UNUTMADIK!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 857

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 10 Kasım 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Ne dediler? O ne dedi?


Posta Kartı olarak yollamak için tıkla
10.Yıl Nutku'nu izlemek için... W.Media
10.Yıl Nutku'nu dinlemek için...

• Kemal Atatürk'ün ölümünün 25. Yıldönümünü anma törenine katılabilmekten şeref duymaktayım. Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir akseri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır.

Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilân ve o zamandan beri koruması, Atatürk'ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği derin ve geniş inkılâplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur.

John F. KENNEDY
A.B.D. Başkanı, 10 Kasım 1963

• Türk milleti'nin özgürlük ve Türkiye'nin millî kalkınması için çetin mücadelelere adı karışan Kemal Atatürk'ü memleketimiz çok iyi tanır. Atatürk Türk Milleti'ni, kışkırtıcı kuvvetlere, emperyalistlere ve silah zoru ile Türk Milleti'ni ezerek memleketi büyük devletlerin bir sömürgesi haline getirmek isteyen gerici kuvvetlere karşı savaşa girmesi için uyandırmıştır. Yakın ve Orta Doğuda ilk Cumhuriyet, doğuşunu O'na borçludur. Bu Cumhuriyet, birçok milletin ulusal özgürlük hareketlerine ışık borçludur. Bu Cumhuriyet birçok milletin ulusal özgürlük hareketlerine ışık tutmuştur. Atatürk'ün kutsal saydığı emperyalizmle savaşını, yalnız Türk Milleti değil, diğer doğu ülkeleri de takdirle karşılıyordu. Türkiye'nin yüzyıllık geriliğinden kurtulması için Atatürk pek çok şey yapmıştır. Gerçekleştirdiği reformlar memleketin ekonomik hayatının, sinaî tarımsal kalkınmanın hızla ilerlemesini hedef tutmuştu. Atatürk yönetimi zamanında, Türkiye'nin milletlerarası otoritesi yükselmiş ve memleket, dünya siyasetinde önemli rol oynamaya başlamıştır.
N.S. KRUSHCEV
Sovyetler Birliği Başkanı, 10 Kasım 1938


• Tarihte büyük bir diplomatın veya ünlü bir kumandanın hayatını okuduğumuz onun yüzünü, sözünü, bakışlarını hayal etmekten zevk duyar ve kendi kendimize: "O'nu görsek ve tanısak ne iyi olurdu." Deriz. "Bugün Türkiye'nin yazgısını yöneten büyük diplomat, büyük asker ve büyük inkılâpçı Kemal Atatürk'ün heyecanlı hayatını yıllar geçtikten sonra hayranlıkla öğrendikleri zaman, hiç kuşkusuz çocuklarımız da böyle düşüneceklerdir. Ateşli bir inkılâpçı olduğu için haftalarca sultanların zindanlarında yatan, kumandanlık yaptığı zaman galip gelerek ülkesine bağımsızlığını kazandıran, Devlet Başkanı sıfatıyla Cumhuriyet'i ilân edip kurumlandıran Atatürk'ün hayatı elbette ki heyecanlıdır. ... Fakat Kemâl Atatürk'ün karakterinin bir cephesini göstermek itibariyle bir noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu. Birdenbire durdu: -Görüyorsunuz ya, dedi: birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum." Cesaret ve zekâsından başka yüreği bu kadar yüce olan böyle bir Şef'in, yurdu için mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?...
George BENNES
Paris, Vu Gazetesi - 1938


• Biz, O'nun gövdesine tapan bir putperest değil, ölmez eserine ve mânasına bağlı bir şuuruz. Çünkü O, kendi vücuduyla beraber kaybolacak fâni bir milletin değil, kendi mânasıyla beraber yaşayacak ebedi bir milletin yaratıcısıdır.
Peyami SAFA

• Hiçbir baba yetimlerine Atatürk kadar zengin ve ölümsüz miras bırakmamıştır. Bu gün, Türk vatanı denen toprakta yaşayan bütün insanlar O'nun zekâsından, aşkından, enerjisinden kopmuş parçalardır.
Reşat Nuri GÜNTEKİN

• ...
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.
....
Nazım Hikmet
Kurtuluş Savaşı Destanı (Kuvayi Milliye)


• Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım.

Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu sonucu, 'Türk gençliğine' emanet ediyorum.

10 mesaj var. Ata'ya mesaj Yaz / Oku

Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  Şehit Melekler (2)

Ninem bu!

Hatırlayıp da hırslanmamak ne mümkün derdi.

Gözlerini anlatacağı masalın tam ortasına kilitlerdi..

Sağ elinde tuttuğu bastonuna inad daha bir diklenirdi ileriye ileriye.

Sanki anlattığı masalda geçen bütün düşman güçlerini karşısına almış gibi tek başına dikilirdi...

Küçük Mustafasını ve kardeşi Zübeyde'yi düşündü...

İstanbul'u Beşiktaşdaki evlerini ve düşman askerlerince nasıl kuşatıldığını Tophane rıhtımında düşman gemilerinin kapkara toplarını kıyıya çevirdiğini şehri nasıl istila ettiklerini hatırladı...

Zübeyde hanım,günlerdir evine uğrayamayan oğlunu düşünüyormuş....Oğlu Mustafa Kemal Şişli'deki evde arkadaşlarıyla önemli toplantılar yapıp kararlar alıyormuş..

Ana yüreği işte, her zaman için bu toplantılardan gizli buluşmalardan çekinir ürkermiş..Ya başlarına bir şey gelirse? Oğlunu padişaha devlete karşı geliyor diye tutuklayıp öldürürlerse? Az beklememişti savaşlardan, sıcak çöllerden dönmesini yüreği ağzında...

İçinden dua ediyordu oğluna ve arkadaşlarına.Bu toplantılardan da yüzünün akıyla çıkmasını bilirler elbet... Vatanı kimseye teslim etmezler diye...

Günlerdir yine oğlunu göremeyen Zübeyde hanım kuşlardan evvel uyanmıştı o güne...
Her zaman başına örttüğü beyaz tülbentini eliyle çekiştirerek bir yandan da sabah ezanını dinleyerek abdest almak için uzandı musluğa..
Namazını yeni bitirmişti ki çalınan kapıyı kızı makbule açtı...

Zübeyde hanım oğlunu paşa üniformaları içinde dimdik karşısında görünce hem sevindi,hem de oğlunun bir yerlere gitme hazırlığının tamam olduğunu işin ciddiyetini anlayınca üzüldü..
Oğlunun anadoluya geçmek istediğini zaten biliyordu..
Padişah III.ordu müfettişi olarak oğluna görev vermişti..
Üzüntüsünü belli etmemeye çalışarak;

- Yolculuk ne zaman paşa oğlum? Diye sordu..
- Bugün anacığım, dün Yunan İzmir'e girmiş rıhtıma çıkar çıkmaz yaptıkları ilk şey Türk askerlerini ve albay Süleyman Fethi bey'i şehit etmek olmuş..
Onun için bir an önce Samsuna varmamız gerek..
- Ne zaman dönersin a oğul?
- Dönmek mi? Benim için dönmek yok ölmek var artık! ! !

Ninem hiç unutmuyordu o günü Mustafasını Makbulesini ve kardeşi Zübeydeyi. 16 mayıs 1919 da ayrıldılar ana oğul üstelik en uzun ayrılışlarından biri olacaktı bu...

Karadeniz'in hırçın dalgalarıyla boğuşan Bandırma vapuru olmuştu sanki ninem...
Gündüzleri kıyıya yaklaşan,geceleri ışıklarını söndürüp enginlere açılıp güçlükle yol alan..
Pusulası bozuk ama hedefinden şaşmayan bir ilerleyişti bu..
Kayalara çarpmak, düşman torpidosuyla batırılmak, bunlar an meselesiydi...

Mustafa Kemal Paşa, yanındaki on sekiz subay ve asker arkadaşlarıyla 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun' da Anadolu topraklarına ayak bastı...

İlk iş apoletlerini söküp III.Ordu müfettişliğinden ve askerlikten ayrıldığını ilan etti..
Halktan biri gibi,halkla birlikte kurtuluş savaşını örgütlemeye girişti..

İşte böyle evlatlarım...
Üzerinde özgürce yaşadığımız ama nerede özgürlük deyip saçmaladığımız bu vatanı ve Cumhuriyetimizi büyük Atamıza ve silah arkadaşlarına kanlarını canlarını feda edip ruhlarını teslim eden kutlu yiğit şehitlerimize borçluyuz...

Diyeceksiniz ki şimdi;

- Ninecim bunları neden anlatıyorsun? Bunların hepsini tarih kitaplarında okuduk öğrendik.. Ne gerek var?
- Neden unutuyorsunuz çocuklar? Neden unutuyorsunuz? ? ?
- Kanımız,canımız her şeyimiz olan... Vatanınımızı bayrağımızı kimden teslim aldık? Atalarımız kime emanet etti çocuklar?
- Haydi geliniz dua çiçeklerimizle onları rahmetle anıp, ruhlarını şad edip, amin diyelim...
- Ne duruyorsunuz çocuklar? Ne duruyorsunuz? ? ? ?

Her ölen şehit olabilseydi keşke ! ! !

Ninem dellenmişti, Şehitliğe doğru yaklaşırken söyleniyordu yine, kendi kendine...

Her bağın üzümü
Bal olmaz..

Bazen dil yılan
Söz zehir olur
Bu olmaz..

İnsan olan
Dost olur
Düşman hiç olmaz...

İşine gelince dost
Sonra
Sokup kaçmak
       Hiç olmaz! ! ! ! !

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  ÖDEMİŞ ÜÇ EYLÜL PARKI İLE LONDRA HYDE PARK

Yurt dışındaki görevimin ardından aktif öğretmenlik hayatımı noktalama kararı almış ve emekliliğimi istemiştim. Artık kendi kanatlarımla uçabilirdim. Başta kurduğum planlarım, herkesi büyük üzüntüye boğan 17 Ağustos depremiyle bir anda hayal olmuş, sudan çıkmış balığa dönmüştüm. Deprem sarsıntısının ardından okullar güzel bir sonbahar günü kapılarını öğrencilere açmış; benim de içime tuhaf bir burukluk çökmüştü.

Ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Tarık Bin Ziyad gibi ben de dönülmez bir yola girmiştim. Bir arkadaşım, daha önce birlikte çalıştığım meslektaşım Mustafa Ali Kasap'ın Ödemiş Atatürk İlköğretim Okuluna atandığını söyleyince çok sevindim. Eh artık Kasap'la rahatça görüşme şansım var demekti. Hem onu ziyaret, hem de okul havası teneffüs etme düşüncesiyle bir fırsat yaratıp, okula vardım. Öğretmenler odasındaki özlem faslını bitirmiştik ki, derse giriş zili çalıverdi. Benden izin istedi. Bir anda oda boşalmış, yapayalnız kalmıştım. Aklıma geldi, "Kasap hangi sınıfa gidiyorsun, konun ne?" gibi peşpeşe soruları sorunca, o da "Gel hadi sen de, hem konumuz demokrasi, 7.sınıfta." dedi.

Sınıfa birlikte girdik. Öğrenciler müfettiş geldiğini sanarak, bizi saygıyla ve sessizce selamladı. Kasap öğretmen sınıfa beni tanıttı, öğretmenlik dışı uğraşlarımdan söz etti ve beni öğrencilerle baş başa bırakıverdi. Doğrusu bu ya, konu demokrasi olunca, yıllarca çaba harcadığımız ama bir türlü ciddi anlamda kökleştiremediğimiz bu çetrefilli konuyu nasıl anlatmalıyım, diye düşündüm. Yurtdışı deneyimlerimi burada sergilemenin zamanı geldi dedim, içimden.

Kısa bir dinlenmenin ardından öğrencilere şu soruyu yönelttim:"Ödemiş Üç Eylül Parkıyla Londra Hyde Park arasında ne fark var?" Öğrencilerdeki ufak bir şaşkınlığın ardından, yanıtlar gelmeye başladı. Kimi parkların büyüklüğünden, kimi güzelliğinden, kimi kalabalık oluşundan dem vuruyor, ancak bir türlü istediğim yanıt gelmiyordu. Tam umudumu yitirmek üzereyken, ön sıradaki bir kız öğrenci, birden "Demokrasi!" demez mi? İçimdeki sevinci hemen öğrencilerle paylaşmak düşüncesiyle, "Lütfen arkadaşımızı alkışlayalım." dedim. Hepimiz bu cin fikirli öğrencinin başarısını kutladık.

Sorum güç de olsa yanıtını bulmuştu. Ancak şimdi asıl zorluk başlıyordu. Sınıfta herkes Ödemiş Üç Eylül Parkını tanıyordu fakat Hyde Parkı bırakın Londra'nın nerde olduğunu bilen pek çıkmamıştı. Hayatlarında hiç görmedikleri bir yeri hem de demokrasi kavramını içine katarak nasıl anlatabilirdim? Konuyu süratle çözmem gerekiyordu; birden öğretmen kürsüsünün üstüne zıpladım. Kasap öğretmen de dahil tüm öğrenciler bu ani hareketim karşısında kısa bir şok geçirdiler; öyle ya, hayatlarında belki de ilk kez bir öğretmen, kürsünün üstüne çıkıyordu. İçlerinden çoğunun, bu herif kafadan biraz çatlak dediklerini, duyar gibiydim. Ama onların ne düşündükleri hiç umurumda değildi. Ben ikinci amacıma çoktan ulaşmıştım.

Şimdi planımın üçüncü aşamasına geçebilirdim artık. Öğrencilere şu kısa konuşmayı yaptığımı dün gibi anımsıyorum: "Çocuklar, burası Londra Hyde Park! Bu parkın içinde herkesin üzerine çıkıp konuşabileceği bir kürsü var. Ben şimdi o kürsüden size sesleniyorum. Bu kürsüde herkes dilediği gibi konuşma özgürlüğüne sahiptir. Örneğin ben, İngiltere Kraliçesinin anasını, avradını, yedi sülalesini sövebilirim. İngiliz polisi de beni bir köşede dinleyebilir. O polis benim bu konuşmam nedeniyle kesinlikle hiçbir şey yapmaz! İşte burası, Londra Hyde Park, demokrasinin kalbinin attığı yer!"

Ve kürsüden indim. Çocuklar hipnotize olmuş gibiydi. Sınıfta herkesin gözleri büyümüş, bense, başarmanın verdiği bir keyfi doyasıya yaşıyordum. O sevimli öğrencilerle tamamen doğaçlama bir yöntemle yaşadığım 40 dakikalık demokrasi dersini inanıyorum ne onlar unutacaklar, ne de ben!

Zaman su gibi akmıştı. Sanki ders zili henüz çalmamış gibiydi; hiç birinin dersten çıkmaya niyeti olmadığı peş peşe gelen sorulardan kolayca anlaşılıyordu. Bana bu güzel anı yaşamamı sağlayan güzel insan, başarılı öğretmen sevgili dostum Mustafa Ali Kasap'a veda etmenin zamanı gelmişti. Öğrencilere de bir gün tekrar karşılaşmak umuduyla, herkese hoşça kalın, dedim.

Bana öğrencisinin öğretmeni olmayı öğreten, Nazilli İlköğretmen Okulundaki o kahraman öğretmenlerime vefa borcumu umarım bir gün öderim diye, hâlâ çalakalem yazıyorum. Bu anımı sizlerle paylaşma gücünü de onlardan aldığım feyz ve ilhama borçlu olduğumu itiraf etmem gerek!

Hem ben, o öğretmenlerimin ayak tırnağı bile olamadığımı biliyorum!

Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
              3 Kahveci oy vermiş.
15 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Serap Ezgi


KELEBEKLER DE DANS EDERMİŞ

Kadın; duyduğu sesle düşünemez oldu. Şimdiye kadar birkaç kere daha duymuştu bu sesi. Nerede ve ne zaman olduğunu hatırlamadığı halde tanıdı. Sadece hiç bu kadar uzun süre devam ettiği olmamıştı. Büyülenmiş gibi sese yürüdü. Tek düşündüğü duyduğu melodilerin kime ait olduğunu bir an önce öğrenmekti. Adımlarını hızlandırıp, kazınmış yoldan kendine geçecek yer aradı. Müziğin çaldığı yere doğru adımını attı. O kadar yakındı ki sese inanamadı. Ezgilerin güçlülüğü karşısında içi ısındı, belinden bedenine bir ateş yükseldi ve hızlıca sordu: ''afedersiniz nedir bu çalan?''

Adam, başı önünde diğer bir adamla bir şeylere bakıyordu. Sanki günde kırk defa bu soruyla karşılaşmış gibi umursamadı bile kadının sorusunu. Küçük bir öfke geçti kadının alnından gözlerine doğru. Bozulmuştu. Onun için önemliydi bu cevap ama adam içinse çok sıradan. Kadın kendine yakışmayan zoraki bir sabırla bekledi. Adam cevap verdi zoraki: ''walts of the butterfly'' Kadın mutlu oldu. Edinebilirmiyim bir tane dedi. Adam o zaman kadına dikkatle baktı. Hemen yanında duran rafa elini uzatıp kadına verdi.Bu kadar kolay olmasına şaşırdı. Kadın parayı uzatıp sımsıkı sarıldı kelebeklere. Baka baka elinde sımsıkı tutuğuna, tökezleyerek çıktı oradan.

Beyoğlun 'da olmak yetmezmiş gibi, çoktandır sahip olmayı dilediği bir şeye daha kavuşmuştu. Oysa o ana kadar kelebeklerin adını bile bilmiyordu. Hele kelebeklerin bir dansı olduğunu hiç bilmezdi. Sanki sahip olunmayı bekleyen, özlemi çekilen ve hasreti hissedilen şeyin adı konmuştu. Bu ne keyifti böyle? Günümü bundan öte ne güzelleştirebilir diye düşünerekten bir güzellik hissetti kendinde. Kadın ne zaman istediği bir şeye sahip olsa daha da bir güzelleştiğine inanırdı. Aslında buna inanmaz bunu bilirdi, emindi. Şimdi kısa zamandır istediği beyaz tüylü bir çantaya sahip olmalıydı. Beyoğlu idi burası. Burada istediği her şeye _gücü yettiği kadarına_ sahip olabilirdi. Sanki yaşadığı şehirde yoktu burada olanlardan. Olsundu. Adı yeterdi, burada olduğunu hatırlamasına değerdi.

Salına salına yürürken karşıda virane bir binanın girişinde kenara asılmış bir sürü çantalar gördü. Bir adam, iki genç kız ve bir sürü çanta. Gene kazınmış yollardan kendine yer arayarak yürürken, satıcı adamı süzdü. Kumaş pantolonu, kareli ceketi, temiz pabuçları birde kasketi vardı. Yaklaştıkça sohbetin koyuluğu, söylenen sözler, vurguların yersizliği ve binanın iç tarafında oturan diğer adamları gördü. Bekleşen; sohbeti ve alışverişi tamamlamak üzere olan diğer iki kızın arkasında usulca durup çantalarla ilgileniyormuş gibi yaptı. Gerçek bir sabırla sıranın kendisine gelmesini bekledi. Süt beyazı ve kömür karası minicik çantalar ince bir zincirle askıya tutturulmuştu. Okşadı. Hoşuna gitti onları okşamak. Okşamayı severdi, dokunmayı da.

- Hoş geldin tatlım. dedi adam
- Hoş bulduk. dedi kadın gözleriyle gülümseyerek.
- Ne lazım sana şekerim
- Neler lazım değil ki…

İkisi de birbirine gülümsedi. Kadın adamın gözlerinin içine baktı. Adam beyaz tenli, orta yaşlarında, biraz çökmüş, sakalları hafiften çıkmaya başlamış, efendi görünüşlü biriydi. Hiç de öyle biri gibi görünmüyordu. Abartılar ve önyargılarla bezeli hafızasına bunu öyle bir yerleştirdi ki, bir daha asla unutmayacaktı.

- Gözlerin ne güzelmiş senin, dedi adam.
- Çok mersi dedi kadın, sesini olduğundan da incelterek.
- Erkek olsam bu gözlere aşık olurdum, ama erkek değilim.

Suskunluk oldu. Kadın gülümsüyordu sürekli. Adam son sözü söylerken kırk yıllık ahbap gibi koluna dokunmuştu. Az önceki kızlara da aynı şeyleri söyledi kesin, ama duymak ne güzel diye kadın aklından geçirdi. Etraftaki diğer iki adamın bakışları üzerlerindeydi. Bundan rahatsız olsa da hiç gidesi yoktu kadının.

- Ne kadar bunlar acaba?
- Çok değil yirmi yeni lira dedi adam cilveli bir şekilde.
- Az indir de çay param kalsın bana
- Ah tatlım istediğin çay olsun hemen söyleyeyim.

Adam kadına çay söylemek için binanın içine doğru birden bire dönüverdi. Kadın şaşırdı. Aslın da sohpeti uzatmak istiyordu. Farklı bir keyfi vardı adamın konuşmasının. O kadar rahat hissetti ki kendini bunun bitmesini hiç istemedi. O çayı içmeye can attığı halde diğer adamların bu konuşmayı dinlemesini hiç sevmedi.

- Durun çok teşekkürler, kendi kendime ısmarlayacağım o çayı. Dedi kadın adamın arkasından.
- Peki güzelim, nasıl istersen, borcum olsun bir ara uğra içelim beraber.
- Ne zaman olur bilmiyorum ben başka bir şehirdenim, dedi kadın düşünmeden.
- Çok sevdim seni kız mutlaka yine gel.
- Bakalım kısmet…

Kadın elbette gelecekti o şehre, o sokağa, o noktaya. Ama tanınmama, hatırlanmama korkusuyla selam bile vermeyecekti bu adama. Nasılsa her gün kaç kadına demiyor muydu seni sevdim diye. Kaç kadına iltifatlar edip, gururlarını egolarını ayaküstü okşayıp, savmıyor muydu başından? Tek gerçek vardı, gözleri güzeldi. Bunu biliyordu, gerisi herkesle ortak paylaştığı bir ''duymaya ihtiyacınız olanı söyleme sanatı'' değimliydi? Erkek değimliydi işte!!

- Buyrun. dedi kadın parayı uzatıp.
- Ne iş yapıyorsun sen bakim?
- Hiç, koca parası yiyorum yetmez mi? dedi kadın kendine şaşarak, hem de çok şaşarak.

Adam öyle bir kahkaha patlattı ki kadın utandı. Neden utandığını bilemedi. Telaşlandı, bir an önce oradan gitmek istedi. Yüzüne bir anlam yükleyemeden gülümseyerek, almış olduğu çantayı poşete koyan adama dönerek;

- Çantamı alsam dedi.
- Tatlım, hem güzelsin hem zeki. Ben bu eli öperim.

Adam çantayı vermeden kadının elini gereksiz bir nezaket ve bolca yapmacıklık içinde öptü. Kadın şapşaşkın kala kaldı. Alışık değildi bir insanın hem de bir erkeğin bu kadar kısa sürede kendisini bu kadar şaşırtmasına. Teşekkürler diyebildi sadece. Hışımla dönüp, kırıtmadan yürümeye başladı. Böyle bir adama aşık mı olsaydım acaba diyerek, elinin üstündeki ıslaklığı düşünmemeye çalışarak gözleriyle su akan bir musluk aradı.

Serap Ezgi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
              2 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


O'nun gibi düşünmek

Çoğumuz biliriz. Japonya'da yazım dilinin zorluğunu gören bir yetkilimiz, neden bu konuda bir yenileştirme, kolaylaştırma ve düzenleme yapılmadığını sorar. Cevap kısa ama çok anlamlıdır. "Bizde bir Mustafa Kemal çıkmadı ki". Bu yaşanmışlığı her okuduğumda tanımsız bir onur duygusu yükselir içimden. Ancak, uzamsal ve mantıksal zekânın en üst basamaklarındaki büyük önderimizin gerçekleştirdikleri sonrası, bizim ulaşabildiklerimizi düşünmek bile içimi karartmaktadır. Öyle değil midir, tarihte Göktürk'lerden sonra ilk kez "Türkçe" resmi dil kabul edilmesine koşut, bu sesleri verebilen yeni alfabe kabul edilerek insanımızın kolayca yazması ve okuması sağlanmıştır. Sağlanmıştır da bugün o dil bilinçli olarak yapılan yabancı dillerin saldırısı ve kuşatması altındadır. Presidentler, Ceolar, Brokerler, Thurshu Houseler, Quizler, puzzleler vb. bolca harmanlanmaktadır, hem de hepsinin ok güzel karşılıkları bulunmasına karşın. Bir tek yabancının uğramadığı beldelerde bile İngilizce yazılmış ilan ve reklâm panoları, tabelaların çokluğu dikkat çekicidir. Acaba sevgili Japon dostumuz bu üzüntü verici durumumuzu görseydi, nasıl bir çıkarsama yapardı bilemeyiz.

Geçenlerde bir dostumun gönderdiği ve yaşanmışlığı anlatan bir mail bende inanılmaz duygular oluşturdu. "Tarih, 18 Mayıs 2002. Yer, İtalya'nın Perugia kenti. Genç bir Türk işadamı, bilgisayarında kayıtlı son Atatürk fotoğrafını projeksiyon makinesinin aydınlattığı duvara yansıtıp sözlerini tamamladı:
- İşte, Anadolu aydınlanmasının temeli olan Türk Lideri.
Perugia'nın önde gelen kişilerinin oluşturduğu Felsefe - Tarih Kulübü'nün üyeleri ve konuklar büyük bir coşkuyla alkışladılar genç adamı. Genç adam da bir saatlik "1918-1939 arası Türkiye ve Atatürk Reformları" konferansının gördüğü ilgiden mutlu, biraz da şaşkındı!.. Kulübün Başkan Yardımcısı İtalyan dostu bir süre önce, "Şu hayranı olduğun ve her karsılaşmamızda bana anlatıp durduğun Atatürk'ü bizim kulüp üyelerine de anlatır mısın?" dediğinde hiç tereddütsüz kabul etmiş, ama öylesine yoğun bir ilgi ve heyecanla karşılanacağını düşünmemişti. Ama genç işadamı için o 18 Mayıs gecesini asla unutulmayacak kılan yorum, orada konuk olarak bulunan yaşlı bir Norveçliden geldi:

- Norveç dilinde "Mustafa Kemal gibi düşünmek" diye bir deyim vardır. Herhangi bir problem karşısında, çözümü imkânsız olduğu düşüncesiyle hemen kestirmeden teslim olma eğiliminde olan, ne yapıp edip bir çözüm üretmek için yaratıcılığını zorlama zahmetine katlanmak istemeyen ruh ve zihin tembeli kişilere söylenir bu söz. Bu tip insanlara derhal, "Hayır, yanılıyorsun bu problemin mutlaka bir çözümü olmalı, biraz da Mustafa Kemal gibi düşün" deriz. Ancak sizin bu geceki sunuşunuzdan sonra bu sözün arkasındaki anlamı çok daha derin bir şekilde kavramış durumdayım; bu güzel fotoğraflar eşliğinde yaptığınız sunusunuz bana bu yaşımda bir şey daha öğretti; yani benim anadilim Norveççeye yerleşmiş olan eski bir deyimin arkasındaki gerçek ve derin anlamı. Size bunun için minnettarım.

Sonrasını tahmin etmek zor değil. Genç Türk'ün gözleri yaşarır. Dünyanın bir başka ucundaki ülkenin anadiline bir deyim olarak yerleşmiş büyük insanı bir kez daha minnet ve özlemle anar. Yalnızca bir saatlik bir konferans olarak planlanan gece ancak ertesi günün ilk saatlerinde sona erer. Saatlerce süren tartışma ve yorumlar ise şu ortak yargıya varılır.

- Atatürk Devrimleri bütün ülkelere uygulanabilecek evrensel bir reçetedir... Zira din ve etnik ayrım temellerine dayanmayan çağdaş devlet modeli ne kadar çok ülkede uygulanırsa, dünya o kadar daha huzur ve barış içinde bir yer olacaktır... Genç adam gecenin sessizliğinde yürürken büyük bir iç sızısıyla, O'nun yaptıkları ve bıraktıkları ile bugünkü durumu düşünür. Ancak kalbini kaplayan kara bulutlar tez dağılır. Büyük bir heyecan ve coşkuyla yaşlı Norveçlinin bu kötü gidişi durdurmak için bir formül sunduğunu anımsar:

- Mustafa Kemal gibi düşünmek.

Ne dersiniz sevgili dostlar düşünebilirmiyiz?

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
              5 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Erdal Elmacı


SEVDANIN GEÇ KALDIĞI GÜN... -4-

Geç kalmış sevdalara...

Sigarayı söndürüp dosyalara daldım. Boşladığım işlere dalıp zamanı fark etmediğim bir anda Esma geliverdi. "Ooo beyimiz çalışıyor e tabi biraz sonra vapur gelecek değil mi?". O kadar şirinlikle iğneliyordu ki kızmak mümkün değildi. Elinde çantalar vardı. Hemen hepsini masanın üzerine serdi. Aldıklarını göstermeyi severdi. Aldıklarından en hoşuma gideni küçük yarısı kırmızı yarısı beyaz çanta oldu. Onun kalbini yansıtıyordu sanki. Bir tarafı zayıf ve temiz bir tarafı ise güçlü ve yakıcı. Sonra bu da sana dedi ve bir paket uzattı. Ben " ne gerek vardı" diye hayıflanırken bir taraftan da mutlu olmuştum. İnsanın hediye alması ve hediyenin özünde düşünülmesi kadar güzel bir şey var mıdır? Her ne kadar bayanlar kadar hediyelere önem vermez gözükmemize rağmen, seyrek de olsa hediye almak insanı mutlu ediyor. Gömlek almıştı, bilirdi benim gömlek sevdiğimi. Hemen giymemi istediğinde ben zaten giyiyordum. Güzeldi gerçekten. Tam o sırada düdük çaldı. Vapur geliyordu. Yanıma oturdu. "Hadi göster bakalım şu güzel kız da kimmiş?" dediğinde gitmeyeceğini anladım ve monitörü açtım. Bir an rahatsız oldum,Esma varken esmer kıza nasıl bakardım? Ama Esma benim sevgilim değil ki? Ne var bunda? Mantıklı düşünmeme rağmen içimdeki rahatsızlık duygusu kaybolmadığında Esma yanı başımda monitöre bakıyor " şu kız mı?" diyordu. Esmer kız belirdi yine kalabalığın içinde, gösterdim Esma'ya. Kabahat işlemiş bir çocuk gibi hissediyordum kendimi. "Ooo ne de güzel?" dediğinde evet diyemedim. Esmer kız yaşlı kadına sarıldı, birlikte istasyona doğru yürüdüler ve ekrandan kayboldular. Esma gülerek " sen ne kadar daha dikizleyeceksin bu kızı?" diye sordu. "Uğraşma benle" deyip bir sigara yaktım ve kalkıp camın önüne gittim.

- Bak ben bu kızla konuş diyorum konuşmuyorsun, böyle olmaz ki ama, böyle acayip acayip kameralardan izlemeler falan yakışır mı sana?" dedi ve ekledi " yoksa ben konuşacağım bak kızla madem hep aynı saatte geliyor.
-Esma saçmalama ya, konuşacak olsam konuşurum, ama istemiyorum.
-Reddetmesinden mi korkuyorsun? Öğrenmenin tek yolu konuşmak.
-Bu konuyu kapatalım mı?
-Aman tamam sana da yaranılmaz. Gömlek güzel ama değil mi?
-Sağ ol çok güzel bir seçim.
-Hadi bakalım ben eve gidiyorum akşama misafirim var. Bizim kızlar gelecek. Görüşürüz yarın.
-Akşam kalabalık yani ev. Tamam görüşürüz.
- Ha unutmadan yarın sabahtan ve öğleden sonra ben duruşmada olacağım gecikme. Sanırım dört - dört buçuk gibi büroda olurum. Senin vapur vaktinde.
Yüzünde yine o muzip tebessümle.
-Tamam bugünkü gibi olmaz.

Şimdi ne oldu da rahatsız olmuştum ki Esma'dan. Esmer kız o kadar da önemli değildi şu anda benim için. Neden Esma rahatsız olmasın diye düşünmüştüm ki? Kafamda sorularla yarım kalan dosyalara döndüm. Telefon çaldığında saat yediyi bulmuş akşam olmuştu. Avukat arkadaşlar bir eğlence tertiplemişler ona çağırıyorlardı. Bu tip davetlere gitmek istemesem de meslek arkadaşlığı açısından önemli gördüğüm için kabul ettim. İnsanın her zaman yardıma ihtiyacı olacağı durumlar olur hayatta ve bu durumların çözümü kimi zaman ne kadar insan tanıdığınıza bağlıdır. Bir saatim var. Hemen eve gidip hazırlanmalı.

Yarım saat geç de olsa eğlencenin içindeyim. Tanıdık tanımadık bir sürü avukat bir yerde olunca tabi sohbetin ana teması davalar ve anılar oluyor. Kafamdaki karmaşa hala geçmemişken bunu unutturacak en önemli şey yanı başımda beliriveriyor. Alkol. Yemekle birlikte başlayan sohbet geceye ulaştığında çok içtiğimi fark etmek için geç kalmıştım. Birkaç tanıdıkla geceyi bitirip bir işkembeciye gidiyoruz. Sabaha yakın saatlerde ise biraz daha ayılmış olarak evin kapısındayım. Bir neskafe hazırlayıp Sezen'in CD'sini atıyorum sete. Yak bir sigara derken yakıyorum sigarayı. Sabahın ilk ışıklarında farkına varıyorum yalnızlığımın. Ve aslında yalnız olmadığımın kanıtı Esma geliyor gözümün önüne. Bunca bir sevdayı daha ne kadar uzak tutarım kendimden? Acaba bu kadar uzak tutmama rağmen bitmeyen bir sevdayı bulabilir miyim bir daha? Gerçekten unutmuş muydum Esma'ya olan sevdamı? Sorular sorular sorular… Kaçtığım sorular. Peki ya esmer kız neydi? Boş kalbime doğan bir güneş mi? Yoksa yalnızlığıma bulduğum bir kılıf mı? Madem bir sevda benim için, neden o kadar gözümün önündeyken yaklaşmıyorum ona? Yanımda benim için atan kalp beni esmer kıza yaklaştırmaya çalışırken ben niye uzağım, neden ekranın ardına saklanıp duruyorum? İnsan hayatı adeta bir kredi kartı gibi, alırsınız alırsınız ama kaçış yoktur borçtan ekstre kesilir ve elbet bir şekilde gelir bulur sizi. Kalkıyorum, bir neskafe daha yapıyorum, müzik setinin yanındaki fotoğraf albümüne takılıyor gözüm. Alıp oturuyorum koltuğa. Hayatımın son beş altı senesi var içinde neredeyse. Ama hep Esma'yla olan karelerle. Zaten hep o yok muydu? Hala da var ya…. Ne kadar da sıkı tutmuşum elini Ortaköy'de. Ne kadar da mutluymuşuz Kapadokya'da, adeta bir peri kadar güzelmiş. Hala öyle değil mi? İşte bir halı saha maçının sonunda omzuma montumu koyarken, Erman çekmişti bunu "aşkınızın fotoğrafı" demişti. Ne kadar da sevecen ve şefkatli duruyor… Hala öyle değil mi? Bırakıyorum albümü yere. Peki ya esmer kız? O ne oluyor? Belki de o güzelliğin altında hiç sevmeyecek bir kalp, hiç düşünmeyecek bir kalp varsa? Karar vermek zor gelir bazen insana, ama asıl zor olan kararsızlığın içinde bir hayatı yaşamak değimlidir? Neden bu kararsızlığın içinde günlerimi harcıyorum. Neden bu korku hissettiklerimi söylemeye? Neden bu kaçış? Hayat bir şekilde yakalar insanı, kaçmak sadece bir anlık aldanıştır o kadar. Gerçeklerle yüzleşmeyi ertelemek mümkündür, ama sonuna kadar erteleyemezsiniz. Belki bu yüzleşmeyi daha az hasarla atlatmanın yolu bir an önce yüzleşebilmektir. Bir sigara daha alıyorum paketten, yakıyorum, çakmağı kapatırken dostum aklıma geliyor. Keşke burada olsaydı, ne de kolay anlatırdım ona derdimi, düşüncemi. Herkese her şeyi anlatamazsınız ama her şeyinizi anlatabileceğiniz birisinin olması kadar güzel ne olabilir ki? Çok derdimizi paylaşıp çözmek için yormamış mıydık kendimizi. Şimdi burada olsaydı ya da ulaşabilseydim telefonla ne de güzel olurdu. Hiç olmazsa paylaşır rahatlardım biraz. Bir gün otururken bir sözü söylemişti:"Neden böyle oldu dediğiniz zaman yapışacağınız yaka kendi yakanızdır". Ne kadar da güzel bir laf. İşte şimdi kendi yakama yapıştığım bir durumdayım. Sigarayı söndürüp koltuğa uzanıyorum, Sezen söylüyor, ada vapuru yandan çarklı… Tebessüm ediyorum ve yakamı bırakıyorum. Kararsızlığımın sonu bu şarkıyla geliyor. Yarın güzel bir gün olacak, yeni doğan bir gün ve yeni başlangıç…

Bir anda koltuktan doğruluyorum. Saate bakıyorum ve yine o alışıldık ama nefret edilen durumla karşı karşıyayım. Saat on ikiyi geçmiş ve ben yeni uyanıyorum. Büroyu arıyorum kimse yok. Artık geç kaldım ne de olsa. Güzel bir duş ve üstüne bir kahvaltı güzelce giyiniyorum. Esma'nın yeni aldığı gömleği giymemeli bugün. Şu kareli olanı giyeyim. Evet bu takımla bu gömlek uyar. Çiçekçi bulmalı şimdi. Zaman da ne çabuk geçti. Şu köşede vardı bir bakalım. Çıkıp çiçekçiye gidiyorum. Güzel bir buket hazırlatıyorum. Hazır çıkmışken bankaya da uğramalı, ödemenin son günüydü bugün. İşe geç kaldık bari bunu unutmayalım. Bankanın kalabalığında yarım saat harcayıp hızlı adımlarla arabaya gidiyorum. Eee anahtarlar?? Eyvah içeride mi bıraktım yoksa? Hızla yukarı çıkıyorum. Ve aklıma gelen başıma gelip beni elimde çiçek buketi üzerimde takım elbiseyle kapıda bırakıveriyordu. Şimdi sırası mıydı ki? Tam da her şeye hazır çıkmışken evden. Hemen üst kata çıkıyorum. Fatma teyzenin ziline basıyorum sanki alarm verircesine. Fatma teyze beni bu şekilde karşısında görünce " hayırdır oğlum düğüne mi?" diyor tüm tontonluğuyla. Gülüp içeri giriyorum. Durumu anlatıp telefonla çilingiri arıyorum. Sonra Fatma teyze çay getiriyor ve bir arkadaşımla buluşacağımı söylüyorum meraklı tontona. Sanırım benim arkamdan Ankara'ya hemen rapor edilir durumum. Çiçeğe bakıp "talihli kız" diyor. Ve belki de talih kelimesinin en kullanılmayacağı bir günü seçiyor. Tam çayın son yudumuyken olan oluyor ve bardaktan damlayan çay cekete ve pantolona leke yapıyor. Sanırım böyle durumlar insanların rahat olması gereken durumlar çünkü acele ettikçe bir şeyler oluyor.

Çilingirin gelmesi yarım saati bulurken kapıyı açması beş dakikasını alıyor. Hemen eve girip üzerimi değiştirmeye başlıyorum. Dolapta en arkada bulunan bir takımı alıyorum. Uzun zamandır giymediğim bir takım elbise bu. İçeriden televizyonun sesi geliyor, anahtar gibi onu da unutmuşum. Saate bakıyorum vapur gelmiş olmalı diye düşünüp tebessüm ediyorum. Evet hazırım gibi. Parfüm sıkıyorum ve salona giriyorum. Tam televizyonu kapatırken bir son dakika haberi girdi. Düğmeye basmıştım kapandı. Çıkmam lazımdı ama merak etmiştim. Acaba ne olmuştu. Neyse diyerek döndüm çıkmak için ama merakımı yenemedim ve televizyonu tekrar açtığımda donup kaldım. Sanki zaman durmuştu. Bir bombalama olayıydı haber. Ve bombalanan yer tanıdıktı. Haberin altında dizlerimin bağını çözen o yazı yazıyordu: Bostancı'da Terör. Görüntüler gözümün önünde anlamsızca geçiyor ama kulağımdaki habercinin sesi içime işliyordu. "Sayın seyirciler bugün 16:15 sıralarında Adalardan gelen vapurun Bostancı iskelesine yanaşmasından bir müddet sonra, bir kamyonet yoldan çıkarak iskeleye doğru yöneldiğinde büyük bir patlama oldu. O sırada vapurdan inerek iskeleden çıkan ve vapura binmek üzere …." . Zaman tekrar işlediğinde arabadaydım. Bu neydi? Ne oluyordu anlamak mümkün değildi. Sahil yolu kapalıydı arabayı uygun bir yere bırakıp koşmaya başladım. İskelenin civarı sanki cehennem gibiydi. Vapur patlamanın etkisiyle yan yatmış, etraf koşuşturan, yardım isteyen, ağlayan insanlarla doluydu.

Hemen arka sokaktan büronun olduğu apartmana geçtim. Büroya girdiğimde her yer birbirine girmişti. Odama girdiğimde manzara daha da kötüydü. Tüm camlar kırılmış dolaplar devrilmiş her yere kağıtlar saçılmıştı. Patlamanın etkisiyle oda birbirine girmişti. İyi ki Esma burada değildi diye geçirdim içimden. Esmer kız geldi aklıma tekrar. Pencereden baktığımda manzara daha da feciydi. Koltuğu kaldırdım, üzerindeki cam kırıklarını temizleyip oturdum. Camdan dışarı bakamıyordum. Bir sigara yaktım. Başımı ellerimin arasına alıp üzerinde toz ve cam kırıkları olan masanın üzerine eğildim. Neden böyle olmuştu. Hangi alçaklar yapmıştı bunu. Bunca masumun suçu neydi? Tam da hayatımı değiştirecekken neydi bu nefret böyle. Esmer kız… Belki de artık yok.. Hiç tanıyamadan kaymış gitmişti hayattan. Halbuki yine dün olduğu gibi geçecekti oradan yaşlı kadına sarılacaktı. Yaşlı kadın da yok artık. Sigaradan derin bir nefes alıp başımı kaldırdım, gözüm monitöre gitti. O da neydi? Monitöre bir not bantlanmış ama ters dönmüştü. Notu aldım merakla. Esma'nın yazısıydı. Sanki tüm canım çekildi o anda ve nota geçti. Ufak kağıt sıktığım yumruğumun içinde buruştu, ufaldı. Gözlerimden boşalan yaşlar yanaklarımı ıslattığında sevdam gözlerime çıktı ve oradan tüm kalbime yayıldı. Nefretim ve öfkemse odaya…

Arabadan indiğimde elimde yine aynı buket üzerimde yine aynı gömlek ve takım elbise vardı. Tek fark gözümdeki siyah gözlükler, yüzümdeki kırışıklıklar ve saçlarımdaki beyazlardı. Hızlı adımlarla geçtim kapıdan. Ağaçların arasından yürüyüp varacağım yere ulaştığımda Onunla göz göze geldim. Ne kadar da güzeldi. Fotoğrafını koymakla ne de güzel yapmışım diye düşündüm. Yeni sulandığı belli olan toprağın üzerine bıraktım çiçekleri usulca. Siyah gözlüklerin altından dökülen yaşlar yanaklarıma süzülüp oradan çiçeklerin üzerine damlıyordu. O sırada yaşlı bir kadın geçerken durdu.Baktı ve " Ah beyefendi , çok da gençmiş kızınız mıydı? Allah rahmet eylesin" dedi. "Teşekkür ederim eşimdi" dedim. Vah vah diyerek gitti. Başımı çevirdiğimde tekrar göz göze geldik mezar taşındaki fotoğrafıyla. Fotoğrafın yanında ki isim: Esma GALİP'ti. Dua ettikten sonra bıraktığım buketten bir tane kırmızı karanfil alıp ayrıldım yanından. Ağaçların arasından geçip arabaya ulaştım. Arabayı otoparka bıraktım, iskeleye yürüdüm, karanfili denize bıraktım sonra dönüp büroya gittim. Erman oturuyordu odasında, kızı Esma da yanındaydı. Kızına Esma ismini vermişti. Esma 17 yaşında genç bir kız olmuştu. Bir şey söylemeden odama geçtim. Masanın yeri değişmişti, artık iskeleyi görmüyordu. Monitöre ne mi oldu? O gün sıktığım yumruğumun içinde buruşan notta ;

" Sana seni hala ne çok sevdiğimi söylemek isterdim, sana bu monitördeki kız kadar yakın olmak isterdim. Sen buradan yine o kızı seyrederken şaşırma beni de göreceksin. Onun yanında O'na senin ona olan sevgini anlattığımı göreceksin. Ben senin sevginin, sevgi dolu elçisi olacağım. Seni ancak böyle sevmeye devam edebiliyorken, lütfen bana kızma" yazılıydı.

Monitörü alıp camdan aşağı attım, kalan camları elime geçen ne varsa onunla kırdım, ellerim kan içinde kalmıştı. Koşarak iskeleye gittim. Polis yaklaştırmıyordu, yaralılar taşınıyordu. Bir anlık bir hareketle güvenlik şeridini geçip iskeleye daldım. Yüreğim o manzarayı kaldırmıyor ama orada olmadığına da inanmak istiyordu. Tam o anda karşımda yerdeki iki şey takıldı gözüme. Esmer kızın o tanıdık pembe beresi kırmızıya bulanmıştı, yanındaysa Esma'nın o hoşuma giden çantası vardı. Dizlerimin üzerine çöktüm, tüm dünyam kararmıştı. O ana daha fazla dayanamadım. Hastaneye götürmüşlerdi. Ayıldığımda Erman yanımdaydı. Benim peşimden çıkmış ama yetişememişti. Hemen ona sordum "O nerede?". Başını öne eğdi, elini omzuma koydu, " kaybettik " dedi. Benim onun omzunda olan elim gibi şimdi de onun eli benim omzumdaydı ve yine yapacak bir şey yoktu. Cenazesini Erman teşhis etmişti. Morga kaldırmışlardı. Morga gittiğimde bir kez daha yıkılmıştım. Bu anlamsız öfke bir güzelliği mahfetmişti. Hiçbir şey anlamıyordum. Sanki bir kabustu. Erman'la arabayı bıraktığım yere gittik. Beni yalnız bırakmak istemiyordu. Bense yalnız kalmak istiyordum. Zaten geç olmuştu. Arabaya bindim. Amaçsızca sürmeye başladım. Yan koltukta Esma'ya aldığım çiçek, üzerimde onun ilk hediyesi gömlek ve takım elbise, kalbimde ona tekrar söyleyemediğim sevdam ve üzerimde geç verdiğim kararın yüküyle koyuldum yola. Geç bir karardı. Zamanında vermiş olsaydım Esma yanımda olacaktı. Ya Esmer kız? O yine aynı kaderi yaşayacaktı, her gün yaptığı gibi aynı vapura binmeseydi değişirdi ancak kaderi. Ama Esma'nın ölümü benim hatamdı ve ben bu hatanın bedelini ödemeye hazır değildim.

Yıllardır her hafta ziyaretine gittim. Hep aynı buketten bıraktım mezarına, hep bir karanfil aldım ondan ve esmer kızın anısına iskeleden denize bıraktım. Esmer kızı tanımasam da kaderlerimiz kesişmişti, ve belki de ölüm, benim hakkımda konuşurken gelip bulmuştu ikisini. O günden sonra unutmamacasına sevdim. Sevdanın geç kaldığı günde kaybettiğim aşkım Esma'yı.

Bitti

"İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır... Bazen denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara... Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi... "

"Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış. Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını, cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek... "

Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...
Aşkta yarın yoktur sevgili...


Erdal Elmacı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
              4 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Ata'ya hepimiz adına açık telgraf

"Ey Büyük Atatürk STOP Daha yükseklere tırmanmamız için bizlere bıraktığın aletleri, yol haritasını ve pusulayı devlet dairelerinden birinin arşivindeki tozlanmış bir sandıkta kilitli bulduk STOP Yazdıklarını okumayı ve onları başkalarına aktarmayı, seni anlatıp yüceltmeyi, kısacası bu işin edebiyatını artık bir kenara bırakıyor ve senin gibi bir tırmanıcı olabilmek azmiyle derhal yola koyuluyoruz STOP Bizden öncekilerin sebep olduğu gecikmeden dolayı özür dileriz STOP Bu çetin tırmanış için gerekli koşullara ve olanaklara sahip olmayı beklemeden harekete geçiyoruz STOP Muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızda mevcut olduğunu hepbirlikte göreceğiz

NON-NON-NON STOP"


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 3.827 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Posta Kartı olarak yollamak için tıkla ATATÜRK'ÜN BİR SAATİ VARDI

Atatürk'ün bir saati vardı
Yediveren gül gibi açardı

Atatürk'ün bir atı vardı
Etiler'den beri yaşardı

Atatürk'ün bir resmi vardı
Buğday tarlası gibi ağardı

Atatürk'ün bir saati vardı
Durmadı

Melih Cevdet Anday

<#><#><#><#><#><#><#>

ON KASIM'LARDA YÜRÜMEK

Atatürk'üm işte 10 Kasım yine
Dalgalanır ağaçlarla oğullar
Posta Kartı olarak yollamak için tıklaDalgalanır oğullarla nineler
Dalgalanır ninelerle genç kızlar
Özlemin ta yüreğime işlemiş
Seni bulmak, seni görmek için ben
Bütün toprakaltıyla barışacağım

Ereceğim sana usta, barışta, başarıda
Öyle
Güçlüsün ki
Güçleneceğim
Öyle yücesin ki, yüceleceğim
Düşüne düşüne seni kocaman kocaman
Dağlara, dağlara karışacağım

Ozan mıyım, ordu muyum, su muyum anlaşılmaz
Çağlar upuzun allığı yüreğimde ülkünün
Sanki bayrak bir kalemdir, sanki gökler bir kağıt
Sanki ellerim gece
Sanki ellerim gündüz
Yazacağım seni daha, bir daha
Ben senin ölümünle yarışacağım

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.ataturkiye.com/
Atatürk için hazırlanmış en kapsamlı ve en hoş dizayna sahip sitelerden biri. Mutlaka uğramalısınız.

http://www.ataturk.net
Atatürk için hazırlanmış en kapsamlı sitelerden biri.

http://www.ada.com.tr/ataturk/
Seçilmiş Atatürk fotoğraflarından hazırlanmış bir sayfa. İzlemeye değer.

http://www.kmarsiv.com/postcard/step11.asp?cat_fldAuto=5
Kahve Molası'nın Atatürk resimlerinden oluşan Posta Kartlarını dostlarınıza yollamak ister misiniz?

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Spy Sweeper 4.5.5 [8.1 MB] Windows 14 günlük Deneme (29.95$)
http://www.webroot.com/shoppingcart/tryme.php?bjpc=64011&vcode=DT02
İnternete bağlanan her bilgisayarın mutlaka edinmesi gereken bir program. Eğer bilgisayarınızda durduk yerde pop-up reklamlar çıkıyor, tarayıcınız kendiliğinden birtakım sitelere bağlanıyorsa hiç vakit geçirmeden bu programadan edinin derim. Spyware, Malware denilen reklam programlarını temizleyebilen ve koruyucu kalkanıyla bir daha etkilenmemenizi sağlayan yetenekli bir program. Ben dikkatliyim demeyin, 14 günlük denemeyi yükleyip kullanın. Bakın görün neler çıkacak bilgisayarınızda. Benden söylemesi.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051110.asp
ISSN: 1303-8923
10 Kasım 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com