ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 763

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 13 Haziran 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : BUL REKLAMI AL PARAYI!..


İyi Haftalar,

Kahve Yanında Dergi!Biliyorum kuzguna yavrusu güzel görünürmüş ama bu yavru gerçekten güzel dostlar. Yavru derken yanlış anlamaya mahal vermeyelim. Bu yavru bizim derginin 3. sayısı. İddia ediyorum, elinize alacağınız herhangi bir kültür edebiyat dergisinden daha iyi. İçiyle dışıyla dört dörtlük bir dergiye daha üçüncü sayıda ulaşmanın kıvancı içindeyim. Hiç tevazu göstermeye niyetim yok. Sezar'ın hakkı Sezar'a. Elinize aldığınızda pekçoğunuz bana hak vereceksiniz. Vermeyenlerin de canları sağolacak. Daha dört aylık bir bebeğin ayaklanıp yürümesini seyretmek herkese nasip olmaz. Hem de kendiliğinden, eli tutulmadan. Emeği geçen tüm dostlarıma yürek dolusu teşekkür ediyorum.

Yanda gördüğünüz kapak "Bu ne?" dedirtecek cinsten biliyorum. Ama o, amatör yazarların bir önemli problemini dile getirdiği için farklı. Bu problemi derginin ilk sayfasındaki yazımda anlatmaya çalıştım. Sizleri daha fazla meraklandırmamak için o önsözü buraya alıyorum.

" ***
Yıllar önce ehliyet alıp kendimi F1 pilotu sanmaya başladığımda babamın bir sözü beni kendime getirirdi. "Eline benzin bulaştı, başımıza şoför kesildin." Ne kadar doğru değil mi? Eğer bir işe başladıysanız ve gerçekten yüreğinizle çalışıyorsanız mutlaka kendinizi o konuda söz söyleme hakkına sahip hissedersiniz. Kendimi bildim bileli okurum ama açık söylemek gerekirse yazmaya 3 yıl önce Kahve Molası ile başladım. İnternet serüveni sürerken yanına eklediğimiz bu dergi de hayata geçince ister istemez yayıncı kimliğini de aldım. Dolayısıyla yayıncılık, yayını sürdürme, ayakta kalma, daha iyiye ulaşma, en iyisini yapma konularında ben ve arkadaşlarım yoğun bir biçimde beyin jimnastiği yapar olduk. Dört ay önce ilk sayımızın hazırlıklarını yaparken yaptığımız fizibilite hesaplarına, şu yazıyı yazdığım üçüncü sayının baskı arifesinde henüz ulaşamadık. Nedenleri tartışırken söz dönüp dolaşıp tek bir yerde yoğunlaştı. REKLAM. Böylece kapak konumuz da ortaya çıktı. Pek çok değişik fikrin arasında, biz ve bizim gibi yayınlar için en hayati konuya dikkat çekelim istedik.

BUL REKLAMI AL PARAYI!..

Yok aslında bir ödül vaat etmiyoruz. Ama içeri girip baktığınızda olmayan, alamadığımız reklamları görmenizi en azından hayal etmenizi istiyoruz. Gelinen noktada pek çok konuda yaşanan yanlış algılamanın kurbanı oluyoruz galiba. Lütfen bundan sonra yazacaklarımı Kahve Molası Dergisi özelinde değil, tüm bağımsız yayınlar için okuyup değerlendiriniz.

Amatör ve profesyonel arasında ki ayrımı acemi ve usta arasındaki ayrımla bir tutan bir zihniyete sahibiz maalesef. Oysa kelime anlamlarını tek tek incelediğimizde çok güzel betimlemeler yapabiliyoruz. Fakat aynı sözcükleri birer sıfat halinde kullandığımızda çağrıştırdığı anlamlar bakışımızı, davranış biçimimizi etkiliyor. Amatör yazar, amatör yayın, amatör editör tamlamaları özünde çok doğru. Evet biz amatörüz. Ve her amatör gibi tek kuruş getiri beklemeksizin sadece yüreğimizle, yaşamımızı sürdürecek işlerimizden ayırabildiğimiz zamanlarda ürettiklerimizi paylaşıyoruz. Ama seçiciyiz. Sadece gönlümüzden geçenleri döktüğümüz yazılarımızı doğru yerde değerlendirmek istiyoruz. Yazarak kazanmak bir hedef hepimiz için ama hiçbir zaman bir amaç değil. Evet amatörüz ama en az bir profesyonel kadar yaptığımız işi ciddiye alıyoruz. Bunu anlamak için şu derginin sayfaları arasında dolanmak bile yeter.

Yalan yok. Evet, ticari bir beklenti içindeyiz. Ancak at, yat, kat almak için değil; KMD'nin yaşamını sürdürebilmek için... Ayrıca KMD gibi yayınların ayakta kalmasına çalışmalı, onun kucak açtığı amatörleri desteklemeliyiz. Uygarlığın temel taşlarından sanat ve edebiyata yatırım yapmalı, özgür ve olumlu düşüncenin yollarını açmalıyız. Eğer her konuda gerçekten amatörseniz tek ayakta kalma şansınız yayınınıza alacağınız reklamlardan geçiyor. Desteği acıma duygusu ile karıştırmayı gayet iyi biliyoruz. Oysa sanata edebiyata yapılacak desteğin o acıma duygusunu canlı tutan öğelerin üstesinden gelebilmek için bir araç olduğunu hiç aklımıza getirmiyoruz. Okuyan, yazan, düşünen, düşündüklerini özgürce paylaşan insanların yaşadığı mutlu bir topluma ulaşmak için tüm amatörlere destek olunmasını savunuyoruz.

Reklamverenlere ulaşıp kendimizi anlatmaya çalıştığımızda karşımıza konulan kriterlerin onlarca dergi yayınlayan büyük kurumlarla aynı olmasına doğrusu üzülüyoruz. En az onlar kadar iyi işler çıkarabildiğimizi ispatlamaya çalışırken sıranın en sonuna konulmaya doğrusu tahammül edemiyoruz. Peki nedir istediğimiz? Biz eserlerimizi özgürce sergileyeceğimiz bu yayınları basabilmek, dağıtabilmek, daha çok okura ulaşabilmek ve günü kurtarmaya çalışmak yerine "Bir sonraki sayıda daha iyiyi nasıl buluruz?"a yoğunlaşabilmek istiyoruz. Maliyetlerimiz belli. Bu işi kotarabilmek için gereken tutar, reklamverenin bir gün içinde çeşitli televizyonlarda yayınladığı onlarca reklam spotundan sadece birkaç tanesinin maliyeti. O taraftan bakınca belki bir hiç ama bizim tarafımızdan bakılınca koskoca bir emeğin karşılığı, geceleri huzur içinde uyumanın bedeli, iyi bir iş çıkarmanın huzuru. Reklamverenlerden tek istediğimiz, bizi anlatmak için bir imkan vermeleri, gerisinin çok kolay olduğunu göreceksiniz.

Evet dostlar, bu sayıda duruma biraz ciddi yaklaşmaya çalıştım. Anladığınız gibi durum hiç kapaktaki gibi toz pembe değil. Yani, BUL REKLAMI AL PARAYI!.. rengindeyiz.
***"


Dergimiz abonelerine bu sabahtan itibaren dağıtılmaya başlıyor. Kitapçılarda görünmek için yola çıktı bile. Üç sayılık promosyondan yaralanmak, son sayımızı on-line peşin ya da taksitle almak için weblebi.com'a uğramanız yeterli. Dergimizi güle oynaya dağıtmak için sizlere 10 gündür elimden düşürmediğim bir albümün başlangıç şarkısını dinletmek istiyorum. Fatih Akın'ın son filminin soundtracki ve onun açılış şarkısı, Sertab Erener söylüyor, Music. Hepinize güzel bir çalışma haftası diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

16 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ferda Önler

 TEYZUŞ : Ferda Önler


  DÜŞÜNCELER : SUYU TAŞIRMAYAN GÜL YAPRAĞI...

Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.

Bir süre sonra kapı acildi, içerideki budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.

Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı...

Bu küçük hikayeyi okuduktan sonra, "kıssadan nasıl bir hisse çıkartmalıyım acaba?" şeklinde düşünmeye başladım. "Suyu taşırmayan bir gül yaprağı olabilmenin", yani çaldığım kapıların yüzüme kapatılmamasının incelikleri, özellikleri ve gerekleri neler olabilirdi?

Aklıma gelenleri bir bir sıralamaya başladım:

• Her kapıyı açan tek anahtar vardır: SAMİMİYET. Samimiyetin açamayacağı kapı mevcut değildir. Karşınızdakini kendinize tercih edemiyor iseniz, samimiyetten çok uzaktasınızdır. Çünkü samimiyet bir anlamda, karşınızdakinin hak ve hukukuna tecavüz etmeyen teklifsizliktir. İşte bu hak ve hukuka sadık kalınabildiği sürece karşınıza çıkan tüm kapılar içeri girmeniz için aralanacaktır size.

HOŞGÖRÜ ve OLGUNLUK, ayrılmaz ikilidir. Birinin olmadığı yerde diğeri de yoktur. Kişideki olgunluğun dışa vuruşu olan hoşgörüye yeterince sahip iseniz ve eğer bunu sergilemekte cimri davranmıyorsanız, kapılar yine ardına dek açılacaktır size.

• Karşınızdakini zorlamayınız ki, zorlanmayasınız... Bıktırıp usandıran ısrarcılıktan uzak durmak, onun yerine ikna edici yolları bulup denemek, mutlaka işinizi daha bir kolaylaştıracaktır. Çünkü zorbalık fikri aczin dışa vuruşudur! Aczinizi ortaya koyduğunuzda ise, zorlanmanız kaçınılmaz olur.

Görünüz ve susunuz; dinleyiniz ve gene susunuz; öğreniniz ve gene de susunuz... Ta ki, size fikriniz sorulana, "konuş" denilene kadar! İşte o vakit, sözlerinizin can kulağıyla dinlendiğini göreceksiniz ki, bu da size kapıları aralayan en önemli faktörlerden birisidir.

• Yaşam, öğrenmek ve öğrendiklerinizi yaşayabilmek içindir. Öğrenmiş olduklarınızı yaşamınıza aktarabildiğiniz sürece, kapalı kapıların nasıl açılabileceğinin yolunu da kolaylıkla bulabileceksiniz demektir. Deneyimleriniz, anahtarınız olabilir...

• Anlık olaylara bakıp da asla peşin hükümler vermeyiniz, aksi halde yanılgıdan kurtulamazsınız. Size, kapalı imiş gibi görünen kapıya yaklaşıp bakmadıkça oradaki aralığı farkedip, görmeyebilirsiniz! Unutmayın ki, içeri sızabilecek kadar bir açıklık her zaman vardır.

• Güçlü kişi, inandığı yolda etrafa rağmen yürüyebilendir. Önünüze türlü engeller konabilir. Önemli olan bu engelleri teker teker nasıl aşabileceğinizin bilincinde olmaktır. Karşınızdakini ikna edebildikten sonra, kapının anahtarı altın tepsi içinde sunulacaktır size.

SABIR, istediğiniz hedefe varmanın ön koşuludur. Sizi hedefe doğru ilerleten istek değil, sabırla attığınız adımlardır! İsteklerinizi bu adımlarla birleştirerek gayenize erişebilirsiniz ancak. Sabır ve ölçülü ısrarla çalınan kapı da, elbet bir gün açılır...

Anlamak ve anlatmak! Karşınızdakini anladığınızı ona anlatabilmek ve onun da sizi anlayabilmesini sağlamak... Gerek sözleriniz, gerekse vücut dilinizle kuracağınız diyaloglardaki incelik, ahenk, yetenek ve başarınız, belki de kapalı kapıları açmanıza yarayan en büyük ve etkili silahınız olacaktır.

Çaldığınız tüm kapıların yüzünüze açılması ve içeri buyur edilmeniz dileğiyle...

Ferda Önler
fonler@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


KİTAP İHTİYAÇTIR

Tarihin aydınlık, duru, yaratıcı, parlak yaprakları onları ulu ağaçlardan koparan diğer yapraklardan ayıran rüzgâra emanet etmişler yerlerini... İstemişler ki, onlardan daha iyi anlatacak fikirlerini birileri olsun daima. Parlaklığını gösterecek, yarattıklarını benimsetecek, yaşadıklarını belirterek başka hayatlara katkı sağlayacak, kendi keşfiyle yeni yolları açacak birileri olsun.

Aydınlık, parlak yapraklar... Kalabalığın arasında ışıldayan, düşündükleriyle yeni ufuklar açan yapraklar... Ulu bir çınarın her bir yaprağı, ayrı ayrı. Her birinde farklı fikirler, yeni umutlar... Kimileri tam güneşin ışıltılarının odağında, kimi ise tüm yaprakların altında, gölgede kalanlar...

Tarihin en parlak , en aydınlık yapraklarından Mustafa Kemal Atatürk... Stratejileriyle, kıvrak zekasıyla,fikirleriyle, ileri görüşlülüğüyle, merakıyla, kararlılığıyla, sanata, insana, hayata, doğaya, bilime ve kitaplara saygısıyla tarihin en büyük adamlarından Mustafa Kemal... “Beni tanımak demek yüzümü görmek değildir.”

Farklı hayatlar, ürettikleriyle, yaşattıklarıyla ve öğrettikleriyle vardır. Bir bireyin yaşamının devamı farklı hayatlara, farklı fikirlere bağlıdır. Geçmiş değil, yaşayan fikir vardır günümüzde. Farklı fikirler olmadan, farklı kavramlara elini uzatmadan yakalayamazsın hayatı. Tatmin edici bir sonuç olmaz elde ettiğin. Elinde ne kadar çok, ne kadar çeşitli veri varsa, hayat o kadar heyecanlı, o kadar anlamlı, o kadar hayattır!

Farklı fikirler elde edilmez, öğrenilir. Çaba harcanır ve üretilenleri uygulamak için ruh, inanç ve yeterli bilgi gerekir. Bilgi eksikliğiyle başka beyinleri model alamazsınız hayatta.

Açtığınızda yüzünüze çarpan saman kokusu.... Sizi içine alan kelimeler ve uyum...

Kitap ihtiyaçtır! Yeni dünyaları sunan, en doğru ve eşsiz biçimde sunan tek yoldur kitap. Kelimelerin büyüsüdür, ahenktir. Kelimeler raks ederken ahenkle, içine girdiğinizde usulca o dünyanın, işte o noktada başka beyinlerin anahtarını bulursunuz. Model alınacak beyinlerin, kalplerin, ruhların...

Mustafa Kemal, fikirlerinin benimsendiği takdirde onu tanımış olacağımızı vurgularken araştırmaya , ışığa, çabaya, emeğe dikkat çekmiştir.

İnsanları en kendileri gibi, en objektif, en yalın anlatacak olan tek araçtır kitap. Yaptıklarını, yapacaklarını, üretilenlerin ayrıntılarını bize sunan kitaptır. Söz uçar, yazı kalır derler. İnsanlar doğal yaşam döngüsü içerisinde yaşarlar ve ölürler; ancak söylenenler, yaratılanlar ortak mirastır. Ve bu mirasın sağlayıcısı kitaplardır. Geçmişin ve bugünün kaynağı...

Kütüphaneler havalarıyla, huzuruyla ve barındırdıkları kültürle bence bir ülkenin en önemli sahip olduğu mekanlardır. Çünkü onlar kültürün parçasıdır, kültürün temelindedirler. Büyük insanları, onların ürettiği fikirleri barındıran, yarınlara, geleceğe taşıyan, bir ülkeyle ilgili kültürü ve seviyeyi gösteren, dünyanın ne demek istediğini aktaran ve tüm hayatı kapsayan bir sandıktır kütüphaneler. Kitapların, yüzlerce, binlerce kitabın, binlerce üretilen fikrin yuvasıdır. Cehaletin ilacı, dünyanın, yeni düzenlerin kilitidir.

Hayat akıp giderken, yeni düşünürler, eski topraklar, gelecek kuşaklar üretirken hayatın karmaşasına dair mizahi, şiirsel, bilimsel, ruha işleyen fikirler ve onlara kucak açarken ahşap raflı, sessiz cennet...

Paylaşılmayı bekleyen bunca fikir varken, açılmayı bekleyen kapaklar... Türkiye'de yeteri kadar değerinin bilindiğini düşünmüyorum kütüphanelerin. Oysa ki ne güzel saatlerdir orada geçirilen sessiz, aydınlık anlar...

Bir dizedir ki ruhumuzu değiştiren, bir buluştur ki hayatı anlamlaştıran, bir karikatürdürki yarınlara tebessümle bakmamızı sağlayacak olan... Umutlar tükenmez, gecikmişlik değil bu erteleme belki...

Bugün karmaşık hayata bakıp ne kadar az şey bildiğimi görüyorum. Dersler yetmez hayatı öğrenmek için. Farklı insanlar, yeni düşünceler, geçmiş ve geleceğe dair kuramlar gerekir. Hayatta elinizdekilerle yetinmeyin, hep daha fazlasını isteyin... Merak edin geçmişinizi, merak edin aşkı yaşayan diğerlerini ne hissettmişler, ne yapmışlar, merak edin yağmuru, güneşi merak edin, sorgulayın hayatı. Bakın tüm bunları paylaşmak için, elimizden tutmak için bekliyorlar raks eden kelimeler. Düzene alışmak değil, daha dinç daha iyi, daha aydınlık, daha yeni düzenler kurmaya çabalayın. Devrimleri, yaşadığınız toprakları, hissedilen duyguları öğrenin. Öğrenelim ki daha ışıltılı güneşlerle girelim yeni doğan günlere.

Okumaktan korkmayacaksın hayatta. Okumaktır ki seni en çok sana götüren, sana en çok hayatı veren.

Kitap, okunup öğrenilmesi gereken, yapılması gereken bir ödev değildir. O sana seni gösteren, seni yarınlara götürendir.

Kitap ihtiyaçtır!

Deniz Marmasan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              12 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Beril İlhan


O ve SES

Titreyen yorgun vücuduyla son bir gayret içine girmişti. Geçen gün hiç bitmiyordu, beyninin içinde. Tüm günü bu hayalle geçirdi. Bu O' nu mutlandırıyordu. Telefona baktı bu O' nun işiydi çünkü. Arada bir titreyen vücudunu sakinleştirdi ama beyninin içinde dün vardı. Ne muhteşemdi diye düşündü.

Aslında çok muhteşem bile başlamamıştı. Rutin işlerini yaparak geçiriyordu. Günden bir beklentisi de yoktu. Sonra Ses' i duydu, O' nu arayan ve yanında olmasını isteyen. Yapmayı en çok sevdiği şeylerden biriydi Ses' in yanında olmak. Önce hazırlandı en güzel haliyle gitmek istiyordu. Zaman sınırlıydı bunun için acele etti. Bir an önce yola koyulması gerektiğinin farkındaydı. Ses tekrar kulağına fısıldadı.

- Bekliyorum. Nerdesin?

O' nu bekliyordu. O biraz daha acele etti Ses' i bekletmek istemiyordu. Ses bir binanın içindeydi. O koşarak tırmandı merdivenleri. Ses' i bulmaya çalıştı. Sağına soluna baktı.

- Geldim, diye fısıldadı. Aramaklı bakışlarla Nerdesin? Diyebildi.

Ses O' nu yönlendirdi. O Ses' e güveniyordu. Bu yüzden kendini Ses' i kollarına bıraktı. Ayakları Ses' e doğru yönlendi. Ses karşısına aniden çıkıverdi. Siyah giymişti. Siyah giymesinin sebebi ona yakışmasıydı aynen kırmızı gibi. Elini tuttu sıcacıktı. Ses O' nu bu sefer vücuduyla yönlendirdi. Birlikte bir masaya oturdular. Ses' in en sevdiği müzik çalıyordu. Bu müziği dinlemeyi çok seviyordu. O' da eşlik etti. Ses O' na sarıldı. Ses dudağını O' nun yanağına hatta dudaklarına dokundurmak istiyordu ama beklemesi gerektiğinin farkındaydı. O' nun kulağına bir şeyler fısıldadı; 'bak uğurlu geldin.' İkinci mutluluktu bu O için. Ses O' na bırakmadan uzun süre dokundu. Zamanın sonunda Ses mutluydu O' da. Masadan kalktılar. Ses' in yanında O için kokular bile anlamlıydı. Bir tanesinin peşinden gitti. Ses' te kokuyu O' na armağan etti tat' a dönüştürmesi için.

Kalabalıktı. Bu yüzden Ses O ile birlikte yalnız kalmak istedi. O' da Ses' in dediği gibi yaptı, peşinden gitti. O sürekli şu an diyordu, önemli olan şu an. Sadece ikisinin olduklarını düşündükleri yerde içini dökmek isteyen gökyüzü ve bunu kabul etmek isteyen deniz onları karşıladı. Gökyüzü O ve Ses' ten farklıydı, üzgün ve karanlık.

Ses bu bitmemeli dedi daha fazlasını yapabiliriz. O' nun hem bedeni hem de ruhu Ses' i takip ederken gökyüzü içini boşalttı hıçkırarak. Ses bunu sevmemişti, korktu O' na zarar verecek diye. O ise Ses' i usulca okşadı ve sakinleştirdi.

'Gökyüzü beni sever' merak etme dedi.
Tekrar birleşmek için kısa bir ayrılık yaşamaları gerekiyordu. Ses, sabırsızlıkla O' nu bekledi. Gökyüzünün hıçkırıkları kükremeye dönüştü. O geldiğinde bu kükremeler arasında yola koyuldular. İkisi de heyecanlıydı. Hiçbir şeyin ters gitmemesi için dua ettiler. Gittikleri yer O için belirsizdi. Bu yüzden merak ediyordu. Ses O' na güven verdi; 'inan bana korkmana gerek yok, yanında ben varım asla bırakamam' Ses O' nun elini tuttu ve belirsizliğe birlikte adım attılar. O belirsizliği merakla inceledi. Ses' te eşlik etti. Küçük bakımsız bir odaydı belirsizlik ama O buna aldırmadı. Pencereden baktı gökyüzüne doğru. Gökyüzü bu kez kan kusuyordu. Kıpkızıl gözlerinden gözyaşları saatlerce aktı. O büyülenmişti. Oraya ulaşmalıyım diye içinden geçirdi. Olabilecek en yakın yere gitti ve 'Tanrı' dedi. Bir kez daha Tanrı' ya inandı ve inanç tüm yüreğini kapladı. Üşüdü. Üşümesi soğuktan değildi. Ses' e baktı ve sarıldı. Ses' in verdiği güven O' nu ısıtmaya yetti. Sıcaklığa notalar eşlik etti. O Ses' i etkilmek için saçlarını ıslattı. Ses bunu anlamadı O' na bir şey olacak diye saçlarını kuruladı.

Ve gece, ve notalar, ve gökyüzü sevişmelerine eşlik etti. Gökyüzü rahatlamaya başlamıştı. Önce ağlaması durdu sonra da güneş gökyüzüne aydınlık verdi. Zamanın sonuna gelinmeye başlanmıştı. Ne Ses ne de O ayrılmak istiyordu.
Gözlerinin içine baktılar. Ellerini son kez tutarak birbirlerine eşlik ettiler. Ayrılık vaktinin karanlığı üzerlerine çöktü. Birbirlerine bakan gözlerine ve dokunan ellerine. Ayrılık bir daha getirmemek üzere sessizce O' nu götürdü.

Beril İlhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,807,807,807,807,807,807,807,80
              5 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

İlker Özlük

 Kahveci : İlker Özlük


  Etme gel Ay karanlık...

Etme gel Ay karanlık...

Maviye, Maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine
Rüzgarda asi, Körsem, Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam, Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel, Ay karanlık...
İtten aç, Yılandan çıplak, Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille Sevmelerim, Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar Fermanım yazar
N'olur gel, Ay karanlık...
Dört yanım puşt zulası, Dost yüzlü, Dost gülücüklü Cigaramdan yanar.
Alnım öperler, Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası, Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş, Etme gel,
Ay karanlık...

Ahmed ARİF


Sevdiğim bu şiiri yazarken bazı küçük harf ve büyük harf kuralı dışına çıktım.
Çünkü büyük harfle başlayan harfler normalde şiirin satır başlarını oluşturuyor.
Vergi Dairesi Müdürü Halil Ayrancı 18 ay görev yaptı ve layığı ile bir yere Yani bir üst kademe Bursa’ya tayini çıktı.
Yenişehir’den geçici olarak buraya geldiği günden beri tanışırım kendisiyle, Necip Fazıl dedik ya bir kere devam eldim isterseniz.
Necip Fazıl’ın Vasiyetini bilirsiniz belki; “Öldüğümde beni dört tane imanlı insan taşısın” demiş.
Aynı cümlelerin bir çoğunu söylerdi Halil bey. Eşitlik dediğinde herkese eşit bir anlayışla yaklaşan yapısı ben ve çevremdekiler tarafından anormal karşılandı önceleri.
Arkadaşlarımdan bir tanesi “Ben ilk defa bir müdürün yemeğine katılıyorum”
deyince, bizde ilk defa bir müdürün göz yaşlarını tutamadığı anı gördük hafif ıslak gözlerimizle.
Kaç tane Don-Kişot var ki...
Kara gözleri nakış gibi işlenmiş kaşlarının altında Osmanlı Beygiri gibi keskinleştirir bakışlarını.
Yiğidin rüzgarla harmanlaştığı gibi dalgalanıyor saçların.
Hafif kırlandığına bakma sen, o da ceketin omuzda olmasından kaynaklanıyordur.
Bir ince rüzgara üşütmüşsün kendini, bir azgın dalga takılmış ayaklarına ve her yürüdüğünde bir deniz belki senin memleketlin, bir deniz kabartır kendini.
Hani ya gözlerin dolar, hani bir mermi gibi kesersin geceyi.
Bir leylak, bir de moru düşer sofrana.
Hangi sabahı paylaşır gülüşün, sen istenmeyen düşlerin sahibisin.
Gel Etme ay karanlık...
Bu kısa şiir aslında çok uzun, çok uzak.
Fakat burada sözü geçen uzaklık, mesafeden değil, derinlikten bahsediyor.
Derine ineceksen, sen yarından tezi yok güleceksen, arkanda sudan ateşten korkmayanlar kalacaktır.
Senin gibi anlaşılması güç durumlar yaratan kişilere tarih bir isim verir, ve bu isim ömür boyu iyilik timsali gibi korur.
İşte veda şarkısı...
Halil Ayrancı “Amca” gidiyor...
Beni biraz üzdü bu gidişi, fakat bir o kadar da sevindirdi.
Yapılması gerekenleri yapmasını seven herkesi seviyoruz.
Demiştik sadece kötüler elinden geleni yaparlar. İyiler ise işini yapar evine döner ve okulun en güzel kızıyla çıkar.
Sağlıcakla kalın....

İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,438,438,438,438,438,438,438,43
              7 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Yasemin Duman


ÖZGÜRLÜĞÜN YAŞANDIĞI YER

Zihnimizde geriye dönüp yaşadıklarımızı seyretmek... Hepimiz zaman zaman aynı şeyi yapmaz mıyız? Bu seyir esnasında solmamış renkleri ve yitmemiş sesleri yakalayabiliriz ancak. Zamanla bunların da solacağını, silineceğini biliriz ama ne yazık ki engel olamayız, engel olmaya gücümüz yetmez. Zamanı durdurabilmiş, filmi geriye sarıp yeniden yaşayabilmiş biri var mı? Görünen o ki tek çare yazmak. O renkleri ve sesleri okuyana ne ölçüde yansıtabiliriz, gerçeğe ne kadar yakın algılatabiliriz bilemeyiz kuşkusuz, yine de yazmaktan alıkoyamayız kendimizi çaresiz. Tam da bu işte yapmaya çalıştığım; geri getiremeyeceğim yaşanmışlarımı, hala anımsarken, beni terk edip gitmelerinden önce bir köşesinden tutup ak kağıda yatırmak, istersem bir yastık gibi sarılıp bir eski zamanda kalmış başka bir ben'i koklayabilmeyi, tekrar tekrar o duyguları yaşayabilmeyi mümkün kılmak...

Her yıl ağaçların çiçek açmaya başlaması ile içimdeki çocuk geri döner, o ilk şahit oluşların deli coşkusunu yaşatır. Bu, geçmişe özlem mi yoksa o mutlu çocuğun aynı heyecanı bir daha yaşamak isteyip ısrarla bana dönmesi mi bilmiyorum! Yeniden canlanırken doğa, yeniden bedenlenen sayısız canlının taptaze bir yaşama isteği uyandırması belki de, kendi çocukluğuma döndürür beni.

Çok uzaklarda kalmış, kimi renkleri solmaya yüz tutmuş çocukluğumun okullu zamanlarında tatile girilmesini ve köye gitmeyi sabırsızlıkla beklerdim. Nasıl beklenilmez ki... Tarifi imkansız bir cennet köy! Bir kuş gibi uçsuz bucaksız bir yerde ve özgürlüğü doyasıya yaşayıp mutlu olacağım bir yer...

Karnemi alır almaz en geç ikinci hafta içinde köye gitmiş olurdum. Bana kalsa daha karneyi aldığım gün giderdim, ama annemleri bir türlü ikna edemezdim. Her şey senin istediğin gibi olmaz, hele birkaç gün geçsin sonra bakarız derlerdi demesine ya, yalvarmalarıma dayanamaz, o hafta içinde köy yollarına düşerdik çoğunlukla, onlar çaresiz ben yüreğim elimde. Gidişimiz genelde Çarşamba olurdu. Çarşamba bizim oranın pazarı olduğundan köylüler Pazar yapar, köye pazardan alınanlar götürülürdü muhakkak.

O zamanlar köyümüze tek dolmuş gelir giderdi. Sabah köylüleri getirir, akşama doğru köye dönerdi. Hareket saati belirsiz tek ulaşım aracı. Hareket saati belli olmadığı için de erkenden dolmuşun başına gider, köye dönecek köylülerin ve özellikle de şoförün işlerini bitirip hareket etmesini beklerdik. Ne uzun, ne bitmez bekleyişlerdi onlar Yarabbim, çocuk sabrımı öldürmeye yeminli zaman bir türlü geçmez, kalkış saati uzadıkça uzardı. Dolmuş hareket edip de köy yollarına düştüğümüzde her geçtiğimiz köyü sorar, daha kaç köy geçeceğimizi hesaplamaya çalışırdım. Çünkü en son köy bizim köyümüzdü. Yolun bu kadar uzaması, çocuk ömrümü tüketmesi bizden öte köy olmamasından mıydı acep?

Köy meydanına indiğimizde annemin elimize tutuşturduğu çantaları ucundan kıyısından kaptığımız gibi koşa koşa evin yolunu tutardık. Anneannemlerin evi de en son köyümüze nazire edercesine köyün en son evlerinden biriydi. Köyde evler ya büyükçe bir avlunun içinde ya da etrafı kerpiç duvarlarla çevrili bahçenin içinde olurdu, şimdilerde tuğlalarla örülmüş duvarlarla karşılaşırsın. Bahçe duvarındaki genellikle 2 kanatlı tokat kapısını yerinden sökercesine teperek içeri girer on onbeş adımlık bahçeyi uçarcasına aşıp eve dalmak için sabırsızlanırdık. Çoğu zaman ev kapısının üzerinde asma kilit olurdu. Bu anneannemlerin tarlada olduğunun belirtisiydi. Çünkü köy içinde ya da yakın bahçelere gidildiğinde asla kapı kilitlenmezdi. Adeta kendim koymuş gibi anahtarı tavandaki kirişin arasından alır, annemler gelene kadar kapıyı açmış olurdum. Ayakkabıları çıkarır çıkarmaz elimdeki çantaları fırlatırcasına bir kenara bırakır, yan yana dizilmiş odaların kapılarını tek tek açar içerileri kolaçan ederdim. Sonra da dışarıya çıkar, erik ve dut ağacının altına bakar anneannemin ektiği bahçeyi incelerdim. Harmana çıkar, oradaki papatyalardan küçük bir demet toplardım. Hayvanların bulunduğu dama gitmeyi hiç ama hiç sektirmezdim. Koşa koşa gider minik buzağı var mı diye bakardım. Buzağının o ürkek, kaçmaya hazır tavrı çok hoşuma giderdi. Ona sarılır, öperdim. Çoğu zaman da giysilerimi batırmış olarak damdan çıkardım. Tabii arkasından büyük bir azar gelirdi bunun, ama hiç umursamazdım. Hemen köyde küçük bir tura çıkardım. Çoğu evden bir tıkırtı bile gelmezdi. Sadece bir kaç köpek ve acıkan buzağıların sesi duyulurdu.

Eve geri döndüğümde annemi akşam için yemek hazırlarken bulurdum. Küçük bakır bakraçları alıp çeşmeden su taşımamızı isterdi. O zamanlar evlerde su yoktu (Uzun yıllar sonra köylü meci usulü ile dağlardaki kaynakları birleştirip kendileri getirdi evlere). Birkaç kez çeşmeye gitmemiz gerekirdi. Yine de getirdiğimiz su çabucak biter, anne artık getirmeyelim dediğimizde de "buzağıyı kim sulamak ister acaba?", diye kendi kendine söyleniyormuş gibi yaptığında biz yine koştura koştura buzağı için ama sadece buzağı için su almaya gider, bakraçları alelacele yalap şalap doldurup tıknefes geri gelirdik. Buzağının içeceği suyu bakıra dökünce bilirdik ki boşalan bakırları yine bizim doldurmamız gerekir. Her defasında son olduğunu dileyerek tekrar çeşmenin yolunu tutardık. Tabii su taşımanın sonu yoktu. Her gün onlarca kez çeşmeye gitmek gerekirdi. Bu arada büyüklerin "suvacı"nın iki ucuna taktıkları bakırlarla getirdiklerini saymıyorum...

Uzun yaz günlerinde geç saatlerde hava kararmaya başlayınca tarladakiler paçalarından yorgunluklarını tozlu yola dökercesine ayaklarını sürüyerek eve dönmeye başlarlardı. Aklıma çakılı bir resim gibi anımsarım bunu nedense. Buna rağmen anneannemi gördüğümüzde boynuna atılmak için sabırsızlanırdık. Onun sıcaklığını hissetmek bütün beklemelere değerdi. Şimdilerde zaman zaman bunalıp da ihtiyaç duyduğumda aynı sıcaklığı, aynı kucak tılsımını bu derecede bir daha bulamayacağımı yüreğim burkularak görür, gözyaşımı içime akıtırım. Bütün gün tarlada çalışıp yorulmuş olmasına rağmen yüzünde en ufak bir hoşnutsuzluk belirtisi olmaksızın tüm sevgisiyle bize açtığı kucağını paylaşamazdık. İkimizi de dizlerine oturtur saçlarımızı koklayarak yanaklarımızdan defalarca öperdi. Dedemin hayvanlarla gelişi havanın kararmasından sonra olurdu hep. Önce damdaki hayvanlara ve koyunlara bakılır, sonra da yemek yenirdi. Yazın çoğu zaman koyunlarla birlikte dedem ya da dayım tarlada kalırlardı. Koyunlar uzun ve sıcak yaz günlerinde değil, kısa ama serin yaz gecelerinde daha rahat otlarlarmış. Köyde erken yatılır sabah ta erken kalkılırdı. Oturmaya gelen olsa bile en fazla bir bilemediniz iki saat otururlardı.

Sabah uyandığımızda hemen tavukların kümesine koşardık. Orda birkaç yumurta anca bulurduk. Çünkü tavuklar yumurtlayacakları yeri kendilerine göre seçerlerdi. Yumurta bulması da bize düşerdi o zaman. Bazen samanlıkta, bazen damın üstünde bazen de otların arasında yumurta bulurduk. Eğer yeni bir yer keşfetmişsek ve bir çok yumurta varsa o zaman bir hazine bulmuş gibi mutlu olurduk. Sepeti doldurup ta eve gitmek harika bir duyguydu bizim için. Ardından kahvaltı için anneannemin yaptığı sütlü tarhanayı içmek üzere yer sofrasına otururduk. Çay ve süt sofrada olmasına rağmen biz önce tarhana çorbasını içerdik. Hala köyde içtiğim tarhananın tadını unutamam. Çay içmek aklımıza bile gelmezdi süt ve taze peyniri köy ekmeğiyle yemek ayrı bir zevkti.
O zamanlar en çok buğday, burçak ve nohut ekilirdi. Ya da anneannemler onları ektiği için hatırladıklarım bunlardı. Burçak ve nohut yolumu için çok erken kalkıp tarlaya gitmek gerekirdi. Çünkü güneş aşırı derecede ısıtmaya başladığında burçak ve nohut dalları gevrekleşir, taneleri dökülür ve kırılırdı. Elleri de aşırı derecede tahriş ederdi. Bu yüzden genelde sabah ezanında tarlada olunurdu.

Buğday da orakla biçilirdi. Sağ elde orak, sol elde de ellik vardı. Tahtadan oyulmuş orta ve küçük parmakları içine alan, parmakların kesilmesini önlemek için yapılmış iptidai bir aletti ellik. Bize gölgede oturmamız söylendiği halde peşlerinde dolanır dururduk. Çoğu zaman da elimize orak vermeleri için yalvarırdık. Ellik almayı başarsak ta orak almamıza asla izin vermezlerdi.

Bazı günler köydeki komşulardan da yardıma gelenler olurdu. O günler çok kalabalık ve renkli geçerdi. O gün genelde bir kişi evde kalır yemekleri hazırlardı. Öğleye yakın yardıma giden biriyle birlikte heybelere koydukları yemeklerle tarlaya gelirlerdi. Tarlada köy ekmeğiyle peynirin tadı bile farklı olurdu. Açık havada yemek yemenin bir sonucu olsa gerek, ne kadar çok yesek de bir türlü doymak bilmediğimizi hatırlıyorum. Sofradan kalktıktan sonra bile ekmek peynir elimde gezerdim. Çoğu zaman peşlerinde dolanmayalım diye bize salıncak kurarlardı. Bu kez de salıncağa binme kavgası yapardık. Yani her an onların işlerine engel olmak için bahanelerimiz hazırdı. Tarlada ne masallar ne hikayeler anlatılırdı. Onları dinlemek, yaşadıklarını anlatırken gözlerindeki parıltıyı, yaşanmışlıkları izlemek, yüzlerindeki çizgileri görmek beni hep farklı etkilerdi. Yaşadıkları tüm bu zorluklara rağmen hiç şikayet ettiklerini duymadım. Bayramdan bayrama alınan basma şalvarlık ve entari onlar için yeterliydi. Çok yokluk çektikleri için belki de azla yetinmesini biliyorlardı.

Kadınlar ekinleri biçerken arkalarından dedem ya da dayım demet yapardı. Ben en çok ekin demetinden yapılan bağla uğraşırdım. Bir türlü demetleri bağlayacak bağı bir araya getiremezdim, ama dayımların yaptıklarını bozmayı çok iyi başarırdım. Benim dolaştığım yerler de bana fark ettirilmeden tekrar gözden geçirilirdi. Ama o demetler nasıl o kadar sağlam bağlanmış olurdu hala anlamış değilim.

Arkası Yarın

Yasemin Duman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,259,259,259,259,259,259,259,259,25
              8 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Mehmet Güneş

 Kahveci : Mehmet Güneş


  SIR (10)

Nürünberg çok karmaşık bir haldeydi.Basit bir kazının bu kadar büyük boyutlarda sorunlar yaratabileceğini çok hiç tahmin etmiyordu. Fakat hiçbir şey söylememekle yetinmişti.Acaba neden bu karar bu kadar önemliydi? Yapılacak kazılarda neler bulabilirlerdi ki? Bütün bunları düşünürken, meclisin sarayının çıkışına ilerleyerek merdivenlerden indi arabasına yaklaştığında kapıyı açan şoförüne, konutuna gideceğini söyledi.Böyle bir durumla ilk kez karşılaşıyordu. Oysa jüri üyelerini ikna etmek pekte kolay olmamıştı kendisi için. Fakat kendi kariyerini ve aldığı sorumluluğu düşündükçe böyle bir kararı bozmak için vakit kaybına hiç gerek olmadığını anlayarak aracından, bay Efahren'e ulaşmaya çalıştı. Fakat Efahren yarım saat önce ofisinden ayrılıp evine gitmişti.

Bay Nürünberg çantasını eline alıp, aracından inerek güneş gözlüğünü taktı ve konutuna çıkarken, bay Efahren'i konutun girişinde gördü. Şaşkın bir durumdaydı ve kendisi için kelimenin tam anlamıyla çok iyi bir şanstı. Hızlı adımlarla Efahren'e doğru ilerleyip arkasından seslendi.
-Bay efahren, bayyyy efahrennn
Efahren Bay Nürünberg'i görünce hayli sevinmişti.Yapılacak olan kazı çalışmalarını ona borçluydu çünkü.

-Bay Nürünberg sizi görmek ne güzel, bende sizi görmeye geliyordum.
-Teşekkür ederim bay Efahren inanın bende sizi gördüğüme çok sevindim. Buyurun yukarıya çıkalım.
İkiside sessiz bir şekilde Nürünberg'in odasına ilerlediler. Bomboş koridorda sadece ikisinin ayakkabı topuk seslerinden başka bir ses yoktu.Bay Nürünberg merakla..
-Sizi buraya getiren şey nedir Bay Efahren
-Yarın yapılacak olan kazı çalışmaları için bize katılmanızı teklif edecektim.
Bu haberi duyan Nürünberg az sonra vereceği üzücü haber için Efahrenin bu teklifi karşısında gerçektende utanç verici bir duruma düşmüştü. Söze nasıl başlayacağını bilmiyordu.
-Bay Efahren öncelikle şunu söylemek isterim. Yapmak istediğiniz kazıda biliyorsunuz ki izin alabilmek için elimden geleni yaptım. Fakat bugün aldığım bir emir gerekçesiyle partimiz kararınca bu kazının iptal edilmesi kararı alındı.
EFahren durduğu yerde buz kesilmişti. Hiç bir şey söylemeden Nürünberg'in gözlerinin içine baktı ve şaşkın bir edayla ve kekeleyerek -A a a ma na assıl ll olur bu bu ?
-Bay Efahren bakın size nasıl izah edeceğimi bilemiyorum ama bilmenizi isterim ki yarın yapılması planlanan kazınızın izni iptal edilmiştir.
-Sebep ne?
Nürünberg bu soru karşısında G.S'nin kendisine verdiği gerekçeden bahsetti..
-Sebebi çok açık bay Efahren halkın tepkisi ile karşılaşma durumu meydana gelebilir ticari ve siyasi etkiler yaratabileceğinden dolayı kazının reddine karar verildi.
-Peki 1 günde böyle bir karar nasıl alınabilir?
-Politika böyle bir şey işte bay Efahren bir dakika öncesi ile bir dakika sonrasını görmeniz mümkün değildir.Size böyle bir haber verdiğim için özür dilerim.Fakat yapabileceğim emin olun hiçbir şey yoktu.
-Fakat bu kazı benim için çok önemli biliyorsunuz bunu? Bu kazının ticari veya siyasi etkilerini neden Jüri düşünmedi?
Nürünberg bu sorunun cevabını nasıl vereceğini bilemiyordu.Efahren haklıydı fakat kendiside haklıydı nasıl ezip geçebilirdi yetkisini.
-Sayın Efahren benden istenileni yapıyorum sadece,bu kazının yapılmaması için gerekli önlemler alındı.
-Nasıl yani?
-Kazı yapacağınız Führer sığınağının bulunduğu bölge tamamen askeri güçler tarafından korunma altına alındı.Sizi hayal kırıklığına uğrattığım için özür dilerim.
-Bu karara itiraz etme hakkım var ama benim?
-Evet var fakat bu hiçbir sonuç vermez. Karar kati ve kesin
-Bana gerçekçi olun bay Nürünberg nasıl olur bir günde böyle bir durum meydana gelir?
-İnanın bana benimde hiçbir bilgim yok.. Ben uygulamam gereken talimatları uyguluyorum sadece.
-Peki Sayın Nürünberg, müsaadenizle...... Diyerek şert ve asabi bir şekilde ayağı kalkarak
-Bakın Sayın Efahren umarım alınan bu karar aramızda ki dostluğu etkilemez.
Efahren sessiz bir şekilde Nürünberg'in odasından hızla ayrıldı.

Bu nasıl olabilirdi? Führer sığınağının kazılma iznin iptal edilmesinin bir tek anlamı olabilirdi. Buda gayet açıktı.Bu sırrı bilen birkaç kişinin olduğuydu. Berlin caddelerinde ilerlerken aklında kendisini karmakarışık bir hale sokan bu haberi alınca hiçbir şey düşünemez olmuştu Efahren, adeta dalıp gitmişti.Hatta bir ara trafik ışıklarına dikkat etmeyip az daha Ticari bir taksinin kendisini az daha ezeceğini fark etti ki; taksi şoförü aracın kornasına asılarak hiç durmadan dakikalarca Efahren'in dikkatini dağıtmaya çalışıyordu. O sırada Efahren'in arkasından sinsice yaklaşan biri Efahren'i kolundan tutarak.Bay Efahren dikkatli olun...Bu Jeny'den başkası değildi.Efahren bir an dikkatini Jeny'e verdi ve bu güzel kadının giyim tarzı gerçektende hoşuna gidiyordu.Mini pembe eteği buz mavisi bluzu beyaz tenine o kadar uymuştu ki hatta bir ara gözlerini Jeny'in vücudunda gezdirerek süzdü.
-Bayan Jeny... Özür dilerim fark etmedim sizi
-Fark etmemeniz doğal yere bakarak yürüyorsunuz çünkü..Bir sorun mu var.
-Aslında evet az önce kötü bir haber aldımda.
-Ne haberi?
-Uzun hikaye..
-Benim dinleyecek çok vaktim var ama.. Karşıdaki kafede bir şeyler içelim mi?
-Tabi nasıl isterseniz.

Efahren Jeny ile birlikte caddenin karşısındaki mağazaların arasında bulunan küçük kafeye doğru iler1ediler. Kafeye girince içerine yanan tütsülerin verdiği hafif ve güzel bir koku çarptı kendilerini. Otantik bir kafeydi içeride Güney Afrika Ormanlarının yerli halkalarına ait birkaç maske ve antik birkaç eşya bulunuyordu. Küçük cam yuvarlak masaya oturup birer kahve söylediler.
-Neden bu kadar dalgınsınız bay Efahren..
-Uzun süredir bir araştırma yapıyordum. Araştırmamın sonucu hüsranla bittiği için sadece.
-Nasıl bir araştırma bu?
-Hitler hakkında
-Hitler hakkında her zaman bir şeyler araştırırlar fakat hiçbir şey elde edemezler. Kim bilir beklide hitleri gizemli kılan şey budur.
-Aslında araştırmam hitlerden çok hitlere ne olduğu hakkındaydı..
Bu yanıtı duyunca Jeny hafifçe tebessüm ederek.
-Ne olduğu apaçık ortada değimli bay Efahren.
-Bayan Jeny..derken Jeny,Efahre'nin sözünü keserek
-Bana Jeny deyin lütfen..
-Peki.
-Jeny aslında Hitler için hep aynı şeyler söylendi ama bizler kandırıldık..!!
-Kandırıldık mı? Nasıl?
Efahren masanın üstüne hafifçe eğilerek kısık bir sesle...
-Hitler ölmedi....
Jeny bunu duyunca hiçbir tepki vermedi.. Şaşırmışçasına..
-Fakat bu nasıl olur?
-Anlatmamı isterimsiniz ?
-Elbette, bu hikayeyi kaçırmak istemem...
-İyi dinleyin o halde beni...
-Kulağım sizde..
Efahren bunu sessizce bir dille anlatabilmek için, Jeny'e doğru yanaşarak, cebinden çıkarıp bir sigara yaktı.

-Hitler her şeyi planlamıştı..Savaşı kaybedeceğini çok iyi biliyordu ve bunu bildiği için kimsenin bilmediği Berlin şehrinin altında bir sığınak açtırmıştı.
-Evet
-Bu sığınağın tek amacı yıllarca kendisini ve Eva'yı birlikte saklaması ve savaş bittikten sonra tekrar hayatını sürdürebilmesidir.
-Hahahaha bu nasıl olur Efahren..
-Komik mi?
-Dürüst olmak gerekirse evet komik..
-O halde komedyenlik yapmak istemiyorum..
-Alınmayın lütfen.. Devam edin.. hadiiiiii ,diyerek Efahre'nin elini tuttu Jeny.
-Bakın bu sığınağı bulamadım ancak eminim Führer sığınağının kazılması Red edilmeseydi bunu yarın bulacağımdan hiç kuşkum yoktu.
-Kazımı yapacaktınız Führer sığınağında
-Evet
-Yani aradan geçen bu kadar uzun zaman sonunda, bir şeyler bulacağınızı mı söylüyorsunuz?
-Evet.. Ta ki bugüne kadar.
-Neden? Ne oldu bugün?
-Yarın ki kazı çalışmaları için bay Nürünberg'i davet etmeye gitmiştim. Kendiside görmek istediğini izin alırken bildirmişti bana..
-Ee
-Ancak bugün yine kendisinden aldığım bir haberle gerçekten bütün ümitlerim kırıldı.
-Ne dedi?
-Kazı izninin iptal edildiğini söyledi.
-Fakat neden iptal edilsin ki.
-Kendisi sadece insanların vereceği tepkiyi ve medyada büyük yankı uyandıracağını söyledi.Bütün bunları kendisi de biliyordu. Şimdi neden böyle bir karar verildi bende anlamış değilim.
-Boş verin bu habere bende sizin adınıza gerçekten üzüldüm. Fakat yapabilecek bir şeyleri yokmuymuş? Böylece kestirip atacaklar mı?
-Bilmiyorum...
Efahren bunları söylerken gerçekten üzüntü içerisindeydi. Jeny kendisine bakıp bir süre sonra..
-Bay Efahren isterseniz kalkalım artık..
-Evet sanırım gidip biraz dinlensem iyi olur. Bu haber ve çalışmalarım yeterince beni yorum, moral bozukluğuna itti.
-Haklısınız.. Akşam ne yapmayı düşünüyorsunuz, diye sordu Jeny.
-Bilmem sanırım bütün gece evde olurum herhangi bir planım yok çünkü. Neden sordunuz?
-Sizinle paylaşmak istediğim bir konu varda. Ancak burada anlatamayacağımdan dolayı akşam ne yaptığınızı merak ettim.
-Ne konuda?
-Çalışmalarınızın son durumu hakkında.
-O halde bu akşam saat 8 de Steigenberger Hotel Berlin'de buluyoruz.
Jeny bu tekliften hoşlanmıştı.En azından Efahren'le konuşmanın ve onunda gerçeği öğrenmesinin hak ettiğini kabul ettirmişti kendine. Kahvelerinden son yudumlarını alırken, birlikte kalktılar. Jeny masanın üstündeki çantasını omuzlarına alarak, Efahren'in birkaç adım arkasında yürüyordu. Hesabı ödedikten sonra çıktıkları yolda Efahren'e bakıp.
-Kahve için teşekkür ederim.
-Rice ederim. Diye tebessüm etti.
-Akşam 8 de orda olacağım.
-Şimdiden merak ettim doğrusu.
-Akşam 8'i bekleyin bay Efahren, ve mümkünse çalışmalarınızın tamamını getirmenizi istiyorum.
-Tabi ki.. Memnuniyetle..
İkisi de farklı yönlerde cedde den ayrıldılar. Efahren yürümeyi tercih ederken dalgın bir halde.Jeny ise caddenin başındaki taksiye doğru ilerleyip, araçla uzaklaştı. Efahren kadar Jeny de heyecanlıydı. Acaba Steigenberger Hotel Berlin'deki konuşmalar sadece akşam yemeğiyle mi kalacaktı? Yoksa Efahren'e duyduğu ilgi için mi bir şeyler paylaşmak istiyordu?


(Steigenberger Hotel Berlin'in en güzel otellerinden birisi. Şehrin merkezinde olması nedeniyle, pek çok diplomat ve Berlin sosyetesinin sık sık uğradıkları buluşma noktalarından biriydi. Bu otel aynı zamanda pek çok ulusal lidere konukluk ettiğinden dolayı, sıkı güvenlik önlemleri ile korunuyordu.)

Devam edecek

Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              14 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Bu nasıl bir vahşettir

http://www.strasbourgcurieux.com/fourrure/

Lütfen yukarıdaki linke tıklayıp, orda neler olup bittiğini izleyin.

Bu nasıl bir vahşettir, nasıl insanlıktır bu. İnsan değil ki insan kılığına girmiş şeytan. Şeytan bile değil. Şeytan bile sanmam böylesine vahşi olsun.

Böyle bir şeye nasıl izin veriyorlar, orası neresi bilmiyorum. İnsanlıktan çok uzakta bir yer ama neresi bilmiyorum.

Bildiğim bir şey var ki insanlığımdan utanıyorum. Giydiğim ayakkabıdan, koluma taktığım çantadan, onunla o yaratıkla yaratık diyorum çünkü insan demeye dilim varmıyor aynı sıfata sahip olmaktan utanıyorum. Ya o insan değil yada ben. Ona ve onun gibilere insan diyorlarsa bana başka bir şey desinler yada bana insan diyorlarsa ona ve onun gibilere başka bir şey. Hayvan değil insan değil ne peki? Bence bu dünyada atlanılmış bir sıfat daha var. Olmalı en azından.

İlk birkaç dakikasını izleyebildim, tamamını izleyemedim. Gözlerindeydi kamera onun gözlerindeydi göz göze geldik ve bende onun gibi ağlıyordum, sanki gözlerimin içine bakıyordu. Belli ki canı çok acıyordu ve ben dua ediyordum inşallah çok yanmıyordur canı diye.

Mesela o yaratığı milyonlarca küçük parçaya ayırıp insanlıktan çıkarmak istiyorum çünkü insan kılığı ona çok fazla. Ve o insan bedenine yakışmıyor. Yakışı kalmıyor ona insan demek. İnsan bedenine girmiş herhangi bir tür. Ne hayvan ne insan. Ne hayvan olabilmiş ne insan ortalarda bir yerde ama ikisinden de çok uzakta bir sıfatta herhangi bir tür olarak kalmış.

Nesrin Yıldırım

<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf: Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.787 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


GÖZLERİ BENİ SARSMAYA YETEN GÜNLER

Yalnız gözleri beni sarsmaya yeten günler
Yığıtlaşıp billurlaşan dağ kristalleri
Gülüşleriyle doğan güzelim çocuklar
Bakışları hüznü boğan hızır melekleri
Adımlarında sanatı bulan ve gözlerinde
Darwinist dünyaya ağlayan ceylanlar
Hiç büyümeyen çocuklar çaresiz sana âşık
Çaresiz koyudur çay çaresiz küflü tütün
İçimde büyüyen şu zehirli sarmaşık
Bakalım hangi buluta dokunacak
Ve bir yıldırımla vuracak beni...

Saim Kuru

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

İnternet üzerinde Türkçe sözlük olarak sonuna kadar emin olabileceğiniz tek kaynak, tabi ki Türk Dil Kurumu'nun sanal sözlüğü. http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/sozara.htm kısayolunda ulaşacağınız bu kaynakta sadece Tükçe sözlük değil, ayrıca imla klavuzu ile doğru yazma ve doğru konuşma üzerine örnekli bir kaynak da bulacaksınız.

Konu sözlük olunca ekşi sözlükten bahsetmemek olmaz. http://sozluk.sourtimes.org/ kısayolundan ulaşabileceğiniz bu sözlük konusunda yorum yapmak yerine kendi yorumlarını yazıyorum. ...Bu sitede yazilanlarin hicbiri dogru degildir. 18 ya$in altindakilerin kullanmasi hukuken sakincali olabilir (zaten o ya$ta ne i$iniz var internette sitede cikin, gezin, gezdirin). Yazarlar Ek$i Sozluk'e yazdiklari entry'lerin telif haklarini Michael Jackson'a devretmi$ sayilirlar. Sitede yazilanlari kaynak belirtmeden Word'e aktarip "Fw: Turk astronot ve houston! cok komikkkk!" diye arkada$larina yollayan pespayedir, hemzemindir, hincaldir, uluctur. Hukuki gereklilikler haricinde yazarlarin kimlik bilgileri saklidir. Sadece arada yoneticiler tarafindan onemli bir gerekceyle incelenip "tuh erkekmi$" denebilir. Bir gun kapimiza biri gelirse "kim lan bunlar" diye "bi sn du$tayim" denir mutfak penceresinden kacilir... Biraz uzun oldu ama napim bölmeye kıyamadım.

İnternet üzerinde en fazla farklı dilde birbirine çeviri yapabilen, (benim bildiğim), tek sözlük olarak http://www.langtolang.com/ 'u öneriyorum. Dil kapasitesi daha fazla bir sözlük kaynağı varsa lütfen bana da bildirin.

İşte bu da işin en bi daha eğlencelik hali http://dictionary.reference.com/fun/crossword/index.html Eğlencelik dediğime bakmayın aslında ingilizce dil bilginizi ve genel kültür seviyenizi test edebileceğiniz hoş bir kaynak.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz adreslere bir yenisi eklendi. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhotoFiltre 6.1.2 [1549 B] All Windows Free
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe
Harika bir resim editör programı. Ücretsiz olmasına rağmen amatör ihtiyaçların hepsini fazlasıyla karşılayabilecek nitelikte. Her bilgisayarda olması gereken bir yardımcı program. Son versiyonu çıkalı 5 gün olmuş, kaçırmayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050613.asp
ISSN: 1303-8923
13 Haziran 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com