Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 984

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 15 Mayıs 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Cimbom'a Şampiyonluk Yakışır


1. Kahve Molası Öykü Yarışması - Detaylar için tıklayın.
İyi haftalar,

Şampiyonluk Cimbom'un kısmetiymiş. Helali hoş olsun. Şampiyonlukları kutlu olsun. Fener'in başına geleni türlü sıfatlarla ifade etmek mümkündür ama beceriksizlik ve inanmamışlık dün akşamın kısa bir özetiydi bana göre. Gönüllerin Şampiyonu da Fenerbahçe'dir deyip avunalım en iyisi. Sportif hedeflerinin hiç birine ulaşamamış yönetim ve teknik kadro umarım gerekli dersi hemen çıkarır ve 100.yıl için çalışmalara şimdiden başlar.

Bugün tahmin edebileceğiniz gibi fazla konuşacak durumda değilim. İnşallah yarına bunu atlatır ve normal yaşantıma geri dönerim:-)) Pikaba 70'li yıllardan güzel bir "Anacığım" şarkısı koyup kenara çekiliyorum. Neil Reid söylüyor, Mother of Mine. İyi bir çalışma haftası dileğiyle, bugünlük hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  AMAN HATUNLAR DUYMASIN!

Şşşşt sessiz olun!
Etrafınızda ne kadar dişi kişi, dişi kurt, dişi börtü, dişi böcük varsa uzaklaştırın hemen. Zira, bugün biraz cami duvarına yanaşıp, hatunları çekiştirmek niyetindeyim.

Ne yapayım? Hem dedikoduyu, hem de erkekleri seviyorum.. Dolayısıyla erkekleri hasım tutmak işime gelmiyor. Eh erkeklerle aynı tarafta olabilmek için de hemcinslerim hakkında tüyolar vermek zorundayım.

Laf aramızda, hatunların şerrinden korkmuyor da değilim hani.
Kıymetimi bilin! Siz erkekleri aydınlatacağım diye göze aldığım riske bir bakın hele. Artık ben de size sığınacağım mecburen.
(Bakarsınız, bu sığınakta dişime uygun bir çıtır da bulurum ha!)

Biliyorum, hayatınız kadınları anlamaya çalışmakla geçti. Belki siz de birçok er kişi gibi feminizmden medet umdunuz ve mor iğneyi poponuza yediniz.. Belki kendinize dişi kankalar bulup, onlardan ipuçları alacağınızı sandınız.. Kitaplar okudunuz, Uçan Süpürge Film Festivalinin müdavimi oldunuz, terapiler gördünüz ama işe yaramadı değil mi? Eh haklısınız, ben bile bazen hemcinslerimi anlamakta zorlanıyorum.

Kadınların, dolambaçlı ilişkilerden hoşlandıkları, kendilerine ait gizemler yaratıp anlaşılmaz (komplike) kadını oynadıkları, anlaşılmayınca da tepindikleri artık bir sır değil. Bence bu arızanın en büyük sebebi, komplekslerine erkeklerden daha fazla düşkün olmaları.

Samimiyet ve netlik, hatun kişinin incilerini döker!
Dişi taifesi, ne istediğimi net ve direkt olarak söylemektense; karşı cinsi müneccim olarak görme ve anlaşılmayı bekleme eğilimindedir. Bu eğilim, erkeğin aşkını sınama manevrası olarak da düşünülebilir. 'Erkek, kadını anlamak için ne kadar çok kafa patlatırsa, o kadar sevgi doludur' gibi ahmakça bir kriterleri var.

Hatunların kendilerini böyle 'uzmanlık isteyen yaratıklar' olarak görmelerinde 'budala' erkeklerin payı olduğunu da göz ardı etmemeli tabii. (Kadın bilicisi Ahmet Altan'ın kulakları çınlasın.)

Şimdi diyeceklerimin benimle ilgisi olmadığını söyleyerek, 'ben' hariç diğer hatunları çekiştireceğim ki, bu da kendimi -en azından kadınlar arasında- 'özel' hissetmeme sebep olacak. (Her kadın gibi, benim de özel olduğumu sanmaya hakkım var değil mi? Benim arızalarımı da başka bir gün çekiştiririz artık.)

Aslında iyi niyetlidir hemcinslerim.. Sadece, biraz ezbere yaşarlar.
Alev Alatlı'nın "...sevdikleriyle sevişemediler, seviştiklerini sevemediler..." tespitine katılmamak mümkün değil. Bu durumun sosyolojik, biyolojik ya da fizyolojik nedenlerini bilemem. Amma ve lakin seçmektense, seçilmeyi tercih ettiklerini ve seçilmiş olmanın sarhoşluğuyla akıllarını kaybettiklerini söyleyebilirim.

Biraz özgüvenle alakalı olsa gerek, 'işte bu benim adamım' deyip sürünmeyi, pencere önlerinde serenatlar yapmayı ve platonik aşkı dibine kadar yaşamayı yemezler... Esasoğlan gelir, esaskızla ilgilendiğini gösterir, ilan-ı aşk eder ve işte kadının aşk dediği teslimiyet orada başlar.

Esasoğlana değil, onun ilgisine, 'göz kamaştırıcı' güzelliği karşısındaki acizliğine, yani kendisine duyduğu aşka 'aşık' olur şapşal kızımız.

Sonra, ona 'evet' diyerek öyle bir lütufta bulunduğunu düşünür ki, esas oğlanı köle olarak görmeye başlar. Öyle ya; adam ona aşık olmuştur, peşinde koşmuştur, yalvarmıştır ve 'evet' demesinin tek suçlusu da odur. Cehennem biletini kendi elleriyle kesmiştir esas oğlan!

Durumlar bu minvalde gelişirken, esasoğlan arada bir eşine, dostuna, işine de zaman ayırmaya başlar. Ne de olsa, 'eşi benzeri bulunmaz hatun kişi' ceptedir artık! Ammaaaa cepten yemektedir, o ayrı...
Sen hem kıza 'evet' dedirt, sonra da git bireysel gelişiminin peşine düş, olacak iş mi? Bittin oğlum sen!

Tabii ki istisnaları kenara koymak gerek. Ancak, karşı cins ilişkilerinde hemcinslerim açısından gözlemlediğim en traji-komik sahne budur: İlişkiyi ayakta tutan aşktır ama erkeğin aşkıdır bu aşk... Erkeğin aşkında ihmaller, gel-gitler, dozaj düşüşleri olduğu andan itibaren de ilişki çığırından çıkar zaten. Vaziyeti şöyle formüle edebiliriz belki:

AŞK (erkeğin yakarışı) + KARŞILIK (kadının lütfu) = İLİŞKİ

Formüldeki AŞK (erkeğin yakarışı), birkaç saniye bile hızını kesecek olsa, karşılığı yoktur ya da bedeli çok ağır ödetilir.

Cinsi erkek olan bir dostumla bunları konuşurken: "Kadınlar sevildikleri için ya da yalnızlıklarını paylaşacak birine ihtiyaç duydukları için severler... Bu aciziyet ve teslimiyet benim kanıma dokunur... Seçildiğim için 'fit' olmak bana göre değil... Ben seçerim baba ilişkiye gireceğim adamı, kimse zahmet etmesin" demiştim.

Dostum: "Böylesi çok zor. Ama unutma ki, kendi istedikleri için değil, mecburiyetten dolayı senin durumunda olan milyonlarca zavallı erkek var. Biz seni anlıyoruz ve bunun ne kadar çetin bir yol olduğunu biliyoruz..." dediğinde, cevabım şöyle olmuştu: "Milyonlarca zavallı erkek ha! Bu eğlenceli bir ittifak olacak. İşbirliği ve empati ayağına birkaç tanesine göz koyabilirim..."

Bir de, kadınların hangi koşullarda ve hangi erkeklerle yattıkları konusunda tüyolar vereyim size...
...
...
...
...

Ne? İnandınız mı yoksa? Ben nereden bileyim kardeşim! O sırada yanlarında olmuyorum ki. Tamam hemcinsleriyim, onlara çok yakınım ama yatak odalarına da almıyorlar beni yani... Lakin neden yatmadıkları konusunda bir iki ipucu verebilirim:

• Evlenmezsen yatmaz
• Arkadaş ayağına yatmaz
• İçkili değilse yatmaz
• İçkiyi fazla kaçırdıysa da yatmaz
• Ayaküstü yatmaz
• Paran yoksa yatmaz
• İşin yoksa yatmaz
• İşin çoksa yine yatmaz
• Arkadaşının yattığıyla yatmaz
• Abuk bir iç çamaşırı giymiştir yatmaz
• Kıl olur yatmaz
• Kıllı olur yatmaz...

Bilmem anlatabildim mi?

Aslında bu konu, daha çoooook dedikodu götürür de, bir an önce kendime kaçacak bir delik bulmalıyım... Hele ortalık bir yatışsın, kadınların ipliğini pazara çıkaracağım. Ve bütün erkekler de bana kalacak... Hah hah haa...

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Sevil Duha Erken


KOZA

Kim korkar başkasının olmaktan?
Korkmadık olduk senelerce.
Ben senin olmasaydım
Sen benim olmasaydın
Nasıl tanırdık şimdi kendimizi?
Aynılığımızı kaybedişimiz meğer,
Sonuymuş ümidimizin, aşkımızın
Farklılığımız koca bir hiç.
Kendisi iken kendinizi bulabileceğiniz birini getirse dudaklarınıza yazgınız
Tadına doyamazdık her öpüşümüzde onları.
Yetmez mi bunca yıldır başkalarına sarılışımız?
Biz hiç başkasındaki kendimizi sevemedik.
Bunu bulsak ah yaşam ne öz sevişirdik!
Kıyamazdık belki sana önceden söyleyeceklerimiz
Susardık.
Dayanamadığın zaman gidersin zaten gideceksin ey susuş!
Yazacağız aynılığımızı yeniden bulana kadar.

Sevil Duha Erken


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


PARLAKÇI

“Neme lazım?”dedi ama içi burulmuştu bir kez, Adem’in. Kardeşinin karısıydı Derya. Deli İsmail’in imalı sözleri içine düşen kurdun müsebbibiydi. Yengesi Derya’nın kendine çeki düzen vermeyen aşırı serbestliği Adem’i güzel yengesinden yana kuşkulandırıyordu.

Derya, orta yaşa yaklaşmış, üç çocuk annesi bir kadındı. Allah için havalı kadındı. Endamı, kimselerde yoktu. Ama o, illa ki o güzel endamını ortaya koyacak elbiseler, dekolte bluzlar giyiyor, güzelliğini büsbütün gözler önüne seriyordu. Kocası olacak Mustafa, karısının gösterişli vaziyetine ses çıkarmıyordu. Eeee, “böyle başa böyle tıraş!” dedi Adem.

Derya , sabah salınarak yürüdüğü mahallede bakkala gitmiş, eve dönmesini geciktirmişti. Kocası Mustafa çoktan işinin başına gitmiş, çocuklarının günlük nafakalarını çıkartmaya başlamıştı bile. İnşaatlarda işçilikten taş örenliğe terfi etmiş olsada adamların başından ayrılmıyor, iyi para kazanıyordu. Mustafa, yakışıklı, çalışkan bir aile babasıydı. Adem’in karısı Emine, “Kardeşin kadar olamadın!” derdi kocasına. Eltisi gibi gösterişli kadın değildi, Emine. Belki de aynı işi yapan kocasının göz bebeği olamayaşının nedeni Derya’nın istemesini bilen ve ona, istediği hayatı sağlayamayacak kocası Mustafa’yı bırakabileceği tavrını alen beyan ortaya koymasıydı. Mustafa, bunları bilir ve güzel karısı Derya’ya bol para verirdi. Derya, parayı isteğince, son kuruşuna kadar harcardı. Üst baş, son moda kıyafetler ibadullahtı Derya’nı gardırobunda. Yediği önünde yemediği ardındaydı. Bir kadın daha başka “ne” isterdi, acaba? Bu işe Adem aklını takar kardeşine söylenirdi:
“ Karına ne çok para veriyorsun! Bizimkini de benim başıma sen ve senin karın sarıyor! Kardeşim, “kadın, böyle de şımartılmaz ki! Emine, karında ne görürse benden istiyor. Yarış yapıyoruz sanki. Bu yarışta birimiz “pes” edeceğiz, bakalım hangimiz?”

“Aman kardeşim. Sen de amma pintisin. Yengem, seni nasıl çekiyor anlamadım. Hem biz kimin için çalışıyoruz yahu!” İki kardeş, kadınlarına farklı davranıyor, farklı davranışlarıyla biri karısını memnun ederken öteki kardeş memnun edemiyordu.

Derya, sevgiyi, sevilmeyi istiyor kocası Mustafa’yı kah beğeniyor, kah beğenmiyordu. Onca bolluk içindeki hayatında bir arayışı vardı Derya’nın. Mustafa, karısı ile yatak odalarına çekilmişti. Mustafa, yataklarında uzanan karısını sevmek istemişti. Derya kocasına yanaşmıyor, ondan kaçıyordu. Yataktan fırlayan Derya’nın koynundan bir resim düşmüştü. Derya, alel acele o resmi yerden almaya uğraşıyordu. Mustafa, karısından çevik davranmış ve karısına sormuştu:

“Bu ne, bu.! Kim bu delikanlı? Bu resmin senin koynunda “ne”işi var?”

Derya, feleğini şaşırtan hatasını örtbas etmeye uğraşıyor, uğraştıkça işin içinden çıkamıyordu. Mustafa, resmi yırtmıyor, o genç adamı tanımaya uğraşıyor, tanıyamıyor ve genç adamın resminin karısının koynunda “ne” işi, olduğunu anlamak istemiyordu. Kavradığı gerçek Mustafa’yı zıvanadan çıkarmış, karısının genç bir aşığı olduğunu karısından duymak istemişti:

“Söyle bana.. Doğruyu söyle. Resmini koynuna alıp sakladığın adam, senin aşığın mı? Neyin noksandı? Neyin eksik kalmıştı? Senin aşkından gece gündüz çalışan, çocuklarımızı ve özellikle seni refah içinde yaşatan ben değil miyim? Bunu bana nasıl yaparsın!”

“Sandığın gibi değil Mustafa. O genç adam benim peşimdeydi ama, inan bana onunla aramızda hiç bir şey geçmedi. O genç adam bana resmini uzatmıştı ve ben korkudan, kimseler beni onunla konuşurken görmesin diye ondan uzaklaşmak, o anda durumu kurtarmak için onun ısrarla bana verdiği resmini aldım ondan. Genç adamın resmini nereye saklayacağımı bilemeden koynuma saklamışım. Vallahi ve billahi, bütün günahım bu. Affet beni Mustafa.”

“Alemin adamının resmini nasıl alır ve göğsünde nasıl saklarsın. Asla affetmiyorum seni. Bu evden derhal gidiyorsun ve boşanıyoruz. Çocuklarımın yüzünü sana göstermeyeceğim. Zaten çocuklarımın yüzüne bakmaya hakkın yok, senin!”

Derya, suçlu muydu bilmiyordu. Tek bildiği, yıllardır tatmadığı iç kıpırtılarının; O, delikanlıyla harekete geçtiği, yüzünün tebessümlere bezendiği ama bu iç kıpırtısının ona çok ama çok pahalıya mal olduğu gerçeğiydi. Mustafa, karısı Derya’yı severek ve ona “bin ah!” ederek karısından boşanmıştı ama, Derya’yı unutamıyor, O’nun hayalini bir an olsun yanından, aklından çıkartamıyordu. Derya, “ar” yoluna, ülkesini, memleketini terk etmek zorunda kalmıştı. Ve o, yurtdışına işçi yazılmış ve İsviçre’deki akrabalarının yanına gitmişti. Mustafa, eski karısı Derya’nın yokluğuna alışmaya çalışsa da alışamıyor, gün be gün karısını ayrılık acısında, ulaşılmaz kavuşması zor hayallerle geri istiyordu. Derya ile barışmayı aklına koymuştu. Ailesinin, özellikle de erkek kardeşi Adem’in bu işe mani olacağını düşünüyordu ama o yüreğinin sesini dinleyecek, gerekirse ailesinle ilişkilerini bitirecek ve eski karısı Derya ile yeniden nikah tazeleyecekti. Derya’yı barışmaya razı etmek, kolay değildi ama çaresiz de değildi. Derya, üç çocuğunu ömür boyu görmeden yaşayamayacak ve nasılsa “koca ekmeği meydan ekmeği”diyecekti. Nitekim, Mustafa, İsviçre’ye gitmiş ve Derya’yı orada bulmuş, karısına gelecekteki yaşamlarının eskisinden güzel olacağından söz etmişti. Derya çaresizdi, yalnızdı ve koynuna resmini koyduğu, beğeniyle mahalle köşelerinde, bakkalda gözlerine hayran hayran baktığı delikanlı, Derya’nın yuvası yıkılırken ne, mahallede ne de belledikleri bakkal dükkanında görünmez olmuştu. Delikanlı “ne”demekti? Delikanlı adı üstünde deli dolaşan deli akan genç yürekteki gencin heyecanıydı. Orta yaş kadınını hevesleriyle ortada bırakan; geleceği belirsiz, yeni heveslere kucak açan bir genç erkekti. Derya, delikanlı gerçeğini, hevesin faturasını yuvasının dağılmasıyla ödemişti. Eşi Mustafa, akıllı uslu üstelik delikanlıdan daha delikanlı bir erkekti. Gurbet elde çalışıp çabalarken yavrularından uzakta mutsuz, yapyalnızdı. “Alemin iyisinden, kendi kötün daha iyidir,”dedi ve boşadığı eşi Mustafa ile nikah tazeledi.

Adem, ağabeyinin yengesi Derya’yla barışmasını istememiş, ağabeyine, “ağabey, bu kadın parlakçı, sen alemi cihan olsan da bu kadının gözü genç erkeklerde!”demiş ağabeyinin eski karısıyla bir araya gelmesini istememişti. Yıllarca Derya, kaynına kendini beğendirmeye, kabul ettirmeye uğraşmış ve sonunda kendini kendi gibi aileye kabul ettirmişti. Çünkü Derya, kocası Mustafa’nın kraliçesi olmuştu. Mustafa, karısını elinde tutmak, karısının dışarıda olan gözünü boyamak için karısının, “bir”dediğini iki etmiyor,o “ne” derse onu yapıyordu. Derya ve Mustafa’nın üç kızı büyümüş ve kızları, evlenip yuvalarını kurmuştular. Derya, yaşlılık elden gidiyor mu krizine girmişti. Gününü gün ediyor, genç kızlar, genç erkeklerle sıkı ahbaplık kuruyor ve gençlerin dert ortağı Derya ablası oluyordu. Gençler onu, o gençleri, seviyordu. Kocası Mustafa’yı bırakmayı planlıyor, yeni bulduğu kızı yaşındaki sevgilisiyle evlenmeyi, onunla yeni bir hayat kurmayı planlıyordu. Ve bu kez kocası Mustafa onu boşamadan; Derya, Mustafa’yı mahkemeye vermiş boşamıştı. Çocuklarını, yıllar öncesinden yaptığı gibi kanında kıpırdayan gençlik heyecanı uğruna yıllar sonra bırakmış, “parlak” başka bir genç adamın peşine takılıp, yaşadığı şehri terk etmişti, Derya.

Adem haklılığını ispatlayan bir erkek edasıyla ağabeyinin karşısına dikilmiş, yılar önce konuştuğunu tekrarlamış durmuştu:

“Ben sana demedim mi! Bu kadın parlakçı diye, yılar öncesinden. Şimdi geldin mi lafıma. Eski karının bakışlarından belliydi. Gençleri yanından ayırmadığından belliydi onun “parlakçı bir kadın” olduğu.”

“Haklı çıktın kardeşim. Ama keşke yıllar öncesinden de sana haklı çıktın kardeşim diyebilseydim.”

“Zararın neresinden dönülürse kârdır kardeşim. Hem sen, çocuklarının hatırı için karını affettin. Huylu huyundan vazgeçmeyip; bu huyunu yeniledi!”dedi, ve kardeşinin sırtını sıvazlayarak; kardeşine gülümsedi.

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  HAYATI TERSTEN YAŞAMAK YAHUT HAYATA DAİR

Dünyaya gelişimiz de buradan göç edip gidişimiz de irademiz dışındadır. Yüce Allah bize hayat denen nimeti hiçbir ücret istemeden bahşediyor. Fakat bizden sadece kendisine sadık ve sorumlu bir kul olmayı istiyor. Bu mükellefiyet de ayrı bir nimetin kapısını açacak bir anahtar hükmünde sunuluyor biz kullara. Gerçek bir kul gibi yaşayanlar ve yaradılış gayesine vakıf olanlar ebedî cennetle ödüllendiriliyor.

Yaşamak pek çok güzelliğin yanında acıları da beraberinde getiriyor şüphesiz… İnişli çıkışlı bir güzergâhtır hayat yolculuğu. Yorulanları affetmiyor bu zorlu yarış. Geride kalanlar kolay kolay menzile varamıyor. Yere düşüp kalanları eziyor geriden gelenler. Demek ki düşmemek gerek bu uzun ve zorlu yarışın dikenli etaplarında. Düşenin dostu olmaz.

Hayat onca zorluğu beraberinde getiriyor. Çocukluktan ihtiyarlığa varıncaya kadar nice badirelerden geçiyor insan. Çocukluk günlerinde her şey tozpembe oluyor. Yaş ilerledikçe sıkıntılar da ona paralel bir biçimde ilerliyor. Meslek edinmek için uzun yıllar okula bağlı bir hayat sizi çepeçevre sarıp sarmalıyor. Evlilikle beraber çocuklar giriyor hayatımıza. Onların meseleleriyle uğraşırken yaş da bir taraftan ilerliyor. Tam huzura kavuşacağınız anda hastalıklar yokluyor yorgun bedeni. Onlarla savaşırken bir de bakıyorsun ki musalla taşındasın. Zaten bundan ötesi iraden dışında kalıyor. Durum bundan ibaret olmasına rağmen muzip ve kurnaz bir insan, hayatı tersten yaşamanın güzelliğini dile getirmiş bir yazısında. İsmi belli olmayan bir kişinin kaleme aldığı bu enteresan metin hem güldürüyor hem de düşündürüyor bizi. Keşke" diyoruz ama keşkeler yapayalnız ortada kalıveriyor. Dilerseniz "Hayatı Tersten Yaşamak" konulu bu anonim kurguyu gözden geçirelim. Bakalım nasıl olurdu hayatı tersten yaşamak. Bugünküne benzer miydi yaşadıklarımız? İşte hayatın tersten yaşanışı ve bunun hayatımıza kattığı güzellikler:

"Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir. Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu? Nasıl mı?
Camide uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içerisinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyorlar ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette. Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar, torunlar, hepsi hazır. Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.

Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev...
Altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoşgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz. Genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz. Herkes karşınızda elpençe divan…

Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor, forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade…

Aman ne güzel günler başlıyor… Derken bir gün patron size "Artık üniversiteye gitsen daha iyi olur." diyor. Bu arada babanız ortaya çıkmış, "Fazla çalıştın" diyor "Artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun." Keyfe bakar mısınız? Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler... Kızların sayısı artıyor. Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık...

Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "Evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" diyorlar. Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor

ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz. Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor. Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır. Bir gün karanlık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz. Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz. Ve günün birinde müthiş keyifli bir orgazm ile hayatınız bitiyor...

Nasıl ama; işte yaşamak!.."

Gerçekten de tadına doyum olmazdı hayatı tersten yaşamanın. Şayet böyle bir imkân olsaydı bugünkü mutsuz ve gelecekten ümitsiz insan kitleleri olmazdı. Dünya daha yaşanır bir hâl alırdı. İnancı ne olursa olsun bütün insanlık barış ve huzur içinde yaşama fırsatı kazanırdı.

Hayat güçlü ve hazırlıklı insanların tutunabildiği bir limandır. Zaten hayat biraz da inanmak ve mücadele etmek değil midir? Yarı yolda yorulanlar, hayat yokuşlarında yürümeyi her halükârda devam ettirmelidir. Yokuş çıkılmadan menzil görülmez. İnsanoğlu nefsin fesatlarından arındıkça kendi muhayyilesi berraklaşacak ve görüş alanı kat kat genişleyecektir.

Hayat sanıldığı kadar uzun değildir. Gerçi mühim olan zamanın uzunluğu değil, içinin nasıl doldurulduğudur. Yaşamak bir nehir misali sonsuzluğa akmaktır. Bu akışta tılsımlı bir güç vardır. Böyle olmasaydı insanoğlu yaşamını güzelleştirmek için bu kadar çırpınmazdı. Bizler hayatı tersten yaşayamıyorsak da mevcut durumda ve şartlarda en güzel hayatı yaşayıp kötü anıları bertaraf etmeliyiz. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Yaşarken bin düşünüp bir karar verin. Çünkü hayatın kalemi olsa da silgisi yoktur. Yaşananlar bir şekilde bizim birer parçamız olur.

İyi veya kötü anılar hayatımızın vazgeçilmezleridir. Bir anlamda hayatın tuzu biberidir onlar. Bunu böyle bilmeli ve yaşadıklarımızı zaman zaman gözden geçirmeliyiz. Hayat denen bu çetin oyunda herkes kendi rolünü oynuyor. Her ne kadar yaşayacaklarımız evvelden planlanmışsa da bu bizim irademizi devre dışı bırakmaz. Kul günahını da, sevabını da kendi çağırır. Bu yönüyle hayat, gönüllü kurbanlarla beslenen bir canavardır. Bu canavarı kuzuya dönüştürmek de maharetli gönüllerin işidir.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


SEN…

Yollarından büyük küskünlükler büyüttüğüm, adı bile artıklaşarak küflenmeye yüz tutturulmuş güzel bir “hiç unutmayacağım “ yalanıydın. Kışlarından mevsimler büyüterek ,renkli acılardan kaymamak için direttiğimiz buzlu yollarımız oldu. Önce hep ben çıkıyordum patika başlarına. Sen alıştırılmıştın bir vesile bir şeylerin takibinden izler sürmeye. Tuhaf ama üstelik ataerkil olduğuna inandırılmış bir kültürün ikliminde…

Gitmeden daha doğrusu gelmeden bir bitişi yaşamayı birbirimizden öğrendik. Öğretiler ansiklopedisine ekleyebildiğimiz tek şey de bu oldu. “Gitmeden, daha doğrusu gelmeden bir bitişi bölüşmek, üleştirmek tam sayılar teoriyasında …”

Bir şehrin güneşine seninle ortak olmak, izlerimden, illaki izlerimden geleceğine olan bağlılığına güvencemden doğan zoraki dikkatliliklerim. Sen benim hata yapma özgürlüğümü törpüledin. Bunu yaparken bir güneşi, bildiğim bir şehrin gürültüsünden güzelliğini duyamadığım o rotatif rengin gizemini senden öğrendim.

Öğretilerimiz öğrenciliklerin sınırlandırılmış sahtekarlığı mıydı dersin? Az dikkat, çok dağınıklılık. En kolayların soru olarak dayatılması yalanından mutlu olmalar. Bile bile bir tembelliğe yakışmamış, pot kalmış başarılar giydirmeye inanıyor gibi yapmak… Birlikte kalmayı beceremediğimiz bütün anlarda aynı şehrin rotatif renklerinden kordonlar aradık. Yine de ne zaman en uzakları düşlesek; hep bahçedeki siyah kordonlu saatin yanındaydık. İzbe, uçurtma karanlıklarımız… Gerisi ,ilerisi hesaplamaları hep bir başka medeniyetin doğrularını gösteren o kordonlu saat, izbe güneşte…

Hesabını veremeyecek hesaplaşmalar mezbele ayrılıkların küskün garlarına yollandırdı birikmemiş renk tonlarımızı. Çok klasik olacaktı herhangi birimizin gara gitmeyi düşünmesi. Renkleri göndermek daha akıllıcaydı. Stratejik düşünüm diyorlardı buna; çok sonra öğrendik ki aşkta strateji bir halta yaramıyordu. Ayrılık ve acıdan başka…

Ama yüne de en gereksiz arabeskliğe bürünüp, üstümde komik olacağını bile bile, yıllar önce annemin ,ayağımda çocuk mezarı gibi duran topuklu ayakkabılarını giymek, onlarla yürümek, annemden azar işitmek ama tüm bu gereksiz gürültülerden doğan hüzne rağmen kendimi mutlu kılınmış bulmak gibi; “sen bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım” lı bir nidayla mektup yazmak isterdim sana son defa. Evet, illaki böyle olmalıydı girişi. “Sen bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım dan sonra koymalıydım noktalı virgülü, defalarca buruşturup yere atmalıydım kağıdı. Olmadı, bu değil, diyerek attığım kağıtların dağınıklığına bakmak sonra masamdan.. Bu kadar millileştirmek, Türkleştirmek, ırklaştırmak, arabeskleştirmek bir aşkı. Kurtarır mıydı? Kurtulur muyduk? Bilmiyorum…

Almadan verdiğim, vermediğim halde benim saydığım nefes dolusu tükenmelerim öyle çok birikti ki kapı arkalarında. Kapatılan her dörtlü cam, toza ve acıya bulandı kış ayları ayazında ayaklarımı en çok da.. Evet yazmadım, hiç yazmayacağım da bundan sonra hiç kimseye “Sen bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım”la başlayan üç beş arkası getirilmiş cümle. Yazsaydım, gitseydim gelecektin yine izlerimden. Kurtulur muyduk o zaman bu izbe güneş rotatiflerinden bilmiyorum. Gerçekten hiç bilmiyorum.

Hayır, yine de ırklara bölünmemeli aşk! Türkçeleştirilmemeli. Her dilde aynıdır sevdanın kangren yalnızlığı. Bu yüzden yazmadım. Bundan sonra da hiç öyle başlanmış bir satır arasızlığım olmayacak iyi biliyorum..

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.133 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Git Şimdi

deniz kıyısında eğilmiş siluetin
rüzgarın sesiyle dağılırken
sen
duyamazdın içinde
rüzgarın uğultusundaki ahengini

bir bekleyiş sarsa içini
dönerim sanırdın
gittiğim yerlerden

oysa
dönülmez ki
gidilen yollardan geri

hem
hatırlamaz
soramaz ki artık ruhum
kendinden alacağını

yangın bir kere başladı mı
uzak ufuklarda oturan sis
şehre uzatır boyunu

önce öfke demlenir çatı aralarında
sonra yükselir is kokusu sokaklarına

gam son kez eğildiğinde yüzüne
gözbebeğine küser yaş

ağlamak gelirken içinden
dökemezsin ki
içten dağlandığını

zaten
içindeki suların sel olsa
temizleyemezsin ki
senden kararmışlığımı

en iyisi mi sen / yeniden
git şimdi…

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu




MELİH CEVDET ANDAY
İÇERDEKİLER

"içerdekilerle dışardakiler arasında böyle bir ayrım varmış.
kuşla balık arasındaki ayrım gibi…onu bugün anladım."

TİYATRO FİREZ
Can Kırmızıtuna
Mehmet Ergün
Özge Önal

tarih:18 mayıs 2006 // 25 mayıs 2006
saat: 20:30
yer: Barış Manço Kültür Merkezi (Kadıköy)
gişe tel: (216) 4189549

e-posta: tiyatrofirez@gmail.com

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

1987 yılında Amerikan Havayolları mali bir kriz içerisindeydi. Masrafları kısmak için denenen yollardan biri; uçuşlarda yolculara sunulan salatadaki iki zeytini bire indirmekti. Pek bir işe yaramayacak gibi görünen bu uygulama sayesinde aynı yıl içinde hava yolu şirketi tam 40 bin dolar kar elde etti. Bu ve benzeri onlarca gereksiz bilgiyi http://www.gereksiz.net kısayolunda bulacaksınız.

Günlerden bir gün, Kırlangıcın bir adama aşık olmuş. Adamın penceresine konup şöyle demiş: "Ben seni çok seviyorum. Lütfen pencereyi açıp beni içeri al da birlikte yaşayalım". Adam cevap vermiş: "Olmaz öyle şey. Sen bir kuşsun. Bir kuş, bir adama aşık olur mu?". Bu duygusal hikayenin devamı için http://www.askmasali.com/hikayeler/30.html

Bilgisayar'a karşı dart oynemek için vereceğim adrese girebilirsiniz. Unutmayın her seferinde sadece üçer atış hakkınız var. Amaç size verilen puanı en az atış sayısı ve en çok puanı toplayıp sıfıra indirmek. http://www.gophergas.com/funstuff/darts.htm kısayoluna bir tık lütfen.

İşte size yeni bir flash oyun daha. Başlarda biraz zor gibi görünmesine rağmen, öğrendikçe hoşunuza gidecek bir bike mania oyunu. 10 - 15 denemeden sonra ciddi anlamda ya devam edecek ya da bırakacaksınız. http://www.flashgames247.com/play/675.html Acele etmeden ve sabırla oynamanızı tavsiye ediyorum.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe
Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.

KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060515.asp
ISSN: 1303-8923
15 Mayıs 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com