KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 813

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 6 Eylül 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Buşum hidayete erecek mi?..


Merhabalar,

4. SAYI ÇIKTI!Yok kardeşim yok, bir daha deprem için önlem almayan yöneticilere, havanda su döven mühendislere, belediyeye, deprem dedeye tek bir laf edersem kamyon çarpmış refüje döneyim, yetmesin üstüme elektrik direği düşsün, paslanayım, yamuk yumuk olayım. Şu New Orleans'da olup biteni görünce bugüne değin söylediğim herşeyi yaladım yuttum. Bizim Kadir Başkanı bile bağrıma basasım geldi inanın. Süper güçmüş, hadi ordan be, pabuçlarımın süperi! Bağıra bağıra gelen bir afetin karşısında düştüğü durumun içler acısı halini görüp şükretmekten ve böyle bir afetle karşılaşmamak için dua etmekten başka çaremiz olmadığını artık anladım. Buşum da anlamış olacak ki, dua seanslarını sıklaştırmış, fırsat bulup emir veremediğinden bazı yerlere yardım hala ulaşamamış. Çiftlikte at üzerinde yönettiği koca ülke bir tayfuna mağlup oluyor, insanlar yamyam olup birbirini yiyorlar, herifin umru değil sanki. 7 değil 77 şiddetinde deprem olsa, Katrina'nın yanına bir de Sabrina eklense benim canım memleketimde böyle birşey olmaz. Yüzerek gideriz, uçarak gideriz ama gideriz. Rengi kara diye vatandaşı ölüme terketmez, insanları Afganistan'ın vereceği yüzbin dolara muhtaç etmeyiz. Hayır ben şimdi neyi merak ediyorum biliyor musunuz? Acaba bundan kimi sorumlu tutacak Buş efendi? Hıncını kimden alacak? Eli arşı alaya erecek mi? Yoksa tövbe edip çiftlikteki saunadan bozma manastırına mı kapanacak?

Şu benim "Günün Şarkısı" çok tuttu farkındayım. Sevdiğinizi duydukça mutlu oluyorum. Kulak zevkim, teknik imkanlarım elverdiği ölçüde devam edecek. Ancak bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Sadece siteden dinlemekle yetinmek istemeyen pek çok arkadaşımdan email alıyorum. "Şu şarkıları download edelim, nolur, nolur." diye yakaranlarınız bile oluyor. Oysa, bir kere dinlediğiniz şarkılar mp3 değil. Kahve Molası ise bir mp3 sitesi hiç değil. "Streaming Flash Audio" denilen bir teknikle elden geçirilen şarkılar sunuculara yükleniyor ve istem oluştuğunda akarak bilgisayarlarınızdan duyuluyor. İşlenme kalitesi düşük olmasına rağmen (56kbps)teknoloji sayesinde yeterli bir ses kalitesinde, hızla akarak sizlerin dinlemesine olanak sağlıyor. Özetle bu dosyalar birer flash dosyası olduğundan öyle download edildiğinde her yerde çalınabilecek şeyler değil. Kahve Molası olarak telif haklarına verdiğimiz önem nedeniyle de böyle bir işe kalkışmamız düşünülemez bile. O nedenle günün şarkıları, sorun yaratacak güncel şarkılar yerine, benim nostaljik repertuvarımdan seçilerek sizlere sunuluyor. Lütfen benden bu konuda yardım istemeyin olur mu? Buyrun sitemize istediğiniz şarkıyı doya doya dinleyin.

Bu kadar laftan sonra dün çaldığım Epitaph'ın devamı olarak sevgili Teyzuş'un hatırını kırmıyor ve aynı albümden bir başka King Crimson klasiği daha çalıyorum, In The Court Of The Crimson King. Hepinize güzel bir diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

3 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Suna Keleşoğlu

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


  Kurşunkalem

Bekliyorum.
Burada,
Devlet dairelerinde, doktor muayenehanelerinde, postanede, market kuyruğunda beklemek oralardakinden bile daha uzun geliyor bana.
Zaman yavaş ilerliyor, beklemeyi hayatın bir parçası haline getiriyor.
Yalnız beklemelere alışmıştım.
Ama bir çocuğu oyalayarak beklemek ne zormuş.
Otobüs durağındayız. Anlatabileceğim masallar bitti, uçtu uçtu oyunu oynadık, sonra hayvanlar kitabına baktık, şarkı bile söyledim. Ama nafile. Kızım sıkıldı ve en işlek yolun kenarındaki durakta beklerken, birden pusetinden inmek istiyor. Çantamda onu ilgilendirecek ne varsa çıkarttım. Kremleri açıp elime sürdüm, tüm renkli şeyleri gösteriyorum. Yok.
Sonunda çantamdan küçük defterimi ve bir mobilya mağazasından aldığım promosyon kurşunkalemimi eline tutuşturuyorum. Çok küçükten beri elinden bebekler için yapılmış pastel boyaları düşürmeyen kızım için kurşunkalemi kavramak zor olmuyor. Aman gözüne sokar, ağzına alır diye endişelenen benim. O benim canım defterime kurşunkalem izleri bırakmakla meşgul.
Beklemeye beraber alışıyoruz. O kurşunkalemi sıkı sıkı tuttuğu o günden beri çantamda ilk yardım malzemesi gibi dolaştırıyorum. Zaten sürekli kalem ve kağıtla gezen ben, illaki o normal kurşunkalemin boyunun yarısı kadar ve boyasız kurşunkalemi çantamdan eksik etmiyorum artık.
O kurşunkalemi elime alıyorum. Üzerinde boya yok, dokununca garip bir çocukluk hissine kapılıyorum. Tahta bir kalem kutusunda, silginin yanına yerleştirilen başka kurşunkalemlerin birbirine çarpan sesleri geliyor kulaklarıma. Ortaokul sıralarında ince uçlu kalemlerle ihanet ettiğimiz boyasız, boyalı, renkli, desenli, silgili tüm kurşunkalemlerin beyaz kağıtlara bıraktığı çocukca izleri hatırlıyorum. Hala açacakla kurşunlarını döke döke sivriltmeye bayıldığım kurşunkalemlerim vardır. Evin, çantamın, yaşamımın her yerinde bir sözcüğü, bir ismi, bir cümleyi bekleyen çeşit çeşit kurşunkalemler. Ellerimde mürekkep lekelerini ve o lekelerin en asil sahipleri dolmakalemleri de çok severim ama nedense tükenmez kalemlerle aramda sıcak bir ilişki olmadı hiç bir zaman. Varsın tükensin kalemler. Kurşunu ve mürekkebi yaza yaza tüketmeyi sevenlerdenim ben.
Elime kalem tuttuğum yaşı da, ilk hecelemeye başladığım anı da çok iyi hatırlamıyorum. Bizim zamanımızda öğretmen çocukları tebeşir tozları arasında büyürdü. Annemin öğretmen önlüğünün cebinde kalmış tebeşirler ile hayaller çizerdim yerdeki taşlara. Harflerle tanıştığım gün, zaten onlarca kalemim vardı. Bizim şehrimizde okul öncesi anaokulu, anasınıfı denilen okullardan yoktu. Yalnız Kız Meslek Lisesi'nin okul öncesi, çalışan annelerin çocukları için bir kreşi vardı galiba. Genelde 7 yaşında okula başlanırdı ve çocuklar kalem-kağıtla haşır neşir olmaya o yaştan sonra başlardı. Kurşunkalemlerim anlamlı sözcükler yazmaya başlamadan önce, gazete başlıklarını, en çok da uzun otobüs yolculuklarında karşıma çıkan tabelaları hecelemeyi severdim.

Ba-ba ba-na top al.
O-ya o-ku-la git.

Heceler heceler, yıllar sonra yine peşimdeydi.
Burada dil (Fransızca) öğrenmeye başladığım ilk zamanlarda okuma, yazma kısmını daha rahat öğrensem de, konuşma eksikliğimi gidermek için hep çeçitli kursalara katıldım. Onlardan biri de, buraya çoğu Afrika'nın Fransız etkisindeki ülkelerinden ya da Asya'dan gelen çalışmayan kadınların uyumu için açılmış ve gönüllü öğretmenlerin ders verdiği bir kurstu. Kursun ilk gününden itibaren bu kursun hayatım için önemli bir gözlem yeri olacağını anlamıştım. Yaşları 20 ile 70 arasında değişen, çoğu kendi dillerinde de okuma-yazma bilmeyen ama günlük yaşam Fransızcası konuşan kadınlarla beraber yeniden hecelemeye başladım. Hem öğrenen, hem öğreten olmuştum yeniden. Bu benim için yabancı bir durum değildi, zira hayatımın her döneminde, öğretmen çocuğu olmamdan dolayı taşıdığımı düşündüğüm genlerimle, yaşıtım, büyüğüm, küçüğüm çoğu insana bilgilerimi aktarmaya çalışmışımdır. Her yaz kendi arkadaşlarımı bütünleme sınavlarına hazırlarken de, annemin arkadaşlarını Açık Öğretim Sınavlarına çalıştırırken de içimdeki öğrenme ve öğrendiklerini paylaşma duygusunu aynı anda yaşardım. Bu kursta da aynısını yaşıyordum. Farklı kültür ve dilden gelen onlarca farklı yaştaki kadınla bir masa etrafında yeni keşifler ve öğrenmeler yaşıyordum.Öğretmenin tahtada yazdıklarını, yaptığı matematik işlemlerini, hem de yarım yamalak konuşabildiğim bir dilde, dilim döndüğü ölçüde çevremdekilere anlatıyordum. Günlük yaşamda sıkça kullandıkları ama yazmasını bilmedikleri kelimelerin doğrusunu defterime yazıp onlarla paylaşırken gözlerindeki öğrenme sevincini kendi sevinçlerime ekliyordum. Kafadan para hesabını tıkır tıkır yapan ama iş çarpma işlemine gelince zorlanan arkadaşıma defalarca anlattığım matematik işlemlerini nasıl kolay hale getireceğim diye günlerce kafa yormuştum. Gönüllü ders veren öğretmenler ben sıkılmayayım diye bana değişik ev ödevleri, farklı bir dil öğrenme proğramı uygulasalar, hatta zaman zaman benimle birebir çalışanları bile olsa da, benim yerim orada, tüm o okuma-yazmayı yeni öğrenen kadınların arasındaydı. Onların öğrenme sevincini paylaşmaktan güzeli olmazdı.
-Artık hastanede hangi kapıya gideceğimi, otobüsün nereye gittiğini okuyabiliyorum.
diye anlatıyordu yeni anne olmuş birisi. Avrupa'nın göbeğinde, eğitimin beşiği sayılan yerde bile hala okuma-yazma bilmeyen tamamına yakını göçmen olarak gelmiş binlerce insan var. Ben sadece bir kaçını tanıdım. Kendi ülkelerinde okuma-yazma öğrenme şansları olamamış kadınlar, analardı onlar. Yeni bir kelime öğrendiklerinde, toplama işlemi yaptıklarında yeniden kendilerini doğruran kadınlar.
Kardelenler...
Şarkılarıyla yaşayan ve şarkılarla yaşatan kadın bu sefer bizim kardelenlerimiz için söylüyordu. Dün ilk defa Sezen Aksu'nun "Kardelenler" klibini izlediğimde gözlerim doldu. Köylerinden, okul sıralarına koşan mavi önlüklü küçük kız çocuklarının gözlerinde hem geçmişe, hem geleceğe yolculuklar yaptım.
Elimde hala kurşunkaleme dokunmanın o tarifsiz hissi, yüreğimden tüm anaların, tüm kızların okuma-yazma bilmelerini geçirdim.
Evimdeki duvarların, kapıların alt kısmına yakın yerlerinde belli belirsiz kurşun- kalem izleri. Silmeden bekletiyorum. Kirlensinler, kirli desinler, o lekelerin üst taraflarına yazılacak harfleri sabırsızlıkla bekliyorum çünkü.
Kurşunkalemime sevgiyle dokunup çantama yerleştiriyorum , yarın bir durakta otobüs bekleyeceğiz yine.
Beklemelere beraberce alışıyoruz.

SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              8 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Faik Murat Müftüler


LORAINIEN'lerin GİZİ -1-

In nomine patre e filio et spiritis sanctis. Adeo vestri fatum. Historia de te fabula narratur. Cave inimicus. Repeiro pictura. Is est speculum varum. Adeo Montecassino.

Karnına bir yumruk yemişçesine uykusundan sıçradı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyor, sırtından ve yüzünden buz gibi terler boşalıyordu. Duvara çarptığı dirseğini tutarak yerinde doğruldu. Şakaklarında nabzını hissediyor, gözlerinde minik yıldızcıklar uçuşuyordu.

Sözleri kekelemeden bir çırpıda tekrarladı. "In nomine patre e filio et spiritis sanctis. Adeo vestri fatum. Historia de te fabula narratur. Cave inimicus. Repeiro pictura. Is est speculum varum. Adeo Montecassino" . "Hayırdır inşallah..."

Tan yeri alaca karanlığında çalışma masasına yaklaşarak, masanın üzerinde duran bir defterin arka kapağına, sürekli tekrar ettiği bu sözleri dikkatlice not aldı. Dirseği hala ağrıyordu. Uyku sersemliğinde kapı pervazlarına, duvarlara çarpa çarpa, yalınayak mutfağa kadar gidip buzluktan çıkardığı bir kalıp buzu bir havlunun üzerine boşalttı. Havluyu dirseğine sararak acısını hafifletmeye çalıştı. Gece geç saate kadar içtiği şaraplar yüzünden içi yanıyordu; bir şişe soğuk suyu kafasına dikerek, kana kana içti. Uykusuzluktan yanan gözlerini kırpıştırarak tekrar yatak odasına geri döndü. Çok garip bir rüyaydı. Çok da ürkütücü.

Rüyasında, meşalelerle aydınlatılmış -ama yine de yarı karanlık- uzun bir koridorda yürüyordu. Taş kemerli ve taş duvarlı koridor boyunca sağlı sollu karanlık dehlizler uzanıyordu. Hiç pencere yoktu. Koridorun uzak ucunda, sisler ardındaymış gibi görülen aydınlığa doğru yürüyordu. Sağ tarafından gelen bir zincir sesine doğru döndü. Kalın demir parmaklıkların ardında kül beyazı bir yüz gördü. Parmaklıkları aynı kül beyazı renginde iki eliyle kavramış yaşlı yüzün, sağ tarafından vuran meşale ışığı nedeniyle sadece sağ yarısı aydınlıktı. Buruşturulup tekrar düzeltilmiş bir karton gibi kırışık yüzde iri ve kemerli bir burun, akları kaybolmuş karanlık bir çift donuk göz ve yarasa kanadı gibi çatallı, kalın bir çift kaş, ifadesiz ve ürkütücü bir portre çiziyordu. Dişsiz ağzının içine doğru büzülerek kıvrılan ve hatları kaybolan dudakları aralanıp o sözleri söyledi. Sonra bir daha ve bir daha. Sanki Burak'ın zihnine kazımak istermişçesine cümleleri durmaksızın söylüyordu. Zincir yeniden şıngırdamaya başladığında yaşlı adamın gözleri büyüdü. Artık sözleri haykırıyordu. Boynuna bağlı zincir tavana doğru gerilmeye başladı. Zincirin iyice gerginleşmesiyle sesi boğuklaşan adamın söyledikleri boğazından hırıltı gibi çıkıyor, ancak yine de inatla sözleri söylemeye çalışıyordu. Adamın bedeni yukarı doğru yükselmeye başlayınca önce ayakları yerden kesildi, sonra elleri parmaklıklardan koptu. Hücresinin tavanına asılan adam boşlukta ileri geri sallanıyor, tüm bedeni hırsla çırpınıyordu. Öne doğru geldiğinde aydınlanıp görülüyor, şiddetle parmaklığa çarpıyor, sonra hücrenin karanlığında kaybolup gidiyor, birkaç saniye sonra yeniden görülüp yine parmaklığa çarpıyordu. Bir iki salınımdan sonra çırpınışları kesilmişti. Parmaklıklara her çarpışında boğuk bir gong sesi çıkarıyordu. Burak işte o anda uyanmıştı.

Burak; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin üçüncü sınıfındaydı. Orta halli bir memur ailesinin oğluydu. Çok parlak bir öğrenci sayılmazdı ama derslerini güç bela geçerek takıntısız bir şekilde öğrenimini sürdürüyordu. O gün de vergi hukukundan sınavı vardı. Tüm uykusuzluğuna rağmen, erken uyandığına şükrederek masasına oturdu. Konulara biraz göz gezdirse fena olmayacaktı; ama masaya oturur oturmaz gözü defterin kapağına uyku sersemi aldığı nota ilişti. Dil, Latince'ye benziyordu. Sözlerin belli bir anlamı var mıydı? Mutlaka öğrenmeliydi. Ders çalışmaktan vazgeçip alelacele üzerine bir şeyler geçirdi. Defteri yanına alıp sokağa fırladı. Yurtta kaldığı yıllardan tanıdığı, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde okuyan bir arkadaşı hemen yan sokaklarında oturuyordu. Gerçi arkadaşı İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyordu ama İspanyolca da nasılsa Latin tabanlı bir dildi. Sözlerin anlamı konusunda biraz olsun fikir sahibi olabilirdi. Sabahın altısında kapılarını çalmayı göze alarak apartmandan içeri girdi. Oturdukları dairenin kapısına geldiğinde sevindi. İçeriden sesler geliyordu. Belli ki sabahlamışlardı.

Zili çaldı. On saniye sonra kapı usulca aralandı. Kapı aralığında beliren endişeli yüz, Burak'ı görünce tebessüme bürünerek:

"Anaaa? Hayırdır baba, ne iş? Gelsene. Ben de sesimizden rahatsız olup komşular geldi zannettiydim. Gel gel"
"Rahatsız ettim sabahın köründe. Kusura bakma. Diğerleri uyuyor mu?"
"Yok yok. Herkes ayakta. Sınavlar var. Kaç gündür yarasa gibi olduk" yarısı içilmiş şarap şişesini havaya kaldırarak salladı "Şarap içer misin?"
"Hayır sağ ol. Akşamdan kalmayım zaten. Tolgacım ya. Dersini böleceğim ama sana bir şey sormalıyım. Siz Latince dersi almış mıydınız?"
"Yok baba yaa. Hayırdır? Ne Latincesi?"
"Uzun hikâye. Anlatırım. Bir konu var. Merakımdan çatlayacağım. Bilen birini bulabilir miyiz?"
"Sabahın bu saatinde seni evden çıkardığına göre hakikaten de merak edilesi bir şey galiba. Bizim Utku'nun kız arkadaşı Latin dilinde okuyor"
"Ya? Ulaşabilir miyiz?"
"Bizim okula gel bu gün. Birazdan kahvaltı yapıp çıkacağız, beraber gidelim"
"Olur valla"
"Ya. Anlatsana. Nedir bu Latince merakı?"
Burak defteri arkadaşına uzatarak yazıyı gösterdi. Rüyasını baştan sona anlattı. Arkadaşı şaşırmış görünüyordu. Yazıya uzun uzun bakıp benzerliklerden birkaç sözcük çıkarmayı başarmıştı ama anlamı bütünleyemiyordu. Daha fazla uğraşmadı. Birlikte kahvaltı hazırladılar. Kahvaltı sırasında evdeki diğerleri de rüyayı dinlemiş, Burak'ın anlattıkları yüzlerinde korkulu bir ifade yaratmıştı.

Bir saat sonra DTCF'nin kantininde sınav öncesi uğultusu hakimdi. Tüm öğrenciler hararetle birbirlerine bir şeyler anlatıyor, uğultuyu bastırmak için herkes bağırarak konuştuğundan gürültü giderek artıyordu. Kucağındaki bir yığın kitapla kalabalığın arasından yalpalayarak geçen bir kız masalarına yaklaştı. Sanki son gücünü kitapları taşımak için harcamış gibi elindekileri masanın üzerine fırlatarak, boş tabureye kendini bıraktı. Beklenen kişiydi gelen; Utku'nun kız arkadaşı Tuğçe... Kızın soluklanmasına fırsat vermeden hemen Burak'la tanıştırdılar. Hepsi olayın iç yüzünü merak ediyordu. Kısaca geçilen hoş beşten sonra Burak meseleye girdi.

In nomine patre e filio et spiritis sanctis. Adeo vestri fatum. Historia de te fabula narratur. Cave inimicus. Repeiro pictura. Is est speculum varum. Adeo Montecassino

Tuğçe dalgın dalgın defterdeki cümlelere bakarken Burak da bir çırpıda rüyasını anlattı. Rüyada duyulan sözlerin böylesi anlamlı olması, kızın yüzünde belirgin bir şaşkınlık ifadesi yaratmıştı. Önündeki kitapları ve sözlükleri karıştırdıktan sonra deftere sözlerin Türkçe'sini yazdı.

"Baba, oğul ve kutsal ruh adına. Kaderine gel. Tarih bana senden söz ediyor. Düşmanlarından sakın. Resmi bul. O, gerçeğin aynasıdır. Montecassino'ya gel"

Masada oturan beş kişi, kağıtta yazan cümlelerin söz dizimindeki ve anlamındaki bütünlüğe bakınca, hayatında tek kelime Latince öğrenmemiş birinin rüyasında böyle düzgün cümleler işitmiş olmasından dolayı hayrete düştüler. Uzun süren sessizlikte kantinin uğultusunu bile işitemez olmuşlardı. Burak, dokunsalar ağlayacak haldeydi. O ana kadar bu sözlerin saçma, anlamsız şeyler olduğunu düşünüyordu. Çevirinin içinde kader, düşman gibi sözler çıkması korkusunu bir kat daha da arttırmıştı.

"Bir de hocaya da danışalım" dedi kız. Profesörlerden birinin odasına çıktılar. Odaya sadece Burak ile Tuğçe girdi. Diğerleri kapının önünde bekliyorlardı. Hoca cümlelere göz gezdirirken Burak da rüyasını anlattı. Profesör yarım çerçeveli yakın gözlüklerinin üzerinden Burak'a bakarak "Tuğçe doğru çevirmiş" dedi. "İlk cümleye bakılırsa Hıristiyanlıkla ilgili olduğu kesin. Orta çağ olabilir. Rüyandaki yapı da orta çağ mimarisini ve kilisesini çağrıştırıyor. Çok ilginç... Bir filmden veya okuduğun bir kitaptan bilinçaltına yerleşmiş olmasın?"

"Bilmiyorum. Hatırlamıyorum ama gerçekten de bilinçaltıma yerleşmiş olsa bu derecede bütünlük içinde yeniden hatırlamam mümkün olur muydu? Kelimesi kelimesine hem de"
"Ben de onu bilemiyorum. İşin o kısmını bir psikologa danışman gerekecek. Gerçekten de çok ilginç. Allah Allah? Bu Montecassino da neresi ki?"
"Bilmiyorum hocam. Öğrenebilir miyiz?"
"Bir deneyelim"
Profesör bilgisayarında bir tarayıcı sayfası açarak Google'a girdi. Metin kutusuna "Montecassino" yazarak tarama işlemini başlattı. Gelen sonuçlardan bazıları İtalya'da bir manastırı işaret ediyordu. Belli ki olayın çözümü oradaydı.

Sonraki günlerde Burak'ın zihni neredeyse tamamen rüyası ile meşguldü. Bir hafta içinde iki kez daha aynı rüyayı görmüştü. Sanki yaşlı adam sözleri onun beynine kazımak ister gibiydi. Rüyanın yarattığı tedirginlik ve uykusuzluk nedeniyle derslerinin bir çoğundan kaldı.

Sınavların bitiminin ardından memleketi İstanbul'a gitti. İlk gün ailesiyle hasret giderdi. Rüyadan onlara da bahsetti. Annesi alaycı bir tavırla "Kıçın açıkta kalmıştır" diyerek kıkırdadı. Babası ise ciddiye almıştı rüyayı. "Eğer hocanın dediği gibi Hıristiyanlıkla ilgili ise -ki öyle görülüyor- rüyanın yorumu için bir kiliseden yardım alabilirsin. Seni İtalya'ya gönderemeyiz; ama İstiklal caddesinde birkaç kilise olacaktı" dedi. Fikir Burak'ın aklına yatmıştı. Ertesi gün kiliseye gidecekti.

O gece yine aynı rüyayı gördü. Sıçrayarak uyandığında saat sabahın yedisiydi. Daha fazla bekleyemeyeceğini anladı. Alelacele giyinip, evden çıktı. Evleri Beşiktaş'taydı. Yürüyerek İstiklal caddesine bir saatte gidebilirdi. O süre içinde kilise de açılmış olurdu nasılsa. Evden çıkmadan önce internetten bir google taraması yaparak gidebileceği kiliselerin bir listesini yazıcıdan çıkarttı.

İstiklâl caddesindeki St. Antonie Katolik Kilisesi'nin kiremit rengi duvarlarını ve duvarlara masallardaki mantarlarmış gibi bir hava katan beyaz beneklerini, kilisenin cepheden görünüşünün kopyasıymış gibi narin taş işçiliğiyle inşa edilmiş kapılarını, göz nuru dantel bir masa örtüsü gibi görülen yuvarlak vitrayları hayranlıkla bir süre izledi. Bu arada kendisini de hayretle izleyen bir çift gözün farkında değildi. Yarı açık duran ana kapıya doğru yürüdü. Kilisenin cephesini boydan boya kuşatan dört yayvan basamağın daha ilkindeyken omzuna dokunan bir el ile irkildi. Arkasını döndüğünde elin sahibinin sıcak tebessümüyle karşılaştı. Bu, aşağı yukarı kendisiyle aynı yaşta bir rahipti. Tertemiz ve jilet gibi ütülü, siyah rahip giysinin içindeki genç adamın Türk olmadığı her halinden belliydi ama oldukça düzgün bir İstanbul Türkçe'siyle konuşmaya başladı.

"Hoş geldiniz kardeşim. Yardımcı olabilir miyim?"
"Ee! Lütfen."
"Adım Peter. Bu kilisenin rahiplerindenim. Kilisemizi gezmek mi istiyorsunuz?"
"Aslında hayır. Bir konuda danışmak için gelmiştim."
"Nasıl bir konu?"
"Son on gündür gördüğüm bir rüyayla ilgili"
"Biliyorum. Benimle gelin hemen"

Peter, Burak'ı kolundan çekerek kilisenin kapısından uzaklaştırdı. Genç rahip hızla yürüyor, Burak'ı neredeyse sürüklüyordu.

"Biliyor musunuz? Neyi biliyorsunuz? Nereye gidiyoruz? Durun çekiştirmeyin"
"Anlatacağım arkadaşım. Önce sakin bir yere gidelim"

Peter kiliseden yeterince uzaklaştıklarına kanaat getirince durdu. Gözleriyle çevreyi taradıktan sonra "Hadi şu pastaneye oturalım" dedi. Burak'ı hala kolundan çekiştiriyordu.

Arkası yarın

Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci Çırağı : Ceyda Ergül


Uzaktaki Kardeşe Mektup

Sen gideli 1 sene oldu buralardan.. Oysa bana yıllar geçmiş gibi geliyor..
Sanki sen hiç olmamışsın, sanki benim hiç abim olmamış..
Bazen sesinden yüzünü, seni hatırlamaya çalışıyorum..

Körebe oyunu gibi uzaktaki birini hatırlamak.. Karanlığın içinde aramak geçmişi..

Aylar birbirini takip ederken bende büyüyorum galiba.. Geleceği, seni, beni herkesi düşünmeye başlıyorum..
Büyümek güzel belki evet.. Yenilenmek hergün, geçmişi eteklerinden savurmak geçmişe doğru..
Benim demek,bir kimliğe bürünmek.. Oysa gelecek bir muamma.. Bir hayata sahip olmak kolay belki ama yürütmek ne kadar zor.. Hele birde yalnızlık girerse işin içine..
Dostlarım,sevdiklerim ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, ailenin en küçüğü olmak.. Herkesi birgün o meçhul yere doğru uğurlayacağımı bilmek buruk bir duygu..
En son gelmek dünyaya ve sonra elveda demek birgün..
Hayat bu aslında belli mi olur.. Bombalar patlarken hergün yanbaşımızda..
Belli mi olur..?

Anneme kıyafetlerini birilerine vermesini istemişsin.. Ne kadar tuhaf bir duygu bu.. En son üvey dedemi kaybettiğimizde onun kıyafetlerini dağıtmıştık..
Şimdi seni bir ölü gibi kabul etmek zor.. Benim için çok zor..

Bunları yazmak, ileriyi azda olsa tahmin etmek acı veriyor bana ama cesaret değil...

Herkese çok hoş geliyor senin orada olman, artık oraya ait olman.. Hayatını kurtardığını söylüyorlar.. Oysa benim hayatımda yeri doldurulamayacak boşlukların açıldığını bilmiyorlar..

Abi kavramı.. Belleğimde herzaman bölük pörçük hatırlayacağım bir kavram olacak artık..

Doğum günüm; yanımda yoksun..
Yılbaşı; masadaki yerin boş..
Sıradan bir gün; odan boş..
Korkuyorum; yanımda yoksun ki..

Kardeşiz ama hayatı paylaşamayacağız ki..

Kardeşin Ceyda...

Ceyda Ergül
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
              6 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ali Şeyh Özdemir


VUSLAT RÜZGÂRI

Daraldı tüm hudutlarım...
Boğulmak üzereyim, soluksuz kaldım...
Damarlarımdaki kan, döve döve dolaşıyor içimde. Takvimlerimde kara zambaklar açıyor. Ve kanım parmaklarına bulaşıyor... Oysa, terleyen ellerini gülle devşirmek isterdim...

Geceler deve dikeni...
Üstüme kırağılar düşüyor. Güneşe seriyorum yüreğimi her sabah... Bir güz çiçeğinin yaktığı ışıkta seninle dinlenir ancak yorgun gözlerim...

Hep sen gidiyorsun; hep ben kalıyorum...
Dünyayı başıma yığıp, kalabalıklar içerisinde yalnızlığa kapatarak beni, gidiyorsun.... Herkes düşlerime ortak olmaya çalışırken, bir sen olmuyorsun; neden?... Sen gidince ben, ‘sen’ kalıyorum!... Sen gidince ben, ‘ben’siz kalıyorum!...

Gidiyorsun...
Tüm damarlarımı kesip sonra da bir şey yapmamış gibi çekip gidiyorsun... Kan kaybındayım... “Kan aranıyor!...” demiyor anonslar : Sen aranıyorsun!...

Sitemlerin!... Sitemlerin!... Sitemlerin!...
Çok uzaklardan yağar üzerime... Isıttığın umut kerpiçlerim dökülür tek tek... Boş bir tekne gibi sürüklenip dururum. Sıtmalı hayâl sularındayım; boğulacağım...

Hep bir suçlu arayıp duruyorsun... Suçlu ben olsam ne çıkar, sen olsan ne?...
Sonunda “bensizlik” ve “sensizlik” olacaksa, suçlunun ne önemi var?... Beni “hiç” sayıp, en ağır hakaretlerle, en acı tavırlarla da karşılasan beni, sırf beni kıskandırmak, yaralamak, ya da –neyin öcün olduğunu bilmediğim- öç almak için de yapmış olsan bunları, ben suçlu aramıyorum. Çünkü, bensiz kalan yüreğimi bir de “sensizlik” çukuruna gömmek istemiyorum. Diyelim ki benim suçlu!... “Affetmem!...” diyorsun. “Değişmelisin!...” diyorsun...

Affetme sen!... Özür de dilesem affetme!... Ve unutma hiç az da olsa çirkinlikleri, olumsuzlukları. Bana dair hep kin tohumları ek bahçene... Ve unut hep onlarca güzellikleri, unut !... Bahçeni doldurup süsleyen sevgi çiçeklerini soldur, sök, at !... Sakın ha, kötü yanlarımı da büyüt içinde; kocaman kocaman olsun, sarsın her yanını ve asla unutma!... Sensizliğim gibi sen de bensiz kal!... Sonra da zafer taklarının altından geçen mağrur komutalar gibi git ve fildişi kulende kuş tüyünden yapılmış saltanatına kurul!...

Ben değişmedim, değişemiyorum... Eksik ve yanlış yanlarımı görürsem törpülemeye çalıştım hep. Seni sevgi tohumlarıyla ektim yüreğime. Kini, nefreti, garezi hatırlamıyorum sana dair... Küçük kavgalarımız olsa da sevgim hep galip geldi bana... Fildişi kuleler değil sığınağım... Yüreğime bu garip duyguları bahşeden Yaratan’ıma sığınıyorum önce. Sonra da kaleme, dağlarla, göllere... İlticagâhım oralar benim...

Her yanımı yangının yakıyor...
Ruhum bir mengenenin ağzında sıkıştırılmış .... Ne kadar sarmışsın beni böyle; ne kadar kuşatmışsın!... Sensiz hiç mi mekân yok, hep seninle mi dolu atmosfer?...

Sök, götür yüreğimden bu sevdayı... Ya da yüreğimi götür aşıla... Kan-revan sara nöbetlerinden kurtar beni. Aşınla göğersin, filizlensin, dallarım... Gönlüme pay biç ve bir gülle karşıla...

Dayanamıyorum yâr !...
Senin yokluğunla daraldı dünyam... Işık yok; karanlıklardayım. Ayaklarıma dolanan sonbahar yapraklarıyla kayıyorum; düşmek üzereyim... Kara bulutlar sarmış yüreğimi... Bir rüzgâr estirmeni bekliyorum senden; güçlü bir rüzgâr...
Silip süpürsün içimde biriken kara bulutları. Yokluğunla daralan hudutları bin ışık yılı kadar ötelere genişletsin...

Ya sök götür bu sevdayı yüreğimden; ya da bir rüzgâr estir!... Adı : VUSLAT RÜZGÂRI !...

Ali Şeyh Özdemir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
              6 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Filiz Altun


VARLIĞINLA PRANGALAR ESKİTTİM

Git,
Hemen , şu an git,
Sormadan , daha fazla yormadan git,
Zerreni bırakmadan hayatımda , varlığına dair ne varsa al ve git,
Kanıma sövdürmeden , özüme küstürmeden git,
Eşkalini kazıyıp yaşantımdan , tüm güvenmişlikleri geri verip git,

Git,
Kovmadan git,
Sana dair tüm pişmanlıklarımı gömerken git,
Gece yarısı nöbetlerimi üzerine alınmadan git,
Ya sabırlarım bitmeden , dönülmezliği yurt edinmeden git,
Yüreğimi çatlatırken varlığın , yokluğun içime su serpsin git,
Git diyememek dudağımı yakarken , gittiğinde bile kalacağın halde git,
Sevdamı sırat köpründe yürütmeye çalışmışlığımın hatırına git,

Git,
Sözümü sustururken git,
Susmalarımı zapt ederken git,
Her zapt içimde yarlar açmadan , tutunabilirken git,
Tutunduğum sıfatın daha çok çamura bulanmadan git,
Git diyemediğim için kendi ırzıma geçerken git

Git,
Hemen,
Şimdi,
Sormadan,
Kovmadan,
Sövmeden,
Susarken,
GİT...

Git,
Gidişin omarken senliğimi git,
Varlığın acil durum çıkışım değil git,
Yokluğun kanatmaz git,
Gidişin miladı benliğimin git,

Git,
Kanıma sövdürmeden , gülümü öldürmeden git,
Yozlaşmadan insan yanım kendi yanını al ve git,
Gidişin gelişim olacak git...

Filiz Altun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
              5 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Erol Şahin


NEDEN?

-kimseye değil kendimden başka-

Sabahı sürekli erteleyen gecelerden birindeyim. Gece mi içime düştü, ben mi geceye düştüm, yoksa bir fikri sabit gecenin orta yerinde beynime mi üşüştü, bunu hatırlamıyorum. Bir başı varsa bu hikayenin ben başlangıca dair her şeyi çoktan unuttum. Bunca yoğun unutuşuma rağmen -belki de unutmamak için- gecelerdir hep aynı şeyi düşünüyorum. Hep aynı soru başrollerinde zihnimde oynanan oyunun. Neden? Soru işaretinin bile ağırlığını kaldıramadığı kadar ağır bir soru. İmlayı yoran bu kelime, kim bilir soranı nasıl yorar derseniz okuyun. Okumayın, sorularımın cevapları sizi ilgilendirmiyorsa. Her halükarda sonuçta sadece susun. Sustukça azalıyor, içimde bağdaş kurup baş köşeye yerleşen soru işaretleri. Ve soru işaretlerinin piri “neden” kendini kötü hissediyor biz sustukça.

Sessizlik, can dostum.

Yanlış yerde yanlış soru sorulabilir.Yanlış yerde doğru soru sorulabilir. Doğru yerde yanlış soru sorulabilir. Doğru yerde doğru soru -neden- sorulmaz-?-. Deliye “ neden? ” sorulmaz “ ? ”. Her soru bir eksikliğimizi gösteriyor, bir fazlamızı. Sormak da eksiklik, soramamak da. İnsan dönme-dolapta. Döner döner.. Başı döner. Döner döner.. Başa döner. Sorunun hikmetini kime sormalı? Ya hikmetin bilgisini nerede bulmalı? Yanlış/doğru bir yerde, soruya ehil kişiyi bulmak gerek. Doğru kişi neden bulunmaz? Hangi nedenlerle saklanıyorlar doğru kişiler? Var mı onların da kendi “neden”leri? “Neden”i olmayan ehil değilse soruya, eksiği, eksik olanda aramak beyhude değil mi? Değilse neden? Ya biz nedenlerin götürdüğü kente ne vakit ehil olacağız. Nedenlerimiz mi eksik, çünkülerimiz mi? Biz yeterince doğru muyuz? Değilsek neden? Biz doğru kişiysek, neden tüm “neden”lerimizin cevapları kaf dağının ardında? Yitik, kaybolmuş, bulunmaz? Nedenlerin bizi götürdüğü kent neresi? Ne zaman varılacak “neden”lerin sustuğu o kente? Sorular bitince, kentimizde onların boşluğu cevapla mı doldurulacak? Soramadığımız için mi olmayacak nedenlerimiz? Sormamak mı kemal, sormak mı? Yorulmadan erişilen sorulmadan öğrenilen mükemmellik olur mu? Sormamak mı eksiklik, sormak mı? Durup durup aynı soruyu sormak nedir delilik değilse? Deliye neden sorulmazsa, neden başka sorum yok kendime? Ben kimim? Neredeyim? Kendini tanımayan ne öğrenebilir ki ondan? Yanlış yerde yanlış soru sorulabilirse, cevaba götürmeyecekse “neden” sorularla yoruluyoruz? Cevap yoksa, susmalı. Sustukça azalıyor içimde sorular.

Sessizlik, en iyi arkadaşım.

Hangi zamandayım? Adım ne? Ve bu gece ne kadar uzun böyle...

Erol Şahin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              4 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Temirağa Demir


Adının Anlamı Gözlerindeki Sözlükte Yazılıydı

Sesini duymak güzel şey bir aşklaşma içinde kendine yer bulmak. Senin hislerin kimin umurunda ben en saçmalanmış şiirlere lanet okuyarak hala sana türküler adamaktayım. Gözlerin çimen yeşilydi hala unutmadım. Bir baharın en gevrek iklimi vardı sözlerinde sebepsiz haykırışların yersiz susuşların olmasa kusursuz bir melekle yarışabilirdin.

Sözlerin bir salep kıvamındaydı. Kışın insanı ısıtması için gerekli bir içecek, yazın garsondan istendiği zaman gülüşmelere sebep olacak kadar yersiz. Ama senin sözlerin genelde kışın içilen bir salebi andırırdı.

O susunca sizin o kocaman sevginiz tarçına dönerdi. Yani salepsiz tek başına bir şeye yaramayan tadı tatlılıktan acıya çalmış bir tarçına...

Tasviri güç bir varlıktı sayfalarca yazı yazılabilirdi uğrana, çünkü gözlerin mürekkep kadar değerliydi. Seni sana anlatmak en büyük sanattı. Gözlerini aynadan başka görebileceğin tek yer benim mürekkep karartılarımdı.

Kendini hiçbir yere ait hissetmezdin, her nereye gidersen orayı gurbet bellerdin. Kendi şehrinde bile yabancı ve türkçe bilmeyen bir turist misali gezerdin. Nereye ait olduğunu düşünürken her yerin sana ait olduğunu unuturdun. Belki senin istediğin gibi doğmazdı güneş, belki senin istediğin gibi sevemezdi kimse ama güneşde sana doğardı, sevende seni severdi. Dedim ya! belki sen buralara ait değildin ama buralar sana aitti.

Seni betimlemek cenneti tasvirlemek kadar güçtü. Ve görmediğin bir nesnenin perspektif görünümünü çizmek ne kadar zorsa senin de yüreğini anlatmak o kadar zordu. Adının anlamını hiç sormadım. Hani bir kere daha söylemiştim, adının anlamı gözlerinde ki sözlükte yazılıydı. Ayrıca sormanın bir manası yoktu. Üzerinde Ankara resmiyeti, gözlerinde anadolu sıcaklığı vardı. Bakışların gün batımlarında güneşin nöbetini devralabilecek kadar güzeldi. Sen gülünce şehir gülerdi, gökyüzü ışıldardı. Ne kadar yıldızı mevcutsa gökyüzünün, hepsi senin gözlerine doğru kayardı.

Sana edebiyata katkıdan yoksun, (ne yazık hala yoksun!) aşk mektupları yazmak saçmalıktan öteye gitmezdi.

Gayem sadece seni sana anlatmaktı. Çünkü ne yazık sen henüz kendinin farkında değildin. Sevilebileceğini düşünemiyordun. Konuştukça saçmalayağını zannediyordun. Ve asıl bu düşüncelerinle saçmalıyordun. Susuşların çaresiz bir susuzluğa sürüklerdi insanı, ve bazen o susuzluktan çaresiz kalan insan sırf ölmemek için haram olduğunu bile bile içinde günlerce sürecek pişmanlık kaygılarıyla şarap içerdi.

Sen farkında olmasanda Allah bu günahın yarısını senin defterine yazardı. Susup susuz bıraktığın için.....

İsmi N harfiyle başlardı. Daima niha(l)vend makamında ezgiler çalardı. Ve bu ezgilerin en dokuz sekizlik ritimli olanı bile insanı bir meyhane boşluğuna itiverirdi. Alınan alkollerin her yudumunda insanın içinde nasıl sevinçle,hüzünle, pişmanlık karışıverirse, senin çaldığın o niha(l)vend ezgilerdede insanın kulağı o denli karıştırırdı.

Zamanı fark etmeyen bir zamanda, sırf seni unutmak için başka gözlere bakmaya kalkışılsa gözler kör olacak kadar sarsılırdı. Ve yabancı bir göze değen gözler gözürleşirdi.

İsmin duyuldmu biraz sana, biraz yüreğine ama en çok sevdaya olan saygıdan dolayı ayağa kalkılırdı. Bu hareketi otnom sinir mekanizması yönetirdi ve ayağa kalkma işleminde düz kaslar çalıştığı için hareket istem dışı gerçekleşirdi.

Benim bütün amacım seni sana anlatmaktı çünkü sen kendini ayna hariç hiçbir yerde görmemeştin ve kendine baktğın aynanında sırrı dökülmüştü. Yani sen ne sır yüklersen yükle çözülmüştü. İşte bu yüzden seni sana, sen gibi gösteremiyordu. Senin kelimelerin gayet doğaldı, susuşun suni bir çekirdek tepkimesi.... Gözlerinin manası adında, adının manası gözlerinde ki sözlükte yazılıydı ve bu sözlük aşkca yazılmıştı........ Bu gece itraf ediyorum o sözlüğü ben yazdım! Benden başka kimse adının anlamını anlamasın diye. Hatta sen bile......

Temirağa Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              11 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Leyla Ayyıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.158 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Yürüme

Hangi şehrin yorgun bacaklarıyla yürüyorsun

Rakı ve balık kokusunun gülmelere bulaştığı bu sokakta

Yaşlı Rum kadının yüzündeki enkaz mı yaşadıkların

Yüzüne bak

Bu insanların yüzleridir belki

Gitmediğin şehirlerin kokusu

Dalgaların görkemli buğusu yanaklarında

Ve o ekşimsi tat

Harçlığını çıkaran bir çocuğun umuduyla

Kalabalığın anısız gözlerine yat

Senin sevgi dediğin mendile sümkürürken insanlar

Yürüme !..

Derya Berrak

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

...Have you been thinking about putting yourself up for sale lately? Ever wonder how much money you could get on the open human market? HumanForSale.com will attempt to place a value on your life using a variety of criteria in 4 basic facets of life (physical,mental,lifestyle,personality)... http://www.humanforsale.com/ İnsana nasıl değer biçildiğini merak edenlere.

Toplam 2712 kişi ile ilgili detaylı bilgileri bulabileceğiniz ve hatta mutlaka yer almalı dediğiniz önemli kişileri de ekleyebileceğiniz sağlam bir biyografi sitesi http://www.kimkimdir.gen.tr/ Mutlaka inceleyin.

Asp konusunda ne kadar iyisiniz? Bu soruyu okuyan bir çok kahvedaşımızın ha? ne? nasıl yani? ya da nereden çıktı bu soru? dediğini duyar gibiyim. Heyecean yapmaya gerek yok. http://www.maxiasp.net/ kısayoluna giriyor ve ayrıntılı bilgileri alıyorsunuz. Ve hatta sıkı bir eğitimle ustalaşıyorsunuz bile.

...Hırtaboz Kimir? diye soran hiperaktif ( ! ) arkadaşlara çözüm yolu : Arıza olma durumudur. 30 gün deneme süresi ile ( Trial Version ) dünyaya gelen çok değerli arkadaşlarımıza " Hırtaboz " denir. Ve işte size Bir kaç Hırtaboz replikleri... http://www.mizahturk.com/hirtabozlar.asp

Kahve Molası'nda bir dönem yorumlarını beğeni ile okuduğumuz sevgili dostumuz Hasan Taşkın yönetiminde iyi bir haber sitesi açıldı. Henüz çiçeği burnunda olan bu portalın kısa zamanda hakkettiği yere ulaşacağını söylemek müneccimlik olmasa gerek. http://www.haberyedi24.com

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhotoFiltre 6.1.3 [1,40 MB] Windows Free
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe
Photoshop ayarında diyeceğim müdavimleri kızacak biliyorum ama bu işi profesyonelce yapmayanlar için biçilmiş kaftan. Harika ve kullanışlı bir resim editörü. Hem de bedava. Yapabildiklerini gördükçe şaşıracaksınız. Plug-in ler sayesinde benzersiz bir programa dönüştürmek olası. İlla Türkçe olsun diyenler için Türkçe dil seçeneği bile mevcut. Uzun süredir kullanıyorum, yeni versiyonu çıkınca sizinle tekrar paylaşayım istedim. İstisnasız herkese tavsiye ediyorum.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050906.asp
ISSN: 1303-8923
6 Eylül 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com