Eğitim Gönüllüleri



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 910

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 31 Ocak 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : İşler yoğun bu aralar!..


Merhabalar,

Aman Allah nazardan saklasın işler yoğun şu sıralarda. O nedenle sizleri biraz ihmal edersem kusura bakmayın olur mu?. Ben size epeyce tanıdık bir şarkıyı 40 yıl öncesinden getirip pikaba koyayım, siz dinleyin ben de gideyim. Alexandre Winter söylüyor, Oh Lady Mary. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


DÜRT AYDINI

Gazeteler de başlık: Kürt aydını. Bu da “ne?” demek, şimdi.

“Kürt aydını, Laz aydını, Çerkez aydını v.s. aydını” diye mi aydınları ayırt edeceğiz? E, bizim aydınımıza “ne?” oldu. Gel çık şimdi işin içinden.
“Bir deli bir kuyuya bir taş atmış, yüz akıllı çıkaramamış.” Gündemi değiştirme virajlarından başımız döndü eh ya!
Aydın, tümcesinin kelime karşılığını “imla kılavuzlarımız”, “ Öğrenim görmüş, görgülü kimse” olarak açıklar.
Ülkemizde öğrenim görmüş, cehaletten kurtulmuş ve ülkenin kaderini tayin eden politikacısı, sanatçısı, gazetecisi, iş adamı var… Aydın gurubundakiler, Allah için görgülü de. Yani alt yapıları sağlam. Aileden hatta “sin sülâleden” görgüyle donanımlı. Fakat, “aymıyorlar”, ( Kendine gelmek, dalgınlıktan kurtulmak, ayılmak.) bir türlü! Sebep?
Sebep çoook…

Gazetelerde boy gösterme şansına ve hakkına sahip bir aydın, Türkiye üzerine ahkam kesiyor. Donanımlı ya!
“Hadi canım sende!” demek istiyoruz.
Diyoruz da; ama adam ve aydın statüsündeki kişi; iç basın yetmedi dış basına beyanat üstüne beyanat veriyor. “Meğer şu bizim tanıdık aydın da, ne inciler varmış ta, haberimiz anca oldu…” diyoruz.
Ermeni soykırımı üstüne “tez” yazanlar mı, “Biz Ermenileri kestik, biçtik…”diyenler mi (?) aramadığınız kadar çok.
Bir adam,(..ki bu şahsiyet ve şahsiyetler aydının kelime anlamına uygun yaşamış, yaşar.) ekmeğini yediği, havasını ciğerlerine gönderdiği, vatanı bildiği, barındığı ve bu ülke sayesinde ününe ün kattığı ülkemizi kötüler, ardından da, “bunlar gerçek”ler; der, hayıflanmadan.
Aydın bu mu demek?
“Yahu!... bu ülkede bu kadar mı aydın var?” diye soran olur mutlaka.
Adamlar, yani sözüm ona aydın adam, düpedüz, külliyen... yalan söylüyor.
Aklına geleni konuşuyor ve alt yapısının da abartıldığı kadar sağlam olmadığını ispatlıyor. Tarih bilgisinden yoksun(!) veyahut; delâlet içinde.

Bir anlamda da “Aydın”, hayatın diyalektiğini iyi bilen, yetiştiği ülke insanına bildiklerini aktaran, ülkesine, ülkesinin yaşayan insanına sorumlu ve ülkesinin itibarını düşünen kişidir bana ve de düşünen tüm insanlara göre.

Şükürler olsun ki, salt birkaç aydın yok bu ülkede. Bunun için de tüm aydınlara, öbür aymaz aydınları; aydınlatmak, “aymalarını” sağlamak düşüyor…
Burada kim kimi dürter…
Biz bizi… tabii..
Bu vaziyette, ardışık bir aydınlar ordusu yaratılır mı acaba?
Olur mu(?) olur..
Ama olsun... ve ülkem bu aydın kisvesine bürünmüş bu muhteremlere; öteki aydınlarıyla cevap versin…
Emtia gerçek aydınlarda… geleceğimiz aydınlık yarınlarımızda…

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


ANKARA! YORGUNLUĞUMUN YAŞAMAK GİBİ BİR ANLAMI VAR

Şimdi kelimelerden cümle kurma becerim kaldı mı bilmiyorum. Bilmeden, sorguladığım çok yol varmış aslında. Ve anladım ki; Benim ilke diye sahiplenip arkasında durduklarım kaçamadığım korkularımmış.

Kağıtlar dolusu heybelerim var içinde sadece senin adını yazabileceğim kadar, adına harf dedikleri o oklardan. Ben yine bu karlı, şeffaf Ankara gecesinde adın yazayım o heybeden. Birazdan şarkımızı açayım. Önce burkulsun içim. Saate bakayım… Sonra belki (eğer korkmadan mutfağa gidebilirsem) bir kahve alayım kendime. Bu yazıya da adını armağan ekleyeyim. Sen yine orada kal. Ülkeler arası bir uzaklıkta mesafeler dursun gözlerimin görünmez gecesinde. Ve elimi uzattığımda fikrinin hoyratlığı itelesin despot sevdanı…

“Anlatılmak istenenler eğer çoksa susmak daha iyi…” diyor şair? Ben merak ediyorum. Bu susuş, bu bilmezlik daha nelere gebe?cevabı şairden almaya niyetlensem öleli uzun yıllar olmuş diyor tarihler. Ben doğmamışım ki daha öldüğünde... Ama onunla büyüdüğümü biliyorum. Adına harf dedikleri o oklardan ,yani benim oklarımdan onun heybesinde de varmış biliyor musun? Hatta, belki bana miras bırakmıştır heybenin içindekileri.

Ankara çok güzel şimdi. Görmelisin aslında. Yollarında saflık değil, bir sevda geziniyor. Kar nasıl da yakışıyor bu şehre. Buzlar, buzullar ya donduruyor bir sevdanın iç ısısını yada öz ısısını kamçılıyor inatlaşıp haylazca…

Ben bir yazı daha yazdım. Öylesine... Heybemde hiç değişmedi harfler. İçinden çıkarıp yan yana koyduğumda tek anlamlı olan senin adın. Gerisi fasarya…

Şimdi ezan okunur yine. Bir tanrısal şükür çekerim nefes dolusu. Yollar buzlu. Sen çıkma yola. Gelemeyeceksin ne de olsa. Bir vesile vardırmak istediklerin kayıp düşer her patikada... Uzak olmak uzun olmakmış. Yeni anladım. Ve biliyorum ki şimdi, ilke edinmek hayatın amacı değilmiş. Bir sahte sığınış aslında. Mülteci acılar kardan artık Ankara da.

Benim heybemdeki tek anlamlı sözcük senin adın. Bu satırların ilk mısraları devredilmiş bir günden armağan artık. Ve kulağımda tanrısal huzur varken ben uykuya secde kılacağım birazdan.

Bir yazı daha bitti. Olsun.. avluda bekleyenler çok. Ben heybemdeki diviti kırılmış sınırlı harflerimle adını getirdim yan yana. Ve aslında heybeden çıkan tek anlamlı sözcükte adındı nasıl olsa. Bu yazı Ankara’nın bir ocak şafağında armağan olsun sana. Çok da umursama. Oku öylesine. Sadece oku..

Bu şehre bir başka yağıyor kar. Ve haritada sadece ülkemin değil, benim sevdamın da başkentidir bu kar.

ANKARA!

Heybemden seni çıkardı yine. Sen umursama! Sadece oku. Öylesine. Hiç bilmiyormuş gibi. Anlamsızca oku ve anlamsız diye zaten, anlamda verme ne dendiğine.

Ankara!

Sana yeni yetme bir çocuğa yakıştığı gibi yakışıyor bu kar.

Annenin bebeğini emzirmesi gibi mistisizm oluyor iklimin…

Heybemde senin adınmış saklı duran. Ve aslında içinden çıkan tek anlamlı sözcük de senin yaşattıklarınmış.

ANKARA!

Beyazlara büründüğün bu şafakta çok yorgunum fikrimin ve sevdamın heybeler dolusu ağırlığından.

Çünkü benim sevda yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var…


Sarahatun Demir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

  Kahveci : Hüseyin Enes Öncel


Ağlamam Daha

ölmek hiç bu kadar güzel olmamıştı
sakallarımın arasından çocukluğum gülümsüyor
yarım kalan her şey tamamlanıyor
bir de bu sevda ateşi yürekte duruyor
hala ve bazen güneş açıyor

bir yol çizilmiş olsa gerek adımlarıma
kavruluyor ve dinmiyor ızdırabı insanlığımın
beden dediğin hep yaşlanıyor
alabildiğine mavi deniz
ben susunca o da susuyor
zihnime karmaşık haller kelepçeleniyor
unutmak böyle zor olmamalı
bir delilik yapmama ramak kaldı
cesur yanlarımın kırılganlığı da senden armağan
ufaldıkça büyüyor kendi bulmacam
hep nerdesin diye soruyorum
gözyaşım hiç böyle sel olmamıştı
bu ziyan aklıma bir ışık düşür
yoksa bu akıl kendine yanlış bir ışık bulur
dar sokaklarda saklambaç oynarken kaybolur
öylesine gelmedim ben sana
bir sürü ümidim vardı
ve hepsini yitirdim kapında
aç açabileceğin kapılarını bana
şımarmam inan ve artık söz ağlamam
bak artık şarkı söylemek de yetmiyor
kimse kimseyi gerçekten sevmiyor
gerçekten sevdim ben seni
bu satırları sana dizen serseri
kendini hor görülmüş bir gecede büyüttü
damarındaki kan için söyle
kalbin olayım söyle
neden hep aldanıyor aklım sen gibisine
inan olsun bir daha geçmez bu gemi bu limandan
yitirildi ne varsa senden alınan
ruhumu doyuracak birkaç hicran bırak bari
belki bu serseri sağ çıkamaz attığın karanlıklardan
''ENESRİN''

H.Enes Öncel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Reyhan Yıldırım


ÇÖLDE ÇIĞLIK ÇIĞLIK! Bir sergi adıydı. Bütün bunlarla başa çıkabilecek kadar büyümedim daha. Ancak, benden başka kim gidebilir. Onu en çok tanıyan benim. Onu en uzun ben izleyebilirim. Sergideki resimleri kardeşim gibi şizofren hastalar yapmış. İçlerinde ne var, ne yoksa, kağıtlara dökmüşler. Peşlerinden gelebilecek olana yol göstermeyi amaçlayan şeyler. Herbiri bir yakarı! Salonun ortasında durup baktım duvarlara. Onlarca mırıltı ve hıçkırık doldu kulaklarıma... Bu günden yarına başka bir şey olmaya savaş açan insan bilincinin kurgusu yansıyor duvarlardan. Keşke başlamak için önüne dikilebileceğim bir yer olsa... Galeri geniş, ciddi ve ıssız. Ben dolaştıkça artan fısıltılara karışan bir müzik sesi; opera : Acılı ezgisine eşlik eden güfte üzgün bir insanı anlatıyor olmalı.

Kumsalda bembeyaz zambaklar açmıştı. Terkedilmiş deniz kabukları, mazota bulanmış tahta parçaları ve unutulmuş havlular vardı. Yazdan geriye kalmışlar. Böyle bir görüntü insana güçlü bir hüzün duygusu veriyor. Arkada bırakılanlardan olmak, hep zor gelmiştir bana.

Bizim kasabanın yüzü denize dönüktür. Devamlı rüzgar alır. O gün oldukça sert esiyordu yine. Giyisilerimiz bedenimize dolanıyor, yürüyüşümüzü engelliyordu. Buna rağmen, kasabanın içinden geçerek, denizle buluşan iki gür suyun arasında sıkışıp kalmış, yarım adaya kadar gittik kardeşimle.

Çiçek tarhları etrafına döşemek üzere taş toplamamızı istemişti annem. Kerem'le, aşınıp yuvarlacık olmuş beyaz taşların izini sürdük. Annemin sitemleri nihayet bitecekti. Konuşmuyor, torbaları doldurmak için acele ediyorduk. İlk kez orada, "Abla, nasıl yapabilmişler ki?", dedi bana, "Nehirleri civa ile doldurmuşlar." Gökyüzü gümüş bir tepsi. Nehirlerin rengi de değişmiş tabii. Civayı andırmıyor değil, diye düşündüm içimden, iyi benzetme! Kerem, o aralar kafasını üniversite sınavlarına takmış, harıl harıl ders çalışıyordu. "Kimya ile fazla uğraştın sen.", diye takıldım, oralı olmadı. Gözleri, soldaki nehrin ilerisinde, alçak bir tepenin ucunda duran fenerdeydi. Başı belirli bir sesi dinlermiş gibi ileri uzanmış... Şimdi garip gelmedi desem, yalan olacak. Fakat ben her şeyi abartırım. Tuttum kendimi.

Çok geçmeden garip şeyler söylediği dikkatimi çekti: "Yağmur yağsın... hangi evin yağmala... yığma yığma sıcak oluyo...yanıktı ben yapmadım ama...gül öldürecek..." Nasıl, neden demeye kalmadan toparlandığı için "stresten" sandım. Gözlerine yerleşen şaşkınlık onu ele verseydi ya. Vermedi. Hiçbirimiz sorunu olabileceğini düşünmüyor, bir hastalık ihtimali üstünde durmuyorduk. Oysa ki, beyninin ön bölümünde, sinir hücrelerinin etkileşim yetisini azaltan kimi sıvıların azalması nedeniyle, susuz kalan çiçekler gibi bükülmekteymiş boynu kardeşciğimin. İşte şimdi, doktor anlatınca, kavrayabiliyoruz durumun önemini.

Kardeşim doğduğunda ben kendim de bebektim. Ailede onu ilk benimseyen kişi olduğum söylenir. Şaşırtıcı mı? Değil. Kerem'i oyuncak bebeklerime benzetmişimdir. Sırlarımızı bilirdik. Suçlarımızı örtbas eder, birlikte oyunlar çevirir, çok da eğlenirdik.

Cin gibi bir çocuktu. Beş yaşına girene kadar saçları horoz ibiği gibi dimdik duruyordu tepesinde, üstelik saçı kadar inatçı. Tutturdu mu, dediğini yapmadan kurtulamazsınız. İstediği olmayacak bir şeyse de çok mantıklı açıklayacaksınız. Süt beyaz teni, ışıklı kum rengi gözleri olan, güzel bir oğlandı. Fiziksel olarak eni konu naif. Öyle çok şeye ilgi duyuyordu ki, kızlar hep sonradan geldi onun için. Belki de bu yüzden lisede son derece popülerleşti. En büyük sevgilisi annemdi. Ben arkadaşıydım. Anneme gösterdiği özen, ona karşı nerdeyse "erkek"çe tutumu annemi de mest ederdi. Bir gün okuldan geldiğimizde annemin misafirlerine rastlamıştık bahçede. Hanımlar yanlarında kalmıyor diye sitem edince, biraz takıldı bizlere. Gülüşü çekici, ifadesi yumuşak, gözlerinde zeki pırıltılar oynaşıyor. Nabza göre şerbet vermeyi de iyi bilir. Onların da hoşuna gitti. Şeytan tüyü işte. Anneme takıldı gözlerim; dikkatle izliyor herkesi. Yüzünde gurur, haz ve kıskançlık yan yana duruyor... Tetikte bir duruş bu. İçlerinden biri "Çok şanslısın Zeliha'nım" deyince sırıttı, tutkuyla baktı oğluna :"Yaptığım en güzel şey!" Bu, nasıl büyük bir aşktı. Kerem güzel umutlara vesile. O günün üzerinden çok geçmemişti ki, gün ortası, beklenmedik, yürek parçalayan bir çığlık attı, ele verdi kendini. Gerekçeleri; yamulan ev, ağzından alev saçarak üzerine yürüyen yılan, ona emirler veren Cebrail ve eriyen kemikleriydi. "Her yerimi acıtı...pembe kasap eti verdi... pelerini örtünce..." diyerek söylenmeye koyuldu.

O gün bugündür bir orman yangınının izini sürdük. Hergün daha çok hücre, hem de hızla öldü beyninde. Hiçliğin her şeyden çok olduğunu görerek onu deşifre edebilme telaşına düştük. Ne var ki önden koşuyordu. Yetişemiyorduk. Alevlerin ardı sıra, sağa sola kaçışan anılara çarpıp yalpalayarak "geri dön" deyişimizi duyurabilecek kadar yakınına sokulma çabamız boşa gitti. Biraz toplarsa kendini, ilaçları içmemeyi seçti. Yeniden hastalandı.

- "Beyinde iletişim elektrik akımlarıyla sağlanıyor. İletken görevi yapan bazı sıvılar var. Bu sıvıların seviyeleri istendiği kadar değilse aksilikler başlıyor. Sinir hücreleri beslenmeyerek işlevlerini yitiriyorlar. Bu sakatlanma bir zaman sonra davranışlara yansıyor. Karışık anlatmıyorum değil mi?"

- "Yok, karışık değil. Filmde, hala sağlıklı olan kısımlar mavi mi demiştiniz?", diye sordu ağabeyim. Sesindeki kaygıyı elle tuttuk. "Fazla görünmüyorlar." Annemin yüzündeki o ifade ne? Hayalkırıklığı? Tiksinme? Kızgınlık? Üzgünüm anne. Bence yarattığın en güzel şey…

- "Maalesef öyle. Bazı hastalarda alevlenmeler yoğun olur ve hastalanan bölge hızlı genişler, filmdeki temsili renk de pembeleşir. Aslında, kardeşinizin yaşında sık görülen bir durum değildir. Fakat olabiliyor. Herşeyi açıklayamıyoruz."

Doktorun muhayenesindeki, beyaz ışıkların altında üşüyen odaya tahammülüm giderek azalıyordu. Gafil avlanmış bir hayvan gibi paralelize olduğumu hissediyordum. Elimde, ayağımda bir boşalma. Gelip boğazıma oturan derin sıkıntı yüzünden ne anneme, ne abime bakabiliyordum artık. Kerem'i ise görmek bile istemiyordum. Kardeşimin beyninde hücreler öldükçe, yaşamın derinlere kaçtığını bilmez olur muyum? Onu en iyi ben tanırım. Beklenmedik fırtınalarını yaşadım. Gerçeklikten uzaklaşıp, yıldızlara yaklaştığını söylemek az bile. Bilmediğim bir uzamda yolculuğa çıktı.

Film üzerindeki lekelerden bunun bir beyin olduğunu anlıyordum. Fakat o kıvrımlar, o ıssızlık, Kerem'in gözlerinde büyüyen panik… An be an kaybolan bilinci yüzünden tam bir yabancıyım ona. Bazen korkuyor benden. Bazen düşmanı sayıyor. Bazen -hiç bilmediğim- bir canavar olduğuma hükmediyor. Durulduğunda öyle mahzun ki… Göz alabildiğine boş, kum arazilerde hüzünle batıyor gün. Beni alımladığı zamanlar da var, yine de korku dolu. Ona kızıyor muyum? Seviyor muyum? Hala benim biricik kardeşim, sırdaşım, arkadaşım mı acaba? Kötü şeyler yapıyor. Gözleri çocuk adeta. Küskünlüğün sınırında gezdiğini hissediyorum. Elini tutup çeken o öbür dünya, bir kum bacası gibi tehditkar ve benden çok daha güçlü. Bilinmeyen öyle çok şey var ki. Gitme demenin faydası olmayacak. Görüyorum.

- "Çöl gibi. " Fısıltımı izleyen gözleri görmemek için önüme bakıyorum.

- "Haklısınız galiba, diyor doktor. Hücreler sakatlanır ve geriye hiçlik kalır. Çöl gibi, asıl yaşam kumların altındadır. Görmezsiniz. Gördüklerinizi de sevmeyebilirsiniz. Frontal lobta oluşan arazlarda ruhsal bozuklukların ve kişilik değişikliklerinin görülmesi karakteristik sayılır. Kardeşiniz hakkındaki teşhisimiz de bu bölgeyle ilintili. Şuraya, başın önüne, alın kısmına denk gelir. Gerçeklikle kurulan ilişki etkilenir. Biliyorsunuzdur, beyin çalışırken bir telefon santrali gibi davranır. Sinir lifleri bilgi ve emirleri taşıyan tellerdir diyelim. Binlerce bağlantı merkezi gerektirir. İletişim kesildiğinde ise sanrılar vb. mantık yürüten beyin, tık deyip kapanır adeta. Aslında yürütülen bir mantık vardır ama bu dünyada geçerli olamaz."

- "Çöl..., dedi Kerem, Çökelelik, çölek, çöküştük...Tüh, tüh. Çölmişik."

Elini tutmak için uzandım, çekti hemen. Teni beyaz bir zambak gibi ve nerdeyse saydam. Gözleri terkedilmiş bir kent, usulca yığılıyor kumlar üst üste. Bir kum saatinin terkisindeyiz. Geçip gidecek zamanın anlamı yok, izin verecek gibi değil zihnine girmeme. "Çölmişik, dedim. Çöküştük birlikte." Kısa bir an için eski Kerem'di sanki, ayıldı mı? "Sen mi geldin?" Soru havaya asıldı. Bir an sonra da bakışlarındaki kumlar kucağına döküldü. Fısıltısı duvarlara çarpıp bana dönüyordu: "Çetik veriri...çekil ... çölmişik, çölmiş.... Çöl demiş..

Reyhan Yıldırım


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard


  DÜNYA DÖNÜYOR -2-

Bay ve Bayan CRUZET

İkinci kez geldiklerinde beni aydınlatacak her türlü bilgiyi toparlayıp, gezilerinin ücretini de hesaplamıştım. Hiç itiraz etmeden ödemeyi derhal kabul ettiler. Pasaportlarını, evlilik cüzdanlarını bana bırakıp gittiler. Nereye gideceklerini benden başka hiç kimsenin bilmediği bu insanların 76 ve 80 yaşında olduklarını öğrendim.

Günler geçtikçe onların seyahatlerini gerçekten kendiminmiş gibi benimsemeye başladim.. Üzerinde titizlikle çalıştığım bu dünya gezisinin diğerlerinden çok farklı olduğunu hissediyor, arılar gibi çalışıyordum. Zevklerini daha iyi tanıyabilmek amacı ile onlara bir de anket defteri hazırlayıp yolladim. Son derece hayat dolu olan bu insanların anket cevapları da çok umurlu ve ilginçti. Her ikisinin de biribirlerine yakın ve zıt taraflarını araştirdim. Gezi programının dengesini özellikle birlikte zevk alacakları detaylara dikkat ederek çok ince hesapladim. Zaman zaman da kişisel zevklerine ağırlık vererek özel dakikalar da yaratmaya çalıştım.

Yolculuğun programını bir sır gibi herkesden saklıyor, büyüsü bozulmasın diye üstüne titriyordum. Zaman zaman da bu gerçekten benim gezim olsaydı bu kadar titizlik gösterir miydim diye kendime soruyordum. Teknik hazırlıklar bitince yolculuğun gizemini arttıracak bir süpriz daha ekledim. Her şeyi hava alanında öğrenemiyeceklerdi. Gezecekleri on bir ayrı memleket için birer zarf hazırladim. Her birinin içine gidecekleri yerin biletlerini ve gereken kağıtlarını yerleştirdim. Zarfların üzerine de açacakları tarihleri yazdim. Zarfların hepsini küçük güzel bir sepete yerleştirdim. Artık ben de bir an evvel gitmeleri için sabırsızlanıyordum.

Zaman çabuk geçiyor demiştim ya, nihayet büyük gün geldi. Elimde etrafi minik mor menekselerle süslenmiş sepetle hava alanındaki restorana girdim. CRUZET' ler beni görünce yerlerinden fırladılar. Uçaklarının kalkmasına dört saat vardı ve hala nereye gideceklerini bilmiyorlardı. Sepeti büyük bir hazla Bayan Cruzet'ye uzattım. Her ikisinin de seviçten gözleri buğulanmıştı. Teşekkür etmek için beni operken Bay Cruzet'in göz yaşları yanağımı ıslattı. Sampanya şişesi patlarken Bayan Cruzet birinci zarfı açıp avazı çıktığı kadar bağırarak :
- "Brezilya' ya gidiyoruz" diye bağırdı.
Onlarla gümrük kapısında vedalaşıp ayrılırken arkalarından uzun bir müddet bakakaldim.

Tekrar büroya dönerken içimi bir boşluk kapladı. Kaç ay olmüştü ben bu seyahatin hayal ile yaşıyordum. Artık takip etme devresine girmiştim.Elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi o kadar mahsundum ki kendi kendimi teselli edercesine :
"Ben artık bu gezinin nöbetçisi olacağım. Onlar dünyayı dolaşırken, zarfların her birini açtıklarında onların heyecanlarını uzaktan hissedeceğim. Oturduğum yerden onlarla beraber geziyor olacağım" dedim.

Zaman çabuk geçiyor demiştik ya… Cruzet'ler hiç sorunsuz, sanki bin yıllık gezginler gibi beşinci zarflarını da açıp, Paskalya adalarına geçip Tahiti vardılar. Bu arada ben de Hindistan gezisine gittim. Ama aklım hep onlardaydı.Her gün sabah akşam internetten onların dosya ve mesajlarını izliyordum..Her zarfın süresi dolunca bana teşekkür mesajı yolluyorlar, çok mutlu olduklarını iletiyorlardı.

Hindistan'dan dönüşte bir sabah yine acenta'da yalnızdim. Fazla iş de olmadığı için yazı yazıyordum. (Büyümüş ile Küçülmüşün 2. bölümü). Ekrana yeni bir mesaj geldi. Mesajda
Cruzet'leri Avusturalya'ya götürecek uçaktaki yerlerin yolcuları gelmediğinden son dakikada iptal olduğunu bildiriliyor.
"Eyvah her şey yerinden oynayacak" diyerek telefona sarıldım. Tahiti'de gece yarısı olmasına aldırmadan kaldıkları oteli aradim.
Otelin nöbetçisi olacak kişi bana sadece :
"Madam Cruzet kaybolduğu için gidemediler. Biraz sonra konu ile ilgili komiser bey sizi arayacak " diyerek telefonu kapattı.
O küçücük Morea adasında bu kadın nasıl kaybolabilir? Bir türlü aklım almıyor.

Zaman durmuştu derler ya, beklemekten başka ne yapabilirdim. Sabrımın taştığı bir anda dayanamayıp adadaki komiserliğin telefonunu bulup aradim.
Alabildiğim tek cevap bayan Cruzet'in denizde kaybolduğu ve henüz bulunamadığı oldu. Beni arayıp bilgi vereceklerine söz verdiler. Ayrıca şimdilik ailesine bildirmememi istediler.
Aradan iki saat geçmemişti ki komiser aradı:
"Bayan Cruzet bulundu" deyince dünyalar sanki benim olmuştu. Komiser :
"Şimdi de bay Cruzet'yi arıyoruz " diye ilave etti.
Dilim tutulur gibi oldu. Ve Komiser :
" Bulunsa bile artık yaşamından ümidimizi kestik" deyince, hemen :
"Bayan Cruzet nerede?" diye sordum.
"Onu morga yerleştirdik, otopsi yapılacak" dedi. Ve "Sizi beş on dakika sonra tekrar arayacağım" diyerek telefonu yüzüme kapattı.

Tekrar aradığında Mr Cruzet'in de ölü bulunduğunu, rapor hazırladığını, bitince bana faksla bir kopya yollayacağına söz verdi. Bir kaç saat sonra da faks elime geçti.

Bilirkişi raporuna göre, otele gelen bir motorla anlaşıp karşıdaki minicik bir adaya gitmişlerdi. Motor sahibi onları orada bırakarak iki saat sonra gelip alacağını söylemişti. Tekrar adaya döndüğünde onları bulamamış ve tekrar otele dönmüştü. Otelde olmadıklarını öğrenince birkaç kez daha adaya gidip gelmişti. 3. kez gidişinde adanın arka sahilinde arama yapılmış, kumların üzerinde Bayan Cruzet'in sandaletinin teki bulunmuştu. Büyük bir ihtimalle sandaletin diğer teki denizde akıntıya kapılarak ilerlemiş, sandaletini yakalamak için denizde ilerleyen Bayan Cruzet'yi de akıntı sürüklemeye başlayınca, Bay Cruzet karısını kurtarmak için arkasından gitmişti. Ailesine ölüm haberleri verilmişti.

Kulaklarımda Bayan Cruzet'in sesi çınlıyordu.
" Hiç boşluk kalmasın, devamlı hareket halinde olalım. "
O küçücük adada, altı saat uçak beklemeleri için bıraktiğim mecburi bir boşluğu doldurmaya çalışmışlardı … Denizdeki akıntı onları benden alıp artık bir başka yolculuğa götürmüştü.

Bilgisayarıma son kez Cruzet yazıp, rezervasyon dosyalarını ekrana çağırdım. İçim burkularak geri kalan uçak rezervasyonlarını bir müddet seyrettim.
Parmağımı iptal düğmesine değdirdim ama basmaya gücüm yetmedi.. Buz gibi vücudum sanki ruhumu taşımak istemiyordu.
Yerimden zorla kalkıp, ışıkları söndürüp kapıyı kitledim. Sıra kepengi indirmeye gelince, saygı duruşuna geçer gibi kafamı öne eğip durdum, titreyen parlaklarımla anahtarı çevirdim. Kepenk tangur tungur aşağıya inerken göz yaşlarım da damla damla ayakkabılarımı ıslatıyordu.

Bitti

Banu Kurtis Chouard
PARİS


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Bu hafta enerjik atılımları temsil eden Merkür burçlarınıza misafir olacak. Heyecan verici projelere yöneleceğiniz yeni haftanızda aşırı aceleci olmamaya dikkat edin... Hedeflediğiniz başarılara ulaşabilmeniz için sizleri frenleyen birtakım alışkanlıklardan vazgeçmelisiniz..

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Yeni haftanızın sloganı gayet basit boğalar. Hayatta herşey yok olabilir ama içimizdeki manevi hazine asla bizi terketmez.. Karşılaşacağınız birtakım engel ve hayal kırıklıklarına rağmen kendinize olan güveninizden asla feragat etmeyin. Kararınızı vererek dik yamaçlardan sembolik uçuşlara kendinizi salıverin boğalar..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Kendinizi gayet iyi tanıdığınız için ve bazılarının etkisi altında kalmanın anlamsızlığını bildiğiniz için sizleri kullanmaya niyetlenen fırsatçılara hak ettikleri cevabı vereceğiniz günlerdesiniz ikizler. İsyankâr ikizler etiketinden çekinmeden açıkça tavır koyacağınız haftanızda yeniliklere hazırlıklı olun..

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Gönüllerin sıcacık olacakları yeni haftanızda duyguları dolu dolu yaşamaya bakın yengeçler.. Sosyo- profesyonel angajmanlarınızda ise ihtiyatlı davranmalısınız. Geçmişten miras pürüzlere takılı kalmayın ve kesinlikle reformist kararların aktörleri olun. Haftanızın sihirli anahtarı elinizde sakın unutmayın yengeçler..

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Yeni haftanız içerisinde olaylara ve insanlara bir adım geri çekilerek bakmayı denemelisiniz aslanlar.. Egolarınızın tuzaklarına düşmemeye bilhassa ihtimam gösterin yoksa bulunduğunuz ortamlarda tansiyonların aniden yükseleceklerinden emin olabilirsiniz..

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Mütevazi bir yaşamın ihtiva ettiği renklerin sınırlı oluşları elbette bir kişisel seçimdir. Fakat yeni haftanızın getirmekte olduğu şanslara tereddütsüz evet demeli ve gereken enerjik yaklaşımları göstermelisiniz. Yaşamın sizlere vermeyi arzuladığı nimetlere sakın uzaklardan bakmakla yetinmeyin başaklar..

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Yeni haftanızın sosyal faaliyetlerinize getireceği hareketliliklere kendinizi kaptırarak yaşamın gerçeklerinden uzaklaşmayın teraziler. İlişkilerinizde özellikle gerçekçi olmalısınız.. Gelecek günlerde maskelere bürünerek ilerleyen ve egoyu okşayıcı ancak hayali vaadlerle dolu insanları anında deşifre etmeniz gerekebilecek.

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Umut ve sevgi dolu kişiliklerinizin yaratıcılıklarına gururla şahit olacağınız güzelim günlerin eşiğindesiniz akrepler.. Kreatif sanatlarda olsun mesleklerinizde olsun tüm atılımlarınız gayet olumlu ortamlarda gerçekleşecekler. İçinizden yükselen heyecanlara hayat verin, anlık olup sonradan buharlaşmasınlar..

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Yaşamda dünyevi uğraşların esirliklerinden bir anlığına da olsa uzaklaştığımızda çok şeyin tüy gibi hafiflediklerini farkederiz. Hemen sonra ise alışkanlıklarımızın vazgeçilemezliği koşuşturmalarımıza bizleri yeniden mıknatıs gibi çekerler. Yeni haftanızda söz konusu rahatlamalara kavuşacaksınız. Yeterki bu dönemin kıymetini bilin ve silkelenin yaylar..

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Yeni haftanızın sizlere getirmekte olduğu çok önemli bir mesajı var oğlaklar.. Mutlaka kararlı olmanız gereken bu dönemde artık geçerliliklerini yitirmiş şemalardan kesinlikle vazgeçmelisiniz. Bu size göre küçümsenemez bir risk de olsa bahis konusu kararları alın oğlaklar.. Enerjilere set çekmekten vazgeçin..

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Gelecek günlerde olaylara bakışlarınızda yanılgılara düşme ihtimallerinin hayli yüksek olacaklarını bilmelisiniz kovalar.. Özellikle duygularınıza hakim olmalı ve karar aşamalarında hassassiyetli olmalısınız.. Bir elin her parmağının değişikliğini düşünürseniz herkesin yerinin ayrıcalığını da daha iyi anlamış olacaksınız..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Hayatın getirdiği sarsıntılara rağmen kendinize ve yaşam stilinize sadık kalmanızın altında yatan nedir biliyorsunuz değilmi balıklar.. Altıncı hislerinizin birer mücevher oluşları ve anı yaşamakta ki büyük becerilerinizdir sizleri farklı kılan.. Bu hafta bir defa daha bunun farkına varmakta gecikmeyeceksiniz.. Salı günü özellikle..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.084 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


İstanbul'u Özlüyorum Gözlerim Kapalı

İstanbul'u özlüyorum gözlerim kapalı
Hayalim de mısır atıyorum kuşlara, yeni camide
İki rekat namaz kılıyorum, yeni cami'de nafile
Yerebatan sarnıcında ıslanıyorum, ilahi nem ile
Nasırım yaksa da canımı yürüyorum, galata köprüsünde
Dalıyorum beyaz bir karanlığa Tünelde
Çıkıyorum aydınlığa İstiklalde
Üç tur atıyorum heykelden tünele, tünelden heykele,
Her şey tamam da, ah şu açlar , sokakta yatanlar olmasa
Dilenenler , kapıp kaçanlar olmasa
Şu cumartesi zehir olmasa………

Semih BULGUR

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Alaattin Bender - Sergi

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

Kara kış hayatı felç edince bir çoğumuz gününü evinde geçirmeye mecbur kaldı, aynı benim gibi :) ... Hava durumunu sadece evinizin camından gördüğünüz veya televizyon kanallarının gösterdiği kadarıyla takip etmek size yetmiyorsa, günlük ve tahmini hava durumu için işte size en yetkili web sayfası http://www.meteor.gov.tr/

İşte bu da bu tipi ve rüzgarda sokağa çıkamam diyenler için, kardan adam yapma sayfası http://www.frontiernet.net/~imaging/build_a_snowman.html . Şapkasından havuç burnuna kadar bir çok ayrıntı düşünülmüş durumda. Size sadece seçim yaparak uygun yere yerleştirmek kalıyor. Aslında karın soğuğunu ve ıslaklığını hissetmeden kardan adam yapmak ne kadar zevkli olur bilmem ama, neyse...

İstanbulda yaşayan veya İstanbul'un sokakları ne alemde diye merak edenlere online trafik kameraları http://www.ibb.gov.tr sitesinden. Trafik kameraların'da, canlı yayın yazısını tıkladığınızda kamera noktalarını ve tıkladığınızda eğer donmamışsa kamera görüntüsünü canlı olarak takip edebilirsiniz.

Son olarak sıkıntıdan patlayanlara "sabır küpü". http://www.goriya.com/flash/rubik.shtml İster örnek çalışmaları inceleyin, ister zamana karşı kendinizi test edin.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


AVG AntiVirus Free Edition 7.1.375 [15.8 MB] Windows (tümü) / Free
http://free.grisoft.com/doc/2/lng/us/tpl/v5
Hala anti-virüs programı olmayanlara, olupta güncelleştiremeyenlere mükemmel bir seçenek. Adının bedava olmasına bakmayın. Fazlası var eksiği yok. Hemen yükleyin ve limitsiz update olanaklı bu programı hemen kullanmaya başlayın. Bilenler biliyordur ama bilmeyenler bana duacı olacaklar eminim.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060131.asp
ISSN: 1303-8923
31 Ocak 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com