Eğitim Gönüllüleri



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 900

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Ocak 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Mesih ancak bir Türk olabilirdi, oldu da!..


Merhabalar

Dünkü konunun üzerine gideceğimi sananlar yanılıyor. Gün içinde epeyce tartıştık, görüştük. Hatta aralarında "Dinime küfreden bari müslüman olsa" diyebileceğim hakaretler de işittim. Ancak o konu kapalı kapılar ardında yapılacak bir tartışma değil. Gene de en azından konuşulabiliyor olması güzel. Yanlış anlamalara mahal vermemek için tekrar ve son kez yinelemek istiyorum. Ben kurban kesiminin defterden silinmesi gerekir değil, uygarlığın gereği olarak ehil ellere teslim edilip sıradan müslümanı başka kanallara yönlendirmek gerektir diyorum ve dediğimin de arkasında duruyorum.

Dün reyting getiren fotoğraflardan sonra bir başkasını daha köşemde kullanayım istedim. Rahmetli Papa'yla derin istişarelerde bulunan adamın suratında ki ifadeye dikkatinizi çekerim. Kendinden emin, vadedilen topraklara dönecek bir kurtarıcı edası yok mu? Sıradan bir maşadan bir mesih nasıl yaratılır, sanki dersini veriyor. Yoksa deccal mı demeliyiz? Katil askerlikten de yırtmış, vatan sağolsun. Rahşan'a selam olsun.

Dün kızgınlıktan pikaka yeni bir plak koymayı atladım kusura bakmayın. Gelin bugün size hoş bir şarkı çalıp gideyim. Brenda Lee söylüyor, All Alone Am I. Hepinize güzel bir gün diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Suna Keleşoğlu

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


  YENİ YILIN İKİNCİ MESAJI: ÇOCUKLAR ÖLMESİN

OLANLARA ŞAŞIRMA!!! Zamanının çoğu şaşırmakla geçen bir çocuk gibiyim. Bakıyorum ŞAşırıyorum, okuyorum ŞAŞırıyorum, yazıyorum ŞAŞIrıyorum.
Oysa basitce söylemişti bana,
Olanlara ŞAŞIR-ma...

Bir yağmur yağdı o gün. Yağmurda ıslanmak güzeldir.
Ve denize düşen yağmur damlalarını seyretmek apayrı bir sevinç katar yaşama...
Yaşamak olur.
Yaşatmaya yetseydi yağmurun gücü, babasız bir çocuk olmazdı.
Yağmur bir seferde silip geçseydi kirleri, saçlarımızdan akan sularla aklansaydık
Ölmezdik.
Ölüm bir celladın silahında patlamazdı.
Hala şaşkınım.
Okuduğum haberler inancımı , en çok da umudumu kırıyor.
ŞAŞIRTıcı.

Her sabah soğukla beraber bahçemize sığınan kuşlara buğday taneleri atıyoruz.
Kızım "Kuşlar,kuşlar" diye sevinçle camdan izliyor buğday tenelerini yiyen kuşları...
Minik bir serçe, güvercin, hiç tanımadığım bir göçmen kuş, soğukla aç kalmış kuşlar, verdiğimiz yiyeceklere alışıyorlar, en sık gelen misafirlerimiz oluyorlar.
Kuşlar hala bir çocuğu sevindiriyor. Ama bambaşka bir yerde, uzakta hep kalbimin attığı ülkemde ise kuşlar çocuklara ölüm getiriyor.
Aslında suçlu kuşlar değil, ama biz onları seçtik suçlamak için
Fakirlikten ve cahillikten konuşmaya dilimiz varmıyor.
" Mezarı zaten hazır olan " bir kız çocuğunu götürdü kuşlar sekiz yıl önce bu dünyadan göçen annesinin yanına.*
Bize bir iki damla gözyaşı, olur mu yakınmaları ve koca bir yürek acısı bıraktı...

Bugün yağmur bile yoktu.
O yüzden mi söndüremedi yatağında uyuyan bir bebeğin yangınını. Küçücük bedeni nefessiz kalmıştı dumandan, annesi bir başka komşu evinden çayını yudumlarken...
Bir bebeği evde uyutup, yalnız bırakıp çekip gitmenin bir sebebi olmalı.
Bulamıyorum.
Cehaletin bir bebek kurbanı daha oldu. 1,5 yaşında kaç dişi vardır bir bebeğin? Öğlen uykusu, ölüm uykusundadır...**

Biraz serpiştirdi damlalar yüzüme, yağmur mu, gözyaşları mı bilemiyorum.
Ağlamam yağmura dönüştü. Acım beni ezdi, yüreğim eziliyor.
Ya bir çocuk üzerine devrilen televizyonun altında nasıl ezilir?
1,5 yaşındaysa, oynamak istiyorsa ve televizyon sehpası ona en ölümlü oyunu seçmişse...***

İhmal, cehalet, yoksulluk...
Olanlara ŞAŞIRMIyorum. Şaşırtıcı olan hala hayatta kalabilmemiz.
Yağmur hep yağdı.
Ben bugün üç çocuğun anasının yüreğiyle ağladım.
Bugün üç çocuk ölümü gördüm,
Düne dönüyorum, babasız kalan bir kız çocuğunun cümlelerinden güç alıp kendi cümlemi kuruyorum****
"Bugün bulunduğumuz yer, hepimizin sorunu ve sorumluluğudur."

Çocuklar Ölmesin ve Anasız, Babasız Büyümesinler diye...

Çeşitli gazetelerden okuduğum haberlerle
*Kuş Gribi teşhisiyle Van'da tedavi altına alınan Fatma Özcan hayatını kaybetti. Bugüne kadar hiç okula gitmeyen ve sekiz yıl önce annesini kaybetmiş olan Fatma'nın yakınları taa hastalığının başından beri ölümünü bekliyorlarmış.
** Denizli Dokuzkavaklar Mahallesi'ndeki baraka tipi evinde 1,5 yaşındaki kızı Buse Kayacı'yı öğlen uykusuna yatıran anne Fadime Kayacı, komşularına gitti. Bu sırada elektrik kontağından çıktığı sanılan yangın sırasında evde olan Buse dumandan zehirlenerek hayatını kaybetti.
*** Konya'da üzerine televizyon devrilen 1,5 yaşındaki Beytullah Ak kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.
**** Babasının katilinin serbest kalmasından sonra Milliyet gazetesine duygularını yazan Abdi İpekçi'nin kızı Nuket İpekçi İzet'in yazısının sonunda yer alan "Bugün gelinen aşama, bizim, hepimizin fotoğrafıdır. "cümlesinden etkilenilerek yazılmıştır.


SunA.K. Grasse


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Faik Murat Müftüler

 MuratHoca : Faik Murat Müftüler


  BAYRAMLIK

Kendime "Neden?" sorusunu sormaya bayılırım ve tabii ki yanıtları aramaya da. Geride bıraktığımız kurban bayramında bu soruyu yine sordum kendime. Niye mi?

Televizyonda, hangi kanalda olduğunu hatırlamadığım bir programda, bayramla ilgili sokak röportajları yapılıyordu. 12-13 yaşlarında bir oğlan çocuğu, uzatılan mikrofona, "Eski bayramlar daha güzeldi" gibi bir tümce kurdu. Diyelim ki çocuk beş-altı yıl önceki bayramları kastediyordu. Olabilir. Kendi yaşınca hatırlayabileceği bundan öte geçemez zaten. Ama o yıllarda da insanlar eski bayramları anıyorlardı; belki yirmi yıl öncekileri. Ama ben hatırlarım ki yirmi yıl önce de insanlar eski bayramları anıyorlardı. Yani uzun lafın kısası insanlar hep eski bayramları andılar ve gelecek senelerde de bıkmadan usanmadan bunu yapacaklar.

İşte geçen bayram sorduğum "Neden?" sorusu bunun üzerineydi. İnsanlar neden hep eski bayramları yâd ediyorlar? Bazılarının iddia ettiği gibi, bayramların bayram olmaktan çıkması mı bu anmanın gerçek nedeni? Bence değil. İşte bu kalıptan yola çıkarak, toplum olgusunun dayatmalarından birine yumuşak bir geçiş yapmaya çalışacağım.

İnsanlar çocukluklarındaki bayramları anıyorlar. İşin özü bu; ama bunun da bir nedeni var. Bayramın sadece çocukların eğlendiği, harçlık, bayramlık, eğlence, oyuncak, panayır vs. günleri olması değil esas neden. Çocuk çağlarımızdaki bayramlara katılan aile efradının çeşitliliği. Bu çeşitliliği anlatırken büyükanne, büyükbaba, anne, baba, çocuklar, akrabalar ve kuzenler gibi bir sınıflama kullanacağım. Burada önemli olan kişiler anne ve babalar.

Anne-baba evlenir ve ilk çocuklar dünyaya gelir. Büyükanne ve büyükbaba sağdır. Anne-babanın kardeşleri ve kuzenleri de yaklaşık aynı yaşlarda olduğu için, büyük olasılıkla yeni evli ve çocuk sahibidirler. Yeni evli bu çiftler, anne, baba, kardeş, teyze, amca, dayı, hala ve kuzenlerden oluşan akraba kalabalığına, ilave olarak da iş arkadaşları ve komşulardan oluşan büyük bir hısım kitlesine bayram ziyaretlerine giderler. Bu ziyaretler, çocuklukta oynanan evcilik oyunlarının realize edilmiş hali gibidir. "Aman. Gitmezsek çok ayıp olur" gibi bir zorunluluk, "Onlar geçen bayram bize gelmişlerdi" gibi bir borç ödeme, döpiyes veya takım elbise giyme, takıp takıştırma, ilk kez gerçekten ciddiye alınma, adam muamelesi görme gibi şeyler işte. Bu savı biraz daha desteklemek için bir anı sıkıştıralım araya. Parantez içinde yazayım da konudan kopmayalım.

(Bayram veya başka bir vesile ile yakınlarımızla toplandığımız bir gün, kuzenlerimden biri için annem "……… ablan" gibi bir tabir kullanmıştı. Ben de "O nereden ablam oluyor. Benden üç yaş küçük" demiştim -ki gerçekten de öyleydi- Bunun üzerine annem "Olsun. Nikâh büyüklüğü vardır" demişti. Bu sözü daha önce duyan olmuştur. Ben bekârdım, o evliydi ve bir de çocuğu vardı.

Neden böyle bir sınıflamayla yaşamak zorunda olduğumuza ise yanıt bulamadım. Evlenen gençler daha bir iki ay önceki bekâr arkadaşlarıyla daha nadir görüşmeye başlarlar. Kendileri gibi evli insanlardan oluşan bir hısım kitleleri vardır. Eski bekâr dostları evlendikçe bu kitleye katılmaya hak kazanırlar. Akşam oturmaları, haremlik-selamlık sohbetler, çocukların dertleri falan. Örneğin kardeşim evlenmeden önce bayramlarda anne-babamın oturduğu kente gelir ve bu nedenle yaşadığı kentteki evli arkadaşlarını ziyaret etmezdi. Bunun ayıp olacağını da düşünmezdi. Lâkin evlendikten sonra her bayramının bir gününü, eşiyle birlikte iş arkadaşlarına ve komşularına ayırıyor. Gitmezlerse ayıp oluyor.)

Neyse. İşte bu yoğun bayram ziyaretleri, ziyarete iştirak eden tüm bireyler için yadsınamaz bir toplumsal haz verir. Derken çocuklar büyür. Kimi üniversiteye başlar, kimi okulunu bitirip iş hayatına atılır. Evlenirler, askere giderler, anne baba yaşlanır, büyükanne ve büyükbabalar ölür. Çocuklar evden uçunca bayram ziyaretlerinin de o eski tadı kalmaz. Bayramlara tatil gözüyle bakılmaya başlanır.

Peki bu durum ne zamana kadar sürer? Çocuklar evlenip yeni bir büyükanne, büyükbaba, kardeş, hala, dayı, amca, teyze, kuzen kolonisi oluşana kadar. Torunların bu koloniye katılmasıyla yine o eski bayram günlerine dönülmüştür. Ama bu sefer herkes statüsünü bir basamak yukarı taşımıştır. Dolayısıyla yeni bayramlarda anne ve babalar çocuk, büyükanne ve büyükbabalar da anne-baba oldukları zamanlardaki hazzı alamazlar bu yeni bayramlardan. Ama yine de eskisine yakın bir bayram coşkusu sürmektedir. Eğer yaşanılan kentlerin çeşitlenmesiyle akrabaların birçoğundan uzaklaşıldıysa, coşku eskiye göre küçümsenmeyecek ölçüde azalmıştır.

Her sülalede buna benzer beş - on yıllık bir kuşak değişimi boşluğu ve her kuşakta koloninin alt bileşenlerine bölünmesi gibi bir değişim yaşanmaktadır. Tabii bu değişim, alışılmışın dışında süren bayramlar yaratarak, eski bayram alışkanlıklarından ziyade, görüşülemeyen akraba ve dostlara duyulan özlemlere neden olmaktadır.

Tabii ki değişen yaşam koşullarının bayram alışkanlıklarına etkisi de yadsınamaz. En azından, günümüzde insanlar "Gitmezsek çok ayıp olur" zorunluluğunu eskisi kadar önemsemiyorlar. Tatil, eskiye göre daha büyük bir gereksinim ve eskiye göre çok daha kolay ve ekonomik.

Eski bayramları ananlar, belki de yukarıda bahsedilen kuşak değişimi boşluğunda olanlardır veya akrabalık bağlarının alt bileşenlerine bölünerek zayıflamasına üzülenlerdir. Ama onlar da bilmeliler ki Türkiye'de halen o eski bayramları yaşatabilen büyük bir kitle var. Herkes hayatının bir veya birkaç döneminde "Nerede o eski bayramlar" diyecektir mutlaka. Mesela ben Dede ve Babaannemin Denizli'deki evinde yaşanan bayramlara (25-30 yıl öncesine) özlem duyuyorum. Anne - babamın evinde geçirdiğim bu bayram ise az çok o eski bayramlara benziyordu. Yeğenlerim Ceren ve Şebnem de bir gün bu geçtiğimiz bayramı özleyecekler. Ama bu, her geçen yıl bayramların gitgide daha kötü olduğu anlamına gelmeyecek. Çünkü gerçekten de bayramlar öyle abartılacak kadar kötüye gitmiyor. Sadece dedeler ve büyükanneler ölüyor. Tanrı hepsine rahmet eylesin.

Hepinize daha nice mutlu bayramlar.

Faik Murat Müftüler
murathodja@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


EGEDE İKİ CESET

Deniz gibi yalan katılmıştı gözlerinin mavisine. İçine her giren teninin tuzdan yanacağını, zarar göreceğini idrak edemiyordu. Maviye aldanıyordu. ..

En güzel bir nisan akşamı tanıştılar. Ilıkça rüzgarın aşka davetkar olduğu zamanlar. Hani yeşilin en gevrek haliyle maviye fon yaptığı saatler. Bolca işlerden kaytarmak hevesiyle güneşe göz kırpan ilkbahar. Aşkın en gerzek halinde neden ileriyi hesaplasın ki insan? Öylece sevmek dururken. Sadece sevdiler. Maviye aldanarak. Yeşilin yalanıyla. Küçük kayalıklara çarptı bazen sevdaları. Hep görmezden geldiler. Neden değil küçük hasarlar aşkı hasta etmeye diyebilecek kadar cahillerdi o zamanlar. Hayatı gözlük camları ardında gizlenerek tanımakta direttiler. Gözlüklerini doktor yazmamıştı. Şu pazarda satılan, insanı kör edenlerden aldılar. Daha kaliteli bir görüntü için kör olmaya değer sanacak kadar ahmak zamanlarındaydılar. Çok yollar yürüdüler. Yağmurlar, mevsimler, yokuşlar bıraktıklar geride. Tek solukta yaşamak isteyince her bir şeyi; soluksuz kaldılar. En soluk soluğa oldukları anda üstelik. Hızlı yaşadılar. İvmesi yanlış kurgulanmıştı sevdalarının. Bu problemde zamandı formül ize edilecek. Onlar hızı hesapladılar. Yanlış olan cevap değildi de sorunun algılanışıydı belki. Ama kocaman, kırmızı çizik atılmasına neden değildi bu. Taviz kar olmadı hayat! Sorduklarını doğru algılarla istiyordu. Ne öğrettiğini senin algı gücünü hesaba katmadan. Çokça yıllar geçti. Gözlükler buhardan göstermez oldu maviyi. Doktor tavsiyesiz, Pazar işiydi taktıkları çerçeve camları. Hiç çıkartmadılar. Onca yol yürüdükten, yenildikten, tükettikten sonra bile çıkartmadılar. Bir kez taktıklar o gözlükleri. Daha kaliteli bir görüntü için kör olmaya razı olabilecek kadar cesur oldukları an. Şimdi iki acemi ama buzlu cam kadar kirlenmiş çerçeveleriyle şifa için giriyorlar sulara. Hani bir şairin dediği gibi; mavisine değil denizin sade tuzuna. El ele, gözlerinde çerçeveleriyle vaktiyle bertaraf ettikleri küçük dağcıklardan oluşmuş büyük buz dağına çarptılar. Körlerdi, dağıldılar. Birbirlerinin ellerini bırakmamış olsalar bile. Daha kaliteli bir görüntü için taktıkları çerçevenin yalanı sonlarını ve acılarını hazırlamıştı sinsice. Küçük kayalıklara çarptığı miyop sevdaları o an değilse de yıllar sonra bir iç denizde kuruttu aşklarını.
..

Maviye en tehditkar haliyle iki kör aşık cesedi el ele yüzüyor bu gün bile hala Ege’de…

Sarahatun Demir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Atiye Şeker


İZMİR

Hiç geçmez sandığım uzun yıllar
Göz açıp kapayıncaya kadar geçti,
Bu ışıklı şehrin kalabalık sokaklarında.
Geceler kaldı sonra aklımızda.
Deniz kenarında izlerken gelip geçen vapurları
Hep içinde olmak isteyişimiz,
Dolunayda tanrıda sevgi dilenişlerimiz gecelerde.
Geceler kaldı sonra…
Sıcak ,hareketli,
Ama bir o kadar da sakindi.
Geceler boyunca arayışlarımız hiç bitmedi.

Sokaklarda dans ederken bulduk belki de hayatı
Sokaklardaki hayatlar bizi,
Kaderin varlığına inandırdı.
Nefes aldığımı hissediyordum,
Oksijenim kirli deniz kokusuyla karışıktı.

Ne köydü ,ne şehirdi,
Ne erkekti ,ne dişi.
Her haliyle baştan çıkarır,
Uyku tutmazdı geceleri.
Kendi uyumadığından uyutmazdı da kimseyi.
Hayallerim ,ilk göz ağrım,
Kendimi sende aştım.
Gençliğim ,umutlarım,
Orada gömülü anılarım.
Dili olsa anlatırdı,
O'na ben her şeyi anlattım.

Atiye Şeker


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Yücel Haksal


ÖLMEK

Doğduğumuz gün ne kadar bağırırsak o kadar sevinir büyüklerimiz
Nefes aldığımız yaşadığımız doğrulanır bir yerde,
Yaşama merhaba deriz bir anlamda
Farkında olmadan anne babamızın isteği ile dünyaya gelişimiz kutlanır sevinçle
Çoçukluk yıllarımız gecer ama iyi ama kötü,
Kimilerinin çoçukluk yılları unutulmaz anılarla dolu iyi, kimilerimizin anıları da kötü
Yaşananlar yaşayanların içinde kalır ölünceye kadar
Öğrendiklerimiz hep büyüklerimizden dir ya da yaşadıklarımızdan en büyük tecrübe
Yaşamadan bilemez kimse yaşananları bilse bile, ancak yaşarsa sevincini acısını anlar
Erken yaşta henüz yaşacağı göreceği birçok şey varken bu dünyadan göçüp gidenler
Şanslımıdır yoksa şanssızmı diye de düşünür insan
Ölüm duyduğumuzda ufalır ezilir burkulur acır kalplerimiz giden arkasından ve o zaman düşünmeye başlarız kendimizi çoçuklarımızı yakınlarımızı
Tartışırız kavga ederiz güleriz eğleniriz yaşam içinde
Düşünürsek ölümü, boş olduğunu anlarız hepsinin
Yaşamak gerekir günü doyasıya , paylaşmak gerekir yaşamı sevinçle
Yarınlar gec olabilir herzaman
Unutulur geride kalan bir zaman sonra
Ölümdür ayıran insanları dünyadan
Ayrılıklar, kırgınlıklar, acılar hepsi biter bir anda
Bir çok giden memnun ki yerinden ne kadar sene gecsede gelen olmaz geri
Dönüşü olmayan sefere çıkmıştır.
Kalanlar ise üzülür belirli bir süre sonra gecer gider unutulur
Yanan yüreklerde sadece külleri kalır bir iz olarak.
Dedikleri gibi ateş sadece düştüğü yeri yakar.

Ölenlerin anısına....

Yücel Haksal


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ

Betül Ayhan

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


  ESAS KIZDAN REPLİK ÇALDIM

Soğuktu ve yağmur çiseliyordu...

Şehirler arası otobüsün sekiz numaralı koltuğunda, "yanağım bir otobüs camının kelepçesinde" hiç bilmediğim bir şehre doğru yol alıyordum. Bir filmin setinden çalınmış sahneleri oynuyorduk sanki hep birlikte. Başrollerde İbrahim Tatlıses ve Necla Nazır... Masraftan kaçınmamış, bir otobüs dolu figüran tutmuştuk. Ne de olsa mühim olan bizdik, paranın ne önemi vardı. Figüranların kimi sevdiklerine gidenleri canlandırıyordu, kimi sevdiklerini geride bırakanları. Ağdalı arabesk şarkılar çalıyordu yine. VCD o zamanlar icat olmamıştı, otobüslerde video film gösterimi bile moda değildi henüz. İtiraz şansımız olmadan şoförün seçtiği ayrılık ve yalnızlık şarkılarına mahkum, yol boyu susuyorduk hepimiz. Oysa içimizden kimileri hiç de yalnızlığa mahkum değildi. Arada bir şehrini ve senaryosunu çaldığımız yönetmenin şaşkınlığını anımsayıp gülümsüyordum kendi kendime. Olsundu, o nasılsa yenilerini bulurdu kendine. Oysa bizim oynayabileceğimiz tek bir senaryomuz ve tek bir rolümüz vardı.

Yüzümün muhafızı pencerenin yanından hızla evler (ışıkları tek tük yanıyordu), arabalar, otobüsler (içindekiler çoğunlukla uyuyordu ve büyük olasılıkla onlar da arabesk şarkılara mahkumdu), sokak lambaları, bakkallar, marketler, insanlar, kısacası hayatlar geçiyordu. Sanki aslında biz duruyorduk da onlar yanımızdan akıyordu. Ben Filiz Akın'dım, Göksel Arsoy'um çoktan gitmişti. Ve ben yine ve yeniden onu düşünüyordum.

Tüm binaları, arabaları, eşyaları ve canlıları aynı yere taşımaya çalışan bir kasırga gibiydi İstanbul. Tüm umutları, sevinçleri ve hüzünleri aynı yere toplamaya çalışıyordu. Ve ben de kapılmıştım nihayetinde bu kasırgaya. "Orada deniz var" demeselerdi ikna olur muydum bilmiyorum...

Soğuktu ve yağmur çiseliyordu. Rakımca yüksek yerlerden geçerken yağmur damlacıkları kar kristallerine dönüşüyor, havada daireler çizerek bir alçalıp bir yükseliyordu. Bir film şeridi gibi başka zamanlarda ve başka mekanlarda ben'ler akıyordu gözümün önünden. Her biri bir diğerinden farklı görünüyordu gözüme, hepsinin ben olması inanılmaz geliyordu o an için bana. Sanki her biri farklı dünyalarda yaşamış farklı insanlardı. Bu kadar zaman içinde bu kadar değiştiğimi hiç fark etmemiştim.

Mola yerleri her zaman olduğu gibi (hep gece yolculuk ettiğim için olsa gerek) soğuktu. Bir sigara, kısa volta boyları ile şişmiş ve uyuşmuş ayakları kendine getirebilmek için birkaç küçük esneme hareketi sonra acı, tatsız bir çay eşliğinde bir sigara daha ve yolların yarenliğine geri dönüş. Tüm yolculuk boyunca 3 kez tekrarlandı bu seremoni. Ve ben her molada gitmenin, gelmenin, kalmanın, terk etmenin benim için anlamını irdeliyordum cehaletten doğan ukala bir bilgelikle. Herkes kendince filozof değil mi biraz? Ben de kendi hayatımın felsefesini çözmeye çalışıyordum işte.

Gün yavaş yavaş ağarmaya başlamıştı. Akreple yelkovanın dansındaki figürlerden yolculuğun sonunun yaklaştığı fark edilebiliyordu. Ying-Yang'dı hayat sayılı dakikalarda benim için. Umut, sevinç, hüzün, korku, özlem ve şimdi adını hatırlayamadığım onlarca duygu ile ağlamak, gülmek, koşmak, zıplamak, durmak ve yine adını hatırlayamadığım onlarca eylem eşkenar bir çokgenin köşelerinden tutunup sarkıyor, kusursuz bir denge oluşturuyordu. Öyle ki ben asıl hissettiğimin hangisi olduğuna karar veremiyordum. Belki lüks lambalarının ışığında anlatılan bir dağ masalı bitmiş, bir peri masalının bir varmış bir yokmuşları dilleniyordu. Ya da belki huzur dolu uykumdan bir kabusa uyanmak üzereydim.

Soğuktu ve yağmur çiseliyordu. Garipti, ülkenin değişik coğrafyalarında, değişik zamanlarda, değişik iklimlere sahip kentlerin hepsi soğuktu ve hepsinde (rakımca epey yüksek olanlar hariç) yağmur çiseliyordu. Hayal bu ya, belki de soğuk ve yağmur bilmediğim bir dilde yol boyunca önüme serilen kırmızı halı anlamına geliyordu.

Tüm yaşananlar bir filmin setinden çalınmış sahnelerdi sanki. Ben Fatma Girik'dim ve kendimden, beni ben yapanlardan kaçmaya İstanbul olmaya gidiyordum. Eski hısımlarım hasım olmuşcasına uzaktı benden. Eşkenar çokgenin köşelerine tutunmuş duyguların ağırlıkları zaman zaman değişiyor, denge bozuluyordu. Bu zamanların kiminde dudaklarımda garip bir tebessüm beliriyor kiminde ise gözlerim buğulanıp boğazıma bir yumru düğümleniyordu. Yavaş yavaş ağarıyordu gün. Hava-su-toprak uyanıyordu yavaş yavaş. Doğuya yakın yerlerde güne bakanlar çoktan güneşe dönmüştü yüzünü. Oysa ben bu güneşi ilk kez görüyordum. Güneşin, denizin üstünde çırpınan aksi yabancı geliyordu bana.

Sırtımda küçük çantam, bavulsuz, paketsiz, acısız, geçmişsiz yavaş yavaş İstanbul oluyordum yeniden...

Soğuk ve yağmur çiseliyor. Şehrin aydınlığından olsa gerek, yıldızlar görünmüyor geceleri. Sahte ışılar ruhların karanlığını - gerçek karanlığı - gizlemeye yetmiyor. Pencerenin önünden (benim pencerem değil) sürekli arabalar akıyor, gürültü hiç bitmiyor. Sahte ışıklar sadece rollerini iyi oynayanların sahnesini aydınlatıyor.

Soğuk ve yağmur çiseliyor. Keşke bu da bir film seti olsaydı. Ben Türkan Şoray olsaydım, fondaki bir figüran mutluluğun resmini yapsaydı Abidin Dino'ya inat.
Ve yine soğuk olsaydı.
Ve yine yağmur çiseleseydi...
Ve tüm bunlar sadece rol icabı olsaydı...

BeT


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.852 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


GELİRSEN EĞER

Bir tek yaprak düşmüyor yeşil gibi
Ve tek bir gül dönmüyor kırmızıya
Ne eskisi gibi gülüyorum sana,
Ne de şimdiki kadar seviyorum

Sabırdı geleceği yazan geçmişe
Ortada kalan düşleri için bir sığınak aradı hep
Bir de gerçekleri kovmak için,
Bir korkuluk öylesine…

Yoldan geçenler heyecan vermiyor
Sardunya kokusu sarmıyor artık balkonları
Yağmur, ıslatamıyor
Kendini bile…

Sende kalmaktan kaçtım ya yıllarca
Şimdi de "nerde kaldın?" diye çıktım pencerelere
Meğer sen mağrur,
Çaresiz
Ve sebepsizce
Bekliyormuşsun yolun köşesinde

Seneler önce "kal" diyemediğim gibi
"gel" de diyemem şimdi sana
Ama sen gelirsen eğer...

Saçlarının her köşesine diktiğim hasretimi koparır
Balkondaki sardunya saksılarına dikerim

İşte o zaman balkonlar
Hep "sen sen" kokar...

Öykü Özü

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Faik Murat Müftüler

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Uzay bilimlerine meraklı olanlar için güncel resim kareleri bulabileceğiniz bir web sayfası ve tabiki NASA kaynaklı. http://antwrp.gsfc.nasa.gov/apod/astropix.html kısa yolunda her gun yenilenen astronomi resimlerini bulacaksınız.

E-mail adresi olan sevdiklerinize ve dostlarınıza e-kart göndermek için alternatif bir site http://www.kendinciz.com/galeri/ Siz e-kart'ınızı hazırlıyorsunuz, o sizin için animasyonlu hale getiriyor. Göndereceğiniz kişinin e-posta adresini yazıp gönderiyorsunuz. Kart'ınızın nasıl görüneceğini merak edenlere izle diye bir seçenek bile koymuşlar.

Satın almak, satmak, paylaşmak ya da acaba neler var diye araştırmak isteyenlere hoş bir kaynak daha http://www.metroliste.com/Liste.jsp bu sayfada bir çok farklı il için seçenekleriniz var ama; ben bu kısa yolda sadece İstanbul için olanı sizinle paylaşıyorum. Siz sağ taraftakı il isimlerinden size uygun olanı seçin ve incelemeye başlayın.

Beni tanıyanlar ne kadar çok flash animasyon meraklısı olduğumu bilir. yine dayanamadım ve işte veriyorum. http://www.secretspy.net kısa yolunda Türkçe flash animasyon çalışmalarından bazı örnekler göreceksiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Picasa 2.0 [3,54 MB] Windows 2000/XP Free
http://picasa.google.com/
Google alıp başını gidiyor. Bilgisayarınızda resimlerle uğraşmayı seviyorsanız mutlaka kullanmanız gereken mükemmel bir resim organizasyon programı. Bir kere tüm bilgisayarı taratıyorsunuz iş bitiyor. Ondan sonra yaptıklarına sadece şaşırıyorsunuz. Edit etmekten, belli ebatlara getirip email olarak yollamaktan tutun, google üzerinde açacağınız blog'a yerleştirmeye kadar herşeyi yapıyor. Hala bu türde bir programınız yoksa mutlaka ama mutlaka yükleyip kullanın. Bunu kullanacakların birer gmail hesabı olmasında yarar var. Nasıl alacağınızı bilmiyorsanız bana bir eposta yollamanız yeterli.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060117.asp
ISSN: 1303-8923
17 Ocak 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com