KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 877

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 8 Aralık 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Biraz da özeleştiri!..


Merhabalar,

İlk 4 sayı + 1 Paket Kahve sadece 22.-YTLDünkü yazımızda Kahve Molası'nı, dolayısıyla beni ziyadesiyle memnun eden rakamlardam dem vurmuştuk. Hepsi iyi güzel ama keseri nalıncı gibi kullanınca gün gelir kabak tadı verir düşüncesiyle azıcık kendime de dönüp bakmalıyım diye düşünmüyor değilim. Eğer bunu bir özeleştiri kabul ederseniz birkaç kelam etmek ve de sonunda birçoğunuzun hoşunuza gitmeyecek, rafta uzun süredir bekleyen bir haberi vermek istiyorum. Bakalım yazarken özeleştiriyi habere yapıştıracak bir yol bulabilecek miyiz?

Aslına bakacak olursanız KM ile ilgili kendime yönelik bir eleştiri yapmam çok güç. Bazı yanlışları farketsem de beyin damarlarım hemen ona bir kulp takmayı başarıyor ve beni temize çıkarıyor. Ancak bir konuda eksik kaldığımı ve hatta yanlış yaptığımı hissediyorum. KM gereğinden fazla "nev-i şahsına münhasır" bir halde gelişti. Burada sözünü ettiğim tamamen teknik konular, yoksa içeriğin kendine özgü olmasında hiç bir sorun yok. Teknik olarak öyle bencil, öyle plansız bir yol izlemişim ki, zamanla içinden çıkılmaz bir hal almış. Yani şunu demek istiyorum; gün gelip KM'yi olduğu gibi ya da bir kısmını bir bilene devretmek ve yayını sürdürmek zorunda kalsam, bu KM nin ölüm fermanı olur. Bazı sorunlara öyle çözümler bulmuşum ki zamanında, şimdi neyi neden yaptığım hakkında bile en ufak bir fikrim yok. Aman başkalarına benzemesin demiş, araya birşeyleri soktukça sokmuşum. Mesela epeydir üçüncü versiyona geçip site havasını şöyle bir değiştirmek için yollar arıyorum ama her seferinde daha ilk basamakta vaz geçiyorum. Sadece kullandığım veritabanlarının sayısı yirmiyi geçmiş. Yerlerini bile unutmuşum. Kullanıcı adları, şifreler derken karman çorman bir yer haline getirmişim. Tam bana uygun bir düzensizliğin düzeni hali. Herşeyin beyinle parmak uçları arasında korunduğu bir dijital dünya yaratmışım farketmeden. Niteliği artıralım derken niceliğin de arttığı gerçeğini unutmuşuz. Kahve Molası'nı bu bana bağımlı halden kurtarmanın yollarını hala arıyorum ama maalesef bulamıyorum. Bazı işleri devretmek için harcayacağım zamanı boşa geçen zaman olarak görmekten vazgeçemiyorum.

Oysa Kahve Molası artık günü kurtarmak adına çözümler sunmanın çok ötesine geçti. Belki beni de aştı. Ama aştığı noktada onu sırtlayacak payandayı maalesef henüz bulamadı. İşte plansız büyümenin sancılarını çeken bir yayın organının özeleştirisi. Bu konuda boynum eğik. Marka olma yolunda ilerleyen Kahve Molası artık ayakları üzerinde durmalı ve kendini Cem boyunduruğundan kurtarmalı. Nasıl mı? İşte onun cevabı vereceğim haberde saklı belki. Ama saat 3:38 olunca insanda haber verecek hal kalmıyor kusura bakmayın. Bunu da yarına bırakalım isterseniz. Hem bu arada ben de biraz daha hazırlanma şansını bulurum.

Tekrarlamaya devam ediyoruz. Yıl bitmeden kahvecileri bir araya toplayacak bir etkinlik organizasyonu için arkadaşlarım harekete geçti. Bir hafta süren araştırmaları sonunda güzel bir yer buldular. 17 Aralık'ta yılbaşının az öncesi "Yeniyıla Merhaba" gecesinde okur yazar hepimiz bir araya geleceğiz. Şu an itibariyle kırklı sayılara geldik. Ayrıntılar aşağıdaki "Kıraathane Panosu"nda. 70 kişilik bir mekanın tamamını doldurmak için önümüzde 1 haftamız var. Buyrun size bir de güzel şarkı. Marc Almond ve Gene Pity birlikte söylüyorlar, Something's Gotten Hold Of My. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  Dikkatimi Çeken Şeyler

Çok derin olan kuyu değil çok kısa olan iptir.
Japon Atasözü

* Bir otomobilin arka camına yapıştırılmış ilanı görünce şaşkınlıkla okudum. Ardından yanımdaki yeğenime de okumasını söyledim. O da, doğal olarak "Sahibinden satılık" şeklinde okudu. Oysa ilan aynen şöyleydi: "Sahidenden salık 1986 model Kartal" Bu da bakmakla görmek dediğimiz olguyu tekrar gündeme getiriyor. Yeğenim beyninde yer etmiş olan ifadeyi okumuş, kağıtta yazılanı görmemişti. Bu durum, birçok alanda kendini gösteriyor. Halkımızın bakar kör, dediği bu olsa gerek. Yaşarken ıskaladığımız onca güzellik ve ciddiye almamız gereken öyle sorunlar var ki, ya gerçekten göremiyoruz ya da "aman sen deee!" diyerek görmezlikten geliyoruz.

* Geçen hafta Öğretmenler Gününü kutladık. Her yıl olduğu gibi bu hafta da bir iki gün de olsa gündemi öğretmenler işgal etti. Hiç değişmeyen konuysa öğretmenlerin ekonomik sorunlarıydı. Ağızlara bir parmak bal sürülmeye çalışılan ek ders ücretlerinin artırılması konusu da bir başka bahara kaldı bana göre.

Ama asıl sorun hakkında koca bir TISSS çıktı: Öğretmen yetiştirme konusu, her şeyin önünde bence. Bu konunun salt eğitim fakültelerine bırakılmasının getirdiği sorunları daha önce kaleme aldığım "Eğitim Ama Nasıl?" başlıklı yazımda dile getirmiştim. Bu yıl Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in öğretmenleri eleştirirken söylediği sözler çeşitli çevrelerce eleştirildi. Ağır bulundu. Konuyu böylesine basitleştirerek eleştirilmesi yerine konu üzerine yıllardır kafa yoran ciddi insanların da katılacağı sempozyum ya da panellerle konu masaya yatırılsa daha iyi olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Devlet idareciliğine soyunan siyasilerden sokak ağzı tarzı sözler yerine etiketlerine uygun bilimsel yaklaşımlar beklemek hakkımız değil mi?

* Yine bu yılki öğretmenler gününde dikkatimi çeken diğer bir konu, fedakârca çalışan ve başarılı işlere imza atan öğretmenlerin hemen tümünün okullarına kazandırdıkları hizmetleri İnternet aracılığıyla açtıkları yardım kampanyaları sayesinde elde etmiş olmalarıdır. İstenirse ve doğru kullanılırsa sanal dünya gerçek dünyaya yön vermede önemli bir araç olacağı bu örneklerden kolayca anlaşılır. Bu arada, yıllar önce okulumda açtığım kitap kampanyasını şimdi yapmış olsaydım nerelere ulaşmazdım diye düşündüm. İyi ki varsın İnternet!

* Geçenlerde Düzce'deydim. Arkadaş arabasını bana verdi. Okul ziyaretleri için Gölyaka ilçesine gidecektim. Yolu tarif etti. Tarif ederken otoyola gireceğimi, oradan da ilçe yoluna dönüleceğini belirtti. Ben de hiç yapmadığım şekilde, kimseye sormadan doğrudan tariften anladığım biçimde İstanbul yönünde otoyola giriş yaptım ki, sormayın gitsin. Hani Mevlana'nın meşhur sözüdür, senin ne söylediğin değil, karşındakinin ne anladığı önemlidir, şeklinde. Benimkisi de aynen öyle. Anladığım tarif üzere yola girdim. Git Allah git, bir türlü beklediğim Gölyaka tabelası gelmiyor. Ne kadar yol aldığımı ölçemedim. Gittikçe sıkılmaya başladım. Nerdeyse Hendek'e varacaktım. Baktım park yeri, hemen daldım. Sordum bu yoldan çıkış yok mu diye? Dediler ki:"Hocam, ilerde bir sapak var, ana yola çıkmadan dikkatlice o ara yerden geri dönmeniz gerekir." Ben de denildiği gibi yaptım ve otoyola girdiğim yere geri döndüm. Aklıma, yıllar önce Münih kentinde yaşadıklarım geldi. İlk gittiğim yıldı. Ataşelikte toplantı vardı. Oturduğum kasabadan arabamla gitmek istedim. Yanıma işsiz bir Türk arkadaş aldım. Bana rehberlik eder diye. Öyle ya, yıllardır orada yaşıyordu. Oysa araba kullanmayan biriydi. Sonuçta kente girdikten sonra kafam birden karıştı. Ataşeliği bulacağız diyerek, yanlışlıkla daldım otoyola. Girdim ya, söylemesi kolay. Tam 20 kilometre sonra çıkışı bulabildim. O güne göre Düzce'de yaşadığım bana doğrusu pek sıkıntı vermedi. Ne de olsa tecrübeliydim, yol kaybetme konusunda!

* Çıkış dedim de, yurtdışında yaşadığım fıkra gibi bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Malum her yıl Ramazan ayında Türkiye'den yurtdışına bir aylığına imam transferleri olur. İmamlar bir ay süreyle cemaatin birinci derece öncelikli misafiridirler. Her akşam iftara ve gece de sahura bir aileye misafir edilirler. Ayrıca hafta sonları da çevre gezisine çıkarılır, kentler tanıtılır. Ramazanın son haftasında gene bu tür bir geziye çıkartılan imam efendi, şöyle bir yakınmada bulunur:"Hemşerim, çok sağ olun, benim birçok şehri tanımama vesile oldunuz. Ancak adını her yerde gördüğüm Ausfahrt'a bir türlü götürmediniz." Tabii Almancayı bilmeyen hocamızın bu serzenişi karşısında, ömrü Alman otoyollarında geçmiş işçimiz, gülmeye başlar. Onun gülmesine imam efendi biraz bozulur. Bir anlam veremez. Acaba der, yanlış mı telaffuz ettim de ondan mı güldü bana? Yol arkadaşı, hocanın merakını gidermenin zamanı artık geldi deyip: "Hocam, o söylediğin tabela otoyollardan çıkış tabelasıdır. Şehir adı değil."deyince, bu kez her ikisi birden gülmeye başlar.

* Türlü güçlüklerle sürdürdüğümüz hayatta en çok zorlandığımız şey, bir çıkış yolu bulmak değil midir! Kimimiz bu çıkışı intihar olarak algılar ki, belki de en kolayı budur. Edebiyat dünyasında sıkça yaşanan intihar çıkışıyla ilgili olarak çok bilinen Mayakovski / Yesenin olayını anımsadım. Bu konu gerçekten acı bir dramdır.

1925 yılında bileklerinden akan kanla duvara;

"şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm,
ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamak da..."

diye yazarak intihar eder Yesenin. Bu olay üzerine yakın arkadaşı Mayakovski de ona ithafen yazdığı şiirinde:

"şu yaşamda
en kolay iştir ölmek
asıl güç olan
yeni bir hayata
başlamak..."

diye gönderme yapar. Ancak ilginç olan şey, yaşama sıkı sıkı sarılmayı öğütleyen Mayakovski'nin de bu şiiri yazdıktan bir yıl sonra Yesenin gibi bir otel odasında intihar etmesidir.

* Bir süredir İstanbul'dayım. İşim gereği kâh Anadolu kâh Avrupa yakasındayım. Doğal olarak boğaz köprülerini kullanıyoruz. İlk boğaz köprüsü Cumhuriyetin 50. yılında hizmete girmişti. Bir an düşündüm, İstanbul'un kentsel gelişimini sanırım boğaz köprüleri öncesi ve sonrası şeklinde değerlendirmek gerek. Bunu otobüste seyahat ettiğim palabıyıklı tam bir Anadolu erkeği görünümlü işçiye sorduğumda daha kolay anlıyorum.

Bu köprülerin yapımına o gün karşı çıkanlar mı haklı yoksa bugün üçüncüsü yetmez deyip tüp geçidi hayata geçirmeye çalışanlar mı? Yaşanan trafik kaosu ilk köprünün açılışından önce de vardı ama iki kıta arasında yolcu taşıyan boğaz vapurları hiç bu kadar stresli taşımıyordu insanları karşıdan karşıya! Doğrusu bu ya, Gaziosmanpaşa'ya bağlı Arnavutköy'deki bir ilköğretim okuluna Anadolu yakasındaki Pendik'ten kalkıp gelmek her babayiğidin harcı olmasa gerek. Hangi durakta ineceğimi sorduğum arkadaş da bu öğretmen gibi Avrupa yakasında Eyüp'ten kalkıp Anadolu'daki işyerine Kozyatağı'ndan tekrar bir araca binerek ancak dört araçla ulaşabiliyorsa, daha buna ne denebilir ki?
Kesin olan bir şey var ki; o da, İstanbul'un 1973 öncesi nüfusuyla bugünkü nüfusu arasındaki korkunç farkın oluşmasındaki sosyolojik etmenlere boğaz köprülerini de katmamız gerektiği. Bunu en iyisi sosyoloji profesörü Cahit Tanyol hocama sormalıyım. Çünkü o bir İstanbul aşığı ve uzmanı!

* Merhaba Sevgili Ömer Akşahan

Yeğenim internette dolaşırken sizin bir yazınızı görmüş. İçinde benim adımın geçtiğini söyleyince ben de okudum, çok mutlu oldum. Sizden sonra 33 yıl çalışarak yeni emekli oldum. Sağlıklı ve iyiyim. Yetiştirdiğim öğrenciler arasından sizin gibi bir şair ve bir de general çıktığını sizin yazınızdan öğrenince çok duygulandım, mutlu oldum.

Ben İzmir Karşıyaka'da oturmaktayım. Yolunuz buralara ne zaman düşerse bir çayımı içmeye beklerim.

Sevgilerimle
Bilge Ozansoy

Otuz üç yıl önce yitirdiğim sevgili öğretmenim Bilge Ozansoy'u bana ulaştıran İnternet mucidine ne kadar teşekkür etsem azdır. Bana büyük bir heyecan yaşatan bu güzel maili sizlerle paylaşmak istedim. Umarım hem öğretmenim hem de sizler hoşgörürsünüz…

Ömer Akşahan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Nihat Turan


X'E MEKTUPLAR (3)

Birazdan günbatımı gerçekleşecek. Ve ben hüzne dair okunmamış bir şarkıyı ezberime alarak yüksek bir yer bulacağım kendime. Rakımı yüksek duygular akşamında kendime yaraşacak bir iş yaparak, anlamları bir tek anlamda toplamaya çalışacağım. Dilin en arkalarına süreceğim düşlerimi. Ve bu düşlerden kendime bir günbatımı doğuracak sözcükler bularak nev zuhur literatürüme senden bir şerh düşeceğim X...

Batımlardan doğuşları süzmek akla seza değildir bilirim. Ya da siyahı beyaza tercih etmek... Hele en kaba halimle bir menekşe çiçeğinin zarafetinden dem vurmak hiç mi hiç akla seza değildir. Akla ziyan bu halim aslında şairliğimdendir X. Şair tarafımı sürükleyen günbatımı kendisine meyyal tarafımdan yararlanan tamahkar bir dosttur aslında. Ve her defasında hayır diyemediğim günbatımıdır yine. Anlayacağın X, insiyaki bir gel-git'tir benimkisi. Benimkisi menekşe çiçeğine kabalığımı kabul ettirme zorbalığıdır. Aslında benimkisi X, şair inadıdır. Ve bilir misin X, şair inadımın yenilgilerinden yengiler düşlemek akla ziyan bir diğer hasletimdir...

Şiirlerimin şehri yüreğimin tufanlarında kaybetmişim yolumu X. Bilinmez bir dehlizin en komplike noktasında gözlerim Hızır'ı arar. Oysa ne Hızır ne Mehdi ne de dolunaylar yolumu aydınlatmaz bilirim. Yolumun aydınlığı- ay ışığı sensin X. Ve bir de günbatımı ve menekşe...

Parkamın yakalarını kulaklarıma çekerek günbatımını yan profilden karşılayacağım. Günbatımıyla benliğimin neşe perdelerini çekip, nostaljinin dimağımdaki arşivlerinden indirdiğim nüshaları yürek tandırımda yakacağım. Üşüyen taraflarımı ruh yangınımda ısıtacağım. Dedim ya X, şair tarafımı kandıran günbatımında aşikar olurum hep. İç kavgamın gong vuruşudur günbatımı. Yazık ki, yürek ringinde her defasında nakavt olan ben olurum X. Kaybetmek kaderimdir. Kaybetmekten tek kazancım şairliğim olmuştur X...

Direnci kırılan biri neden küfretmekten imtina etmez X. Kaybın, dil imkanında küfretmek vardır. Her şairin biraz küfürbaz oluşu bundandır. Sihirbaz olmaktan sa küfürbaz şair olmak yine de yeğdir X. Küfretmeyi öğreten hayata karşı sözcüklerin namusuna halel getirmeden küfredebilen hakikat-ı şuara taifesindenim X. Hüznümün ve yenilgimin yengisi olan şairliğimle hep günbatımlarına yürürken dilime doladığım bu senli şiiri terennüm edeceğim:

.hazanın hüzün görüngüsünde saçlarını tarıyor ellerim
sığındığım zifiri sarnıçlarda mehtaplı yüzünü arıyorum
mecalsiz yığıldığım yitik izbelerde hayaline tutunuyorum..


Ve ardından nasırlı avuçlarıma aldığım menekşeme bakarken yürüdüğüm günbatımı yolunda, 'hala umut vardır' diyeceğim..



Nihat Turan
nihat_turan@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,838,838,838,838,838,838,838,838,83
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Deniz Kılıç

 Kahveci : Deniz Kılıç


  Ipıssız

"Bazen hüzünse yaşamak, gölgenin hüznüme düştüğü yerdeyim..."

Parmak uçlarımdan kağıda sızan, susup yuttuğum iç çekişlerim. Sensizken sessizim ki yokluğunda bütün seslerim ıpıssız. Dilimin darağacında kurşuna dizdiğim cümleler senin, sustum, sustuğum bütün kelimelerden seni kustum. Boynu bükük paragraflar dizdim kağıtlara, yetim kalmış mısralar karaladım. Satır satır seni kanadım, elim yüzüm kıpkızıl, anlatmak istedim ayrılığa çıktı bütün kelimelerim...

Sen -di li geçmiş zamanım...

Başımda avuçlarım, avuçlarımda aklım içinden seni ayıkladım, içime terledi gözyaşlarım, yutkun(a)madım. Yüzüme vurdu yalnızlığımı yüreğim, kırıldım, kırıldıkça kırka yarıldım, topladım senden kalan kırk parça kırığımı yerine yamadım.

Aklımdan ayıkladığım senimi yanıma aldım, ne soğuk işledi içime, ne yağmurdan ıslandım, Ay'ın aydınlatamadığı sokakları bir bir adımladım. Kaldırım taşlarıyla oyun oynadım ;

"seviyor-sevmiyor"
"özlüyor-özlemiyor"
"dönecek-dönmeyecek"


dönmeyeceğini söyleyen dönemeçte meyhaneye rastladım. Kapıyı araladım, şöyle gözden uzağa iki kişilik bir masa ayarladım. Her yerimden çıkarıp seni karşıma aldım. Bir kadeh sana, bir kadeh bana rakıyı ısmarladım;

içtim - seviyor
içtim - sevmiyor
içtim - özlüyor
içtim - özlemiyor
içtim - dönecek
içtim - dönmeyecek


her yudumda biraz daha arttı hasretin özlemin gözümden aktı, ağladım.

ağladım-bağırdım
bağırdım-ağladım


bütün şarkıları sana adadım;

Durma haydi şöyle derinden çal kemancı
" hangi kapıyı çalsam, elimde buruk acı"


Dilim lal oldu karşında konuşamadım, sustum, sustuğum her kelimeden ayrılık kustum;

"Ben artık en hazin şarkıların güftesindeyim
idama mahkum edildi bu yürek yine
kalemi kırık bir aşkın son demindeyim..."


Bir yanımı efkar bastı, öbür yanım zaten sarhoş. Hayaline daldı gözlerim, ayır(a)madım.

Loş ışıkların altında hüzün şahidim, sağırdım, bağırdım sesimi duyur(a)madım.
İçime çektim eksiğini zor bir nefesle, adını diledim son bir hevesle.
Ki adın dimağımda 'nefestir' artık, soluyamadım.

Hatırladığım hatıraları masadan aldım, avucumda kadeh, kadehte rakı, rakı-ırak, ırakta sen...
Sustum, sustuğum bütün kelimelerden acıyı yuttum;

Son bir şarkı kemancı vakit geç oldu
"şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu"


Ayrılığın hesabını ödeyip usulca masadan kalktım, kolumu yavaşça koluna taktım.

Aydınlanmamış ıslak sokaklarda sabaha bir adım daha yaklaştım. Her adımda sen,
her adım sen, adım sen, sen, bomboş kaldırımlarda bir sen bir de ben.

Deniz Kılıç


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,208,208,208,208,208,208,208,20
10 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Serap Ezgi


MARTI ÇIĞLIĞI Seni gördüm bugün. Karşı kaldırımda yürüyordun. Eskisi gibi; başın önde, ellerin ceplerinde, düşünceli değildin. Dimdik duruyordu başın. Gözlerin seni fark eden var mı diye bakınıyordu etrafa. Ellerin cebinde gezerdin eskiden. İki bir kuruşu parmaklarına yapıştırır, zil gibi birbirine vura vura yürürdün. Sana şöyle bir baktım. Fark edilebilecek kadar değişmiştin. Eskiden başın önde düşünür dururdun yürürken. Cebinde iki kuruş, zil çalardı ellerinde. Başın öndeydi ama yüreğin dimdikti. Her adımında gururun, kaya gibi sağlam karakterin senden önce seni fark ettirirdi. Şimdi de fark ediliyorsun. Dikkat çekecek kadar yakışıklı olmuşsun, harika giyinmişsin. Eminim, mis gibi kokuyorsundur. Adına çok üzüldüm. Her adımında geçmişi arkanda bırakabileceğini sanmışsın. Yazık. Şimdi başın dik ama yüreğin çoktan yerlere eğilmiş.

Yürüdüm tam karşı kaldırımdan sana baka baka. Aslında benim durumumda senden farklı değildi. Kendimi çöplükte yalnız kalmış, çaresiz bir adam gibi hissettim. Gökyüzüne baktığımda; martılarında özgürlüğüm gibi kirlenmiş olduğunu gördüm. Düşlerim gibi griydi gökyüzü. Üzerim; yüreğim gibi kir pas içindeydi. Nasılda yaptığımdan nefret ederek nefes almaya devam ettim, bilmiyorum. Zaman; düşlerin sonsuzluğu gibi durmuştu. Bilirsin; insan bir şeyi yapar ama, ne aklı nede yüreği hiçbir şeyi yanında olmaz ya öyleyim. Anlamsızlığımı anlatamıyorum.

Bazen beden varmış, vücudun sensiz yaşamaya devam edermiş ama sen bilmezmişsin. İşte öyle garip, öyle zavallı hissettim kendimi. Tüm o olanlardan sonra tarifsiz kaldım, onurum beni terk etti. Oysa sabahlara kadar konuşurdun. Seni dinlerdim hayran hayran. Korkardım bir yandan, diyemezdim. Okuldan çıkışta seni izleyenler var derlerdi. Yan yana yürürken aklıma korku gelmezdi. Sen konuşurken dünyayı unuturdun. Oysa konuştuğun dünyanın ta kendisiydi. Kendinden geçercesine sana fazla gelen cesaretinle, herkesi yüreklendirirdin. 'Ağabey, ağabey' diye insanlar peşin sıra gelirdi. Sana duyulan saygı seni korur sanırdım. Boynunda ananın yaptırdığı muska, karanlığa giderdin geceleri. Beni belirsizlik o gecelerde öldürürdü. Sen gelene kadar ölürdüm. Gizli gizli dua ederdim.

Ama geçti hepsi… En güzeli de çöplükte yaşayan çaresiz bir adam gibi olmadığımı biliyorum. O adamın kocaman burnu kışları ne kadar da üşür. Esen rüzgâr onu ve ellerini uyuşturur. Çöplükler, kışları daha çekilir olur. En azından daha çok uçar martılar gökyüzünde. Sorarım kendime; masmavi denizin üstünde, altın sarısı kumsalların üstünde uçan martılarla aynımıdır çöplüktekiler? Güneş batarken hatıra karelerine sığmaya çalışan, balıkçılara yoldaşlık eden martılar bunlar mıdır? Hani o, o şanslı olanları seyredenlere umut ve huzur verirken, çöplükte uçanlar; aç adamın ekmeğine ortak olacak kadar benciller midir?

Bir yerde umut, diğer yerde kâbus mudur bu martılar? Ya peki çığlıkları? Duyduğuna ne verir ne hissettirir iki farklı yerde. Bunu hiç düşündün mü? Biz eskiden neredeydik? Seni karşı kaldırımda görünce bu geldi. Balıkçılara yoldaşlık eden martıların çığlıklarını mı duyardık? Yoksa manzaranın sefasını süren iki arkadaşın, dinlediği çığlıkları mı? Şimdi, özgür kuşlara ait duyabildiğim tek ses; çöplükte kızarık burunlu adamın ekmeğine ortak olanlarının ki sadece.

Bilirsin benim babam balıkçıydı. Hep anlatırdı; bir arkadaşı varmış. Denizin ortasında ekmeğini arayan babamın sandalının ucuna gelip konarmış. Kanatlarını yavaş yavaş indirip dikermiş gözlerini babama. Babamdan bir balık beklermiş, önüne atsın diye. Her zaman da gelmezmiş… Masal gibi takılıp kalmış aklıma. Ben o sonsuzlukta, maviye gözlerimi doyururken zaten hiç gelmedi. Babam 'seni yabancı bildi, o görüyordur beni' derdi.

Gözümün görmediği, duyularımın desteklediği bir şeye inanırdım. Bu doğrumudur acaba? Sadece iki dudak arasından duyduğun şeye inanmak… İspatı olmayan, ama anlatana duyduğun güven yüzünden inandıkların... Sana da inanmıştım zamanında. Söylediğin her kelimeyi, yüreğimle aklıma kazımıştım. Şimdi bu çöplükte bunları sorgulamak için çok geç…

Düşünüyorum. Ne zaman sorgulamaya başladım ben her şeyi? Sanırım düşlerimden anne ve babamın çıkmaya başladığı zamanlar. Dur ve bir düşün lütfen. Kaç yaştır ki bu? Üç mü beş mi? Rüyalarımı özgür kılmaya; duyduğum masallara inanıp, uyumadan düşlerini kurmakla başlamıştım. Eskiden küçük bir çocukken geceleri ağlardım: 'Annem babam ölürse ben ne yaparım' diye. Oysa kızım şimdi aynı yaşta, böyle bir endişesi yok. Bu ona söylediğim en büyük yalan. Hiç kelimelere dökülmemiş, ama inanılmış. 'Hep yanında olacağım senin. İyi ya da kötü her şeyinde yanında olacağım!'

Sende bana böyle söylemiştin zamanında. Sen sadece benim değil, bu yalanı söylediğin hiç kimsenin yanında olamadın. Ağabeyleri döneklik yaptı diye, sana ağabey diyen kaç çocuk utancından öldü biliyor musun?

O çocukluk günlerimde yaşadığım evde, hep ders çalışırdım. Kurtulup bu hayattan, balıkçının kızı olarak kalmayacaktım. Yemin etmiştim. Bir odam vardı. Oda da iki cam iki divan. Divanların altında; plastik leğenlerin içinde bohçaya sarılı giysilerim. Şimdi çoraplarım bile o leğene sığmaz ya, neyse... Ayağı oynamasın diye babamın Maltepesinin boş kâğıdını katlayıp sıkıştırdığım masam vardı. Köşeye sıkıştırılmış, cam kenarında durup dururdu. Kireç duvar; masanın değdiği yerde kirlenmiş. Yeni yetmeliğim, genç kızlığım o masanın kenarında, annemin diktiği minderin tutturulduğu tahta bir sandalyenin üzerinde geçti. Camdan; yemyeşil dağları, servi ve kavak ağacından, birbirine uçan sinekleri ve akşamları toplaşıp küme halinde uçan martıları seyrederdim. O zamanlar martı olmayı isterdim.

Akşam olmaya başladığında; martılar yamacın ötesinde berisinde toplanırdı. Bana inat, yuvarlak çize çize uçarlardı. Birken beş, beşken yüz beş olurlardı. Sayamazdım, saydığıma inanırdım. Seslerini duymazdım ya duyduğuma inanırdım. Uyumadan önce çığlık çığlığa konuşurlardı. Bir aradaydılar, özgürdüler, güçlüydüler, kafa tutacak kadar cesurdular.

Seni dinlerken martı olurdum. O gördüğüm martı kümesinde ben de bir martıydım. Özgürce uçardım. Özgürlüğü bilirdim, cesurdum, kafa tutardım. Seni dinlerken, yüreğimdeki huzur çocukluk günlerimdeki gibiydi. Korku asla yoktu. Gelecek kaygısı yoktu. Anamı, babamı sevdiğim gibi sevdim seni. Karşılıksız, bildiğim kadarını, çocukça, safça sevdim.

Sen o dağlarda, deryalarda özgürce uçan tüm martılara ihanet ettin. Özgürlüklerini aldın ellerinden. Şimdi yürüyorsun karşı kaldırımdan. Seni izliyorum. Yanına gelip sormak istiyorum. Özgürce çığlık atan martılara neden kıydın?

Serap Ezgi


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,406,406,406,406,406,40
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Zerrin Gürdal


Bu Gün Günlerden Özlem...

Rüzgarın uçurduğu perdeye dalmışım kimbilir nerelerde geziniyorum.. İçimde uçuşan yaprakların hışırtısı, yere düşen misketin sesi ile irkilerek bakıyorum etrafa. Canım yanıyor elime alırken o minik cam küreyi. İçinde renkler dansediyor alacalı, ona baktıkça ben giriyorum gökkuşağı gibi tüm renkleri savurarak geçmişin penceresinden içeri.

Beni sen karşılıyorsun, anılarımda tozunu silkerek çıkıp aniden ortaya. Sen, yani ben dünden gelen yarına giden yolcu. İtina ile hazırlamışım bavulumu, içinde tüm hayatım. Özenle yerleştirilmiş beyaz kağıtlar ve gül yaprakları ile örtülerek. Muhteşem bir tören hazırlamışım sana, kimsenin bilmediği bilenlerin imrendiği sevgi ile.

Elimde geçmişim yürüyorum.. İçimde sızılar, sevinçler, umutlar, sen karşılıyorsun yine beni. Yani ben, sevinçli, umutlu mendil sallayarak geçiyorum önünden.

Yol beni götürüyor ben umutlarımı..

Karşıma çıkıyorsun sen bu defa, ben değil, tanışıyoruz seninle. Elimde geçmişim, yüreğimde sevgi, gözlerim nemli bakıyor salladığım mendille siliyorum akan iki damla gözyaşını.
Silme diyorsun. Bırak kurusun akdığı yerde, sen oluyorsun bu defa yüreğindeki en güzel yeri gösteren, gel diyorsun gel işte bu senin yerin artık burdasın.
Ve ben çekinerek oturuyorum yerime. Gözümde iki damla kuruyan yaş elimde sana vermeye hazır sevgiyle.

Sonra ne mi oluyor...
Kimbilir...
Yazdım işte...
Ne yazılan var, ne iki damla gözyaşı ne de o gözyaşların sahibi.
Hepsi düşlerimdeki dünde kaldı,
kimbilir belki yarım kaldı...

Zerrin Gürdal


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


5,755,755,755,755,755,75
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Özhan Bilgin

 Kahveci : Özhan Bilgin


  

notlar..

hiçbiri ona ait değil..
fakat ne hazin isimleri var şu resimlerin..
nisan sabahı,yağmurdan sonra ve dansöz..
baktıkça ağlamak geliyor içimden..
o.veli


veli resimleri sevmezdi.. zira; çizilmiş şeyler aslında hiçbir zaman çizilemezdi ona göre..
ve çizilmişler, yağmurdan sonra yı oynarken, gerçekten ziyade traji-komiktiler..
….

kadraj..

bir makineydi fırçanın ucu.. el emeği neydi , bir şipşağın sesinde..
ama çektim..
huzurdan bahseden bütün her şeyi yeniden görmem gerekirdi..
resmetmeden..
bir iskelenin ucunda, bir bulutun yamacında..
resim öyle güzel ki, yüzüyordu suda..
….

anne..

bana senden bahset..
susma anne..
….

seyir..

fotoğrafları makinede taşırken,
övünç duyacağım bir ruh haliyle etrafı izlemeye koyuldum artık..
görebilmek erdemiyle..
bir buluttan düşerken bir diğerine rastlıyorum..
hatta, kendi bulduğum renkleri resimlere yapıştırabiliyormuş gibiyim..
beyaz gözlü çocuk merhaba..
el emeği yoktu görmenin, resmetmenin..
yorulmuyorum galiba..
….

kalem..

yazmayalı oldu bayağı..
yazmadıklarım, tutamadığım notlar ve çizemediğim resimler ne kadar çok geliyor bana..
ben ve dünya.. ben ve diğerleri.. ben kimim ki..
çiz dur.. ama bu heves.. heves.. resmetmek, her şekilde..
yazı, resme çamur atamazdı.. ah veli..ah..
….

cam..

bazen, bu odanın renginden sıyrılmak için zorluyorum kendimi..
beyaz camlı ekrandan kafamı içeri ittiğim odanın.. boynuma kadar batmış..
beyaz camlı karanlık oda.. hey.. kimse yok mu..
bir sürü cam kafa.. biriniz ışığı açsın..
….

karanlık oda..

karanlık odaya ışığın girmesine izin vermedim..
suya negatifleri özenle koydum..
ellerimle suya dokundum..
su dalgalandığında kayık gibi sallandı resimler..
bu karanlık odada,
özenle dizilmiş duygusunu veren resimleri, bir ipte,
izliyorum..
….

sen..

ışığım..
gülümsedin..
yandı keyifsiz fotoğraflar..
….

Özhan Bilgin

http://www.domaindlx.com/competanxp



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Semra Karabulut


Sizsiz Olmaz ki!

Hayatın anlamsızlığındaki anlamlı koşuşturmalar.
Kararsızlıkta verilmiş olan en iyi karar.
Ağlamakla gülmek arasında gelen bir kahkaha.
Yalnızlığın ortasındayken ufak bir dokunuş omuza.

Gerçekle hayal arasında bir bilinç.
Emeklemeğe henüz alışmışken ayağa kalkan bir bebek.
Susuzluğunu gidermeye çalışan bir at.
Umutsuzluğa kapılmak üzereyken iyileşen bir hasta.

Hepsi biz,siz ve onlar…

Karşılıksız yaparız bazen bunları.
Bilinçsizce belki,
Ama sonu hep sevgiye varır.
Sorgusuz ve sualsiz…
Bunu bize yaptıran yalnızca o duygu olabilir.

Düşündüğümüzde ne kadar çok duygu yaşar insan,
Ve farklı olaylarda farklı duygular hissederiz.
Her birimiz ayrı ayrı.
Sanki duygu denizine düşmüş gibi.
Ağımıza takılan her duyguyu yaşarız,
Takılmayanları da merak ederek.
Bir ağacın gövdesine dayanarak mırıldandığımız şarkıya,
Rüzgarın "buradayım" dercesine esişine bırakarak kendimizi.
Ya da güneşin ısıttığı bedenimizden akan teri,
Islak bir mendille silerken hissettiğimiz şey gibi.
Duygular…
Anlatılamaz ki.
Ele avuca da sığmaz onlar.
Hissedilir ve hissettirilir.
Şu anda yapmaya çalıştığım gibi.
Sizinde kim bilir kimlere veya nelere yaptığınız gibi.
Bir çim tanesi üzerinde parlayan su damlası,
Kelebeğin uçuşundaki ahenk,
Bebeğin gülümsemesi kadar masum,

Biliyorum acı, keder, hüzün …
Bunlarda var ama,
Hissedebildiğimiz için şükretmeliyiz diyorum.
Çünkü onlar olmazsa diğerlerinin hazzını yakalayamazdık değil mi?
Küçük bir tebessüm yüzlerimizde şimdi.
Kocaman sevgiyle tüm sevgi dolu kalplere dokunduruyorum elimi,
Hissedebildiniz mi?

Semra Karabulut


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


ŞÂİRLİK MESLEK MİDİR?

Yürek ve duygu işçisidir şâirler… Dış dünyayı geniş ufuklarıyla algılayarak insanlığa sunarlar. Üçüncü gözleri vardır onların… Bizim iki gözle göremediklerimizi onların üçüncü gözü görür. Yürek gözü de diyebiliriz buna…Kelimeleri hamur gibi yoğurur şâirler… Onlara sözlüklerde yazmayan gizli mânâlar yüklerler. Kendilerine mahsus yürek lügatleri vardır onların… Kelimeler raks eder dillerinde… Her bir harflerinde onlarca çiçek açar.
Kelimeler, şiir bahçesinin iri gülleridir. Şiirler gönül tarlasının mahsulü…

Rahmetli Cemil Meriç şâirler için şöyle derdi: “Gözyaşlarından inci yapmak... Şairin kaderi bu... Bu incilerin bir sevgili kâkülünde parıldadığını görebilmek de en büyük mükafatı...” Şâirlerin silahı kelimelerdir.Fakat bu silâhın şarjöründe kurşun değil sevgi saklıdır.Yüreklere sıkılır sevgi mermileri..Fakat bunlar muhatabını öldürmez, aksine güldürür. Fakat karşılık göremezse süründürür.

Kur’an’da şâirlerle ilgili Şuara Suresi vardır. O surede şâirlerle ilgili şöyle denir: “Şâirlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar… Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler… Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka… Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.(Şuara (Şairler) Suresi 224-227.Ayetler)

Bu sure İslâm’a cephe almış şâirleri zemmediyor. Bunu son ayette görebiliyoruz. Yoksa bazı kaba softaların dediği gibi şiir İslâm’da yasaklanmamıştır. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Keza İslâm şiiri yasaklasaydı Mehmet Akif gibi bir Allah dostu şiir yazar mıydı? Mühim olan yazdıklarımızın muhtevasıdır.

Zaman zaman şu sorulur: “Şâirlik bir meslek midir,yoksa boş zamanlarımızı dolduran zevkli bir uğraş mı?..” Bu soruya cevap vermeden evvel meslek kavramını açıklığa kavuşturmak lâzımdır. Nedir meslek? Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı Türkçe Sözlük’te meslek için şunlar yazıyor: “Bir kimsenin geçimini sağlamak için yaptığı sürekli iş…”

Demek ki meslek para getiren bir vasıtadır. Yani kişi mesleği sayesinde karnını doyurur. Vaktini ona ayırdığı için başka bir iş yapmaz. Ekmeğini o yolla kazanır. Peki günümüzde veya dünümüzde geçimini yazdığı şiirlerle sağlayan bir isim gösterebilir misiniz? Halk ağzıyla söylemek gerekirse, yazdığı şiirlerle köşeyi dönerek zengin olan bir şâiri yazmış mıdır tarih?

Yahya Kemal,Orhan Veli,Mehmet Akif,Necip Fazıl şiir yazarak mı geçimini sağlamıştır?Buna “evet” demek hakikatleri perdelemekten başka ne anlama gelir ki? Şâirler, ömürleri boyunca yarı aç,yarı tok yaşayıp gitmişlerdir.
Refah içerisinde yaşayan şâirlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır.Geçim sıkıntısı çekmeyen şâirlerden biri Necip Fazıl Kısakürek’tir. O da babadan kalan mirasıyla mamur yaşamıştır. Yoksa “Çile” adlı şiir kitabının satış hasılatı onu zengin etmemiştir. Aksine kitaplarını bastırmak için yüklü miktarlarda parayı hiçbir beklenti gözetmeden, körü körüne, eserlerine harcamıştır.

Türk şiirinin abide isimlerinden olan Yahya Kemal Beyatlı şiirlerini ömrü boyunca iki kapak arasında görememiştir. Yani şiir kitapları kendisinin ölümünden sonra basılabilmiştir. Gerçi bu durum daha çok şâirin mükemmeliyetçi bir anlayışa sahip olmasından kaynaklanmıştır. Hiçbir şiirini tamamlanmış kabul etmiyordu. Zaman zaman şiirleri üzerinde çalışıp ufak tefek değişiklikler yapıyordu. Fakat bunun maddî sebepleri de var şüphesiz…Zamanında bu kadar beğenilen bir şâir şiirden beş kuruş para kazanamamıştır.

Türk şiirinin serbest dalda üstadı sayılan Orhan Veli,ömrü boyunca beş parasız yaşamıştır. Bir şişe rakı alacak parayı bulmada zorlanmıştır.
Çevresinden borç alarak günü kurtarma peşinde koşup durmuştur. Keza Cahit Sıtkı’nın ve Ziya Osman Saba’nın ondan farkı yoktur.İstiklâl Marşı’mızın millî şâiri olan Mehmet Akif Ersoy kış soğuklarında sırtına bir palto alacak para bulamamıştır. O kadar şöhretli bir insanın yazdığı onca şiir bir palto etmemiştir.

Bütün bunlar gösteriyor ki şâirlik bir meslek değildir. Çünkü şiir belli bir zamanla ve mekanla sınırlandırılamaz.Bazen gece yarısı,bazen kuşluk vakti kaleme sarılır şâirler…Onlar için zaman ve mekan sınırlaması mevzubahis değildir. Belli bir süre zihinde olgunlaşan hisler kemale erince şiir olup çıkar iki dudak arasından….Buna kem vurmak,ezip büzmek mümkün değildir.Şiirin doğuşunun maddeyle ve parayla alâkalı tarafı yoktur.

Gazetecilik ve yazarlık bir meslektir ama şâirlik hiç de öyle değil. Günümüzde büyük gazetelerde kalem oynatan köşe yazarları yüklü miktarlarda para kazanıyorlar. Hatta tıpkı şöhretli futbolcular gibi başka bir yayın organına geçtiklerinde milyon dolarlarla telâffuz edilen transfer ücreti alıyorlar. Gündemin nabzını tutan bir kitap milyarlar kazandırıyor.
Fakat güzel bir şiir yazan şâirin bu işten büyük paralar kazandığını duyan oldu mu?

Peki duygu işçisi olan şâirler bunca çilelere ve ruh burkuntularına karşılık ne elde ederler? Şâirlerin şiir yazarken bir beklentileri olmaz zaten.
İçindeki sancıları, ruh dünyalarında biriken his tortularını gün yüzüne çıkarıp efkâr-ı umumiyeyle paylaşmak için yazarlar. Zaten bir çıkar için yazılan şiir, şiirsel incelikleri taşıyamaz. Birilerine yaranmak için yazılan gündelik ısmarlama manzume olmaktan öteye gidemez. Bu da şâirane üslûbu ortadan kaldırır.

Şâirlik iyiki meslek değildir.Şayet meslek olsaydı duyguların samimiyetinden şüphe ederdik. Çünkü bir işin içine gönül yerine para girdi mi samimiyet koşar adım uzaklaşır. Oysa şâirler yüreklerini koyuyorlar ortaya… Onların tek ve en büyük sermayeleri sevgidir. Böyle evrensel bir sermayesi olanın cihanda sırtı yere değmez. Unutulmamalıdır ki şiiri ve şâirleri sevdikçe insanî hususiyetlerimiz inkişaf eder.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Leyla Ayyıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.435 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Gözlerimdeki Son Çığlık

I.

ben
seni unuttuğum ellerin
vurup toprağına ayaklarımı
dört nala sürmeliyim
atımı
ve sen
göz bebeklerinde dökmelisin
hasreti.

sen
bensiz uyandığın
sabahlardan soyunmalısın
çıplak tenine giymelisin
gözlerimi
ve ben
göz bebeklerimde büyütmeliyim
aşkı.

II.

geleceğin
ihtimal bir güne
gözlerimde huzur diye gezdirdiğim çığlık
hangi dağın tepesinden düşer ki boşluğa
sessiz çığlıkların aksinde
hangi kayık toplar ki ağına
sana dolup taştığımı.

şimdi
gözlerimdeki son çığlık
düşerde gökkuşaklarının eteğine
söyle
hangi dağ
yol olur da
serilir ayağıma.



Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Değerli Kahve Molası Dostları,

Uzun araştırmalar sonucunda, hepimiz için en uygun yeri bulduk. Epeydir bir araya gelememiştik. Bunun acısını çıkaralım, okur yazar bir araya gelelim istiyoruz.

17 Aralık Cumartesi gecesi Balat'ta ki FENER KÖŞKÜ'nde buluşuyoruz.

70 kişi kapasiteye sahip bu şirin mekânı doldurmayı planlıyoruz.

HEEEYYY TÜM KAHVECİLEEERRR !!!!!
EĞLENCEYE HAZIR MIYIIIIIZZZ :-))) DUYAN DUYMAYANA DUYURSUUUNNNN !!!!!

Tarih :
17.Aralık.2005 Cumartesi
Saat : 20:00 den itibaren
Yer : FENER KÖŞKÜ / Balat

FİKS MENÜ

SERPME MEZELER:
Balık salatası
Patlıcan salata
Beyaz peynir
Acılı ezme
Haydari
Soslu patlıcan
Soslu Hamsi
Börülce / Pilaki

ARA SICAKLAR:
Paçanga Böreği
Hamsi veya Kalamar tava

ANA YEMEK (seçmeli)
Balık (levrek, mevsim balığı, çipura) veya
Izgara et (biftek, tavuk gögüs, köfte)
Mevsim meyvesi tabağı ya da tatlı tabağı

FİYATI: Nakit 40.00 YTL – Kredi kartı ile 45.00 YTL

CANLI MÜZİK (canlı müzikte Istanbul’un ilk 9 mekanı arasına girmiş)
ÜCRETSİZ OTOPARK

Katılmak isteyenlerin sevgili Elif Eser'e sayı ve iletişim bilgilerini içeren bir mesaj atmaları yeterli olacaktır. elif.eser4@mynet.com

http://www.fenerkosku.com/
Tel: 0 212 621 90 25 - 26

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Çince biliyormusunuz? Ben bilmiyorum ama internet sayesinde çin işi animasyonları rahatlıkla izleyebiliyorum. http://cartoon.163.com/showFlash.php?id=35381 kısa yoluna tıkladığınızda öncelikle biraz sabretmeniz gerekiyor. Flash animasyon yüklendiğinde ise video klip tadında bir çalışma izleyeceğinize emin olabilirsiniz. Keyfini çıkarmaya bakın. Unutmadan, diğer örnekler için ana sayfayı açabilirsiniz.

Almanyada yaşamak için neleri bilmeniz gerekir? Mesela ...Bir istekte bulunulduğunda veya soru sorulduğunda genelde "bitte" sözcüğü kullanılır: "Lütfen bana saati söyleyebilir misiniz?", "Lütfen gazeteyi verebilir misiniz?". Birisine bir şey verildiğinde de "Bitte sehr" veya "Bitte schön" denir. Bu bir samimiyet veya nezaket ifadesidir... gibi daha detay bilgi için http://www.handbuch-deutschland.de/more_tu.html Almanya için bir el kitabı

Java oyunlarını sevenlere sağlam bir kaynak. Daha önce denememiş olanlara denemeleri için bir fırsat. Hemde ana kaynağından; yani http://www.java.com/en/games/ Hadi bakalım iyi eğlenceler.

Uyumadan önce koyun saymayı denemek istermisiniz. Hem de orjinal müzik eşliğinde http://leech.dk/go2sleep.swf iyi uykular

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


USBhive 2.502.11 [2 MB] Windows Bedava
http://www.basgetti.com/bfiles/USBhive.zip
Tek dosyalı kullanışlı bir program. Randevu defteri, akıl defteri, mp3 çalıcısı,vs olarak cebinizde taşıdığınız USB PenDrive da bile saklayıp kullanabileceğiniz güzel bir program. Kendisi 3MB lık bir yer kaplıyor. Ek Belleğin geri kalan kısmına ne yükleyeceğiniz size kalmış. Program ücretsiz, dilerseniz bağışta bulunmanız isteniyor.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051208.asp
ISSN: 1303-8923
8 Aralık 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com