları bir kenara attım varsayalım. Peki, orta sona giden öküzü yani ağabeyini hangi rafa kaldıracaktım?.. Yumrukları kafam kadardı ve etten yırtılıyordu. O kadar çok kendine ait eti vardı ki , gözleri fark edilemiyordu. Kemiksiz elli kilo çekerdi kantarda. Pembe yanakları vardı diyemeyeceğim. Çok esmerdi çünkü. Pembe olması gereken çıkıntıları ise neredeyse turfanda patlıcanı moruydu.

Yolda karşılaştığımız zamanlarda bana gülümsüyor hatta sırtıma vuruyordu. Bir şeyler bilmesi mümkün değildi garibin. Saf saf şakalaşıyordu sadece. Aslan eniştem der gibi sırtımı sıvazlar olduğunu düşünmedim değil, ancak anlayabilmem için gözlerine bakmam gerekiyordu , ki bu mümkün değildi. Aynı ifade ile ben de ona gülümsüyordum çaresiz.

Bu iş gün ışığına çıktığında bir araba dayak yiyeceğim kesindi. Bunu baştan kabul etmekte fayda vardı. Sonra erkek erkeğe konuşuruz diye düşünüyordum. Çok erkekleşirse babam devreye girerdi. Babasıyla da konuşabilirdi. Koskoca bir yüzbaşı birçok sorunu hal edebilirdi sonuçta. Gerekirse son çare , evlenebilirdim.

Annem bu işe ne derdi acaba. Onunda sağı solu belli olmaz ki. Feryaz hanımı koysam araya. Turşucu ihtiyar bile az zarar görmemde aktif rol oynayabilirdi.

Coşkun ise kabahatini bilir gibi gözlerden kaybolmuştu. Köye mi gitmişti bilmiyorum.

Her şeyi mantıklı düşünmekte fayda vardı. Artıları eksileri karşılıklı koyup bakiyenin benden tarafta olması için ne gerekiyorsa yapılmalıydı.

Şimdi Mayısa kaç ay vardı?.. İki.

Çocuk kaç ayda doğuyordu?.. Dokuz.

O halde epey bir süre rahattım. Yapmam gereken yukarı ile teması artırmaktan başka bir şey değildi. Yalvaracaktım tayinimiz çıksın diye. Evet evet, yapılacak en iyi iş buydu.

Namaza başladım. Abdest aldım . Tığ işi takkeyi kafama geçirdim. Seccadeyi serdim. Hiçbir ayrıntıyı atlamak istemiyordum. Epey namaz kıldım. Rekat başına en çok duayı ben yapıyordum. İki rekatta bir namaz bitmiş gibi ellerimi açıp yukarıya doğru bakarak yüz yüze konuşurmuş gibi hep aynı isteği peş peşe tekrarladım. N'olur şu tayin çıksın diyordum. Çıksın da nereye çıkarsa çıksın dı. Dua kabul görürse bizler Akhisar'ı terk ettikten yedi ay sonra doğum gerçekleşecekti. Derdine kendi yansın , suç ortağımın da tayini çıkacak değildi ya. Babası esnaftandı. Kız zorda kalınca tabi ki onu suçlayacaktı. Bu yolla, ağabeyin dayağı da ortağıma nasip ola-caktı.

Tam kendimce huzura eriyordum planlarımda, uykuya geçer geçmez ağabey satırı öyle bir sallıyordu ki soluk soluğa uyanıyordum kabusumdan.

Kalkıp hemen seccadeye kapanıyordum. İki rekat, sonra gene uzun bir dua.

İlkokul üçüncü sınıf öğrencisi iken ömrümün ilk uykusuz gecesini geçirmiştim. Günün ağarmasını ilk gözlüyordum. Bu yüzden olsa gerek ürkmüştüm de. Kimsecikler yoktu. Kızın ağabeyi, doğacak çocuk, tayin, seccade, tığ işi takke, tespih ve Nazımın dediği gibi bir de ben.

Takip eden günlerde fırsat buldukça kızın karnını kontrol ettim. Gözle görünür bir değişiklik yoktu. İş tayine kalmıştı ki mucize gerçekleşti. Hava üssü Keşan'a Lav olmuştu. Bu tayinimiz çıktı anlamını taşıyordu.

Yeni durak Keşan dı. Edirne Keşan.

Artık ne kasabın kızı, ne ağabeyi, ne de suç ortağım olacaktı yeni yaşamımda. Onlar kendi aralarında pay edeceklerdi kozlarını. Bense top oynayacak, bisiklete binecektim. Ar namus tertemiz ,gezip dolaşacaktım erkek arkadaşlarımla.

Olay güncelliğini yitirdi. Tayinimiz de çıkmıştı ama taşınmamıza iki üç ay gibi bir süre vardı. Emlak komisyoncularının yalanları keleğin birine nasip olmuştu ki oturduğumuz ev el değiştirdi. Bize de Seksen evlere taşınmak düştü, birkaç aylığına da olsa.

Sene yetmiş bir, iki film var vizyonda mihenk taşı gibi. Bir teselli ver, Orhan Gencebay ve Love Story filminin yeşilçam versiyonu. Salih Güney ve Deniz Gökçer ile rahmetli Yıldırım Önal paylaşıyorlar başrolleri. İnsanlar sesini uzun süredir dinlediği, kırk beşliklerden aşığı olduğu Ooranı ilk defa beyaz perdede görüyor, hayranlıkları bir kat daha artıyor. Yeşilçam ise yeni vizyona girmiş bir orijinal filmi bire bir taklit yoluna giderek kendisine bir yeni pazar açıyor.

Çantalı pikaplar o yıllarda herkesin evinde var. Alt kısımları aynı çanta kapağı gibi üzerine kapanan kısmı ise değişik renklerde olmak üzere piyasaya sürülmüş. Bizdeki bordo idi mesela. Aynısından anneannemde de Hatmiye ablamda da vardı.

Kırk beşlik plak satışları şimdiki kaset satışları gibi. Arada bir fark , şimdiki Televizyon müzik kanalları tarzında, klip marifeti ile halkı yönlendiren geri zekalı VJ' ler henüz yok. Kimse laf ola torba dola diye ahkam kesmiyor eserler hakkında. Feryaz Can , Sami Kasap dinliyor örneğin sevdiği için.

" Salınıp bahçeye girdi
Bütün çiçekler selama durdu " diyor Sami. O aralar Elazığ et kombinasında kadrolu işçi olarak çalışıyor. İçinden geleni veriyor kırk beşliğe Palandöken plak şirketine vardığında.
Anneannem ise yirmili kutularda istiflenmiş, elips Bahar sigarasından bir dal çekip ucunu kızartıyor ve yan uzanıp salıveriyor dumanı nereye gidersiz.

Twist dinleyenler de var kuşkusuz. Ama ben gazeli de seviyorum Feryaz'ı da. Kırk beşlik büyüklüğünde bir otuz üçlük çıktığını hatırlıyorum. Belki de ilk Long Play sayılabilir. Gönül Yazar seslendiriyor. İlk parçası, hiç unutmam;

" Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar

Yeryüzünde sizin kadar yalnızım."
Diyor Taş bebek.

Bir de "Bayan bacak , tabanca bıçak " Serpil Örümcer var anılarımda. O sıralar Berkant ile evli. Turneler var kapalı spor salonlarında sık sık. Üç Hürel, Fikret Kızılok , Erkin Koray revaçta şarkıcılar o devirde. Cem Karaca'yı tanımıyorum henüz ama Barış Manço'nun askerde olduğunu tüm detayları ile hatırlıyorum. Saçlarını kısacık kestirmiş Topçu Taburlarının birinde gün sayıyor.

Arkası yarın

Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,208,208,208,208,208,208,208,20
              5 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Mehmet Güneş

 Kahveci : Mehmet Güneş


  SIR (3)

Ertesi sabah erkenden ofise gitti. Gittiğinde masanın üzerindeki günlük evrakları imzalayarak. Bütün gece uyumamasının tek sebebi olarak hafızasını karıştıran sorular ve Doktor Peter'in söylediklerine aklı takılmıştı. Bütün gün babasının kalp krizinden değil de öldürüldüğü aklına gelince,kahroluyordu. Ama nasıl olabilirdi bu? Herhangi bir iz herhangi bir ipucu yoktu oysa. Tam bunları düşünürken bir an kapı çaldı.
Tak tak tak
-Giriniz
İçeriye uzun boylu iri yapılı hafif dökük saçlı bir adam girdi. Oldukça bakımlı, hafif kravatı gevşek gri paltolu bu adam.Odadan girince ilk olarak kendini tanıttı.
-Günaydın Bay Efahren
-Günaydın diyerek koltuğundan ayağı kalktı ve içeri giren gri paltolu adama oturması için koltuğu eliyle işaret etti.
-Size nasıl yardımcı olabilirim?
-Ben Hans Misch
-Hans Misch? Diye tekrar etti bay Efarhen
-Evet. Berlin Emniyet Müdürlüğü Cinayet masası müfettişi
-Memnun oldum. Buyurun sizi dinliyorum bay Misch diye sözüne başladı Efahren.
-Sizinle Doktor Peter R.hakkında görüşmeye geldim. Dün doktor Peter R. Öğleden sonra saat 15:14 sıralarında evinde ölü bulundu.
-Ama nasıl olur bu? Diye hayretler içinde komiserin sözünü kesti..
Demek ki; Doktorun bahsettikleri doğru. Gerçekten de takip ediliyormuş ve bunu anladığı için benimle acilen görüşmek istemişti.Bir süre geçen sessizlikten sonra komiser sözünde devam etti. Sağ bacağını sol ayağının üzerine atarak...
-Evinde yaptığımız araştırmada randevu defterinde en son sizinle görüşeceği yazlıyordu. Bu doğrumu?
-Evet
-Kendisi ile en son ne zaman ve nerde görüştünüz?
-Dün sabah saat 10 sıralarında Alexanderplatz meydanında ki saatli kulenin yanında buluştuk.Ve durumu gayet iyi ve sağlıklı görünüyordu.
Bir an komiser bakışlarını Efahren'in üzerine doğrultarak.
-Ne konuştunuz Sayın Efahren?
-Kendisi babamın ordudan arkadaşı ara sıra böyle görüşürüz. Bir sorunu olursa benimle paylaşır benim bir sorunum olursa ondan fikir alırdım. O benim için hem çok iyi bir dost hem de bana fikirleriyle yardımcı olan biriydi. Gayet sıradan ve sakin geçti sohbetimiz.

Bu haberin üzerine Efahren'in yüzünün rengi değişmişti. Tüyleri ürpermişti. Ne diyeceğini bilemiyordu.
Komiser cebinden bir kağıt parçası çıkararak Efahren'e doğru uzattı. Hiç kımıldamamış gibi.
Efahren bu kağıdı aldığında şaşkın bir bakışla sordu.
-Nedir bu sayın Misch?
-Doktor Peter'in ne şekil öldüğüne dair hastane raporu
Efahren kağıda baktığında pek bir şey anlamamıştı. Neyin ne olduğunu sezmeye çalışırken. Komiser Misch saygısızca bir tavır sergileyerek sanki suçlu edasıyla Efahren'in yüzüne bakarak
-Doktor Peter R.nin kanında yüksek miktarda siyanür bulundu.Sol bileğinin atar damarından kendisine Siyanür verilmiş.Bu sadece ölümünü hızlandırmaya yarar. İntihar etmesi için hiçbir sebep olmadığı apaçık ortada. Komşularının ifadesine göre eve giren veya çıkan kimseler olmamış.
Efahren bunu duyduğu anda,doktor Peter'in başına gelenlerle babasının başına gelenlerin aynı olduğunu sezerek. Doktor Peter'in bir kez daha haklı olduğunu anladı. Ve kim neden? Böyle bir şey için yeltenmiş olabilir diye düşünmeye başlamıştı ki,üzüntülü ve çaresiz bir ses tonuyla.
-Size nasıl yardımcı olabilirim Komiser Misch?
-Sizin böyle bir şey yaptığınızı ima etmek için gelmedim.Sadece siz onu çok yakından tanıyan birisiniz? Onun intihar etme gibi bir teşebbüste bulunup bulunmayacağına dair bilgi almaya geldim.
-Hayır!! Asla böyle bir şey mümkün olamazdı.. Doktor Peter Yaşamayı seven hayata çok bağlı sevimli bir insandı.
Komiser gözlerini ofiste gezdirirken bir yandan da Efarhen'in söylediklerini dinliyordu. Yavaşça ayağını bacagının üzerinden kaldırarak oturduğu koltuktan doğruldu..
-Peki teşekkür ederim Efarhen..
-Rica ederim Komiser Misch yardımcı olabileceğim başka bir sorunuz varsa sizi beklerim.
-Belki başka bir zaman Sayın Efarhen... Belki başka bir zaman...
Diyerek Efarhen'in ofisinden ayrıldı.
Efarhen bu haberi duyunca tedirgin oldu, ne düşüneceğini bilmiyordu. Her şey doktor Peter'in söylediği gibiydi. Kendisini tehlikede hissetmeye başlamıştı.Çünkü Doktor Peter kendisine tehlikede olduğunu dikkat etmesini tembihlemişti. Hele ki birkaç sırrına ve evraklarına ortak olduğunu aklına getirdikçe ne yapacağını düşünerek,kararsızlık ve karamsarlık içinde koltuğuna bitkin bir halde düştü.Böyle anlarda soğukkanlı davranmak için sürekli bir sigara yakar, hiçbir şey düşünmemeye çalışırdı.Kendisine çok tuhaf geliyordu,dün konuştuğu cçok sağlıklı bir insanın bugün eser kalmadığını hele ki; öldürüldüğünü düşündükçe daha da kahredici bir hal alıyordu.Bunları düşünürken o sırada kapı çaldı...
Tak tak tak...
-Girin
İçeri yeni saç şekliyle sekreter Linda gelmişti. Hafif bir tebbesümle.
-Efendim siz yokken Gazeteden arkadaşınız Frank aradı. Şayet ofise geldiğinizde kendisini aramanızı istedi. Bağlayayım mı?
-Evet bağla.. Bu arada yeni saç şeklin çok güzel deyip, güler yüzlü bu kızı bir nevi az da olsa mutlu etmek adına iltifatta bulunmuştu.
-Teşekkür ederim efendim.. Kahve alırmıydınız?
-Hayır Linda Sağol.. Hiç canım istemiyor.
-Peki efendim.

1 dakika geçmeden telefon çaldı. Sekreteri Linda gazeteden arkadaşı Frank'in hatta olduğunu hatırlattı.

-Frank
-Merhaba dostum, benden istediğin mucizeyi gerçekleştirdim.
-Ne gerçekten bulabildin mi?
-Aç kulaklarını iyi dinle beni. Sana mucize diyorum. Mucize........
O sırada merakla Frank'in söyleyeceklerini bekledi. Ve hatta eline not alması için 1 kalem aldı.
-Jack Hadeli
-Ne?
-Jack Handeli diyorum.15 yaşındayken Auschwitz kampından yaşamış, bir Yunan yahudisi
-Peki nasıl ulaşacağım buna Frank?
-Cok şanslısın dostum. Onu da buldum.
-Adam 27 Ocak 1954 de Auschwitz de kurtarılan esirlerden biriymiş. Halen Checkpoint Charlie 26 St. 107 Blok da oturuyor.
-Teşekkür ederim Frank bu iyiliğini unutmayacağım.
-Dert etme dostum. Gelecek ay yemekte görüşmek üzere
-Tamam.


(Tarihte bir çok önemli olaya tanık olmuş Checkpoint Charlie'de ziyaretçiler kendilerini doğu ve batı sentezinin içerisinde buluyorlar. Berlin'in doğu ve batı geçiş noktası olan Checkpoint Charlie'de 1961'de inşa edilen Berlin Duvarı'nda sovyet ve amerikan panzerleri karşılıklı olarak yer alıyor.)

Böyle bir haber kendisini gerçekten sevindirmiş ve komiserden duyduğu üzüntülü haberi az da olsa bastırmıştı. Şimdi yapması gereken neydi? Hiç tanımadığı bir adamla ne konuşacaktı? Herhangi bir şey hakkında hiçbir fikri yoktu?
Koltuğundan kalkarak kalemi masanın üzerine bıraktı.Kravatını düzelterek kapıya doğru ilerleyip portmanto da asılı atkısını ve paltosunu aldı.Hızlı adımlarla ofisinden çıktı. Ve arkasını dönüp sekreteri Linda'ya öğleden sonra gelemeyeceğini bildirerek hızla asansöre doğru ilerlerdi.
-Kahretsin!!!!! Neden çalışmıyor bu meret... diye mırıldandı
Ve hızla merdivenlerden indi.
Frank'in verdiği adres Checkpoint Charlie bulunduğu yere pek de uzak sayılmazdı. Bir taksiye binip adresi tarif etti. Elindeki çantasını arabanın sol arka koltuğuna doğru iterek araca bindi. Taksilerden şehrin caddelerini izlemek hoşuna gidiyordu.Hafiften yağmur yağıyordu insanlar belli belirsiz koşuşturmacalar içinde caddelerde karınca sürüsü gibi hareket ederken.Efarhen izlemeyi çok seviyordu. Özelliklede ofisinin penceresinden.Bütün bunları izlerken arabanın durduğunu fark etti.Doğru adres burası Checkpoint Charlie 26.sokak, sokağın karşısına geçerek 107 Blok numaralı eve yaklaştı. Ev büyük bahçeli çeşitli tropik ağaçların bulunduğu ancak mevsim haliyle kurumuş olan sıcak görünümlü bir bahçeydi. Kapıya yaklaştığında Bay Jack Handeli yazısını görünce emin oldu.Kapının zilini çaldı ve bekledi. Kapıya orta boylu minyon tipli beyaz önlüklü bir hizmetçi çıktı.
-Afedersiniz Jack Handeli ile görüşmem mümkün mü? Diye sordu Efahren.
-Kimdi acaba görüşmek isteyen?
-Mimar S.Efahren derseniz sevinirim
-Bir dakika beklermisiniz?
Bir süre Efahren kapının girişinden içeriyi süzdü.Ev haliyle büyük görünüyordu. Ve içerideki Renkli yağlı boya tablolardan pahalı avizelerden de anlaşılacağı üzere gayet iyiydi Jack Handelinin maddi durumu. Kapıya yaklaşan ayak seslerini duydu ve arkasını sokağın üstündeki dükkanlara çevirerek.Hizmetçinin yaklaştığını anladı ve hizmetçiye döndü.
-Buyurun Bay Efahren Beyefendi sizi bekliyor. Deyip oturma odasının yolunu işaret etti eliyle,
Efahren salona girdiğinde ahşap döşemelerin üzerindeki halıların evdeki renklerin ve eşyaların muhteşem bir uyum içerisinde olduğunu anlayınca imrendiğini gizleyemedi. Şaşkın bri tavırla başını yukarı kaldırarak evi gözüyle tamamen gezdi. O sırada merdivenlerden kısa boylu,hafif şişman,kel asık suratlı bir ihtiyarın indiğini gördü.Bu Jack Handeli'ydi bunu anlamak mümkündü.Tıpkı bütün Yahudiler de olduğu gibi, aralarında ki benzerliği anlamak aslında çok kolaydı, genelde hepsi ağır ve sakin tavırlar sergileyen asık suratlı insanlardı.
-Sizi buraya getiren şey nedir? Bay Efarhen..Diye söze başlamıştı ihtiyar adam
-Buraya sizden birkaç bilgi almaya geldim sayın Handeli
-Ne hakkında?
Adamın kaba tavrından pek hoşlanmamıştı Efarhen.Ve adete kabalığını yüzüne vurmak amacıyla.
-Oturup konuşmamız mümkün mü? Diye sordu
-Buyurun oturun... Sizi dinliyorum.Bu arada siz şehrin ünlü mimarlarından S.Efarhensiniz değil mi?
-Evet
-Eserlerinizi taktir ediyorum.Çok otantik ve sağlam yapılar inşa etmişsiniz.. diyerek ortamı yumuşattı ihtiyar adam..
-Teşekkür ederim
-Sizi dinliyorum Sayın S.Efarhen
-Buraya gelmemdeki amaç sizden kati bir bilgi almaktı
-Ne hakkında bir bilgi. diye tekrarlamıştı İhtiyar adam
-Yedinci bir sığınak hakkında, dedikten sonra cebinden Doktor Peter'in kendisine verdiği sığınak planını çıkartıp uzattı ihtiyar adama.
İhtiyar adam daha yakından görmek için,ceketinin iç cebinden gözlüğünü çıkartarak baktı.
-Bu bir sığınak planı evet doğru ama böyle büyük bir sığınağın olduğunu anımsamıyorum.
-Bay Handeli bu orijinal bir plan diğer 6 sığınakla aynı ölçekle aynı malzemeler kullanılarak çizilmiş. Ancak bunun nerede olduğu önemli benim için?
-Genç adam ben 15 yaşındayken Auschwitz kampının3341 numaralı esiriydim.Bizim bir adımız yoktu. O zamanlar günde yaklaşık 4000 Yahudiyi çeşitli sığınaklarda çalışmak için götürürlerdi. Ve sığınak bittikten sonra bütün Yahudileri öldürürlerdi. Bu o sığınak olmalı.

      
(Auschwitz Kampı 6 Mayıs 1945)             (Auschwitz Kampı 10 Mayıs 1945 )

Hayretler içersinde kalmış bir vaziyette dinliyordu bunu Efarhen.. İhtiyar adamın anlattıkları tüyler ürperticiydi.
-Böyle bir kampta çalıştığımı anımsıyorum. Ancak söylediğim gibi bizleri gözü bağlı olarak götürüp getirirlerdi.
Efarhen ihtiyar adamın söylediklerini dinlerken.
-Auschwitz kampı 1933 de kurulmamışımıydı?
-Evet. 3 Eylül 1941 de ise insanları topluca öldürmeye başlamışlardı.
-Peki başka hangi kamplar vardı?
Yaşlı adamın bunları unutması mümkün değildi.Çünkü hayatının en kötü günlerini bu kamplarda geçirmişti. Şu an hayatta olması bile tamamen bir mucizeydi.Ve olayın üzerinden bunca zaman geçmişken, konuşmanın herhangi bir zararı olmadığını düşünerek, sol elini hafifçe yukarı kaldırıp, parmaklarıyla saymaya başlamıştı.
1-Auschwitz
2-Buchewald
3-Sobibo
4-Treblinka
5-Belzec
6-Chelmno diyerek bitirdi cümlesini..
-Peki sayın Handeli bu saydıklarınızın içinde bu plana uygun hiçbir sığınak var mıydı?
-Hayır bu kadar büyük bir sığınağa hiç rastlamadım dediğim gibi. Ancak çalışmış olsam bile anımsamıyorum.
-Gözleriniz bağlı olarak nereye götürüyorlardı sizi?
-Bilmiyorum.
-Peki Tuvalet su ihtiyacını nasıl karşılıyordunuz?
-Sularımızı birkaç kişi çalıştığımız sığınaklarda taşılar durmadan taslarla ve kovalarla su dağıtırlardı.Bazen de sert zeminlerin yumuşaması için su taşıdıkları da olurdu. Ancak Tuvalet ihtiyaçlarımıza gelince, Her 3 saatte bir kez olsun Sığınağın dışındaki yakın bir ormana SS nöbetçi askerleri tarafından götürülürdük.
-Yine gözleri bağlı olarak mı?
-Hayır.Ancak ormandan başka bir şey görünmüyordu.

Arkası yarın

Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,897,897,897,897,897,897,897,89
              9 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Filiz Mercanköşk

 Şair Kahveci : Filiz Mercanköşk


  SAAT YÖNÜNDE - Bölüm 1 -

Merhaba Dostlar...

Hatırladınız mı beni bilemiyorum? Size bir parça yardımcı olayım. Hani geçenlerde "Ciz Ressam" ile karsınıza gelmiş;

".......Saat yönünde ilerlemeye devam ediyorum........." diye Selvi'nin günlüğünü açarak anlatmaya başlamış ve devam etmiştim;

"......Hani benim şu dört baş? mağrur ama, yüreği her zaman kambur bir Tuna'm var ya... çekmediği kalmadı elimden......
.......Öyle anlatmalıyım ki Tuna'yı, herkes onu okuduğu satırlarda adeta görebilmeli.......
.......Belki bir daha denemeli ve Tuna'ya yardım etmenin bir yolunu bulmalıyım. Başka bir günde dakikaların üstünden birlikte geçmek üzere hoşçakal günlük......." diyerek de bitirmistim.

En sonunda Selvi'yi ikna ettim Tuna'ya yardım etmesı için. Bitmeyi bekleyen bu hikayeyi, sizlere bastan baslayarak anlatmaya karar verdik birlikte.

SAAT YÖNÜNDE

BOLUM 1


İsmi Saray Yavrusu olan kırmızılı odasında güneşin batışını izliyor, gözleri belli belirsiz bir yerlere dalıyordu. İlk defa ağırladığı Tamer'e çayın yanında ay çöreği ile elmalı kurabiye ikram edecekti. Çayın demini almasını bekliyorlardı. Semaver bu odanın özel dekoruyla çok uyumluydu. Tuna çayında zaman zaman hel tadını severdi. Tamer de yeni tadları denemekten hoşlandığını söyleyince ortada sorun kalmamıştı. Çaylarını yudumlamaya başladıklarında, Tuna, neredeyse hiç tanımadığı bu adama Saray Yavru'sunu anlatmaya başlamıştı bile.

-En çok kırmızı ferbalaları ve şu baba yadigarı antika radyoyu seviyorum...

Yavaş adımlarla formika kaplı radyoya yaklaştı ve elini radyonun üzerinde gezdirdi. Gözlerine özlem, sevgi ve biraz da keder yerleşti. Yüzünde karmaşık ve birbirine zıt hisler bir arada çok uyumlu durabiliyordu. Tuna'ya yaklaşma cesaretini verebilecek kadar güçlü ve özel bir yüzdü bu Tamer için.

Havaalanında karşılaştıklarında Tuna'nın uzun sarı saçları topluydu ve bir omuzunun üzerinden göğsüne dökülüyordu. Sütlü kahverengi pardesüsünün önü açıktı. Bir süre hediyelik eşya reyonunda gezindikten sonra kartların önüne geldi. İki tane kartı eline alıp uzun uzun baktı. Gözleri öylesine yaşayarak bakıyorlardı ki, Tamer kadını bu haliyle saatlerce izleyebilirdi. Kartların birinde, karlı kıvrımlı bir köy yolu üzerinde, bacasından dumanlar tüten bir köy evi vardı. Diğerinde ise deniz fenerinin yanında, saçları rüzgarla dalgalanan, sırtı dönük bir kadın, denizi izliyordu. Bu sahne bir sevgilinin beklenişini andırıyor gibiydi. Tamer duyduğu konuşma isteğine rağmen çekiniyordu. Nasıl olduysa mırıldanma konuşma arası sözler ansızın ağzından dökülüverdi.

-Hımm... Ne hoş değil mi? Şimdi bu köy evinde olmak, alevleri izlerken, sobanın üzerinde kaynayan çaydan yudumlamak vardı ya ... Ne mümkün... Yanında kestane de olsa iyi olurdu diye geçiyordu ki içinden, kadın ona baktı ve gülümsedi. "Bir de kestane olsaydı" dedi ve uzaklaştı.

Kalpten kalbe konuşuluyormuş hissini veren bu durum çok hoşuna gitti Tamer'in. Marlo Morgan'ın "Bir Çift Yürek " adlı kitabı, Avustralya'da yaşayan yerli Aborijinler'in telepatik olarak konuşabildiklerini anlatıyordu. Bu türden bir çok kitap vardı halihazırda. Ancak bu kitaptaki şu sözler çok hoşuna gitmiş, ilgisini çekmişti. Aborijinler, telepatiyle konuşabilmenin yolunun asla yalan söylememekten geçtiğini savunuyorlardı. Hepimizin bildiği basit ama uygulanması zor bir gerçekti bu. Demek ki yalanlar, yalın düşüncelerimizin birbirine ulaştıkları yolu kesen, kapatan parazitler gibiydi. Sarı saçlı fıstık yalan konuşmuyor olabilir miydi? Aklı hep böyle garip bağlantılar kurardı birbiriyle ilgisiz bir çok şey arasında. Aslında bıkmıştı bu halinden, çünkü bunların sonunda kafasını gereksiz yere yorduğunu hissediyordu. Bu huyu yüzünden en yakın dostu ona hurafeci diyordu. Hakkı da vardı şüphesiz. Demek bir çok insan böyle bir tabloya baktığında kestaneleri düşleyebiliyormuş, yani o kadar da özel bir durum değilmiş diyerek, hurafeci yanını bastırdı. Ayrı masalara oturup kahve söylediler. Tamer kaçamak bakışlarla kadını izliyordu. Hava yağmurlu gökyüzü ise kasvetliydi. Radyoda Firuze çalıyordu. Hava, şarkı ve genç kadın sanki bir karenin üç köşesiydi ve Tamer'in kareyi tamamlaması için bir araya gelmişlerdi. Uzun zamandır tıkanıktı. Yazmak istiyor yazamıyordu. İlham perisinin düşen damlalar arasından kendisine göz kırptığını kuvvetle hissetti. Ne olur ne olmaz diye hep yanında taşıdığı kağıt ve kalemini çıkardı. Üstünde deniz feneri olan kart geçiyordu gözünden. O anki hisleri bir şiir olarak döküldü ince, saman sarısı sayfanın satırlarına.

İSKELE GÜZELİ

Ne beklersin bu soğukta söyle be güzel,
Gözlerin ufukları delmekte sanki.
Gelen geçer, güneş batar, artık sen de gel,
Der gibisin hüznü bile sevdiren güzel.

Sen denizi gözleyedur, bense hep seni,
Sen bir kaptanı hayal et, ben gül tenini,
Ben olsaydım beklediğin eşşiz sevgili,
Tutkunuyum bu halinin İskele Güzeli.

Sessizce ağlama no'lur sil gözlerini,
At gitsin kederini, kov matemini,
Dalgalar her sevişte bu iskeleyi,
Yakıyor esrarın beni İskele Güzeli.

Hüznü bile sevdiren güzel. En çok bunu sevdim dedi Tamer. Biraz dümdüz, ruhu biraz divaniydi şiirin. Aslında serbest yazımların adamıydı ama böyle olmuştu işte. Sessizlik bozulmuştu ya nihayet, şüphesiz arkası da gelecekti. Tanımadığı bir kadın iki dakika içinde tarzı olmayan bir şiir yazmasına, daha da önemlisi yeniden yazabilmesine neden olmuştu. Galiba sanat dediğin böyle bir şey olmalı ve bir perinin değneğini sanatçıya dokundurması gerekliydi. Çağrışımlarının Nazım Hikmet'e kadar ulaştığı bir anda dikkati, hızla yerinden kalkan kadınla dağıldı. Üstüne kahve dökülmüştü sarı saçlı, kart bakma meraklısı perinin. İsmini bile bilmediğini düşününce... Böyle betimlemisti onu. Tamer telaşlanmasını, öfkelenmesini, söylenmesini bekliyordu. Hiçbiri olmadı. Hatta telaşlanacak bir şey yok dercesine sakince gülümsüyordu...

Uçağının kalkış saati gelmişti. "Hey peri, demek bir siirlikmiş yoldaşlığın, teşekkürler ve elveda" şeklinde minnettar fakat sitemkar söylenişler içindeyken, perisine sadece iyi yolculuklar diyebildi ve uçağına binmek üzere dalgın adımlarla yola koyuldu. Yolları ayrıldığı için üzülmüştü biraz. Neden üzüldüğüne kendisi de anlam veremiyordu. Bu duygusallık şair ruhlu biri için bile fazlaydı.

C24... Eveeettt işte burası. Bagajlarını yerleştireceği sırada gördükleri, kalbinin heyecanla çarpmasına neden oldu. Bu düzensiz, yüksek sesli gümlemeleri herkes duyuyordu sanki. İnanılır gibi değil. O... Üstelik, üstelik yanyana oturacaklardı.

Devam edecek

Filiz Mercanköşk
fmercankosk@yahoo.com.au
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.758 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Sokak Çocuğu

silik bakışları okunmuyor
belki korku
belki öfke
...
yanıyor dünya, içinde
çocuk büyüyor
sokakta
romantik aşk şarkısı okuyor kedi
miyav makamında
dansediyor çocuk
yalnızlığın kollarında
tiner sarhoşluğunda
yitiyor...

Erol Ayyıldız

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

Cep telefonunuzun pilini şarj etmek için ne kadar bekliyorsunuz? Hadi bakalım bu sefer sizlere Tokyo'dan bir haber. ...Toshiba'nın Yeni Şarj Edilebilir Lithium-Ion Pili Yalnızca Bir Dakikada Şarj Oluyor... Yazının devamı http://www.toshibatr.com/haberler.asp?no=47 kısayolunda. Bu teknoloji çok yeni ama 2006 yılından itibaren pazara sunulacakmış.

...Mutfak soğuk değildi; dışarıdaki kara rağmen. Yumurta aklarını telle çırpmadan önce unu bardağa doldurdu. Ölçü iki bardaktı galiba. Kır düşmüş saçlarını eşarbıyla alel acele topladı. Yumurtalara toz şekeri karıştırıp (iki bardak) çırpmaya koyuldu. Oluşan akımsı, yapışkan sıvıya unu ve vanilyayı ekleyip, yeniden çırpmaya koyuldu... Bu öykünün tamamı ve diğerleri için http://www.yitikulke.com

Bir web sayfada ne ararsan var deniliyorsa, biraz şüphelenmek gerek. "Gel abi gel fal var, fıkra, animasyon, güzel resimler, telefon rehberi, yemek tarifi, davul tozu, minare gölgesi, ne ararsan burada." diye bas bas bağıran http://www.neyokki.com ve ne var sende diyenlere ne yokki diyen bir site.

İnternet ortamından Türkçe radyoları dinlemenin en kısa yolu http://www.yayinonline.com

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Picasa2 [3.16 MB] All Windows Free
http://www.picasa.com/download/download_exe.php
Google tarafından üretilip dağıtılan harika bir resim programı. Standart bir kullanıcı için yapmadığı tek bir şey yok. Yani fazlası var eksiği yok. Bilgisayarında resimlerle oynayan herkese tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050601.asp
ISSN: 1303-8923
1 Haziran 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com