KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 845

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 20 Ekim 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : İyi bir gün olsun!..


Merhabalar,

Sizlerle sohbet edemediğim için üzgünüm. Şu yoğun günleri kısa zamanda atlatmayı umuyorum. Sizleri bugünkü sayımızla başbaşa bırakırken, hepinize sağlıklı bir gün diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

24 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  FERMANTASYONLU ÖĞRETMENLER

"Üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan,
günübirlik yaşayan insan demektir.
Goethe"

Kızımın kimya öğretmenini ziyarete gittiğimde, konu konuyu açtı ve öğretmen hanıma pat diye, şimdiki öğretmenler fermantasyonlu deyiverdim. İlkin renk vermese de, bozulduğunu hissettim. Ancak o, sohbetin gidişatı içinde, kendisinin de, aslen kimya mühendisi olduğunu, yani formasyon alarak bu işe girdiğini, babasının mesleği nedeniyle, küçük yaşlardan itibaren özel öğretmenlik yaptığını, dolayısıyla kendini o kategori içinde görmediğini de belirtti. Bu arada, yaptığım benzetmeyi beğendiğini de belirtmekten geri kalmadı. Kimya dersini, toplam 14 yıllık öğrencilik yaşamım boyunca yalnızca bir yıl, öğretmen okulunun birinci sınıfında okumuştum. Öğretmenimiz Ayşe hanım sayesinde, Nazilli'de dere boyu kadastro ölçüm çalışmaları yapmış, her nedense 3 numaradan yukarı (onluk sisteme göre) not alamamıştım. Şimdi o dersi nasıl başardığımı da doğrusu anımsayamıyorum.

Görevim nedeniyle gerek yurt içi, gerekse yurt dışı bir çok eğitim seminerine öğretmen ve okul müdürü olarak katıldım. Yurt içinde katıldığım seminerin birinde, arkadaşlar arasında bizden daha tecrübeli olan yöneticinin bir sözü hiç aklımdan çıkmıyor. Konu, Milli Eğitim Bakanlığındaki bürokratlardı. Bakanlık bünyesinde sayısını bakanın dahi bilemeyeceği kadar çok olan bu insanların ülkenin eğitim sorunlarını çözme konusunda nasıl çalıştıkları tartışılırken o tecrübeli meslektaşım taşı gediğine oturtmuştu. Ona göre; "Bürokrat genelge çıkaracak, o okullarda uygulanacak. Biz, o genelgenin yarattığı yanlışları belirten yazı yazacağız. 0 tekrar ilk çıkardığı genelgeye ek bir genelge yazacak. Biz tekrar yazacağız...Böylece, biz iş yapıyor görüneceğiz!!!" Bu iş, Arapla şeytanın çöl yolculuğuna benziyordu, vesselam.

Fermantasyonun Türkçe karşılığı, mayalanma. Formasyon ise, biçimlenme ya da yetişim. İkisi arasında ancak şiirsel bir yakınlık söz konusu olabilir. Benim öğretmen hanıma anlatmak istediğimse, günümüzde, MEB.ca, her yıl açığa ilan edilen, kimi zaman sokaktan geçene dahi öğretmenlik hakkı verilen bir sisteme yönelttiğim eleştiri idi.

Üniversiteye kimya mühendisi ya da fizik mühendisi olma düşüncesiyle giren bir kişinin; mezuniyet sonrası yaşadığı iş arama sendromuyla, aklının ucundan dahi hiç geçmeyen bir meslekle tanışması ne garip değil mi? Bir anda "Sen sınıf öğretmenisin!" denilerek ve çok da ciddi yapılmayan bir formasyon eğitimiyle, soluğu sınıfta alan binlerce kişi.Ataması bu şekilde yapılan otuz beş bin kişi şu an Milli Eğitim bünyesinde çeşitli görevlerde çalışmakta. Hatta bu durumda atanan bir arkadaşın formasyon eğitimi almaksızın öğretmenlik yaptığını, bir yolunu bularak ilçe milli eğitim müdürlüğü şube müdürü görevine getirildiğini, bu görevi yaparken bakanlığın zorlaması üzerine formasyon kursuna katıldığını anlattığında şaşıp kalmıştım. Bizim gibi plansız, programsız, esen rüzgâra göre yön ve yönetmelik değiştiren bir ülke dünyada zor rastlanır.

Yaşanan bu gerçekler karşısında insan afallayıp kalıyor. 1966'da, Nazilli İlköğretmen Okulunu yatılı olarak kazandığımda, dünyalar benim olmuştu. Çünkü ailemin beni, ortaokuldan sonra okutma olanağı yoktu. İlk günlerin şokunu atlattıktan sonra, öğretmen okulu gerçeğinin ne olduğunu yavaş yavaş kavramaya başlamıştık. Okul mutfağında soğan ve patates doğrama işi bizim gibi acemilerin işiydi. Üç yıl sonra, bu kez biz, yeni çömezlere soğan patates işini öğretiyorduk. Her gün yatağa öğretmen okulu marşıyla yatıyor, sabah da aynı marşla kaldırılıyorduk. Son yıla geldiğimizde, stajımızı köylerde yapıyor, kendi başımıza yemeğimizi, bulaşığımızı velhasıl her şeyi kendimiz kotarmayı öğreniyorduk.

Öğretmenlerimizse çok sıkı denetimler yaparak, bizleri, Anadolu'nun en ücra yoksul köylerinde öğretmenliğe hazırlıyordu. Yine son sınıfta, arkadaşlarca hazırlanan bir Türkiye haritasında, herkes çalışmak istediği yere fotoğrafını yapıştırmıştı. Bilal Abar adında, Denizlili bir arkadaşım, Hakkari'yi seçti ve orada çalışmak istediğini söyledi. Böylece arkadaşımız verdiği sözü tutarak, yıllarca hiç yüksünmeden, orada öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. Bense, ilk öğretmenliğime yüksek okulun ardından kura sonucu Muş Lisesinde başlamıştım.

Günümüzde eşek sesinden rahatsız olduğunu ifade ederek, görev yerinin değiştirilmesini isteyen öğretmenleri gördükçe; her yeni bakan değişikliğinde, iş başına gelen bürokratların göz boyamak için Amerika'yı yeniden keşfe çıkmaları sonucu, eğitimin geldiği acıklı duruma bir son verememenin faturasını gencecik yavrularımız ödemektedir. Ve neden bütün bu gariplikler, saçmalıklar ülkemde yaşanıyor, diyerek, isyan ediyorum.

Bir zamanlar, bazı güzel insanlar, bazı güzel işleri, yok ve yoksulluklar içinde başarmanın büyük hazzını yaşamış ve yaşatmışlardı. Başta Hasan Ali Yücel ile onun yürekli ve inançlı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve yakın çalışma arkadaşları, bozkırın ortasında sıfırdan yarattıkları eserlerle günümüzü hâlâ aydınlatmaya devam etmekteler. Dini politikaya alet ederek iktidar olan ve Kemalist atılımı tersine döndürmeye çalışanların gayretleriyle kapatılan Köy Enstitüleri ile onların yozlaşmışı olarak gördüğüm öğretmen okullarını, bugün, ne yazık, mumla arar hale geldik.

Öğretmen yetiştirme sorunu, Milli Eğitimin kanayan sorunu olmaya devam etmektedir. Günümüzde kokoreç dahi AB standardına uydurulmaya çalışılırken, fermantasyonlu mu yoksa formasyonlu mu olsun, dercesine, kel alaka öğretmen alımları ne zaman son bulacağını sormak en doğal hakkımız.

Bizim kuşak da büyük ölçüde emekliye ayrıldı, ayrılıyor. Meydan artık üç yüz beş yüz milyona satın alınan formasyon belgeleriyle öğretmen olanlara kaldı. Esasen bu meslektaşlarıma üzülüyorum. Çünkü, medar-ı maişet motoru için hiç istemedikleri ya da düşünmedikleri bir işi yaparak hem kendilerine, hem de öğrencilerine işkence çektiriyorlar. Halkımızın söylediği gibi, "Acemi nalbant gavur eşeğinde öğrenirmiş nal çakmayı! misali, onlarda eğitimciliği tek başlarına bırakıldıkları nefes alınamayan sınıflarda öğrendiler. Ancak onların kayıp yıllarını kim geri getirecek bize? Her yıl giderek artan sıfırcı ordusu, dört işlem yapmasını bilmeyen lise mezunlarıyla dolup taşacak.

Geçen görüştüğüm bir eğitim yöneticisi, çalıştığı ilde milli eğitim müdür yardımcılığı görevini yapan birisi için:Dört kelimeyi bir araya getirip yazı yazmasını bilmez, diye nitelendirdi. Pes, dedim, bu kadar da olmaz! Ancak acı fatura her yıl giderek kabarıyor. Benden uyarması. Bu durumda görevi kör topal sürdüren arkadaşlara elbette çekin gidin demiyorum. Onların bundan dolayı utanıp sıkılmalarına hiç gerek yok. Asıl utanması gerekenler; hâlâ bu konuda çözüm ürettiğini iddia ederek, o koltukları gereksiz işgal edenlerdir.

Son sözü, Nermi Uygur'a bırakıyorum.
"Eğitimci, bir kültür eleştirmeni, toplum onarıcısı, toplum düzelticisi, çağdaş bir toplum değiştiricisi olması gerekir. Eğitimci, toplumdaki çağrısını böyle bir doğrultuda yorumlamaya hiç de ölçüsüzlük gözüyle bakmamalıdır. Eğitimci, içinde yaşadığı zamanın iç atılımını elden geldiğince erken sezmelidir; amacı, zamanı dokuyan örtük-değerli kımıltıları geliştirmektir de ondan; tüm çabasını zamanına yaraşan yaşam-ereklerini çağdaşlarına göstermede, bu ereklere varmayı olanaklı kılmada yoğunlaştırmalıdır."

Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Serap Ezgi


TOPRAKSIZ

Elleri sıcak, sımsıcak, taze, kırmızısı güzel bir kana bulanmıştı. Ellerine şöyle bir baktı, korktu, şaşırdı, sanki kan elinden bütün bedenine, ruhuna, beynine kadar bulaşmıştı. Üzerine sürüp ellerini temizlemeyi düşündü ama sadece düşünebildi bunu, yapamadı. Kendinden kaçarcasına, kaybolmuşluk içinde koşmaya başladı. Nefesi kesilene, boğazı kuruyana, ciğerleri göğsüne dar gelene kadar koştu. Durdu; kendini dinledi; istediği yere kadar koşamamış, bir yere varamamış gibi hissetti. Dermanı kalmamıştı. Dizlerinin üzerinde olduğu yere çöktü. Üzerinde gömlek, kazak, yelek vardı ama bacakları; yer yer elenmiş, eskilikten incelmiş tek kat kumaşa sarınmıştı. Bacaklarının değdiği yerden toprağın soğukluğunu hissediyordu. Bu soğukluk ona huzur veriyordu. Nedenini bilmeden öylece kalakalmak istedi orada, hiç kıpırdamadan tek damla su ve sese ihtiyaç duymadan, kalakalmak.

Zor olmamalıydı; bir dileğini de kabul edeydi tanrısı. Kime ne yapmışlığı vardı da, bu ona reva görülmüştü? Duymadan, işitmeden tek bir şey hissetti. Canı yanıyordu, yüreği yanıyordu. Yüreğinin olduğu yerde yumruğundan büyük bir ateş vardı. Kor gibiydi, eritiyordu bedenini ama bu erime yanmak gibiydi. Yok olmasına bile izin verilmiyordu. Nefesi boğazına düğümlendi. Geçememesini, orada kalakalmasını istedi. Sanki toprak yumuşadı altında, inanamadı elini uzatıp usulca toprağı okşadı. İlk çöktüğünden daha da yumuşak geldi. Bacakları kendine yer bulmuştu bu toprakta. Bacaklarını bile kabul etmişti, şeklini alıp rahat ettirmişti de bu toprak, yüreğindeki acıyı niye sarıp sarmalayamıyordu ki? Elleriyle göğsünü delip olduğu yerden yüreğini sökebilir miydi? Ellerinden damla damla kan akarken, toprağı avuçlarıyla açıp, sıcak yüreğini oraya koyuverseydi. Hemencecik gömseydi. Bastırıp toprağı, ellerinin nasır olmuş avuç içleriyle düzleseydi. Yavaşça ayağa kalkıp onu orada bırakıp arkasını dönebilse, yürüyüp gidebilseydi. Her şey o toprağın altında gömülü kalsaydı. Hiçbir şeyi hatırlamasaydı.

Ayakkabısı bileğini acıttı. Şaşakaldı bunu hissettiğine. Şekilsizce düşüvermişti olduğu yere. Ayağı neredeydi, eli, kolu nerede kalmıştı. Ya beli, sanki yoktu. Diliyle usulca dudaklarına dokundu. Çok mu kuruydular? Hayır, yüzü ıslaktı. Az önce toprağı okşadığı eli yavaşça havaya kalktı. Ellerine bulaşıp kurumuş kan toprakla karışınca bir garip olmuştu. Bunu görmek gözlerini iyice halsiz bıraktı. Yüzüne götürdü elini, ıslaktı yüzü. Ağlamış mıydı? Oysa anası ''sen doğarken bile ağlamadın oğul'' der; saçını, elini, yüzünü okşamaz mıydı? Hani doğarken bile ağlamayacak kadar güçlüydü. Neden ağlamıştı? Ağlamıştı da nasıl fark etmemişti. Bir kuş kondu az ötesine, öylece baktı ona. Özgürlüğünü kıskandı. Hele ki şimdi, kanatları kıskanılmayacak gibi değildi. Ayaklarından toprağa bağlanmış gibi, bacaklarından kök salmış gibi toprağa aitti. Onu oraya görünmez bir demir mıhlamıştı. Gerçekliğini sorgulayarak, gözlerini kırpmadan bakmaya devam etti. Kuş minikti. Avucuna alsa, kaybolurdu. Avuç içlerinde kuşu hayal etti. Yumruk olmuş elleri, yüreği kadar büyüktü. Bir ellerine baktı, bir yüreğine, birde kuşa. Kuş gidecekti birazdan. Elleri duracak, yüreği yanacak, bedeni orada öylesine kalacaktı. Gözleri acıyordu. Islık öttürüp kuşun dikkatini çekmek istedi. Sesi çıkmadı. Dudaklarını birbirine yaklaştıramadı bile. Oysa ıslaktı, biliyordu. Genzi yanıyordu, acıyordu. Yoksa az önce uzaktan duyduğu o haykırış sesleri kendisininki miydi? Zamansızlık buydu, buna inandı. Zamanın yok olduğuna tanık olmuştu işte. Hayatında geçmeyen, akmayan geceler olmuştu. Özlemden hasretten ağlayan anasına yandığı, nazlı yarine aklının takıldığı gecelerde. Hepsi, hepsi bitmişti gün doğmuştu sonunda da, bu günün gecesi ne zaman olacaktı. Ne kadar vardı daha karanlığın basmasına? Karanlık gelip kuşataydı her yanını bu utancı, acısı kaybolur muydu, biter miydi? Hiçbir utancı olmamıştı ki bugüne kadar. Böyle gömülmek istememişti karanlığa. Sevmezdi ki zaten geceyi. Arkadaşına ava çıkalım gece demişti; canı, ciğeri, dostu, kardeşi her şeyi de; ''gündüzün şerri gecenin hayrından iyidir'' dememiş miydi? Ne gündüzün şerri kurtarabilirdi onu ne gecenin hayrı. Hangisi aldığı canı geri getirebilirdi ki? Olacaklardan değil, olmuş olandan yana korkuyordu. Savaşamayacak kadar pişmandı yaptığından. Şaka olacaktı hani, hep güreştikleri gibi sonunda sarmaş dolaş olup, gülüp eğleneceklerdi.

İkindiye doğru kapısına gelen yine o değil miydi? Ondan yardım dilemişti. Pek sevinmişti, pek severdi yardım etmeyi. Silahı temizlerken yardım et bana demişti. Yarın beraber, erkenden ava çıkacaklardı.
Yarın olsa ne olurdu olmasa ne?
Gün erken olsa
Güneş hemen batsa
    Yarının olmamasını mı dilemeli tanrıdan
    Yoksa bugünün yaşanmadığını mı?
            Düşünemiyordu, düşünemeyecek kadar yok olmuş, kaybolmuştu, topraksızdı…

Serap Ezgi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,439,439,439,439,439,439,439,439,43
              7 Kahveci oy vermiş.
15 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Nurten Altınok


Niyazi (1. bölüm)

...Bugün sigarayı bırakmaya karar verdim.

Kaç yıl önce kıyılmıştı nikahımız Çemberlitaş Kız Yurdu’nda onunla bilmiyorum. Önceleri güzeldi. Ufak ufak kaçamaklarla başlamıştık buluşmaya. Cep yok, cepken yok... Cepte para yok ki zaten, cep olsa ne olacak! En ucuzundan alıyordum, maddiyata fazla dokunmasın diye.

Filtresiz Bafra sigarasıydı ya da Birinci'ydi o zaman içtiğim. Galiba Birinci. 20 kuruştu, sonra zam geldi 25 oldu. Zam’la tanışmamın da ilkiydi, amma kızmıştım. Bafra biraz daha iyiydi ama pahalıydı. Samsun filtreliydi güzeldi de, o da bize uymazdı. Ağzım burnum tütün içinde kalıyordu etütte sabahladığım çizim masasında.

Bu gün büyük gün. Sigarayı bırakmaya karar verdim.
Şimdilik dakikaları sayıyorum.
Nefesimi kontrol ettim düzelmeye başlamış bile. Şöyle bir öksürdüm, boğazımı temizledim, gerçekten bir ilerleme var. Bak öksürmem bile değişti.

Kocaman bir fincan kahve yaptım kendime. Öyle bir çekmişim ki ilk yudumu bademciklerime kadar yandım. Su aradım içmek için, ofiste su yok. Hay aksi! Bitmiş. Çalışma masamın çekmecesini açtım bir şeyler karıştırdım. El alışkanlığı belki, eksik bir şeyler var kahvenin yanında, gitmiyor mübarek tek başına.

Açtım kapadım yeniden çekmeceyi. Neden açtığımı unuttum, neden kapattığımı da. Çantamı karıştırdım, sonra kaldırdım kenara koydum, orda da aradığım şey yok.
Fincanı elime aldım, kahve soğumuştu
Çekmeceyi tekrar açtım, sonra bilgisayarı.

Çizim yapmam lazım.

Gözlerim ekranda, proje bana bakıyor ben projeye. Bakışıyoruz şimdilik ama bir türlü cesaret edip tanışamıyoruz.
Bir sürü demir para var masanın üstünde, üşenmedim saymaya başladım tek tek. Yüz, iki yüz, üç yüz, dört yüz...
Çekmece geldi aklıma, paraların sayısını unuttum. Yeniden başladım saymaya.

Kahve bir türlü geçmiyor boğazımdan.
Niyetliyim ya bu gün sigarayı bırakmaya elma getirdim yanımda. Bir tane aldım. Yıkamaya üşendim şöyle elimle öteberi sildim, kocaman bir ısırık aldım...

İşte, ne olduysa ondan sonra oldu;

Niyazi düştü aklıma.

İlkokula gidiyordum onu tanıdığımda. Benden bir iki yaş büyük olmalıydı. Medresede okuyordu. Dağ köylerinden gelmişti. Yurttan okuluna gitmek için her gün kapımızın önünden geçiyordu. İncecik dal gibi bir çocuk. Yüzü kızarıyordu beni görünce. Bakışlarını kaçırıyordu.

Şimdi Niyazi’nin ne var işi burada?
Bana, onun adı ne, O kim diye sorsalardı 5 dakika önce 10 yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

Peşime düşmüştü bir gün, aklınca konuşacak.
Babam çıktı geldi.
Niyazi kotktu, gitti.
Gidiş o gidiş.
Bari sesini duysaydım be Niyazi...

Şu çekmeceyi bir daha karıştırmam lazım. Galiba bir yerlerde bir sigara olacak, şimdi aklıma geldi. Sonuna kadar çektim çekmeceyi, rayından çıktı, elimde kaldı. Olsun. Ta dibinde küçük kapalı bir kutu var. Aldım açtım. İçinde, ortasından kırılmış tek bir sigara... Zulada her zaman bir iki kırık sigaram vardır :)

-Allaaahhhhhh.. dedim.
Önce ikiye böldüm kırılan yerinden, filtreli kısmını dudaklarımın arasına aldım.
Çakmak aramam lazım.

- Niyazi sen dur şimdi. Çık aradan.

Çekmecede benden başka ne ararsan var. Mavi bir falçata gördüm, biraz ötede de ucu kırılmış bir kurşun kalem. Bir güzel kalemi açtım falçatayla, ucu sipsivri oldu. Koca bir tüp de yapıştırıcı var. Bana lazım değil de Niyazi’ye lazım olabilir. Atmayayım kalsın. Kağıt mendiller, makas, ayna, cımbız, ne ararsan... Çıfıt çarşısına dönmüş burası.

Bir elimde cımbız bir elimde ayna. Dünya umurumda değil ama işin içinde Niyazi var şimdi. Güzel görünmem lazım. Yüzümü ışığa verip aynaya baktım. Kaşlarım hoşuma gitmedi. Gözlüğümü düzeltim, bir iki kıl çektim, canım yandı, bıraktım.

-Amaaannn, sendeeeeeeee...

Yarım sigaramdan bir nefes çektim. Duman yok, Bizim Niyazi’de de kibarlık. Adam kalkar yakar işte bir hanımın sigarasını. Aksilik bu ya çakmakların ikisi de yanmıyor.
Bir yerlerde kibrit olması lazım.
Küçük, kağıt bir poşete takıldı elim, benim çıfıt çarşısında, yırtıldı. Lokantadan gelen yemeğin yanına koydukları tuz poşetiymiş.
Bir bu eksikti. Her taraf tuz oldu.

- Niyaziiiiii... uyudun mu ne yaptın? Sesin soluğun çıksın biraz.

Bir başka poşette de kolonyalı mendil vardı. Açtım, gözlüğümün camlarını sildim. Sen misin silen?
-Her yeeeer karanlııııık, pür nuuuuurrrrrr o mevkiiiii...
- Gülme Niyazi. Bak zaten canım sıkılıyor. Ver şuradan bir peçete de temizleyeyim şu gözlükleri. Önümü göremiyorum.

Üç paket kibrit çıktı disketlerin altından, bir de zımba. Sahi, ben geçen gün ne kadar çok aramıştım bu zımbayı da bulamamıştım.

Sağ tarafımdaki dolabın rafından üstü şeffaf mavi bir dosyayı çektim aldım. Üç-beş dosya da peşinden intihar eti. Görünen ilk sayfasında küçük mavi gömlekli bir adam resim vardı ve birkaç sıra yazı, hayatını anlatan.

Resimli kağıdı, içi şiirlerle dolu dosyanın şeffaf kapağına zımbaladım. Bilmem kaçıncı kez okuduğum şiirlere şöyle bir göz attım.
Kapattım.
Niyazi başımda pür dikkat resmi inceliyor.

- Mavi mavi masmaviiii...

Bizim Niyazi keyfe geldi, dedim içimden, Baksana, şarkılara bile başladı. Bırak şakısın. Dedim de, gözlerine bakınca işin aslını anladım. Niyazi'nin bakışları değişti.

- Kıskanma Niyazi.

Şansa bak, kibrit kutuları ağzına kadar dolu.
Birini açtım, bir kibrit çöpü çıkardım, tam yakacağım, ofisin telefonu romantik romantik zır zır sesiyle çalmaya başladı.

-Allah Allah! Bu telefonun sesi ne zaman değişti? hiç böyle çalmıyordu.

Tamam, dedim, şimdi proje ne durumda diye soracaklar. Adamlara da söz vermiştim. Bu gün bitirecektim sözde.
Bak şu Niyazi’nin yaptığı işe. Gelmenin sırası mıydı şimdi?

Ahizeyi kaldırdım:
- Alo, dedim, buyurun, Niyazi ben.
- Ne yapıyorsun, dedi, Niyazi? Biraz şaşkın, Nurten, desene Nurten. Adını söylesene.
- Sus, dedim, kafamı karıştırma daha fazla Niyazi.
Ses gitmedi sandım, bu sefer sesimi daha da yükselterek:
- Aloooooo buyrun efendim Niyazi ben, Niyazi. Siz kimi aramıştınız?
Niyazi şaşkın. Yırtınıyor karşımda.
- Şey..... dedi, kekeledi ahizenin karşısındaki ses. Siz, adımın Niyazi olduğunu nereden biliyorsunuz?
(Hayda bre efeler)
-Anlamadım? dedim, Kimsiniz beyefendi? Ben sizin adınızı nereden bileyim?
- Niyazi bey dediniz ya hanfendi biraz önce. Teknoloji o kadar gelişti mi? Allah Allah... Biz uyuyoruz galiba hala. Kayıtlı olmayan kişilerin adlarını da mı gösteriyor artık telefonlar? Nerede satılıyor o telefonlar? Kaça satılıyor? Birkaç tane alsak indirim yaparlar mı? Kredi kartına kaç taksit yapıyorlar? Şimdi bizim hanım tutturur illa da kırmızı telefon isterim diye. Kırmızı renklisini bulabilir miyim? Aman canım boş ver sen de, mavisi de olsa olur. Kırmızı renklisi yokmuş derim.
Normal katta kaç oda var? diye devam etti konuşmasına. Zemine dükkan da koyalım. Bizim hanım yatak odasında illa da banyo istiyor, dedi.
- Çattık,dedim, içimden. Bu da kimin nesi?

Benim Niyazi’yi aradım yardımıma yetişsin diye, arkada keyif çatıyor.
-Niyazi, tam lazım olacağın zamanda kayboluyorsun. Elma yemenin sırası mı şimdi? Koy o dosyayı yerine, karıştırma. Çek elini resimden, zımbaladım dokunma.
Bak, o tarayıcıya, sabahtan beri 10 kere elini koydun tarattın. Kaçak maçak olur makinede çarpılırsın sonra. Başıma iş çıkarma. El falına mı baktıracaksın? Ben anlamam öyle şeylerden.
-Türk kahvesi olsa da içsek şimdi, şöyle köpüklü köpüklü, bir de fal bakan olsa... Dimi be Niyazi?
Niyazi’nin cevabını alamadan:
- Ne kahvesi hanfendi? dedi telefondaki, Orası mimarlık bürosu mu yoksa kahvehane mi? Nescafe de var mı? Çay? Kaça veriyorsunuz kahveyi? Üç-beş fincan içsek indirim yapar mısınız kredi kartına? Ben şekerli severim ama ona göre, sonra demedi deme...
-Tamam oğlum çekiştirme dur soracağım.
(Demek yanında oğlu da var, dedim)
-Hanfendiiii gazoz var mı gazoz? Bizim oğlan soruyor da. Gazozu kaça satıyorsunuz? Üç beş şişe alsak indirim yapar mısınız kredi kartına?
- Var var, dedim, hem de limonlusundan. Cola da var. Kek, poğaça, açma... Fal bakmasını biliyor musunuz?

Benim Niyazi karşıdan işaret ediyor:
- Kıymalı börek de var de... Kıymalı, peynirli, ıspanaklı.
-Sus, Niyazi kafamı karıştırma; Sen kıymanın kilosunun kaç YTL olduğunu biliyor musun?
-Biz de tavuk kıyması kullanırız, dedi.
Ben, kıymayı hangi kasaptan alsam diye düşünürken:
- Aloooo hanfendi,dedi, Cola ile fal da mı bakıyorlar ha? Ben anlamam da hanıma bir sorayım, belki o biliyordur. Sizin kahvehanede fal günleri de düzenleriz, uydururuz bir şeyler işte Maksat şenlik olsun

- Niyaziiiiiiiiiiii yetiiiiiişşşşşşşşşşş...
(Bu, benim Niyazi’ye seslenişimdi)

Niyazi dalmış gitmiş dosyaya yine.
- Kim bu mavili adam?
- Sana ne be adam? Yakışıklı ama değil mi?
- Bana ne olur mu hanfendi...
-Eyvah, dedim, şimdi bu da duydu söylediklerimi!
-Her falı 5 milyona baksak, yani 5 YTL’ye (akıllı adama benziyor dedim içimden) günde 50 kişi gelse, beş çarpı elli ne eder? Beş kere beş, onbeş, Yok ya yirmi beş eder. Bir de sıfır koy sonuna, etti ikiyüz elli. Benim de kafamı karıştırdın. Hafta yedi gün, yedi kere ikiyüz elli? Bir ay ay otuz gün, yıl üçyüzaltmışbeş....ikiyüzelli kere ikibin ikiyüz elli.....? ? ?
- Dur, dedim ya, hesap makinesini çıkarayım. Kaçla kaçı çarpacaktım?
-‘’Çişim geldi’’ dedi Niyazi.
-Tam da sırasıydı dedim. Ettin şimdi hesabın içine. Sular kesik handa. Hadi camiye git.
-Bir havlu verir misin?
- N’apacaksın havluyu?
Gusül abdesti alıp namaz kılacakmış...
-Niyaziiiii, sokma beni günaha...
- Kim bu mavili adam?
- Niyaziiiiiiiiii, sana ne?
- Tamam tamam...
- Kim bu maviliiii...?
- Kaçla kaçı çarpacaktık beyefendi? dedim Kafam biraz dağıldı da.
- Ne çarpması hanfendi? Ben çoktan bölmeye bile geçtim.
- Neye bölüyorsun kardeşim, yapma, etme, dedim. O bizim Niyazi, zararsızdır. Camiye gitti, gelir biraz sonra.
- Camide de mi fal bakacağız? Müsaade ederler mi? Bizim hanıma bir sorayım, bir bildiği var mı?
Bir de alaturka tuvalet koysun diyor hanım,antreye.

- İmdaaaaaaatttttttttt...
Sigara düştü ağzımdan, ahize elimden.
- Aloooo, aloooooo... Colanın yanında dondurma da satalım mı? Yazın iyi gider hanfendi.
Mutfağın balkonu biraz geniş olsun diyor hanım, bir de barbekü koyarız köşesine,diye bağırıyordu telefondaki ses.
Kazandibi, keşkül, aşure.... Et, köfte, balık pişiririz yazın balkonda.

- Niyaziiiii, al şu kibriti at çöpe.
Kibrit parmaklarımı yakmaya başlamıştı. Ani bir hareketle ateşi üfledim, söndü.
- Niyazi nerdesin?
Niyazi dalmış yine dosyaya.
-Kim bu mavili adam?
- Niyaziiiiii, sana ne?
- Tamam tamam...
Gizli bir hüzün vardı sesinde.
Gözlerimin içine baktı, binlerce soruyla, binlerce temenniyle...
Sustum... Anlamıştım...

Devam edecek

Nurten Altınok
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              1 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Özhan Bilgin

 Kahveci : Özhan Bilgin


   VANTROLOG - II



__ gördün mü yaptığını ?..
__ bunu yapmak istememiştim galiba !..?..
__ ama yaptın.. ve alnım mosmor oldu.. acıdı be !..
__ tahtayım ya ondandır.. vurduğum yer şişer, doğal olarak..
__ bazen her şeyin sıfırlandığı zamanlar olur zingoç.. her şeyin anlamsızlaştığı.. etrafındaki her şey saçma gelir.. yaptığın her hareket şekilsiz, aldığın her nefes kıymetsiz geliverir.. işte bu da o anlardan biriydi ve alnım mosmor oldu !..
__ sana vurmamı saçma buluyorsun yani öyle mi ?..
__ eğer bunu gerçekten sen yaptıysan.. evet.. gerçi o kadar saf ve ufaksın.. ve hatta sonsuz bir evrende, hiçbir şeysin ki bu yaptığın kayda değer bir şey değil.. hata yapmaktan korkma !.. bil ki, dünya değişmeyecek.. alnım iyileşecektir..
__ bana bilmediğim şeyleri söyleyecektin hani ?..
__ uff !.. evet.. insan neden sürekli kendini tekrar eder ki ?.. saçmalaştım yine.. dediğim gibi işte, acıyı duyumsamak saçmalığıma etki etmedi.. hadi bir daha vur !.. daha sıkı bu sefer !..
__ hayır !.. buna ihtiyacın yok..
__ en çok da bu saçma geliyor ya zaten.. yaşamanın kıymetini anlamak için acıya ihtiyacın oluyor.. hastaysan, gurbetsen, özlemleniyorsun hayata.. sonra gideriyorsun.. sonra hayatın kolaylaşıyor.. bu sefer de acılarını saçma buluyorsun..
__ ben anlayamıyorum..
__ safsın.. normal.. çocuklar da öyledir.. ölümü bilmezler.. insanın hayatı ölümü bildiği an anlamlaşır.. ne saçma değil mi?..
__ ben bilmiyorum yani, öyle mi?..
__ inan, bilmiyor olman garibime gidiyor.. seni ben kurguladım.. bunu daha önce de söylemiştim.. belki de bundan dolayı varsın.. yani bilmek için..
__ madem varım.. daha çok şey anlat bana..
__ ne anlatayım ki !.. evren genişliyor.. sonsuz bir şey nasıl genişler diye düşünebilirsin ama bu bilimsel bir gerçek.. insanın da sonsuz bir düşünce gücü vardır.. düşündükçe büyür.. ve sen zingoç !.. öğrendikçe büyüdüğünü düşünebilirsin fakat üzgünüm.. yinelemek zorundayım.. sen bir tahtasın !..
__ yani.. ne kadar bilirsem bileyim.. elde var sıfır mı ?..
__ bunu kabullenmeyeceğini biliyorum.. ama bir gün yok edeceğim seni..
__ hadi vur bana !..
__ büyüdün ha !.. yo yo, vurmayacağım sana.. ama daha kötüsünü yapacağım.. seni kurgulayan benim.. ve sen de tanrıyı, beni kurgulayanı düşüneceksin..

__ ne yapmam gerektiğini anlayamadım tam..
__ tanrı kendisini kopyalayabilir mi?.. bul bakalım..
__ (gulp)..
__ sen düşünedur.. ben de bu arada ellerini zımparalayacağım..

_sürecek_

Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              1 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Bayram Leventoğlu


Klozet Fırçası

Kadın, bir klozet fırçası aldı. Klozeti fırçaladı ve çamaşır suyu ile fırçayı temizleyip yerine bıraktı. Beyaz renkli plastik fırçanın pas rengine dönüştüğünü görünce, çok üzüldü. “Fırçayı geri veririm” diye düşündü. Daha sonra başka ihtimaller düşündü. “Çamaşır suyu kimyası bozuk olup sararmaya neden olmasın, belki de klozet fırçasının kusuru değil bu”. Ucuz, sıradan bir klozet fırçası için bu kadar düşünmesine şaşarak giyindi, elindeki poşette, klozet fırçası ve çamaşır suyu ile satıcının yolunu tuttu.

-Affedersiniz, çamaşır suyunun ağartıcı etkisinin yitmesi mümkün mü?

-Hayır bayan, hele bizim imalatımız, bu özelliğini hiç kaybetmez.

-Bakın, şu klozet fırçasının beyazlığının kahverengiye dönüşmesinin sebebi, çamaşır suyu değilse nedir sizce.

-Plastiğin kalitesizliği, üzerindeki boyanın dayanıksız oluşu ile ilgili sanıyorum, klozet fırçasını aldığınız yere gitmenizi öneriyorum.

-Teşekkür ederim, hayırlı işler dilerim.

-Güle, güle bayan.

Klozet fırçasını aldığı yere vardığında, güler yüzlü bir tezgahtar karşıladı.

-Hoş geldiniz, size nasıl yardımcı olabilirim?

-Klozet fırçası almıştım, çamaşır suyu ile temizledim, beyaz rengi kahveye döndü.

-Bu konu ile ürün sorumlumuz ilgileniyor, siz şöyle oturun çağırıyorum.

Ürün sorumlusu bey geldiğinde, klozet fırçasının başına gelenleri anlattı.
Ürün sorumlusu, klozet fırçasını eline alarak müdürün odasına gitti, yarım saat konuştular, telefon ettiler.Kadın, sabırla beklemekten ve ilgiden memnundu. Ürün sorumlusu geldiğinde, ona minnetle baktı ve

-Sizlere de çok zahmet verdim.

-İşimiz bu efendim, yaptığımız araştırma ve inceleme sonucu, klozet fırçamızın kusursuz olduğu tespit edildi. Renk değişimi, kullandığınız kimyasalın kalitesiz oluşu ile ilgili olmalıdır, derişik asit muamelesi de buna neden olmuş olabilir. Bu nedenle, klozet fırçanızı yenileyemiyoruz.

-Yenilemenizi istemedim, zahmetleriniz için size bırakıyorum, teşekkürler.

Mağazadan çıktığında, zafer kazanmış komutan gibi sevinç ve güven içinde yürüdü ve yeni bir klozet fırçası almak için, başka bir dükkana girdi.

-Efendim hoş geldiniz, ne istemiştiniz?

-Klozet fırçası istiyorum, kaliteli olsun, beyaz olsun ve kahverengiye dönüşmesin.

-Efendim!

-Daha önce aldığım fırça, çamaşır suyu ile temizlendiğinde, pas rengine döndü de.

-Bizim fırçalarımızda, bu tür sorunlar yaşamazsınız, sorun yaşarsanız getirirseniz, gerekeni yaparız.

-Bu klozet fırçası, kaliteli ve beyaz, memnun kalacağınızdan eminim.

-Teşekkür ederim, borcum nedir.

-Yirmi YTL efendim.

-Pahalı değil mi?

-Değil efendim, kalite satın aldınız, dünyaca ünlü bir marka klozet fırçanız olacak, değmez mi?

-Dediğiniz gibi olsun, lütfen satış fişimi verin ki, sorun olursa, elimde belgem olsun.

-Buyurun fişinizi ve klozet fırçanızı, iyi günlerde kullanın efendim.

-Teşekkür ederim.

Kaybettiği zamanın ve yirmi liranın gururu ile evine yollandığında akşam olmuştu bile. “Ucuz mal alacak kadar zengin değilim” diyen kimse doğru demiş dedi içinden ve girdi eve.

Sabah ilk işi klozeti fırçalamak oldu, çamaşır suyu ile fırçayı yıkadı yerine bıraktı ve baktı, baktı. Klozet fırçası sararmamıştı, kararmıştı.Kızgınlıkla, fişi ve klozet fırçasını alarak kalite satan dükkana gitti.

-Efendim hoş geldiniz, ne istemiştiniz?

-Klozet fırçasını iade edeceğim.

-Sebep ne efendim?

-Çamaşır suyu ile yıkadığımda sim siyah kesildi, kaliteli demiştiniz, bunun diğerinden on kat pahalı olması dışında bir farkı siyaha dönmesi.

-Siz bu klozet fırçasını, çamaşır suyu ile mi yıkadınız? Olmaz ki , kaliteyi kullanmanın kaliteli yardımcıları olmalı, size bu konuda bilgi vermediğim için suçluyum. Bu yüzden, size bir klozet fırçası hediye edeceğim, bedeli karşılığında tuvalet fırçası temizleme suyu almanızı isteyeceğim. Bu ithal ürün, tüm sorunlarınızı yok edecektir.

-Bu klozet fırçası temizleme suyunun ederi ne kadar?

-Yirmi YTL efendim, bu yeni fırçanızla, fırçanızı temizleme suyunuzu iyi günlerde kullanın.

Kadın parayı verdi, paketi aldı ve çıktı dükkandan, eve vardığında çocuklar çoktan uyanmış, babalarının hazırladığı masada kahvaltı yapıyorlardı.

-Yemeğe gelsene hanım.
-Hayır, klozeti fırçalamalıyım.

dedi ve banyoya doğru yürüdü.

Bayram Leventoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              1 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mustafa Erkenekli


Eylül Fırtınası

Sen, sonbaharın rüzgârla getirdiği bir müjde idin. Bir yağmur damlası kadar saf, denize düşürüp de ıslatmaktan korktuğum bir resim, kırılmasın diye ellerimin arasında, gözüm gibi bakıp esirgediğim antika bir vazo ve ne olduğunu anlamadığım bir yanımdın benim.

Hasretini her dakika, her saniye, her an bedenimde hisseden ben değil, yüreğimdi.

Güneşin kızıllığını kaybedip, dağların arkasına saklandığı ve ufkun karardığı bir akşamda tattırmıştın bu sevdayı. Hava kararırken, karanlıkta gerçek yüzünü saklamış, melek gibi görünmüştün gözlerime. Bana, altın tepside sunduğunu zannettiğim bu sevda, ufkun her kararmasında acıdan başka bir şey yaşatmadı. Ve ardından tükeniş başladı. Oysa ben, uzaktan sevmeyi hiç sevememiştim. Acı ve hüzün dolu günlere mekân oldu yüreğim.

Bu sevda, bir eylül fırtınasıyla başlamıştı ve bir başka eylül fırtınası ile son buldu. Sen beyaz gelinliğinle giderken, bana kara günleri bıraktın. Ve şimdi, gittiğin günün akşamı evimin penceresinde, tek dostum sigaram ile başbaşayım. Şair; "Zehir de olsan, insanların ihaneti kadar acı değilsin" demiş sigara için. Zehir çektiğimi bile bile ihanetini unutmaya çalışıyorum.

Bir gökdelenin ellinci katından düşmüş kristal gibi paramparça olmuş yüreğimle, yaşadığım güne, sana ve hayata isyanımı haykırıyorum. Bir eylül fırtınası ile gelip, bir eylül fırtınasıyla başkasına yar olmana dayanamıyorum.

Bu kadar kahpeliğine, bu kadar kalleşliğine rağmen yine de; "Seni sevmiyorum" diyemiyorum.

Mustafa Erkenekli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Müge Eralp Kaya

 Müge'nin İftar Sofrası : Müge Eralp Kaya


  BAKLA ÇORBASI
  ROMANTİK KUP

Bugün Siirt'e gidiyoruz ve perde pilavı ile tanışıyoruz...Yapılışı zahmetli ama lezzeti süper...

PERDE PİLAVI

MALZEMELER

400gr.yoğurt, 1 çorba kaşığı sıvıyağ, 2 yumurta, 300gr.un, ( 2 silme su bardağı), 400gr.pirinç, 70gr.tereyağı, 50gr.çiğ badem, 50gr.dolmalık fıstık, 1 adet tavuk, kabı yağlamak için yağ..

YAPILIŞI
Pirinci ayıklayıp sıcak suda ıslatalım... Ayrı yerde, bademlerimizi sıcak suda bekleterek kabuklarını soyalım, unumuzu bir kaba koyup ortasını çukurlaştıralım, yumurta, yoğurt, sıvıyağ ve 3 çorba kaşığı su ekleyip hamur yapalım... Unladığımız tezgahımızda hamurumuzu 15dk.yoğuralım ve dinlenmeye bırakalım... Tavuğumuzu 3 bardak su ve tuz ile haşlayalım, kabuklarını soyduğumuz bademlerimizin birazını süslemek için ayırıp, kalanını fıstıklarla beraber yağda kavuralım.Tavuğumuzun etlerini kemik ve derilerinden ayırıp, küçük küçük doğrayalım.. Pirincimizi yıkayıp süzelim ve pirinç ile birlikte tavuk suyuna katıp çok kısık ateşte suyunu çektirelim ve dinlendirelim... Sonra fırın kabımızı yağlayalım ve bademlerimizi ortadan 2 ye ayırarak, kabımızın içine yerleştirelim, yağımızın sertleşmesi ve bademlerimizin iyice yapışıp düşmemesi için, kabımızı buzdolabında bekletelim... Diğer tarafta, dinlenmeye bıraktığımız hamurdan , kabımızı kaplayacak ve kenarlardan taşacak büyüklükte bir yufka açalım, kabın içine yufkamızı yerleştirip, kenarlarını dışarı sarkıtalım... Pilavımızı ılık haldeyken yufkamızın içine hafif bastırarak yerleştirelim... Sarkan kenarları pilavın üstünü tamamen kapatacak şekilde toparlayalım, 200 derecede ısıtılmış fırınımızda 25dk. Pişirelim, 10dk.kabında bekletip sıcak servis yapalım...

Bugünkü tatlımız hepimizin yaz kış demeden severek tükettiği dondurma..

DONDURMA

MALZEMELER

1,5 çay bardağı şeker, 4 yumurta( akları ve sarıları ayrılacak), 1,5 bardak soğuk süt, 3 yemek kaşığı kakao, 2 poşet krem şanti(1 pakette 2 poşet), 1 paket hindistan cevizi...

YAPILIŞI
Şeker ve yumurta sarılarını iyice çırpalım, ayrı yerde yumurta aklarını 7dk.kadar köpük olana kadar iyice çırpalım... Sonra, 1,5 bardak soğuk süt ile krem şantilerimizi çırpalım, yumurta sarıları, akları ve krem şantiden oluşan malzemelerimizi birbirine katıp son kez iyice çırpalım... Bu karışımı 2 ye bölüp, birine kakao, diğerine hindistan cevizi ekleyelim. Malzemelerimizi dondurma kuplarına bir kat hindistan cevizli, bir kat da kakaolu olarak dolduralım, buzlukta en az 3 saat bekletelim, servis yapalım...

PÜF NOKTASI
Çay lekesine huni; Çaydanlığı yıkarken, lavabonuz sararıp canınızı sıkıyorsa hemen önlem alın... Lavabonuzun deliğine küçük bir huni yerleştirin, çayı huniye boşaltın böylece lavabonuzun kenarlarında istenmeyen lekeler oluşmasını da engellemiş olursunuz...

AKLINIZDA BULUNSUN
Elinizde sürekli bayat ekmek olması için, yeterli miktarda ekmeği, parçalara ayırın ve rondo dan geçirin. Elde ettiğiniz ekmek kırıntılarını kavanozlara koyarak saklayabilirsiniz...

GÜNÜN MENÜSÜ:
Sebze çorbası, perde pilavı, salata, dondurma

Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Z.Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 3.545 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ÖLÜM VE DOĞUM SIRASI

sen ölürken ben doğuyordum
bilmediğim bir kabilenin bilmediğim insanı
sen de beni hiç bilmedin
şehrin ara sokaklarında beni bulmadın
ben seni sonsuz ormanlarda hiç aramadım
farklı zamanların aynı insanlarıyız belki
(ben
      sen
            o )
ben ölüyorken o doğacak
bilmediğim bir ananın bilmediğim bir çocuğu
o da beni hiç bilmeyecek
ben ona mutsuz bir mektup yazmayacağım
o bana umutsuz bir telefon açmayacak
o beni hiç bilmeyecek
sen benim doğuşuma sevin(e)memiştin
ben senin ölümüne üzül(e)medim
bir gün
sıra bana gelecek
o doğacak
ikimizi de tanımayacak...

Bülent Top

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin


Yardımsever

Yaşlıca bir adam şehrin zengin ailelerinden birisinin evine gider ve yardımseverliği ile tanınan evin hanımı ile görüşmek istediğini söyler. İçeri alırlar, evin hanımı gelir, isteğini sorar.

- Hanımefendi, dikkatinizi çok fakir bir aileye çekmek istiyorum. Baba vefat etmiş, anne hasta ve çalışamıyor. Dokuz çocuk açlıktan ölmek üzereler. Üstelik kiralarını ödeyemezlerse soğuk ve karanlık sokağa atılma tehlikesi ile karşı karşıyalar.

- Ne büyük bir felaket. Siz neleri oluyorsunuz?

- Ben ev sahibiyim

Murat Taşkesen'e teşekkür ederiz.


<#><#><#><#><#><#><#>



Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Advanced X Video Converter 3.9.40 [5.70 MB] Windows Deneme 29.95$
http://www.aoamedia.com/XVideoConverter.exe
Kullandığım en mükemmel video çevirme programı. Hemen her türde video dosyalarını bir diğerine çevirebiliyor, dosyaları ayırabiliyor ya da birleştirebiliyorsunuz. Kullandığı formatlar; AVI (DivX, XviD, MPEG-4...), MPEG (MPEG-1, MPEG-2), WMV/ASF, VCD/DAT ve SVCD. Daha ne olsun? Video dosyaları ile oynayanlar için ideal bir program. Mutlaka denenmeli.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051020.asp
ISSN: 1303-8923
20 Ekim 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com