KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 832

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 3 Ekim 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Allah Aşkına interneti doğru kullanalım!..


Merhabalar,

4. SAYI ÇIKTI!Bugün büyük gün. İbreler bizden yana dönmüş gibi görünse de, gene sonucun ne olacağı belli olmaz. Temkinli ama umutlu olmakta yarar var. Siz bu satırları okuduğunuzda belki epeyce şey şekillenmiş olacaktır. O nedenle şu dakikada ahkam kesmenin ne yeri ne de zamanı. Gelin biz sizinle şu hepimizin ortak paydası interneti konuşalım. AB konusunda söyleyeceklerim bir nevi biliyormuş gibi yapmanın ötesine geçmeyebilir ama konu internet ve onun kullanımı olduğunda kendimi yetkin görürüm. O nedenledir ki arada bu konuda yaşanan terslikleri sizlerle paylaşmak ve görüşlerimi aktarmak isterim. Madem internetin nimetlerinden sonuna kadar yararlanmanın çabasındayız o zaman, her işte olması gerektiği gibi, bu işte de nasıl davranmamız gerektiğini ortaya koyup tartışmalıyız diye düşünüyorum.

1989 yılından beri internet denen tek dişi kalmış canavarla güreşiyorum. Anlayacağınız gibi internetin henüz amacı dışında kullanılmadığı, kağnı hızıyla data aktarımlarının söz konusu olduğu cilalı taş devrinden beri bu işin içindeyim. Ve o günden beridir de bir şekilde bu işten ekmek yiyorum. Benim için internet olmazsa olmaz, dibi bulunmaz bir cevher. Bu işin profesyoneli olarak elim elverdiğince, dilim döndüğünce hep bu kaynağın amacı dışında kullanılarak heba edilmesine karşı çıkmaya çalıştım. Kendi kullanımlarımda, kendi uygulamalarımda hep bu desturu dilime pelesenk ettim. "İnternet tıpkı kendinden öncekiler gibi bir iletişim aracıdır." Bu pencereden baktığınızda nasıl telefon kullanmanın, mektup yazmanın, radyo televizyon yayını yapmanın kendine özgü kuralları, bir etiği varsa internetin de vardır. Ancak kullanım kolaylığı, albenili programlar, ucuz hatta bedava olması gibi unsurlar öne çıktığında maalesef etik metik hak getiriyor. Herşeyin suyunu çıkardığımız gşibi bununda suyunu rahatlıkla çıkarabiliyoruz.

Nasıl ki, telefon adabında telefonu açtığınız kişinin sizin kim olduğunuzu bilme hakkı varsa internette iletişim kurduğunuz kişinin de böyle bir hakkı olduğunu bilmek zorundayız. Tabi ki bunun istisnaları olduğunu, bunun da bir ihtiyaçtan doğduğunu biliyorum. ICQ, MSN gibi programların bu ihtiyaca cevap vermek için, karşılıklı olarak kimliksiz konuşmaya olanak vermesini anlayışla karşılıyorum. Buraya kadar bir sorun yok. Ama zaten az olan Türkçe içerik konusunda alabildiğince ama olabildiğince gerçek bir yayıncılık sürdürmeye azmetmiş sitelerde, ki Kahve Molası da bunlardan biri, kimliksiz dolaşmayı uygun ve etik bulmuyorum. Yani eğer bir taraf asıl kimliğiyle ben varım diyor, diğeri ise teknolojinin nimetleri arkasına saklandığını sanarak sizinle iletişim kurmaya çalışıyorsa bunda bir yanlışlık olduğunu kabul etmek gerek diyorum.

Analog telefon santrallerinin olduğu dönemlerde telefon sapıklarımız vardı. Hatta belki bir çoğumuz bu kanalı bir eğlence aracı olarak kullanmıştık. Ama konuşmanın paralı olması, dijital santrallerin devreye girmesiyle arayan numaranın tespiti gibi etkenler telefon sapıklarının dibine kibrit suyu ekti. Şimdi cillop gibi internet sapıklarımız var. Ve ne tuhaftır ki, bu arkadaşlarımız kullanıcı ile kullandırtıcı arasındaki farkı bile farkedemeden, diğer bir deyişle, operatör, moderatör nedir bilmeden, tamamen bir cahil cesareti ile birtakım işlere kalkışabiliyorlar. Adımı yazmıyorum, adresim yok o zaman istediğim gibi at oynatırım diye ortaya çıkan densizler gün geliyor insanın canını da sıkıyor. Bu kadar lafı neden ettim? Durun anlatacağım. Hafta sonu sevgili dostların uyarılarını aldığımda hiç endişe etmedim. Çünkü bugüne o kadar o kadar çok saldırıya ve cin olup adam çarpma hikayelerine şahit oldum ki, hiçbirşey beni şaşırtamazdı. İtiraf etmek gerekirse gene şaşırmadım. Ama bu sefer sevgili şakacı arkadaşlarım, Gamze olayından fazlaca etkilenmiş olacaklar ki, beni tacizci olarak resmedip panoya asmışlar. Tabi ki güldüm geçtim, hatta bana haber veren dostuma "Bırak yahu biraz şanımız yürüsün." de dedim. Sonra bilgisayarın başına geçtiğimde ısrarlı tutumuna sinirlendim. Öyle ya bir kere yazdın çek git. Görünmesin diye dostların yaptığı yazışmaların üstüne defalarca ısrarla aynı metni kopyalamasına sinirlendim. Hem de çok sinirlendim. Neyse görmeyenler de görsün diye sildiğim o metinleri şimdi buraya kopyalıyorum. Buyrun okuyun:

• sitedeki herkese bir şeyi bildirmek isterim Kendine editör diyen CEM ÖZBATUR tarafından tacize ugradım... Burdaki kayıtlardan telefon numarama ulaşmuış ve benle konustmustur sonrasında onun kültürlü bir kişiliğe sahip oldugunu düşünerek sohbet ettim ama onun niyeti alenen benden faydalanmak idi.. Bu mesajı belki hemen silecek ama okuyanlar oyuyamayanlara anlatsın CEM ÖZBATUR BİR TACİZCİDİR....
Nesli34 | 01-10-2005 16:29:18

• dogrusu benzer bir durumla ben de mail yluyla karsılastım ama burda açıklamadım cünkü ne de olsa editörün çöplüğü
gonul | 01-10-2005 17:34:32

• Dün yazılan Taciz gerceğine bir katkı yapmak istiyorum defalarca soylenen seyler dogrudur burdaki bir cok üyeye aynı sapıkça yaklaşımı sergileyen CEM ÖZBATUR bir tacizcidir. Burdaki bayanların edebiyata olan ilgilerinden kendi sapıkça tatminlerine ulaşmak isteyen bu kişi bu siteyi sapık amaçlarına alet etmektedir.. evet sözün özü.. CEM ÖZBATUR yani EDİTÖR bir TACİZCİDİR.......
Güney | 02-10-2005 12:47:35

Aman ha bu deli saçması şeyle ilgili savunma yapacağımı falan aklınıza getirmeyin. Ben bu kadar lafı başka bir nedenle ediyorum. Ben bu şakacı arkadaşların bu cesareti nasıl bulduklarını veya bununla nereye ulaşmak istediklerini merak ediyorum. Şimdi size 3 adet mesaj kopyaladım. Bunların üçüde farklı kişi tarafından yazılmış gibi görünse de aslında tek bir şakacı tarafından klavyeye alınmış. Bu şakacı arkadaşım bir nedenle gıcık olduğu bana okkalı bir eşek şakası yapmak istemiş. Eh bana ulaşıp bulaşmanın en kolay olduğu yer olarakta KM yi görmüş ve onun interaktif alanlarından birinde, benim ona tanıdığım olanaktan yararlanarak, kimliğini saklayarak, beni rencide etmesini istediği kelimeleri sıralamış. Bundan sonra söyleyeceklerimi iyi dinlemenizi öneririm. Zira birgün başınıza böyle birşey gelirse veya siz yanılıp şaşırıp buna benzer birşey yapmaya kalkışırsanız bşınıza gelebilecekleri bilmeniz açısından yararlanabilirsiniz.

Bu arkadaşım bir sıradan internet kullanıcısı. Devekuşu gibi kafasının görünmediği her yerde kendinin yok olabileceğini düşünen sıradan bir operatör. Ancak hesaba katmadığı birşey var. Kendisine bu uçsuz bucaksız olanaklar denizini sağlayan teknoloji yaratıcıları aynı zamanda kendilerini güvende hissedebilecekleri, istedikleri gibi at oynatabilecekleri ovalar yaratmayı da ihmal etmemişler. Sıradan bir internet kullanıcısının bilmesi gereken birkaç şeyi burada özetlemek istiyorum. Her ne yolla internete bağlanırsanız bağlanın, internete girdiğiniz andan itibaren o koskoca networkün bir parçası, bir terminali haline gelirsiniz. Ve attığınız her adımda bir imza atarsınız. Bir başka şekilde ve KM'ye yakışır bir biçimde söylersek, teknolojiyi yaratanlar teknolojiyi kullananlardan hep bir adım öndedir. Ve eğer siz bu alanda hizmet veriyorsanız, teknolojiyi yaratanlardan kullanıcılara nazaran biraz daha fazla yararlanmak zorundasınızdır. Tabi ki bunu bir paranoya haline getirmenin de bir anlamı yoktur. Milyonlarca bilgisayarın incelendiğini, kurcalandığını düşünmek anlamsızdır. Ancak gerektiğinde ayak izlerinin kolaylıkla takip edilebilir olduğunu bilmek yeterlidir. Eğer bir suç işlerseniz hele bu suç bir başkasının mahremiyetine dil uzatmaksa o takdirde bir başkasının da sizin mahremiyetinize el atmasına ses çıkaramazsınız. Bu konuda daha çok şey söylenebilir ama zaten epeyce şey söylemişim gerekirse de başka zaman devam ederim. Ancak şu kadarını daha söyleyeyim. Bu şakacı arkadaşın internete bağlandığı adresi bulmam için sadece yarım saat yetti. Gerekli konumlarda dostlarım olması bunda yardımcı oldu tabiki. Yoksa bu işte benim oturduğum yerden yapabileceklerim sınırlı. Ama bu işte ciddi olduğumun bilinmesi açısından bu sıradan densizliği cezalandırmam gerektiğine karar verdim. Danışarak hazırladığım dilekçeyi bu sabah savcılığa vererek dava açıyorum. Sonucunun ne olacağı ile de ilgili değilim. Ben kişilik haklarıma yapılan bu saldırıya sessiz kalmadığımı göstermek istiyorum. Ve sizlerden rica ediyorum, lütfen bu tür durumlara seyirci kalmayın ve zinhar tevessül etmeyin. Kahve Molası'nda alabildiğine özgürlük derken neden üyelik sistemini getirdiğimi ve şimdi neden ücretli üyelik dediğimi de anlamanızı istiyorum. Ben ne kadar gerçeksem, benim yönetimimdeki bir internet sitesinde herkesin en az benim kadar gerçek olmasını istiyorum. Ne pahasına olursa olsun.

Bugün bir sürpriz konuğumuz var. Uzun yıllar Türkiye'de çalışmış ama sonra yaşadığı Londra'ya dönmüş bir dostumuz Ozzie Cummings. Kendisi iyi bir okuyucu olduğu halde iyi bir Türkçe yazıcı değil. Asıl mesleği metin yazarlığı olan bu arkadaşımızın ingilizce olarak klavyeye aldığı yazısını aynen sizlerle paylaşıyorum. Bunu arada bir ağzımıza gelen değişik bir tat olarak değerlendirmenizi rica ediyorum. Ve haftaya istekte bulunan bir arkadaşımı kırmayarak Elvis Presley'in unutulmaz harika bir şarkısıyla başlıyorum, In The Ghetto. Hepinize güzel ve başarılı bir hafta dilerim. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

18 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Derya Berrak


Ayna-I

Nar

Yemiş ağaçlarından dökülen patlamış incir kırmızısıydı gözleri.
Muğla'nın Yatağan ilçesinde, karartılmış oksijeni çekti ciğerlerine. Hafifçe aksırdı. Sağ elindeki süpürgeyi bıraktı avlunun üzerine usulca. Uykusuz gözlerine doğdu ilk bebeği. İşte burada, tam buradaydı kocası. Heyecanla yeni bebeklerinin anısına dikiyordu ağacı "Belma" diyordu "Bir gün çocuğumuz ve hatta onun çocukları..."

Avluda çocuk gülüşlerini hayal ettikleri gündü.Yıllar öncesi, yeni doğan her bebek için bir ağaç dikiyorlardı ve ağaçlar büyüyüp serpildikçe onların meyvelerinde torunlarını, gelecekteki büyük ailelerini görüyorlardı.Yemişten Mehmetleri, erikten İzzetleri, duttan Bülentleri olmuş beraberce büyüyüp serpilmişlerdi bu avluda ve Ahmet... Gençliğinin baharında kaybetmişti Ahmet'i, Motosikletinin sarhoş bir sürücü tarafından ezildiği gün kulaklarını vermişti oğluna. Duymazdı, duymazdı ama görürdü. Hele bahçede duran narlar büyüdükçe daha net görürdü Ahmet'ini. Her mevsiminde narın, koşa koşa oğlunun mezarına giderdi ve "Ahmett bak yeni narlar oldu oğlum" diye ağlaya ağlaya yakarırdı. Kuşları besler, çiçekleri sulardı...

"Nörüyon Belma teyzem gene, temizlik mi sabahınla gari"

İrkildi. Yanına gelen komşusu Meyvan'a hafifçe tebessüm ederek:

"Napayım Yaşlılık işte böle böle avutuyorum kendimi" dedi

Aslında o da tıpkı bir nar gibiydi. Tek ve bütün görünürken içinde tanelere bölünen... Gülüşünün ardına sakladı acısını. Çocuklarından mı öğrenmişti, belki...

"E senin çocuklar gelmişti geceleyin n’apıyorlar? Uyuyorlar mı?"

Evet gelmişti çocukları. Gecenin bir yarısı Bodrum'a tatile giderken uğramışlardı. Yatağan'ın havası kadar uzaktılar.

Sanki yapılan termik santralle değişmişti her şey. Hava, su ve tüm meyveler... Üç ya da dört cümle geçmişti aralarında
"Nasılsın?"diye sorduklarında "Hastayım"dememişti. Deseydi, diyebilseydi gelinler
"Bu da hep naz" diye düşünecekler, oğulları "Eyvah annem Bana bakın, beni götürün derse karımla aramız bozulacak" diye korkacaklardı. Oysa çocuklarını kendisine gelecek garantisi olsun diye doğurmamıştı o. Hepsi özgürce yaşamalıydı.

Özgürlük... Torunlarının burnuna, dillerine taktığı garip metal parçaları kadar bayağı ve basit değildi eskiden. Onurlu, direnme gerektiren bir şeydi. Susmuştu.

Babalarının cenazesinin ardından geçen, uzun yıllar sonra ilk kez geliyorlardı. Hem mutluydu hem de görücüye çıkmış bir genç kız kadar heyecanlı. Babalarının mezarını bile sormadılar. Sabahlara kadar onları büyütmek için dikiş diken, küçümsedikleri babalarının..

İkrama kalkmıştı hemen. Mutfağın camından baktı. Avlunun içinde duran ahşap dört duvar eski mutfağı. Ağaç dallarından raflar yapmıştı babaları, bir de çatı. Daldan çatı, soğuk kış günlerinde karı yağmuru davet ederdi içeriye. Eğer evde pişirecek bir şeyler varsa eline bir şemsiye alıp mini tüpün üzerine tutardı.İçine yağmur girmeyen tencerelerde pişen yemekleri anımsadı yeni mutfağında. Bayat ekmekleri suya bandıkları günlerdi onlar. Mutlu oldukları, bütün oldukları günler. Şimdi başında çatısı olan yeni bir mutfağı vardı. Omzunda eksik bir el...

Oğlu girmişti mutfağa. Bir zamanlar eteğinden tutan, büyüdüğünde annesine bakacak, en küçük oğlu. Şimdi zengin ama bir o kadar pinti ve "Adam" olan oğlu "Bu betonarme ev de tam bir gecekonduya benziyor anne" dedi "Sana bir daire alsak?" Susmuştu.

Avlunun içindeki ahşap evde seneler geçirdikten sonra evlatları büyüyünce babalarıyla bir olup ahşap evin karşısına yapmışlardı burayı. Mutfağı içinde diye ne çok sevinmişti. Yatağan küçük bir yerdi o zaman. Hatta daha da küçük Zamanın en havalı evlerindendi, taştı.

"Senin hangi bankalarda hesapların var anne?" diyordu oğlu "Ölsen kalsan bulamayacağız, bak Sonra devlete kalacak" Susmuştu. Gizlediğinden değil. Kendisine dair merak ettikleri tek şey olduğundan belki, söylemek istemiyordu parasının yerini. Devir değişmişti artık, onları sevgi değildi bir arada tutan. Miras umudu, para...Belki birleştiren, birleştirmeden önce ayıran. Kirli, pis duman; para . Hani az ileride basılan. İnsan ölümleri pahasına, yine seyirci kaldığı insanların... Susmuştu. İçini çekti.

Meyvan'a "Hadi gel birer çay içelim"dedi. Sarı saçlarını bağladığı kızıl yemeniyi geri attı Meyvan. Orta yaşlarda bir kadındı. Oğulları kadar hatta belki biraz daha küçük olmalıydı yaşı. Annesiz büyümenin verdiği özlemle sık sık uğrardı

"E nerde senin çocuklar Belma teyze? "

"Onlar mı? Hı onlar gitti. Denize geçerken annemizi de alalım ona da bir değişiklik olsun demişler ama.."

"Gitmedin de mi? Bak sen de hatırını kırıyon hep çocukların "

İlk yalanı değildi. Her anneler günü, bayram, Pazar, bir neden bulurdu bir de süslü yalan. Kendine hediyeler almayı öğrenmişti. Soğuk hastahane odalarında kimseye söylemeden bir başına kalmayı, Evde olduğu halde ışıksız, nefes almadan oturarak "Çocuklarım geldi, aldı götürdü beni zorla" demeyi. Tüm bunları ona acımasınlar diye mi yapıyordu kendine acıdığı için mi bilinmez...

"ohh Belma teyze senin bu avludaki keyif de bir yerde yok"

Gülümsedi. Gözlerinin içine baktı bu genç komşu kadının. Gözbebeklerindeki yansımasına. Oğlu geldi aklına yeniden. Gözlerine bakarak onu inkar eden oğlu. Sanki içinde başka biri vardı ve onu kontrol edemiyordu.

"Biz evi satalım demeye geldik anne. Zaten öleceksin. Şurada kalmış birkaç yılın bari hepimiz rahat ederiz!!"

Geride kalan hep acı veren oluyordu çocuklarının ardından. Cümleler geçiyordu başının üzerinden.Cümleler uğulduyordu kulaklarında. Sinirlenmişti. Sinirlendikçe kendini bu dünyadan biraz daha soyutlamış ve belki de güvendiği tek yer olan sessizliğe sığınmıştı yeniden. Meyvan konuşuyordu. O ise çocuklarından geriye kalan, acı veren cümleleri anımsıyor ve sessizliğine sığınıyordu. Nar yoktu. Kuşlar ne de oksijen...

Karşı çıkabilmeyi öğrenmeliydi. Nefret etmeden, sadece karşı çıkabilmeyi. Yapamamıştı. Aynen böyle suskun ama gözlerinin içine bakarak tüm çocuklarının ve inkar etmeden onları, aynen böyle oturmuştu. Sokağa bakan tahta kapıya asılı büyük çan çaldığında bir nefes aldı. Gün ışıyordu, çocukları kim bilir kaç yıl sonra belki yeniden evleri satmayı denemek için ya da cenazesine geleceklerdi. Elini kaldırıp sözünü kesti Meyvan'ın...

"Biliyor musun"dedi

"Belki şu vefalı ağaçlar olmasa yani onların yerine başka bir şey, başka bir şey olsa..."

Anlamsızca bakıyordu Meyvan

"Ağaçlar ağaç olmasa hepsini atardım bu avludan!"

Genç kadın başını sağa çevirdi "Yahu bu Belma teyze iyi hoş da bazen aklı gidip geliyor galiba"diye düşündü ve avazı çıktığınca bağırarak

"Boşver teyzem sen.Ne edecen ağaçları. Takma kafanı böle şeylere. Eh hadi anlat bakim ne yapmış senin çocuklar?Büyük torun?"

Yeni hikayeler dillendirecekti birazdan. Termik santralin ölümcül dumanından bir nefes çekip ciğerlerine, yeni ölümler yazılan bir ilçede, ölümden beter acısı o ağaçların....

Derya Berrak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
              5 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Bayram Leventoğlu


Taşlama

Muhalefet tenkittir, iktidarsa muktedir
Hükmün şartı emirdir, emir alırsa nedir?
Açın bakın tarihe ne diyor mazi kebir
“Herkes yerini bilsin, bilmeyene bildirsin”

Haktan yana görünür, mangallarda kül kalmaz
Dilin zamklı olmasın, , yapışmadık pul kalmaz
Emir eri gönüllü, görmediği zül kalmaz
El pençe divanında, “saldır co” de, giydirsin.

“Şucu, bucu” diyorlar, inanmayın onlara
İnatçı kumpasları, işemişler donlara
Yıllarca oynadılar, oyun geldi sonlara
Kapanıyor perdeler, beterini oldursun.

Bir topal tomruk teke, seke, seke dolanır
Dönmesinden baş döner, midelerse bulanır
Konuşurken şov yapar, görenler adam sanır
Ona da manitusu, layığını buldursun.

Tüm yüce değerlerin, kutsallığı dillerde
Toplanır tos yaparlar, kafa, kafa illerde
“Kaldır at”, marka mıdır?, güç tutmayan pillerde
Kumanda kimde ise, oyuncağı durdursun.

“Satarsın, satamazsın”, özelleşti bu ülke
Kimse değer vermiyor, makam mevki ve kürke
İş bilene yönelmek, yakışır mı öz Türke?!!
İsterler ki , torpiller, yandaşları girdirsin

İşsizlik kol geziyor, gençlerin yarını yok
Pazarlık masasında geriniyor birkaç tok
“Sandukacı,” sandığın, paramparça ve de çok
Geçti eski devirler, zamına zam bindirsin.

Teraziler bozulmuş, düşünmeyi engeller
Umurlarında değil, hortumlanmış lengerler
Tarihlere geçtiler, dalkavuklar, zengerler
Yapraklar gazel oldu, aklı olan sindirsin.

“Devletin malı deniz, yemeyen domuz”lafı
Para kimde, mülk onun, aldatma artık safı
Saygı duymalı fikre, terk etmeli, sin kafı
Afaki avareler, aklı yere indirsin.

Aklı yok birkaç piyon, bölücülük yapıyor
Bindirilmiş kıtalar, bu millete çatıyor
Bulandıran avlıyor, bizi bize satıyor.
Birliğe sarılalım, acımızı dindirsin.

Sorulardan korkmayın, sorunlardan hele, hiç
Babası belirsizse, söyle çocuk niye piç?
İçen içsin zıkkımı, istiyorsan sen de iç
Emirlerim bu kadar, münadiler bildirsin!

Bayram Leventoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ceren Keskin


Tanrıların erkeklere armağanı

Yeryüzündeki ilk insanlar, Tanrılara saygısızlıkları yüzünden yokedildi. Önce Altın Soylular, sonra Gümüş ve Tunç Soylulardı bunlar. Tapınaklara gitmeyen, itaatsiz insanlar öyle öfkelendirdi ki Tanrıları, sonunda hepsi toprağın altına gömüldü. Üç insan soyunda aradığını bulamayan Tanrılar, son olarak Demir Soylular'ı yarattı. Hepsi 'erkek' olan bu soyda, önceki soylardaki itaatsizlik yoktu.

Ancak ihanet, ne Tanrı, ne insan olan Titan soyundan geldi Zeus'a. Ölümlülerin koruyucusu 'Prometheus' idi ihanetin adı. Hep insanların arasında olan, onları koruyan, yardım eden Prometheus, insanların acizliği ve çaresizliği karşısında, ne pahasına olursa olsun, onlara yardım etmeye karar verdi...

'Ateş'ti bu yardımın adı.

Zeus'un volkanındaki ateşten bir 'kıvılcım' çaldı Prometheus ve insanlara verdi. Ateşin gücünü ellerinde tutan insanlar, tıpkı kendilerinden önceki insan soylarının yaptığı gibi Zeus'a saygı göstermemeye başladı. Öylesine öfkelendi ki Tanrıların Tanrısı, insanlara ateşi veren Prometheus'u Kaukasos Dağı'nda zincirlerle bağlatıp, ciğerlerinj kartallara parçalatarak cezalandırdı. Ancak öfkesi dinmemişti Zeus'un. Bu kez Prometheus'un suç ortakları erkekleri cezalandırmaya karar verdi ve dedi ki, 'Prometheus aldığın ateşe karşılık öyle bir bela vereceğim ki insanlara, sevmeye ve okşamaya kıyamayacakları bir bela olacak bu.'

Hemen Hephaistos'u çağırdı Zeus, 'Bir parça toprak al, suyla karıştır' dedi. 'İçine insan sesi koy, insan gücü koy. Bir varlık yap ki yüzü ölümsüz tanrıçalara benzesin, bedeni orkidelere' diye emretti. Zeus'un buyruğu kısa sürede yerine getirildi. Her Tanrı bir özellik yükledi ona. Zeus, 'Tanrıların armağanı' anlamını taşıyan 'Pandora' adını verdi yarattığı yeni cinse. Ve içinde kötülüklerin bulunduğu bir kutu ile yeryüzüne gönderilirken, Pandora'ya elindeki kutuyu açmamasını söyledi. Dayanılmaz merakına yenik düşen Pandora kutuyu açtı. İşte tam o anda, kutunun içindeki kötülükler yeryüzüne yayıldı. Tam umut çıkmak üzereydi ki Pandora telaş ve korku ile kutuyu kapadı. Böylece Pandora ile insan soyu çoğaldı ama onunla birlikte tüm kötülükler de yeryüzüne yayılmış oldu. Ve Zeus, itaatsiz insan soyundan intikamını almış oldu böylelikle...

Zeus, erkekleri cezalandırmıştı cezalandırmasına ama yüzyıllardan bu yana 'ne onunla, ne onsuz' türü beraberlikten hiç vazgeçemedi kadın ile erkek. Kadın, erkeğin bencilliğinden,duygusuzluğundan yakınırken; erkek, kadınının değişkenliğinden dem vurdu yıllar boyu. Ve 'mertlik', kadının himayeye gerek duymadan yalnız yaşamayı öğrenmesi ile bozuldu!

Ataerkil düzenin parçası erkek, pratik çözümler üreten, çabuk karar verme yeteneğine sahip, duygularını ortaya sermekten çekinmeyen, sorumlulukları sırtlanan, acılar karşısında en çaresiz göründüğü anda bile gücü elinde tutan, istediklerini açıkça dile getirebilen, hayır diyebilen, hararetli tartışmalarda doğru bildiğinden sapmayan günümüz kadınını 'rakip' olarak görmeye başlayınca, aşk değer kaybeden hisse senedine dönüştü.

Erkek, siyah beyaz Türk filmlerindeki güzel, eline erkek eli değmemiş 'esas kızı' aramaya başlarken; kadın da aynı filmde güvenilir, güçlü 'esas oğlanı' izlerken gözyaşı dökmeye başladı.

Erkek, 'Evlenecek kadın kalmadı artık', kadın 'Adam gibi adam olmadığından' yakınmayı alışkanlık haline getirdi.
Yani, ne Şirin, Şirin bugünlerde. Ne de Ferhat, Ferhat.
Aşk'ın adı 'seviyeli ilişki', aşıkların adı 'partner'e dönüştüğünden bu yana, Ferhat, Şirin için koca dağı neden deldiğinin yanıtını arıyor.
Sadece 24 saat içinde yaşanan, yarının hiç konuşulmadığı 'bir günlük aşkı' anlamaya çalışan Şirin'in karşısındaki Ferhat, üç kişi arasında yaşanan 'eşkenar üçgen aşka' kafa patlatıyor bugünlerde...

Bunun iyi bir aşk yazısı olmadığını biliyorum.
Oysa, aşkı yüceltmek, şiirler, çiçekler, kalpler serpiştirmek, aşkın kırmızı gül ile ifade edildiğini anlatmak istiyordum bugün.
Ancak Zerrin Özer ile bozuldu yazının amacı!
Yani suç ortağım o büyücü!
İtiraf ediyorum!
Aşkı sadece tek bir kelimeye sığdırmayı başarabilen Zerrin Özer, aklımı karıştırdı.
Onca duyguyu sadece KIYAMAM kelimesi ile anlatabilmeyi nasıl başardığına kafa patlatırken, aşk yazısı yolundan saptı!
Ve en son kime 'Kıyamam' dediğimi düşündüm.
Sahi siz bu kelimeyi en son, kime söylemiştiniz?
Hatırlıyormusunuz?

Ceren Keskin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
              5 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Gül Çakır


RADYODA SEZEN ÇALIYOR...

Ayak uyduranlarla, ayak uydurulanlar bir arada ve nasıl bir tezatlıktır ki; birye olmayı başaramayan hiçbir insan, var'dan yok oluşlara yönelemez. Tamamen karmakarışık zihinlerde dolanıyor, karmakarışık hayat hikayeleri... En güzel hikaye prenseslerin, ve en yakışıklı prens çıkıveriyor aniden karşıdan... Kıldan da ince olan bir kılcal damardan savrulan, içi bulanık olmuş körebe masallar... Hikaye üstüne bir başkası uyduruluyor seni gördüğümde artık. Neyin işareti bu? Yada, ne bunun işareti?..

Arıtılmış sulardan damlayan, arınık sular gibi benim sana olan sevgim. İmkan yok, imkansızlık hat safhada ve gözleri görmüyor aşkın, senden başkasını... Düşünceler, yobazlaşmış kafalara tutsak. Ellerim at gözlükleri takmış takıştırmış gözlerime ve ayakucumda okunmamış bir kitap var şimdi, ADSIZ..!

Deniz manzaralı bir aşk benimkisi, radyoda Sezen çalıyor... Uçuşmaya hiç aldırış etmeden, yerine çakılmış bir şemsiye koruyor benim incitilmiş sevdamı, güneşin acımasız ultraviyole ışınlarından... Ve insanların, kem kem olmuş gözlerinden... Sevdam, koruma altında. Ama öyle bir zaman oluyor ki; çiçek açmış yaseminlere basıp basıp geçiyor insanlık!.. O zaman, benim kalp korumam da beş para etmiyor. "hiç" çare kalmadığı zamanlarda, tükeniyor çabucak "hep" çareler... Yıldız kaymaları gibi kayıyor... Tükeniyor... Tükeniyor... Tüken...

"Kendini, önce kendi kendin sev!" Bu savı ortaya atan kişi, kendini hiç sevmeyen, kendinden bezgin bir denizciydi. Denizler hep özlemle yaşar... Hep birşeylere hasret kalmak zorundadırlar... Bu adeta bir bağımlılık olur onlarda ve özlemleri olmadığı zaman, gemileri batar... Bunun nedenini, "buzula çarptı" diye açıklar, ana haber bültenleri. Onların içindeki, bir erek olmama acısını kim bilebilir ki..? Senden, benden başka... Hatta, biz nerden bilebiliriz, onlar anlatımda bulunmadıktan sonra..? Hiç.

Bir yürek dolusu sevgi gönderiyorum sana. Aç kollarını ve bekle, en en koruyucu melek eşlik edecek onlara ve ben seni, hergün olduğu gibi daha da seveceğim, anlık anlar geçip giderken... Anlamını bilmediğim bir hüzün, ne manaya geldiğini anlayamadığım bir kasvet havalandı gözlerinden. Ben senin gözlerini severken, gözlerindeki buğuyu da sevdim, gözlerinden daha da fazla belki... Ve belki birgün, gün ağarırken yanımda olmamana hiç aldırış etmeyeceğim! Ve işte o zaman, azalacak sana olan sevgim... hiçbir zaman'a indirgenmesi ihtimal olurken, daha şimdiden... Olsun, ben yine de, bazı bazı seni çok severim...

Tek hücreli mitokondrimsi bitkilerin, amip özellikli hayvan türleri gelir aklıma, sen her kırıldığında... Seni kıranlar gelir... Özelliksiz, düz... Sıradan, sırada bile olamayan...

Çikolata renkli, az kalorili geceler sarıyor beni her akşamdan sonra, bir anne şefkat edasıyla... Ve, birgün gelir, bir ses yükselir sessizlikler içinden; "en büyük aşklar, düşlerde başlar.". kimin yada neden söylendiği bilinmez... Aslında engeller gibi görülür, karşıya çıkan her sevgi yolu ve yalan, riyalarla dolu sevgi merdiveninin, pas tutmuş duygu yoksunluğu... Bir ulaşılmazlık sorun olur sonra. Gökyüzü ile bezeli evren arasında... El ele, göz göze hayaller görülmez olduğu bir gün gelir. Uçuşan küller, en acı nağmeli şarkıyı söyler... Uçurumlar kapanır ve heyelanlar olur, toprak kayımı ormanların sel baskınlarının hemen ardından... "son" geldi sanılır. Gelen "son" değildi ama, sadece gidendi; "ilk"..!

Bir güz mevsiminin, en hazan saatlerinden biridir gece yarısı. Öyle hüzün dolar ki kirpiklere bezeli gözyaşları, anlam içermeyen bakışlara gebe kalır, en inatçı yağmur. Gök gürlemelerinden duyulmaz olur sevdalının "seni seviyorum"larının ahı... O zaman da kimse anlayamaz çekilen acıyı... Bir ilkbahar yangını gibi olur, o zaman sana sevdam... Ardı, sarı yapraklarla dolu bir facia! Kışla gelen en sert soğuk dolanırken pencere pervazlarında, uç uç böceklerinin ani kanat çırpış sesleri solukları keser ve ben, herşeye ve herkese inat; tek "sana" aşığım! Hala...

Gül Çakır
gulcakir9@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

İlker Özlük

 Kahveci : İlker Özlük


  Yahu şu kadın ağlıyor be…

Yahu şu kadın ağlıyor be…
Senin ağlamaların ıslattı aslında yüreğimi.
Baştan sona yürüdüğüm, adını zorda olsa öğrendiğim bir meyhane sokağının yarı çıplak sarhoşluğunda küstüm en asi geceyi seyreden cesaretime… Birbirimizi en çok sevdiğimiz o dükkanın önünden geçerken, Hala satılmamış bir entarinin basmalı tülleri gibi oyaladım caddeleri.
İnce nakış işlemeli, alman göçmeni Adile’nin yaşça büyük kavaklarının gölgesinde; Yahu şu kadın ağlıyor be… Hiç üşümeden araladım geceyi.
Hiç düşünmeden senin sarhoşluğunda.
Yüreğimin akşamdan kalma dertleri arasında.
Benim savrukluğumu bilirsin sen;
Etrafta bilir az çok.
Aşkımı dağıtmak isteyip de dağıldığım dalga arası deniz kaptanları da… Hangi filikaya sorarsan sor; Yahu şu kadın ağlıyor be.
Gece yarısı tutsaklığa çıkardılar adımı.
Gece yarısı soramadım adını.
Düşlerimin uyanmışlığı öyle bir vurdu ki, acısına sabahın kapılarını kapadım ardına kadar.
Belkide hiç uyanmayacaktım.
Belkide sende sormayacaktın.
Esaretin gölgesinde yaşlanan çınar;
Ya benim ellerim…
Yahu şu kadın ağlıyor be.
Önce yağmur gibi inceden bir sese benziyordu sesi.
Aşklarımı dağıttırmadı.
İnce parmakları gözlerimi elliyordu sanki, İnce parmakları yüreğimi öyle dokunuyordu ki; İçimden bir ses; Yahu şu kadın ağlıyor be.
Tarlaların başağına terden hasretten bir gölge yapışmış.
Başakların sarısına adım gibi adın yazılmış.
Her terim senin parmaklarında;
Dudaklarım susuzluğuna öyle bir kurumuş ki; İçimde hayalin, içimde senin sessizliğin dolaşır şimdi; Savrukluğumu bilirsin.
Etrafta bilir az çok.
Su doldurmaya gelende bilir.
Geride kalanda.
Ya benim ellerim.
Yahu şu kadın ağlıyor be.

İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,757,757,757,757,757,757,757,75
              4 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ozzie Cummings


HOW OLD WILL YOU LOOK IN THE YEAR 2012…

Congratulations! We have won the Olympic Bid. We now have 7 years to prepare for it. Everyone is asking the same question these days: How old will I be in 2012? This question reveals another preparation which is as important as building the stadium or training for the games, perhaps even more important to me and you... Yes, why not prepare our look for the Olympics?

As the women who live in Britain we all will be the beautiful hosts of the games. If the games were next month, there would be no problem for us. However, 7 long years may take a few bites from our youth. The good news is that, we are already 7 years younger than we will be in 1012… Regardless of your age, everybody has a chance to improve their look in the future if they start working on it now!

As with life in general, we all make long term future plans when it comes to children, career, mortgage... But how about our cells? Are we all sucked up in a daily routine and just invest time and money into what we are told to invest into for the future? Where as our local bank would be so happy to teach us how to make a long term business plan (which is brilliant by the way), nobody teaches us the fact that we actually should make a long term "looking young plan".

Yvonne Bishop-Weston, with an impressive BSc.Dip ION. mBANT, and an award winning nutritionist with 15 years experience in the field, explains what happens to us when we age for a start. "Every time a cell replicates, there is a chance of causing more damage. The longer you live the more your cells replicate, the more chances of something going wrong. As a natural consequence aging symptoms will start to showing. How you look on the outside is pretty much the same as the state of your body on the inside. It is all about protecting your body and eating a reasonably good diet thorough out your life. So the cells replicate safely. "

Yvonne is the same age as me, however, she easily looks 10 years younger. So I am determined to do whatever she advises. You will find a 6 step plan to look fab when London will be filled up with all those young athletes from all over the world.

The BBC reported that people in Britain are living longer to such an extent that by 2025 a fifth of the population will be over 65. That means, if you stick with the plan after the London Olympics, you will have a good chance of looking good during many other Olympics. Other choices are having plastic surgery or any other "age manupulation" methods in the year 2025. But even if you can afford to splash out on an expensive quick fix, would you not prefer to spend this money on a perfect shopping spree in Milan or Paris rather than your plastic surgeon`s wife?

STEP 1: REGULATE YOUR STRESS.

The most important thing Yvonne says is to regulate stress. "If you have a lot of stress in your life and you don`t regulate it, then you will burn all of your body`s nutrients so much faster.

For example when you are stressed, your body uses up vitamin C faster. So your skin cells are not protected. Magnezium, Vitamin C and B5 are really important. When you are under stress for a long period of time, you run out of Magnezium, Vitamin C and B5. They`re needed for your adrenalin glands to produce cortizon to DHEA. So rather than giving the body this hormone, give the body nutritions to produce it. "

STEP 2; STEER RIGHT AWAY FROM A.G.E.

Yes, if you don`t want to age, you should stay away from A.G.E.! This is all about sugar. Yvonne asures us that sugar basically gives us bad skin, fat and wrinkles and she explains how it does all those to us. " There are two mechanisms with sugar. 1: We will convert sugar, glucose, into fat and it is stored as fat. 2: The sugar which is in our blood stream cannot get it into the cells quick enough and glycostinates our body. Basically what happens is you caramelize your body on inside. It creates something called AGEs. And this gives us wrinkles!"

5g of sugar is one teaspoon. Imagine the sugar in food as teaspoons. That way, it becomes more tangible. Check the sugar content of everything you buy and try to imagine how many teaspoons of sugar you are putting into your body. For example a small carton of fruit yogurt can contain 6 whole teaspoons of sugar!

Balance your sugar levels by making sure you eat complex carbohydrets so they don`t release sugar too quickly. For example rye or whole wheat bread, brown rice, brown pasta instead of white.

STEP 3: STOP BUYING EVERYTHING THAT SAYS LOW FAT ON THE PACKAGE.

So we know, sugar makes us fat because we turn it into fat in our bodies. "If you want to be post menapausely fat, eat sugar. If you want to be slim toned and look good after the menapose then cut out sugar before you cut out the fat." Says Yvonne "Sugar also leads to inflammation, it is bad for the skin. When your blood sugar is high, your insulin is high. Insulin makes your skin cells inflamed. Generally speaking, if you want to look good, cut sugar not fat."

She explains why we should avoid sugar and not to be so scared of fat. "We have fat receptors in our mouth. And fat carries flavour. If there is low fat in food, manufacturers have to put more sugar or artificial things to make it taste nice, othervise you`ll never buy it again. Generally speaking, manufactured low fat (apple which is naturally low fat for example is fine) contain extra sugar or artifical additives.

If you eat low fat food it may taste nice but a few minutes later your body feels tricked into thinking it has consumed good food. Good nutritionish fat is going to replenish your body`s needs but when it feels tricked you will get cravings straight afterwards. "

But this does not mean that you should not count calories! On the contrary, Yvonne advises a low calorie-high nutrition diet. "Over consumption of calories means that you are using your body resources faster. Ensuring that you are not over eating is important, what`s more important is the quality of calories. I don`t agree with calorie controlled diets which are just reducing calories without looking at where the calories come from."

STEP 4: EAT FATTY.

Eat good fat and cut out the bad fat. Eat your oily fish nuts, avocados, seeds. Avoid burgers, sousages, Sunday roasts, chips and crisps… Sounds familiar doesn`t it? The good fat helps you to loose fat! It makes the cell membranes fluid so you can get nutruins into the cell and burn off fat and energy. Simple as that!

When Yvonne explains how, it makes more sense. "Fatty acids are most important for every cell membrane. Your skin, how you look, everything relies on your skin cell membranes. Every cell has a membrane on the outside and it is made of fluid. It is not like a plastic bag outside. It is as a fluid of mosaic and it is made of fat. Depending on what fat you eat will be what fat your body is made of.

Seeds like flaxseeds, sesame seeds and pumpkin seeds all contain essential fatty acids that help to keep our skin cells plump. So they can sit nicely together. When they do that, there is less room for them to collapse and cause a wrinkle."

If you eat saturated fat, animal fat, your cell will be solid. You cannot get nitrutions in it. Everything happens in your body within a cell.
If you have nice essential fatty acids then things like chemical messengers to make us feel good and healty go into cell and put nutritions into it.

STEP 5: GET THE RAINBOW INSIDE YOUR BODY.

When you eat fresh vegetables, include a rainbow of color. Vegetables with different colours have different properties that are especially good for your skin. For example dark green ones are full of magnezyum. orange, red and blue ones are full of antioxidants.

Eating fresh fruit and vegetables is vital because they give you antioxidants to protect cells in terms of how you look. They help cancel free radicals. Eat your fruit and vegetables whole rather than as juices.

"On top of that, if you want to take multivitamin, that`s fantastic." Says Yvonne. "But taking vitamins cannot replace a good diet. Because no pill will overcome the fact that you have a bad diet. Supplement programs should be designed for individuals. We all have different requirements."

She believes that one day our children will be thaught about nutritiants at schools but until then, she recommends to take a good multivitamin, multi mineral, antioxidant and essential fatty acids along with a healthy diet for those who wants to keep young for long.

It is best to take all the minerals together as complex. As all the minerals and vitamins work as sinergatic partner. They are very carefully calculated and put together by the companies.

She also emphasises the fact that most of the food we buy from the supermarket has travel from many miles way. There is hardly any nutritions left in them. Her solution is to eat organic. She also advises us to buy vitamins from specialised health food shops rather than supermarkets.

6. EAT LIKE A FISH.

Do you know why fishes are healthy? Because they eat algae. Go down the food chain and eat algae. If you are a huge fish like a tuna, you are quite high up the food chain. You will accumulate all the toxicity of all of the fish you have eaten. If you eat algae at the bottom, you still got the super nutriotions. If you are at the bottom, you haven`t accumulate all the toxicity. Yvonne eats algae every morning. "So rather than eat fish I have breakfast made from algae every morning. It sounds horrible but tastes nice. A combination of both Chorella and Spirulina. I take it as a drink. I mix it with rice milk because rice milk is really gentle on the gut and add a little vanilla and flaxseed oil. Then I take Multivitamin, Multimineral and Vitamin C. I don't take any antioksidant as I eat lots of fruit and vegetables."

***

10 practical tips on how to be good at home!

These are all equally important things if you want to look 25 years younger in 25 years time. So, they are not numbered!

- Take all type of food oil out of your cupboards and put them on the kitchen surface in a row in a normal room temperature. Room temperature is approximately the same as our body temperature. If the oil is hard (ie margarine) in your kitchen, it will be the same in your cells. Pitty your tiny delicate cells and ditch all the hard looking food oil. Buy only liquid oil for home. Leave the butter-toasted bread indulgences for holidays.
- Don not foul yourself into thinking there is no point in buying organic food for home, as you eat out quite a lot. May be you cannot be in charge of the restaurant kitchens but you can eat organic, at least whenever you are at home.
- If an "all organic" mentality is damaging your shoe budget, then buy the things you consume most, like tea, tomatoes, cerial, milk, beans, bread, pasta etc. as organic.
- Never buy white bread, white pasta, white rice, white sugar for home. Go for the wholemeal and unrefined ones. If you don`t have it in your cupboard, you won`t have it in your body.
- If you need salt, use sea salt.
- Interprete the recipe books in your own anti aging language. If it says white sugar, use unrefined one, when it says butter or margarine, consider it extra virgin olive oil, read all the flour as wholemeal flour etc. As a result, the texture and the taste may not be excatly what it is ment to be but your beautiful skin cells will stay beautiful.
- Make life easier for yourself and put your daily vitamin, antioksidant and essential fatty acid pills somewhere easy to reach for example next to the water jar. So you won`t feel like it is an extra chore to do.
- Try eating vegetables as in their own forms or steam or at least boil them. Boiling is better than baking as the heat cannot be above the boiling point which nutritions can still survive. Don`t boil them for too long though!
- If you need to take your minerals like magnezyum, take them half an hour before bed so your body can use them to replenish your cells. Take the energy giving ones like vitamin B, C in the mornings so you won`t be wondering where all your energy has gone when you need it.
- And finally, every time something tries to stress you out, be selfish and thing about your skin cells. Nothing is worth making you look older than you deserve. Just say to your source of stress (which is yourself most of the time!) "I am sorry! I cannot decrease my vitamin C levels for that!" Alternatively, make everyone who stresses you out contribute to your plastic surgery expenses in the future. They will think twice before daring to stress you next time.

***

Low calorie high nutrition diet example:
Low calorie depends on your activity level. This example is for an average person who is fit and active. Breakfast, porridge with flaxseeds and blueberries mid morning an apple or a pear and 5 brazil nuts. Lunch, something like a small handful of brown rice with a piece of protein the size of your palm beans or tofu, or chicken or fish and a big handful of vegetables. Afternoon snack, two oat cakes with some humus or avakado on top. Evening, better to reduce your carbohydrates in the evenings so you give your body time to repair. It repairs itself this part of the day, it has so much work to do over night. So go for a moderate portion of carbohydrates with big salads, steamed vegetables and protein.

5 Fundamentals

1- Stop smoking
2- Protect yourself from UV
3- Exercise
4- Drink water instead of tea coffee
5- Avoid take aways and processed foods

Ozzie Cummings
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
              3 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Leyla Ayyıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 3.205 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Deli Bozumu

Kör tutkuların çığlık seslerinde
Tıkanmış kulakların
Bir gerçeğe ellerini kapayarak
Yanmış ellerin
Yanmış dillerin
Beşiği olmuş hüznün
Sallana sallana büyüyerek.

Şimdi
Bir mucit bulup acilinden
Küçültmeli hüzün denen devlerimizi
Formülü aşka uzanan
Şifresi çözülmemiş
Panzehirsiz.

Yada
Düşmeli hapislere
Kanamalı
Yanmalı
İncinmeli
Hep birden
Susamalı aşka
Tadamadan aşkın özünü.

Şimdi
Giyinmeli top yekun
İki ucundan kuşaklar sarkan gömleklerimizi
Zaten aşk dediğinizin
Yarısı delilik değil mi?

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yorumsuz

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu



"JOSÉ MARTİ" KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ
ASOCIACION DE AMISTAD CON CUBA "JOSÉ MARTI"

Asmalımescit, Sofyalı Sok., Paşa İşhanı, No:4, Kat:1, Beyoğlu/İstanbul
Tel: (212) 244 35 09 Fax: (212) 245 89 10
Email: istanbul@kubadostluk.org www.kubadostluk.org

JOSE MARTİ KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ'NDE ESTELA BRAVO FİLMLERİ GÖSTERİMİ

Amerika'da doğup, Küba'da yaşamayı seçen Estela Bravo, bugüne değin Orta ve Güney Amerika'nın yakın tarihine tanıklık eden 30'a yakın belgesel çekmiş ve bu belgeselleri ile dünyaca bilinen çeşitli festivallerde ödüller almıştır. 2002 yılında 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne katılan Estela Bravo'nun filmleri ilk kez ülkemizde izleyici ile buluşma olanağına kavuşmuştu.
Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Estela Bravo'nun üç filminin 23 Eylül, 30 Eylül ve 7 Ekim tarihlerinde, dernek binasında gösterimini yapacak. Estela Bravo Filmleri gösterim programı şöyledir;

7 EKİM 2005
BORÇLU DOĞANLAR

1985-25'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu

Arjantin, Bolivya, Peru ve Kolombiya'da çekilmiş olan filmde, Latin Amerika'nın dış borç yükünün çocuklar üzerinde, yoksulluk, kötü beslenme, hastalıklar, ilaçsızlık gibi etkilerini gösterir.

İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Baby POP3Preview [80 KB] Windows Free
http://www.pablosoftwaresolutions.com/download.php?id=40
Minicik mükemmel bir ön kontrol programı. POP3 hesabınızı önce bununla kontrol ediyor, işe yaramaz masajları seçerek kolayca posta kutunuzdan siliyorsunuz. Ayrıca Spam Listeleri oluşturup sizin seçmenize gerek kalmadan kendiliğinden işaretlemesini sağlıyorsunuz. Öyle kurmaya falan da gerek yok. Tek bir exe dosyasını kullanıyorsunuz. POP3 hesabı kullanan hemen herkese tavsiye ederim.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051003.asp
ISSN: 1303-8923
3 Ekim 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com