Deniz Feneri



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 889

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 26 Aralık 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Darıldın mı gülüm bana...


İyi haftalar,

Epeyce geç açtım dün gece bizim emektar matbaayı. İki gündür yağına tuzuna da bakmamışım, mürekkebi de açık unutmuşum kurumuş. Onlarla uğraşırken saati 3:30 etmişim, kusura bakmayın. Anladığınız gibi kaçmak için name yapıyorum. Bugün epeydir yapmayı düşünüp bir türlü hale yola koyamadığım "Sanat Galerisi" ni hizmetinize açtım. Basit ama işlevsel bir anlayış hazırlanan galeride dost kahvecilerin fotograflarını, çizer kahvecilerin karikatür ve resimlerini bulacaksınız. Bazı eksikleri olmakla birlikte zamanla birlikte geliştirebiliriz. İşin iyi tarafı epeydir istediğiniz gibi yorumlarınızı da ekleyebileceksiniz. Eh yorum devreye girince de anlamışsınızdır, galerimiz sadece üye kahvecilere açıktır. Bir güzel haber de sevgili kütüphane amirimiz Ebru Kargın'dan. Epeydir elleyemediği kütüphanemizin tozlarını alıp yeni kitap ve yazarları yerleştirmek için harekete geçti. Şimdi top bende. Sırasıyla önce güncellemeleri yapacağız sonra yeni yazarlarımızı ekleyip, kütüphanemizi devlet kütüphanesiyle yarışır hale getireceğiz kısmetse. Aman Doktor

Gitmeden evvel pikaba bir sürpriz şarkı koyacağım. Dün bir CD aldım, ondan bir şarkı. Candan Erçetin kusursuz bir işe daha imza atmış. Ege'nin iki yakasında da söylenen, her iki tarafça da sahiplenilen o güzelim türküleri bir araya getirmiş ve her iki dilde de söylemiş. Ortaya tadından yenilmez bir albüm çıkmış. Ortak kültürü anlamak ve bundan ziyadesiyle zevk almak için bu CD'yi mutlaka alın. CD'nin adı "Aman Doktor". Pikaptaki şarkı albümün üçüncü şarkısı Darıldın mı gülüm bana. Hepinize güzel bir çalışma haftası diliyor ve sizleri kıvrak bir şarkı eşliğinde bugünkü sayımızı okumaya davet ediyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Kahveci : Ani Toros


Sev sen çok sev...

Ruhu kederlendirme
Sev sen ...çok sev ,Yaşa sevgiyle
En son nezaman birinin sıcak ıslak gözyaşlarını sildin ellerinle
En son kime avutucu sözler söyledin ...
En son kimi çıkarsız avuturcasına kucakladın....
En son kim için yakardın Tanrıya...
En son kimi bağışladın ...
Ya kendini bağışladın mı?
Hala geç değil...
Kalk ve doğrul hala yapacak çok işin var...
Acılar ve mutluluklar paylaşmak için vardır hayatta
Ve herkesin birbirine ihtiyacı vardır.
Hiçkimse yalnız bir adacık değildir.
İstesen de olamazsın buna hiç hakkın yok çünkü...
Sev sen ... çıkarsız ; hesapsız; dünlerin hesabını tutmadan...
Ve kafandan at ruhuna işkence eden her acı anıyı...
Bağışla sana acı veren her zalim insanı
Yaşayacaksan sana RABBİN biçtiği günü
Ona yakışır yaşa sevgiyle ; kin tutmadan
İnsan kayırmadan
Geriye dönüp bakmadan
Sev ve çok sev...
Herkesi sev ;sadece seni seveni sevmek değildir marifet...
Seni sevmeyeni sen daha çok sev...
Sana lanet okuyana iyilik dile
Taşıma dünleri yarına
Yaşama aç kollarını ...
yaşadığın her an için şükret seni yaratana
hala geç değil bugün aç kapılarını sevgiye...
yaşamının anlamı olsun sevgi...
çok sev sen... çok sev...
Ruhu kederlendirme
Son nefese dek yaşa sevgiyle...

Ani Toros


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Görkem Yanık


BU MEVSİMDE NE GÜZEL OLUR ÇANAKKALE

Sağlam bir pazarlık yapılarak bilet alınır Çanakkale'ye.
Çanakkale'de yaşayanlar ve Çanakkale'de olmak zorunda olanlar gider bu mevsimde Çanakkale'ye. Nereden çıkılırsa çıkılsın yola, Çanakkale her zaman uzaktır. . .

Yolun uzaklığı güzeldir bir yandan, o eşsiz cografyaya varmak için birçok coğrafyadan geçmeniz gerekir.
Yol bir türlü bitmek bilmezken bogaz sizi çağırır. . .

Uzun ve meşakkatli bu yolda ilk mola geceye rastlar. Dinlenme tesisinde aşağı inince otobüsünüzün plakasını ve güzergahını söyleyen anonsu duyarsınız. Yurdun değişik yerlerine giden insanlar, tesis lavabosu çıkışında satılan korsan kitaplara bakmakta, çay-sigara içmektedir.

Bir sigara yakar, içecek dolabının en alt gözünde satılan biradan alıp içmeye başlarsınız. İnsanların şaşırmış bakışları sizi şaşırtmaz. Çanakkale'ye gidiyorsunuzdur ve vaktiyle Çanakkale'nin güzel bir içicisiydiniz.

Yola devam ederken başka firmalarla yarışa giren şoforunuz, sahtekar benzin istasyonlarından yakıt alır. Siz o anda şoforden daha acımasızca davranıp seyir halindeki araçta cep telefonunuzu açar, Çanakkale'de sizi bekleyen birtanenize mesaj atarsınız.

Sabaha karşı karanlıkla aydınlığın kesişme noktasında Bursada alırsınız soluğu. İnsanı donduran sabah soğuğuna aldırmadan ilk inen siz olursunuz aşağı, onu ararsınız.

Telefonu ilk çalmada açan birtane, size olan sevgisini söylemekte, uykusuz gecede sizi beklemektedir. Konuşmadan sonra havanın soğuk olduğunu algılar, sabah çayı içmeye gidersiniz. Tüm Uludağ'ı sis kaplamıştır. Mola bitiminde yorgun gözlerle ilerlerken onu düşünür, üzerinizdeki sabah mahmurluğunu savıp uykuya dalarsınız.

Tatlı bir şekerleme sonunda gözünüzü açınca denizin köpüren dalgalarını görür, Çanakkale'ye yaklaştığınızı anlarsınız. Biga yolunda onu düşünürken size ortak olan deniz köpürmekde, güneş en güzel doğuşunu sergilemektedir. . .

Eski ve büyük deniz fenerinin üstünde uçan martılar, Lapsekinin gönüllü turizm elçileridir. Börekçinin sesi duyulur iskelede. Bol kıvrımlı oksijenli yollarda ilerlerken Çanakkale' il sınırına çoktan girmişsinizdir. Otobüs 18 mart stadyumunu geçince onu görürsünüz. Hasretli bir sarılmayla kokusunu çekersiniz içinize, gözyaşları karışır mutluluğa. Vebaya yakalanan kelimeler sessiz kalır. . .

Bu uzun kavramadan yorgun düşülünce kordona inilir. En güzel çiçekleri alınır kordonun, ona verilir. Akşam olunca bir cafeye girilir. Birtanenin dudakları öpülürken boğazdan geçen gemilere bakılır, mum ışığından sevgi sözcükleri söylenir onun kulağına. İlerleyen saatlerde alkolün verdiği açlık peynir tatlısıyla bastırılır. En ateşli sevişmeler yaşanır sonra, o tenin kokusu doyasıya ezberlenir. En dolu anlardan geçince onunla, denizden esen rüzgar sigara dumanını dağıtır. Öğleye değin süren uykunun ardından onunla uyanılır, bol limonlu mercimek çorbası içilip vedalaşılır.

İzmir yoluna çıkılıp Bayramiç arabasına binilir. Güzelyalı yolunda görkemini artırır deniz. Ezine kavşağındaki (Bozcaada-Tenedos) tabelasına selam verip Bayramiç'e devam edersiniz. İlçede inince Bayramiç'in nöbetçi sarhoşlarından dostça bir merhaba alır, sigara ikram geleneğini bozmazsınız.

Ağabeyinizin yanına gidince adam gibi adamın halen yaşadığını anlarsınız. Serada yakılan zeytin odunu eşliğinde soğuk biralama yapar, harlı bir sohbete başlarsınız. Mangalda pişen balığa sera bekçisi kedileri ortak edersiniz. Açık arazideki barakada yatıp bülbül sesleriyle uyanırsınız. Tulumbadan çektiğiniz suyla yüzünüzü yıkar, ilçenin arnavut kaldırımlarını arşınlamaya başlarsınız.

Gördüğünüz dostlarla selamlaşır, geleceğinizi haber vermediğinizden kiminden fırça yersiniz.

12 Eylül postalının ezse de asimile edemediği ağabeylerin yanına uğrar, sabah çayını içersiniz. Her an karikatür çizecek gibi duran bu insanlar mutlaka halkdan birinin problemini çözmek için kafa yorarken, hayatın son çıkarımlarını paylaşıverir sizinle.

Onları yormayan çıkarımları anlamak için düşünmeye başlar, yürümeye devam edersiniz. Bahçeli bir evin kapısından içeri girip zile basınca arkadaşınız açar kapıyı. İçeri davet edilir, her gün sakal traşını olup Cumhuriyet gazetesi okuyan seksenlik Ahmet amcanın elini öpersiniz. Hayatın en zor anlarında dimdik kalmış Ahmet amca ile kahve içip sohbet eder, kelimelerinizi özenle seçmeye gayret edersiniz

Zeytinyağıyla pişen akşam yemeğinden sonra arkadaşınızla dışarı çıkarsınız. Bayramiç gecesinde gezinip çay-sigara kokulu kahvede okeye dördüncü olur, tatlı atışmalar yaparsınız. Her zaman birbirini bulan ekip tekrar kurulmuş, eski renoyu almak için yola çıkılmıştır. Romen mahallesinde canlı müziğe eşlik edip oynanmıştır.

Ulaş, torpido gözündeki Erkin baba kasedini kasetçalara koymuş, Gönül Salıncağı parçasını söylemekle meşguldür. Mizahçı arkadaşımız mehmetin esprileriyle kahkaha krizine girmişken, ay ışığı Bayramiç barajına düşmüştür. Evciler köyü geçilince kaz dağı şelalelerinin gürültüsü, sarıkızın havası gelir. Ateş yakmak için toplanan odunlar, Çoban paris in yerine konur. Mehmetin hikayeleri alıp başını giderken, zeybek oynamak isteyenler Tolga Çandar dinler. Kazdağı'ndan gelen suğuk suda yüz yıkamak, dönüşte Evciler'de kahve içmek serbesttir.
Yorucu gün akşamı derin bir uyku çekilir. Sabah olunca Bozcaada'ya gidilecektir.

Sabah kahvaltısından sonra emanet motorla Geyikli iskelesine gidilir. Ada vapuru hazerfen yazın yorgunluğunu atmaya çalışmaktadır. Adalı dostlar ve malzeme cemsesi dışında kimse binmez vapura. Bozcaada bu mevsimde en güzeldir. . .

Eşsiz denize bakılır, dışarda yolculuk edilir. Fotoğrafın en güzel kareleri buradadır. En bakir haliyle sizi bekleyen ada hınzır tebessümünü sunar. Bozcaada kalesi görülür uzaktan. Adaya varılır, şaraphanelerin keskin kokusunun sindiği dar ada sokaklarında gezinirsiniz. Fırtına çıkıp adada mahsur kalma düşüncesinin verdiği hazla motora binip adayı keşfe çıkarsınız.
Öğleden sonra adada çıkan balıkları karşılarsınız. Adanın yaşlı çiftlerinden bir ada hikayesi daha dinlersiniz. Üzüm bağlarında gezer, ada kalesini ziyaret edersiniz. Ev şarabı içer, etrafı seyre dalarsınız.

Dönüş vakti gelince hüzünlü olup ayrılır, iskeleye varırsınız. Bayramiç'li dostlarla vedalaşır, Çanakkale'ye dönersiniz. Biletinizi alıp birtaneye sarılır, Çanakkale'ye birkez daha aşık olursunuz.

Görkem Yanık


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,259,259,259,259,259,259,259,259,25
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Gizem Tekebaş

 DİNGİN : Gizem Tekebaş


  ZAFER ANI

İzmir'in tatlı sonbaharı geçmek üzere. Arasıra, dolu dolu yağmurlar yağıyor. Bugün nerden estiği belli olmayan rüzgar dördüncü şemsiyemi kırdı. Hoş her sefer "-Bugün yağmaz!" deyip sokakta yakalandığım yağmurdan korunmak için en ucuz şemsiyeyi alıyorum ama olsun, güzel oluyor İzmir'de yağmurlar. Şu an ıslanıyorum, yüzümde belirsiz bir gülümseme var, elimde eğri bir şemsiye sallanıyor, nedense bir türlü kıyamıyorum atmaya. İşe gidiyorum, otobüse binmek istemedim bugün yürüyorum. Erkenden hazılanmış bulundum ve evde durmak istemedi canım. Ama yağmur bu şiddette yağmaya devam ederse bir taksiye binmek zorunda kalacağım az bir yol kalmış olsa bile . .

Dersimin başlamasına on dakika ya var ya yok, cd çalarımı hazırlıyorum, bugün oldukça keyifliyim, derken sınıfımın kapısı açılıyor, altı yaşında iki erkek çocuk koşuyor halıya doğru dizlerinin üzerinde kayarak oturuyor, günaydın dememe fırsat kalmadan üç kız kollarını açmış bana doğru geliyorlar; "-Bale öğretmeniiiim. . !" ve ardından diğer sekiz dokuz çocuk daha aynı hız ve kollar açık geliyorlar "-Sizi çok özlediiiiiik. . !" . Ancak bu güce dayanmam çok zor, yerdeyim!
"-Ben de sizi çocuklar!" . .
" -Ayakkabılarınızı çıkarıp halının üzerinde sıra olur musunuz, lütfen"

Bir kısmı "erkek adam bale yapmaz" edasıyla köşede buluşup oyuna dalıveriyor. Benim onları zorlamayacağımı bildiklerinden bir endişeleri yok. Bu ders seçmeli değil, o nedenle istemeyenleri zorlamıyorum. Ama bale yapmak isteyenleri susturmak ne mümkün!

"-Çocuklar, hazır mıyız?!"
Cevap yok.
"-Arkamda sıra oluun. . !"
Beni duymamakta ısrarlılar, son çare müziği açıyorum ve kendi kendime hazırlık pozisyonuna geçiyorum ve bir anda müziği duyup etrafıma toplanıveriyorlar, gözler kocaman açık, işte zafer anı!

Herşeyin kontrol altında olduğunu düşünürken; o da ne!? O köşedeki "erkek adam" lardan biri kızı itmez mi!
Bir anda kız off'lamaya başlıyor, yanaklarını şişiriyor, gözler doldu, bu işe el koymazsam herşey çığrından çıkar!
"-Aaa! Eyvah!" diyorum gözlerim kocaman açık, hepsi bana bakıveriyor ve ben o küçük kıza dönüp;
"-Bu kızın yanakları şişmeye başladı, gözlerinden de su akıyor, şimdi kesin burnu da kırmızı olur, uzaylı mı yoksaa! " diyorum ve kız bir anda gülmeye başlıyor, işte ikinci ve gerçek zafer anı! Ders harika geçiyor, mutlu son.

Gizem Tekebaş


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Gökçe Gerçek


BENİM BİR KALBİM VAR... HENÜZ U(Z)LAŞAMADIĞIM

Yanlışlıklar bizimle bütünleşmiş kör ritüeller halini almıştı ne yazık ki...

Her biraraya geldiğimizde, ayrılma nedenimizi tuhaf bir biçimde unutuyorduk. Sanki bir hafıza kaybı gibi belirsizce. Belleklerimiz kavuşmanın özlemiyle o kadar meşguldu ki, birbirimizi incitmelerimizi, söylemememiz gerektiği halde ağızlardan çıkmış lafların acıtıcı tesirlerini, güvenimizin yalpalayarak yerle yüzyüze geldiğini bize hatırlatmıyordu...

Evet hatırlayamıyordum! Nasıl da hemen silinebiliyordu bu kadar keskin düşkırıklıkları? Mantığım nasıl bu kadar kayıtsızlaşabiliyordu onun karşısında böyle çabukça? Direncim, herşeye, herkese gösterdiğim yeri geldiğinde gururla göklere çıkardığım direncim neredeydi şimdi?

O' da ben de birbirimizin iyi, çekici, ruhumuza dokunan kısacası aşık olduğumuz noktaları ısrarla çekip çıkarıyorduk kötü yönlerimizden, büyük bir hevesle ve istekle ayıklıyorduk...Geri kalan noktalar olmasa da olurdu! Ve devam ediyorduk yanlış olduğunu bilmemek istercesine...

Kendimle yüzleştiğim o en gerçek anlarda biliyordum içimdeki iradeden, mantıktan öte bağımsız, asla söz geçiremediğim bir mekanizma olduğunu. Güven duyduğum kişiliğimin kuvvetli sert köşeleri devredışı kalıyordu bu sözümün u(z)laşamadığı bölüm yüzünden!! Sevmek ne güzeldi... Hem cümle içinde, kalbinden kullanılarak sarfedilmişse, hem de her anı, her saliseyi bu sözcüğün dibine kadar yaşayarak hissedilebilmişse!...

Niye hep bir "son" vardı birleşmelerimizde?. Hep bilinen ama kabullenemediğimiz o sıkıcı neticeye varmak mıydı o güzel mutluluk dolu kavuşmalar? Bunu o an düşünemiyorduk çünkü aşktan daha mühim, sevmekten daha onurlu ne vardı ki hayatımızda?..
Şunu da ifade etmeliyim ki, her defasında inşa edilip, tekrar ve tekrar yerle bir olan psikolojilerimizin de huzura ihtiyacı yok değildi. Ne kadar daha dayanabilecektik buna?
Halbuki aşk, birçok olumsuzluğu olur gibi gösteriyordu gözlerimize her keresinde.

Eski aşk filmleri gibi sonunun mutlu bitmesini yüreklerimizde içtenlikle diliyorduk fakat gerçek dünya ile bir türlü uyuşmadı bu dileğimiz. Sanki ayrı olduğumuz günlerde herşey bizimle beraberken, kavuştuğumuz da tamamiyle karşı duruyordu.

O sevmediğim hiçbir zaman sevemeyeceğim tatsız, çok keyifsiz "gitmek" yüklemini isminin geçtiği cümlelerde kullanacaktım kişiliğimle düştüğüm acımasız kavgalar da.

Biliyor musun, yazdıklarımın bile, bizi ne kadar az, ne kadar minik anlattığını, anlatmaya belki biraz yakın durduğunu çok açıkkalplilikle söyleyebiliyorum.

Ne yaptıysak aşkımızdan ve hiçbirşeye sığdıramadığımız sevgimizden yaptık diyorum. Sevginin miktarıyla nefretin miktarının birbirleriyle örtüştüğüne tanık oluyorum zaman zaman...
Bittiğini aklım anlıyor da, anlamayan şu sol tarafım! Bu ikili zaten hiçbir zaman aralarında dostluk köprüsü kuramadı. Kaç defa u(z)laşmaya çalışsam da, sonuç hep yineleniyordu.

Günler şimdi ne kadar sert geçiyordu, güneş gökyüzünde ışıklı bir bahçe gibi süzülmüş salınıyor olsa da...Benim içim yağmurluydu, griydi, kapkaranlıktı. Daha da mühimi hep ıslak kalacaktı.
Kış ve güneş, aramızdaki yakınlık buydu artık.

Aşktı istediğim... evet kesinlikle aşktı. Ama unuttuğum en önemli en hayati şey daha baştan yenilgiyi kabullenmek olduğuydu!! Hakkında o kadar çok kelime yazabilirim ki aşkımla yanyana içiçe sımsıkı duran. Hep derdim ya, seninle hep bir yol ayrımına geliyoruz bir dönemeç çıkıyor sürekli. İşte o dönemeci dönüyorum artık. Seni tamamen kaybediyorum.

O u(z)laşamadığım bir başka ben dile geliyor durmadan ve fısıldıyor inceden; O'nun kalbimde başka kimsenin yer edinemeyeceği bir yeri olacak.

"SON"

Gökçe Gerçek


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,007,007,007,007,007,007,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Mehmet Sağlam


DEPRESYON BULAŞICI MI?

"Geçmişin albümlerinde yaşanmaz."

Çok yakın beş dostum son zamanlarda uzun süren birer depresyon geçirdiler. Yazılı ve görsel medyada bu konuda sık sık yazılar ve haberler çıkıyor. Tüm dünyada stres ve toplumsal huzursuzluklar insan sağlığını tehdit ediyor.
Psikiyatrlar, önceleri işsizlikten kendileri depresyona girerlerdi, şimdilerdeyse başlarını kaşıyacak vakit bulamıyorlar.

Ne oluyoruz? Nedir bunca çöküntünün nedeni? Bu, salgın bir hastalık haline mi geldi? Acaba morali bozulan herkes kendini depresyona düştü mü zannediyor? Yoksa, insanlar gerçekten mi ruhsal çöküntüleri sık sık yaşamaya başladılar?
Ulus olarak depresyona karşı kişisel yatkınlıklarımız mı giderek artıyor? Stres yönetimini bilmediğimiz için mi depresyona giriyoruz veya stresi depresyon mu zannediyoruz? Neden kadınlardaki depresyon oranı erkeklerdekinin iki katından daha fazla? ABD'de, bir yılda 11 milyon kişi majör depresyon geçiriyormuş ve bu uğurda 44 milyar dolar para harcanıyormuş; acaba tüm bunların sorumlusu içinde bulunduğumuz çağın olumsuz koşulları mı? Yoksa başkaca çok ciddi nedenler mi var?
Sanıyorum, bu önemli soruların yanıtlarını detaylarıyla aramak durumundayız...

Çoğumuz, bir problemimiz olduğunda ve buna bir çözüm yolu bulamadığımız zaman, doğal olarak, bir sıkıntı içine giriyor ve stres altında yaşamaya başlıyoruz. Bu duruma, yanlışlıkla ve moda tabirle depresyon diyenlerin sayısı az değil. Bazen de, etrafımızdakiler kaş yapayım derken göz çıkarıp, bize bir psikiyatra gitmemizi önerdikleri için kendimizi depresyona girmiş zannediyoruz. Ben, bu yanlışlığa kolayca düştüğümüzü sanıyorum. Çünkü depresyon, ciddi bir ruhsal hastalıktır ve öyle kolay kolay baş göstermez. Belki, stres ve depresyon arasındaki farklara bir göz atarsak, durum kendiliğinden açıklığa kavuşmuş olur:

Stres; sinirsel bir yoğunluk ve gerilim halidir. Bu yoğunluk, bir gerginlik ve huzursuzluk yaratarak kişinin keyfini kaçırır. İnsan çabuk sinirlenebilir ve tahammül düzeyi düşebilir. Bu durum geçicidir ve kişinin kendi kendine yapacağı telkinle, sakin düşünüp yaşaması ile, meditasyon gibi yöntemlerle veya bir yakın dostu ile derinlere inerek dertleşmesi sonucunda dağılabilir. Eğer strese yol açan sorunlar çözülürse, kişi kendini hemen mutlu hissedip, normal haline dönebilir. Bunun için bir doktora gitmesine çoğunlukla gerek yoktur ve dünyadaki 6 milyar insanın istisnasız tümü bu durumu zaman zaman, bazen de sık sık yaşarlar. Bu, büyük çapta insan olmanın ve biraz da çağımızın bir özelliğidir.
Ama stres yaratan olaylar birikir ve kendi süreçleri içinde çözümlenemezlerse, bunlar zamanla depresyona dönüşebilirler.
Zaten, biriktirilmiş veya ağır stresler, depresyonun başta gelen nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Depresyon ise; çökkün bir ruh halidir, hayattan ve yaptıklarından zevk almama durumudur, aşırı sıkıntı veren ve insanın kapkara bir tünele girmişçesine canını sıkan bir bitkinliktir. Depresyona girmiş kişi halsizleşir, çabuk yorulur ve tembelleşebilir ve tüm enerjisi çekilmiş gibi olur, geceleri uyuyamaz ya da aşırı uyur, iştahsızlık çeker ya da çok yer, kilo kaybeder ya da aşırı kilo alır, fiziksel arıları olabilir, bayılma nöbetleri geçirebilir, korku ve panik içine girebilir, kendini değersiz hisseder, içine kapanır, suçluluk duyabilir veya başkalarını suçlayabilir, büyük üzüntü halleri yaşayabilir, karamsar ve ümitsiz olur, dikkatini bir noktaya toparlayamaz, unutkan olabilir, kararsız olur ve cinsel isteksizlik yaşar. En kötüsü de -aşırı depresyona girmiş- kişinin aklından intihar senaryoları geçmeye başlar. Bu semptomlar uzun süre devam edebilir ve kişi bir dış yardım olmadan genellikle depresyondan çıkamaz.

Depresyonun hem biyolojik, hem psikolojik ve hem de sosyolojik nedenleri vardır ve depresyona girmek kimsenin suçu olmadığı gibi, bu hastalık bir kişilik eksikliği veya bozukluğundan kaynaklanmaz. Üstelik depresyon kalıtımsal (irsi) bir faktörden kaynaklanıyorsa, kişinin tamamen iradesi dışında gerçekleşiyor demektir.

İşte sebepleri:

Genetik yatkınlık, psikolojik yatkınlık, biyokimyasal bozukluklar ve hormon faaliyetlerinin azalması, kronik fiziksel hastalıklar, stresle baş edebilme mekanizmasının iyi işlememesi, işsizlik, boşanma, dul kalma, sevilen yakınların ölümü, yaşlanma duygusu, evdeki çocuklar, doyum vermeyen aile ilişkileri, düşük benlik saygısı, hızlı toplumsal veya kültürel değişimler, bir saldırıya veya kazaya uğrama, karşılıksız aşklar veya aniden bozulan ilişkiler, kronik alkolizm ve önemli parasal sorunlar...

Tüm bu nedenler, basamakları ve türleri farklı depresyonlara yol açabilirler. Bunların sebepleri, sonuçları ve tedavi şekilleri bilimsel olarak büyük çapta belirlenmiştir ve Psikiyatri adıyla bilinen bir tıp branşı olmuştur.
Depresyon türlerine; Majör, Distimi, Manic (Bipolar) depresif bozukluk, Partum, Endojen, Unipolar, Atipik ve Reaktif Nevrotik depresyon gibi isimler verilmiştir; çünkü bunların sebep ve sonuçları her insan için farklı farklıdır.

Ayrıca, bir de Psikoanalitik Ego Psikolojisi Teorisi var (Bibling Kuramı). Buna göre depresyonun temelinde, benlik (ego) için gerekli narsistik emellerin karşısında egonun kendi çaresizliğinin farkına varması yatar. Egonun benlik saygısını kazandıran üç narsistik emel vardır:

1. Değerli ve sevilen olmak, 2. Güçlü, üstün ve güvenli olmak, 3. İyi ve seven biri olmak. Ego bu emellerini gerçekleştirmekteki güçsüzlüğünü hissederse depresyona girer. Yani; klasik psikoanalitik kuramdan farklı olarak, depresyon benliğin kendi içindeki çatışmasından köken alır. Çaresiz kalmış ego, süper egonun(üstbenliğin) eline düşer ve verdiği cezaları kabul eder. Saldırgan dürtülerin bireyin kendine yönelmesi -bu kurama göre- birincil değil, ikincildir. Kendine saygısı kolay kırılan, kuvvetli süper egoları olan ve kişiler arası ilişkilerde bağımlılık gösteren kişilik yapısı, depresyona daha sık girer ama tüm insanlar uygun koşullarda depresyona girebilirler.

Depresif nöbet sırasında; bu kişilerde kabızlık, çarpıntı, baş ağrısı, karın arıları, sürekli ve dinlenmekle geçmeyen yoğunluk, uykusuzluk, sabah uykularının kısalması, libido azalması, düşünce akışında yavaşlama olur. Günlük işler ağır gelir ve zevk olmaktan çıkar. Konuşma azalır ve tek kelimelik yanıtlar alınmaya başlanır. Sosyal ilişkilerden kaçınma ve kendi kendine kalmaya eğilim vardır. Dikkatini yoğunlaştırmakta güçlük çeker. Giderek karamsarlık artar, suçluluk duyguları ortaya çıkar ve kendilerine saygılarını yitirirler. Bir felaket beklerler ve kendilerinin buna layık olduklarını düşünürler. Solgun, şaşkın ve kederli bir görünümleri vardır. İştahları azalır, kilo kaybederler ve vücut salgılarında azalma olur.

Görüldüğü gibi depresyon ciddiye alınması gereken ve ya ilaç, ya klinik (psikoterapi) ya da her ikisi bir arada bir tedavi isteyen ruhsal bir rahatsızlıktır. (Ve de sadece stres altında olmak, depresyon geçirmek demek değildir.)

Bence -tıbbın literatürüne henüz girmemiş olan- birkaç nedeni daha var bu hastalığın:

Bilindiği üzere; küreselleşme denen yeni dünya düzeni, haberleşmedeki teknolojik yeniliklerin artması, televizyon kanallarının ve program türlerinin çoğalmaları, filmlerde ve dizilerde izlenen yeni yaşam tarzları, yeni kültürler ve hatta şiddet ve sanki dünya küçük bir kasabaymış gibi- her bölgede ortaya çıkan her olayın hemen duyuluyor olması, yaşam tarzımızı, dünyaya bakış açımızı, fikirlerimizi, inançlarımızı, ideallerimizi ve beklentilerimizi artırıyor.
Fakat, ekonomik düzeyin düşük olduğu hallerde ve kişisel yeteneklerin çaresiz kaldığı durumlarda, insanlar bu beklentilerini karşılayamıyorlar. Bu nedenlerle de amaçlarına ulaşamayan kişi ve gruplar huzursuz ve karamsar oluyorlar.
(Ya da her evin dünyaya açılan penceresi olan televizyon sayesinde huzursuzluk ve karamsarlık dersleri almış oluyorlar.) Bunu bilinçli ve/ya bilinçsiz olarak yansıtan medyanın tüketim toplumunu körüklediği ve bireyleri "tüketebiliyorsan mutlusun" telkiniyle mutlak bir maddiyatçılığa sürükledi şeklinde de söyleyebiliriz. Böylece, gelirleri bunca alışveriş ve masrafa yetmeyen insanlar mutsuz oluyorlar, bilinçaltları kirleniyor ve genellikle ruh sağlıkları etkileniyor. Bütün bu nedenler de şiddetli streslerin, intiharların, cinayetlerin, suç türlerinin ve depresyonların artmasına neden oluyor.

İnsanlar arasındaki sevgi bağının, hoşgörünün ve saygının azalmış olması da dikkat çeken bir başka sebep bence.
Yüksek benlik saygısının temellerinin atıldığı 7 yaşına kadar, beyindeki nöron devrelerinin yüzde yetmişi oluşurken, içinde yaşadıkları sevme ve sevilme ortamı üzerine kurulmuş bir dünyayı günlük yaşamda, iş ortamında veya toplum içinde bulamayan bireylerin düş kırıklığına uğrayan bilinçaltları, paranın ön plana, sevginin ikinci/üçüncü plana geçtiği gerçeği ile kolayca baş edemiyor. Ve öncelikle telkine açık beyinler, bu durum karşısında, ağır fiziksel ve ruhsal sıkıntılar yaşayabiliyorlar. Günümüzde hedeflediği parasal düzeye ulaşamayanlar stres veya depresyona giriyor, hırçınlaşıyor, suça eğilimli oluyor ve hatta intihar ediyorlar. Servet sahibi olmak isteyenler ise ya bir iş kurup, uzun vadede ve alın teri ile hedefe ulaşmak istiyorlar ya da her türlü ahlaksızlığı, kanunsuzluğu ve sömürüyü mubah sayıp, kısa yoldan amaca ulaşmayı yeliyorlar. Bu hırs ve gözükaralık da toplumsal huzuru bozuyor ve sonuçta toplumu oluşturan ailelere ve bireylere kadar yansıyor.

İnsanların kişilik haklarının sindirildiği, düşüncelerini özgürce ifade etmelerinin engellendiği ve okuma yaşının dört olduğunu (yani; ortalama eğitimin ilkokul 4. sınıf olduğu) Türkiye de, dilini ve beynini yeterince kullanamayan insanlar, bedenini daha çok kullanmak durumunda kalıyor ve şiddet gösterebiliyorlar. Şiddete başvuramayan insanlar da, bir türlü deşarj olamadıkları için içsel savaşlar yaşıyor ve bunalımlara giriyorlar. Bu bunalımlar, zamanında halledilmeyip bastırılınca, bir müddet sonra depresyona dönüşebiliyor.

Bir başka önemli faktör de şu:

Yukarıda bahsedildiği gibi; insanların toplumdan ve medyadan aldıkları etkilerin başında iyi bir tüketici olma geliyor. Bunu sağlamanın yolu da daha çok para elde etme olduğu için, uğraşlar, hayaller ve düşünceler hep o hedefe kilitlenmiş oluyor. Buna karşın; başta tiyatro, müzik, resim ve edebiyat olmak üzere ruhsal bütünlük sağlayan güzel sanatlara ayrılan zaman ve para giderek azalıyor. Ruh dinginliği sağlayan manevi değerler ya sürekli bombardıman altında ya da bilincin bir kenarına itilmiş vaziyette bekliyor. Sonuç olarak; ruhumuzu doyuran değerler ihmal edildiği için, kendisini besleyen damarları tıkanan ruhun sağlığı tökezlemeye başlıyor. Bu da bir stresör olarak daha fazla huzursuzluk, daha derin mutsuzluk veya daha çok depresyon getiriyor. Rahibe Tereza'nın bu konuda güzel tavsiyeleri var:

YAŞAMAK

Yaşamak şanstır, kullanmayı bil,
Yaşamak bilmecedir, çözmeyi bil,
Yaşamak hüzündür, aşmayı bil,
Yaşamak şarkıdır, söylemeyi bil,
Yaşamak servettir, korumayı bil,
Yaşamak fırsattır, değerini bil,
Yaşamak mutluluktur, tatmayı bil,
Yaşamak güzelliktir, kıymetini bil,
Yaşamak oyundur, oynamayı bil,
Yaşamak trajedidir, göğüslemeyi bil,
Yaşamak aşktır, keyfine varmayı bil,
Yaşamak maceradır, göze almayı bil,
Yaşamak rüyadır, gerçekleştirmeyi bil,
Yaşamak verilmiş sözdür, tutmayı bil,
Yaşamak hazinedir, israf etmemeyi bil,
Yaşamak mücadeledir, kabullenmeyi bil,
Yaşamak hakkındır, uruna savaşmayı bil,
Yaşamak kutsal görevdir, tamamlamayı bil.

Biraz da ülkemizin koşullarından söz edersek, çevremizdeki -depresyona yol açan- stres faktörlerinin ne denli yoğun ve bunaltıcı olduğunu gözler önüne sermiş oluruz:

1982 yılına kadar, dünya devletleri arasındaki yarışta bir hayli geri kalmış ve dünyaya kapalı bir ülke halinde tutulmuş olan Türkiyemiz, Turgut Özal'ın bazı kişisel girişimleri ve karizmatik yapısı sayesinde ve hiç de ani bir değişime hazır değilken- birdenbire "ufku genişleyen" bir ülke konumuna ulaştı.

Sosyolojik açıdan bakıldığı zaman, bu hızlı başkalaşım bir devrim niteliği taşıyordu. (Çünkü toplumsal evrim, beş-on seneye sığdırılacak bir olgu değildir.)

Bu devrim yaşanırken, bu ülkenin insanları kendilerini yepyeni bir kültürel ve ekonomik elbise içinde buldular aniden. Fakat bu elbise, Frenk Gömleği kadar rahatlıkla giyilecek ve benimsenecek bir giysi değildi. Terzisi Avrupalı, ipliği Amerikalı ve kumaşı Yeni Dünyalı idi. Şık ve çekici bir görüntüsü vardı ve medyanın sahne ışıkları altında daha da cazibeli görünüyordu. (Belki de herkesin pantolon ve manto giydiği bir dünyada, şalvarı ve çarşafı terk etmek kadar gerekliydi.) Fakat fiziksel rahatsızlığı olan bir insanın şık libaslar giyerek, sağlığına kavuşması mümkün değildi.
Yani Batı dünyası ile aramızdaki bir-iki yüzyıllık bilimsel, teknolojik ve sanatsal farkları birdenbire ne kapatmamız mümkündü, ne de kendi içsel potansiyelimizden güç almaksızın onları taklit ederek yola koyulmuşken, dümdüz, pürüzsüz ve engelsiz bir "yolculuk yapma" olanağımız olabilirdi. Bunu yaşayarak gördük ve halen görüyoruz. Kendi kültürümüzün, aile ve toplum yapımızın yabancı kültürler tarafından her an abluka altına alınıyor olması bizde özgüven duygusunun azalmasına yol açıyor. Üstelik, yaşlı nüfusumuz değişime kapalı, gençlerimiz de Avrupa'nın ve Amerika'nın negatif değerlerini benimsemeye yatkın olduğu için, nesiller arasındaki uçurum gitgide büyüyor ve sonuçta aile içi huzursuzluklar artıyor. Bu da tüm topluma -bileşik kaplarda olduğu gibi- yayılıyor. Sonuçlarını da medyanın sorumsuzluk abidesi haline gelmiş haberlerinde en abartılı ve sansasyonel şekilde görüyor ve sanki bir savaş alanı haline gelmiş bir ülkede yaşıyor olmanın tedirginliği, burukluğu ve stresi içinde geçiriyoruz aylarımızı, yıllarımızı.

Ayrıca, yüzyılların birikmiş sorunları, geri kalmışlık, fukaralık, gelir eşitsizliği, eğitimsizlik ve Avrupalı olunmak istendiği halde bir türlü Doğululuktan kurtulmamış olmanın verdiği kompleks, toplum dokusunu, bilincini ve yaşam tarzını son derece olumsuz koşullara sürüklemiş olduğu için; ülkedeki sorunlar kördüğüm yumağı haline gelmiş.
Yumağı nereden çözmeye kalkarsanız kalkın, bir yerde sıkışıyor veya kopuyor ya da olduğu halde bırakılıyor. Bu denli salıksız koşullarda yaşandığı için de, sürekli yeni mikroplar ürüyor ve toplumsal sağlığımız sürekli bozuk gidiyor.
Toplum sağlığının bozuk olduğu bir ülkede, bireylerin ruhsal yapılarının tamamen salıklı olması mümkün değildir.
İşte, belki de ülkemizde stres ve depresyon oranlarının giderek artmasının en büyük nedeni budur.

Peki ama ABD gibi süper güç olmuş, zengin bir ülkede neden depresyonlar bu kadar çok yaşanıyor? dediğinizi duyar gibi oluyorum. Bence, bu sorunun yanıtı da şu:

Her ülkenin toplumsal koşulları farklı farklıdır. O nedenle stresörler ve bunalımların nedenleri de farklıdır.
Bizim, bu ülkenin insanları olarak, beklentilerimiz, hasletlerimiz, özlemlerimiz ve hayallerimiz diğer tüm toplumlarınkinden ayrıdır. Biz, öncelikle enflasyonsuz, eğitilmiş, fakirlik sınırının üstünde yaşayan, salık kurumları iyi çalışan, adaletin hüküm sürdüğü, devleti iyi yönetilen, rüşvet, iltimas, hırsız politikacı ve çetelerden arınmış, dünya devletleri arasında saygınlığı olan ve vatandaşlarının pasaportları ile iftihar edebileceği bir ülke olmamızı arzuluyoruz. Bunları büyük çapta gerçekleştirmiş bir ülkeye gittiğimizde içimiz kan alıyor. Ama oralarda bir de yanlış kanaat ediniyoruz. Bizdeki sorunlar o toplumlarda olmadığı için, zannediyoruz ki o toplumlar mutlu, huzurlu ve tüm sorunlarını çözmüşler.

Oysa, gerçeğin diğer yüzü farklı bir resim sergiliyor. Çünkü, örneğin Amerikalıların beklentileri, özlemleri ve sorunları bizimkinden çok farklı. Mesela Amerika'daki zengin-fakir uçurumunun bizdekinden çok daha büyük olduğunu hiç düşündünüz mü? Düşünce, ifade ve yaşam özgürlüğünün yüksek olmasından ötürü, bunlara konan en ufak bir engelin insanları çileden çıkarmaya yettiğini gözlediniz mi? Ya da süper bir güç olmanın insanlara yüklediği düşünsel, davranışsal ve pratik sorumlulukların bazılarının omuzlarına ne denli ağır ve bunaltıcı bir yük yüklediğini hiç hissedebildiniz mi? Danimarka gibi refah, az nüfusu ve sorunu olan ve gelir dağılımının oldukça adaletli yapıldığı bir ülkedeki intihar sayısı, neden bir başka refah ülke olan İsviçre'yi solda bırakmış, diye hiç derin bir analiz yaptınız mı?

Görüldüğü gibi, ülke sorunlarımız bizlerde depresyona sebep olabiliyor ama bu problemlerimizi çözümlemiş olmamız, depresyonun kökünü kurutmamız anlamına gelmiyor! Belki de depresyonlar, on binlerce yıldır yaşanıyordu ama farklı isimler altında...

Peki bu bir çelişki değil mi? Elbette... Hatta bu bir paradokstur diyebiliriz. Peki neden? Çünkü tüm Evren'de, canlı Doğa'da ve Doğa'nın en gelişmiş bilince sahip parçası olan İnsan'da bu paradokslar sürekli yaşanır ve yaşanacaktır da... Çünkü bizler 50 bin yıllık bilgi, tecrübe ve düşünce birikimine rağmen halen beyinsel ve ruhsal derinliklerimizin sırlarını çözebilmiş değiliz. O derinliklerde olup bitenlerin farkına vardıkça bu paradoksların normal birer evrensel fenomen olduğunu anlayacak ve fakat yine de hayrete düşmekten kendimizi alıkoyamayacağız.

Psikolojinin Türkçesine ruhbilim deniyor... Daha, ruh nedir, nerededir, var mıdır, yok mudur? sorularının yanıtlarını tartışırken ve henüz bulamamışken, ruhun bilim dalını kurmuşuz. Ve on binlerce yıldan beri hissedilen, düşünülen, tezahürleri yaşanan ve inanç sistemlerince varlığı anlatılan bir kavram olan ruha, bilimsel bir yaklaşım getirmek ve bu kavramın yarattığına inandığımız sorunları çözebilmek için psikoloji ve psikiyatri dallarını oluşturmuşuz. Peki, Sigmund Freud'un (1856-1939) her insanın ruhsal özelliği olan ego ve süper ego kavramlarının adını koymasından, ruhbilim ve psikanaliz gibi ekoller geliştirmesinden ve bilinçaltı, bilinçötesi gibi olgulara bilimsel açıklamalar getirmesinden bu yana ne kadar mesafe kat ettik dersiniz? Bir psikiyatriste sorarsanız, yanıt mutlaka, çok uzun mesafeler aldık, olacaktır. Çünkü gerçekten çok araştırma yapıldı, yepyeni bilgiler elde edildi ve tedavide kullanılan ilaçlar ve yöntemler geliştirildi. Ama bana sorarsanız, daha yolun başında olduğumuzu söyleyebilirim. Zira ruh, Tanrı kadar eski bir kavramdır ve varlığı ve tarifi üzerinde on binlerce yıldır henüz bir ortak görüş oluşmamıştır.

Kimilerine göre ruh diye bir olgu mevcut değil... Kimileri ruhun beynimizdeki elektrik akımları ve kimyasal değişikliklerinden başka bir şey olmadığını düşünüyor... Kimileri ruha ilahi bir sıfat yüklüyor... Kimileri de ruhu cansız atomlardan oluşmuş bedene hayat veren akıllı enerji olarak görüyor. Ben sonuncu gruptayım ve ruhun bir gözü olduğunu hissedenlerdenim. Aklın gözü, kalbin gözü ve ruhun gözü üçlüsü sayesinde bu yüksek bilinç düzeyine ulaştığımızı düşünüyorum.

Kanımca, insan bilinci -büyük oranda- bireysel, toplumsal ve genetik etkilerle ve insanın bu etkilere verdiği tepkilerle şekilleniyor. O nedenle de, o yakın ve derin ilişkiler ve etkileşimler, kişilerin mutlu-mutsuz, iyimser-karamsar, başarılı-başarısız, duyarlı-duyarsız ve sevgili- sevgisiz olmasına yol açıp yön verebiliyor. Yani bir insan, bir diğer insan için Tanrı'dan daha önemli olabiliyor. Bu noktada beni ruhsal açıdan ilgilendiren özellik, kişinin hassas veya vurdumduymaz olmasıdır... Çünkü duyarlılığın, sonradan kazanılan değil, büyük oranda doğuştan gelen bir özellik olduğu inancındayım ve duyarlı kişilerin telkine açık oldukları için daha sık depresyon yaşadıkları kanaatindeyim.

Hassas bir kişilik için; eğitim, dikkat ve konsantrasyon yoğunluğu, detayları görebilme ve zekâ düzeyi gibi zihinsel özellikler elbette gerekli ve bunlar yaşam boyunca geliştirilebilen özellikler. Fakat yüksek duygusal zekâ, empati, sezgi yoğunluğu, telepati, altıncı his, telkine açık olma/olmama ve o ruhsal titreşimleri algılayabilme ve tercüme edebilme yeteneği bence doğuştan gelen ruhsal özellikler...

Özetle şunu savunuyorum:

Bilişsel veya düşünsel olguları iyi tercüme edebilmek için zekâ, eğitim, kültür, matematiksel mantık ve özel bazı yetenekler gerekiyor. Duygusal etki ve tepkileri iyi yorumlayabilmek ve pozitif yönde kullanabilmek için de duygusal zekâ ve duygusal yoğunlukları deneyimlemiş olmak gerekiyor. Ruhsal titreşimleri algılamak ise, yüksek frekanslı bir ruh gerektiriyor.

Yeri gelmişken, kendi ruh tanımlamamı da yazmak isterim. Bence ruh; bedenimizdeki o mükemmel sistemlerin büyük bir koordinasyon ve haberleşme mekanizması içinde görevlerini yapabilmelerini sağlayan enerjinin tâ kendisi. Ama bu enerji paketinin, lambalarımızı aydınlatan elektrik enerjisinden bir farkı var. O, akıllı... Akıllı Enerji... Yani, ruh ne yaptığını ve yaptırdığını çok iyi biliyor; donmuş enerji olan cansız maddeyi hareket ettirip şekillendiriyor ve etkisini gözle görülür biçimde madde üzerinde tezahür ettiriyor. Belki de kutsallık sıfatı kazanmış olmasının nedeni budur...

Ruhun bedenimiz üzerindeki etkilerini büyük bir çoğunluğumuz fark edebiliyoruz ve zaten psikoloji ve psikiyatri de bu etkileri saptamak ve olumsuz olanlarını gidermekle meşgul. Fakat çok azımız bu etkileri doğru tercüme edebiliyoruz.
Bunları, bazılarımız duygularla, bazılarımız düşüncelerle, bazılarımız vücudun kimyasıyla ve bazılarımız da dış etkenlerle karıştırıyoruz. Hâl böyle olunca da ruhsal rahatsızlıklarımızın nedenlerini ilgisi olmayan yerlerde aramaya başlıyor ve salıklı bir sonuca ulaşamıyoruz.

Son zamanlarda, bu konularla fazla içiçe olunca kafamda yepyeni yorumlar gelişti. İşte bunlardan bazıları:

Enerji, neredeyse kütlesiz olduğu için, görünmez. Bizim görebilme duyumuz belli dalga boyutları arasında kalan bir spektrum içinde işe yaradığı için, biz enerjiyi ya donarak maddeye dönüştüğü zaman ya da etkilerini gösterdiği zaman fark ederiz (ısı, ışık, rüzgar vb.).

Enerji çok hızlı hareket edip yayılabilir. O, ya çok küçük parçacıklar (partikül) halinde(foton veya elektron gibi) ya dalga olarak (uzun, orta, kısa, mikro dalgalar gibi) ya da radyasyon olarak yayılır Dalga olarak yayılan enerjini hızı, dalga boyu ve frekansı çarpılarak bulunur. Örneğin; bir dalganın boyu 12 cm. ve frekansı saniyede 2.450 milyon ise, bu dalganın hızı: 0.12 metre X 2450 saniye = 294,000 km/saniye demektir. Bu da ışık hızına yakın bir mikro dalgadır.

Kullandığımız bilgisayardan bir örnek verelim: Benim bilgisayarımın işlemcisi Pentium 4 ve 550 Megahertz hıza sahip. Bir Herz; bir saniyede bir dalga frekansı demektir. Megahertz ise; bir saniyede bir milyon dalga frekansıdır. 550 MHz demek 550 milyon frekans/saniye demektir ki bu, bilgisayarımın ışık hızının üçte biri bir hızla işlem yaptığı anlamına gelir. O nedenledir ki, evinizden Japonya'ya gönderdiğiniz bir elektronik posta hemencecik yerine ulaşır.
Çünkü bu hızla giden bir şey, dünyanın çevresini bir saniyede iki kez dolaşabilir.

Peki ruh da bir tür enerji ise, acaba onun da dalga boyu ve frekansı var mıdır? O'nu bir enerji olarak kabul edersek, elbette vardır dememiz gerekir. Bence, ruhlarımızın farklılığını ve duyarlılığını sağlayan şey de bu dalga boyutlarının ve frekansların her insanda farklı oluşudur. Birinin ruhsal enerjisi 12 cm. X 2.000 saniye iken, bir diğerinin 12 cm. X 2.490 saniye olabilir ve aradaki hız farkı onların duyarlılık farklılığını belirleyebilir.

Bu durumda, uzun dalga bir ruhun, kısa dalga bir ruhun titreşimlerini "hissetme" ihtimali oldukça zayıftır. Çünkü;

)   )   )   )   )   )   ) bu, uzun dalga bir ruh ise,

))))))))))))))))))))))))))))))))))) bu, kısa dalga bir ruhtur.

Öyleyse; bir uzun dalganın iki tepe noktası arasından, bir saniyede binlerce kısa dalga bir yere çarpmadan geçebilir ve uzun dalga bunun farkına bile varmaz.

Konuya böyle yaklaştığımda, ruh konusunu anlaşılır hale getirmek daha kolay oldu benim için. Ruhsal duyarlılığı daha somut biçimde anlayabildim. Uzun dalga ruhlu birinin, "karnı geniş" olarak tasvir edilmesinin doğal olduğunu kavrayabildim ve kısa dalga ruha sahip birinin neden o denli hassas ve" her şeyden nem kapan" biri olduğunu açıklayabildim kendi kendime. Bu durumda, aşağıdaki sonuçları çıkarmam zor olmadı:

- İki uzun dalgalı ruhun iletişim kurma olasılığı oldukça zayıftır,
- İki orta dalgalı ruh orta çapta etkiler ve etkilenirler,
- İki kısa dalgalı ruh, iletişimde çok az şey kaçırırlar,
- Mikro dalgalı ruhlar, tüm titreşimleri algılarlar,
- Mikro dalgaya sahip kişilerin sayısı tarihte de bugün de azdır ve bu kişiler diğer ruhların titreşimlerini kolayca sezinlerler.

İçime doğdu diye dillendirdiğiniz şeyin nasıl oluştuğunu hiç düşündünüz mü? İlham denen şeyin mahiyeti nedir acaba? Telepati, önsezi, altıncı his ve hatta vahiy denilen fenomenlerin kaynağı nedir? diye hiç sordunuz mu kendi kendinize? Ve acaba, tüm bunlar ruhsal titreşimlerin bilincimizce tercümesi olamaz mı? Yorum sizin...

Depresyon konusuna geri dönüp, bu açıklama çerçevesinde yeniden düşünürsek, diyebiliriz ki her insanın farklı farklı doğal biyolojik ritmi ve farklı ruhsal enerji düzeyi vardır. Akıl gözü, kalp gözü ve ruh gözü, ancak bu doğal ritim ve koordinasyon içinde sağlıklı çalışırlar. Bu dengedeki hafif değişimler, geçici moral bozuklukları, stres veya mutsuzluk halleri yaratabilir. Büyük değişim ve dengesizlikler de depresyonlara neden olabilir. Çok şiddetli dengesizlikler ise, akıl veya ruh hastalıklarına neden olabilirler. Yani, ruhun doğal dalga boyu ve frekansı ile çalışmaya alışmış olan beyin ve kalp, bu frekanslardaki değişim yüzünden normal işlevlerini yapamaz hâle geliyorlar. Bu nedenle de beyin ve onunla sürekli sinirsel ve kimyasal haberleşme içinde olan kalp, saçma sapan düşünceler, tavırlar, duygular ve sinyaller üretebiliyor. Bunların normale dönüşü ise kısa sürede gerçekleşebildiği gibi uzun da sürebiliyor ve hatta kalıcı ve kronik olabiliyor.

Peki bu frekans değişiklikleri niçin ortaya çıkıyor? Bence, yanıt yine o dengede gizli. Akıl gözü kalbi ve ruhu, ruh gözü aklı ve kalbi, kalp gözü de aklı ve ruhu etkileyebiliyor. O nedenle, aklı, kalbi ve ruhu zararlı iç ve dış etkilerden korumak, son derece önemli bir çaba olmak zorunda. "İnsan ruhuna çağıl çağıl, gürül gürül akmak yakışır."

Bütün bunlardan sonra, sonuç olarak şöyle denebilir:

Depresyon, bulaşıcı bir hastalık değildir ama çevremizdeki stres faktörleri arttıkça, biyolojik rahatsızlıklarımız çoğaldıkça ve bizi dengede tutan beyin-kalp-ruh üçlüsündeki hassas denge bozuldukça depresyona girme olasılığımız artar. Bu faktörlere dikkat eder ve zamanında önlem alırsak, daha sağlıklı bir yaşam sürmemiz daha kolay gerçekleşebilir. Ve Prof. Dr. Nuri Atalay'ın dediği gibi, geçmişin albümlerinde yaşamak yerine, bugünü duyumsar ve yaşarsak, ruhsal sağlığımızı koruma adına, sürekli olumlu adımlar atmış oluruz.

Mehmet Sağlam
mehsag@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,208,208,208,208,208,208,208,20
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
HAK ETTİĞİNİZ YAŞAMLARA HOŞ GELDİNİZ

OCAK - Yeni yıla başlarken geçmişlere son bir nostaljik bakış atmak isteyeceğiniz bu ay içerisinde kışın kasvetli atmosferlerine kendinizi kaptırmamalısınız teraziler. 2006 yılında sizleri bekleyen mücadeleleri küçümsemeyin ve daha şimdiden arenaya inmeye hazırlıklı olun..
ŞUBAT -
Profesyonel alanda yeni projeler bayağı uğraştıracaklar fakat bu ay nihayet kılıçları kuşanıyorsunuz. Başarıların sizleri bekledikleri aşikâr ama bunun armut piş ağzıma düş misali olmayacağını aklınızdan çıkarmayın. Yabancı ülkelere yönelik çalışmalara hız verin.
MART - Aşkların doyasıya yaşanacakları şeker gibi bir ay sizleri beklemekte. Ailelerinize ve sevdiklerinize ihtimamla eğileceksiniz. Kendi kendinize koyduğunuz sınırlamalardan kurtulmaya kararlı olduğunuz belli.
NİSAN -
Sosyal faaliyetleriniz çerçevesinde edineceğiniz yeni dostlarınız sizleri yepyeni yaşam tarzlarına götürecekler. Belki de bu heyecanla planlarınızı alt üst ederek hayli zamandır dokunmadığınız hayallerinize yeniden sıkı sıkıya sarılacaksınız.
MAYIS - Paralarınıza özellikle bu ay sahip çıkın teraziler. Doyasıya yaşadığınız duygularınızın sadece kalplerinizi değil ellerinizi de açtıkları kesin.. Aşkların güzelim mayıs ayını rengarenk kılacaklarından emin olabilirsiniz.
HAZİRAN -
Beklenmedik gelişmelerin yaşanacakları bir ay sizleri beklemekte. Atılımlarınıza yardımcı olacak yakınlarınızın sayesinde sevindirici başarılara imza atacaksınız. Ekip çalışmalarında yeriniz belli olacak teraziler.
TEMMUZ - Tatil aylarında bulunmamıza rağmen mesleki çalışmalarınıza ara vermeden devam edeceksiniz teraziler. Edineceğiniz yeni dostlukların sayesinde kısmetli ve hoş bir ay içinde olduğunuzu anlamakta gecikmeyeceksiniz.
AĞUSTOS -
Yine vakitlerinizi işlerinizde geçireceğiniz bir ay önünüzde teraziler. Üstelik bu sefer kesinlikle kendi işinizin patronu olmak arzusu ile yanmaktasınız. Sonbahar aylarını beklerseniz daha uygun atmosferler içinde bulunacağınızdan şüpheniz olmasın..
EYLÜL - Yeni sezona başlarken kalplerinizde birtakım tereddütlerin oluşacaklarını müşahede edeceksiniz. Dalgalanmaların yoğunlaşacakları bu ayda diyaloglara öncelik tanımalısınız. Ayın ortalarından itibaren daha rahat olacaksınız.
EKİM -
Muazzam derecede güzelliklerle dolu dolu geçecek bir ayın eşiğindesiniz teraziler. Gönüllerinizi sıcacık tutacak bu gelişmelerin yanı sıra beklenmedik yardım ve hediyelere de kavuşacaksınız.
KASIM - Ekim ayının pozitif enerjilerini bu ay içerisinde de hissetmeye devam edeceksiniz. Yaşamlarınızda bir takım şeylerin gerçekten değiştiklerini görmeniz yeni projelere bambaşka heyecanlarla atılmanıza vesile olacaklar. Kendilerinize olan güvenlerinizin doruklarda dalgalanacakları bir ay bu teraziler..
ARALIK -
Senenizin sonuna gelirken bilançolara bakıldığında kesinlikle artık eski teraziler değilsiniz. Yeni bir hayata başlamaktasınız. Sosyal ilişkilerinizde elde edeceğiniz başarıların ışığında 2007 yılına gülümsemelerle ve haklı bir gururla gireceksiniz.

2006 VE TERAZİLERİ TEMSİL EDEN TAROT KARTI
Kaderde olumlu bir devrenin habercisi olan Denge senenizi en iyi anlatan tarot kartıdır. İlişkilerde uyumun ön planda olacaklarını ve kârlı ortaklıklara girişeceğinizi müjdelemektedir. İhtiraslarınıza yenilmezseniz başarıdan başarıya koşacağınız yeni senenizi uzun yıllar unutmayacaksınız. Dikkat etmeniz gereken tek şey sizlerden beklenilen kararları alırken gerçekçi davranmanız. Yeni yılınızda hassas konuların yoğunlukta olacaklarını unutmayın ve kendi kendinizin düşmanları olmamaya son derece gayretli ve özverili olmalısınız...

İSTERSENİZ SENENİZE PANORAMİK BİR BAKIŞ ATALIM TERAZİLER
2006 yılında kelimenin tam anlamı ile şaha kalkacaksınız. Dizginleri büyük bir kararlılıkla ellerinizden bırakmayarak yaşamınıza gereken çeki düzeni vermeye yeminli olacaksınız. Kararları almakta ne kadar zorlansanız da bu sefer şaşırtıcı bir şekilde hızlı davranacaksınız teraziler. Başkalarının direksiyonlarınıza hakim olmalarının dönemine kesinlikle son vermelisiniz. Yolunuzun rotası gizli bir güç tarafından ışıltılarla çizilmekte, çok geçmeden bunun farkına varacaksınız.. İçinizden yükselen sesi duyun teraziler. Yeni yılın sizler için en kazançlı oluşumu yaşamınızı zorlamadan ve sevdiklerinize dayatmalara gereksinim hissetmeden bir taş üzerine başka bir taş koymaya kilitlenmeniz olacaktır..

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
YILDIZLARIN ALTINDA AKREPLERİN DANSI

OCAK - Sevgili akrepler yeni yılınıza sosyal faaliyetlerinizin dolulukları ile girmektesiniz. Bu ay içerisinde ortaklıkların veya sonu hayırlı kişisel atılımların gündemlerinize tamamen oturacaklarından emin olabilirsiniz.
ŞUBAT -
Evlerinizle ilgili konularda oluşabilecek tedirginliklere geniş açılardan bakınız. Şöyle ki bu hassasiyetlerin esas amaçları klasik aile ve evlilik bağlantılarınızda sizleri zihinsel esnekliklere yöneltmelerinden başka birşey değildir..
MART - Bahara girerken içinizde esen tatlı sert rüzgarlar dinmek bilmeyen fırtınalara dönüşecekler. Bu ay mutlaka kafanıza koyduğunuz başarılara koşarak onlara kesinkes kavuşma istekleri ile yatıp kalkacaksınız...
NİSAN -
Geçen ayın obsesif arzularından sonra yüklerinizin arttıklarını her geçen gün bir başka hissedeceksiniz. Şimdi sıra sizlere koltuk çıkabilecek ve aynı enerjileri taşıyan ikizlerinizi bularak onlara tam güven duymanıza geldi.. Uzun mesele elbette akrepler fakat yola çıktınız artık, başarmalısınız..
MAYIS - Bu güzelim mayıs ayında uzun süredir düşündüğünüz yolculuklara, kısa süre için olsalarda dinlendirici tatillere çıkmanızın tam zamanı işte.. Tabiatla baş başa kalmayalı ne kadar oldu akrepler, bir düşünün bakalım..
HAZİRAN -
Yaz mevsimine girerken işbirliğinde olduğunuz ortakların veya dost çevrelerinizin haklı dayatmalarına ayak uydurmak zorunda kalacaksınız. Bunu hiç sevmeseniz de akrepler.. Ay sonuna doğru çözümleri bulacaksınız.
TEMMUZ - Duyguların ön planlarda olacakları ve sizlere motivasyonları sağlamakta yarışacakları güzelim bir aydasınız.. Kalpleriniz sevgilerle dolu dolu olacaklar. Bu arada mesleki uğraşlarınızda rakiplerinizin beklenmedik ofansiflerine karşı tetikte beklemeyi de unutmayın.
AĞUSTOS -
Heyecan aşılayacak yepyeni projeler gökten yağarcasına beyinlerinize doğacaklar. Eskiye dayalı yapıların sonlarının geldikleri aşikâr. Eşlerinizin veya yakın dostlarınızın da bu yeni çerçevelere dahil olmak istediklerini göreceksiniz.
EYLÜL - Aklınızda olan ancak şimdilik gizli kalması gerektiğine inandığınız bir proje yeni sezona girerken tüm enerjilerinizin hedefi haline gelecek. Yaşam tarzlarınızı tamamen değiştirebilecek bu sevdanıza dört kolla sarılacaksınız.. Başarılar yolunda titreşimlere vazgeçilemez ihtiyaçlarınız var ya akrepler...
EKİM -
Özel hayatınızda sizlere verilecek desteklerin ışıklarında profesyonel çalışmalarınız doruklara çıkacaklar. Dolayısı ile maddi kazançlarınızın geçen seneye nazaran daha dolgun ve kesintisiz olacaklarını tahmin edebilirsiniz.
KASIM - Yeniden doğuşların unutulmayacak güzellikte vuku bulacakları kasım da senenizin en bereketli ayını yaşayacaksınız.. Gerçekten hak ettiğiniz ama geçmişte bayağı geciken haklı gururlara kavuşacaksınız..
ARALIK -
Yabancı bir şirketle veya çalışma sektörünüze şimdiye kadar dışardan bakmakla yetinen yatırımcılarla ortaklık konularında teatilerde bulunacaksınız. Sizlere ve kişisel kapasitelerinize inananları gördükçe tüm yorgunluklarınızı unutacaksınız.

2006 VE AKREPLERİ TEMSİL EDEN TAROT KARTI
Yeni yılınızda sizleri en iyi temsil edecek kartınız tarotlarda Azize olacaktır. Sezgilerin yüceliklerine, içten gelecek seslerin isabetliliklerine ve bilhassa gizliliklere dikkatinizi çekmek isteyen bu kartın mesajlarını iyi algılamalısınız. Örneğin bir çok probleminizi kişisel sezgilerinizin sayesinde çözeceksiniz. Aynı zamanda böylesine kalitelerle işlenmiş dostlara sahip oluşunuz bile büyük bir velinimet akrepler, unutmamalısınız. Kibirlik, kendini beğenmişlik, duygusal dengesizlikler ve bilhassa tavsiyeleri dinlememe gibisinden talihsizliklere geçit vermemelisiniz. Sabır, anlayış ve hoşgörülerle bezenin akrepler, manevi karşılıklarını kat be kat alacaksınız.

İSTERSENİZ SENENİZE PANORAMİK BİR BAKIŞ ATALIM AKREPLER
Yeni yılınızda tek başınıza mücadeleler vermek saplantılarından artık vazgeçeceksiniz sevgili akrepler.. Muazzam önem taşıyan başarıların aktörleri olacaksınız ama geçen senelerde vermiş olduğunuz emeklerin karşılıklarını alırken ayaklarınız yerden sakın kesilmesinler.
Hedefleri büyütmelisiniz ve yardımcılarınızı itina ile seçerek onlara olan güvenlerinizi her fırsatta tazelemelisiniz. Olası gecikmelere kendinizi kaptırmadan yolunuza aynı motivasyonlarla devam etmelisiniz. Jüpiter'in nimetlerine Satürn beklenmedik şekilde set çektiğinde nelerin artık eskilerde kalmaları gerektiğini anlayacaksınız. Yıldızlardan bereketlerin yağmur olup yağacakları yeni yılınızın kıymetini bilin akrepler.

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Büyütmek için tıklayınız.
Fotoğraf : İnci Gülay

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.852 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


NİKAH MASASI

O olmadan
Varamıyor
Kara deliğe
Büyük aptes.

Maça da gelmemiş
Bak…

Nihat ÇAPAR

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.betterphoto.com Bu sefer fotoğrafçılıkla ilgili web sayfaları inceledim ve hem resim çekme tekniklerini anlatan yapıları hem de çekilen resimlerin paylaşımına olanak veren paylaşımcılık ruhlarıyla ilgimi çeken örnekler sunmaya çalıştım. İlk örnek satır başında da gördüğünüz gibi betterphoto isimli web sayfası. Özellikle kullanıcılara özel olarak hazırlanmış galeri sayfaları iyi tasarlanmış. ...Most of bigfoto's pics are from amateur photographers who enjoy seeing their images on Internet... Yani http://www.bigfoto.com/ kısayolunu tıklamak ve birbirinden güzel ve indirilebilir resimlerin bulunduğu web sayfasını, mutlaka görülmesi gerekenler listenize eklemek için daha ne desinler. Bir tane de bizden http://www.fotograf.com kısayolundan tamamen Türkçe açıklamaların bulunduğu bir web sayfası var. Yeni başlamış bile olsanız, dijital fotoğrafçılık konusunda bu web sayfasından faydalanabilmeniz mümkün. Kısayolda açılan sayfadaki "dijital fotoğrafçılık" ikonunu tıklıyorsunuz ve bilgilere ulaşıyorsunuz. Son olarak sadece Digital kameralar değil, her türlü elektronik donanımla ilgili bilgileri bulabileceğiniz bir web sayfasını tavsiye ediyorum. http://www.donanimhaber.com/ Başta bilgi teknolojileri olmak üzere bir çok konuda araştırma sonuçlarını yayınlayan bu siteyi ısrarla tavsiye ediyorum.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Opera 8.5 [3.7 MB] Windows Bedava
http://www.opera.com/
Hep duyuyordum ama bir türlü deneyememiştim. Geçenlerde fırsat buldum. Çok iyi düşünülmüş ve dizayn edilmiş bir tarayıcı, eposta programı ve dahası. IE'nin ağırlığından, bazen takılıp kalmasından şikayetçiyseniz, hemen tüm IE özelliklerini taşıyan ama üstüne pekçok kullanışlı özellik ekleyen ve en önemlisi Winodows'u yorup hantallaştırmayan bir alternatif arıyorsanız, hemen yükleyip deneyin. Bana duacı olacaksınız.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051226.asp
ISSN: 1303-8923
26 Aralık 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com