ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 764

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 14 Haziran 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Flaş haber > Maykıl kaykılıp temize çıktı!..


Merhabalar,

Kahve Yanında Dergi!Yayınımıza bir son dakika haberi ile başlıyoruz. Kendinden küçük çocuklara musallat olması ile ünlenen Maykılcaksın, aleyhine açılan tüm davalarda temize çıktı. Kendilerine jürilik anılarını anlatmaları için milyon dolarlar teklif edilen jüri üyeleri oybirliği ile Maykılı suçsuz buldu. Maykıl muzaffer eda ile mahkeme salonunu terkederken o meşhur sıkılı yumruğunu yukarı kaldırarak aleyhinde dedikodu yapanlara hak ettikleri mesajı verdi. Kameralara konuşan Maykıl, "Dersimi aldım. Bundan böyle şatoma ziyaretçi kabul ederken CIA normlarını esas alacağım. 16 yaşından gün almamış hiç kimseyi içeri almayacağım. İlla girmeleri gerekirse, nüfus cüzdanlarında gerekli düzeltmeyi yaptırıp öyle sokacağım." dedi. Mahkeme salonunun kapısına yığılan fanatik taraftarlar "Maykıl sen bizim herşeyimizsin." şarkısı ile terennüm etmeye halen devam ediyorlar. Oysa arka kapıdan gizlice sıvışan Maykıl şu anda siyah minibüsünde şatosuna doğru yol alıyor. Saatlerin tam bu saati gösterdiği şu anda biz de kendisine geçmiş olsun diyor, bir daha bu türden çirkin dedikodulara vesile olmamasını yüce tanrıdan niyaz ediyoruz. Sevgili okuyucular, şatonun yanına yaklaşmamalarını şart koşarak, artık çocuklarınızı sokağa salabilirsiniz.

Böyle güzel haberleri okumak varken, ben şimdi size Binsekizyüzkırkbeşinci Çankaya Sürtüşmesi'nden söz edip asabınızı bugünlük bozmayayım. Hem ben bugün çok mutlu ve gururluyum. Benim prensesim ilk diplomasını alıp kepini havalara fırlattı. "Off baba yaaa!" nakaratını onlarca kez tekrar ederek babalar günü öncesinde aklının hep bende olduğunu cümle aleme ilan etti. Ben sıcağı sıcağına cevap vermeye fırsat bulamadım ama şimdi buradan sesleniyorum; "Ben de seni çok seviyorum prenses. Ve tüm hayallerine kavuşmanı diliyorum."

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

12 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


ORGANİK BİLGELİK SORULARI -V-

Evet çocuklar geçen hafta Ras arkadaşımız "doğa genellikle, en düşsel insan efsanelerini bile gölge de bırakmayı başarır" demişti. Hepimizin bildiği ve insan kahramanların olduğu masalda, uyuyan güzelimiz prensini yüz yıl beklemişti. Anımsayınız, Tuba arkadaşımız bu arada engin ve de zengin dağarcığıyla bu olayda "güzelin kanayan parmağının ilk aybaşı kanamasını; uzun uykusunun ise tam erişkinliğe ulaşmayı bekleyen ergenlik rehavetini temsil ettiğini ileri sürmüştü. Yine gerçek uyuyan güzelimizin aslında bir çıtır prens tarafından öpülmediğini, çatır bir kral tarafından döllenmiş olduğundan, uyanışını cinsel doyumun başlangıcı olarak yorumlayabileceğini" söyleyerek efsanemizi bir başka boyuta taşımıştı. Sorum da bu olay ile yakından ilgili, Tubişin dediği gibi burada kastedilen 13-14 yıldır aslında. Bu gün yaşayan dünyamızda, bizim bu efsanemizi gölgede bırakacak bir örnek biliyor musunuz? Mesala Cüneyt siz sık sık uzak doğu yolculukları yapıyorsunuz, hiç bu tür bir duyumunuz oldu mu?
- Evet oldu öğretmenim. Küba'ya 116 ıncı gidişimizde
Havana liman'ı girişindeki tarihi "Castillo del Morro" kalesini gezmek, bu kalede, akşam saatlerinde yapılan ve İspanyol dönemi geleneği olan, zincir çekme törenini izlemek istiyorduk. Albertino'yla burada tanıştık. Albertino bize Phyllostachys bambusoides gibi muhteşem bir ada sahip bir bambudan söz etti. Bu bambu, 999 yılında Çin' de çiçek açmış. O zamandan beri, şaşmaz bir düzenlilikle, yaklaşık her 120 yılda bir çiçek açmaya ve tohum vermeye devam ediyormuş. Bu konuyu çeşitli kaynaklardan araştırdım P. bambusoides yaşadığı her yerde bu çevrimi izlemektedir. 1960'ların sonunda, ağacın Japon soyunun üyeleri (kendileri' de yüzyıllar önce Çin 'den getirilip dikilmişler) Japonya, İngiltere, Alabama ve Rusya'da aynı anda tohum vermiş.
- Öğretmenim!!!
- Peki Cüneyt, bu ko..
- Öğretmenim!!! Öğretmenim!!! Öğretmenim!!!
- Mehtap buyur kızım bu ne telaşe, sınıfın ta köşesine oturmuşsun bir şey mi paylaşacaksın.
- Arkadaşlarımın ve sizin uyuyan güzel ile kurduğunuz benzerlik zorlama olmadığı ortaya çıkıyor böylece. Çünkü okuduğum kadarıyla bambularda eşeyli üreme yüz yılı aşan bir bekâret döneminden sonra gelmektedir. Ancak P. bambusoides iki önemli yönüyle Grimm Kardeşlerden ayrılmaktadırlar. Bu bitkiler 120 yıllık nöbetleri boyunca hareketsiz (resmen uyuyor numarası bence) değildir, çünkü birer ot olsalar da ot gibi yeraltı köksaplarından yeni sürgünler vermek yoluyla eşeysiz üreme yaparlar. Yani bunlar doğuştan fanatik öğretmenim. Burada insani bir ölçütü de yıkma zamanıdır. Bizlerde var olan "ot gibi yaşamak" aslında ne kadar yanlış. O özdeyiş "pambuk pirenses gibi yaşamak" olmalıdır. Oki toki?
- Öğretmenim ben Mehtap arkadaşımın söylediklerine bir ekleme yapabilirmiyim?
-Tabi ki Filiz, duygusal yüklü cümlelerinle bize neler anlatacaksın?
- Öğretmenim yaşam hep trajediler üstüne kurulmuştur.
İzin verirseniz size Kıymık kıymık bakışlı bambu(lar)dan söz edeceğim. Hani acıtarak bakan cinsinden. Aslında onlar farkında bile değildirler. Acımışlığı yakan, gözlerinin değdiği her yeri yıkanlardı onlar. Öyle sanıyorum ki; yaşamlarınca yaprakları, gözlerin kadar güçlü olmayacak onların. Ve bu nedenle bu bambular da sonsuza kadar mutlu yaşayamayacaklar, çünkü tohum verdikten sonra hemen ölecekler. Kısa bir son için uzun bir bekleyiş. Ama bu bekleyişte kıymıklar içimde kalacak, dert etmeyin ne olur… Bir iç kanaması olur en fazla. Sonra düzelirim.
-Çok doğru, biraz duygusal oldu ama Mercanköşk kızım, yüreğine sağlık.
- Öğretmenim ben de Fransa'da anlatılan bir ilginç bir Phyllostachys öyküsünü anlatabilirmiyim?
- Tabi ki Celine, kısa bir süre önce sınıfımıza gelmiş olmana rağmen bizlere çok çabuk adapte oldun, kutlarım sizi. Sizi dinliyoruz. - Ben birçok bambu türünün çiçek açma dönemleri arasındaki bitkisel büyüme evreleri daha kısa olduğunu biliyorum. Ancak bunlarda tohum vermenin eşzamanlı olması bir kuraldır ve çiçek açmak için 15 yıldan daha az bekleyen pek az tür vardır (bazıları 150 yıldan fazla bile bekliyor olabilir, ama tarihsel kayıtlar kesin sonuçlara ulaşmamıza olanak vermeyecek kadar azdır).
- Buradan ne çıkarmalıyız peki Celine??
- Öğretmenim bütün türlerde çiçek açma, çevreden alınan bir ipucuna göre değil de içsel bir genetik saate göre düzenleniyor olmalıdır.
- ????
-????
-Celine'nin saptaması doğru öğretmenim.
-Nasıl yani arada bir konuşan ama tam konuşan Seyfullah??
- Öğretmenim Celine'nin saptamasına en büyük kanıtı, yinelenme aralığının şaşmaz bir düzenliliğe sahip olmasıdır, çünkü yüzden fazla tür için saat görevi yapabilecek, böylesine değişmez döngülere sahip hiçbir çevresel etken bilmiyoruz. İkinci olarak, yukarıda söz edildiği gibi, aynı türe mensup bitkiler, doğal yerleşimlerinden alınıp dünyanın öbür ucuna götürülmüş olsalar bile aynı zamanda çiçek açmaktadırlar.
- Gülendam bir şey mi diyeceksin?
- Evet öğretmenim, bende sık sık resim çekerken gözlediğim bir olayı anlatayım izin verirseniz.
- Tabi ki, Gülendam,
- Öğretmenim gözledim ki, aynı türün bitkileri, çok farklı çevresel koşullarda büyümüş olsalar bile aynı zamanda çiçek açmaktadırlar. Bir araştırıcı, yalnızca on beş santimetre boyunda ve orman yangınlarında defalarca yanmış olan bir Burma bambusundan söz eder. Bu ağaç, 12 metre yüksekliğindeki zarar görmemiş dev arkadaşlarıyla aynı anda çiçek açmıştır. İlginç değimli öğretmenim, bir bambu geçen yıllan nasıl sayabilir? Araştırıcı bunun depolanmış besin rezervlerini ölçerek yapılamayacağını, çünkü iyi beslenmemiş cücelerin sağlıklı devlerle aynı anda çiçek açtığını söylüyor. Takvimin, "sıcaklığa duyarsız, ışığa duyarlı bir kimyasal maddenin yıllık ya da günlük birikimi ya da bozunumu tarafından sağlanması gerektiğini" varsayıyor. Ancak ışık çevrimlerinin günlük mü (gece-gündüz) yoksa yıllık mı (mevsimsel) olduğuyla ilgili tahminde bulunmak için hiçbir dayanak bulamıyor. Böylece saat olarak ışığı göstermesinin dolaylı kanıtı olarak, ekvator ile 5 derecelik enlemler arasında kalan bölgelerde hassas çevrimlere sahip bambuların yetişmeyişini gösteriyor. Çünkü bu bölgede gerek günlük gerekse mevsimlik değişkenlik en düşük düzeydedir.
- Evet çocuklar, bu gün sorularımıza uzun yanıtlar verildi. Sıkılanlarınız oldu ama bunlar yaşamın doğru anlaşılır yönleri. Bilirsiniz ki bilimsel konularda yorumlara ulaşmak biraz sıkıcı olabilir ama yinede Einstein'ın dediği gibi "sahip olduğumuz en değerli şeydir, bilim!". Bambuların çiçek açmaları bana ilginç bir dönemsellik öyküsünü anımsattı. Özür dilerim çocuklarım, dalmışım zil çalmak üzere. O zaman haftaya anlatırım öyküyü.
- Öğretmenim, ya bir başladınız ur sinekleri ile 3-4 haftadır habire onlarla yatar kalkar olduk. Şimdi de bambular başladı, inşallah 3-4 haftamız bambularla geçmez. Dersimiz biyoloji biliyorum ama, birazcık ta olsa sosyal, felsefi yorumlara gidilebilecek sorular sorsanız?
- Çok doğru Cumhur, gelecek hafta kısa bir ağustos böceği öyküsü sonrası senin de ilgini çekecek bir sorum var. Üstelik sana soracağım. Sorumun konusu bilim ve din.
- Çok güzel tuttum bu soruyu.
- Diling diling
- İyi günler çocuklar.

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
              5 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  MOTOR MU KAPORTA MI?

Bu yazıyı Timo Maas dinleyerek yazıyorum. Kim olduğunu sormayın zira hakkında bildiğim tek şey elektronik müzik yaptığı. Evet.. Internet, Google, search felan gibi şeylerden haberdarım. Ancak siz de, tembellik hakkının kutsal olduğunu hararetle savunan bir yazar olduğumdan haberdar olmalısınız.

Hem her şeyi hazır verirsem kendi ayaklarınız üstünde durmayı nasıl öğreneceksiniz kuzum? Gidin, araştırın.. Timo Maas hakkında bulduklarınızı da bana e-posta olarak gönderin. Uyumadan önce kendinize "Bugün fevkalade yazar Tuba Çiçek için ne yaptım?" sorusunu soracağınız tutarsa, verecek bir cevabınız olur.

'Bu Timo Maas dallaması da nereden çıktı?' diye telaşlananları aydınlatayım hemen..

Efendim, bu yazıya başlamadan önce MSN listemdeki çıtırın birinden ilham istedim. İlhamım bittiğinden değil ha, yanlış anlaşılmasın. Maksat muhabbete bahane olsun..

'Al sana ilham' diye Timo Maas'ın bir parçasını gönderdi çıtır-ı alileri. 'Çıtırın elinden arabesk olsa dinlenir' hesabı, dinledim parçayı.. Elektronik müzik hastası olan çıtır parçayı nasıl bulduğumu sorduğunda: 'Tam yazı yazılacak müzik.. Dikkati dağıtmıyor' deyip yazıma dönecektim ki, parça konsantrasyonumun tamamına el koydu.

Bir de baktım ki, çıtıra ahkam kesiyorum: 'Bana sorarsan, elektronik müzik zeka işi.. İçinde formüller gizli.. Bir aritmetiği var.. Sadece iyi bir ritim kulağı ve müzik yeteneğiyle kotarılacak iş değil. İlla ki matematik zeka lazım..' Bıdı bıdı bıdı...

Birden titredim ve kendime geldim. Kestiğim ahkamları duyan da elektronik müzikle yatıp, elektronik müzikle kalktığımı sanacak. Oysa ki, hasbelkader dinlediğim birkaç parça dışında, hakkında hiçbir fikre sahip değilim.

Neyse.. Bakın şimdi mevzuuyu nereye bağlayacağım..

Mesleğim gereği (şehir plancısıyım; daha kaç kere yazacağız), danışmanlığını yaptığım belediyelerin 'belediye meclisi' toplantılarına katılıyorum. Ne sandınız? Arada sırada ciddi işler de yapabiliyorum. Hem ciddi bir adı olduğuna bakmayın, çok şenlikli oluyor belediye meclisleri.

Meclis üyeleri, bir türlü 'şehir plancısı' diyemeyen ve zoru başarıp 'şehir planlamayıcısı, şehir planlamacısı' gibi benim dilimin bile zor döndüğü tamlamaları telaffuz edeceğim diye kan ter içinde kalan, kelli felli ve dahi göbekli amcalardan oluşunca, şenlik şölene dönüşüyor...

Kendi adıma, belediye meclislerinde meclis üyelerinin 'şehir planlamacıyısıcısı'nı telaffuz etme gayretlerinden sonra en çok eğlendiğim bölüm, imar planlarının tartışıldığı bölüm oluyor. Gerdeği bekleyen damatlar gibi, heyecan ve hevesle bekliyorum billahi. Henüz mesleğin adını bile telaffuz edemeyen meclis üyeleri, tıpkı benim Timo Maas ve elektronik müzik hakkında kestiğim ahkamlar gibi, imar planının ebesinin altından girip anasının üstünden çıkıyorlar.

(Daha önce hiç imar planı görmeyen okurlar bir zahmet yandaki resmi inceledikten sonra yazıyı okumaya devam etsinler. Size mesleğimle ilgili derin birikimlerimi aktarırken kendinizi salak gibi hissetmenizi istemem! Bununla birlikte, az sonra yazacaklarımdan dolayı hepinizden özür diliyorum. Bir sonraki paragrafta yaşatacağım hayal kırıklığını yazının ilerleyen bölümlerinde telafi edeceğime dair söz verir, saygılar sunarım efenim...)

Planlama mesleği disiplinler üstü bir meslektir. Yaşanabilir şehirler oluşturduğu, bir kentin geleceğine şekil verdiği ve insana hizmet ettiği için sosyoloji, arkeoloji, ekonomi, topografya, istatistik, mimari, iklim, deprem, jeoloji, tarım, ulaşım vs. gibi bir çok konudan faydalanır. Az önce saydığım girdilerin tamamı analiz edilir ve imar planına yansıtılır.

Mesela planlama yapılan arazinin eğim durumu incelenerek yollar topografyaya uygun bir şekilde önerilir. Ya da kentin nüfus verilerine göre konut alanı önerilir. Ya da jeolojik etütler ışığında, konut adalarında kat yüksekliği verilir.. Gibi..

Tamam işkenceniz bitti. Özüme dönüyorum. Gevşeyin.

* * *

Şimdi belediye meclisi toplantılarına geri dönelim.. Diyelim ki bir 'şehir planlamacıyısıcı' bir imar planı yapmış ve meclise sunmuş.. Meclis üyeleri, imar planını kağıt üstünde gördükleri şekillerden ibaret sanırlar.

- Sayın şehir planlamayısıcısı hanımefendi! Bu yol neden böyle eğri gidiyor? Şoordan şöyle dümdüz gitse de heç viraj neyim olmasa? Daha gözel ve estetik olmaz mı?

- Olur tabii. Neden olmasın? O yolu 40 metrelik bir uçurumdan, yani şooordan geçirebilecekseniz, bence bir sakıncası yok! Bu arada imar planında estetik gözeten meclis üyesinin üstünde cami yeşili bir gömlek, altında patlıcan moru bir pantolon, boynunda kırmızı üstüne lacivert puantiyeli bir kravat ve ayağında da beyaz çorap üstüne giyilmiş açık kahverengi bir ayakkabı var, dikkatinizi çekerim!

Türk erkeğinin kronik hastalığıdır. Kendisi estetikten nasibini almamıştır ama evinin düzenli, cep telefonunun kibar, arabasının lüks, hatununun afet olmasını ister. Diyelim ki güzel bir hatun arakladı, bunun devamını bekler. Hatun azıcık kilo alsa ya da selüloit felan yapsa anında başka bir hatuna yazılır..

Hayır şimdi küfretsem, güzellikle ilgili komplekslerim, sivilcelerim, fazla kilolarım, selüloidim var felan sanacaksınız. Etmiyorum anasını satayım!

Tabii erkeklerin estetik kaygıları ve beklentileri konusunda, kadınların işgüzarlığı ve itaatkarlığı da ayrı bir küfür konusu! Türk filmlerinden hatırlarsınız.. Köyden gelmiş bakımsız esaskız, zengin ve züppe esasoğlana abayı yakar. Esasoğlan kokoş ama karaktersiz tali kızlarla oynaşırken, Hulusi Kentmen bakımsız esaskıza babalık eder ve esaskızı bir 'hanımefendi'ye çevirir..

Narananaaaa... Motoru zaten sağlam olan esaskız, kaportayı da düzeltmiştir artık!

Üstündeki son moda bez parçaları sayesinde 'hanımefendi'ye dönen köylü dilberini gören esasoğlana birden 'dank' eder.. Esaskızın dudakları anlamsızca titrerken, esasoğlanın da şeyi kalkar.. Kolu yani.. Kolunu bir balet edasıyla kaldıran esasoğlanın ağzından şu sözcükler dökülür: "Nayır, bu.. bu.. bu göz kamaştıran güzelliği daha önce nasıl fark edemedim Nalan!"

Nalan havaya girmiştir bir kere.. Göz süzmeye, intikam almaya, kendini ağırdan satmaya ve bir hediye gibi görmeye başlamıştır..

Üstelik çok da kıymetli bir şeyi vardır.. Gizlediği, korumaya çalıştığı, karaborsa, saklanan, örtünen, istenen, mini eteğin ucundan gösterilen ama evlenmeden asla VERİLMEYEN!

Allah'ın bir esasoğlanı da çıkıp: "Ulan budala! O gösterip de vermediğin şey sokakta 100 Dolar.. Üstelik tribi, dırdırı, bağlılığı, sorumluluğu felan da yok.. Vurup kaçmak varken, sana mı kaldık kırsal yelloz" demeyi akıl edemez.

* * *

Eeee, biriniz çıkıp 'çüş' demeyecek misiniz bana? Araya birkaç paragraf da tasvir sıkıştırsam, romana öykünecek yazı..

Sözün özü: Nasıl ki Timo Maas adama yazdırıyor, ben de okutuyorum kardeşim! Mükemmel miyim neyim?!

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,919,919,919,919,919,919,919,919,919,91
              11 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ahmet Erbay


ANLAŞILMAMAK İÇİN KONUŞMAK VE YAZMAK: İsmet Özel

Sosyalistlikle "İslamcılık" arasında yaptığını uzun ince seyahatlerden sonra Milliyetçilikte karar kılan İsmet Özel, her zaman olduğu gibi, son zamanlarda da, "düşünerek konuşmak ve yazmak" yerine, "konuşurken düşünme" örneklerini vermeye devam ediyor.Nedense, onu dinlerken veya yazılarını okurken, hep, "anlaşılmamak için özel bir gayret sarfediyormuş gibi bir duygu"ya kapıldım.Tabii, belki biraz su-i zan olur ama insana başka seçenek bırakmadığı için, bunu, "derinlik görüntüsü vermek için bulanık konuşma ve yazma" tavrı olarak okumak da mümkün…

"Usul yanlış olunca 'esas'ı tartışmak anlamını yitirir!" fehvasınca, Özel'in düşüncelerini esas açısından tartışmak istemiyorum. Çünkü, kendisini ve düşüncelerini dünyanın merkezi kabul eden ve "düşünce sahasında mutlak doğrunun olamayacağını, mutlak doğrunun ancak inanç sahasında olabileceğini" bilmeyen bir insanla bir şeyi tartışmanız ve bir sonuca ulaşmanız mümkün değil, diye düşünüyorum. O yüzden, öncelikle, İsmet Özel'in, kendisine ve düşüncelerine yüklediği anlamı tartışmamız gerektiğine inanıyorum.

Bilindiği gibi, İsmet Özel, köşe yazarlığını bıraktığı sıralarda da şu mealde açıklamalarda bulunmuştu:

"Ben, bugüne kadar başka kalemle ikame edilebilecek tek satır yazmadım. Ama, görüyorum ki, şu ana kadar kimseye bir şey anlatmaya muvaffak olamadım, kimse beni anlamıyor."

Tabii, Özel, bu olgudan kesinlikle okuyucuları sorumlu tutuyor, yani, diğer insanların kendisini anlayamadığını da açıkça veya zımnen ima ediyordu.Son zamanlarda söyledikleriyle daha önce şu veya bu vesileyle bu konuda söylediklerini birleştirdiğimizde, İsmet Özel'in kendi düşüncelerini doğru algılayıp kayıtsız-şartsız kabul etmeyenleri, "orta zekalı", "şuursuz", hatta ima yoluyla "geri zekalı" olarak tavsif ettiğini söylemek, hiç de haksızlık olmaz.

Kendi adıma, İsmet Özel'in hayal gördüğünü düşünüyorum ve hem geçmişte ve hem de bugün kendisine yüklediği misyon ve düşünceleri/iddiaları için vehmettiği pozisyon/mevki açısından bir hezeyan hali yaşadığını düşünüyorum.İsmet Özel, ne dün ve ne de bugün, kendisini vehmettiği yerde hiçbir zaman değildir ve olamaz…

Burada, İsmet Özel'e sorulacak çok basit bir soru var: Siz, çeyrek asırlık bir zaman diliminde, elinizde tüm Türkçe konuşan coğrafyaya hitap edebilecek imkanlar olduğu, kitaplarınız her tarafa dağıldığı halde, hangi konuda toplumun dün de bugün de tartıştığı ve bundan sonra da tartışmaya devam edeceği sorunların, onların kafalarında netleşmesine bir katkıda bulundunuz?

Yalnız, haksızlık etmeyelim: Bu soru, sadece İsmet Özel'e değil, kendisini "aydın" kabul edip bir misyon yükleyen tüm aydınlara sorulabilecek ve sorulması gereken bir sorudur.

İslam dünyasında, en azından 1 asırdır, "Hakimiyet, Demokrasi, Laiklik,Uluslar arası İlişkiler, İslam Devleti, Tarihselllik…" vb. sorunlar tartışılıyor…Ve üstelik bu, sadece zihni jimnastik olsun diye yapılan bir tartışma değil, bireylerin hayatını doğrudan ilgilendiren, bireylerin, bu konudaki tasavvurları doğrultusunda kendi hatt-ı hareketlerini tayin ettikleri, bazen bu uğurda akıl almaz çılgınlıklara ve vahşete başvurdukları, intihar eylemlerine giriştikleri vs. tartışmalardır.

Sözümona kendini aydın kabul edip İsmet Özel gibi, kendini dünyanın merkezi kabul eden insanlar, bu sorunlardan hangisinin toplumun zihninde netleşmesini sağlayabildiler?

İsmet Özel'in buna cevabı muhtemelen şudur: Toplumun seviyesi benim dediklerimi anlayamayacak kertede ise ben ne yapayım? …İşte bu, İsmet Özel'in kendi kendisiyle çeliştiği noktadır…Çünkü, "şuursuz, "orta zekalı" vs. diye küçümseyip suçladığı bu insanların, aynı zamanda Allah tarafından seçilmiş bir millet olduğunu söyleyen yine kendisidir.

Kaldı ki, bence, İsmet Özel'in, yukarıda belirttiğim sorunların çözümü ve toplumun zihninde netleşmesi noktasında söyleyeceği, ayakları yere basan, makul ve anlaşılır bir düşüncesi yok…Olsaydı ve bunu ortaya koymuş olsaydı, toplum, diğer yazarları (bu insanların ne kadar kayda değer şeyler söyledikleri ayrı bir konu) nasıl anlayabiliyorsa, onun dediklerini de hakkıyla anlayacaklardı.

Ayrıca, İsmet Özel hakkında söylediklerim sadece onun düşünceleriyle sınırlı da değil; bence, İsmet Özel'in mütefekkirliği neyse şairliği de o kadardır.

Bu kadar kötü ve sevimsiz bir Türkçe'yle ne iyi bir şiir yazılabilir ve ne de kayda değer bir fikir üretilebilir!

Peki, bunca şiir kitabını kim alıyor ve bu payeyi kendisine neden veriyorlar?

Bence, (sırf piyasaya çıkan bir şiir kitabını merak edip nasıl olduğunu öğrenmek amacıyla alanların dışında) eğer İsmet Özel'i, kendisini vehmettiği yerde kabul edip kitaplarını alanlar varsa (hiç sanmıyorum), işte, Özel'in, "şuursuz", orta zekalı" insanlar olarak tavsif ettiği kitle, bu kitledir.

Tevazu ve edep bazı insanların semtine neden uğramaz, anlamak mümkün değil!

Özel, geçen akşam geç saatlerde katıldığı bir tv programında da bu düşüncelerini aynı pervasızlıkla dillendiriyordu; programa telefonla Araştırmacı-Yazar Cengiz Özakıncı katıldı ve çok edepli ve seviyeli bir üslupla, "Özel'in düşüncelerinin yanlışlığını ispatlayabileceğini düşündüğü bazı olgulardan örnekler verip, Özel'in, kendi düşünceleri üzerinde biraz daha ihtiyatlı hareket etmesi, düşünmesi, en azından bu kadar iddialı olmaması gerektiği" üzerinde durdu. Özel, her zamanki ciddiyetsiz tavrıyla bir müddet bıyık altından güldü, sonra da çok alaycı bir tavırla şu mealde şeyler söyledi:

"Ben Türk şiirine bu kadar hizmet etmiş, 61 yaşında İsmet Özel'im, orta zekalı insanların bildiği şeyleri bilirim, bunları laf olsun diye mi söylüyorum?"

Bunun karşısında muhatabı -gayet haklı olarak- çok şaşırdı ama yine nezaketi elden bırakmadan şöyle bir soru yöneltti:
"Ne yani, ben gecenin bu saatinde bu programa şov olsun diye mi katılıp bunları söyledim?"
İsmet Özel, buna karşılık olarak tam da kendi seviyesini(!) ortaya koyarak "Galiba!" diye cevap verdi.
Doğrusu, İsmet Özel, şu anda nasıl ve hangi aidiyet duygusu içindedir, tam bilemiyorum ama, İslami dünya görüşü ve bu dünya görüşünün telkin ettiği tevazu ve edep, böyle bir yaklaşımı ret eder…

Ayrıca, tekrar belirteyim ki Özel, kendi içinde çelişki ve tutarsızlık içindedir.Zira, bir taraftan, Allah'ın Türk milletini diğer milletlerden üstün yarattığını iddia edecek ve üstelik bu iddianın tartışılmasına dahi tahammülünüz olmayacak; diğer taraftan, başka bir bağlamda, Türklerin bir millet bile olmadıklarını, "şuursuz, "orta zekalı" vs. olduğu iddia edip hafife alacaksınız.
Özel'in düşüncelerini "esas" açısından tartışmayacağımı belirtmiştim ama, şuna işaret etmekten kendimi alamayacağım: Keşke Özel, Allah'ın seçilmiş kullarının (!) yaşadığı Türkiye'de neden "kişi başına düşen milli gelir"in (en iyimser rakamlarla) 4.000 dolar olduğunu; gelişmiş ülkelerde ise 30.000 dolara kadar çıktığını da izah edebilseydi?

Sonuç olarak; İsmet Özel, kendisini fildişi kulede görmekten vazgeçmeli ve ayakları yere basmalıdır.Türkiye dışına çıktığınızda İsmet Özel diye bir insanı kimse tanımaz bile… Ansiklopedilerde, şurada burada onun adını İslamcılar arasında zikredenlerin de aklına şaşarım… Yukarıda da belirttiğim gibi, Özel, "Ben, toplumsal sorunlarla ilgili hangi konunun çözümüne katkıda bulunabilecek bir fikir ortaya koydum?" sorusunun cevabını vermelidir…Fazlurrahman gibi, tüm İslam dünyası, hatta tüm dünya tarafından tanınan ve "tarihsellik" gibi, İslami kutsal metinlere uygulanabilir hale getirdiği bir metodoloji ortaya düşünürler varken ve onların tevazu ve mahviyetleri ortada iken, Özel'in kendisini dünyanın merkezi kabul etmesi, sadece bir hezeyan olarak kabul edilebilir…

Onu bir düşünür olarak hiçbir zaman kabul etmediğim gibi, şairliği konusunda da şunu söyleyebilirim kısaca: İsteyen,Türkiye yazarlar Birliği'nin resmi sitesi www.tyb.org.tr adresine girip, "Mavi Çadır" dergisi bünyesinde, "Salih Cenap Baydar" tarafından elektronik ortamda hazırlanan "Dijital Müteşair" programını kullanarak bol miktarda İsmet Özel kalitesindeki şiirleri kendisi de rahatlıkla yazabilir… Program, "Şiir Yaz" düğmesine basıldığında, kelime bankasındaki çok sayıdaki sıfat, isim ve fiil arasından tamamen tesadüfi olarak seçtiği kelimeleri bir araya getirerek "şiir" yazmakta.

Ahmet Erbay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 5,715,715,715,715,715,71
              7 Kahveci oy vermiş.
19 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Yasemin Duman


ÖZGÜRLÜĞÜN YAŞANDIĞI YER -2-

Siz orak armudunun tadını bilir misiniz? Öyle hoş bir kokusu ve tadı vardı ki… Yedikçe yemek istersiniz. Şimdilerde öyle armut bulmak zor. Yıllardır yemedim desem yeridir. Genelde her tarlada bir armut ağacı bulunurdu. Koşarak ağacın altına gider ne kadar armut düşmüşse eteklerimize toplar, yiyerek orak biçenlerin yanına gelirdik. Ağacın altında armut bulamazsak sopayla ya da taşla düşürmeye çalışırdık. Yiyeceğimizden fazlasını düşürmemize izin vermezlerdi.

O sıcakta güneşin altında saatlerce çalışmak hiç de kolay değildi. Sık sık su isterlerdi bizden. "Kız suyu çok lezzetli olur" deyip heveslendirirlerdi. Çoğu zaman sıcaktan su ısındığı için bazı tarlaların içinde ya da kenarında bulunan ve dağlardan geldiği için buz gibi suları akan çeşmelere gönderirlerdi bizi. Hem su kabı küçük hem de çabucak ısındığından sık sık çeşmeye gitmemiz gerekirdi. Bitmek bilmeyen çocuk enerjimizle oradan oraya koşturur dururduk. Bütün gün tarlada koşturmaktan akşama doğru eve dönüşte son enerjimizi de harcar eve gelir gelmez minderin üzerinde çoğu zaman yemek yemeden uyur kalırdık.

Köyde en çok geceleri tuvalete gitmek zor gelirdi. Eski taş evlerde tuvalet içerde değil evin dışında kuytu bir yerde olurdu. Yalnız başıma gitmeye cesaretim olmazdı hiç. Köpeklerden, masallarda anlatılan yılan, çıyanlardan korkardım hep. Anneannemin masal arşivi genişti… Andıklar, sandıklar neler yoktu ki…

Uykudan uyanıp da salon kapısını açıp dışarıya çıktığımda kendimi bambaşka bir dünyada bulurdum adeta. Her yer ışıl ışıldı. Sanki gece değil de gündüz gibi. O küçücük yıldızlar ortalığı ışıl ışıl yapmış. Bütün yıldızlar bir araya toplanmış gibi… O kadar sık ve yakın görünürlerdi ki, elimi uzatsam tutacakmışım gibi. Samanyolu'nu hiç bu kadar yakından görmemiştim sanki, hiç bu kadar ışıl ışıl değildi. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin köyde geçen zamanlarında hep çimenlere uzanıp yıldızlara dalmak isterdim. Ama bunu birkaç dakikadan fazla yapamazdık. Hem özgürce dolaşan köpeklerden korkar hem de sivrisineklerin ısırmalarına dayanamazdık. Uykunun kaçarak uzaklaştığı çocuk bedenlerimizi daracık pencerenin çıkıntısına bırakır küçücük camdan yıldızlara bakmaya çalışırdık.

O zamanlar tek lüksümüz dedemin pilli radyosuydu. Tabii ona bizim dokunmamız yasaktı. Her akşam dedem radyosunu alır, ajansı (haberleri) dinlerdi. Ajans biter bitmez de radyoyu kapatır, yerine koyardı. Sadece "Radyo Tiyatrosu"nun olduğu bazı akşamlar biraz daha fazla dinleme şansımız olurdu.

Gündüzleri hava ne kadar sıcak olursa olsun geceleri genelde köy serin olurdu. Bu yüzden ortadaki oda kiler olarak kullanılırdı. Taş ev olmasından kaynaklanıyordu sanırım bu serinlik. Yaz kış odadaki maşınga yerinde dururdu. Akşamları az da olsa yatana kadar yakılırdı maşınga. Biz daha çok üşürdük çünkü. Gerçi oradan oraya koştururken anlamazdık üşüdüğümüzü, ama burnumuz akmaya başlardı hemen.

Orak biçimi bitince demetlerin harmana getirilmesi gerek. O zaman da bütün iş erkeklere kalırdı. Sabah kalkar kalkmaz anneannemle ben inekleri toplar dedemin söylediği tarlaya giderdik. Orda koyunlarla inekleri bize bırakıp dayımla dedem ekin demetlerini ineklerin çektiği kağnıya yükleyerek harmana getirirlerdi. Harmanda büyük bir sap yığını oluşurdu. Taşıma işlemi birkaç günden fazla sürerdi. Ben anneannemin yanında durur bana hikayeler anlatmasını isterdim. Bazen de beş taş oynardık. Hayvanlar tarladan dışarıya çıkmaya başladığında koşa koşa gider onları tarlanın içine çevirirdim. Akşama kadar bu böyle sürer, hava kararmaya başlayınca da dedem bizim yanımıza gelir koyunları ona bırakır ineklerle birlikte eve dönerdik. Harmanda ekin yığını büyüdükçe büyürdü. Taşıma işlemi bittiğinde artık batozun gelmesi beklenmeye başlanırdı.

O yıllarda köyde biçerdöver yoktu. Hatta civar köylerde bile yoktu. Köyde birkaç traktör bulunurdu ve birde batoz. Batoz sahibi kendi ekinlerini çıkardıktan sonra sırayla tüm köylünün ekinini, yulafını ayırma işlemini yapardı. Tüm köylünün harmanı bitene kadar gece gündüz batozun gürültüsü hiç bitmezdi, pat pat pat... Taşıma işini bitiren köylü batoz sahibine haber verir, bekleme sırasına geçerdi. Ondan bir önceki kişiye sıra geldiğinde her an ona gelecekmiş gibi yardıma gelecek kişileri ayarlar, çalışanlara vereceği yemeği hazırlardı. Bazen sıranın gelmesi gece yarısını bulurdu. En az 6-7 kişinin batoz başında olması gerekirdi. Yoksa işler yavaş gider yada aksama olurdu. Bazen bize bile iş düşerdi. Bu genelde samandan ayrılan ekinleri küçük bir kapla çuvala koyma işi olurdu. Ama en büyük sorun samanın dağılmasıydı. Samandan ve tozdan korunmak için tüm vücudu kapatmak gerekirdi. Çoğu zaman sadece gözler dışarıda kalacak şekilde giyinilirdi. Çocuk hevesiyle bütün toza ve kaşıntıya rağmen başından ayrılmak istemezdim batozun. İş bitmeden batoz sustuysa büyük bir problem var demekti. Ya traktör bozulmuş, ya da batoz arızalanmıştır. Bu bazen günlerce süren bir arıza olabilirdi. O zaman herkesi bir telaş alır, gecikmeler sinirleri gererdi. En çok da havada bir değişiklik varsa zaman geçmek bilmezdi. Ekini ambarlara koyma işlemi hemen anında yapıldığı için sorun yoktu, ama samanı da samanlığa yerleştirmek gerekirdi. O sıcakta tüm vücut sarılmış şekilde saman taşıma işlemi yapılırdı. Tabi biz de samanlık çevresinde dolanır, yakaladığımız her fırsatta samanlığa dalardık. Samanların üzerinde yuvarlanması çok güzel olurdu. Koşturmaca içinde anlamazdık ama vakit ilerledikçe samandan dolayı kaşıntılar başlardı. O zaman da bakırda ısıtılan suyla odanın köşesinde bulunan küçücük yerde duş almaya çalışırdık.

Köyde harman boşalıp herkesin samanları ortadan kalkınca harman sonuna bırakılan düğün hazırlıkları başlardı. Bir yandan düğün günleri kararlaştırılır bir yandan da şehre alışverişe gidilirdi.

Bu arada köyün delikanlıları harman bitiminde bir gece toplanıp tüm evleri gezer, hane sahiplerinin verdiği buğdayları toplarlardı. Ama bu gezme farklı olurdu. Gece herkes uyuduktan sonra annelerinin yada evdeki genç kızların giysilerini alır, onları giyerlerdi. Yüzlerini de örtüyle kapatır, ellerine çanları, darbukaları alıp sırayla tüm evleri gezerlerdi. Karanlıkta kimin kim olduğu bilinmezdi elbette, hem de o giysiyle. Aniden duyulan çan sesi ve darbuka seslerinden şaşkınlıkla yataktan fırlar, ne olduğunu çözmeye çalışırdık. Anneannemin "korkmayın yavrum 'camalcılar' geldi" demesinden sonra hep birlikte dışarıya çıkardık. Işık yakmamıza izin vermezlerdi. Sadece köyde yaşayanlar seslerinden kimin kim olduğunu çözebilirlerdi. Türküler söylerler, oynarlar ama bir türlü kendilerini belli etmezlerdi. Tanıdıklarımızın isimlerini söylesek de bize yanıt vermezlerdi. Yine de bizim için müthiş bir eğlence olurdu. Ellerindeki küçük fenerle sadece üzerlerindeki giysileri fark edebilirdik. Şimdi hala bu eğlence yapılıyor mu bilmiyorum.

Köylerde düğünler iki gün iki gece sürerdi. İlk gece hem kız tarafında hem de erkek tarafında düğün yapılırdı. Kına yakılmasına yakın erkek tarafında hazırlanan kına davullar eşliğinde kız tarafına götürülür, geline kına yakıldıktan sonra da geriye dönülürdü. Ertesi gün öğleden sonra düğün devam eder akşam ezanına kadar sürerdi. Herkes evine gider yemeğini yer, damdaki hayvanlara bakar tekrar düğün evine/yerine gelinirdi. Son gün "gelin alıcı" olurdu. Sabahtan kız evinde düğün başlar, "gelin alıcı"nın gelmesine yakın da "dakı" merasimi yapılırdı. Halayın ortasına bir sandalye koyulur ve gelin oturtulurdu. Daha sonra da kadınlardan biri dakı merasimini kayınvalide ve kayınpederinin verdikleriyle başlatırdı. Herkes meraklı bakışlarla kadının söylediklerini duymaya çalışırdı. En çok ta köylülerden tepsi, tabak, tencere yani mutfak eşyası gelirdi. (O kadar lüzumsuz mutfak eşyasını ne yaparlar diye merak eder dururdum) Dakı olayı bitince kayınvalide evine gider ve gelin alıcı yola çıkardı. Köyün delikanlıları ve davulcular önde, gelin arabası arkada oynayarak gelin almaya gelirlerdi. Dönüş de aynı şekilde oynayarak olurdu. Köyün delikanlıları yolu uzatabildikleri kadar uzatırlar, hava kararmak üzereyken gelinin eve girmesine izin verirlerdi. Bazen yolda tek bir noktada saatlerce oynadıkları olurdu. Acıktıklarında küçük çocuklardan eve haber gönderirler, tepsilere hazırlanmış yemekler ve içecekler gelirdi. Onları izlerken acıktığımızı hisseder eve gidip karnımızı doyurur, geriye düğün alayına dönerdik. Akşam ezanıyla birlikte gelin eve girer bizler de evlerimize dağılırdık. Bazen o gece de düğün yapılırdı. Günlerce süren koşuşturmanın sona ermesi herhalde en çok düğün sahibini sevindirirdi.

Harman işi bittiğinde herkeste bir rahatlama olurdu. Akşamları kadınlar el fenerlerini ellerine alıp gece gezmelerine başlarlardı. Orda da boş durmazlar kimi patik örer, kimi de yün eğirirdi. Kimi de "cacala" yapmak için kullanılmayan giysileri kesip yumak haline getirirdi. Yani köy kadınları hiç boş durmazdı. Ben anneannemin eğirdiği yünden metrelerce zincir ördüğümü hatırlıyorum. Sorana da dayımın düğününe gelin arabasına süs yapıyorum derdim.

Köye gelen bir misafir kim olursa olsun en iyi şekilde ağırlanırdı. Eğer gelen erkek misafirse ve köyde tanıdığı da yoksa köy odasında ağırlanırdı. Muhtar bekçiden evin birine haber gönderir, evde yemek hazırlayacak kişi varsa yemek saatine güzel bir tepsi hazırlardı. Her öğün için ayrı ev görevlendirilirdi. O an evde hazırda ne varsa evin durumuna göre mutlaka dolu dolu bir tepsi giderdi köy odasına.

Sanırım hayatın en güzel günleri çocuklukta geçiyor. Bunda köydeki sıcak sevginin, doğallığın da etkisi var. Özlem duyulacak kadar güzel bir yaşam.. Sevgi dolu bir ortam.. Doğayla baş başa geçirilen en güzel günlerim… Ve her gün yaşanan binlerce olay…

Bitti

Yasemin Duman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              8 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Mehmet Güneş

 Kahveci : Mehmet Güneş


  SIR (11)

Efahren ofisine geldiğinde idama hazır bir mahkum gibiydi. Sanki hayatla bütün bağları kopmuştu. Sekreterinin kendisine bir şeyler söylediğini biliyordu ama ne söylediğini anlamadığından emindi. Bütün gün aklı Parlamenter Nürünbger'in sözlerini düşünüyordu. Nasıl olurda kazı izni iptal edilmişti. Hangi sebeple, gizledikleri neydi? Bütün bunlar kendisini bunaltmaktan da öteye götürüyordu. Çantasından bütün kanıtları çıkardı. Tek tek eline alıp dikkatlice baktı. Bütün hepsini imha etmek istiyordu.Bu hırsı kendisine veren bay Nürünberg'in söylediği bir çift kelimeden başka bir şey değildi.Doktor Peter'in verdiği raporlar ve SS subaylarının nöbetçi çizelgesi, başta olmak üzere kaset ve fotoğrafları yanına alarak çantasına düzenli bir şekilde koydu. Ofisinde ki kasasında sakladığı tabloyu da çıkartıp masanın üzerine koyduktan sonra, hepsini toparlayıp akşam Jeny ile olan yemeğe götürmek üzere masanın üzerinde bıraktı.Saatler 17:40'ı gösteriyordu. Eve gidip hazırlık yapmalıydı akşamki yemek için. Atkısını ve masanın üzerindeki kanıtlarını alarak ofisinden çıktı. Sekreteri Linda'ya…
-Yarın gelmeyeceğim.
-Bir sorun mu var efendim.?
-Hayır Linda. İlgin için teşekkür ederim.
-Peki efendim…

Ofisinin mermer koridorlarından ilerlerken asansöre geldiğinde,asansörün çalıştığını fark etti. Bir an tebessüm etti.Aksiliğin en bol anlarında bile küçük bir tebessüm yaratmak her zaman mümkünmüş diye düşündü.Daha fazla bu karamsarlıkta kalmamak için, cebinden çıkardığı sigarayı yaktı ve evin yolunu tuttu.

Eve geldiğinde bir duş alıp, kıyafetlerini hazırladı.Köpeğinin yemeğini verdikten sonra, aynanın karşısına geçip kendine çeki düzen verdi.Saçlarını taramak yerine, parmaklarıyla saçına farklı bir şekil vererek Jeny'nin karşısına daha neşeli ve daha şık bir şekilde çıkmak istiyordu.

Efahren otelin lobisine geldiğinde saatler 19:36'yı gösteriyordu. Jeny'nin gelmesine daha yarım saat vardı neredeyse. Lobide bir süre gazete okuyup kahve içti. Gazetede göz gezdirirken, kendisine yaklaşıp sessizce kendisini izleyen birinin gölgesini fark etti. Bu Jeny'den başkası değildi.
-Özür dilerim çok bekletmedim umarım.
-Hayır yeni gelmiştim bende.
-Buyurun yukarıya balkona çıkalım,oranın manzarası gerçekten harika.
Efahren Jeny ile birlikte merdivenlerden çıkarken gözleri Jeny'nin üzerindeydi. İlk kez Jeny'i bu kadar güzel ve çekici buluyordu.Üzerindeki siyah elbisesi, derin gögüs dekoltesi ve omuzlarından dökülen uzun saçlar bambaşka biri yapmıştı sanki Jeny'i. Balkona geldiklerinde hava tamamen kararmış, şehrin bütün ışıkları ayaklarının altında geziniyordu.Masalarına oturduklarında, birkaç dakika sessizce bekledikten sonra… Efahrenin gözlerine bakarken…
-Umarım daha iyisindir.
-Evet çok iyiyim. Artık dert etmiyorum zaten.
-Bence de dert etmeyin.Hüzün sizin yüzünüze hiç yakışmıyor.
-Bütün çalışmalarımın sonucu sadece buna bağlıydı.
-Evet biliyorum,gerçekten çok emek sarf ettiniz.
-Siz bana ne anlatacaktınız ?
-Henüz erken, ben çok acıktım.
O sırada garson gelip siparişleri aldı.Mönü de birkaç Alman kültürüne ait yöresel yemekler ve balık çeşitlerinden başka bir şey yoktu.Pek kalabalık bir yer olmasa da hayli güzel ve özel bir mekandı.Jeny Efahren'in elindeki kanıtları görmek için.
-Çalışmalarınızı görebilir miyim?
Efahren çantasını eline alıp, şifresini girdikten sonra masanın üzerinde koydu.İçersin de bulunan bütün resmi kayıtlı belgeleri çıkardı. Çantayı açık bir şekilde Jeny'e doğru uzattı.
Jeny çantadaki kağıt parçacıklarını eliyle dikkatlice çıkartıp kontrol etmeye başladı.Kağıtlar çok eski olduğu için, sararmış ve hafif yırtınmalar meydana gelmişti. Dikkatlice ve özen göstermeden bakmasa kesinlikle darmadağın olup parçalanabilirdi.
Jeny bir süre evrakları inceledi ve belgelerin hepsini tekrar çantaya koyarak Efahren'e uzattı.
Efahren sizinle açık ve dürüstçe konuşacağım.Fakat şunu bilmenizi isterim ki çalışmalarınız gayet başarılı ancak size anlatacaklarımdan önce beni dikkatlice dinleyip, bu konuştuklarımızı çalışmalarınızda kullanmayacağınızı ve bundan kimseye bahsetmemenizi istiyorum.
Bir süre Efahren durup düşündü. Gerçekten meraklanmıştı, Jeny neden bahsedecekti acaba? Bu kadar ciddi olarak ilk kez görüyordu onu. Efahren çantayı tekrar kilitledikten sonra.Yere doğru yavaşça indirdi.
-Peki dinliyorum o halde.

Führer 29 Nisan 1945 de biliyorsunuz Eva Braun ile evlendi resmen.
-Evet biliyorum.
-Burada ki tek amaç neydi sizce.
-Bilmem? Sanırım Eva'nın istediğini yapmak içindi.
-Aslında biraz öyle ama asıl konu bu değildi
-Neydi peki?
-Anlatacağım.

O sırada verdikleri yemek siparişleri ve şarapları gelmişti.Efahren şarap doldururken. Jeny anlatacakları konular hakkında tekrar düşünüyordu.Kendisini riske sokmaktan korkuyordu ama Efahren kimselere bahsetmeyeceğine dair söz vermişti.Ona güveniyordu. Güveninin temel nedeni ondan hoşlanmış olması ve ona anlatacakları konu ile daha yakın olmasını istiyordu. Yemeklerini yavaşça ve hiç konuşmadan yemeye devam ediyorlardı. Efahren Jeny'e bakıp...
-O resmi düğündeki amaç neydi?
-Sadece Führer sığınağının kalabalık görünmesiydi.
-İyi de neden?
-Hitler ile bahsettiğiniz Müller adında ki komedyen ile yer değiştirmek için kaçınılmaz bir fırsat çünkü..
Efahren bunu duyunca şok olmuştu. Çalışmalarında bahsettiği komedyen Müller'in kaybolduğu ve anice götürüldüğü tarihle her şey aynı. Ve bu çalışmalarını doğruluyordu çünkü..
-Siz bunu nerden biliyorsunuz?
-Size her şeyi anlatacağım, ancak pek fazla sorularla sıkıştırmayın beni lütfen...
-Tabi özür dilerim.. Merakımdan sorduğumu biliyorsunuz
-Evet biliyorum diye tebessüm etti Jeny.. Siz çok çok ilerlediniz sonuca doğru ama bilmediğiniz o kadar çok şey var ki.
-Bütün gece sizi dinleyeceğim.
-Bundan kuşkum yok fakat yine de dikkatli olmalıyız, biliyorsunuz bu konu diğerleri ile aynı bir durum değil ki; bizi riske sokabilir.
-Biliyorum. Doktor Peter R. de bundan bahsetmişti.
-Doktor Peter R.yi çok iyi tanıyorum Efahren, sizdeki raporda imzasını gördüm. Sanırım bu belgeleri o verdi size.
-Evet bütün bunlar aslında ona ait. Bütün bildikleri dışında paylaştığı tek şey bu belgeler oldu. Hiçbir ip ucu vermeden ve hiçbir açıklama yapmadan bir gün ansızın öldü.
-Peki sizin asıl öğrenmek istediğiniz nedir ?
-Bendeki bütün kanıtlar hitlerin yaşadığına dair bir delil. Ancak tek sorun bir sığınak daha var onun nerede olduğunu bulamam. Oysa bu yapılacak olan kazıda bulacağımdan hiç şüphem yoktu.
-Evet bir sığınak var bahsedilen sığınak şu karşıda gördüğünüz..
Jeny parmağı ile Berlin ormanının doğusunda yer alan şimdiki hali, Berlin Emniyet Müdürlüğü binasını gösterdi.
-Ama orası yeni pek eski bir bina değil.
-Evet yeni bir bina ancak; bilinmeyecek ve saklı tutulması gereken bir sığınak için bundan daha iyi bir yer olabilir miydi?

Efahren şaşırmıştı.Bütün bunları araştırırken, kimsenin bilmediği bir sığınak olduğunu iyi biliyordu.Berlin de olduğunu da, ama nasıl olurda Jeny bütün bunları kendisinden daha iyi biliyordu. Jeny i şaşkın bakışlarla dinlemeye devam etti.
-Adolf Hitler hakkında başka ne biliyorsunuz? Diye sordu Efahren
Jeny elinden çantasından eski bir kağıt çıkardı.Kağıdın üstünde Hitler'in soy kütüğünden başka bir şey değildi.Sadece Hitler ve ailesini içeriyordu. Fakat bu hiçbir anlam ifade etmiyordu Efahren için.Küçük ve eski bir saman kağıdına yazılmış bir çizelge.
-Ne anlama geliyor bu.
-Hitlerin soy kütüğü.
-Bu bilinmiyor muydu?
-Hitler döneminde nüfus kayıtları yoktu.Nüfus kayıtları Berlin'de 1936 yılından sonra tutulmaya başladı.
-Evet haklısınız.. Peki bunu nerden buldunuz..
-Eva teyzenin günlüğünün içinden
-Bahsettiğiniz Eva, Eva Braun günlüğü mü?
-Evet ta kendisi
-Peki bu yakınlık nerden geliyor size.
-Biliyorsunuz benim annem Eva'nın yanında hizmetçilik yapıyordu Führer sığınağında
-Evet bahsetmiştiniz.
Jeny bir süre sustu. Aslında bütün bunları bilmenizi çok istiyorum fakat bunun beni riske sokmasından korkuyorum.
-Bayan Jeny ne olur bütün bildiklerinizi paylaşın benimle.
Jeny bir süre ne yapacğı konusunda kararsız kaldı fakat Efahren'e bahsetmeye başlamıştı bile bundan sonra geri dönmesi hem Efahren'i üzer hem de kendi sınırını aştığı için, haksız durumuna düşerdi.
Şaraplarından birer yudum aldılar aynı anda. Ve Efahren yemeğini bırakarak,masada ki yemek tabaklarını eliyle masanın boş kenarına doğru itti. Ve kollarını kenetleyerek masanın üstüne koydu.
-Bayan Jeny şimdi hiç tereddüt etmeden bütün bildiklerinizi benimle paylaşmanızı istiyorum.
-Bende istiyorum fakat bu sırdan bahsetmek o kadar zor ki korkuyorum.
-Lütfen korkmayınız size zarar verebilecek her şeyden çok ama çok uzaktasınız.
-Hayır Efahren sandığın gibi değil.Bilmediğiniz o kadar çok şey varki. Ve bazen bilmediğiniz için çok şanslısınız.
-Neden şanslı?
-Bildikleriniz size zarardan başka bir şey getirmez çünkü..
-Bunları tahmin edebiliyorum. Ve ben yinede bunları sizden duymak istiyorum.
-Peki O halde. Size tamamen anlatacağım bütün olanları.
Efahren sesini çıkarmamış usta bir dinleyici gibi gözlerini Jeny'den ayırmaksızın bekliyordu.
Jeny bir an derin bir nefes aldı ve Efahren gibi kollarıyla bağdaş kurarak masanın üzerine dirsekleriyle yaslandı.
-Tarih 30 Nisan 1945 Annem Heinz Linge Führer sığınağından sabah erkenden ayrılmıştı.
-Nereye ayrılmıştı?
-Son ve bilinmeyen sığınağa
-Bu sığınağın girişi nerde peki?
-Aslında bu sığınağın tek girişi Führer sığınağındaki mutfaktaydı.
-Peki bu sığınağı annenizden başka kim biliyordu?
-Hitler, Eva Braun ve Telsizden sorumlu SS subayı Roches Misch biliyordu. Misch en sadık subaylarından birisiydi Hitlerin'in fakat bunu Eva Braun bile bilmiyordu. 30 Nisan 1945 günü saat 14:41 sıralarında Hitler herkeslerle vedalaştı ve vedalaşmak için son olarak mutfakta çalışan personellerle görüştü.O sırada Bay Müller'e son sığınaktan çıkma emri verilmişti.
-Fakat anlamadığım bir şey daha var
-Ne?
-Hitler ve Müler yer değiştirdi diyorsunuz
-Evet
-Peki ya Eva Braun'un yerine kim geçti?
-Hahah diye kahkaha attı Jeny. Sevgili Efahren size izah ettiğim gibi bunların tamamı gerçek değil. Yerine kimin geçtiğinin ne önemi var ki? Bilemiyorum ama sanırım orda çalışan bayan personellerden biridir.
-Devam edin lütfen sakın ama sakın durmayın.
-İntihar saati 15:57 de gerçekleşmişti bildiğiniz gibi.
-İntihar eden kişi aslında Müller'di öyle mi?
-Evet Müller'di ancak, intihar işini kesinleştirmek için Roches Misch telsizin başından ayrılarak Hitlerin odasına gidip müllerin anlına bir kurşun sıkmıştı, ve Eva'nın yerine konulan kadınla arasında dikkat ederseniz cesetlerin bulunduğunda 2 metre kadar bir boşluk vardı. Bu boşluğu yaratan Müller'di.
-Neden?
-Bu durumu bilmiyordu ve intihar edeceği oyun kendisinin son ve gerçek oyunu olmuştu. Tereddütte kalıp kaçmayı denemişti ancak Roches Misch kendisine ateş ettiğinde, koltuk yerine yere düşmüştü.
-Peki Hitler ve Eva'yı taşıyan SS subaylarının ifadesine göre taşıdıkları kişinin Hitler olduğundan eminlerdi ancak yüzlerinin kapatılmasının tek nedeni Roches Misch öyle istemiş denildi.
-Söylediğim gibi bu oyundaki asıl kahraman Roches Misch kendisinin hala hayatta ve yalnız yaşadığını biliyorsunuz sanırım.
-Evet biliyorum. Daha sonra neler oldu?
-Daha sonra SS subaylarından 4 kişi Cesetleri çıkararak Führer sığınağının dışındaki top çukuruna yerleştirip,üzerilerine benzin dökerek yaktılar.
-Peki ya gerçek Hitler'e ne oldu?
-Tabi ki Führer sığınağındaki girişten başka bir sığınağa geçti?
Bütün bunları soğukkanlılıkla anlatan Jeny'i hayretler içerisinde kalarak dinliyordu Efahren.
-Anlamadım?
-Anlamadığınız ne Efahren?
-Führer intihar etmedi ve başka bir sığınağa kaçtı varsayalım.
-Bunlar varsayım değil Efahren bunlar gerçeğin ta kendisi
-Bunu sizden başka kim biliyor?
-Bu bilgiler İsrail Haber Alma Teşkilatı (Mossad) arşivinde var.
-Nereden biliyorsunuz?


(Hitler'in Nüfus Kayıt Çizelgesi)

Devam edecek

Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,888,888,888,888,888,888,888,888,88
              8 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.798 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Gitti Gidiyor

Gitti gidiyor,
Ellerimden sonsuzluğa,
Bohçasında anılarına sakladığı,
Yokluğundan viran bir şehir.

Gitti gidiyor,
Kanadında kuş çırpınışları,
Gözlerinde yılgın rüzgarlar,
Başında dolaşan bir deli poyraz.

Gitti gidiyor,
Saçlarını savurarak geçmişe,
Ayaklarının altındadır,
Kayalıklara vurmuş bir deniz.

Gitti gidiyor,
Yangınından bir yürek bırakmış,
Yitik zamanların korkak uşağını,
Kokusundan hasretli bir ten.

Denizlerini çoktan aşmış yokluğu,
Meltemleri düşmüş poyrazlarına yenik,
Pişmanlık tohumunda boğulmuş sevdiği de,
Gitti gidiyor kanadı kırık serçeciği.

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

İnternet üzerinde Türkçe sözlük olarak sonuna kadar emin olabileceğiniz tek kaynak, tabi ki Türk Dil Kurumu'nun sanal sözlüğü. http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/sozara.htm kısayolunda ulaşacağınız bu kaynakta sadece Tükçe sözlük değil, ayrıca imla klavuzu ile doğru yazma ve doğru konuşma üzerine örnekli bir kaynak da bulacaksınız.

Konu sözlük olunca ekşi sözlükten bahsetmemek olmaz. http://sozluk.sourtimes.org/ kısayolundan ulaşabileceğiniz bu sözlük konusunda yorum yapmak yerine kendi yorumlarını yazıyorum. ...Bu sitede yazilanlarin hicbiri dogru degildir. 18 ya$in altindakilerin kullanmasi hukuken sakincali olabilir (zaten o ya$ta ne i$iniz var internette sitede cikin, gezin, gezdirin). Yazarlar Ek$i Sozluk'e yazdiklari entry'lerin telif haklarini Michael Jackson'a devretmi$ sayilirlar. Sitede yazilanlari kaynak belirtmeden Word'e aktarip "Fw: Turk astronot ve houston! cok komikkkk!" diye arkada$larina yollayan pespayedir, hemzemindir, hincaldir, uluctur. Hukuki gereklilikler haricinde yazarlarin kimlik bilgileri saklidir. Sadece arada yoneticiler tarafindan onemli bir gerekceyle incelenip "tuh erkekmi$" denebilir. Bir gun kapimiza biri gelirse "kim lan bunlar" diye "bi sn du$tayim" denir mutfak penceresinden kacilir... Biraz uzun oldu ama napim bölmeye kıyamadım.

İnternet üzerinde en fazla farklı dilde birbirine çeviri yapabilen, (benim bildiğim), tek sözlük olarak http://www.langtolang.com/ 'u öneriyorum. Dil kapasitesi daha fazla bir sözlük kaynağı varsa lütfen bana da bildirin.

İşte bu da işin en bi daha eğlencelik hali http://dictionary.reference.com/fun/crossword/index.html Eğlencelik dediğime bakmayın aslında ingilizce dil bilginizi ve genel kültür seviyenizi test edebileceğiniz hoş bir kaynak.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz adreslere bir yenisi eklendi. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhotoFiltre 6.1.2 [1549 B] All Windows Free
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe
Harika bir resim editör programı. Ücretsiz olmasına rağmen amatör ihtiyaçların hepsini fazlasıyla karşılayabilecek nitelikte. Her bilgisayarda olması gereken bir yardımcı program. Son versiyonu çıkalı 5 gün olmuş, kaçırmayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050614.asp
ISSN: 1303-8923
14 Haziran 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com