Deniz Feneri



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 887

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Aralık 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : İşleri sarkıttık!..


Merhabalar,

İşlerin sarkması nedeniyle sizlerden erken ayrılmak zorundayım. Meşhur pikabımıza bir efsaneyi yerleştirip hemen kaçıyorum. Bob Dylan çalıp söylüyor, Hurricane. Yarın daha geniş bir zaman dilimizde birlikte olmak umuduyla hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  Düşle Gerçek

"Ve İsa dedi: Gerçek size derim:
Hiçbir peygamber kendi memleketinde
makbul değildir. Luka, 4, 24-26" (1)

Kayısı döker meyvesini her yıl, usanmaz. Komşusu şeftali, ona inat sürer, en uç dallarında filizlerini. Oysa yaşam, -çoğu zaman biteviye görünse de- bizim yapmak istediğimiz, çoğunlukla kendi rengimizi verebilmektir. Bir zamanlar Bozdağ'ın zirvesine çıkmak benim için nasıl bir hayal idiyse, bilgisayar kullanarak güzel yazı yazmak da bir düştü.. Tekniğin olanakları arttıkça bir çok düşümüz gerçekleşiyor ancak, düşlerimize sınır çekecek bir engel tanımıyorum.

Dünya yazınına büyük yapıtlar veren şair ve yazarların ruhu gezgin! Kuşaktan kuşağa geçiyor baksanıza. O insanların düş dünyamızı zorlayan ve okurlarını hälä etkileyen yapıtları yazarken sahip oldukları teknik olanaklara baktığımızda bize ancak şapka çıkarmak düşüyor. Yazı eyleminde kendi benliğini bulan ve bu yoldan kitlelere ulaşmayı başaranlar, bu çabalarının karşılığı olarak, adlarını ölümsüzler listesine yazdırmakla alıyor. Ancak bu zorlu yazım çalışmasının perde arkasına ilişkin hikayeleri hakkında ne yazık ki detaylı bilgiye sahip değiliz. Bunlara ilişkin ufak tefek bilgiler elimizde. Bir örnek vermek gerekirse; ünlü bir Rus romancısı, yazarken uyumamak için çıplak ayaklarını masa altındaki su dolu leğende tutarmış.

Günümüzün ulaşım ve iletişim olanaklarına bakarak, İbn-i Batuta, Evliya Çelebi ve Marko Polo'nun o uzun ve yorucu seyahatleri sırasında nasıl olup da ellerinden kağıt ve kalemi düşürmediklerine şaşmamak elde mi? Yazma, bir tutkudur. Bu tutkuyla yaşamayı ilke edinmiş insanlar, her ortamda, tebeşirle, kömürle ne bulduysa onunla duygularını ve düşüncelerini kayıt altına almayı başarmıştır.

M.E.Bakanlığı bir genelgeyle; öğrencileri yazmaya özendirmek amacıyla, yazar ve şairlerin okullara davet edilmesini, öğrencilerle sohbet edip, yapıtlarını imzalamalarını istemiş. Düşünce tümüyle alkışlanacak ama gel gör ki, uygulaması hiç de o kadar kolay değil. Çünkü, okul yöneticileri -bazıları alınmasın- dertsiz başıma dert alırım, korkusuyla, bu işe sıcak bakmadıklarını biliyorum. İlerde davet ettikleri bir şair ya da yazar yüzünden gereksiz bir soruşturma geçireceklerini düşünebilirler. Halbuki çağdaş ülkelerde, her yıl okuma bayramı etkinlikleri çerçevesinde okullara şair ve yazarlar konuk olarak davet edilir, yol ve yemek giderleri karşılanır. Okuma zevkini küçük yaşta kazanan çocuklar, seyahatlerinde dahi en az üç dört kitap yanlarına alıp, okurlar.

Bizde okuma yazma öğretiminin yanlışlığı nihayet sonunda keşfedildi. Bugüne değin çocuklarımız neden okumayı sevmiyorlar, diye düşünüp durduk. Bu yıl başlatılan okuma yazma öğretimi belki bu eksiğimizi de gidermeye bir katkı sağlayacaktır. Ancak bu işin mimarı olan öğretmenler içinde, -tanık olduğum bir edebiyat öğretmeni gibi- okumayı sevmeyenler varsa, onların yetiştireceği öğrenciler kim ne yapsın?

Mina Urgan ömrünün son yıllarında yazdığı iki kitapla geç gelen bir şöhreti yaşadı. Kitapseverler onu tanıdı. "Bir Dinozorun Anıları" adlı kitabı duymayan yoktur sanırım. Urgan, ömrünü okumakla geçirdiği halde, okumak istediklerinin ancak yarısını okuduğunu belirterek, güzel bir okumanın nasıl olacağı konusunda da bazı ipuçları veriyor: "Bana kalırsa, en keyifli okuma, güzel bir bahçede, iki ağaç arasında kurulmuş bir hamakta sallana sallana okumaktır. (Üçüncü bir ağaca bağladığınız ipi ara sıra çekerseniz, okurken sürekli sallanabilirsiniz.) Bundan daha güzeli, bir teknede, deniz sizi sallarken okumaktır. (2)

Montain'den yaşamıma uyarladığım bir ilke; "En sıkıntılı olduğunuz anda, sizi sıkıntıdan kurtaracak tek şey, okumaktır."(3) Bunu ne zaman uyguladıysam, kesinlikle rahatlamışımdır. Şimdiki gençler okumuyor sanılsa da, gerçekte iyi okuyan bir kuşakla karşı karşıyayız. Burada asıl sorun, yıllarca kitabı bir öcü gibi gösteren, onu yakan, dahası yazarları yıllarca demir parmaklıklar arasında yatıran zihniyetin nasıl yok edileceğidir. Bizlerse, yasak kitap korkusuyla, aşımızdan, harçlığımızdan kısıp aldığımız kitapları yakmanın ezikliğini hâlâ üstümüzde taşıyoruz.
Yıllar önce öğrencilerle bir kıyı kentine yaptığımız gezide, kumsalı gezerken dikkatimi çeken şey, turist bir kadının, bikinisiyle güneşlenirken, kitap okumasıydı. Yıllar sonra, bu kez Avrupa'da her yaştan insanın, her koşulda kitap, dergi ve gazete okuduğunu görünce, bunun bir tatil işi olmayıp, yaşamın her anını kucaklayan bir eylem olduğuna inandım. Stendhal; "İnsan, olası tüm diğer eylemlerden daha fazla zevk veren bir şeyi yapmama özgürlüğüne sahip değildir. " (4) diyor. Elbette bilinen bir çok zevk olsa da, bunlardan en önemlisi bence, okuma zevkidir. Bu zevk de, diğerleri gibi ancak yaşanarak, anlaşılabilir.
Doğup büyüdükleri, yaşamlarını sürdürdükleri yerde makbul olmayanlar salt peygamberler değildir. Bu gerçeğe geçmiş ve günümüzden bir çok örnek verebiliriz. Örneğin, mezarını bir türlü yurda getiremediğimiz Nazım Hikmet! Toplumun büyük çoğunluğu, kendisi gibi sade bir yaşam sürdüğünü sandığı, yazar ve şairleri, gerçek iç dünyalarını anlayamadıkları için, sağlıklarında onlara hak ettikleri ilgi ve desteği sağlamadıkları gibi, çoğu kez, haksız yargılamalarla, en acımasız bir yaşam sürmelerine neden olmuşlardır. Bu, tarihin her döneminde yaşanan talihsiz bir olgudur.

Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesinde, Sümer ve Hitit tabletlerinin bulunduğu bölüm, beni çok etkilemişti. O tabletleri yazanları, kendi çağdaşım gibi görmüş ve saygı duymuştum. Sıkça kullandığımız bir logo: Söz uçar, yazı kalır. Anadolu'nun bir çok kasaba ve kentinde nice sayısız yazı kahramanları, ısrarla yazmaya devam ediyorlar. Ne zaman yazmaya otursam, bu yazdıklarımızın ne zaman gün yüzüne çıkacağı geliyor aklıma, ister istemez. Yazmanın verdiği coşkuyla, kimi zaman bu gerçeği unutsak da, yazının atmosferinden çıkar çıkmaz, onu bir dosyaya koyarken, 'gün ola, harman ola', demekten kendimi alamıyorum.

Şair ve yazarın daima okurun önünde gitmesi kaçınılmaz bir yazgı. Özellikle aynı kulvarda koşturan kişilerin, okuduğu yapıtta karşılaştığı bir imge veya düşünceyi, "Keşke, ben yazsaydım."diye, hayıflandığı çok olur. Ancak iyi bir okur, farklı ve keyifli bir dünyayı tanımanın verdiği bir hazla, bitmesini hiç istemeden yavaş yavaş okudukları görülür. Öte yandan, yazıyla uğraşanlar tükenmez bir esin kaynağını en çok okuyarak elde ederler. En iyi yazar ve şairler, sürekli kendini yenileyen, okuyan ve araştıranlar arasından çıkar. Barbiana okulu öğrenci ve öğretmenleri;"Yazmak, üstün zekaya ya da yeteneğe değil, kafayı zorlamakta tembellik etmeyip her an gerçeğe biraz daha yaklaşma inadını göstermeye bağlıdır."(5) diyorlar. Yukarda verdiğim leğen örneği ise, bu savı doğrular nitelikte. Yazmak bir inat işidir. Paulo Coelho, Brezilya'da edebiyatla geçinmenin hiç olanağı olmadığını yazarken, sanki bizim gerçeğimizi anlatıyormuş gibi geldi. Sürekli üreten insanlar, ürettiklerini günün birinde topluma ulaştırmak istediklerinde, karşılaştıkları zorluklar nedeniyle, bu alandan çekilerek, bazen hiç sevmedikleri işlerle ömür geçirmek zorunda kalabiliyor. Bir zamanlar, bir antoloji görmüş, ancak satın alamamıştım. Adı: Unutulmuş Şiirler ve Şairler Antolojisiydi. Bir araştırmacı, dergileri tarayarak, günümüzde edebiyat dünyasından elini eteğini çekmiş, kimi bir kitap çıkarmış, kimi birkaç şiirle görünmüş bir edebiyat sever kuşağının şiirlerini bir araya getirerek, unutulmazlıktan kurtarmış, iyi de etmiş. O kitapta, tanıdığım bir okul arkadaşımın şiirine rastlayınca, onu yeniden görmüş gibi oldum. İçimi buruk bir sevinç kapladı.
Yaşam, düşle gerçek arasına çekilmiş çelik bir halat üzerinde dansetmektir. Bu halatta bizi dengede tutacak yegâne araçsa, okumaktır. Sevgili kızımın beni çok mutlu eden şu sözünü sizinle paylaşmak istiyorum:"Baba, bana okuma sevgisini aşılayan sensin. Israrla götürdüğün kitapçılarda, kitaplara dokunarak keyif alınabileceğini öğrendim ve zaman içinde okumanın tadına vardım." Sahi, bana okumayı kim sevdirmişti, ah ne yazık ki, anımsamıyorum.

Aman siz siz olun, okumaktan ve kitaplara dokunmaktan vazgeçmeyin.

Notlar:
1. Beşinci Dağ, Paulo Coelho, Çeviri, Aykut Derman, Can Yayınları,
2. Bir Dinozorun Gezileri, Mina Urgan, YKY Yayınları,
3. Denemeler, Montain, Çeviri, Sabahattin Eyüboğlu, Cem Yayınları,
4. Aşk Üzerine, Stendhal, Çeviri, M.Mukadder Yakupoğlu, Mor Yayınları,
5. Barbiana Öğrencilerinden Mektup, Çeviri, Sevgi Karaca-Bülent Özen,Gözlem Yayınları.


Ömer Akşahan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Nihat Turan


YİTİNCE NELER OLACAK

Yitince, titrek hislerin filizlendiği ücralarda sevginin gözyaşlarıyla büyütülen aşk şahidi ağaçlar hızarlarla bir bir devrilecek. Şahitliğin kadim kaleleri işgal edilecek. En üst burçlardan beyaz bayraklar gösterilerek boyun eğilecek eli hızarlı şehir neferlerine. Ardından yer de, gökte lanetini kusacak. Sular kabaracak, yeraltı kaynayacak, dağlar yürüyecek ve boranlar her taraftan bir noktaya doğru pervasızca esecek. Mahşeri bir telaş, derinlikli ve sessizce yaşanırken,utanç ve pişmanlık bir heyula gibi belirecek...

Yoncalar köylerin ovalarında bitmeyecek artık. Vadilerden billur nehirler akmayacak. Balıklar çağlayanlara tırmanma gayretindeyken balıkçıl oburlara yem olmayacak. Şırıltısı duyulmayan şelaleler görkemini kaybedecek bir anda. Patikaların ve sarp kayalıkların mağrur müdavimi keçiler, uçurumların ihanetine uğrayarak lime lime olacak. Sürüler çobansız yöneldikleri meralardan bir daha geri dönmeyecekler. Karıncalar çıkmamacasına toprağın serin derinliklerine yol alacak. Ne dolunay ne çakalların uluması ve ne de keklik avcıları olmayacak bir daha...

Yalın ayak ve yarı çıplak olan çocukların ağlayışlarına analar koşuşturmayacak telaşla. Ve analar kovdukları evlatların ardı sıra bir daha ağlamayacak. Babalar oyuncak alamadıkları çocukları için kahrolmayacak. Mendil satan çocuklar ağladıklarında selpaklarına kıymazlık etmeyecekler. Boyacılık yapan çocuklar ceberut abilerinin korkusundan dolayı kazandıkları paralardan yiyemedikleri için aç aç eve dönmeyecekler bir daha. Sabahları eşinden ve çocuklarından hoşnutlukla ayrılan evcimen kocalar ve babalar akşam olunca geri gelmeyecekler. Dost ilişkileri post ilişkileriyle karıştırılmayacak. Parasız adamlar gereksiz adamlar sayılmayacak. İhanet, kasvet, eğlence ve narkozlu tüm yaşam biçimleri, alemciler için artık bir şey ifade etmeyecek. "Yarın ölecekmiş gibi ibadet, hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmak gerekir" gibi sözler kimseciklerde makes bulmayacak...

Yoksul düşlerin çatıları altında pahalı konuşmalarla heyecanlanan delişmen delikanlılar bir daha kanatsız hayallerle uçmaya kalkışmayacaklar.Ufacık mutluluklarla kendini oyalayan yalnızların yalnızlıkları sona erecek. Masumiyet, kırılan ayaklarıyla düşmekle kalmayıp üzerine basarak geçen günahkar insanlığa bir daha halı olmayacak. Bedenleri parçalanmış müstezaf çocukların resim ve posterleriyle kimsecikler şöhreti de, parayı da kazanamayacak. Ve hiçbir şey olmuşta olduğu gibi yaşanmayacak artık...

Ve ben de artık olmuşta olduğum gibi olmayacağım. Geçmiş zaman kipiyle yarı baygın andığım yaşadıklarımla oyalanmayacağım. Uğruna aylı gecelerimi ve simsiyah saçlarımı feda ettiğim o yayla kızı da olmayacak artık. Islak gözlerine her bakışımda destansı şiirlerin ilhamına vakıf olduğum o yatsı vakitlerini bir daha yaşamayacağım...

Mum ışığında resmini çizerek yokluğunu gidermeye çalışmayacağım onun. Bütün gün boyunca bana ettiği tebessümün etkisiyle çocuklar gibi sevinip koşmayacağım bayırlara. Mahir bir yüzücü olduğumu göstermeye çalışırken boğulma tehlikesi geçirmeyeceğim. Gülleri toplarken dikenlerin kanattığı ellerimle sakar aşık olmayı kabul etmeyen tavırlarım olmayacak bir daha. Aşkımı ifade ediş çabalarımla güldürmeyeceğim onu. Güzelliği karşısında kaprislere kapılıp kalbini kırmayacağım. Her sabah görmek umuduyla çeşme başlarına gitmek zorunda kalmayacağım. Menekşe ovalarına birlikte koştuğumuz bahar ikindilerinden yorgun döndüğümüz köyde, azar işitip yadırganmayacağız artık. Geleneklere aykırı düşme pahasına yaşattığımız aşkımızdan dolayı taşlanmanın eşiğine gelmeyeceğiz. Papatya fallarına bakmayı zül sayan tekin sevdamızla bıyığı terlememiş aşıklara emsal teşkil etmeyeceğiz bir daha. Ve bir daha bana yaşama sevinci ve enerjisi veren bir çift buğulu bakış hiç mi hiç olmayacak...

Olmuşa ve ölmüşe dermanın bulunmadığı bir anda her şeyi olmuşta yaşamanın kalp damağımda bıraktığı ekşi ve acı karışımı o ucube tatta olmayacak artık...

Ve artık, yırtık fistanıyla o minyon bedenli muhacir kız çocuğu, mayınlarla kaplı olduğunu bilmediği yaylalara çiçek toplamaya hiç ama hiç gidemeyecek...

Nihat Turan
nihatturan2@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Hülya Gürel


Canan Sizi Kaale Almıyorsa Aşkı Tii'ye Almak Mübahtır

Hiçbir şey bulamıyorsan hüzünlerini şahlandır. En son aşkını sür piyasaya mesela (en popüleri O'dur çünkü). O top on listelerinde dönerken sen esaslı düşüncelere dal aşk konusunda. Aşkı gerçekten tanıyor musun, izini iyi sürebiliyor musun? Yoksa sen hala Eros'un insana küçük oklar fırlatan masum bir melek olduğunu mu sanıyorsun?

Bütün yolculuklar aşkla başlar ve bütün yolcular aslında birazda Eros'un amacına hizmet eder...

- Paulo Coelho'ya göre aşk; Sen ulu bir ağaçsın, aşk ve sevgide senin dalına konan kuşlar gibidir. Hiçbir ağaç dalına bir kuş kondu diye yeşermez ya da o uçup gittiğinde yapraklarını dökmez.

- Kill Bill temasında aşk; Kılıç kınından çıktığında mutlaka kana bulanmalıdır sevgilim.

- Sezar'ın aşkı; Geldim, sevdim, gittim.

- Vahşi kapitalist aşk; Aşkın gücü değil,gücün aşkı.

-Timsah aşkı; Abi bir yıl dayanırım ama ağzıma layık bir lokma bulduğumda da hiç tereddüt etmem hemen atılıp parça pincik eder mideye indiririm.Geriyede sadece timsah gözyaşları kalır.

-Boksörün aşkı; Daha ilk raundda nakavt oldu ben napıyim?

- James Bond aşkı; Bang bang he shot me down... Bang bang I hit the ground...

- Depresif aşk; Ruhun en karanlık noktalarındaki temas yüzeyleri.

- Metallica aşkı; The man takes another bullet...

- Hülya's love; Aşk hesabı çok değişik şekillerde tahsil eder sevgilim ama mutlaka tahsil eder.

Hülya Gürel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,408,408,408,408,408,408,408,40
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Semih Bulgur

  Kahveci : Semih Bulgur


   Mizah Ararken

Yine hafta sonu ve ben yine İstanbul yollarındayım.Hem boğaz havası almak, hemde mizahın başkenti olan İstanbulda, çizecek konular bulma sevdasındayım.

Eğlenceli , yemyeşil, sapanca ve körfez manzaralı, otoban yolculuğundan sonra, karşı tarafın keşmekeşinde boğulmamak için arabamı harem de bir otoparka bıraktım.Arabamı otoparkta bırakmış olmama rağmen, paranoyak bir güvensizlik ile heryerini kontrol ediyor, arabanın içindeki çantamı bagaja alıyor, radyomu söküp torpido gözüne koyuyordum. Bence, bu devirde paranoyaklık seviyesinde güvensiz olmak lazım, bu özellikle İstabul'da hayatta kalmak için gerekli.....

Son kontrollerden sonra içim daha rahat bir şekilde otoparkatan ayrıldım ve sirkeci vapuru için jeton sırasına girdim. Sıraya girer girmez değişik bir atmosfer , farklı ve pozitif bir elektrik hissetmeye başladım. İnsanların yüzü gülüyor sitres ten eser yok, herkez bir huşu içinde, tebessüm edip birbirine hoş sözler söylüyordu.

Birbirini itip kakan yok, malını satmak için gözünüze sokan satıcılar ,"abi yolda kaladım adapazarına gitmek için bir kaç kuruş be abi" diyen de yoktu. Bu güzel atmosferde vapur yolculuğu başladı. Açık tertemiz berrak bir hava mas mavi deniz yeşilliklere gömülmüş tarihi camiler, aslında kasvet veren betonarme binalar çelik ve cam karışımı gök delenler bile bir ahenk içinde idi o gün...

Vapurun dış tarafındaki banklara oturdum ve göz kamaştıran bu manzarıyı seyretmeye koyuldum. Bu seferki yolculukta ne üşüdüm nede yandım ne rüzgar vardı nede sıcak yani herşey kıvamındaydı.Yani ütopik bir gün yaşıyordum. Her şeyin bu kadar güzel gitmesi iş sitresini ve daha cumartesi gününden başlayan pazartesi sendromunuda üzerimden atmıştı.

Herşey iyi idi güzeldi de, çizecek bişey kalmamıştı. Her şeyin iyi gittiği bi ortam da mizah yaşamaz ki..... düşünceleri ile Sirkeci iskelesine vardım. " Hadi bakalım burda bir ton malzeme bulurum artık çizmek için" düşüncesi ile vapurdan indim. Aslında bir yanımda elim boş dönmeyi istiyordu. "Aman ben çizmeyeyimde, insanlar mutlu huzurlu olsun".

Vapur'dan inişimde de aynı huzur ve ahenk devam ediyordu. Herkez sırasına riayet edip bir birine tebessüm ederek yol vermekteydi. Vapurdan indim ve omzuma astığım çantam ve diğer elimde, internet krizim gelir diye, yanıma aldığım diz üstü bilgisayarım ile eminönü meydanına doğru yola koyuldum. Yeni cami'nin yanından geçtim.Yine kuşlara yem atanlar, kaldırımlarda oturanlar, camiye girip çıkanlar , curcuna ve kalabalık..... binlerce insan olmasına rağmen insanı rahatsız eden tek bir gürültü yoktu. Kendi kendime "Allahım bu memlekete ne olmuş böyle?" dedim. Kavga yok, gürültü yok, birbirini itip kakan yok ve düşen kalkan yok.

Eminönü meydanından geçtikten sonra galata köprüsüne ulaştım.Köprüden yürüyerek geçip tünelden istiklal caddesine çıkıp dolaşmayı planlıyordum. Bu güzergahın en sevdiğim kısmı galata köprüsünden geçişimdir. Galata köprüsünde de aynı hava devam etti. Güler yüzlü insanlar, kovaları dolu, etrafına zarar vermeden oltasını denize fırlatan balıkçılar, korna sesi duyulmayan, kalabalık bir trafikle birlikte galata köprüsünü de geçtim.

Daha sonra nostaljik, ahenkli ve huzur dolu bir tünel yolculuğundan sonra istiklal caddesine ulaştım. Yine, istiklal caddesi vıcık vıcık insan kaynıyordu. Ama ne omuz atan, ne dik dik bakan nede rahatsız eden bir gürültü vardı etrafta.... Bu ütopik ortamda mizah yapılmayacağını anladım ve tranvay durağında oturup gelen geçenin yüzüne bakıp eskizler karalamaya başladım.Tabi karaladığım şeyler gülen insan yüzleriydi.

Yaşadığım bu inanılmaz , İstanbul gezintisinden, dolayı kafam darma duman olmuş tu.İstiklali bir ileri bir geri, bikaç kez dolaşıp, geldiğim güzergahtan yani istiklal , tünel , galata köprüsü ,emin önü ve sirkeci iskelesi yolunu takip edip, yine aynı ve şaşırtıcı manzaraları görerek akşama doğru geri döndüm.

" Bu ülkede çizecek bişey kalmamış yahu, herkez mutlu, huzurlu bütün mizhçılar top yekün afrikaya, orta doğuya taşınsınlar yoksa aç kalırlar." Düşünceleri içinde tebessüm ederek Harem de vapur dan indim. Dalgın ve yorgun arabayı bıraktığım otoparka doğru yürümeye başladım.

Çantamı kalem ve kağıtlarımı bagaja atıp direksiyona geçtim.İçimde sorunsuz bir gün geçirmenin mutluluğu, mizah malzemesi bulamamanın da burukluğu ile arabayı çalıştırıp yavaşça ilerlemeye başladım.

50 , 60 metre ilerlemiştim ki, arabaya gelen korkunç bir darbe sesi ile irkildim. Kafamı çevirip arkaya baktığımda sağ arka camımın çatladığını gördüm. Yirmi yaşlarında kara gözü, kara tenli ,üstü başı yıtık pırtık kir ve pas içinde olan bir genç elindeki bıçak ile arabanın camına vuruyor, bir eliyle de kapıyı açmaya çalışıyordu. Gencin gözlerine baktım. Balinin etkisiyle yukarıya kaymış gözlerde, o kaynayan taşan nefreti gördüm.

Bu manzara karşısında şoka girmiş arabayı sağa sola doğru savuruyordum.Çok şükür ki arabanın kapıları çalıştıktan bir süre sonra otomatik olarak kapanıyordu. Daha sonra kendime geldim ve gaza asılıp önümde ki bi kaç kolonu kıl payı çarpmadan gecip hızlandım. Benim hızlanmam ile kapıyı açmaya çalışan genç, yere düşüp yuvarlandı.Hiç arkama bile bakmadan korku içinde son gaz oradan uzaklaştım.

Otoban gişelerine geldiğimde ruhum korku ve acıma hisleri ile doluydu. Bi insan nasıl bu hale gelebilirdi veya bu hale getrilebilirdi. Lanetler okuyarak kendi kendime "işte semih işte rüya bitti.Sana yine çizilecek kara mizah malzemeleri çıktı."dedim.

Semih Bulgur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  AYNI ÇİZGİ DE

Çocuk annesinin elini tutmuştu, sımsıkı. Koşarak salıncaklara doğru yöneldi. Çırpınıyordu salıncaya bineceğinin sevinci ile. Annesi elini bırakı verdi, usulca. Bıraktı bıraktı ki, kızı doya doya oynasın. Kırmızı pilili elbisesiyle, salıncağın iki yanında bulunan demirlere sıkıca sarıldı kız, annesi bir taraftan sallıyordu, bir yandan da "Sıkıca tutun!" diye tembih ediyordu. Kadının elbisesi rüzgârın etkisi ve salıncağın hızı ile arkaya doğru kayıyordu. O da bir taraftan eteğini kontrol ediyor, bir taraftan da kızını havalara uçuruyordu. Bu gün hava güzeldi, bahardan kalma bir aralık günüydü. Kuşlar bile vardı gökyüzünde süzülen, cıvıldaşan.

Kadın sevinçliydi, kızına zaman ayırabildiği ve hava güzel olduğu için.

Ardından parka bir baba ile kızı geldi. Adam hafif toplu, gözlüklü, kadının sarışınlığına inat daha esmerdi. Yüzünde bir hüzün vardı, belki maddi, belki manevi bir sorunun etkisi idi. Kim bilir?

Onun çocuğu da salıncağa yöneldi, sallanmaya başladı salıncakta, o da "Sıkı tut, salıncağı!" diye tembihliyordu durmadan, ama kadından daha kısık bir ses tonu ile.

Simitçi geldi ardından, elinde ki simitleri ile. Annesini çekiştirdi kız, mırıldandı, kadın anladı, çocuğun ne istediğini, "Tamam, çekiştirme" dedi, hemen uzattı iki yüz elli bin lirayı, simitçiye "Teşekkür etti!" kızına döndü ardından.

Öbür kız bunu görür de durur mu, o da mızıldanmaya başladı, mırıl mırıl bir şeyler söylüyordu, adam sıkıntılı bir şekilde, oflayarak simitçinin yanına koştu, aldı simidi adama düşman gibi bakarak, kızına yöneldi.

Yoldan başka bir çocuk daha geçiyordu, elinde baskülü ile. Onun yanında ne annesi vardı, ne de babası, sadece elinde tozlanmış, bir tarafı yamulmuş baskülü vardı. "Tartayım mı? Ağabey" dedi adama. Adam ters bir şekilde "Hayır!" dedi. Çocuğun boynu büküldü sanki kötü bir şey yapmış gibi. Eskimiş olan tirfilmiş pantolonun paçasına gözünü eğdi. Eli de simsiyah olmuştu, sanki yeni ceviz kırmış, ya da patlıcan soymuş gibi bir siyahlık vardı. Kadına yöneldi ardından, kadın elinde tuttuğu, simitçinin verdiği paranın üstünü, çocuğa verdi "Al oğlum! Kendine bir simit alırsın." dedi.

Simitçi biraz daha ileri, parkın aşağısına doğru yöneldi, çimlerin kenarından, çam ağaçlarına bakarak, bir taraftan da etrafı seyrederek. Deniz bu gün inadına daha mavi, daha berraktı. Sanki gülen suratı ile bütün insanları selamlıyordu. Güneşte, onu kollarının arasına almıştı, bir güzel dans ediyorlardı. Felekten bir gün çalmanın sevinici ile. Şarkılar söylüyorlardı, bu pazar sabahı.

Yeşil banklarda oturan adamın birisi, "Simitçi!" diye seslendi. Altında ki kahverengi pantolonu, boyaya acıkmış, siyah ayakkabısı ile. Saçları da çok dağılmıştı, sanki bir kavgadan çıkmış gibi. O da uzaktı, beş yüz bin lira, üzerini bekledi ardından, bahşiş olarak bırakmadı. Sonra da memnuniyetsiz bir şekilde "Bunlara gevrek diyorsun, hiç de öyle değil" dedi. "Haydi, neyse artık, aldık bir kere" diye de ekledi.

Bu çocukların hepsi bizimdi, hepsi de aynı istekte buluşmuşlardı "Simit". Yanında annesi babası vardı ya da yoktu, ne fark eder ki?

Kadın mutluydu, teşekkür etti, gülümsedi, çocuğa para verdi, mutluluğunu katladı.

Adamlar ise mutsuzdu, memnuniyetsizdi, belki biraz da öfkeli.

Ama sonuçta hepsi de bir çizgide birleşmişti, bu parkın çizgisinde.

Neslihan Güzel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


UNUTMAK FELÂKETTİR

Atalarımız: “Aklı beşer nisyan ile malûldür” demişlerdir. Yani insan aklı unutmaya meyillidir;insan çabuk unutur. Bazen kendimizi hayatın akışına öyle bir kaptırırız ki unutmamak ne mümkün!... Günlük meşgaleler, kurduğumuz planları ve hesapları alt üst eder.Unutmamamız gereken pek çok şeyi bir anda unutuveririz. Hatta öyle zamanlar gelir ki en sevdiğimiz dostumuzun adını bile hatırlamakta zorlanırız. “Acaba” ile başlayan “Tüh be!..” ile biten nedamet cümleleri kurarız.

İnsan bazen hayatı çok yoğun yaşıyor. Olaylar birbiri ardına gelişiyor.Bunun içine bir de kişisel hesaplarımız girince ayıkla pirincin taşını!... Sabah kalkışımızdan gece yatışımıza kadar o kadar çok şey yaşıyoruz ki!... Bir sürü ayrıntı…. Hayatta sürdürdüğümüz meşguliyetlere ve dost çevremizin genişliğine göre unutmanın dozajı şekilleniyor.Çok kere unutmamamız için notlar alıyoruz.Fakat her şey de yazılmaz ki!... Bir kişiyle karşılaştığımızda onu tanıyıp tanımama arasında gidip geldiğimiz esnada not defterimizi çıkarıp kopya çekemeyiz ki!...

Bizim unutmayla kastettiğimiz sadece bunlar değildir. En büyük felâket, kendimizi dünyanın geçici zevk ve heveslerine kaptırıp bizi yoktan var eden, bin bir çeşit nimetle rızıklandıran ve bizi kendisinin dünyadaki halifesi kabul eden Allah’ı unutmaktır. Dünyevî işlerle ilgili unutkanlıklar para, mal ve itibar kaybına yol açar. Ya Rabbimizi unutmanın getireceği iman kaybı bizi nerelere götürür?

Unutmanın her çeşidi kayıptır. Fakat uhrevî hususlardaki nisyan felâkettir. Hayat bizi çok kere kendine çekip sarmalıyor.Gaflet gözlerimize simsiyah bir perde çekiyor. Varlıkları algılamamızda ciddi yanılgılar ortaya çıkıyor.Amelî konularda dirayetli olan insanların gafletleri uzun sürmez. Onların üzerinde ibadetlerin getirdiği koruyucu bir güç vardır.

Yüce Allah bizlere unutma hususunda şu duayı etmemizi tavsiye ediyor: “...
Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma... (Bakara S., 286.Ayet)

Dünyamız akıllara durgunluk verecek bir nizam içerisinde yaratılmıştır. Bu düzeni görüp de onun nâzımını akıla getirmeyip yanlış ve çıkmaz sokaklara sapmak ne büyük bir aldanıştır. Bunun telâfisi tez elden tevbe edip şirkten ve günahlardan arınmaktır.Göklerde ve yerdeki varlıkların sahibi Allah’tır.Bunu şu ayette de görebiliyoruz: “Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa S, 126.Ayet)

Eşyaya bakıp tefekkür etmeliyiz.Bizler bir saat tefekkürün bin yıl nafile ibadetten hayırlı olduğu gerçeğini merkez alan bir inancın mensuplarıyız. Nasıl olur da bu harikulâde yaratılışa gözlerimizi kapayabiliriz; kulaklarımızı tıkayabiliriz.Dünyada rastlantıya rastlamak mümkün değildir. Her şey belli amaçlar uğruna, belli bir düzende yaratılmıştır. Akıllı insan kendisine kitap ve peygamber gönderilmese de bu ulvî hakikati idrak edebilir.

Âlemlerin Rabbı olan Allah’ı unutmak ahmaklığın en bariz göstergesidir. Bu, gözüyle etrafı seyredip de gözün varlığından haberdar olmamak kadar abes bir durumdur. Allah bu gibi insanlara çarpıcı bir ihtarda bulunuyor: “... Onlar Allah'ı unuttular. O da onları unuttu... (Tevbe S., 67.Ayet).

Dünyada bütün insanlar sizin düşmanınız olsa da ne gam!... Dost gerekse Allah yeter. Onunla dost olamadıktan ve onun dostluğunu, sevgisini kazanamadıktan sonra hiçbir şeyin kıymet-i harbiyesi yoktur. Bir insanın Yaratıcı’sını unutması ve Yaratıcı’sının kendisini unutması gerçekte en büyük iflastır. Bu, kafaya yenen ağır bir balyoz darbesinden daha yıkıcı ve öldürücüdür.

İnsan kendisini ne sanır da böbürlenir. En küçük bir mikrop biz insanları yorgan döşek yatırır da hâlâ kendimizde Rabbin verdiği gücün dışında bir güç olduğuna inanırız. Kâinatın sahibini unutur, sapık fırkalara kayarız.

Unutmak vurdumduymazlığa ve gurura işarettir aynı zamanda…İnsanlar iç dünyalarında değerli ve hayatî buldukları şeyleri kolay kolay unutmazlar. Unutulmak defterden silmektir bir anlamda.Onun için siz siz olun, unutmayı unutun sonsuza dek!... Aksi hâlde gün gelir unuttuklarınız da unutur sizi. Bir başınıza kalırsınız nisyan bulutları içerisinde!... Unutmanın ne büyük bir felâket olduğunu işte o zaman anlarsınız.Fakat meşhurdur ki son pişmanlık fayda etmez.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Ruhumun adına konuşuyorum….

Ruhumuzun adına konuşuruz bazı zamanlar. Aslında dillendirilen cümleler hiçbir zaman onu yansıtmaz. Çünkü tanıyamayız ruhumuzu. İsyanımız vardır çünkü. Bizi aldatmasına kızarız. Onun kızmaya hakkı yoktur oysaki. Çünkü dillendiren biziz ve itiraz edemez haykırarak neden diye. Biliriz oysaki ne demek istediğini. Biliriz ama itiraf edemeyiz birtürlü. Etsek kendimize ihanettir yada birilerine işte nefes alıp veren. Ruhumuz nefes alıp vermez oysaki ama vardır. Hemde ihtişamıyla. Kıskanırız onu aynaya baktığımız benliğimizle. Aynaya baktığımız benliğimiz kendisini beğenmemizi ister. Bencildir çünkü. O kadar bencildirki aynada gördüğümüzü beğenmemizi ister. Beğenmediğindede vurup kırmaktan çekinmez yansıtan aynayı. Oysaki aynanın arkasındaki sırrı bir çözebilse… bir çözebilse o sırrı aslında ulaşmışta olur taaaaa derinlerdeki ruha. Ama dedimya işine gelmez derinlikler. Ürkütücüdür onun için. Bilir neler olduğunu. Ruhuda üzmez onu ve asla baskı yapmaz sırrı çözmesi için. O gizlenmek ister ta derinlere. Ortaya çıktığında mutlu edebilmek için benliğini aynadaki yansımanın.

Zeynep Elmal

<#><#><#><#><#><#><#>

Büyütmek için tıklayınız.
Fotoğraf : İnci Gülay

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.731 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ZIPIR

           Sunay Akın'a Saygıyla…

bilerek mi yanına almadın,
Giderken
Aysel'den yaptığın
Zıpırı?
Güveniyordum oysa ben
sevgimize.
Haydarpaşa tren garında
Mendil satan çocuk sayısının
tuhaflığı kadar,
Beni bir de
Ablam terk etmişti.
Ki hala durur;
Ondan da
Bana kalan
Dört ayrı
Zıpır.

Nihat ÇAPAR

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

...Bir anket yaptığınızda şu veya bu soruyu sormuş olmanız karşıdaki insanı düşündürerek onu değiştirebilir. Onu yayınladığınızda bütün toplumu etkileyebilirsiniz, ön yargı yaratabilirsiniz, seçim sonuçları da etkileyebilirsiniz. Fizikçilerden farklı olarak özne ve nesne neredeyse birbiriyle özdeş olma durumundadır. İster birey olarak ister toplum olarak kendi kendimizi... http://www.ibnistan.net/index.html kısa yolunda reddetmemize rağmen hala içiçe yaşadığımız bir olguyu belki de yeniden keşfedeceksiniz. Onlara acımanız değil ama var olduklarını kabul etmeniz gerektiğini düşünüyorum.

Forumlardan hoşlanırmısınız? http://taci.tirsak.com/ kısayolunda kendi çapında küçük oluşum bir forum mevcut. Aslında ana sayfa tıklandığında web sayfasının niteliğini daha da iyi anlıyorsunuz. Tekdüze forumlardan hoşlanmayanlara tavsiye edilir.

Evinizde her an bilgisayarınızı kurcalayabilecek 7 yaşlarında bir çocuğunuz ya da akrabanız var ise, bilgisayarınızın masa üstüne ekleyebileceğiniz en güzel kısayol http://www.afacancocuk.com olacaktır. Özellikle oyun sayfasını tavsiye edebilirim. ufaklığı bir süre için bile olsa oyalayacaktır.

Diyelim ki bu web sayfası çocuğu ikna etmeye yetmedi işte size daha kapsamlı ve bol oyunlu bir site daha http://www.cartoonnetwork.com/games/index.html Bu kısayolları verdim ama uyarmalıyım. Bilgisayarınızı oyunsever afacanların elinden kurtaramayabilirsiniz. Ya da siz en iyisi mi kendiniz oynayın bu oyunları.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Opera 8.5 [3.7 MB] Windows Bedava
http://www.opera.com/
Hep duyuyordum ama bir türlü deneyememiştim. Geçenlerde fırsat buldum. Çok iyi düşünülmüş ve dizayn edilmiş bir tarayıcı, eposta programı ve dahası. IE'nin ağırlığından, bazen takılıp kalmasından şikayetçiyseniz, hemen tüm IE özelliklerini taşıyan ama üstüne pekçok kullanışlı özellik ekleyen ve en önemlisi Winodows'u yorup hantallaştırmayan bir alternatif arıyorsanız, hemen yükleyip deneyin. Bana duacı olacaksınız.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051222.asp
ISSN: 1303-8923
22 Aralık 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com