UNIVERSIADE 2005 İZMİR



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 798

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 15 Ağustos 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : İSTENSEYDİ!..


İyi haftalar,

UNIVERSIADE 2005 İZMİRYüreklerimizi kabartan bir organizasyon sürüyor İzmir'de. Bize yansımayan aksaklıklar mutlaka oluyordur ama genel görüntüsü içinde, tesisleri, yarışmaları ve genç sporcularımızın nisbeten başarılı sonuçlarıyla tarihe geçecek bir olay olacağı şimdiden belli. Bu konuda takılıp kaldığım, biraz burulduğum tek bir nokta var. Açılış gösterisinde yer almayan görüntüler. İtiraf etmeliyim, başından sonuna kadar zevkle izledim. Ekran olarak saha zemininin kullanılmasını başlarda yadırgasam da, bu tür gösterilerin, sahada seyreden seyirciden ziyade ekranda izleyenler göz önüne alınarak hazırlandığını düşünerek yatıştım. Ve, tüm gösteriyi, bunu Cumhuriyet'e, Atatürk'e nasıl bağlayacaklarını düşünerek ve bekleyerek geçirdiğimi söyleyebilirm. Hele sonunda bizi bir sürprizin beklediğini söyleyen spikeri duyunca merakım bir kat daha arttı. Ancak bildiğiniz gibi görkemli gösteri Mevlana ile doruğa çıkıp harika bir şekilde de bitti. Mutlaka birşeyleri kaçırmışımdır diyerek çok üstünde durmadım. Ama toz kondurmak istemediğim bu organizasyondan ağzımda kalması gereken lezzet biraz ekşidi demek zorundayım. Öyle ya, bin yıllık Türk devletlerini temsilen bayrakların koşuşturduğu, 3. Selim, Hazerfan, Piri Reis, Truva atı, Mehteranın boy gösterdiği bu gösteride Atatürk ve Cumhuriyet neden yoktu? Ertesi gün benimle aynı rahatsızlığı duyan epeyce insan olduğunu görünce kaçırdığımız bir nokta olmalı diye düşünmedim değil. Örneğin bu tür gösterilerde ülke liderlerinin gösterilmemesi, savaşı çağrıştıracak sembollerden kaçınılması gibi kurallar varmış. Evet Atatürk bir lider, savaştı da. Amma velakin "Yurtta sulh cihanda sulh" sözünü destur kabul etmiş bir lider. Ve onun önderliğinde kurulmuş bir Cumhuriyet'in nimeti olarak düzenlenen bu organizasyonda, varolan kuralları incitmeden bu işi halletmenin yolu İSTENSEYDİ mutlaka bulunurdu. Haa, Atatürk ve Cumhuriyetimiz bir açılış seyrine konu olmadı diye değer mi kaybedecekler? Haşaa.. Böyle bir şeyi düşünmek bile abesle iştigal olur. Ancak organizasyon komitesindekilerin mensubu ya da sempatizanı oldukları parti ve düşüncelerin doğrultusunda, önlerine çıkan bu şansı iyi(!?) kullandıklarını düşünmekteyim. Biraz irdelerseniz haksız olmadığımızı sizlerde görebilirsiniz. Biliyorum bekara karı boşması, dışarıdan ahkam kesmesi kolaydır. Ama ilişkiler, yetkililerin sözleri dikkate alındığında pis kokular geldiği görülecektir. Sanıyorum, 21 Ağustos'tan sonra epeyce ses getirici konuşmalar yapılacak. Umarım yanlış düşünenler bizlerizdir. Hepinize güzel bir çalışma haftası dilerim. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

9 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ferda Önler

 TEYZUŞ : Ferda Önler


  DÜŞÜNCELER : DOST OLMA SANATI

Ara-sıra yazılarını okuduğum köşe yazarlarından biri, bu başlıkla kaleme aldığı yazısında şunları yazıyordu:

"Filozof Platon; "Dost, hem iyi görünen, hem iyi olan insandır" demiş yüzyıllar önce.

Günümüzde belki de eskiye göre daha fazla gerçek dostlara ihtiyacı var insanın. Çünkü dünya giderek acımasız, maddi, sanal, yapay bir biçim alıyor. Hayatta karşımıza çıkan sorunlarla başa çıkmak, onları aşmak, dostlarımızın desteğiyle mümkün. Bizi dinleyecek, anlayacak, kollayacak bir kişinin varlığı bile en büyük zenginlik olsa gerek. Dost kazanmaya çalışırken, dost olmaktan kaçınmamak da gerekiyor tabii ki. Bunun için de Platon'un yazdığı gibi iyi bir insan olmaya, öyle anılmaya, bilinmeye çalışmalıyız.

Peki dost olmak, dostluk kazanmak çok mu zor? Hayır. Öncelikle kendinizle ilgili endişelerinizden kurtulun. "Beni seviyorlar mı, sevecekler mi, saygı duyacaklar mı?" sorularını bırakın. Soruları değil davranışlarınızı gözden geçirin. Dost olmak istediğiniz kişiye şans tanıyın. Soğuk ve hesaplı davranarak ilişkinizi teste sokmayın. Şayet böyle yaparsanız karşınızdaki sizin kendisini istemediğiniz kanısına kapılır. Sizse ihmal edildiğinizi, önemsenmediğinizi düşünerek, kaygılanırsınız.

Arkadaşlık için çaba gösterin ama bunu abartmayın. Sevginizle boğmayın. Karşınızdakiyle konuşacak hiçbir şey bulamıyorsanız, onun herhangi bir konudaki fikrini, zevklerini, hoşlanmadığı şeyleri, geçirdiği deneyimleri sorun. Anlattıklarını da ilgiyle dinleyin. En iyi armağan ilgidir.

Karşınızdakine güven verin. Abartıya kaçmadan yeteneklerini övün. İnsanlar, sevmekten çok sevilmekten hoşlanırlar. Sevginizi hissettirin. Doğal olun. Rol kesmeyin. TV'lerde gördüğünüz sıradan kişilerin konuşmalarına öykünmeyin. Dikkatinizi karşınızdakinin üstünde toplar ve gözlem yaparsanız, kısa sürede ona karşı nasıl davranmanız gerektiğini zaten anlarsınız.

Bazen insanlar sizden öneri ve çözüm beklemek için değil, sadece rahatlamak için dertlerini anlatırlar. Bunu da unutmayın. Anlayış, sabır ve paylaşım, sizin dost olmanızı, dostluk kazanmanızı sağlar."

***

Bana göre son derece doğru ve yerinde tespitler. Özellikle de dost olmanın bir "sanat" işi olduğu. Tıpkı sanat gibi, emek istiyor, çaba istiyor, sabır istiyor. Gerektiğinde, özveri ve fedakarlık da bekliyor. O nedenledir ki de kolay kolay herkes başaramıyor bu işi. Başarabilenlerin ödülü ise, kazanılmış dostluklar oluyor, kuşkusuz.

İşte, Eflatun'dan da bu konuda birkaç öneri... Bilge kişi demiş ki:

"Eğer dost olmak istiyorsanız;

* Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın!
* Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır."

Neden mi aktardım bütün bunları veya son zamanlarda niye mi sürekli bu konu etrafında dönüp duruyor, bir şeyler yazıp anlatmaya çalışıyorum? Günümüz koşullarında sarılıp sığınabileceğimiz, sahiplenebileceğimiz başka neyimiz kaldı ki elimizde?

Ben zaten bunları biliyorum ve yapıyorum diyorsanız, ne mutlu size. Ne mutlu sizinle dost olana. Son bir söz de Seneca'dan: "Kendine dost olan, bilin ki herkese dost olur."

Ferda Önler
fonler@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,828,828,828,828,828,828,828,828,82
              11 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


ŞARAP PARASINA MASALLAR -4

Uzun lafın kısası o yavru büyüdü, serpildi çok güzel bir av köpeği oldu. Ama ne bana arkadaş, ne de kapımıza bekçi oldu. Hayvanda kendi doğasına özgü ve çok güçlü olan sadakat duygusu elden ele, evden eve gezerken hırpalanmıştı. Birisi seslenip çağırdığında onun peşine takılıp gidiyordu. Beş-altı çocuk tarafından birkaç gün beslenip sokağa bırakılmak hayvanın davranışlarında onarılmaz bir tahribat yaratmıştı. Sokaklarda başıboş olmayı, bir eve veya bir insana bağlanmaya tercih ediyordu. O güzel köpek hiçbir zaman benim can dostum, arkadaşım, başkalarına gösterip “Bak bu benim köpeğim.”deyip caka satabileceğim kadar bana yakın bir hayvan olmadı. Bazen birinin peşine takılıp komşu kasabalara bile gittiği olurdu. Ne zaman çıkıp geleceğini ya da kapımızın önünde kaç gün kalıp sonra tekrar kayıplara karışacağını hiç bilemezdim.

Seni tanıdıktan sonra o şirin, dünyalar tatlısı köpeğimi anımsadım. Sen de onun gibi az sevilmelere, az sahiplenmelere ve kısa süreli ilgilere alışkındın. Sizin için daha fazlası yoktu. Gerçeğiniz yani yaşadıklarınız size bunu öğretmişti. Daha az acı çekmek için daha az sevilmelere razı olabiliyordunuz. Birine sımsıkı bağlanmak yerine, iğreti tutunmaları ama çok kişi tarafından sevilmeyi seçiyordunuz. Ve elbette siz de kimseyi yüreğinizin derinlerine sokabilecek kadar sevemiyordunuz. Sürekli sevilmek ve bağlanmak sözlüğünüzde hiçbir zaman yer almamıştı. Ben çocukluğumda keşfettiğim gerçeğe rağmen bir kez daha imkânsızı bekliyordum. Her ikinizde de olmayan, hiç oluşamamış bir bağlılığı ve sahiplenilmeyi istiyordum. Bunu anladığım gün seni kendi haline bıraktım. Senden sürekli bir bağlılık ve kendim için her zaman ardına kadar açık bir kapı beklemek yanlıştı.

Öfkeli, kızgın, nefret dolu ya da seni sürekli yanımda tutamamanın yarattığı yenilmişlik duygusu ile tıka basa dolu değilim. Korkular, kaygılar ve sorular çıkmazı içinde bile olsa yaşadıklarımı farklı renklere boyadın. Monotonluğuyla beni boğan günlerime biraz ışık, duygu, hatta düş kattığın için sana teşekkür etmeliyim. Sen olmadan şarap parasına masallar anlatmak bedelini karşılamayan boş lakırdılar söylemekten farklı olamazdı.

Ben daha masallar anlatmaya başlamamışken sen uzak bir taşra kentine gitmiştin. Biliyorsun işte, kimse orta Anadolu’da uzak bir kente turistik amaçlarla gitmez. Bu işin ucunda her zaman illa ekmek derdi vardır. Ya okula gidersin ya da memuriyete. Kız başına vatani görevini savmak için gitmiş olamazsın ya. Asıl anlamakta zorlandığım gitmen, kalman falan değil. Kızların çoğu genellikle taşra kentlerinde dini telkinlerle ve tesettür görüntüleriyle tanışırlar. Oysa sen İzmir gibi bir kentten taşraya türbanlı, tesettürlü gitmişsin. Hem de ikinci öğretim öğrencisi ve kamuda görevli bir memur olarak.

Tesettürü giysilerini veya dindar olduğun mesajını sokaktaki diğer insanlara niçin yansıtma ihtiyacı duyduğunu sorgulamayı düşünmüyorum. On yedi yaşın hayhuyu içinde bir arkadaşının apansız ölümünün ardından derin korkular yaşadığını, kâbuslar içinde uykularının bölündüğünü bana zaten sen anlatmıştın. Çocukluğunda yapılan telkinlerin, yaratılan korkuların, cehennemin dipsiz kuyularının seni rahat bırakmadığını tahmin edebiliyorum. Geceni ve gündüzünü cehenneme çeviren korkulardan kurtulabilmek için böyle bir seçim yaptığını, hatta bir süreliğine mahallenizdeki cemaatlerden birinin namazlı, okumalı, dini sohbetli toplantılarına katıldığını yine senden dinlemiştim.

Çocukluk aşkları ve korkuların ardından maaşına uygun bir ev kiralayıp ilk defa bir başına o taşra kentinde hem çalışmaya, hem yaşamaya başlamıştın. Sabahları işine, akşamları okuluna gidiyordun. Hafta sonları hariç kendine hiç zamanın kalmadığını, sabahın erken saatlerinde başlayan günün gece yarılarına kadar dolu olmasından dolayı yaşamaktan zaman zaman yorulduğunu da tahmin edebiliyorum. Böyle zamanlarda karşımıza çıkan herkesi kabul etmek, başka zamanlar yüzüne bile bakmadığımız insanların yaşamımıza girmesine izin vermek çok daha kolaydır. Sonuçta bir cana hasret ve çok yalnızızdır. Bilgiçlik taslamak niyetinde değilim. Sadece seni anladığımı, yaşadıklarının bana çok da yabancı olmadığını anlatmaya çalışıyorum.

İstensen meramını bir masal anlatıcısının ellerine ve yavan kelimelerine teslim edeceğine kendin anlat. Örneğin o adama âşık olmak için baharı bekledin mi? Yoksa daha Kasım ortalarına varmadan yalnızlık canına tak mı etti? “Bunlar seni ilgilendirmez. Özel yaşamıma burnun sokma.”dememelisin. Masalcılar için edep, hayâ, ayıp ve günah, özel hayatın gizliliği gibi sınırlar yoktur. Anlatılanlar masal olduktan sonra evrensel bir dokunulmazlığa ulaşırlar. İnsan, mekân, zaman ötesi hale gelirler. Canın ne isterse söyleyebilirsin. Beni dilediğin gibi eleştirebilirsin. İstersen yerden yere vurabilirsin. Nasılsa sana aldırmayacağım. Herkes kendisine toplumsal bir sorumluluk ve kişisel bir anlam yükler. Benim misyonum da yaşamlara dokunmak ve masallalar toplamaktır. Sen de masallar hakkında yanlış düşünüyorsun. Masallar yaşama gözlerimizi açtığımız gün hastane odasında başlamaz. Uzun yıllar her şey ölümcül bir tekdüzelik içinde yürür. Can sıkıcı olmasına karşın bu dönem yaşamımızda her şeyin yolunda gittiği, huzurlu ve sorunsuz yıllardan ibarettir. Büyük iniş ve çıkışları, bizi tepe taklak eden riskleri barındırmaz. Bir an önce büyümek ve insan seli içinde kendi masallarımız yaratacağımız zamanları bekleriz. Ömrümüzün bundan sonraki çalkantılı ve olaylı yıllarında da hep geride bıraktığımız o huzurlu ve tekdüze zamanları ararız.

Sen, yeni yaşamaya başladığın bu kente, oturduğun sokağın gürültülerine, yağmurlara ve rüzgârlara hatta sabah ayazına bile alışmaya başlıyordun.

Seyfullah Çalışkan
seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


ÂH BU TÜRKÜLER!…TÜRKÜLERİMİZ!…

Toplulukları millet hâline getiren unsurların başında millî ve manevî değerler gelir. Bunları yaşadıkça ve yaşattıkça milletçe kenetleniriz. Nasıl ki çimento taşları sıkı sıkıya birbirine bağlarsa örf ve adetler, kültürel birikimler de değişik unsurlardan meydana gelen toplulukları birbirine bağlar.

Türküler bu değerlerin sese bürünmüş, nağmelere gömülmüş,notalarla örülmüş hâlidir. Türküler bizim sesimiz,yürek burkuntularımızdır çoğu zaman…Türküler Anadolu demek…. O coğrafyada acıları bal eden ve tahammülü destanlaşan şahsiyet abidelerinin gönül çağlayanı… Sinelere hapsedilen aşkların dilidir türküler… Kerem’in Aslı’sına, Mecnun’un Leylâ’sına, Ferhat’ın Şirin’ine, Tahir’in Zühre’sine söylediği yürek mektuplarıdır onlar… Ege türküleri yiğitlik, Akdeniz türküleri melânkoli, Orta Anadolu türküleri hüzün, Doğu ve Güneydoğu Anadolu türküleri ağıt, Karadeniz türküleri kıpır kıpır hareket ve hayata bağlılık duygularıyla örülüdür. Her bölgenin türküleri ayrı bir yönümüzü işler nağmelerin sihirli atmosferinde… Türküler beni benden alır, bambaşka dünyalara götürür. Bir uzun havada hüzünlenirim…. “Oy Trabzon Trabzon İçin Kalaylı Kazan” türküsü memleket özlemimi doruğa çıkarır. Yozgat Sürmelisi’nde sevdam alevlenir. Dedim ya türküler beni bana bırakmaz. Vaktiyle türkülere ilişkin hislerimi “Âh bu Türküler!” adlı şiirimde şöyle dile getirmiştim:

“Anadolu’muzun dili, gönülde harman türküler Soframda tuzum ekmeğim yarama derman türküler
Yaslı nağmelerde hasret, mazluma ağıt türküler Akan gözyaşımı dindir, efkârı dağıt türküler
Kerem’i nâra yandıran,yürekte Aslı türküler
Onulmaz dertlere salan,elemli, yaslı türküler

Gurbetten sılaya nâme,ruhuma akar türküler
İbrahim’in ateşinde sinemi yakar türküler

Gönülden gönüle köprü, kıtalar bağlar türküler
Gül bahçesi yangın yeri, bülbülü dağlar türküler

Edirne’den Kars’a kadar,yürekte gezer türküler
Sevgi deryasında yunup düşlerde yüzer türküler

Mehtabın koynuna girip her gece yatar türküler
Can evime mihman olup cana can katar türküler

Şu bahtsız gönlümü alıp zindana koyar türküler
Seyyid Nesimi misali derimi soyar türküler

Dün,bugün,yarın fark etmez, her çağda yaşar türküler
Önünde engel tanımaz bendini aşar türküler

Gözlerimden süzülen yaş, sazımda teldir türküler
Buram buram hasret kokan, bahçemde güldür türküler”

Adamı işte böyle söyletir türküler…. Böyle yakar sevda ateşini… Efkâr bırakırlar sinemizin derûnunda… Ezilmişliğin haykırışıdır türküler… Bazen isyan,bazen buram buram sevgi kokarlar…Neticede hayat kazanında pişirir, bizi biz yaparlar… Türkülerin bağrı yanık çocuklarıyız biz… Hissedip de ifade etmekte zorlandığımız duyguların tercümanıdır türküler… Türküler yalan söylemez hiçbir zaman … Hile,riya,gurur nedir bilmezler… Yürek dağlarından kopup gelen bengisu çağlayanıdırlar.

Globalleşen dünyaya meydan okuyan millî sesimizdir türküler… Batı kökenli her türlü müziğe rakiptirler. Daha doğrusu pop müziğinin saçtığı zehiri izale ederler. Onların sıcaklığını ancak ana kucağında bulabiliriz. Onları yok edemez hiçbir güç… Çünkü yürek devletinin başkentidir türküler… En son başkentler düşer.

Yaşamak da uzun bir türkü değil midir zaten?… Bazen coşkulu,bazen hüzünlü,bazen deli dolu… Türk’ü anlatır türküler… Onun yere göğe sığmayan engin muhayyilesini ifade ederler. Özümüzdür,sözümüzdür,ayı kıskandıran nurlu yüzümüzdür türküler….

Çocuklarımızı türkülerle büyütelim…. Türkü ikliminde büyüyen nesiller daha hoşgörülü ve sevecen olur. Pop onların ruhunu asabileştirir. Çünkü pop bu toprağın mahsulü değildir. Yaşasın bu toprağın bin yıllık sahibi Türkler ve Türk’ü anlatan türküler… Ebedî ezgimiz olsunlar.

M.Nihat Malkoç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,008,008,008,008,008,008,008,00
              7 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ceren Keskin


Kudüs ve ben

New York'tan yeni dönmüştüm. 11 Eylül saldırısını televizyonda izlerken, donmuş gibiydim. Hergün önünden geçtiğim ikiz kulelerin yıkılışı, bir film sahnesi gibiydi. Her sabah önünden geçtiğim he New York'un simgelerinden biri teröre yenik düşmüştü.
Amerika'da bunlar yaşanırken, ben Kudüs'e gitmeye hazırlanıyordum. O toprakları görmeden ölmeyeceğine yemin etmiş olan ben ve aynı duyguları paylaşan arkadaşım, sırt çantalarımızı hazırlamıştık. Ancak anne engeli ile karşılaştık. Ve gitmedik...

Üç semavi dinin ibadethanelerinin aynı avluya açıldığı Dinler Bahçesi ya da diğer adı ile Belek'teki Kudüs, bu hasreti yeniden gündemime getirdi.
Görkemli bir açılışla Belek'ten dünyaya hoşgörü mesajları verilirken, ben toprağı kan ile harçlı kutsal Kudüs'teyim.
Üç semavi dinin temsilcileri, barış ve kardeşlikten sözederken, ben, temelinde merhamet ve sevgi olan dinlere mensup insanların en acımasız savaşlarına tanıklık eden, insanlık tarihinin en önemli şehrindeyim...

Konuşmacılar, 'Düşünce ve inancın önünde engeller olursa dünyada yer alamazsınız' diye başlarken konuşmalarına, ben Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa'da, Musevilerin Ağlama Duvarı'nda dolaşıyorum.

Havada, 'İnsanlığın müşterek değerleri sevgi olmalıdır. Kör fanatizm, hayat hakkını sadece kendinde görmek başkasından esirgemektir' cümleleri dönüp dururken, ben, kutsal Filistin topraklarındayım. İşgalin, kanın, gözyaşının, acının ve direnişin tam ortasındayım. Umutsuzluğun saldırganlığa, umudun devlete dönüştüğünün tek tanığıyım.

Üç semavi dinin temsilcileri, 'Semavi dinlerde sevginin temelini hoşgörü oluşturur' diye vurgularken konuşmalarını, ben, Cenin Kampı'nda kanlı ateşlerin içinde kavruluyorum. Helikopterlerden yağan füzelerden korunmak için sağa sola koşturuyorum. Tankların altında ezilmekten kaçarken, kilitli kapıların dışında bekleyen ambulanslara ulaşmaya çalışıyorum. Kulaklarımda kendi dininden olmayan bir dine mensup küçük kıza silahını doğrultan askerin, 'Bir eve girdiğimizde sıradan bir aile ile karşılaştığımızda, çocuklar gözleri korkudan dev gibi açılmış bir halde bize bakıyorlar. Bu çok ağırıma gidiyor' sözleri.

Konuşmacılar, 'Din hayata anlam verir. İnsan hakkı bizim için çok önemlidir. Kimse hiç kimsenin mukaddes dinine hürmetsizlik, saygısızlık edemez' derken, ben, okula giderken bomba yerleştirdiği sanılarak kurşunlara hedef olan 13 yaşındaki kız çocuğu Ayman'ın kanlı fotoğrafında takılıyım.

Konuşmalar, 'Hepimiz kardeşiz' sözleri ile sona ererken, ben'im dudaklarımda, nerede okuduğumu bilmediğim bir şiir:

Yurdumda ölmek bana yeter,
gömülmek yurdumun toprağına,
toprakta dağılmak,
karışmak toprağa, yok olmak,
sonra dönmek bir gün yeryüzüne,
bir yeşil ot olarak...
ülkemde büyüyen bir çocuğun elinde,
bir demet çiçek olarak...


Ceren Keskin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
              6 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Derya Taktak

 Kahveci : Derya Taktak


  YAZMAK İÇİN BİR NEDEN...

"Her son yeni bir başlangıçtı" diye düşündü.
Peki neyin başlangıcı...Aslında bu herşeyin yeni başlangıcı olacaktı onun için. Yazmaya başlayacaktı. İlk defa yazı yazmaya. Bunca yıl yaşadıkları yetmişti ona. Artık paylaşma zamanıydı. Paylaşmak değildi aslında tek amacı. Biraz da üzerinde düşünmekti herşeyin. Anlamaktı olan biteni. İlk defa hayatını anlamaya çalışacaktı böylece. Anlamaya çalışırken havada duran taşları yerine oturtacaktı belkide. Bu anlık yazılar oluşurken cümle cümle, kendisini daha somut analiz edebilecekti. İlk defa saniyenin onda biri hızında akıp giden düşünceleri, yazı yazma hızına inip, aklında daha fazla kalacaklardı. Bu da düşüncelerini daha net bir biçimde görmesine, kafasındaki şekli dondurup, döndürerek tüm açılardan bakmasına yardımcı olacaktı.

Bilgisayarın başına oturdu. Felsefe yapmak değildi amacı, anı paylaşmak da değildi. Aslında herşeyi kendisi için yapıyordu. Son zamanlarda mutlu olduğu anların azaldığını hissetmişti. Bunun için aklında kalan bir kaç anısını dondurup dolaba atmak, her acıktığında yeniden ısıtıp yemekti amacı. Bunun için yazıyordu aslında. Diğerlerinin okuması için değildi.

"Yeni bir başlangıç" diye iç çekti. Sonra etrafına bakındı. Penceresinden uzanan Ankara manzarasına. Her gece olduğu gibi ışıkların hepsi aynı yerdeydi. Gökyüzünün sonsuz boşluğunda da olsa yerini bilen, her gece aynı yerde gördüğünüz yıldızlar gibi. Sonra da evine bir göz gezdirdi. Bir iki küçük yeni eşyanın dışında hiç birşey değişmemişti aslında. Peki bu neyin sonuydu?.

Son beş yılını düşündü. Aslında ona göre çok karmaşık, içindeyken asla çözemediği, dışına da asla çıkamadığı, asla huzur bulamadığı, mutluluk denilen şeyi acaba bu mu diye sorguladığı, kısacası her an herşeyi sorguladığı uzunca bir dönem geçirmişti. Aslında kendisi çıkamamıştı zaten bu dönemden. Apar topar içinden atılmıştı. Girdaptan ani çıkışı, içerde kendisiyle ilgili sevdiği bir çok şeyini bırakmasına sebep olmuştu. Şimdi mantıklı düşünüyor olmasına rağmen, yine de bu kaosun içine yeniden atlama tutkusu vardı içinde. Ama bu sefer herşey kendisi içindi. Apar topar atıldığı girdabın içinde kalan ve kendisine ait güzel şeyleri kurtarmaktı amaç. Çıkarken de bu sefer kendi rızasıyla çıkacaktı. Hem kaybettiği şeyleri yeniden bulmuş, hem de savaştığı için daha da güçlenmiş olacaktı.

Yazmak için çok fazla sebebi vardı artık. Bilgisayarındaki boş "word" ekranına baktı. Cursor'ın yanıp sönmesine takılmıştı gözleri. Gözleri ordaydı ama aklı başka yerde. Yeni bir başlangıç yapacaktı ama düşüncelerini geçmişten sıyıramıyordu. Mantığıyla düşünecekti ya hani herşeyi, beceremiyordu. Duyguları her üç saniyede bir biz de varız diyordu. "Alçak herif" dedi kalbiyle beyni arasından çıkan bir ses.

Ayağa kalktı. Yazmaya başlayamazdı. Hala çok sinirliydi. Önce biraz kafasını dağıtması gerek diye düşündü. Aslında bütün arkadaşları onun için seferber olmuştu. Onu yeni insanlarla tanıştırıyorlardı. Hatta daha dün gece birileriyle yakınlaşmıştı. Ama biraz dans ve sohbetten öteye gidememişti. Telefonunu bile almamıştı. "Olsun yine de bir başlangıç" diye düşündü. Bir dahaki sefere daha rahat olabilirdi herhalde. Ya da kendini kandırıyordu.

Mutfağa gitti. Buzluğunda hazır olan Martini bardağını çıkardı. Birazcık da kırılmış buz koydu içine. Bara gitti. Martini Bianco doldurdu bardağına. Yeniden pencere kenarındaki masasına döndü. Sandalyesine oturdu. Herşey hazırdı artık. Yeni hayatına başlaması gerekiyordu. Yazmaya başlamalıydı. Cursor yine yanıp sönüyordu. Dayanamıyordu artık.

Kararlıydı bu sefer. Geçmişe set çekecekti. Sadece yazılarında kalacaktı yaşadıkları. Bu sırada yeni insanlarla takılıyor olacaktı. Aslında takılmak pek ona göre birşey değildi. O çabucak aşık olurdu insanlara. Kendini kaptırırdı hemen. İyi niyetliydi çünkü. "Sen bu devrin insanı değilsin" demişti bir arkadaşı bir seferinde. Ama yine aynı şeyleri yaşayacaktı hemen aşık olursa. Sonra yine yeni bir başlangıç yapmak zorunda kalacaktı. Bu artık yeni başlangıçların sonu olsun istiyordu. Artık başladığı bir şeyin devamını getirmeliydi. Yoksa herşeyi yarım bırakmış ve başarısız bir insan olacaktı kendine göre.

Elleri klavyenin üzerindeydi. Ama yazamıyordu. Dün geceki çocuğu düşündü. Aslında ne kadar da hoş bir çocuktu o öyle. Güzel bir yüzü, süper de bir vücudu vardı. "Keşke biraz daha samimi konuşsaydım" dedi içinden. Önüne çıkan fırsatları tepiyor gibi hissetti kendini. Neyse ki onu seven arkadaşları vardı. "Ben yaratamazsam onlar yaratır"dedi içinden aptal bir gülümseme belirirken yüzünde, bir yandan da ne kadar zavallı bir düşünce tarzı diye de düşünmeden edemedi bir iki saniye sonra.

Olmuyordu. Yazamıyordu. Ayağa kalktı. Yazmak ona göre değildi şuanda. Karar verdi. O film seyretmeliydi. Belki düşüncelerini daha net görmesini sağlayacak bir film bulabilirdi. DVD arşivine doğru yöneldi. Filmlerine bakıyordu şimdi. Parmağını filmlerin üzerinde gezdiriyordu. "Bridget Jones'un Günlüğü...aslında süper film...müzikleri de güzel, ama elli kere seyrettim, şuanda birdaha çekilmez...henüz onun yaşında değilim üstelik" diye düşündü. "When Harry Meet Sally... hmm, Erkek ve kadın arkadaş olabilirmi, sevgili bile olamıyorlar" Hemen geçti. "Cahil Periler... durumuma uygun değil...". "Melekler Şehri...adam melek zaten, tabii aşık olunca herşeyi yapar, bizim dünyaya uygun değil..."Patch Adams...Ya kız ölüyor hiç çekilmez şimdi..."Sweet November...hmm bu güzel aslında, Charlize Theron'u da bana benzetiyorlar zaten, hem tip hem de tarz olarak uygun, bu biraz kalsın bakim..."Love Actually...süper bir aşk filmi, benim durumuma uygun olmasa da insanın kalbini ısıtıyor...bu da biraz dursun bakim...". Biraz bakındıktan sonra..."İşte ya tamam bu!" "Closer'i eline almıştı. "Kopya da olsa iyi ki almışım. Ne kadar gerçekçi anlatıyor ilişkileri, tamam budur".

Karar vermişti. Yazamıyordu. Kendi düşüncelerini keşfedemiyordu henüz. İlişkiler üzerine başkalarının sinemaya yansıttığı düşüncelerini izlemeye karar verdi. DVD'yi koydu. Sonra birden durdurdu. Popcornunu yapmayı unutmuştu. Mutfağa gidip mısırını hazırladı. Geri dönüp film seyretme moduna geçti. Ayaklarını uzattı. Play tuşuna bastı. İlk mısırını ağzına atarken düşündü. Yazı yazmak ona göre değildi. İşte yine film seyrediyordu. Yeni bir başlangıç falan ayak gelmişti ona birden. "Bırak yaaaa", dedi ve filmin keyfini çıkartmaya karar verdi...

Derya Taktak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,757,757,757,757,757,757,757,75
              8 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ahmet Erbay


İNTİHAR EYLEMLERİ: PİRE İÇİN YORGAN YAKMAK!

Terör ve şiddet eylemleriyle ilgili düşüncelerimi, "Irak:Direniş mi, Çılgınlık mı?" ve "Terör:Düşüncenin İflası" başlıklı yazılarımda ortaya koymuştum… Bu yazıda, bu konularla iç içe, ama daha spesifik, "insani" bir olguyu, yine daha çok "insani boyutuyla" ele almak istiyorum: İntihar eylemleri…

İntihar eylemlerini, pire için yorgan yakmak olarak tavsif edişim boşuna değil… Çünkü, burada gerçekten de böyle bir durum sözkonusu…Zira, "eylem"le, eylemle hedeflenen şey veya eylemin gerekçesi arasında korkunç bir uçurum olduğu kanaatindeyim…

İntihar eylemleri niçin yapılır?
Herkesçe bilindiği gibi bu eylemler, ya işgale uğramış bölgelerde bu işgale karşı bir "direniş" amacıyla; ya, kendisinden memnun olunmayan bir düzeni değiştirmek ve yerine farklı ve yeni bir düzen kurmak için veya elde edilmek istenen bazı hak ve özgürlükler adına, daha "iyi bir yaşam ve dünya talebiyle" yapılmaktadır…

Daha somut örnekler üzerinden devam ederek sorunu netleştirmeye ve basitleştirmeye çalışalım:

Örneğin, Filistin'deki intihar eylemcisi şöyle düşünür: İsrail, bizim topraklarımızı işgal etti…O yüzden, canımız pahasına da olsa, bu işgale direnmek ve onu topraklarımızdan kovmamız, bu topraklarda "bağımsız" olarak yaşamamız gerekir…

Böyle düşünür ve bu "ideal" uğruna, intihar eylemi yapar…Yani, öyle bir eylem yapar ki, kendi hayatına son vermekle kalmaz, aslında ilkesel olarak belki bu işgale karşı çıkan, hatta Filistinlileri destekleyen veya hiç kimseyle bir gönül bağı olmayan (örneğin, o ülkede tesadüfen bulunan bir turist veya ziyaretçi) masum insanların canına da kıyar… Kadın-çocuk-yaşlı demeden insanların kanına girer…Bazen çocukları yetim, eşleri dul bırakır…Kimi zaman da, insanları, ömür boyu çekecekleri sakatlıklarla baş başa bırakır…

Diğer taraftan,intihar eylemcisinin evli ve çocuk (veya çocuklar) sahibi bir insan olduğunu düşündüğümüzde, onun bu eylemle kendi ocağını da söndürdüğünü; eşini dul, çocuklarının yetim bıraktığını ayrıca belirtmeye gerek yok…

Tekrar vurgulayalım ki, bütün bunlar, çok geniş anlamda düşünerek, insanların işgale karşı direnmeleri ve bağımsız yaşamaları gerektiği gibi bir felsefeden yola çıkarak "İsrail işgali" yüzünden ve "bağımsızlık" idealiyle yapılmaktadır… Fakat, burada hiç hesaba katılmayan şey şudur: Bu eylemler, sözkonusu amaç için nasıl bir anlam ifade etmektedirler…. Başka bir ifadeyle, bu eylemlerin, işgali sona erdireceği ve bir ülkeyi (diyelim ki Filistin'i) bağımsız yapacağının hiçbir garantisi yoktur…

Dahası; diyelim ki, bu eylemler vehmedilen hedefe ulaşmayı sonuç verdi; bu topraklarda, eylem sahiplerinin istediği gibi bir devlet kurulup kurulmayacağının da hiçbir garantisi yoktur…. Daha doğrusu, nasıl bir devlet kurulacağı muğlaktır ve biraz da dünyadaki konjonktürsel şartlara, hangi dünya görüşüne, hangi ideolojiye mensup insanların çabuk davranıp (veya başkalarını sindirip) yönetimi ele geçirmelerine bağlıdır. Bu söylediklerime, dünyadan da aynı coğrafyadan bir çok örnek verilebilir… O coğrafyadaki örnekler, Cezayir, Suriye, Mısır vs….dir.

Diğer taraftan, eğer burada sorun, yani her türlü çılgınlığa başvurmanın sebebi "işgal" ise, yani, bir halkın istemediği bir gücün o halk üzerinde egemenliği ise, İslam dünyasındaki hangi yönetimin yüzdeyüz halkını temsil ettiği söylenebilir ki?
Sokakta bile başörtüsünü yasaklayan Tunus mu, Kaddafi mi, Ürdün mü, hangisi?
Filistin örneğini, uğruna bu tür eylemler yapılan tüm coğrafyaları kapsayacak şekilde genişletebiliriz…Keza, şu anda en sıcak ve çılgınca eylemlerin yapıldığı Irak'ta olan-biten için de aynı değerlendirmeleri yapabiliriz…

Irak'ın başında Saddam olduğu zaman kuzu kuzu o devlette yaşayan insanların, herkesin malumu olan bir süreç sonunda ülkenin başına Talabani geldiğinde birden "işgal"in kötü bir şey olduğunu hatırlayıp, ülkeyi hem kendileri ve hem de insanlık için cehenneme çevirmeleri, sadece ve sadece Allah'ın verdiği akıl nimetinden mahrum olmakla açıklanabilir…

İntihar eylemlerinin, hem yapanlar ve hem de eylemden zarar görenler açısından hiçbir kitaba sığmadığını kanıtlamak çok basit; hele İslam dini açısından… Vahiy asrında (Kur'anın inişi sürecinde ve Hz.Peygamberin hayatta olduğu zaman dilimi içinde) bu eylemle uzaktan-yakından alakası olan bir örneğe rastlamak sözkonusu bile olamaz… (Ayrıntıya girmeye gerek görmüyorum…)

…Peki, hayatta "uğruna ölünecek şeyler" yok mudur?

Elbette vardır...Daha doğrusu, "uğruna ölüm göze alınacak" değerler vardır…Fakat, bir şey için gerektiğinde "ölümü göze almak"la, mevhum ve sonu belirsiz şeyler için kendini haraç-mezat ölümün kucağına atmak veya işe "kendini öldürmekle başlamak" farklı şeylerdir…

Başka bir ifadeyle; geniş ve felsefi anlamıyla zaten tüm İslam coğrafyası -hatta tüm dünya- fiilen bazı güçlerin kültürel-siyasi-ekonomik vs... istilası ve işgali altındadır; ama bu işgal ve istila -deyim yerindeyse- resmi anlamda olmadığı için pek farkında değiliz…Bu yüzden toplu intihar eylemleri yapamayacağımıza göre, belli bir coğrafyadaki "resmi" işgal ve istila yüzünden bu kadar çılgınlık yapmaya değmez…

Bazı şeylerin "sebeb"i (gerekçesi) ve amacı sorulmaz… Onun mahiyeti ve hükmü, o anki resminden bellidir. İnsanları üstü karalanacak bir basit figür gibi görüyor. Çiz üstünü eksi olsun! Çocukmuş, masummuş, kadınmış, hiç tanımadığı biriymiş; önemi yok! Böyle bir eylemi yapanın, yaptıranın, onaylayanın; meşru bir amacı ve düşüncesi olabilir mi? İntihar eylemleri böyle bir çılgınlıktır….

İşgal altındaki yerlerde, askeri hedeflere yönelik eylemlerin "meşru" ve haklı;sivil hedeflere yönelik olanlarının ise gayr-i meşru olduğunu söylemek de zırvanın zırvası bir iddiadır.Çünkü, sivil hedeftekiler insan da, askeri hedeftekiler robot mu?

Ayrıca, sivil hedef-askeri hedef ayırımı yapmak o kadar kolay mı? Örneğin, işgal altındaki Irak bağlamında konuşacak olursak, ailesinin rızkını temin etmek için polislik veya askerlik mesleğini seçen bir insanı nasıl askeri hedef kabul edebilir ve kanını helal sayabilirsiniz? Bir gün önce kanı haram olan insanın bir gün sonra (polis veya asker olunca) kanı helal mı oldu? Ne yapsın, çoluk-çocuğuyla birlikte aç mı kalsın? Geçimini "direnişçiler" mi temin edecek?

"İnsan"a yönelik olduğu sürece sivil hedef-askeri hedef ayrımı yapmak, akıl, basiret ve ferasetten mahrumiyetin ifadesinden başka bir şey olamaz!

Sonuç olarak; bu konu hakkındaki bazı fikirlerimi kendime saklıyorum ve buraya yazmıyorum… Ayrıca, bu yazı "çözüm" öneren ve "ne yapılmalı?" sorusuna cevap arayan değil, "ne yapılmaması" gerektiğini ve çözüm konusunda "elenmesi" gereken şıkları işaret etmek için kaleme alınmıştır…

Hiçbir şey, insan hayatı"ndan daha değerli olamaz… Ayrıca, bu eylem sahipleri (kendilerinin de içinde oldukları) "insan"ı öldürerek, yok ederek, sakat bırakarak hangi ulvi (!) hedefe ulaşabileceklerini sanıyorlar?

Biz, her an çocuklarımızın yanı başında olduğumuz halde, onlar için endişeleniyoruz, gelecek kaygısı taşıyoruz… Gencecik yaşında eşini dul, çocuklarını yetim bırakan bu insanlar kime ve neye güveniyorlar? O çocukların hayatta nelerle karşılaşabileceklerini ve başlarına neler gelebileceğini düşünmüyorlar mı? O kadar âdil, hakça paylaşımların olduğu "Medinet'ül-Fâzıla"da mı yaşıyoruz yoksa?

Eğer geniş anlamda "işgal" her türlü çılgınlık için yeter bir sebep ise, İslam coğrafyasındaki yönetimlerin çoğu halka rağmen ülkeye egemen oldukları ve dış güçleri temsil ettikleri için işgalcidirler ve kendilerine Irak'taki, Filistin'deki gibi karşı direnmek gerekir… Ümmetin, şimdilik böyle bir gücü olmadığına ve bu durum, bugünden yarına sihirli bir değnekle dokunup çözülebilecek bir sorun/olgu olamayacağına göre Saddam'la Talabani arasında bir fark görmek, sadece bizi "daha çok kaybeden taraf" yapacaktır…

Ahmet Erbay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,437,437,437,437,437,437,43
              7 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı


 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Funda Güven Maviş

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.060 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


SÜRGÜN....

O kadar vicdansız değilim
Bırakmam ellerini
Kendime kattığımı
Kendimden kattığımı
Sanma ki bu bir yürek yangını
Ben senden gitsem de
Sen bende çoğalmaya devam edeceksin.

O kadar basit sayma
Gücün yeter mi
Yıldızları gökyüzünden silmeye,
Görmezden gelebilir misin
Tenine düşen yağmur damlasını
Ve sabahı karşılarken evreninde
O tan vakti kızıllığını
‘Unutmak’ denen yanılsamaya sarıl dilersen
Sen bende bitmedikçe
Ben sende yaşarım göreceksin.

O kadar kolay çözülmez
Atılan düğümler
Her ilmek, bir emek birikmişim
Her nefes, bir soluk can vermişim
Umut olup o kalpte yeşermişim
Kırdığım parçaları haklısın onaramam
Şimdi ben sahra
Şimdi çorak toprak
Şimdi sen susan gözlerimsin
Madem yüreğinden sürgünüm bugün
Biz bizde yok olmadıkça
Bizi içimiz yakar, bileceksin.

Elif Eser

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Telgrafın tellerine konan kuşlar gitar çalıp şarkı söylemeye başlarsa ne olur? http://www.irlmeier.de/bird.swf Kısayoluna tıklarsanız neler olacağını görürsünüz. Kuşun sevimliliğine güvenip sesini sonuna kadar açmayınız. Rezil olursanız ben karışmam.

Peki çiftlikteki atlar koro kurup orijinal sesleriyle vokal yapmaya başlarlarsa ne olur http://svt.se/hogafflahage/hogafflaHage_site/Kor/hestekor.swf aha da işte bu olur. Sevimli atların üzerine sırasıyla tıkladığınız takdirde, duygu yüklü bestelerini dinleyebilirsiniz. Sesini istediğiniz kadar açabilirsiniz. Hatta üzerine söz yazmanız bile mümkün.

Flash animasyonlarla başladığımıza göre, aynı şekilde devam edelim. http://193.151.73.87/games/bubbels.swf kısayolunda baloncuklarla oynanan şirin ve basit bir oyun var. Vakit geçirmek için birebir.

İşte size uçuk bir oyun. Amacını ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. http://www.albinoblacksheep.com/flash/planarity web sayfasına girince ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Karmaşık şeyleri seven ya da arkadaşlarına şaka yapmak isteyenler için birebir.

Kahve Molası'nda bir dönem yorumlarını beğeni ile okuduğumuz sevgili dostumuz Hasan Taşkın yönetiminde iyi bir haber sitesi açıldı. Henüz çiçeği burnunda olan bu portalın kısa zamanda hakkettiği yere ulaşacağını söylemek müneccimlik olmasa gerek. http://www.haberyedi24.com

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


SoftPerfect Personal Firewall 1.4.1 [0.9 MB] 98/ME/NT/2000/XP Free
http://www.softperfect.com/download/firewall_setup.exe
Bilgisayar güvenliğinin önemli programlarından biri de firewall diye tanımlanan engelleyici programlar biliyorsunuz. Genellikle ücretli olan bu programlara, ücretsiz mükemmel bir alternatif. Evet biraz konuya aşina olmanız gerekiyor ama ne yaptığınızı ve neye ihtiyacınız olduğunu biliyorsanız işinize çok yarayacağını söyleyebilirim. Küçük ama çok kullanışlı akıllı bir program.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050815.asp
ISSN: 1303-8923
15 Ağustos 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com