Gelin bu projeye destek olun



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 952

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 30 Mart 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Eğitim şart!..


Merhabalar,

Bu günkü sayıyı hazırlarken bir yandan da "Siyaset Meydanı"nı dinliyorum. Bu dinliyorum lafını açmam lazım biraz. Malum kulak zafiyetimiz devam etmekte olduğundan, gece, bazen gün ağarana kadar ekran önünde olan bendeniz gece kuşu için geceler pek gürültülü geçmeye başladı. Bundan ben rahatsız olmasam da ev halkı ve apartman sakinleri epeyce rahatsız. Bunu sözlü olarak dile getirmeseler de yüzlerinden rahatlıkla anlaşılabiliyor. O nedenle kıydım paraya gittim kendime bir telsiz kulaklık aldım. Şimdi saat onikiyi geçtikten sonra takıyorum kafama, çalışırken radyo dinleyebiliyor, televizyon izleyebiliyorum. Kafamda kulaklıkla tavşana benzediğim rivayet edilse de ben aldırmıyor işime bakıyorum. Hay Allah nereden nereye geldik. Siyaset Meydanı'ndaydık halbuki. Neyse...

Kırca'nın konukları lise öğrencileri, konu şiddet. Son olayları tartışıyorlar. Resim oldukça karanlık. Eksik donanım, yetersiz eğitmen, istihap haddini aşmış sınıflar, vs. elbette önemli ama sayıya vurduğunuzda çok daha çarpıcı istatistikler var. Mesela yaklaşık 3,5 milyon genç yoksulluk sınırında yani günde 1,5 dolarla geçinmek zorunda. 2,5 milyon genç gelecekten umudunu kesmiş, iş aramayı bırakmış, boş geziyor. Lise çağındaki gençlerin %12'si bir şekilde uyuşturucu ya da alkol ile tanışık. Ve bunlar şiddete eğilimli. İlköğretimden itibaren dikkati dağınık olarak eğitimini sürdüren %8'lik bir bölümde şiddete elverişli diye katıldığında toplam %20'si her an şiddet uygulayabilecek bir gençlik var şu anda Türkiye'mizde. Zeka açısından sondan ikinciymişiz varsın olsun, biz bu gençlere gelecek umudu, düzgün bir eğitim veremedikten sonra bizi sondan ikinci yapana, Diyarbakır'da dükkan taşlayan gence kızma hakkımız var mı? Zeki olsak ne yazar? Yıllardır bütçeden eğitime ayrılan payı bir arpa boyu bile artıramamış bir memleketin tek bir sloganı olur. Eğitim şart, gencine de, yönetenine de!

Bugün sizlere bir geceyarısı şarkısı dinletiyorum. Jane Birkin söylüyor, Je t'aime moi non plus. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Figen Erdeveciler

 Kahveci : Figen Erdeveciler


  RÜYALARIMIZ BİZE NE ANLATIYOR?

Çok sevgili, ilgili, falsız, metafiziksiz kalamayan, kalınca ne yapacağını şaşıran okuyucum, bugünkü yayınımızda sizlerle , bilimin de incelemeye aldığı ama bir türlü tam olarak çözemediği gizemi araştıracağız: Rüyalarımız.

Rüya'nın ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Gece uyuruz, uykumuzda bazen renkli bazen renksiz,bazen komik,bazen,korkulu ,hayattan yansımalar görürüz.Bu yansımaların içindeki karakterler gerçek hayattan tanıdığımız simalar olabildiği gibi,daha önce hiç görmediğimiz karakterler de olabilir.

Rüyalarımızı ben iki ana kategoriye ayırıyorum ve sizlerle herkesin bildiği gece görülen rüyaları değil, gündüz görülen rüyaları incelemeye çalışacağım. Sevgili okuyucum, bu ayrım çok ama çok önem taşımaktadır zira daha bugüne dek gündüz görülen rüyalar için bir rüya yorumları kitabı, sözlüğü basılmadı, üzerinde inceleme yapılmadı. Sizinle bir ilke imza atmış olacağız.

Gündüz görülen rüyalar ve yorumlanması

Bu rüyaları , gözümüz açıkken görürüz. Öyle öğle yemeği üzerine masa başında şekerleme yaparken değil.

40 yaşına dek astronot olmayı her gün rüyasında gören banka memuru, bir anda bu rüyasından uyanıverir, çaycının '' abi, fişlerini ver '' demesiyle…

Hepimiz yaşamışızdır belki de bunu. Hayatın bizi nereye , hangi noktaya taşıdığını,hayat bizi taşımakta iken fark edememek,gözü açık rüya görmenin ta kendisidir. Annelerimize, babalarımıza, büyüyünce senin gibi olmayacağım dediğiniz günleri hatırlayın, belki de şimdi birer kopyalarısınız onların.

Bu rüyaların en acı verici olanları da, şu meşhur YARATIK -ALİEN- filminde olduğu gibi, birinin içindeki korkunç yaratığı gördüğümüz andır.

Benim fixastrolog olarak felsefem, hepimizin aslında bir yaratık olduğudur, ve birbirimizin yabancılığına saygı duymamız gerektiğidir.Gözlemlerim ve insanlar üzerinde yaptığım incelemelerde, kimi insanın çizgi romanlarda çizilen sevimli küçük yeşil adamlar olduğunu,kimilerinin ise görüldüğü anda insanın içine korku salacak yaratıklar olduğunu fark ettim.

İşte ana konu budur; rüya görmeye başlarız bu yaratıkları görünce, kendimizi zorluyor da olabiliriz:

Çoğumuz belki de kötü yaratıklara inanmak istemediğimiz için, öcü yok işte demek için, azimle iyiyi sevimliyi görmeye çalışırız. Bu kötülerle bir araya gelmek, arkadaş olmak, beraber çalışmak dayanıklı bir bünye ister, gerektiği anda rüyanın ağırlığından uyanma becerisi ister. Aman ha dikkat edin sevgili okuyucum, gündüz görülen rüyadan uyanmama olasılığı da olabilir,eğer uyanmaz iseniz ya da uyandırılmazsanız ne olur? Malum, gelecekten haber verir bu rüyalar. Hayırdır inşallah diyelim-hayır değildir bu sefer-…

Etrafımızdaki mutsuz yetişkinlere bakın, onlardan biri olacaksınız.Çocuğunu döven , eşini hırpalayan, trafikte iki dakika kırmızı ışıkta bekleyemeyen, üst komşu biraz yüksek sesle müzik dinleyince kapısında biten, konser salonunda konseri değil gelenleri seyreden,ona buna şişşşt şişşt diye seslenen, markette kazara kendisine çarpan çocuğu azarlayan, üzerine çamur sıçradı diye,yağan yağmurun tadını çıkarmayıp gününü karartan, içtiği bir bardak suya şükretmek yerine, bardağı masaya çarpan bir yetişkin…Kaşlarının arasında yaşlılıktan değil,kaş çatmaktan derin bir çizgi olmuş bir yetişkin…

Gündüz görülen rüyaların eğlenceli olanları da var tabii. Sadece tezgahtar kız güzel diye, bir dükkana girip şunun bunun fiyatını sormak, seyredilen dizideki karizmatik aktörün ne kadar da iyi bir oyuncu olduğunu sebepsiz yere onbeş dakika anlatmak:… gibi gibi gibi… Nedense keyifli rüyalardan şak diye uyanıveririz.. tühhhh:

Aynı rüyayı üst üste görme dumuru-pardon durumu-

Diyelim ki,aynı rüyayı hep görüyorsunuz, ve uyandığınızda ,hep kendinize söyleniyorsunuz, hay Allah ben niye hep aynı şeyi yapıyorum, bak yine aldatıldım, bak yine kandırıldım, bak Ayşe, Fatma, Mehmet, Hasan bunlar da kötü çıktı…

Önünüzde iki seçenek vardır artık:
1- Kendinizi suçlayacaksınız, rüya kahramanlarını suçlayacaksınız, dedikodu yapacaksınız bol bol, yeminler edeceksiniz 'bir daha asla…' diye başlayan cümlelerle.
2- Kendinizi affetmeyi öğreneceksiniz, rüya kahramanlarını affetmeyi öğreneceksiniz, ayrılmayı öğreneceksiniz, terketmeyi öğreneceksiniz, öğrenmeyi öğreneceksiniz.

Sonsöz: ( hep önsöz olmaz ya)

Çakıl taşları arasında bir inci bulmak güzel bir tesadüf olabilir.
Çakıl taşlarının arasında sürekli inci bulmak sizin şanslı olduğunuzu gösterebilir.
Çakıl taşlarını inci gibi görmeye başlamak sizin rüya gördüğünüzü gösterir.
Çakıl taşının kırılıp da içinden inci çıkması mucizedir.

Çakıl taşı mı inci mi daha …?
Herhangi bir sıfat koymayacağım soruya, buna siz karar vereceksiniz…
Rüyalarınıza mukayyet olun.:)
Hoşkalın

Fixastroloji yayınları,2006
Fixastrolog,fix


Figen Erdeveciler


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Beltan Göksel


İŞTE BENİM HAYATIM -4- İLK ÖĞRETİM YILLARI

Erzurumdan sonra İlk okula başladığım Gümüşhane'de Ortaokul Müdürlüğüne atanan Babamın hayatı burada büyük değişgenliğe uğradı. Tabii bizim de . Bu günlere uzanan hayatımızda yeni başlangıçlara dönüşen oluşumlara gebe olan günler başladı. Orta Okul binası Gümüşhanenin epeyi uzağında yüksek bir tepede idi. Rumlardan mı yoksa Ermenilerdenmi kalan bilemiyorum taş bir bina olan yapı, tepede muhteşem bir görünümdeydi. Biraz ilerisinde yıkıntı halinde bir Kilise ve üç-beş sadece taş duvarları kalmış ev vardı.

7 yaşındaydım. Hemen hemen her şeyi açık seçik anımsıyorum. Babamı ziyarete yalnız da gidemezdim, bir kaç arkadaş ile birlikte patikalardan kestirmeden okula giderdik. Kilise bizim ilgimizi çeker orada taşları devirir altlarına bakardık. Çocuk aklı dinlediğimiz hikayelerden burada yaşayanlar kaçarken güya altın ve değerli eşyalarını gömmüşler, buluruz belki diye sağı solu minnacık ellerimizle deşelerdik. O sene Gümüşhane'ye çekirge sürüsü yağmur gibi yağmıştı. Belediye bir tenekesine bilmem ne kadar para veriyordu. Günlerce evden gizli gizli çekirge toplamaya gitmiştikte topladıklarımızı getıremeden elimizden daha büyük abiler almışlardı.

Evimiz Trabzon yolunun üstünde idi. Biraz tepede kalırdı. Aşağıda zaman zaman balık tutmaya çalıştığımız derenin karşı kıyısında Gazhane vardı. Derenin suyu buradan , kırıktan çarıktan sızan gazlardan ötürü ebrulu akardı. Elimizde taslarla su alır , tülbentle süzer diğer bir kaba güya gaz biriktirirdik. Üstümüz başımız batar , gaz kokuları günlerce tenimizde kalırdı. Tabii eve gelince çıkan gürültüyü anlatmaya gerek yok sanırım. . Evimizin biraz ötesinde karşı yakaya bağlayan köprünün altında Jandarma Karakolu bulunuyordu. Köprü altında balığın çok olduğu söylenirdi ama buralara inmek yasaktı. Askerlerden dolayı içimize korkuda salmışlardı.

Öyle uslu bir çocuk değildim. Annesizliğin verdiği sahipsizlik duygusu kendi başımıza buyruk bir yaşamı davet ediyordu. Nenem benim işlediğim kabahatleri örtmek için çaba sarfeder, beni hırpalamaya kalkmaz sadece nasihat ederdi. Cici Annemizin zaten benimle ilgilenecek hali yoktu. O da bir kardeş doğurmuş bebekle meşgul olmaktaydı. Ağabeyim sonradan bile hiç kaybetmediği yapısı itibariyle ciddi adam görüntüsünü verir, evin sanki Babamın yokluğunda erkeği gibi davranırdı. Yaptığım yaramazlıklar önce O'nun tarafından cezalandırıldığı için Babam gelince artık O'na intikal ettirmeye gerek kalmazdı. Nenem aramızdaki çatışmaları "O senin abindir, karşı gelme "der, bende "Babam geldiğinde O görür"gibi savunmaya geçmekle birlikte konu oracıkta kalırdı.

İlk okula Gümüşhane'de başladım. Evimizin bulunduğu mevkii"Yukarı Daltaban"diye anılırdı. Okul ise çarşının ve hükümet konağının bulunduğu "Aşağı Daltaban"da idi. Sanırım evimiz ile okul arasında 2 kilometreye yakın dere boyunca uzanan yol vardı. Derenin iki yanında kavak ağaçları metrelerce uzanır, göğe doğru onurlu bir endam ile gururla yükselirdi. . Elma bahçelerinin en sulu ve tatlı meyve verenlerinin bu dere boyunda bulunduğu konuşulurdu. Bahçelere elma hırsızlığı yapmak üzere giden çocuklar varsada ben onlara hiç karışmadım, çünkü Babam kasalarla eve getiriyordu, gözümüz gönlümüz toktu. Yalnızca milletvekili olan Halit Beylerin bahçesindeki yer elmalarına dadanmıştık. Halit beylerin bahçe içindeki konakları bize çok gizemli görünür, evin kapısında takılı olan kocaman kilit korkulu bir şüphe doğurur, içerde ne olduğu hakkında hep merakımızı celbederdi.

İlk okula yazılmak benim için bir kurtuluş idi, evden uzaklaştığım için. Sabah gidiyor akşam dönüyordum. Nenem ile cici annemiz sanki birbirlerini yiyorlardı. Teyzesi olduğu halde, istemiyordu Mevlide hanımı. Nenemin herşeyi idi Babam. "Ömerim "dediğinde akan sular tabir ederler dururdu. Bir yandan bize daha ziyade bana olan yaklaşımı çok belirgin bir biçimde kendini gösteriyor, benim bakımsız bırakıldığım konusunda durmadan konuşuyor ve kavga çıkarıyordu. Akşam Babamın eve gelmesinden önce bir fırtınanın kopacağını bekleyen balıkçılar gibi evin içinde ha devrildi ha devrilecek gibi sanki sandalın içinde bekleşir gibiydik. . Kapıdan girer girmez şikayetler başlıyordu. Babam Yatılı olan Okulda karnını doyurmuş olarak gelirdi çoğunlukla. Yola bakan odasına çekilir , karısı ilede konuşmaz "Bıktım sizden "gibi söylemlerle "En iyisi seni ben Bursa'ya göndereyim ""git bir dinlen"diyerek karısını göndermeyi adet edinmişti. Sonradan anladıkki Babamın ortaokulda Yazı İşleri Müdürü olarak çalışan şimdiki annemiz"ile ilişkisi varmış. Cici annemizin Bursa'ya gittiklerinde dikkat ederdim , babam yine odasına çekilir, gaz lambası ile karşıdan karşıya sinyal gönderirdi. Elektrikler saat 24. 00 e kadar yanardı o vakitler. Zaten okula gittiğimde bana yatılı okulun anbarından cerez ve şekerlemeler veren şimdiki Annemin neden bu yakınlığı bana göstrediğini anlamakta gecikmedim. Babam O'nunla işaretleşiyor, bir üçüncü aşk yaşıyordu herhalde, ancak benim böyle aşk filan bildiğim yoktuki. Ancak benimde okulda Sinem adında bir sıra arkadaşım vardı. Onu o kadar özlüyordumki geceleri sabahı hani derler iple çekiyor, benimde ona mesajlar gönderecek imkanım olsa diye düşündüğüm oluyordu. Bazı geceler ev gezmeleri yapılır, Sinem gillerle görüşülmemesi canımı sıkardı. Sinemin babası Vergi Dairesinde çalışıyordu, benim Vergi Dairesi filan ne iş yapar bildiğim yoktu ama Hükümet konağına Sinem ile birlikte yakın olan okuldan bir keresinde gittiğimizde Kapıda Maliye levhasını okumuştumBir gün Babama "Baba Sinemin Babası nı tanıyormusun "kabilinden soracak oldum hatırlıyorum. "Kim Sinem? "diye yüzüme şaşkın bir ifade ile bakarak, saçlarımı karıştırmıştı. Cevap verememiştim, sınıf arkadaşım -sıra arkadaşım bile diyememiştim. Bir suçluluk duygusu kaplamıştı içimi, hatta korkmuştum.

İlkokulun ikinci sınıfı bir başka idi, okuma yazma öğrenmiştim ya. Kendimi adam oldum gibi hissediyor, artık gazetelerin büyük puntolu yazılarını yüksek sesle bakınız ben artık okumayı söktüm dercesine boğazım yırtıla yırtıla okuyordum. Nenem "Oku inşallah okuyup KADI olursun " diye beni okşardı. Sonraları bu Kadı'nın ne iş yaptığını Babamın ikinci evliliği olan teyzesinin kızı cici annemiz için açtığı Boşanma davasında gördüm. Bu dava ile ilgili olarak hafızamda yer etmiş olan Hakim karşısındaki şu anı, - beni Avukat olduktan sonra -karısını boşamak isteyen adamlara karşı haşin bir tavır içine sokmuştur. Hep kadınların Avukatlığını üstlenmemde herhalde büyük etkisi olmuştur. Gelelim hikayeye. Mahkemeye çıktık ve babam bana iyi bakılmadığını , yıkanıp yunulmadığımı iddiada bulunuyordu ki "Bakınız Hakim Bey, çıkartsın çoraplarını , görünüz , ayaklarındaki kiri" demişti. Ben de çoraplarımı çıkartmıştım. Tabii ayaklarım siyaha çalınmış bir durumdaydı. Yalnız ayaklarım siyah görünüyordu ama , bu kirden değil, çoraplarımın boyası çıkmıştı ayaklarıma. Yıllarca bu durumu Babama açıklayamadım. Babam davasını ispat için benim ayaklarımdaki kiri bile kullanıyordu, ne demeli belki de Avukatı ona böyle tavsiye etmişti. Mesleki faaliyetimi icra ederken, talep üzerine, Hakim tarafından "Birde çocukları dinleyelim bakalım" diye takdir hakkını kullanmaya kalkıştığında , kesinlikle bu şekilde bir dinlemeye karşı çıktım ve direndim.

Beltan Göksel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Suzan Ağatoğlu


Yardım et anneanne...

Yardım edebilir misin anneanne, küfe değil ki bu...

Yanılmıyorsam 9. veya 10. yaşımın Milli Eğitim Bakanlığı tarafından verilmiş yaz tatiliydi...

Ve biz uzun yıllar olduğu gibi o yaz tatilinde de anneannemizin, sırtını Karadeniz'in dağlarına vermiş köyündeydik. (İşte) o dönemlerden başlar benim güne erken başlama telaşlarım. Çünkü ne kadar erken başlanırsa o kadar çok şey sığdırılır 24 saatin içine...

O sabah da uyuyan kardeşlerimin, kuzenlerimin aksine güne erken başlamıştım. Şimdi hatırlıyorum da ne zaman ki onları da uyandırmaya kalkışsam, özellikle abimin kalktığında üzerimde uygulayacağı çeşitli deneylerin tehdidiyle geri püskürtülmüştüm.

Günün uyanışını dinlerdim... Anneannemi izlerdim, onun küçük ama hızlı devinimlerini...

Balkonda oturmuş günün, oyun arkadaşlarımın uyanmasını beklerken;
- Yardım etmek ister misin? dedi anneannem.
- Tabiiiii anneanne...
- Bak şu gördüğün bahçe var ya 2 gün önce gitmiştik. Şimdi oraya gidip kızarmış domatesleri toplayıp gelir misin?

Kanatlarım olsa havalanır uçardım o an... Bizim için çırpınıp duran anneannem benden bir şey istemiş de ben yapmaz mıydım? Küfeyi aldığım gibi doğruca yola koyuldum.( Hadi canım içinizde küfeyi bilmeyecek yoktur. Var mı yoksa? Hani ağaç dallarından yapılmış yük taşımaya yarayan büyük sepet) Ormanda, ninesine yiyecek götüren kırmızı başlıklı kız edasıyla yürüyordum. Boyumdan uzun başakların arasından geçiyor, ardından yaşının anneannemden de büyük olduğunu düşündüğüm koca koca meşelerin altından...

Kim bilir belki de dilimde çocukluk şarkılarımızdan biri... Ah ne de zevkli dalından yeni koparılmış domatesi yemek... 1-2-3-4-5.... derken küfe doldu dolacak...Ama anneannem ne demişti; Kızaran domatesleri toplayıp gel! Eee demek ki hepsini toplamam gerekiyor...

Tamam kızaran domatesleri topladım da nasıl kalkacağım şimdi ben sırtımda bu yükle? Yapamayacağım bir şey olsaydı anneannem bana söylemezdi değil mi? Birinci deneme başarısız... İkinci , üçüncü...hatta dördüncü de ... Artık gözlerimden yaşlar süzülmekte. En çok da başarısız olmak canımı yakmakta ya... sırtımdaki yükü duymuyorum bile. Kaç kez başımdan aşağı döküldü o domatesler kaç kez... Her seferinde daha bir hırsla kalkmaya çalışsam da yapamadım...

Kendimle, küfeyle ve domateslerle hatta anneannemle kavga etmekten onun yanıma geldiğini görmemiştim, ta ki kaldırmak için bana elini uzatana dek. Şimdi en çok da ona kızgınım neden taşıyamayacağım yükün altında soktu ki beni? Ya o yüzündeki gülmek isteyip de kendini tutan ifadesine ne demeli?

Küsüm anneanne sana küsüüüümmm...

Başım öne eğik, gözümde yaşlar, arkamda anneannem, sırtında küfe ve kızaran domatesler geri dönmekteyiz...

Konuşmadım bir süre, ses vermedim sesine...

Şimdi ise anneanne, taşıyamayacağım yükler altına girmiyorum.
Biri yükleyecek olsa, durun taşıyamam diyorum!!!

En çok da kendimi taşıyamıyorum…

Suzan Ağatoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Sümbül Sokağın Solmuş Gülleri - 2 -

ll.

Pencereden sızan güneş, akşamki sağanaktan camlara yapışan yağmur damlalarını kurutmuş, geriye yuvarlak lekeler bırakmıştı. Birsen, hayatında tutulduğu her sağanaktan kendisine geriye kalan izleri düşündü. Ama asla, gözlerini ayırmadan baktığı bu camlar gibi temizlendiğinde silinmecekti izleri... Hep kendi ile kaldığı, hesaplaştığı bir sürü anında hoyratça dikileceklerdi karşısına. Hep hesabını soracaktı kendi ruhundan alacağını.

Yattığı yerde doğrulduğunda, kollarını ensesinde kenetleyip esnedi. Göz kapaklarını bir birine yapıştıran çapaklarını parmak uçları ile temizledi. Ardından uyanmış olan Deniz' e bakmak üzere yanına gitti.

- Günaydın. Kendini biraz daha iyi hissediyor musun? Acıların azaldı mı?
- Daha iyiyim. İyi ki tesadüfen de olsa geldin. Yoksa tek başıma ne yapardım,
derken Deniz, yüzünü ellerinin üzerine kapakladı... İçli içli ağlıyordu. Aniden "Her şeyi hatırlıyor. Nasıl olur, daha küçücüktü." dedi. Birsen ne dediğini anlamadı önceleri... Dinlemeye devam etti.

- Hasan, herşeyi hatırlıyor. Hani sana anlatmıştım nasıl bu hale geldiğimi. O zamanlar çok küçüktü. Nasıl olur da hatırlar anlamıyorum. Dün gece karşıma dikildi. Büyümüş, kocaman bir delikanlı olmuş. Masum ve hiç kirlenmemiş gözlerindeki nefreti gördüğümde öldüm Birsen... Tekrar öldüm. Elinde bir bıçak vardı ve titriyordu. "Yapma ablacığım, tertemiz yüreğini kirleme, değmem" dedim. Bana nefretle bakmaya devam etti. Anlatamadım, kendimi savunamadım. Elinden bıçağı aldım ve karnıma sapladım. Tüm nefreti silindi gözlerinde ve sarıldı boynuma... Kovdum onu. Kimseler görmesin, kanımla kirlenmesin diye. Ağlayarak gitti.

Birsen nasıl teselli edeceğini bilemedi. Büyümüş olmasına rağmen anlatsa da Hasan' nın anlamayacağını en az Deniz kadar biliyordu. Çünkü, yıllarca yanlış anladığı bir olay yüzünden ablasına karşı içinde koca bir nefret büyütmüş olmalıydı.

Deniz, Taşlıtarla' da küçücük bir gecekonduda dünyaya gelmişti. İki ablası vardı ve yıllar sonra annesi Hasan' a hamile kaldığında oniki yaşlarındaydı. Tüm talihi babasını kaybettiği ekim ayında değişmişti. Annesi hayat mücadelesine daha fazla dayanamamış, bir seneye varmadan kendisine bir sürü vaatler vermiş olan Kasım ile evlenmişti. En büyük ablası babasının sağlığında evlenmişti. Kasım babalığı, kendilerine yük olmasın diye, çok hayırlı bir kısmet bahanesiyle ortanca ablasını da kendisinden oldukça büyük orta yaşlı bir adama vermişti. Annesi nedense hiç itiraz etmemişti. İlk o gün nefret etmişti babalığından.

Deniz ortaokulu bitirdiği yaz, birincilikle kazandığı Anadolu Lisesi sınavlarından sonra, gelecek ile ilgili planlarını çoktan yapmaya başlamıştı. Rahmetli babası sağlığında olduğundan daha çok gurur duyacaktı kızıyla. Tek ideali bu olmuştu. Tabi, Kasım babalığı bir süre sonra gerçek yüzünü göstermeye başlayana kadar. Çalışmayı bıraktığı gibi, sürekli içki içiyordu. Bu sebeple annesi ev işlerine gitmek zorunda kalmıştı.

İçkili olduğu zamanlar, annesi de evde yokken hep sevme bahanesine Deniz' i taciz etmeye başlamıştı. Taki annesi erken geldiği bir gün, zorla ırzına geçen babalığını üzerinde yakalayana kadar. Kasım, "Kendi istedi. Kızın sürekli oynaşıyordu benimle. Ben de erkeğim, dayanamadım artık." dediğinde, Deniz annesinin gözlerindeki hıncı gördüğünde, bu iğrenç adama nasıl olup da inanmış olabileceğini anlamadı. O hırsla çıktığı odadan doğru mutfağa koşup, elinde bıçakla geri döndü. Gözü dönmüş olmalıydı ki, son anda babalığının önüne atlayan annesini fark edemeden bıçağı dört kere sapladı. İçindeki öfkesi; annesi kanlar içinde yere yığılırken, uykudan yeni uyanmış üç yaşındaki kardeşi Hasan şaşkın şaşkın kendisine bakarken yerini hıçkırıklara bıraktı.

Devam edecek...

Gülcan Talay


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.831 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


AKINTI

l

derin koylarında dokunmuşum
gözyaşlarının mavisine
gördüğün tunçtan acılarda kalmışım

tüm sözcükleri unutup
kendim dediğim sensin
yaşarım belki diye
yarınlara bıraktığım
sensin
rüzgar güllerinde bulduğum
beklerken hayalini
daha hiç yaşanmamış
bir ikindi vaktinde
aç bir deniz gibi
seni kendime saklamışım

ll

dönmemek üzere geçtiğimiz
yollar hala kırmızı
derin düşlerden uyandığımız zamanlara bak
kendine dönüyor ufkumuz
yarınlardan habersiz birçare
bir su dökülse
kıyılarından geçtiğimiz mevsimlerin
ansızın başlayan
yangınlarda yansa kalpler
gonca güllerin açtığı
uzayıp giden yollarda

lll

bu anda işte derin bir intahar akisi
ey günleri
kimsesiz çıplak bir adam için
nakışına işleyen deli kız
unut kendini
uzaklarda bak
sokulmuş korkularının
en gizli yerlerinde
yitirdiğin aşkın sillüeti

lV

evet sen soğuk bir ceset
bir kar fırtınası
ılıman ülkeklerde ansızın beklenen
nafile şimdi geçen ömrün
dağlarında koştuğun ülkenin
insanlarıda soğudu artık

uzun metrajlı filmlerin
sonsuz yanışı gözlerinde
tüm akıntılarında ötesinde...

Fatih Köseoğlu

Yukarı

 

 Bulmaca - Sudoku


Sudoku #30



  Çözüm: Sudoku #29
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.

Kolay gelsin.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

Bir web sayfası ki zaman karşı yarışıp bilginizi ölçebilirsiniz. Detaylar için http://www.birmilyon.com/ ...Birmilyon.com sitesinin kuruluş amacı, her türlü paylaşımı ön plana çıkartmak ve internette kaliteye önem veren insanların kaliteli bir ortamda paylaşmasını ve eğlenmesini sağlamaktır. Bu amaç doğrultusunda her geçen gün sizlerin de desteği ile kaliteden ödün vermeksizin birmilyon.com sitesini sahip olduğumuz profesyonel ekip ile geliştirmekteyiz...

İnternet ne güzel bir şey değil mi? Onun sayesinde istediğiniz yemek kapınıza kadar geliyor. "Homini gırtlak, pufidi kandil, tumba yatak" ...Merhaba, Türkiye'nin ilk ve tek online paket servis portalı www.yemeksepeti.com 'a hoşgeldiniz. Siparişlerinizi en doğru, en hızlı ve en kolay şekilde alıyor, ilgili restorana eksiksiz ve anında iletiyoruz. Kredi kartı, güvenlik sorunu yok. Siparişinizi hiçbir ekstra ücret ödemeden verin, 10-45 dakika içerisinde yemeğiniz elinizde olsun. Afiyet olsun...

İşte bu da yasal mp3 platformu. http://www.powerclub.com.tr Bastır parayı al mp3'ünü. Nasıl oluyormuş bu paralı mp3 diye merak edenlere duyurulur. Seyyar satıcıdan 2 YTL verip 80 - 100 şarkılık mp3 CD almaya benzemez.

...Ben uzaklardan beklerdim, Sayarak günlerimi. Bu gece penceremden düsenay isiginda, Birden yanibasimda buldum Bir agaç gibi çiçeklenmis Anladim almis yürümüs Sarmis bu sevda içimi ... Necati Cumalı şiirlerini severmisiniz. ...Akan suyu severim ben Işıldayan karı severim... http://www.cs.rpi.edu/~sibel/poetry/necati_cumali.html

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


POP Peeper 2.4.3 [818 KB] Windows (tümü) / bedava
http://www.snapfiles.com/php/download.php?id=104365
Spam ve istenmeyen epostalardan kurtulmak için kullanışlı bir araç. İstediğiniz kadar eposta hesabınızı tanımlıyorsunuz. Esas programınızdan önce bununla posta kutularınızı kontrol ediyorsunuz. Sadece başlıkları alıp istemediklerinizi kolayca siliyorsunuz. Garip epostalardan sıkıldıysanız mutlaka bir kez deneyin.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060330.asp
ISSN: 1303-8923
30 Mart 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com