KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 842

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Ekim 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Kılpayı kaçırdım!..


İyi haftalar,

4. SAYI ÇIKTI!Cumartesi günü Maslak'taki çatapat şenliğini 25 dakikayla kaçırdım. Tabi elde sigara benzin istasyonunda şenlik seyretme zevkinden de mahrum kaldım. Dediklerine göre bombaymış ama ben hala ikna olmadım. Patlamadan 10 dakika sonra mikrofona konuşanlar patlamanın LPG'li aracın deposunda meydana geldiğini, hatta yangın söndürme tüpleriyle hemen müdahale ettiklerini söylediler. Hele üstüne bir de fişek gibi yetişen Sarıgül başkanın, 1 saat kadar sonra yetkililere dayanarak olay yerinde verdiği demeçte LPG patlaması olduğu yönünde olunca ben epeyce tereddüte düştüm. Bana sanki LPG patlamasını unutturacak bir senaryo hazırlandı gibi geldi. Haklısınız aslında tam tersi olması gerek ama bilmem nedense bu sefer bana böyle malum oldu. Ben de bir tuhafım yani. Yok eğer gerçek bir bombaysa beceriksizce hazırlanmış, kazara patlamış gibi bir durum olmalı. Her halikarda ucuz atlatılmış bir olay olması nedeniyle hepimize geçmiş olsun. İşin doğrusunu bugün Cerrah müdürün basın toplantısını izleyelim, anlarız.

Matbaayı açtığımda ATV'de "Zayıflamak istiyorum" diye bir program vardı. Daha doğrusu yarışmaymış. Aman Allahım, bundan böyle günde 1 saat onları seyrederek moral toplamaya karar verdim. Vallahi ben onların yanında sırım gibiyim. Eğer sizin de kilo probleminiz varsa yemeklerden önce ve sonra yarımşar saat bu yarışmacıları izlemenizi öneririm. Her derde deva olacaktır. İster moral depolayın, isterseniz siz de motive olup kilo vermeye çalışın. Şu anki yarışma programlarının arasında en yararlısı diye bir kenara not aldım. Fırsat buldukça çıkarıp çıkarıp bakacağım. Neyse lafı uzatmadan pikaba bir pop tango daha koyup kaçayım. Necdet Koyutürk'ün Dinle Sevgili isimli tangosunu bu kez Nil Burak söylüyor. Hepinize başarılı bir çalışma haftası diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

4 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Feride Özmat


Buruk Atıyor Kalemimin Yüreği...

Yüzlerce mektup yazdım sana sevgili. Binlerce satır döktüm ayaklarının altına. Her bir sözcüğünde derdim sana olan sevgimi; her bir satırında kümeledim sana hasretimi... Yüreğimin en kuytusunda sakladım her birini, hatıraların kollarında. Bilmedin, duymadın, görmedin.

Ay karanlık bu gece. Soluğu kesilmiş yıldızların, nefesi yok bulutların. Tüm dünya durmuş, zaman durmuş. Tüm ağaçlar kulak vermiş sevgime. Sokaklar beni dinliyor sessizlikte... Sensizlikte...
Mısralarım daldı yine hayallere, bir mektup düştü yüreğime.
'Özledim' dedi kalemim, yazdı ellerim.

'Özledim, sevgili,
Kumral perçemlerini özledim...
Saçlarının alnımı usulca öpüşünü
Derin çizgilerin altında çakan gözlerini
Bakışlarındaki ela gölgeleri özledim;
Hüzünlü ve yorgun...'

İlkyaz güneşleri savruldu belleğimde. Ada vapurlarının saatleri karıştı sözlerimde. Son anda yakaladım baharı ela gözlerinde. Tuttum ellerinden sevginin, sımsıkı tuttum. Bırakmadım, kapsın martılar düşlerimizi. Bırakmadım, aynalar yok etsin yüzlerimizi.
'Hala dudaklarımın kenarında bir gülümseme yapışıp kalmış bugünden yadigâr' dedi sesin.
'Özledim' dedi kalemim, çırpındı kirpiklerim.

'Özledim, sigara kokan sesini;
Gönlümü sevgiyle sarmalayan ılık nefesini
Nisan yağmuru gülümsemeni özledim...
Sonbaharda yaşattığın ilkyaz güneşini
Kavuşmalarımızı özledim;
Gecenin sabahla buluşması gibi
Doyumsuz ve dingin...'

Hasretin yaktı Ada'yı, yaz günlerinde. Bekledi bakışlarım bir nefesini, bir sesini. Merak etti; neredesin, kiminlesin? Hatırlar mısın seni anan dizeleri? Hatırlar mısın ellerimin yumuşaklığını, gözlerimin sıcaklığını, saçlarımın Ada rüzgârında dalgalanışını? Sana bakışımı hatırlar mısın? Unuttun mu yeminlerimizi? Benliğimizi kül eden o ateşi unuttun mu?
'Özledim' dedi kalemim, kavruldu yüreğim.

'Özledim, şimşekler yakan temasını
Delidolu sağanaklarda ıslanan arzularını
Aşkını haykırmanı özledim...
Ellerinin yüzümde iç çekişini
Nefesinin dudaklarımda gezintisini
Tenimde yarattığın yangını özledim;
Sevgiye aç ve çılgın... '

Gün hazana uçtu göçmen kuşun kanadında. Kızardı yapraklar, uçuştu sarı meltemlerin ardı sıra. Dövdü poyrazlar Ada yamaçlarını. Koptu tufanlar, sarsıldı kıyılar kızgın dalgalarla. Kestaneler yuvarlandı ayaklar altında; sıkıldı sokak lambaları derin yalnızlıkla.
Duyamadım gitarını kulağımda, duyamadım soluğunu yanaklarımda. Kırıldım sırça misali, darıldım sana... Yokluğuna... Suskunluğuna.
Hüzünlü perçemlerin geldi aklıma, düştü yüreğime bir mektup daha.
'Özledim' dedi kalemim, eğildi gözlerim.

'Özledim, avuçlarımdaki yüreğini;
Hazan yaprakları misali boynu bükük...
Anıların kuytusuna saklanan vaatlerini
Gerçekleşmeyecek hayallerini
Hüzün dolu vedalarımızı özledim;
Çaresiz ve dalgın...'

Sonuncuyu yazdım az önce, kış kapıyı çalınca. Bavullarımı toplar gibi topladım senli anılarımı kucağımda. Her birini özenle katlayıp sakladım gönül bohçamda. Bir daha aklıma düşecekleri güne kadar yatırdım hislerimi uykuya... Anıların kollarında...
'Bitti' dedi kalemim, sustu dillerim...

'Alıp da gittiğin bir yudum sevgiyi,
Varlığını özledim...'

Feride Özmat
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

David Ojalvo

 Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


  Kültürün popüleri olabilir mi?

Geçtiğimiz günlerde gelenek, görenek, kültür ve medeniyet gibi kavramların üzerine düşünüyordum. Hayatımızda, tüketim anlayışının başını çektiği bir popülerlik kavramının son yıllarda ortada olduğu aşikârdı. Hâtta, biz popüler olanla kültürü yan yana getirip "Popüler Kültür" diye bir kavramdan söz ediyorduk. Ben de birçok kere, çeşitli yazılarımda "popüler kültür"den söz ettim, bâzısında başlık olarak bu deyişi kullandım. Birkaç gün önce, aklıma takılıverdi: Kültürün popüleri olabilir miydi?

Popüler kelimesi birçoğumuza güncel, gündemde olanı; kültürse mensup olduğumuz topluma dayanarak elde ettiğimiz müzik, edebiyat, sinema gibi çeşitli sanat alanlarındaki bilgi birikimimizi ifâde etmektir. Kültür ve sanat, bir millete hayat veren en önemli temellerden biridir. Bu kavramlar, bizleri ciddî bir tartışmaya götürebilir; ama benim yazıma taşımak istediğim tartışma, bu iki kelimenin yan yana gelmesinden doğan anlayıştır.

Zaman zaman annemle kültürlü bir insan olmak üzerine tartıştırdık. Annem, bir insanın kültür birikiminin okuyacağı kitaplardan, tanıyacağı edebiyatçı, ressam ve müzisyenlerden, izleyeceği opera ve tiyatrolardan; özellikle bu sanatlardan tarihte yer edinmiş olanlarını bilebilmekle oluşacağını anlatırdı bana. Fırsat buldukça bu mirastan istifâde etmeye çalışıyorum; ama bu uğurda kat edebileceğim çok uzun bir yol olduğunu görebiliyorum. 2000'li senelere gelene dek nice yazar, şair, bestekâr, ressam yaşamış… Toplumda mensubu olduğumuz kesimlere baktığımız zaman, "kültür" dediğimiz kavram da bu tarihte yatmıyor mu?

Popüler kültür nedir? Gündemde olan, sürekli "yaratılan" gündemlerin, modada olanın "kültür" adı altında adlandırılması doğru mudur? Böylesi bir isim, bir üst paragrafta sözünü ettiğim mirasla bağdaşıyor mu, aynı olguyu anlatıyor mu? Ülkemizde henüz şarkıcı ve sanatçının ayırt edilemediği bir ortamda, daha doğrusu ayırt ettirilmek istenmediği bir ortamda, "popüler kültür" başlığı altında, gerçek bir mirası gitgide unutmuyor muyuz? (Daha doğrusu unutmaya zorlanmıyor muyuz?) Nasıl ki bir ara gündemde çok ses getir(til)miş kitaplar, bir süre sonra unutulabiliyorsa; biz de bu tarz "sabun köpüğü" ürünler gibi, güçlü bir tüketim akımı altında uçup gitmiyor muyuz? Hâlbuki çok sağlam bir ağaç, tarihten bize tutunmak için dallarını uzatmakta…

Kültürün popüleri olabileceği gibi bir düşünceyi bundan böyle kabûl etmek istemiyorum. Kültür, anlamını korumalıdır. Popüler zâten var, var olmaya da şiddetle devam edecek… Popüler kültür diye bir kavram olmamalı; bir kültür vardır ve hepsi bu…

Dönüp yazdıklarıma baktığımda, belki bu kelimelerden yola çıkarak, katı bir tutum sergilediğimi düşünebilirsiniz; ama nedenlerim var. Bir kere, bu kavramların altında yatan anlayış çok derin… Eskiden sanatın toplum için mi yoksa sanat için mi olduğuna dâir tartışmalar yapılırdı, tartışmalar yapılırmış. Bugünse, benim görebildiğim, "tüketim için 'sanat'" anlayışı egemen… Resim çizebilen kişi (ressam), resmini satabilmek; yazabilen kişi (yazar), para kazanabilmek adına üretiyor "eser"ini... Gülüyorum… En azından sanatçı yerine "şarkıcı" diye bir kelime türetilebilmiş; ama aradaki farkı bırakın bilenleri, anlatan medya kuruluşları çok az…

Son zamanlar basın-yayın dünyasının nasıl işlediğine dâir biraz bilgi endim. Benim gibi yazar olmaya niyetlenen gençlere, dostlara bir tavsiye: Eğer tanınmış birkaç dergi, gazetede yazılarınız henüz yayınlanmadıysa, yayınlattırın; çünkü en nitelikli eseri dahi yazmış olsanız bile, tanınmadığınız takdirde, satamayacağı takdirde birçok yayınevinin çalışmanızı basması zor görünüyor! Bu işin yazar tarafından görüneni… Okuyucuların dünyasındaysa çoktan reklâmlarla ünlenmiş yazarların kitapları hakim… Reklâmlarla, popüler (gündemde) olan kitaplarla, "kültür"lü insanlar oluveriyoruz.

Ciddî bir erozyonla karşı karşıya olduğumuzu çoktandır biliyoruz, duyuyoruz… Hayatımızda iletişim oldukça arttı; ama mutsuzluklarımız bir o kadar da arttı, ifâdelerimiz kısıtlandı. O kadar ki artık bilgisayarda kullandığımız mesajlaşma programlarında gülücükler anlatıyor duygularımızı… Suratınız asıksa, gelin sizlere bir şeyler satalım… Popüler olan emrinizde…

Kültürel mirasa sahip çıkmak için dağlar kadar kitap okumak, tüm müzeleri gezmek veya klâsik müziğin tüm bestecilerini bilmek gerekmiyor… Kaldı ki bize, gidin o yerleri gezin, alın şu klâsikleri okuyun, dinleyin de denmiyor… Bize çoğu zaman kimse bir söz söylemiyor; reklâmlarla kuşatılmış bir ortamda gözümüze, kulağımıza gelen dalgalar "yeterli" oluyor… Evet, bunları da takip edelim; ama geçmişimizden, tarihimizden bugüne dek gelen dalgaları da görebilmek gerek… O sesler, o renkler, "eski" oldukları için güçsüz değiller; bilâkis bugüne kadar dayanabildikleri için güçlüler…

Kültürün ne popüleri ne de sanalı vardır… Popüler olana kandığımız sürece, yarınları kocaman bir boşluk bekleyebilir… İllâ o boşluğa mı varmak gerekli? Sânki bugünden, bir boşluk içimizi tırmalamaya başladı bile… Yoksa bu yazıyı neden kaleme alma ihtiyacı hissederdim?

Sevgi, saygı ve dostlukla,

David Ojalvo
www.davidojalvo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              4 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Vefa Baran


Sanal Alemin Çekirgeleri..

Sanal alemde; ben buna -zihnin yoğunlaştırdığı yaşam- diyorum, yorgun aydınlığın ardından inen dingin karanlıkta, farklı insanlarla tanışma, paylaşma, isteği ağır basar. Belki gerçek yasamdan daha da fazla kendimiz olarak veya olmak istediğimiz gibi davranmak sanal alemin en reel yanıdır. Dostluklar, arkadaşlıklar hatta duygusallığa giden ekran birliktelikleri böyle baslar. Bu bağlamda insani duyguların da buraya taşınmasıyla, kendi içinde buraya yakışır kuralları olan, gerçek yaşama fark atacak girift ilişkiler yaşanır. Ve nerde olursanız olun, adına ne derseniz deyin, neyi paylaşırsanız paylaşın tüm birlikteliklerin mihenk taşı sevgi ve güven duygusu burada da en önemli olgu olarak karşımıza çıkar.

Bunlardan "güven" kelimesinin sözlükteki anlamı tam olarak şöyle geçiyor:
1-Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat
2-Yüreklilik, cesaret.

Gerçek yaşamdaki ilişkilerde güvenin tesis edilmesinde pek çok etken (söylemler, olaylara ve insanlara bakış açısı, diğer ilişkilerin referans hali, vücut dili, zaman v.s.) varken sanal alemde bu etkenlerin kullanımı oldukça kısıtlı. Burada daha çok kelimelerin ve söylemlerin gücüne ihtiyaç var..

Karşı tarafa güven telkin edebilmemiz için buna önce kendimize inanmalıyız. İnanmadığınız düşüncenin, duygunun karşı taraftan kabul görmesini ummak, beklemek tam anlamıyla bir yanılgıdır.. Bunun için de kendimizi ifade ederken ; gerçeklerin detaylarda gizli olduğunu unutmadan, kendi doğrularımızdan sapmamaya özen göstermeliyiz. Bulunduğumuz ortamın şartlarında güveni sağlayacak ve besleyecek kanalları iyi kullanmalı, ifadelerimizle, yaklaşımlarımızla tavırlarımızın örtüşmesine dikkat etmeliyiz.

Eğer devamlılığı olan sağlam ilişkiler kurmak istiyorsak, gerçek yasamda geçerli olan pek çok kural burası içinde geçerli deme lüksümüz var artık. İspatları kolay bir dünya olmasına rağmen; yanlışları doğrulamaya çalışmak, üstün bir çaba gerektiren, yanlış anlamalara bir o kadar da müsait bir yer.

Peki kimlere güvenelim veya güvenmeyelim, hangi söylemler, yaklaşımlar bizi çelişki içinde bırakır veya itimadımızı zedeler..İste kıssalardan çıkarılmış hisseler..

-Sizden, verdiklerinizden daha fazlasını isteyen zamana saygısız insanlar..(Acelesi var)

-Söylediklerinizi dinlemeyen, sürekli hatırlatmalar yapmak zorunda kaldığınız insanlar..(Size kapalı)

-Sizin değer yargılarınızı göz ardı ederek durumu kurtarmak adına kılıf hazırlayanlar.. (Kıvıranlar)

-Sizi anladığını ama benzer bir konuda sizi anlamakta zorlandığını söyleyenler..(Aslında hiç anlamayanlar)

-Sen başkasının diyerek diğer insanlarla özel paylaşımlarını aktaranlar..(Sır tutamayanlar-bu madde tek başına hepsine bedel bence)

-Sizi çok sevdiğini ifade edip, sıkıntılarını sizinle paylaşıp yardımınızdan sonra yok olan insanlar( Kullanıcılar)

-Her konuda mutlak hemfikir olmayı bekleyenler…(Karşıt fikre sagısızlar)

-Sadece ben, ben, başkası olmamalı diyenler..(Emret sahip )

-Ben böyleyim değişemem diyenler..Bunu meziyetmiş gibi sunanlar.(Gelişime ve değişime kapalıyız, nası olcak o iş.)

-Dürüstüm, doğruyum, çalışkanım diyenler…(Kendinin nur dan olduğunu sananlar)

-Nette senin gibi biriyle ilk kez karşılaşıyorum diyenler..(Yalana bak)

-Empatiden uzak, objektif olamayan klişe karakterler..(Kendini asamayanlar)

-Ben nette kimseye güvenmem diyenler..(Ben sana güvenmem ama sen bana güven.. olduu)

-Sizi olduğunuz gibi kabul etmek yerine sürekli eleştirenler.. (mükemmelciliği oynayanlar)

-Öfkesini hakaretvari kusanlar.. (hadi naş naş)

-Özel mailleriyle herkese mavi boncuk dağıtan riyakarlar.. (Bumerang gibidir sahibini bulur )

-Sizi sadece netten tanıyıp, kahveyi nasıl yudumladığınızı bile bilmeyen ama sizin kimyanıza erdiğini sananlar.. (insan tanımak bir ömürdür diye kim demişti?)

-Sadece kendine müslüman olanlar.. (Duyarsızlar)

-Olayları kişiselleştirip sapla samani karıştıranlar (Olayı illa ki bir yere yaslayanlar)

-Basit olayları kriter olarak alanlar.. (Ağaca bakmaktan ormanı göz ardı eden kıymet bilmezler)

-Sözlerinde durmayanlar, önyargılı davrananlar, yapıcılıktan uzak olanlar, olaylar karşısında sığ sularda gezinenler, homojen olmayanlar, takdirin alandan çok vereni yücelttiğini bilmeyenler, kerameti kendinde bilenler, yargısız infaz yapanlar, pire icin yorgan yakanlar veeee gerçekleri satır aralarında gizli çekirge karakterler…

Evet, yukarıda sıralananlar bir çırpıda aklıma geliverenler, pek azı benim tarafımdan yaşanarak, çoğu sohbet sırasında bana aktarılmış tespitler..İlişkilerde "bana güvenmiyorsun" veya "güveniyor musun?" sorgulamaları başlamışsa, bu endişeler ayni zamanda tarafların kendilerinden emin olamayışlarının hatta güvensizliklerinin bir başka ifadesidir. Güvenin tesisi için zamana ihtiyaç vardır, sonuçta güvenilip güvenilmediğinizin en doğru kriteri sizin hissettiğinizden çok karşı tarafın sizinle paylaştıkları ve size biçtiği değerdir.

Yukarıda yazılanlarda sanal olan ne ? Herkes gerçek değerleriyle burada.. Hem de olmadıkları kadar..

Baskıdan ve yargıdan uzak, ruhların özgürlüğüne kavuştuğu, kendimize olan yolculuğumuzda kurallardan, sorumluluktan ve zamandan arınmış otokontrol yaparak kendimize en uygun kimliği bulma fırsatı veren büyülü bir dünyadayız..

Zihnimizin gücüyle var ettiğimiz bu ortamda, olan insanlığımızı ve güvenilirliğimizi dışarıda bırakmayalım...

Bunu başkaları için değil önce kendimize olan sevgimiz, saygımız, özgüvenimiz ve kıymet bilirliğimiz için yapalım.

Karşımızdaki bizi görmüyor ama biz her gün aynaya bakıyoruz.

Vefa Baran
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,149,149,149,149,149,149,149,149,14
              7 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Reyhan Yıldırım


MARTILAR GİZLİ BAHÇEME UĞRAMAZ BENİM...

Atilla İlhan'a
"…Kendini martılarla bir tutma, senin kanatların yok,
düşersin yorulursun, beni koyup koyup gitme,
n'olursun…"

Perdelerin arasına girip alışkanlıkla nefesimi içime çektim. Toz kokusu... Hala!

"Doyamadı yavrucak!" Diz boyu karların hepimizi eve kapattığı bir öğleden sonrada, yün örüp, çay içiyordu kadınlar. Annemin konuklarıydılar. Odanın kapısında belirdiğimde; "bu muydu ölen kızın eşi?" diye sordular. Ölüm... Ölüm üzerine düşünmek çok zamanımı alıyordu. Tozlu perdeler arasından izlediğim mavi damarlı kardeşim nasıl olmuştu da bir eşya kadar cansız kalıp, birden bire çekip gitmişti. Onun, gözümüzün içine bakarak ve gözlerinin içi gülerek, bir şekilde sahip olduğu gücün tamamiyle ayırdında, ard arda ve mosmor kalana kadar attığı çığlıkları gün gibi hatırlıyordum hala. Zehra'yı özlüyordum, fakat bana kim inanır?

Sonbahar! İçimde hiç dolmayan bir boşluğu genişletiyor bu mevsim. Üşüyor muyum? Evet, biraz. Fakat ne hırka, ne de çorap işime yarayacak. Beni ısıtacak çok başka bir şeye ihtiyacım var ; sevgiye. Benden, uzun zaman önce alıkonulmuş bir şey sevgi ; bir çocuğun, annesine uyanan kollarından, annesinden çözülüp daldığı uykulardan, esirgenmiş. Zaman, öbürü için, her an gitmesi mümkün olan için ayrılmış. Benim önümde daha yıllar var. Ama çocukluk... O geçip gittiğinde, annem ve babam bana çok geç kalmış olacak. Bunu farkettik. Farkettiğimizde büyümüştüm, üşümüştüm. Sevgiye ısınamadım. Issızlık gelip yerleşti gizli bahçeme ; ne aile, ne aşk, ne bir kuş, ne de bir kedi : Giderse beni üzecek hiç bir şey, giremedi içeriye.

İkiz kardeşimin kalbi delikdi ! Ne demek olduğunu anlıyor muydum? Hayır, o zamanlar anladığım bir şey yokdu henüz. Geceleri birlikte yatıyorduk. Yanıbaşımda, hızla inip kalkan göğüs kafesini seyrederek uykuya dalıyordum. Üstelik ailemin beni, hasta olmadığım için suçladıklarını düşünüyordum.

Yaramaz olan oydu. Terlerse, annem bana bağırıyordu: "koşturma şu kızı peşinden". Ağlarsa yine bana bağırıyordu; "yardım etsene kardeşinin ödevine". Başka çocuklar Zehra'ya tahammül edemez, onu terslerlerse: "Ne işiniz var sizin elalemin evinde, birbirinize niye yetmezsiniz, anlamam ki... Kızım, biraz fedakar ol, sen oyna kardeşinle." Her şeyimi paylaşmak konusunda, her daim hevesli olmamı bekliyorlardı: "O bugün var, yarın yok... Bencillik etme! Sana yine alırız". Zaten bu yüzden de, Zehra'nın bir yerlere gitmesini beklemek son derece doğal geliyordu bana. Nihayet gittiğinde de hiç ağlamadım. O acının etkisiyle "Kalpsiz!", dedi bana annem. Oysa kalbim vardı, sadece delik değildi.

Henüz sağken, bir gün, yara bere içindeki bacağını balkonun duvarından aşırdı Zehra. Duvara gelen kısmın hemen morarmaya başladığını fark ettim. Gözüm giderek kararan derisinde, ne yapmaya çalıştığını düşünüyordum. Sanki atlamaya niyetleniyordu. Aşağıya göz attım; fakat öyle yüksek ki! İçim hop etti.

"Yapar mısın?"
"Canım isterse…"
"Sen martı mısın? Uçamayacaksın!"
"Kim demiş?"

Uzun kirpikleri, kalın kaşlarına değiyor, kirpiklerinin altında hiç sönmeyen bir alev oynaşıyordu. Gözlerindeki ifade -neydi o-, beni yine çaresiz bıraktı. Hiç kimseyi, hiç bir şeyi umursamayan, o tehditkar tavrından korkuyordum. O ne yaparsa yapsın kabahatli ben oluyordum ya. Onu izliyor, durdurmaya çalışıyor, kimi zaman yalvarıyordum. Annem, "düz duvara tırmanıyor bu çocuk" diye şikayet ediyordu Zehra'dan. Buna rağmen, bacağını aşırdığı duvardan düşerse sorumlu yine ben olurdum. Üstelik bu kez dur desem bile yapacak gibi görünüyordu, korktum. "Gidip elma alacağım, ister misin?" diye sordum. "Hayır, ben atlayacağım." Omuzlarımı silkerken için için titriyordum. İçeride, uzun tül perdelerin kıvrımları arasında durup baktım ona; önce bacağını çekti, sonra bir böceği izlemek için yere eğildi. Derin bir nefes aldım; perdelerin dokusuna sinen toz kokusu genzime doldu, oracıkta hapşırmamak için, ağzımı kapatıp, mutfağa koştum.

Zehra yaşasa belki ben gitmezdim. Üniversiteyi bitirdiğim yıl hemen sınavlara girip lisans üstü diplomamı alacağım yer olarak İsveç'i seçtim. Derin bir sessizlik hakimdi ülkeye. Akdenizli tek bir taşkınlık yaşanmıyordu sokaklarında. Kalbi delik çocukların yaşayabildiği bir ülkeydi. Herkesten uzakta neden sevilmemiş olabileceğim üzerine kafa yordum. Bulduğum hiç bir cevap gerçekçi görünmedi. Tatillerden birinde, dayanamadım ve anneme sordum;

"Benim ölmemi mi tercih ederdin?"
"O nasıl lakırdı öyle?"
"Anne gerçekten, bilmeyi isterdim..."
"Evladım saçmalıyorsun!"
"Ama bana kalpsiz dedin..."
"Kim, ben mi?"
"Tabi, onun öldüğü günlerdeydi."
"Kızım, neler diyorsun sen böyle..."
"Beni sevmediğini düşünürdüm."
"Et tırnaktan ayrılır mı? Ne saçma şey ! Hey güzel Allahım, uğraş didin, sonra... "
"Anne, bana hep bağırırdın."
"Yavrum, benim aklım başımda mıydı? Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın."
"Ama ben de senin evladındım."
"Nereden çıkarıyorsun seni sevmediğimi? Onun mu ölmesini tercih edermişim! Tövbe, tövbe."
"Beni azarlar, kalbimi kırardın.Çoğu zaman suçum olmazdı."
"Anne olunca anlayacaksın. Sen hep yanındaydın. Sana kızmamam için ona sahip çıkacak, düşünmeden yaptıklarına engel olacaktın."
"Anne bu nasıl mantık?"
"Aaaa, yeter artık!"

Açık yeşil gözlerine yaş doldu. Ne zaman ağlamaya niyetlense burnu ve gözleri kızarıverir. Yanaklarındaki derin kırışıkların engeline takılıp kalan yaşlara baktım bir süre. Dudaklarını dişledi, içini çeke çeke... Hıçkırıkları hemen peşinden geldi. Omuzları düştü, küçüldü sanki. Bir çocuğu andıran küçücük bedeni içime dokundu. Sarılmak istedim, göğsüme saklamak onu, saçlarını öpmek falan... Zavallı kadıncağız! Belki de ilk kez acıdım, galiba anladım da. Çaresizliğin alıp kaçtığı sağduyusu ile bir çocuğunun ölümüne hazırlanırken, farkında olmadan diğerini de uzaklaştırmıştı. Ne büyük kayıp. Her ne kadar öfkeli olmak onu sevmekden daha güvenliydiyse de içimde erimeye hazırlanan buzların çatırtısını duyar gibi oldum. Elini uzattı yüzüme doğru ; üzerlerinde yaşlılık lekeleri... Titreyen parmaklarıyla yanağıma, gözlerime, alnıma dokundu : Beni yanlış anlama, bir tek sen kaldın. Sen iyisin diye her zaman şükrettim.

Ama anne, söylemedin ki bana. Sevmenin kayıplara rağmen her şeye değer olduğunu öğrettin mi? Bana korkma dedin mi? Benim desteğimi istedin mi? Neler olup bittiğini anlatmayı denedin mi mesela? Anne, o öldüğünde sekiz yaşında bile değildim... Şimdi bütün bu öğrendiklerimle - öğrenmediklerimle- seni sevmeye dayanabilir miyim?

Havaalanına giderken onu son kez gördüğümü hissetmiştim. Hiç ağlamadım. Cenazeye gidemedim. Aynaya bakıp kızarmış yeşil gözlerimi okşadım yalnızca. Daima arkaya kalan bendim; anıların bütün yükü de omuzlarımda... Ben şimdi, yeniden, nasıl...?

Dışarıda yağmur yağıyordu. Elimde öylece duran kitabımı sehpaya bıraktım ve bahçemi seyre koyuldum. Kızaran sarmaşıkların tırmandığı bahçe duvarlarında ne bir kuş, ne bir kedi dolaşıyordu. Hala yeşildi ama hiç çiçek yoktu.O bildiğim, ıssızlık duygusu sardı yine içimi. Herkes gitti, herkes!

Reyhan Yıldırım
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
              5 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Fatoş Yılmaz Kavak


HAZİN SON…

Korkunç bir baş ağrısı ile uyandı. Bu ağrıya sonra mide bulantısı eşlik etti.
Her seferinde böyle oluyordu. Kâbuslarla geçirdiği gecenin ardından şiddetli bir baş ağrısıyla uyanıyor ardında da kusuyordu. Tuvalete doğru koştu. Adeta içi dışına çıkarcasına kustu. Tuvalet leş gibi kokuyordu. O koku daha fazla midesini bulandırıyor öğürdükçe öğürüyordu.

Bitkin halsiz bir şekilde yatağa uzandı. Çarşafın kokusu da rahatsızlık vericiydi. Kimbilir ne zamandır yıkanmamıştı. Biraz kendine gelince atıştıracak bir şeyler bulma umuduyla mutfağa gitti. Buzdolabı tam takır kuru bakırdı. Fareler cirit atıyordu. Küflenmiş bir parça peyniri ağzına attı. Ne yediği nasıl yediği önemli değildi. Umursamıyordu. Sadece zorunlu olduğu için yiyordu. Salona doru yöneldi. Şöyle bir eve baktı. Ev leş gibiydi. Kendini lağım faresi gibi hissetti. Pislik içinde yaşayan hiçbir yararı olmayan hatta zararı olan bir lağım faresi.

Tekrar midesi bulandı. Bu sefer banyoya gitti. Yüzünü yıkadıktan sonra aynada kendi görüntüsü ile göz göze geldi. Ne kadar çaresiz görünüyordu. Kaşlarını çattı. Kendine nefretle baktı. "katil" diye haykırdı. Aynaya bir yumruk attı. Elinden kanlar akıyordu. Elini üzerine sildi. Kendini dışarı attı. Sahile kadar yürüdü. Banka oturdu. Boş gözlerle denize baktı. O an canı kahve çekti. Cebinde tek bir kuruşu bile yoktu. Gene bir iki saatlik iş bulmalıydı. "nereden nereye" diye iç geçirdi. Bir zamanlar hiç para sorunu olmayan o şimdi meteliğe kurşun atıyordu. Bir an fabrikasını düşündü. Kazadan sonra hiç uğramamıştı. Uğraşacak hali yoktu ki bu suçluluk duygusu hayatla ilişkisini koparmıştı. Yaşamaya hakkı yoktu. Ama yaşıyordu işte.

Eve döndüğü zaman karanlık çökmüştü. Artık karanlığı sevmeye başlamıştı. Çünkü tüm çirkinlikleri gizliyordu.
Bakışları oğlunun resmine doğru yöneldi. Ne kadar güzeldi. "Tanrım" diye haykırdı. Nasıl bu kadar sorumsuzca davranmıştı. O korkunç geceyi hatırladı.
Bir düğüne gitmişlerdi. Epeyce alkol almış çakır keyif hatta sarhoş olmuştu. Eve dönmek için ayrılmaya kalktıklarında herkesin alkollü araç kullanmasının sakıncalı olduğunu söylediklerinde onların ne kadar haklı olduğunu bu acıyla öğreneceğini nereden bilebilirdi ki; otobanda ki yetersiz ışık alkollü olmasından dolayı refleks yetersizliği ve buna da sürat eklenince dönemeci alamayıp otoyol kenarında ki bariyerlere çarptığını gözlerinde ki yaşlarla tekrar hatırladı. Bir daha oğlunun resmine baktı. Daha beş yaşındaydı. Önünde kocaman bir hayat vardı. O hayatı ondan çalmıştı.

Kazadan sonra hastanede gözlerini açtığında eşinin öldüğünü oğlunun ise makinelere bağlı olarak yaşam mücadelesi verdiğini öğrendiğinde hastaneyi ayağa kaldırmıştı. Ayağa kalkacak hale gelince hemen oğlunu görmek istedi. Görmez olaydı. O korkunç manzara hayatının kâbusu olmuştu. O güzelim canı oğlu tanınmayacak haldeydi. Camdan fırlamış yüzü gözü paramparça olmuş bir kolu kopmuş garip bir yaratığa benzemişti. İçi parçalandı. İçinden bir şeyler koptu. O yaşadığı sürece bir an olsun yoğun bakıp ünitesinin başından ayrılmadı. Günlerce aç susuz kaldı. Kaç kere ölmeyi denedi. Ama lanet olası bir şansla hayata döndü.

Neden sanki o kurtulmuştu ki; yaşamaya hakkı var mıydı? Birkaç ay sonra oğlu öldü. Böyle bir hatayı nasıl yapmıştı. Hala inanamıyordu. Bazı hatalar vardır. İnsanın kendisine zarar verir. Bazıları ise kendinden çok başkalarına zarar verir. O da böyle bir hata yapmıştı. Bunları düşünmek her seferinde onu kahrediyor. Kendini bağışlayamıyordu. Ellerini başının iki yanına koydu. Kafasıyla duvara vurmaya başladı.

O an kapı çalmaya başladı. Açmaya niyeti yoktu. Çalar gider diye düşündü. Kapıda ki kimse gitmeye niyetli görünmüyordu. Bir küfür sallayarak açtı.

Osman
Can dostu Osman…
Ona öyle bir sarıldı ki dakikalarca omuzlarında ağladı. Osman onu omuzlarından sarstı." Dön artık dön hayata bu yaşadıklarını gel anlat okullarda ders olsun" Dedi.
Nasıl yapardı ki bunu kendine hayrı yoktu.
"Yeter ki iste" Dedi ona Osman

Birkaç gün sonra ona merakla bakan bir sürü gözle karşı karşıya kaldı. Önce yutkundu. Sonra anlatmaya başladı.
Konuşması bittiğinde tüm salondakiler ve o gözyaşları içindeydi. Bundan sonra bir sürü okulda hayat hikâyesini anlattı. İnternette acılarını paylaştı. Binlerce mail aldı.
Ruhu artık birazcık rahata ermişti.
Bir gece evine dönerken çok üşüdüğü için üst geçidi kullanmadı. Otoyoldan geçmeyi tercih etti.
Ve birkaç ışık…
Ve müthiş bir acı…

Yere yığılmıştı. Ölmemişti daha ama öleceğini hissetti. Araçtan yanına gelen sürücü ona doğru eğildi. Ona doğru alkol kokusu yayıldı. Kadere bak diye düşündü. Kaç kere ölmeyi denemiş başaramamıştı. Şimdi ise alkollü bir sürücünün kullandığı araçla ölüyordu işte.

Gözlerini kapadı. Oğlu elini uzatmıştı. Sıkıca yakaladı oğlunun elini "yanındayım oğlum yanında". Diyerek ruhunu teslim etti.

Fatoş Yılmaz Kavak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Müge Eralp Kaya

 Müge'nin İftar Sofrası : Müge Eralp Kaya


  ERZİNCAN ÇORBASI - ANTEP USULÜ ZEYTİNYAĞLI DOLMA
  HURMA TATLISI (SİVAS)

Sevgili okurlar, bugün sizlere Erzincan ilinden bir çorba tarif etmek istiyorum…

ERZİNCAN ÇORBASI

MALZEMELER

100gr. kıyma, 50gr. erişte, 150gr. taze fasülye, sarımsak, birkaç dal maydanoz, birkaç dal dereotu, yoğurt, nane, karabiber, tuz, salça, 1 kaşık tereyağı…

YAPILIŞI:
Kıymamızı, sadece karabiber ve tuz ile yoğurarak minik köfteler hazırlayalım ve köftelerimizi tenceremizde kaynayan salçalı suyumuza atarak karıştıralım… Diğer yandan, fasülyelerimizi ince ince kıyarak köftemize ilave edelim, son olarak da erişteler ve dövülmüş sarımsaklarımızı katalım… Fasülyelerimiz pişinceye kadar orta ateşte pişmeye bırakalım… Piştikten sonra, dereotu ve maydanozumuzu ince ince kıyalım ve çorbanın suyu ile ılıttığımız yoğurdumuzla beraber çorbamıza katalım… Son olarak, 1 kaşık tereyağımızı eritelim içine nane ekleyip karıştıralım ve çorbamızın üzerinde gezdirelim…Sıcak servis yapalım…

ANTEP USULÜ ZEYTİNYAĞLI DOLMA

MALZEMELER

25 adet kurutulmuş dolmalık patlıcan, 15 adet kurutulmuş dolmalık biber, 4-5 adet kuru soğan, 3 adet sarımsak, 2 çorba kaşığı domates salçası, 2 çorba kaşığı biber salçası, 2 su bardağı pirinç, yarım çay bardağı zeytinyağı, 1 çorba kaşığı toz şeker, 2 adet limon suyu, yeteri kadar su, kırmızıbiber, yenibahar, tuz

YAPILIŞI
Kuru patlıcanlarımızı geceden kaynar suya koyup, çatal geçecek şekilde haşlayalım… Biberlerimizi ise, kaynar suda en fazla 5 dk. kaynatalım… Her ikisinin de sularını 2-3 kez değiştirelim… Öncelikle dolma içimizi hazırlayalım; önce zeytinyağında kıyılmış soğan ve sarımsağı hafifçe kavuralım, salçaları ilave edip iyice karıştıralım, son olarak yıkadığımız pirinci de ilave ederek hafifçe kavuralım ve 2 bardak sıcak su ile baharatları ve şekeri katıp suyu çekene kadar pişirelim… Hazırladığımız bu karışımı patlıcanların içine, bir parmak eksik kalacak şekilde dizelim… Dizme işlemimizi düzgün ve sık şekilde yapmaya özen gösterelim…( Daima en alta patlıcanlar gelmelidir)… Üzerine biberlerimizi de aynı şekilde dizelim, üzerlerine tuz ve sıcak su dökelim, kaynayınca ocağımızı kısalım ve pişmesine yakın limon suyu ilave ederek 10-15 dk. daha pişirmeye bırakalım… şimdiden afiyet olsun…

HURMA TATLISI (SİVAS)

MALZEMELER:
Yarım paket margarin, 1 çay kaşığı karbonat, 3 bardak un, 3 bardak şeker, 3,5 su bardağı su, 1 çorba kaşığı tereyağı, 1 fincan su, yarım limon suyu

YAPILIŞI
Tencerede margarin ve tereyağını eritelim, içine un, karbonat, limon suyu ve 1 fincan suyumuzu ekleyelim… Tüm malzemelerimizi karıştırarak kulak memesi yumuşaklığında bir hamur elde edelim, kaşıkla ceviz büyüklüğünde parçalar alarak elimizle yuvarlayalım ve yassı köfte şekli vererek yağlı tepsimize yerleştirelim orta derecede 45 dk. tatlılarımız altın sarısı renk olana dek pişirelim… Bu arada şeker ve suyu kaynatalım, kaynayınca limon suyu katıp ocaktan alalım ve tatlımızın üzerine dökelim… Şerbetini iyice çekince servis yapalım…

PÜF NOKTASI
Et suyunuzun daha berrak görünmesi için, içine kar haline getirilmiş yumurta akını katın… Et suyunuz pişerken mutlaka üzerindeki köpükleri alın…

AKLINIZDA BULUNSUN
Yumuşak meyvelerle komposto yaparken önce şekerli suyu kaynatıp meyveyi sonra ekleyin böylece meyveler dağılmaz…Elma, armut gibi sert meyvelerde ise, şekeri meyve piştikten sonra eklemek gerekir…

GÜNÜN MENÜSÜ:
Erzincan çorbası, Antep usulü zeytinyağlı dolma, salata, hurma tatlısı

Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              1 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Hülya Galitekin

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 3.545 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Kızıma 3

Yağmur kaçağım,
Dolaşmış uykularım gözlerime
Düşümde sen,
Bir de güzel günler.
Koşuyorsun üstüme üstüme
Yanaklarımda buselerinden gökkuşağı
Sarılmışım sana.
Bir ince ışıkmışsın
Gözlerimi alan.
Uyandım;
Günaydın Kızım
Hoş geldin.

Ömer Davultaş

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yorumsuz

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Advanced X Video Converter 3.9.40 [5.70 MB] Windows Deneme 29.95$
http://www.aoamedia.com/XVideoConverter.exe
Kullandığım en mükemmel video çevirme programı. Hemen her türde video dosyalarını bir diğerine çevirebiliyor, dosyaları ayırabiliyor ya da birleştirebiliyorsunuz. Kullandığı formatlar; AVI (DivX, XviD, MPEG-4...), MPEG (MPEG-1, MPEG-2), WMV/ASF, VCD/DAT ve SVCD. Daha ne olsun? Video dosyaları ile oynayanlar için ideal bir program. Mutlaka denenmeli.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051017.asp
ISSN: 1303-8923
17 Ekim 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com