Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 990

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 24 Mayıs 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Ha Gayret Karaoğlan!..


1. Kahve Molası Öykü Yarışması - Detaylar için tıklayın.
Merhabalar,

Bir ara ağızla beyin arasındaki mesafenin kısalığının başa nasıl bela olabileceğini anlatan bir yazı yazmıştım, aradım ama bulamadım. O yazının da başrolünde Tayyip Bey vardı. Ağızla beyin arasındaki o kısa mesafeyi layıkıyla değerlendirebilenlere her zaman saygı duymalı şüphesiz. Ama ya bu kısacık mesafeyi alırken bile defalarca kaza yapanlara ne demeli Allah aşkına. Bakın şimdi şu cümlelere; "Danıştay'a tetiği çekenle protestocunun farkı ne?", Türkiye Kocatepe Camii değil!", "Niye Atatürk ticareti yapıyorsun?". İlk ikisi Bay Pepe'ye, sonuncusu Tayyip Bey'e ait. Merhum Özbilgin'in ailesini ziyareti sırasında asılı gördüğü Atatürk resmiyle ilgili olarak aile efradına söylemiş. Artık söylemiş mi, yoksa tutamayıp bırakmış mı orasını Allah bilir. Bunlar 3 yıldır bizi yönetiyorlar ya da öyle sanmamız için takla atıyorlar, artık siz ne derseniz deyin. Ben sadece maaşallah diyorum, maaşallah!

Aslında bunlar da fasa fiso. Üç vakit sonra döneriz gene tepkisiz günlerimize, dalarız hayat gailesine, unuturuz herşeyi. Neden mi? Dün manşeti gördünüz mutlaka; "Köle seçer gibi!". Taş Kömürü Kurumuna alınacak 1120 yeraltı işçisi için 42 bin kişi başvuruyor. Seçilenler madene indikleri gün başına 30.-YTL alacaklar. Başvuranlar arasında 768 tane üniversite mezunu var. Seçim eldeki nasırlara bakılarak, kalas taşıtarak yapılıyor. Resmi kayıtlara göre işsizlik üç milyona ramak kalmış. Gizli işsizlerse ibadullah. Bu tablo ortadayken sosyal duruma dair ahkam kesmek hadimize mi? Danıştay saldırısında komplo teorileri almış başını gitmiş. Büyükbaşlar, maşalarla birlikte anılıyor. Bu denli işsizin cirit attığı memlekette ne komplo kursanız maşalar hazır değil mi? ...

Ecevit'in durumu iyiye gitmiyor. Komadan çıkamıyor. Allah yardımcısı olsun. Neyse gelin ben size bir güzel şarkı çalayım da bu karamsar havadan uzaklaşalım. Wet Wet Wet çalıp çığırıyor, Love is All Around. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Filiz Mercanköşk

 Şair Kahveci : Filiz Mercanköşk


  BAYAN RÜKÜŞ'ÜN KISA METRAJLI HİKAYESİ

Fırfırlı entarisi yüzünden herkesin gözü üstündeydi. Bu kahrolası taşı buraya kim koymuştu. Alimallah, ya düşüp orasını burasını yaralasa, hangi güzelim bacaklarla salına salına yürüyüp hava yapacaktı.

Kadınlardan biri ona çok özendiğini söylüyordu. "Onun gibi olabilmek istediğim oluyor zaman zaman. Tek derdi güzelliği olan gamsızın teki. Ama güçlü ve mutlu" diyordu.

Kimileri ona, bazen güne biraz abartılı kaçan kıyafetler giydiği için, çoğunlukla ise kıskandıkları için Bayan Rüküş adını takmışlardı.

Bayan Rüküş, kimseyle muhatap olmadan, topuklu ayakkabılarının ritmik tıkırtılarıyla arnavut kaldırımlı sokaktan, evinin ahşap beyaz kapısına vardı. Cam bilyeli anahtarlığını şıkırdatarak kapıyı açtı. Sokaktakilerin onun hakkında tüm bildikleri kapanan beyaz kapının dışında kaldı. Bu güne değin fazlasını, kapıdan ötesini ne bilen ne de gören olmuştu zira. Ayda bir, hep aynı günde olmak kaydıyla eve gelen esrarengiz kadını durdurup ağzından laf almaya ise, doğrusu cesaret edememişlerdi. Her ne kadar rüküş gibi alelade bir ad takmış olsalar da Bayan Rüküş'e, bir hayli etkilenmişlerdi üşenmeden süslenmesinden, kalçalarını bir o yana bir bu yana çalkalayarak yürümesinden. Ne yalan söyleyeyim, erkekler hanımefendi hanımlarının yanında, aman o da cok rüküş be derken, bayan rüküşü hayal etmiyor değildiler hani. Bir gün Bayan Rüküş bir bakış atıp, kapıyı aralasa, kalpleri ve vücutlarının bir yerleri yanıp tutuşacaktı şüphe götürmeyecek bir kesinlikle.

Bayan Rüküş ayakkabılarını çıkarıp, boncuklu çantasını duvara civilenmiş hint ahşabı askıya astı. Eşofmanını giyerek çiçeklerini sulamaya çıktı. Zengin bir bahçesi ve çiçekleri hakkında oldukça geniş bilgisi vardı. Dışarıdakiler olsa olsa, onun bu zenginlikte bir oje kutusu olabileceğini umarlardı.

Bayan Rüküş için çevre iki bülümden, dışarıdakiler ve içeridekilerden oluşmaktaydı. Bu ayrımı yapmadan çok çok yıllar önce, o da dışarıdakilerin fırfırlı elbiseleri ve ojeleriyle sadece bakarak, konuşarak; yani bir hayli(uzaktan) ilgiliydi. Ağustos böcekleri ona gülerken, o yaz kış harıl harıl çalışırdı. Hedefte alınacaklar, yapılacaklar, elbette ulaşılacak güzel yarınlar ve gerçeklestirilmek üzere çantada uygun zamanı bekleyen keklik hayaller vardı. Bir de uğrunda ölebileceği -ki en önemlisi buydu zaten- tıpkı Bayan Rüküş'ün yaptığı gibi, kendisine hayatını adamış bir kocası.

Aslında Bayan Rüküş öyle kolay kolay Bayan Rüküş olmamıştı. Çok geceler, gözyaşlarını ve yalnızlığını, sadece örtündüğü yıldız desenli siyah yorganıyla paylaşmıştı. Anılarıyla ise bıçak oyunu oynamıştı. Tek rüyası o rüküş kadının dudağına, aşk ve hayranlık dolu bakışlarla kondurulan öpücük olup çıkmıştı. Hani dağ dağa, insan insana kavuşurmuş ya, o da öyle karşılaşmıştı, akşam eve iş nedeniyle geç geleceğini söyleyen kocanın öptüğü kadınla. Arkadaşına çaya giderken, sahil yolunda parkedilmiş, son taksidini henüz ödedikleri arabalarının içinde, kendisinin hiç bir zaman ağırlanmadığı kraliçe konforuyla oturuyordu. Kendi suçu ya da eksiği neydi? Belki ciddi bir suçu yoktu topu topu bir insana güvenmekten başka, ama çok eksiği vardı...

O kadın kadar süslü ve bakımlı değildi bir kere. Hele seksi hiç değildi. Onun gibi açık saçık ve pahalı kıyafetler giydiği ve saçlarını yaptırdığı olmuştu evet, fakat, sadece bazı özel zamanlara, düğünlere denk gelmişti. Artık ben saymayayım hangi duygu silsileri içinde geçen bir kaç haftayı, ayı... Siz hesap ediverin.

İzlediği Türk filmlerindeki gibi, kendisinden yeni bir kadın doğurmaya karar verdi Bayan Rüküş. Bir sokak lambası altında, kendi içindeki gecenin aydınlanmasını dilediği o köşe başında, hayatını dönüyordu ileriye, bir daha geri dönmemecesine. Çok, çok sancılı bir doğumdu.

Talihli mi, yoksa talihsiz mi olduğunu o sırada bilemediği o geceden sonra, Bayan Rüküş artık Bayan Rüküş'tü. Evine ayda bir gelen esrarengiz kadın ise, onu Bayan Rüküş yapan.

Bazen Bayan Rüküş, yıllar önce çekildiği fotoğrafını karşısına koyar, ne kocası ne de olanlar için değil, önceki saf kendi için bir tebessüm eder ve şarkılar mırıldanırdı. Her şeyin bedeli var, bir gün gelir ödenir, öde Firuze... Ardından da ikincisini... Dağları deldim tek başıma, çölleri aştım, bir tek ben erleri yendim kız başıma... yıkılmam...

Filiz Mercanköşk
fmercankosk@yahoo.com.au


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Solmaz Akça

 Kahveci : Solmaz Akça


  ECEL

(Bazen en çok sevdiğimizdir ECEL...)

Biraz sonra bir masala adım atacaksın. İçinde gözyaşı, acı, keder ve minik kahkahaların yer aldığı. Belki masal demeye dilinin varamayacağı kadar çok acı ile burun buruna gelecek-sin. Nasıl bir yazgıdır bu diyeceksin. Ve masal yerine bir küçük dram demek isteyeceksin. Nasıl adlandırmak istersen öyle olsun. Ben masal diyorum. Büyükler için bir masal bu... So-nunda mutluluklar olması gerekmiyor yani. Ama hemen de kendini hazırlama acı dolu bir sona. Belki kandırıyorumdur seni. Sana bağımlı ama senden bağımsız olmayı isteyen bir ka-dın yazıyor sana bu masalı. Masalımın kahramanı sensin. Bakalım kendini benim gördüğüm yerden beğenecek misin? Biraz geçmiş, bir tutam varolmayı bekleyen hayal, bir damla göz-yaşı, çok çok ben, direncinle sen, umut ve kağıt, kalem... Masal başlıyor. Adımını at hemen...

Ne bir varmış, ne de yokmuş. İnsanlar hayal güçlerini, iyi ve saf niyetlerini yontmuş. Dünya sıradan ilişkilerin, duygusuz sevişmelerin, hırs ve paranın ekseninde dönüyormuş. İçinde saflık taşıyanlarda bulunup teker teker yok ediliyormuş. Hava her daim sisli ve bulanık, deniz yakamozlardan yoksunmuş... Güneş yılda bir-iki kez göz kırpar sonra hemen kaybolurmuş...
İşte böyle bir zamanda dünyaya gelmiş Ecel... O doğduğu gün annesi göç etmiş dünyadan. Ecel güneşin göz kırptığı bir günde doğduğundan karanlıktan korkarak geçmiş hep yılları. Büyüdüğünde de geçmemiş karanlık korkusu. Oysa dünya hep karanlıkmış. Bir şekilde alışması lazımmış, alışamamış. Ona çocukluğundan beri bakan, Dicle anlatırmış dünyaya geldiği gün olanları. O doğduğu gün solgun menekşesi canlanmış, gülmeye başlamış; otuz yıldır gözükmeyen ebem kuşağı, güneşle beraber gözükmüş; annesi ilk defa gülmüş ve son sözcüğü ecel olmuş. Bu yüzden Ecel koymuşlar adını. Dicle, onu herkesten uzakta büyütmüş. Ecel'in bir tılsıma, gözle görülmeyen bir güce sahip olduğuna inanmış. Hayattan uzak tutarak onu kötülüklerden koruyabilir sanmış. Ama aradan geçen yirmi dört senede Ecel özgürlüğü ister ol- muş. Büyümüş, günlerini geçirdiği evde sürekli Dicle'yi görmekten, onunla konuşmaktan usanmış. Senelerdir aynı ev, aynı kadın ve konuşmasının yasak olduğu insanlar. Ecel'in yazgısı hayata akmayı aklına koyduğu anda değişmiş.

Hırslı kızmış, inatçıymış. Kafasına ne koysa anında yapmak istermiş; tez canlıymış. İnsanları umursar ama onları anlamazmış. "Bağlılık, sevgi, iyi niyet ve ardı sıra gelen güzel huylar olmadan nasıl yaşıyor bu insanlar?" , diye hayıflanırmış. Senelerdir ona gölgesinden daha yakın olan Dicle yüzünden kimse ile uzun uzun muhabbet edememiş. Yine güneşin doğduğu ender günlerden birinde Dicle'den habersiz dışarı çıkmış. Ayaklarının altı su toplayana kadar gezmiş, arşınlamış tüm merakıyla sokakları. Sahile inmiş, bir banka oturmuş. İlk defa denizi sütliman bulmuş. Yanına ay yüzlü bir çocuk gelip oturmuş. Hemen hemen Ecel'in boyundaymış çocuk. Gözleri diğer insanların ki kadar donuk değilmiş, içinde biraz coşku varmış. Az sonra güneş çekilmiş, kapatmış kapılarını yine dünyaya. Hava eser gibi olmuş. Ecel üşümüş, ellerini kollarının arasına sokmuş. Adam yanındaki poşetten çıkarttığı kırmızı şalı ona uzatmış. Ecel şalı alırken ilk defa bir erkekle el ele gelmiş, utanmış. Çocuk adını söylemiş. Adı Kasırgaymış. Ecel adını söylediğinde çocuğun içine bir kor düşmüş. "Ecel'in sizin kadar güzel olduğunu bilsem, onu hemen çağırırdım" demiş. Kasırga işe geç kaldığını ve gitmesi gerektiğini söylemiş. "Şal sende kalsın, yarın yine aynı saatte burada olacağım. Konuşmak istesen beklerim" demiş. Ecel'in senelerdir içinde biriktirdiği cümleler bir anda kaçışmaya başlamış, kaybolmuş. Suskunluğuna kızmış. Şala sıkı sıkı sarılmış. Kasırga yanından kalkıp uzaklaşmış. Ecel de eve gitmek için yola koyulmuş. Sokağın başında Dicle ile karşılaşmış.

Bağırıp, çağırmış Dicle ama Ecel rüyada gibiymiş, onun söylediklerini duymamış. Eve varınca direkt odasına geçmiş. Koca yatağında oturarak şala sarınmış. Saate bakmış. Bir an önce akrep ve yelkovan çocuğun söylediği saatte birleşsin istemiş. Rüya görmüş o gün Ecel, Kasırga onu azgın dalgalar arasından çıkarıyormuş. Ve ilk defa bir erkeğin dili, ağzının içinde dans ediyormuş. Ecel yine erken davranıp, Dicle uyanmadan evden çıkmış. Aynı bankta saatlerce oturmuş. Sonunda kasırga belirmiş ileride. Ecel'in içine bir ferahlık dolmuş. Gelip yanına oturmuş Ecel'in. Ecel gözlerini Kasırga'nın gözlerine dikmiş. Dakikalarca konuşmadan birbirlerine bakmışlar. Önce birbirlerinin gözlerinde soyunmuşlar, sonra cümleler dökülmüş gökten. Yalan araya girmeden anlatmışlar kendileri hakkında bildikleri gerçekleri. Kasırga, Ecel'e "bu iyi niyetini, saflığını insanlara sunma, acı çekersin" demiş. Ecel elinden bir şey gelmediğini başka türlü davranamadığını söylemiş. Kasırga yüzüne dokunmuş Ecel'in sonra dudaklarında kalan cümle kırıntılarıyla öpmüş onu. Bir an gözleri kararmış, nefesi kesilmiş, Ecel sanki Kasırga'nın ağzından yaşam enerjisini içmiş. Kasırga o dakika anlamış bu iyi niyetli, saf kızın hiçbir ilişkiyi ileri götüremeyeceğini. Çünkü bu kız her mutluluğu acıya, her gözyaşını sele, her seviştiği adamı ölüme sürükleme gücüne sahipmiş. Ecel acılarla güzelleşiyor, başka hayatların içinde bıraktığı güçle ayakta kalıyormuş. Ecel mutlu ve mesutmuş. Kasırga derin düşüncelerle o banktan ayrılmış. Üç gün boyunca Ecel'i düşünmüş. Gözlerini, dudaklarını, içtenliğini, arzulu taraflarını... Ve Ecel'i yaşatmak için, kendini feda etmeye ka-rar vermiş. Sonunda dördüncü gün bankta otururken bulduğu Ecel'e yaklaşmış.

- Çok sarhoşum. Bugün senin için içtim. Gel benimle, sana yaşam vereceğim. Mutluluk vereceğim. Üç gündür sürekli seni düşündüm.

Sonra sözlerine içinden devam etmiş. " Bir daha seni göremeyeceğim. Bu ilk ve son olacak. Seninle olmak benim ölümüm demek. Ama sen mutlu ol diye her şey. Sana mutluluk verirken benim çektiğim acıları ve yok olduğumu bilmeyeceksin.

Ecel Kasırganın peşinden gitmiş. Eve varınca Kasırga yatağa yatırmış Ecel'i. Uzanmışlar, çıplak tenleri ile birbirlerine akmışlar. Dil dile dolanmışlar. Her dokunuşta Kasırga biraz daha bitkin düşüyormuş ve Ecel acıyla beraber güç topluyormuş, güzelleşiyormuş. Sonunda yorgun düşmüş bedenleriyle banyoya girip yıkanmışlar. Ecel dudağının kenarına konan mutluluk gamzesiyle koca bir öpücük vermiş. Kasırga yolcu etmiş Ecel'i. Ve yatağına uzanıp derin bir uykuya dalmış. Ecel ertesi gün Kasırga'nın kapısını çalmış. Günlerce kapıda beklemiş. Kasırgaya onu ne kadar sevdiğini söylemiş. Ama kapı açılmamış. Ecel iyice meraklanmış. Bir çilingir çağırıp kapıyı açtırtmış. İçeriden ağır bir koku apartman boşluğuna hücum etmiş. Odaya girdiğinde Kasırga'nın cansız bedeni ile karşılaşmış. Kendine küfürler etmiş, beddualar yağdırmış. Kendi mutluluğu için yok ettiği adama uzun uzun sarılmış. "SENİ SEVİYORUM" demiş yüzlerce kere. Ama Kasırga onu duymuyormuş. Ecel o günden sonra asla aşık olmamış. O evde Kasırga ve yaşadıkları güzel günün hatırasıyla yaşlanmış...

İşte bir masalın sonu. Ben de itiraf etmeliyim ki, yazmak uğruna tüketiyorum birçok şeyi.
Senin imkansızlığındı hoşuma giden. Ardından erdemli tavırlarındı içime işleyen ve ben istedim diye yaşadık. Acaba yaşamasa mıydık? Ben bir katilim! Senin katilinim... Kısaca masaldaki ECEL'im...

Solmaz Akça
solmaz.ca@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Ebru Özörtbaş


ANNEM

Yazmak vakti gelip çattı yine. Ne kadar kaçarsam kaçayım, sonunda yenik düşüyorum kaleme. Bazen insan bir yerlere, bir şeye sığınmak ister ya, işte en son sığınabileceğim, en son kaçış noktam kağıt ve kalem oluyor.Buradan anlaşılacağı üzere yine çok yalnızım.Yalnızlığımı kendimle paylaşmaktan başka çarem olmadığında, düşüncelerimi, içimi, dayanılmaz şekilde kağıda dökmek istiyorum.

Antalya' dayım. Eskiye oranla değiştim. Artık birçok şeyi, hatta hiçbir şeyi kafaya takmıyorum. Keşke bunu önceden becerebilseydim. Bunu yapmak için en sevgili varlığımı kaybetmem gerekiyormuş. O zaman bunu beceremiyordum. Kendi üzerimde acayip bir kontrol sistemi kurmuştum. Çok şükür ki yavaş yavaş o abuk sabuk duygularımı yıkıyorum. Belki böylece ilk Ebru' yu tekrar kazanacağım. İşte o zaman daha bir dik yürüyüp, daha hoş güleceğim. Acılar insana neler öğretiyor.

Bu ana kadar kendime itiraf edemediğim en büyük hatam, her şeyimi anneme bağlamakla oldu. belkide. Bu konuda O'nu kesinlikle suçlamıyorum. Ben bunu ona karşı sonsuz, büyük sevgimden, onu kaybetme korkumdan yapıyordum beklide. Sonuçta o kara gün geldi, çattı ve ben O'nu yitirdim. Çevremdeki dehşet desteğe rağmen, ben yoktum artık, ayakta duramıyor, yürüyemiyor, nefes dahi almak istemiyordum. Ancak en çaresiz durum olan "ölüm" bunu da bana öğretti. Şimdi ayaktayım. Henüz istediğim aşamada olmasam da , umarım hedefteki o noktaya ulaşacağım. Kendim için, annem için.

Şu anda ameliyatlıyım. Hiç bir şey yapamıyorum. Elim kolum bağlı. Her zaman olduğu gibi; sevgili kitaplarım, müziğim, telefonum, biricik kuzenim ve teyzelerim. Birkaç güne kadar Nilgün' de geliyor(Küçük teyzem) Bu beni epey oyalıyor, geldi gelecek derken…

İlk sınavımı bu ameliyatla verdim galiba. Tabi kuzenim ve teyzemde yanımdaydı ama ANNEM yoktu. Ben onsuz ölürüm diyordum. O'nu kaybettikten sonra ya hastalanırsam , annemsiz ne olurum diye çok ağlamıştım. Hiç bir şey yapamıyor, ağrını sızını çekiyorsun. Zaman zaman ağlamanın ve O'nu çok özlemenin dışında.

Annemin benim için düşünebileceği, varsayacağı her şeyi kendim yapmak zorunda kaldım. "Onu yeme, gaz yapar, Öyle kalkma dikişine birşey olur, hadi şimdi biraz uyu da toparlan…"
Artık yazamayacağım, kalbim büyüdü, sanki sıkıyor beni.
O'nu çok özledim.

Ebru Özörtbaş


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


KADIN, ZAHİRİ GÖRÜNTÜ DEĞİLDİR

Kadının kimlik arayışı; yüzyıla damgasını vururken, “Kadın İnsan”, kocasına, kardeşine ve etrafındaki “Erkek İnsan”lara inatla, inançla; “Ben de, siz gibi insanım, sizlerle her kulvarda yarışırım…” der ve hepimizin bildiği üzere parlâmentoya girip, milletvekilliğinin; hatta başbakanlığın yalnız erkeklere özgü olamadığını ve kadının söylendiği gibi “saçı uzun aklı kısa” olmadığını, memleketi yönetebileceğini ispat eder.

İlk kadın başbakanımız Tansu Çiler örneği bu bakımdan, ( eski başbakanımızın her ne kadar dünya görüşüne, izlediği politikalara katılmasam da…) beni bir kadın olarak onurlandırmıştır. Çünkü yüzyıllar boyunca kadın, orta cağ zihniyetini taşıyan ve havsalamın almadığı zihniyetlerde metaa olarak görülmüş, halen de kadına, “sırtından sopayı, karnından sıpayı!” diyenleri şaşırtarak, onun gerçek ve görünen kimliğini yok saymaktan beter kadını “ZAHİRİ GÖRÜNTÜ” yapanlara, inat, kadının kare kare yaşadığının fotoğraflarını görenlerdenim. Kadını “zahiri” sanan erkek egemen toplumdaki beyler, otobüste, minibüste zamanenin “açık saçık” genç kadınına, “aval aval” baka dururken, o genç kadının, eğitim yolundan dönmekte, yetişmekte olan insan potansiyeli olduğunu bilmemekte midir bizim post bıyıklı amcalarımız(?) ya da onların yağız delikanlı evlatları!..

Eğitim, aileden başladığına göre, babasının benzeri erkek evlatlar, yeni yetmeliklerinde de aynı fabrikanın ve ürettiği “aynı topun kumaşı”, olmuyorlar mı?. İşte burada; erkek egemen toplumda da olsa, ailenin direği anneye, yani bizim kadınımıza sıkı bir görev düşüyor. Bu bağlamda, annelerimizin eğitimi atalarından aldığından, öğretim kurumlarından nasiplendiği kadarıyla; ailenin bel kemiğinin oluşumunda görevlendiriyor.

KADINLAR İŞ BAŞINA

Ülkemiz nüfusunun yarıdan fazlası kadın ise erkeğin yanında boy gösteren bir varlık olmadığını, köyde çapada, ırgat gibi çalıştığını hangi erkek yadsıyacak? Kentlerdeki kadın vaziyeti de köy ya da kasabalardan farklı değil! Kadın, evin işçisi, bekçisi ve yaşamın gerçeğidir. Kaldı ki üreten kadın, evi dışında; çalışan üreten varlıktır ama, işyerlerindeki erkek diktatörlüğünde de, “evvel ezel” ezilmeye mahkum edilmeye uğraşılıyor.

Çalıştığım çeşitli işyerlerinde kadını aralarına alan eğitimli ve öğretimli erkeklerin sayısı, inanın(!) ellerimin parmakları kadar ya çıkar ya çıkmaz.

Olsun, bu yaptığım küçük istatistikte “değirmenin boşuna dönmediğinin” göstergesi olmuyor mu? Biz kadınlar, birlik olup erkeklerin dünyasında var olabileceğimizi, ama kıskançlıklara yer vermeden ve yüreğimizdeki sevgileri fesat düşüncelere kaptırmadan ve “ben neymişim!”lere itibar etmeden kabul edersek; biliyorum ki, “erkek egemen topluluk” diye bir sıfat kalmayacak..

İşte o vakit kadın, kendi egemenliğini; hiçbir erkeğin özgürlüğünü kısıtlamadan yaşatacaktır. Bilindiği üzere; “ Özgürlük de sınırlıdır, ve bireylerin özgürlüğünü bir başka bireyin özgürlüğünü kısıtlamakla biter.”

Özgürlük, özgüven mutlaka ve mutlaka kadınla yaşanır. Kadın,”zahiri görüntüler” değil, gerçeğin ta kendisidir.

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Semih Bulgur

  Kahveci : Semih Bulgur


   DÖNGÜ

Mum sönüyor, başım dönüyor, oda dönüyor, dünya dönüyor. Ağzımda fazla kaçırılmış şarabın ekşi pişmanlığı... Kapanmak üzere olan gözlerim şömine ateşine odaklanmış, saniyeler sonra beyaz bir karanlığa gireceğim... ve sızıyorum. Sabah güneşi ile yarı ölü halim sona eriyor ve gözlerim zar zor açılıyor. Başımın önünde duran şişeden kırılan güneş ışınları, kıpkırmızı vuruyor hala çift gören gözlerime………… Bir burun darbesi ile şişeyi koltuktan aşağıya atıp, yavaşça doğruluyorum.

Ağzımda buruk bir tat, boğazımda batmalar ve bedenimde morluklarla, yarı sakat zar zor ayağa kalkıyorum. Büyük cam kapıdan, üzerinde güneş pırıltılarının çalkalandığı havuza ve ormanın mavi yeşil yansımasına bakıyorum çökmüş gözlerle... Sonra da dönüp odaya bakıyorum. Oda darmadağın olmuş. Çorap, atlet, don, kilot, içki şişeleri, sigara izmaritleri her yere dağılmış ve birbirine girmiş bir insan yığını, beynim durmuş sanki tek istediğim oradan uzaklaşmak…

Ve artık kusma getiren alkolik sevişmesel şehvet çamurundan sıyrılıp, elimi yüzümü yıkayıp kendimi dışarı attım. Şelalelerden köpürüp, ırmaklarda kabarıp, denizlerden sallanıp vurdum kendimi dümdüz düpedüz yollara.... Yollar bitiyordu, ben bitiyordum, ruhum bitiyordu, pişkin alevli rüyalar, şehvetli aldatış pişmanlıkları bitiyordu.

2 trilyonluk Ferrari ile ağlatıyordum asfaltları, ama ağlayan sadece asfalt değilmiş, birde köşe kaldırımda bali çekip, kapıp kaçıp ağlayıp ağlatanlar da varmış. Bunu esmer ama ak bakışlı bir yavruda gördüm. Arabanın cakasında parlayan yansımasında kendini izliyordu. Önce ağlamaklı sonra gülerek, kendini bilmemişti ki aynada görmemişti ki... Bir kaç kopmuş, sefil, hortumlanmış ve horlanmış insanda merhametimi okşayıp, insanlığımı pohpohlayıp, asfaltı yakıp gazladım. Çok yufka yürekli benim, onları unutmam sadece iki kırmızı ışık almıştı. Çünkü, artık nişantaşındaydım, rüyalar semti, Avrupa yakası herkesin yerinde cakası...

En sonunda iş yerindeyim, yine kafam karışık, bir yandan pişmanlığım, bir yandan dürten şeytan, bir kaç ego tatmini ve baba parasından çalınmış bir mesai ile akşam oldu. Hava kararınca arzularım, şehvetim beni yine yakamdan sürüklemeye başlıyorlar ve bende bırakıyorum kendimi girdabına şeytanın ve yine sabah güneşi vuruyor gözüme, göz kapaklarım yavaşça açılıyor, oda darmadağın, yine pişmanım, yine azımda buruk bir tat, yine havuz karşımda ve yine koltukta zorla doğruluyorum ve yine ve yine ve yine ... (Not: Anlatılanlar rahmetli bir arkadaşın hayatından kurgulamadır.)

Semih Bulgur
www.semihbulgur.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Hülya Galitekin

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.133 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


CEVİZ AĞACI

Yaşlı ceviz ağacı, çınar ağacının arkadaşı,
Büyümüş, kocaman olmuş,
Yaşlanmış bile.
Çiğ tanesi ile arkadaş olmuş bir zaman,
Sevmiş onu, sabahın serinliğinde.
Geçen trenlere selam durmuş,
Nisan güneşinde.
Yolculara selam vermiş, dalları ile
Onlar anlamasa bile.
Çobanlara gölge olmuş,
Ağustos güneşinde.
Şimdi, yaşlı ceviz ağacı, yalnız,
Ağlıyor unutulmuşluğuna,
Sen anlamasan bile…

Neslihan Güzel

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


27 Mayıs Cumartesi Gecesi Buluşuyoruz!..

Beşinci yıla girişimizi bu sene 27 Mayıs'ta Park Mühendishane'de kutluyoruz.
Tüm Kahvecileri aramızda görmek istiyoruz.

Limitsiz Yerli içki, doyurucu yemekler ve canlı müzik eşliğinde hem eğlenip hem de hasret gidereceğiz.

Katılmak isteyenlerin asesen@tnn.net adresine mesaj atmaları menfaatleri icabıdır.

Tarih : 27 Mayıs Cumartesi Saat 19:00'dan itibaren
Yer: Park Mühendishane - İTÜ Taşkışla Yanı
Ücret: 40.-YTL
Otopark mevcut olup Kredi Kartı geçmektedir.




MELİH CEVDET ANDAY
İÇERDEKİLER

"içerdekilerle dışardakiler arasında böyle bir ayrım varmış.
kuşla balık arasındaki ayrım gibi…onu bugün anladım."

TİYATRO FİREZ
Can Kırmızıtuna
Mehmet Ergün
Özge Önal

tarih:25 mayıs 2006
saat: 20:30
yer: Barış Manço Kültür Merkezi (Kadıköy)
gişe tel: (216) 4189549

e-posta: tiyatrofirez@gmail.com

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bir hayvanat bahçesinin goriller bölümünü istediğiniz gibi keyfinizce seyretmek, hem de internet üzerinde... nasıl olur sizce? Hadi canım diyenleri ve hatta demeyenleri de http://www.aroundcinci.com/icams/gorilla/ web adresine davet ediyorum. Bu web sayfasında detaylı açıklamalar mevcut. Ama ön bilgi vereyim: Kameraların kontrolünü ele almak için "take control" ikonuna basıp sıranızı bekliyorsunuz. ekranda sırada kaç kişi olduğunu ve kaç saniye sonra size sıra geleceğini görebiliyorsunuz. Seçili bölgedeki tüm kameralar sizin kontrolünüzde. isterseniz gorillere, ya da ziyaretçilere bakabilirsiniz. Ama unutmayın seçimleriniz, web sayfasına girenler tarafından takip ediliyor olacak. İyi eğlenceler.

İlginç ve eğlencelik resimler, animasyonlar ve oyunlar için http://www.webnoodle.com/ Espri anlayışı biraz farklı geldi ama yinede görülmeye değer.

Sinek kanatlı uçağım olsa yine de oynarmısın benimle? http://www.mit.edu:8001/people/dinoriki/phliez/work-well-together.html Espri anlayışının bu kadarı biraz fazla.

Görülmeye değer ilginç bir sanat galerisi. http://www.nothingsomething.com/ Ben şahsen sevdim. Hissettiklerimi burada yazmak yerine sizin de ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe
Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.

KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060524.asp
ISSN: 1303-8923
24 Mayıs 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com