Gelin bu projeye destek olun



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 945

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 21 Mart 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Geçmiş olsun Sayın Tüpdaş!..


Merhabalar,

Azeri arkadaşımla sohbet ediyoruz. "Nevruz'u nasıl kutluyorsunuz siz?" diyor, ne diyeceğimi şaşırıyorum. Çünkü biliyorum, Nevruz onların memleketinde gerçek bir yılbaşı olarak kutlanıyor. En önemli bayramları. Sadece Azerbaycan'ın değil tüm Avrasya'nın yeni yılı, baharı çoşkuyla karşılama bayramı Sultan-ı Nevruz. "Valla biz henüz nasıl kutlamamız gerektiğine karar veremedik." diye kestirip atıyorum. Haksız mıyım? Memleketin her köşesinde kutlanmaya çalışılır ama binbir çeşit halde. Seksenli yıllardan itibaren politik bir kisveye bürünmesi, fırsat bilenlerin meydan verdiği olaylarla gündeme gelmesi, hele terör ve sabık terör başı ile birlikte anılmaya başlamasıyla birlikte bir bölümümüz için değerinden epeyce yitirdiği bir gerçek değil mi? Bunun üstesinden gelinebilir mi? Veya gelinmeli mi? Bunları tartışarak, büyük olayların çıkmamasına dua ederek bir Nevruz Bayramı daha kutlayacağız. Layık olduğu değerde kutlayan herkese Nevruz Bayramı kutlu olsun.

Sayın başbakanımızın politik lisanını kullanan bir lidere daha rastlamak inanın içimi ferhalattı. Bu lisanı konuşan tek politik liderin memleketimin başbakanı olması burkuyordu beni. Hiç olmazsa aynı lisanı konuşan birkaç kişi daha da çıkıp bu ayıbı paylaşmalı diye içimden geçirmedim değil. Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez ''Sayın Bush, siz bir eşeksiniz'' derken bizimki gibi haksız değildi kuşkusuz. Ama sahip olduğu ünvanın verdiği güçle diklenen Chavez'in gelip bizim Mersinli Mustafa Kemal Öncel'den ders alması gerek. Adamcağız ne hikmetse 3 aydan 2 yıla kadar ceza istemiyle memura hakaretten mahkemeye verilmiş iyi mi? Kim kime hakaret etti ise?

Abdullah Gül'e yürekten geçmiş olsun dilerim. Kendisiyle tüpdaş olduğum için çektiği ızdırabı gayet iyi anlayabiliyorum. Hoş ben yanlış teşhise kurban gidip gereksiz bir basınç dayağı yedim ama umarım tedavi onda iyi sonuç verir ve bir an evvel iyileşip görevinin başına döner. Yok dönmezse birisi dış işlerine de el koyar neme lazım.



Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Kahveci : Müfit Uzman


Kompozisyon

"Bir Dakika Bakar mısın? Seni Seviyorum…

Türkiye'm…

Asya ile Avrupa'nın birleşme, dünyanın odak noktası…

Doğu ve batı arasındaki eşsiz köprü…

Medeniyetlerin doğduğu, gelip geçtiği, yaşadığı, yaşatılmaya çalışıldığı mozaikler diyarı…

Vatanım…

Can bulduğumuz, yaşadığımız ve muhtemelen üzerinde öleceğimiz topraklar… Sevdiklerimizi, sevenlerimizi, anamızı, babamızı, Ata'mızı, kardeşimizi, öğretmenlerimizi, komşularımızı, arkadaşlarımızı tanıma fırsatı bulduğumuz canım ülkemiz, yurdumuz…

Ve benim güzel kardeşim, can arkadaşım;

ben, bu toprakların batısında, sen doğusunda bir yerlerde yaşam mücadelesi veriyoruz. Dünyaya gelirken belki aynı şartlarda değildik. Ben, İstanbul'da bir hastane odasında ilk çığlığımı atarken, belki sen, soğukla, karla tanışıyor, ulaşılması güç köy yollarında anacığının biraz daha dayanmasını bekliyordun…

Ya da sen, oralarda bir yerlerde neşeyle, mutlulukla gülücükler atmaya başladığında, ben buralarda bir yerlerde, işgal edilmiş emniyet şeridinde ilerlemeye çalışan ambulansın içinde annemi kaybederek yaşama merhaba diyordum…

Ne farkeder?

Öyle ya da böyle "yaşam" denilen ortak kaderde buluştuk.

Birbirimizi belki hiç görmeyeceğiz, tanışamayacağız ama haydi derin bir nefes alalım:

Bak, aynı anda, aynı havayı soluduk.

Susadın mı? Haydi gel, su içelim. Bak, ben de senin gibi "Ohh…" diyor ve yaşadığıma şükrediyorum.

Hava soğuk mu, üşüyor musun güzel arkadaşım? İnan, ben de donuyorum.

Neyse ki 21 Mart'a pek bir şey kalmadı. Nasıl olsa o gün, doğa yeniden uyanacak, çıplak toprak ve ağaçlar yeniden yeşil elbiselerini giymeye başlayacak, güneş ruhumuzu ısıtacak, yüreğimizi aydınlatacak; yeniden yaşam sevinciyle dolacağız. Sen oralarda, ben buralarda bir yerlerde ateş üstünden atlayıp dertlerden, kederlerden, hastalıklardan, zorluklardan kurtulmayı dileyeceğiz.

Tıpkı bizden çok çok öncelerde yaşamış ya da çok uzaklarda yaşayanlar gibi… Sümerler, Sibirya'lılar, Alaska'lılar, Dağıstan'lılar, Türkmen'ler, Balkan halkları gibi… İran'lılar ve hattâ kızılderililer gibi…

Aynı yerkürede, aynı gökkubbe altında yaşayan her insanın, her canlının hissettiği o bahar sevincini, yaşama yeniden başlama, sarılma arzusunu, zorluklarla mücadele gücünü sen de, ben de yürekten duyacağız…

Ve belki de bir gün, bir 21 Mart'ta, bir yerlerde karşılaşacağız seninle… O yeni günde, yepyeni umutlarla elele, omuz omuza, kalp kalbe yürüyeceğiz yeni baharlara…

Senin yaşadığın o yerlerle benim yaşadığım bu yerleri birbirinden farksız, daha mutlu yaşanılacak şartlara kavuşturmak için birlikte çalışacağız.

Atalarımızın, dedelerimizin, analarımızın yaptığı gibi… Elele, gönül gönüle, beraberce nazlı bayrağımızı mavi gökyüzünde dalgalandıracak, bizden öncekilerin yapamadıklarını da bizler başarmaya çalışacağız.

Sevgiyle, dostlukla nice Nevruz'lara benim canım arkadaşım, güzel kardeşim…"

***

Bu, bir kompozisyon. Beş, belki de altı yıl önce yazılmış. Okuyacak bir kitap ararken, seçtiğim bir tanesinin sayfaları arasından düştü elime.

Saklamışım.

Yazarına gösterdim. Çocuğuma… Gülümsedi;

"Bırak artık baba, ben büyüdüm."

"Artık inanmıyorum masallara."

Bir şey diyemedim. Kaldım. Ne demeliydim?

Bilemedim!

Müfit Uzman


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,368,368,368,368,368,368,368,36
11 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


ON DOKUZUNDA KOCA BİR KADIN…

Vize işlemleri tamam dedi.. bir dahaki Çarşamba saat iki elli uçağın kalkış saatiydi.. aynı uçak içine emanet edilmiş kocaman bir sevdanın mührünü hiç silemezdi bir daha.. ülkesine dönmesi için bir yıl orada kalacaktı zira.. bir yıl çabuk geçer.. çok uzun değil. Üstelik sık sık yazacağım sana. Sen de bana değil mi dedi.. sustu…

Ne yazabileceğim diye düşündü.. dört mevsim neleri götürürdü o uçakla. Aynı gelmeyecekti gönderdiği. Buna dair garip ama sağlam bir önsezi taşıyordu kalbinde…

Evdeki dağılmış, boşaltılmış, yarısı bu işime yaramaz diyilerek fırlatılmış boynu bükülmüş eşyalara baktı... Anıların bir daha yaşanılamama ihtimali dağınık kılıyordu odadaki, her bir şeyi.

Valizlerin her biri tıkış tıklımdı. Üstelik öyle hunharca doldurulmuş valizlerde bile ,bir mührün tükenmek üzere olan hissizliği deviniyordu.. asla ağlamayacağım dedi. Bu saçmalıktı. Gitmesi gerekiyordu. En azından bir tercih sebebiydi sevdasına yenik düşürdüğü. Biteceğine dair güdüsel ama sağlam bir inanç taşıyordu retina damarlarında.. gidince hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı bir daha.. atkı biter mi çarşambaya kadar.. yeni bir kültüre senin emeğinle merhaba demek ve özlemini ellerinin değdiği bir yeşille dindirmek istiyorum.. başını salladı. Aynı dakika kalbi de sallandı. Acıdan…..

Kitapların hepsini almamıştı. Rafa yaklaştı. Şuursuzca, hiçbir nedeni yokken kalan kitapları saydı. Bir, iki, üç…. Yirmi sekize geldiğinde hala bitmemişti. Sıkılıp vazgeçti.. yıpranmış posterlere, birlikte aldıkları tablolara baktı. Sonra saate. Perdedeki keççap lekesindeki muzip mutluluğa. O mutluluk asırlar önce yaşamış bir medeniyetten armağandı sevdalarına diye inandı.. belki de bu yüzden hiç yıkamamış öylece mat bir bordoluğa dönmesine göz yummuşlardı…

Çarşambaya kaç gün kaldı?.......

Kahverengi koltuğun üzeri ütülenerek istiflenmiş keten pantolonlar, tişörtlerle dolmuştu.. hemen yanında yerde kocaman dünya atlası…..

Bir resmedilmiş tabloyu bir anda saçmalığa bulamış; gereksiz ,kocaman bir yağlı boya kutusu gibiydi atlas.. onca yıl hayalsiz yaşanmış, ama ince ince resmedilmiş koca tabloyu bir anda siyaha boyamıştı.. anlamsız gereksiz bir simsiyaha… pekiştirilmiş bir acıya. Bitmez bir hasrete. Belirsiz gelen koca mevsimlere… saat farkındaki ulaşılmaz geçikmiş bir kıtalararası özleme..

Bitişler davetkar değil diye inandı.. her yerde yeni başlangıçlara gitmenin dağınıklığıydı ayağına dolanan. Bir de diline gelmiş ketum bir acıdan doğmuş hissiz suskunluk……

Yine de nedensiz ama sağlam inancı hep aynı cümleyi ayırıyordu öğelerine. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…. Sonra dillerdeki bilgilerin de birbirinden farklı olduğunu anımsadı. Gramer yapısı dedikleri kahrolası şey ,bir cümledeki acıların ortaklığını da alıyordu avuçlarından… genlerindeki tüm şifrelerin dinamitlerle yer değiştirdiğini duyumsadı acıdan.. sustu.. gereksiz bir ketumlukla susup dudaklarını ısırdı. Arkasını dönüp kanını kalbimin yalnızlığına buladı .buna alışmak zorundaydı. Artık her kanadığında kalbi ,yaralarını kendi sarmalayacaktı. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı…..

Çabuk geldi Çarşamba…. Havaalanında iki kişi çıktığı serüvene tek kişilik bir dev kadrodan doğmuş acılarla dönecekti birazdan… ellerinin hissiz ketumluğundan çıkmış, umudu değil ,acıyı simgeleyen yeşili doladı boynuna. Ağlamamak için direniyor ,her seferinde dudaklarını kanatıyordu… son kez, en son kez sıkıca bütün duygularının maviliğini sarmaladı.. birazdan umudun yol yoldaşlı resmedilmiş tüm boyalarını uçuracaktı.. elini sıkıp kendisinden güç almaya çalışan parmaklara acıdı.. ama kızgındı da…her yer valizlerle kaplıydı.. neden sonra fark etti çok tanıdık bir gitar tınısıyla ruhunun pencere duvarlarını birinin tıkırdatıyor olduğunu.. yan yana etrafları valizlerden çemberlenmiş bir acıyla son kez, en son kez şarkılarını çalıyordu sevdiği adam.. artık ikiside birbirine sokulmuş, ketumluklarını dirence itaat ettirmekten vazgeçmiş ağlıyorlardı.. birbirlerinin titrekliğinde kaybolan iki ses belki son kez bir ağızdan söylüyorlardı şarkılarını….

“ biliyorum duymak istediklerin bunlar değildi
bu yüzden zafer saydım zamansız gidişini
öyle ya sen on dokuzunda koca bir kadındın
oysa ben seni tüm yalanlardan daha çok seviyordum
zor, zor kedere emanet ettim seni……”


Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com

..ülkeler arası bir karanlığın mührüne inandığım yol arkadaşıma armağanımdır…
bir kez dahası olmayacak tüm sevinçler senin dönence saat farkında saklanmıştır ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak olamayacaktır…..ruhumla…


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Temirağa Demir


Gülmediği için Ağlamıyordu

İnsanlara güvenmemeyi öğrendiğinde henüz on dokuz yaşındaydı. Ellerinde ve yüzünde kırışıklar yoktu belki ama yüreği ileri derecede yorulmuştu.

Birden düşündü ne kadarda çok kandırıldığını. Bazen hayat,bazen sevdikleri,bazen sevenleri tarafından ne kadar da çok aldatıldığını düşündü.

Bazılarının boş laflarına öyle doymuştu ömür boyu acıkmazdı artık. Nefsinin yönettiği insanlar tanıdı. Yüzündeki masumiyetinin ardında iğrenç bir kahpelik yatan kadınlarla sevişti. İnanmıştı. İnandırmışlardı. Körpecik bedenini kartlaşmış vücutlarla birleştirdi. Günah içinde uyandı bazı sabahlara. Pişman oldu. Can yakıcı bir azap peydah doldu yüreğine.

Tövbeler etti. Kırk tas sularla yıkandı. Arındı. Yeniden koştu parklarda yuvarlandı. Unuttu aldatılmışlıkları….

Bir yaz günüydü oldu olası sevmezdi yaz mevsimini. Yazın çıkmıştı karşısına arınmışlığı ile bir pınardan fışkıran tertemiz bir kaynak gibi yüreği vardı. İnandı ona tüm kalbiyle…

Bir süre, daha önce hiçbir yerde duymadığı kelimelerle meşgul etti beynini ve hayatını ve zavallı yüreğini. İçerisindeki anlamı fark etmeden bir nefeste söyledi sevgi sözcüklerini kırk kere üst üste söyleyince saçma bir gelenekten ibaret olsa gerek,inandı…

Artık sevildiğini zannetti. O masumane gözlerin içerisinde bir kahpe yaşadığını nereden bilebilirdi ki.?

Daha on dokuz yaşındaydı. İlk kez öpüşmüştü. Bir rahibe gibiydi. Dudaklarına kimsenin dokunmaması belki de onun tek variyetiydi. Oysa inandı ve öpüştü. Paramparça oldu dudakları, ne yese kustu bir süre. Yüreği ıstırap doldu…

İnanmıştı ona ve sırf bu yüzden teslimiyetçi bir tavırla kendini teslim etmişti belki de…

Nereden bilecekti içerisinde hain bir mahlukat yaşadığını. O umarsızca havaya sarf ettiği “seviyorumlara” inandı işte. Yazık henüz on dokuz yaşındaydı. Hiç kimseye gösteremediği yararlı vardı artık, bir ömür boyu melhem aradı durdu.

Hangi hekime gitse göremedi bu yaraları. Herkes her doktor saçma sapan tıbbi hastalıklardan bahsediyordu. Oysa hastalığının virüsünü bir tek o biliyordu.

Henüz on dokuz yaşındaydı. Bakışlarıyla pınar başlarına ceylanlar indirirdi. Hiçbir kötülük geçmedi kalbinden.

Masun bakan aşağılık varlık. Nasılda aldatmıştı zavallıyı. Henüz hayatının baharındaydı ama hiçbir çiçeği açarken görmedi.

Eli değdi ellerine. On dokuz yaşında iki elini de kesip, dudaklarını parçalamak istiyordu.

Hiç unutmadığı unutamayacağı bir şehre gömüp tüm kahpelikleri hayatına beyaz bir sayfa açmak amacıyla gitmek istiyordu bu şehirden.

Hasretine memleket hasreti de eklenecekti belki ama gitmeliydi. Ellerini kaynar suda yıkayıp arınmasını sağlayarak,yanına alarak binlerce kilometre öteye gitmeliydi.

On dokuz yaşındaydı henüz! Ellerinde ve yüzünde kırışıklıklar yoktu belki ama,kalbi iyiden iyiye yorulmuştu. Onlarca kez aldatılmıştı. Umarsızca sarf edilen sevgi sözcüklerine inanmamayı öğrendi. Ama bu tecrübeyi kazanana kadar epeyi hırpalandı.    Artık inanmıyor. Hiçbir sevgi sözcüğüne. Kalbinizin üzerine onun adını yazıp götürseniz bile inanmıyor. Ne kadar uzun süre oldu gülemeyeli. Gülmediği için ağlamıyor da.

Temirağa Demir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,718,718,718,718,718,718,718,718,71
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Deniz Tepe


YAŞASIN YAŞIYORUM

Kahve Molası ailesine ilk katıldığımda yazılarımın yorumlarında verdiğim bir söz vardı "Yaşasın Yaşamak" adlı bir yazı yazılacak... O sözü verdiğim zamanlarda, gün gelip de bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde YAŞASIN YAŞAMAK demenin bu kadar anlam kazanacağını bilmiyordum. Yaşasın yaşıyorum diyebildiğim için çok mutluyum. Trajikomik bir şekilde hayatımı perdeler halinde size anlatırken, "Bilmem ki bu kaçıncı perde" ismini verdiğim bir yazı yazdım (bu yazım ufak bir hatam nedeniyle Sena Gökçeer* ismi ile yayınlandı ve ben bunu fark etmedim ). O sıralar tekrar yazmayı isteyip istemeyeceğimden emin değildim. (Aslına bakarsanız, acaba o son perde mi diye endişeleniyordum, bunu şu anda bile itiraf etmek de zorlansam da ...).

Yaşasın yaşıyorum diyebildiğim için çok ama çok mutluyum, en son 4.kemoterapi ile boğuşurken yazmıştım size. Sonra yazamadım, çünkü süreç giderek zorlaştı. Sonrasında da yazımın yayınlanmadığını düşünerek (Başka bir isimle yayınlandığını fark etmem çok uzun sürdü) devamını yazmaya gerek duymadım. 6 kür kemoterapi aldım. Kemoterapiler bittikten sonra da tamamen karanlık olduğunu zannettiğim tünelin sonunda ışık görünmeye başladı. Çünkü kemoterapilerin bitmesiyle, duyduğum o tükenmişlik hissi de bende uzaklaşıyordu. Devamında da hayata dönme isteği fazlasıyla kendini göstermeye başladı.

Tünelin sonundaki o zayıf ışığı görene kadar, tedaviyi ailemin ısrarları üzerine kabul etmiştim ve uygulanmasına sadece izin veriyordum. Ve her kürü alışımda da binlerce kez lanet ediyordum. Bu tedaviyi kabul etmem için direnen aileme çatıyordum. (Benim canım annem, tüm isyanlarıma karşı söyleyecek bir sözü vardı. Ben ona "anne, dayanıyorsam senin için" diyordum. O ise bana "tamam benim için, ama öncelikle kendin için bunu yapmak zorundasın ve inan hepsi bitecek" diyordu. Annem bu zorlu aşamayı benle birlikte yaşadı her anında. Ona ne desem az ama, bunu başka bir yazı konusu yapmak istiyorum.)

Kemoterapiler bittikten sonra, ki bu bana bir mucize gibi görünüyordu o sıralar, radyoterapi başladı. 25 kür radyoterapi aldım. Harika bir doktorum ve beni her gün gülümseyerek karşılayan radyoloji teknisyenleri vardı (hatta teknisyenlere, hayatımı kitap haline getirip içinde onlardan da mutlaka bahsedeceğimi söylemiştim. Daha da abartıp onlara imzalı birer tane göndereceğimi söylemiştim ve hep beraber kahkahalarla gülmüştük) Radyoterapi esnasında çok fazla yan etki ile karşılaşmadım (seansın arkasında yaşanan hafif mide bulantıları ve tenimde oluşan yanık dışında tabi). Kemoterapi nedeniyle aylarca evde kapalı kalınca her gün hastaneye gitmek eğlenceli bile gelmeye başlamıştı. Orda benimle aynı hastalıkla mücadele eden bir sürü insan tanıdım. Bir çoğuna moral vermeyi bile başardım, heyecanlı, gülen yüzümü görmeyi beklediklerini hissediyordum.

Radyoterapi devam ederken, en son kemoterapiyi aldıktan yaklaşık 1 ay sonra, hastaneye gitmek üzere hazırlanırken (ki bu oldukça uzun sürüyordu, çünkü ne saçlarım vardı,ne kaşlarım ne de kirpiklerim. 2.kemoterapinin arkasından tutam tutam elime gelen saçlarımı babam tamamen kesti. Evden çıkmadan önce saatlerce aynanın karşısından ayrılmayan ben aynalara küsmüştüm saçlarım gidince), kaşlarımın yerini kalemle çizmek için aynaya biraz dikkatli baktığımda ilk kaşlarımın çıkmaya başladığını gördüm. O ana dair hatırladığım en net şey, evin içinde deli gibi bağırdığımdı. Çünkü onların çıkması demek, normal hayatıma bir adım daha yaklaştığım anlamına geliyordu (küçücük şeylerden mutlu olmanın ne demek olduğunu daha iyi anlamaya başlamıştım)

Sonuç olarak kemoterapi ve radyoterapinin arkasından, tekrar tahlil ve tetkiklerle süren heyecanlı bir bekleyiş başladı. Çıkan sonuçlar hem doktorumun, hem de benim ve ben seven herkesin yüzünü güldürdü. Sonuçlar istendiği gibi çıktı. Belli bir süre ilaç kullanmam (şimdilik 2 yıl) ve tabii her 3 ayda bir kontrollere gitmem kaydıyla işe başlamama izin verdiler. Tabi o sıra ayaklarım yerden kesilmişti.

Bu kadar zorluğun ve sıkıntının bana gösterdiği en güzel şey, etrafımdaki kimi yakın kimi uzak bir sürü insanın beni nasıl da yürekten sevdiğini fark etmem oldu. Tabasını selamlayan bir kraliçe edasıyla döndüm işyerime ve iş arkadaşlarım tarafından gerçekten bir kraliçe gibi karşılandım. Biliyorum ki iyileşmemde ailemin ve beni seven tüm insanların dualarının çok büyük etkisi var.

Artık bundan sonrası için tek dileğim, bir daha bu hastalıkla ve başka musibetlerle karşılaşmadan hayatımı sağlık, mutluluk ve huzur içinde sürdürebilmek. Zorlu hastalıklarla mücadele edip, hayata yeniden başlayan insanlarla konuştuğumda ve bu insanların yazdıklarını okuduğumda, hayatlarının geri kalan kısmını kendilerine verilmiş ikinci bir şans olarak değerlendirdiklerini görmüştüm. Buna benzer bir his bende de mevcut. Şimdilik adlandıramıyorum bu hissi. Ama her gün sabah uyandığımda yüzümde bir gülümseme ve gözlerimde bir mutluluk okunduğunu hissediyorum. Artık gündelik telaşların beni yıpratmasına izin vermeyeceğime dair bir sözüm var kendi kendime... ve hatta bu tarz ufak şeylerin ağızlarının tadını kaçırmasına izin veren sevdiklerime de söyleyecek bir çift lafım.

Burada durup kimseye ahkam kesecek değilim, bu hastalıkla mücadele ederken günün birinde hissettiklerimi yine kağıda dökeceğimi biliyordum. Sonunda da sevincimi paylaşarak satırlarıma son vermeyi kendi kendime hedef haline getirmiştim. Şu anda bunu gerçekleştiriyorum ve bundan müthiş bir keyif alıyorum. İyi haberi aldığımda balkona çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istemiştim. Bu da mutluluğumu herkese ilan etmenin başka bir ifadesi...

Bugüne kadar yaşadıklarım hayatımın bundan sonrasını çok derinden etkileyecek izler bıraktı ama yine de yüreğimin ta en derininden söylüyorum şimdi YAŞASIN YAŞAMAK ve evet YAŞASIN YAŞIYORUM.

Bundan sonra daha keyifli satırlarla bu platformda yerimi almak dileğiyle...

Not : Bu arada merak edenler için, saçlarım, kaşlarım, kirpiklerim hepsi yerine geldi. Hatta peruğumu atıp, neredeyse elimle bile tutamayacağım kadar kısa olan saçlarımı jöle ile dimdik yapıp, bir "çim adam" edası ile etrafta dolaşıp, insanların kısacık saçlarımın ne kadar hoş göründüğü konusundaki iltifatlarını büyük bir zevkle kabul etmekteyim.

* "Bilmem ki Bu Kaçıncı Perde" adlı yazım bir arkadaşım tarafından gönderilmiş ve altına adımı yazmadığımdan, onun adıyla yayınlanmıştır. Bu yanlışlık dolayısıyla özür dilerim.

Editörden Not: Söz konusu yanlışlık düzeltilmiştir.


Deniz Tepe


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,319,319,319,319,319,319,319,319,31
13 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Erhan Tığlı

 GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


  BAHAR GELDİ- HOŞ GELDİ, SAFA GELDİ!

Bahar geldi bahar! Ne duruyorsunuz? Bir karşılama töreni hazırlasanız ya! Hani bando mızıka, hani orkestra? Bahar geldi bahar! Ne bekliyorsunuz delikanlılar, kızlar? Kırlara, doğanın kucağına koşsanıza. Düğün dernek yapsanıza. Gülüp oynasanıza.

Bakın ne diyor bir şarkı: "Bahar geldi, gül açıldı/ Ruhuma neşe saçıldı..."

Bahçelere geldi bahar, yeşil halı serdi bahar...Gel artık gel nazlı yâr, gel de kışın, karın, soğukların açtığı yaralarımı sar. Bir başka şarkıda, "Baharın gülleri açtı/ Yine mahzundur bu gönlüm" diyor. Bu kötü işte. Önemli olan gönlümüzde bahar olması, bahar yelinin esmesi. Yüzyılların ötesinden Ali Şir Nevai şöyle sesleniyor bizlere:

"Bahar oldu ve gül meyli kılmadı gönlüm
Açıldı gonca ve lakin açılmadı gönlüm
***
Yüzün hayali ile valih erdi andak kim
Bahar kelken ü kitkenni bilmedi gönlüm"
.......

(Bahar geldiği halde gönlüm güle yönelmedi, gonca açıldı ama gönlüm açılmadı. Yüzünün hayali beni o kadar hayran etti ki, baharın gelip gittiğini bile bilemedim.)

Ama Baki öyle değil:

"Esti nesim-i nevbahar açıldı güller subh dem
Açsın bizim de gönlümüz sâki medet sun cam-ı Cem"

(İlkbahar yeli esti, sabahleyin güller açıldı. Ey içki dağıtan güzel, imdat, bize içki sun ki gönlümüz açılsın, ferahlasın.)

Bu çağrıya katılmamak elde değil. Şunu da belirtelim ki, burada geçen içki mecaz olarak aşktır. İçki dağıtan güzel de aşk veren sevgilinin yerini tutuyor.

Bir başka şarkı çıkıyor ortaya: "Ömrümüm ilkbaharı, biricik canım benim/ Sevgilim, iki gözüm, ilk heyecanım benim" diye sesleniliyor sevgiliye. Seven sevdiğiyle bir arada değilse baharın tadı olur mu? "Bahar gelmiş neyleyeyim, neyleyeyim baharı yazı, sen olmayınca" diyen âşık haksız değil hani.

Bir zamanlar dillerde gezen bir şarkı vardı:

"Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç
Çılgın gibi koşarak kırlara uzandın mı hiç
Bir his doğarak içine, seviyorum sandın mı hiç?"

Şarkının nakarat bölümünde, bunları yapmayanlara, "Öyleyse hiç yaşamamışsın" deniliyor. İşten güçten baharın geldiğini fark edemeyenlere duyurulur!

Bir zamanlar yazdığım "Bahar Vurgunu" şiirimde baharla ilgili duygularımı bakın nasıl dile getirmiştim:

"Bahar vurdu başıma
Girdim yirmi yaşıma
Ballar kattım aşıma
Mutluluk yağdı gökten
Toprağıma taşıma.
***
Kavak yelleri esti
Gamı kederi kesti
Umutla doldu testi
Aşk çağırdı beni
O ne güzel bir sesti.
***
O sesle kendimden geçtim
Sanki ab-ı hayat içtim
Her şeyi bıraktım bir yana
Türkü olmayı seçtim."
***

Şimdi de bahar sevincimi paylaşmak istiyorum sizlerle:

"Bir canlılık gelir doğaya baharla
Çiçekler gelin olurlar
Düğün yapar arılarla.
Bayramı var kelebeklerin
Ağzı kulaklarındadır
Güllerin, karanfillerin
Katılır bu şenliğe papatyalar da
Yaşamak ne güzel baharda.
*** ***
Köylü dayı güreş tutar tarlalarla
Yaşamak şiire dönüşür
Kuşlar öpüşür meyvalarla
Saklambaç oynar böcekler
Toprak hareketlenir karıncalarla
Sarılar yeşiller kaynaşır
Danseder maviler allarla
Uçurtmalar çiçekler gökyüzünü
Rüzgar konuşur dallarla.
Doğanın neşesi bahar
Bahar hayat bulur çocuklarla.
***
İşte böyle dostlarım!
Ben her bahar yeniden doğarım
Çiçeklerle çiçek olurum
Kuşlarla özgürlüğe uçarım
Sevincimin allı pullu uçurtmasını
Masmavi gökyüzüne salarım.
***
Ben her ilkbahar yeniden doğarım
Kelebeklerle, arılarla
Çiçekten çiçeğe konarım
Karıncalarla dost olur
Ağustos böcekleriyle
Şarkı söylerim.
***
Bahar yeli gibi eserim
Gamı kederi keserim
Irmak olur akarım
Otları ağaçları sularım
Yağmurlarla yağar
Doğaya bereket saçarım.
Daha daha daha...
Dahası var mı bunun?
Yaşarım be yaşarım!
Gönlünüz bahar olsun. İçinize güneş dolsun.

Erhan Tığlı
erhantigli@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.523 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Adi- Bulut

Ben bir şey demedim ki,

O dedi bulut hüzün, yalnızlık
Ben dedim, bulut, benim oyuncağım
Oynarım mavi renginde
Balon gibi tutasım gelir

O dedi ki, karartır dünyamı
Ben dedim ki,
Pamuk helvamdır bazen
Hüznün oyuncağı olsa da

O dedi ki, yağmur üşütür
Ben dedim ki, yağmur melodidir
Dilsizlerin melodisi…

İçime renkleri damlatır
Sıcacık…

O dedi ki, perdelerimi kapatır
Ben dedim ki, o bulut perdedir

Ve o kliniklik oldu.

Ben bir şey demedim ki…

Vicdan Kayır

Yukarı

 

 Bulmaca - Sudoku


Sudoku #23



  Çözüm: Sudoku #22
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.

Kolay gelsin.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Bora Dandinoğlu

Herhangi iki kavramı Google arama sonuçlarını kullanarak karşılaştırma olanağı sağlayan Google Arena'da son bir ay içerisinde 50 binin üzerinde arama yapıldı. En çok futbol takımları ve markalar ringe çıkarıldı. Bunlardan sonrada gündemdeki sanatçılar arenaya çıkarıldı. Ticari markalardan ünlü kişilere, futbol takımlarından farklı ülkelere kadar aklınıza gelebilecek herhangi iki kavramı ringe çıkarmak için www.googlearena.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
http://www.googlearena.com

Amerika'daki iki ayrı noktadan yayın yapan ve 6 ay önce açılan Klip24.com sayesinde izlemek istediğiniz klipleri saatlerce müzik kanallarında beklemek zorunda kalmadan izleme olanağı buluyorsunuz. Sitenin sorunsuz izlenebilmesi için ADSL bağlantısı ve Windows Media Player programının bulunması yeterli. Yayınlanan klipler DVD kalitesinde ve Mpeg2 formatında. Bu yüzden ses ve görüntü, dijital TV netliği ve kalitesinde. Klip 24, şarkıcı veya firma ayrımı yapmıyor. Müzik kanallarında hiç yayınlanmamış veya yasaklanmış klipler de yayınlanıyor.
http://www.klip24.com

"…Bana o gün o yolda çarpıp kaçtığın zaman belki hiç kimse seni görmedi.Ama ben gözlerindeki adaletsizliği gördüm.Ve sana acıyorum…"Bu sözler şu an koşup oynaması gereken fakat maalesef kendisine çarpıp kaçan yeşil renkli bir ford focus'un sürücüsü tarafından yaşama hakkı elinden alınan bir kız çocuğuna ait.Acılı babası kızının ölümüne sebep olan aracın sürücüsünü bulmak için bir site kurmuş.Bir inceleyin bakalım beklide faydanız dokunur.Evlerden uzak diyoruz.
http://www.benikimoldurdu.com

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Ajanda Xp 1.1.3 [2.8 MB] Windows (tümü) / bedava
http://www.codeducks.com/ajandaxp/ajanda113.exe
Günlük işlerinizi planlayabileceğiniz, önemli günlerinizi kaydedip günü ve saati geldiğinde sizi uyarmasını sağlayabileceğiniz oldukça yararlı bir program. Gerçek ajanda bilgilerinin çoğunu da içeriyor. Özellikle farklı kullanıcı hesapları yaratarak özelleştirmenize olanak tanıyan(böylece veri güvenliğiniz maksimuma çıkıyor) basit ve kullanışlı bir arayüze sahip, her bilgisayarda kurulu olması gereken windows'un olmazsa olmazlarından biri.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060321.asp
ISSN: 1303-8923
21 Mart 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com