Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.003

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 12 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Elektrikler kesikti hocam!..

İyi haftalar,

Hava nemlediğinden beri bizim buralarda gece yarısını 1-2 saat geçe elektrik kesintisi adet oldu. Nedenini merak etmiyorum ama sonucu bana artı puan olarak yansımıyor onu iyi biliyorum. Bu gece de 45 dakikalık bir kesinti işleri allak bullak etti. Saatleri 03:27'yi gösterdiği şu anda size allahaısmarladık demek şart oldu.

Hafta sonu Özdemir Erdoğan'ı özlediğimi anladım. Radyodan dilime dolanan bir güzel şarkısını söyledim durdum. Gelin şimdi onun çok güzel şarkılarından birini birlikte dinleyelim. Özdemir Erdoğan, Gözlerim Bir Yerden Aşina Size diyor. Yarın görüşmek üzere hoşkalın sağlıklı kalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Solmaz Akça

 Kahveci : Solmaz Akça


  Yüreğimden bana...

Ben senin yüreğinim!

Yıllar önce yalanı öğrenen. Namus derdine, kilitli kapıların ardına sakladığın. Sesimi duymamak adına ağzımı bağladığın, gözlerimi oyup bir tasa koyduğun yüreğinim. Yıllardır beni saklamak adına yaptıklarının; seni nasılda çorak iklimlere, acı dolu hikayelere sürüklediğine şimdi tasa koyduğun gözlerimle ağlamaktayım. Oysa çok şey beklemiyordum. Ve çektiğin acıların ızdırap dolu yükünü bana yüklemeseydin, emin ol daha güzel iklimlere ilerleyebilirdin. Ben ki; senin saf günlerinde, namusuna el sürülmemişken hep yanında olup, seni mutlu etmedim mi? Bir vicdansız gelip seni zorla aldığında altına, namusuna gölge düşürdüğünde çarpıp deli gibi çağırmadım mı yardımına birilerini? Sesimi duyan olmadı diye, niye beni suçladın ki? Sanki beni saklayınca, bana acı çektirince gelecek mi eski günlerin geri?

Artık kadın gibi yaşamayı öğrenmen gerekirken, sen erkeksi bir arzunun peşine düştün. Kendine acı çektirmek, beni öldürmek için olmayacak şeyler yaptın. Ve kimi zaman arsızca, kimi zaman hoyratca hareketlerde bulundun. İstedin ki; bedeninle beraber tükeneyim bende. İnan ki tükenirdim! Ama yine beni tüketmeye çalışan sen, yaşamama izin verdin. Çünkü içinde saf, temiz ve sevgi dilenen küçük bir kız çocuğu var. Beni kilitlediğin odada, o da ağlıyor. Benim gibi o da sadece sevgi istiyordu. Oysa sen birkez şehvet olarak tanıdın ya sevgiyi, izin vermedin bize kadar ilerleyip seni güzel iklimlere sürüklemesine... Sonunda ne kendini öldürebildin, ne beni, ne de masum düşleri kirletilmemiş o kız çocuğunu. Şimdi üçümüzde yaralı ve korkağız. Bu yüzden olsa gerek cesurca atamıyoruz adımlarımızı geleceğe...

Solmaz Akça
solmaz.ca@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Macide Aydan Seylan


Tarif-i aşk

Aşk.... Sözlük anlamı: Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu.
Ne kadar basit ve anlaşılır görülüyor uzaktan bakıldığında.
Ancak; içine girdiğinde karmaşık bir hal alıyor nedense?
Sorular, sorular , sorular...
Yanıtlarını bulamamış ve asla bulamayacak olan sorular...
Aşk kime ? Niye?
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; aşk; sevgi ve bağlılık duygusu ise - sözlük anlamı bu- demek ki bunun belirli bir cinsiyet , şahıs, yaş vs tanımla yapılması mümkün değil.
Benim için aşk; her an ,her yerde karşılaşabileceğim bir şey..
Örneğin işine aşık olman lazım ki ; daha başarılı olasın.
İçinde aşk- ı hissedeceksin ne iş yapıyorsan.
Her kim varsa hayatında seveceksin ve aşkını hissettireceksin.
Aşk; karşılık beklememektir.
Karşılık beklediğinizde mutsuz olursunuz....
AŞK, BİRANDA SEN OLUVERMEKTİR.
BİZ OLUSDUYSA, BU AŞK OLMAKTAN ÇIKAR.
SEVGİ OLMUŞTUR ARTIK O
CUNKU AŞK, KENDİNİ UNUTMAKTIR ASLINDA...
Bu yazımda size aşkı tarif etmek istedim.
Eğer yazdıklarım anlaşıldıysa göreceksiniz ki aşkın tarifi yok .
Öyle pilav tarifi alır gibi aşk tarifi yapamazsınız.
O gelir ve kendini yaşatır.
Allah'ın bir lütfudur.
Gençlik aşısıdır.
Aşık olanlar hiç yaşlanmazlar.
Eğer bu hissi yaşamayı başarıyorsanız, içinizde yaşama heyecanı var demektir.
Kendinize bir iyilik yapın.
Eğer bu duygular hala içinizdeyse, şükredin ve lütfen sorulardan vazgeçin. Çünkü aşk soruları sevmez....
Sevgilerimle,

Macide Aydan Seylan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


5,505,505,505,505,505,50
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Güliz Dülgeroğlu


Madame Butterfly

Pierre, boynuna kadar aşkın içine batmıştı. Sevgili dostum, hayatını sadece bir kadın için karartan bahtsız erkeklerden. Sonu da aynen bu metafor gibi oldu zaten. Tam anlamıyla 'karardı' diyebiliriz.

Ah, onu andıkça içimde bir yerler sızlıyor. Zavallı adam her erkeğin eninde sonunda yakalanacağı bir ağa takıldı. Hem de oldukça genç yaşta. Bu ağı ören örümceği ise kasabaya yeni gelen ama geldiğinde bir çok şey değiştiren May'di. Adı kadar kendisi de güzeldi. Esmer teni güneşin altında terle pırıl pırıl parlardı. Uzun ve gece kadar karanlık saçları vardı. Gözleri sürmeli ve kalın dudakları vişne rengiydi ki onları hangi erkek görse tadına bakmak için can atardı. Rüzgarla açılan kırmızı elbisesiyle geçtiği her yeri eritirdi. Pierre, May'i her gördüğünde oturduğu tabureden kaldırıma kayar oradan eğimle sokaktaki ızgaralardan aşağıya dökülürdü. İşte çoktan Eros iş başına geçmişti bile.Altın okunu dostumun kalbine fırlatmış ama ne acıdır ki May'i unutmuştu.

Siz benim anlattıklarımla Pierre'i zavallı biri olarak düşünüyorsunuz eminim, hakkınız da var. Ama o kadın gelmeden önce oldukça güçlü biriydi. Ayrıca çok da yakışıklı bir gençti, kızlar çevresinde dört döner ama o sadece çizimleriyle ilgilenirdi. Evet, Pierre bir ressamdı. En delisinden hem de. May'i tanıdıktan sonra tablolarının renkleri değişti durdu. Başta ilk heyecanının, kalp çarpıntılarının ve öleceği sandığı aşk nöbetlerinin yansıdığı tablolar rengarenkti. Onları gören herkes sebepsiz yere kendini aşık hissedebilirdi. Ama resimleri de duygularıyla beraber değişti. Sevinç darbelerinin yerini acı alınca renkler soldu, yüzler ağladı, desenler boynunu büktü, çizdiği tüm bulutlar yağmurla doldu. Tablolar da sahibi gibi yalnız kalmak istiyorlardı ve onları gören herkes sebepsiz yere ağlayabilirdi.

Sevgili dostumun katili de onun gibi bir sanatçıydı. Bir opera sanatçısı. Ekibiyle beraber oldukça büyük ve görkemli antik tiyatromuzda sahne alacak gösteri için gelmişlerdi. Sessiz kasabamızı canlandırmaktı amaçları belki ama bence bunun için tek başına May'de yeterli olabilirdi.

Ekibin kaldığı otel, kasabanın erkeklerinin genelde bütün gün boyunca uğrayıp oturdukları, masaları terasına taşmış, tahtadan eski bir barın önündeydi.Bende bu barın sahibi ve aynı zamanda barmeniydim. Bu yüzden her şeyden haberim olurdu. Konuşulanlar sanki havada rahatça okuyabilmem için asılı dururlardı. Benden asla bir şey kaçmazdı diyebilirim. Pierre, sadık bir müşteri, çılgın genç bir dosttu benim için. Ama çoğu zaman onun konuşmasına gerek yoktu, sadece orada oturması yeterliydi. Bazen kucağında sayfalar, cebinde boyalarla gelir, terasta bir masada oturur uzun saatler boyunca bir şeyler çizip dururdu. Çoğu zaman aklına aniden bir fikir gelir, tuvalinin başına geçmek için koşarak evine dönerdi. Tabi son günlerdeki rotasında May'in katkısıyla değişiklik olmuştu. En çok bulunduğu yer oteli gören terastaki masaydı, daha sonra opera ve tabloları dışında kısaca May'in gittiği her yer denilebilirdi.

Antik tiyatro bizim kasabada yaşayan insanların aynı anda bir oyuna gitmesiyle dolabilir aynı zamanda bu durumda bütün kasaba bomboş kalabilirdi. Evet, küçük bir kasaba yada büyük bir tiyatro diye düşünülebilir. Her ikisi de bir şekilde doğru. May'in ekibi sergileyecekleri oyuna çalışıyorlardı ve büyük geceden sonra tekrar yola koyulacaklardı. Başka bir kasabaya başka insanlara. Yaptıkları plan buydu. Ben de May'in bir an önce gitmesinin dostum için en iyi şey olduğunu düşünüyordum.

Artık kendini unutmuş ve bir gölge haline gelmiş Pierre, sonunda May'den bir karşılık aldı ve bir geceyi otel odasında onunla geçirdi. Tam olarak ne yaşadıklarını tabi ki bilmiyorum ama sevgili dostumun anlattığına göre, ki anlatmasına hiç gerek yoktu, kelimeleri kullanmadan da suratı kendini ele veriyordu zaten, özellikle yanaklarını saklayacak kadar kocaman bir sırıtışla açılmış ağzı mutluluğunu tek başına anlatmaya yetiyordu. Neyse ne diyordum? Evet, dostumun anlattığına göre ona olan aşkının farkına varan May (fark etmese şaşardım) onu çok çekici bulduğunu söylemiş ve portresini çizip çizemeyeceğini sormuş. Pierre odaya çıktıklarında kadının nü çizimlerden bahsettiğini anlamış ve geceyi onun koynunda geçirmiş. İki sanatçının aşk yapması sanırım gerçek bir sanat eseriymiş. Bana onu öptüğü dokunduğu anı anlatırken, Pierre arkamda bir yerlerde boşluğa gözlerini dikmiş bakıyordu. Gerçeği söylemeliyim ki her ne kadar meraklı olmasam da, anlattıkları beni etkilemişti. Kadının çıplak vücudunu bir ressam gözüyle anlattığında sanki uçsuz bucaksız vadileri anlatıyormuş gibi kelimelere eğim vermişti. Vücudunda dolaştıktan sonra, teninin tadını tortulaşmış eski ve değerli bir şaraba benzetmiş ve sarhoş olduğunu söylemişti. Yağmurun ıslattığı, rüzgarla insanın kucağına taşıdığı, toprak gibi kokuyormuş. Taptaze bir havayı ciğerlerini derin bir iç çekmeyle doldururmuşçasına kokluyormuş kadını. Bu aşkı resmetmeye kalksa doğanın daha önce olmayan yepyeni renkler yaratması gerekirmiş.

Pierre sonunda gökyüzünden yatağa indiğinde May'in yanında olmadığını fark etmiş. Banyoda, sıcak suyla dolu küvetin içine uzanmış kadını bulduğunda yanına yaklaşmış ve bir sigara yakmış. Kadın onun elinden aldığı sigaradan bir nefes aldıktan sonra, bir duman bulutuyla beraber artık gitmesi gerektiğini söylemiş. Pierre, bir randevu daha teklif edecekken kadın onu öpmüş ve başka bir akşam resmini tamamlamasını istemiş. Sevgili dostum, dolanan ayaklarına evinin yolunu tarif etmek zorunda kalmış. Burada Pierre'in gözleri sabitlendiği noktadan bana soru sorarcasına döndü. Ben önce ne diyeceğimi bilemedim ama sonunda bu kadının gideceğini hatırlatarak ona fazla bağlanmasının doğru olmayacağını söylemeye karar verdim. Bunu söylediğimde hiç şaşırmayan ve bunu kabullenmiş gibi gözüken suratı birazcık burkuldu. O anda, uyarım için artık çok geç olduğunu fark ettim.

Ekip yavaş yavaş hazırlıklarını bitiriyordu. Pierre dekora yardım ediyor ve elinde fırça varken sahnede prova yapan May'i gözleriyle takip ediyor, tiyatroda yankılanan sesini ne kadar zaman geçerse geçsin unutmamak için dikkatle dinliyordu. Bir akşam daha May'in odasına resmini tamamlamak için gitti ve geri döndüğünde aynı ilk gün olduğu gibi mutluydu. Ama bu son gidişi olmuştu. Çünkü May artık başka erkeklerle görünüyor, kasabada adının çıkmasından endişelenmeden bir çoğunu odasına davet ediyordu. Pierre, ne diyebilirim ki, önce anlamamazlıktan geldi ama sonunda mecburen bu kadar açık ve net olan gerçeği kabul etmek zorunda kaldı. Kadın için hiçbir önemi yoktu. May'in gözünde başkalarından bir farkı yoktu. Sadece diğerlerinden biriydi. Bir diğeri.

Zavallı dostum, konuşacak cesareti bulamıyor yada kelimeleri yerli yerine koyamıyordu bir türlü. Bir süre boş tuvale bakarken, boyanın üstünde kuruduğu fırçasına aldırmadan öylece oturdu. Çizemiyor, yemek yiyemiyor, kadını ne görmeden yapabiliyor ne de görmeye dayanabiliyordu. Bu karışık duygularını resmetmek için doğada yeterli renk olduğuna karar vermiş olacak ki, tekrar resim yapmaya başladı. Evet haklıydı, tabiattaki bütün hüzün verici renkleri bulmuştu. Tuvallerini görenler şaşırıyor, ona acıyor ve aniden havanın gerçekten kapatıp, deli gibi birdenbire çıkan bir fırtınayla onlara saldıracaklarından korkuyorlarmış gibi kaçıp gidiyorlardı. Ben ise resimlere sahibine duyduğum acıma hissiyle değil, sonunu tahmin eden endişeli gözlerle bakıyordum. Cesaret verircesine sırtını sıvazladım ve kafamı kaldırıp manzaraya baktığımda, şaşırdım. Bu kadar güzel bir günü, masmavi gökyüzünü ve kırmızı gelincikleri eğen rüzgarlı yemyeşil vadileri nasıl böyle resmetmeyi başarmıştı anlamamıştım. Sonunda hayal gücüyle onu yalnız bırakmaya karar vererek yanından ayrıldım.

Üç gün sonra artık hazırlıklar tamamlanmıştı. Büyük gün gelmişti işte. Oyun saatinden biraz önce insanlar kasabayı boşaltmaya ve tiyatroya dolmaya başlamışlardı. May'in aşıkları ön sıralardaki yerlerini almışlardı bile. Ben elimdeki duyuruya baktım, Madame Butterfly yazıyordu. Daha önce hiç seyretmemiştim. İlk defa göreceğim oyun için heyecanlanla sahnenin önünde ki koltuklardan daha arkada kenarda bir yer seçtim kendime. Gözüm Pierre'i arıyordu. Acaba merakını bastırıp kasabadaki tek kişi olmayı mı seçecekti, yoksa aşkının ıstırabına göğüs gerip özlem dolu gözlerle tutkunu olduğu kadını izlemeye gelecek miydi? Sahnenin kırmızı ağır perdesi kalkarken tiyatro karanlık ve sessizdi. Oyun başladı. May sahneye Japon bir kadın kılığı içinde çıktı. Yüzüne renkli bir makyaj yapılmıştı, Pierre'in tablolarından biri gibi. Hayranlık dolu bakışlar onun sesiyle irkiliyordu. İnce tiz bir sesle acılı bir kadının ağzından bilmediğim bir dilde, anlamadığım kelimelerle aryasını söylüyordu. Ama ben dahil herkes canlandırdığı kadının sesindeki umutsuzluktan ve hüzünden etkilenmiş, ona büyülenmiş gözlerimizi ayıramadan bakıyorduk.

Bir aşk acısıydı, sevgilisi için, bir yabancı için duyduğu. May rolünü gerçekten yaşıyormuş gibi oynuyordu. Kendini kaptırmış sahnede olduğunu unutmuş ve bizi de gittiği yere götürmüştü. Oyunun son perdesinde kadın dizlerinin üstüne çöktü aynı zamanda acı dolu şarkısını söylüyordu. O sırada salonda karanlıklara saklanmış, bana yakın bir yerde çaprazımda duran Pierre'i gördüm. 'Demek ki dayanamayıp gelmiş' diye düşündüm. Suratı yorgunluktan çökmüş, gözlerinin altı mosmor ve torba torba olmuştu. Hiç de iyi görünmüyordu. Ama bakışları May'i izlerken parıldıyordu. May'in dile getirdiği hüznü biliyor ama kadının bu duyguyu gerçekte hissettiğinden şüphe duyuyordu. Ona karşı bu kadar zalim davranmış, aşkıyla oynamış, başkalarının olmuş bir kadını nasıl böyle delice sevebilirdi ki bir insan? Eskiden antik çağda yaşamış bir yazar geldi aklıma, Catullus, bir tek o yapardı böyle bir şeyi. Ama hayır, bir örneği karşımda duruyordu işte. Gözlerindeki yaşları gördüğümde Pierre'in, başımı sahneye çevirdim. Japon kadın dizlerinin üstüne koyduğu kılıca iki eliyle sarılmıştı, sıkı sıkı tutarken bir yandan da şarkısını söylüyordu ve aniden kılıcı karnına sapladı, kısa acı çığlıklarıyla kesiliyordu şarkısı ama daha kuvvetli bastırıyordu kılıcın sapına, daha içeri itiyordu. Ta ki bir tek kabzası görünene kadar, sonra aynaya uzandı ve kendine baktı. Şarkısı dudaklarında kurudu. Sessizce, notalar yerde yatan bedeni terk etti..

Oyun bittiğinde herkes şaşırmış, büyülenmiş birbirlerine bakıyordu. Alkışlamayı cesaretlendirmek için bir iki elden ses geldi ve yavaş yavaş şoktan kurtulan salon deli gibi alkışlamaya başladı. İtiraf etmeliyim ki ben de çok etkilenmiştim. May'i hiç tanımasaydım veya dostuma çektirdiği acılara şahit olmasaydım, belki zavallı kadın için üzülebilirdim. Ama ancak canlandırdığı karakter Chu Chu'nun acısını paylaşabildim. Oyun bittiğinde aceleyle dışarı çıktım. Kalabalık içinde Pierre'i seçmem mümkün değildi. Bara doğru koştum ama orada değildi. Evinde de yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Yokluğun içine sığınmıştı. Yalnız kalmak istiyordu. Ama May'i görmeye gitmiş olabileceği fikri akla yatkın geldi. 'O zaman May'i bulmalıyım' dedim. Otelin önünde ekipten birkaç kişiyle oyun hakkında bir şeyler konuşuyordu. Pierre yanında değildi. Ona doğru yaklaştım ve dostumu görüp görmediğini sordum. O da uzun zamandır görmediğini söyledi bana. Kelimelerine giydirdiği o alaycılık hiç hoşuma gitmemişti. Buna karşılık çenemi kapatıp aynı alaycılıkla onu boydan boya süzdüm ve yanından ayrıldım. Pek alındığını söyleyemem. Siz de anlamış olmalısınız oldukça havalı ve çekici bir kadındı. Çevresindeki erkeklerden bir iki tane eksilse bir şey kaybetmezdi. Günün sonunda her şeyi olduğu gibi bırakıp yatmaya karar verdim.

Sonraki gün bara indiğimde otelde oyun ekibinin hazırlık yaptığını gördüm. Evet, gitmeye hazırlanıyorlardı. Bu iyi diye düşündüm artık dostum bu acıya daha fazla katlanmak zorunda kalmayacak. O kadın gidecek ve Pierre bir süre sonra onu unutacak. Pierre! Onu dün bulamadığımı hatırlamıştım. Evine doğru hızla koştum. Hava kapalıydı yağmura yakalanmamak için geri dönüp üstüme palto almayı düşündüm ama artık yolun çoğunu katetmiştim, bu fikirden vazgeçip devam ettim. Eve yaklaştığımda yağmur çiselemeye başlamıştı. Pierre'in evinden bir müzik sesi geliyordu. Dün dinlediğimiz kadar acıklı bir şarkı çalıyordu. 'Eski dostum sanırım şişenin dibinde uzanıyor olmalı' diye düşündüm. Kapıyı yumruklayarak seslendim. Ama cevap vermedi. Müzikten başka kimse yoktu sanki içerde. Endişelenerek kapıyı omuzladım. Zaten çok eski olan tahta kapı bir kerede açıldı. Onu yerde yatarken gördüğümde midemi yüksek bir yerden hızla düşüyormuşçasına bir boşluk hissi kapladı. Zavallı dostum, daha fazla dayanamamış ve dün gece Chu Chu'nun yaptığı gibi onurlu bir şekilde hayattın yolundan çekilmişti. Kendini bıçaklamış kanlar içinde yerde yatıyordu. Yanına yaklaştığımda, gözlerinin May'le ilk beraber olduğu geceyi bana anlatırken arkamda bir yerlere baktığındaki aynı ifadeyle dolu olduğunu gördüm. Yüzü son yaptığı tabloları gibi soluk ve karanlıktı. Ama yine de dudaklarında huzur olduğunu, mutluluğu gittiği yerde biraz da olsa tattığını gördüm.

Dostumun artık ruhu gibi özgür olan bedenini gömme hazırlıklarını başlatmak için kasabaya haber yolladım. Pierre'i, fırçasından rengarenk boyaların sıçradığı bir çarşafa sardık ve dört kişi omuzlayıp kasabaya doğru yol aldık. Dostuma karşı son görevimi yerine getirmeye gidiyordum. Onu içine koyacağımız ıslak topraktan, başka canlılar hayat kazanacaklardı. Bu düşüncelerle yürürken hissiz bedenin ağırlığı altında, onu gördüm. May haberi almış donuk ve ilginç derece de nemli gözlerle bana bakıyordu. 'Ağlıyor olamaz sanırım yağmur suratını ıslatıyor olmalı' diye haince düşündüm kendi kendime. Bizi mezarlığa kadar takip etti. Ve bir gece öncesinde sahnede söylediği şarkıyı söylerken cesedin başında diz çöktü. Artık ağladığından kuşkum kalmamıştı çünkü Madame Butterfly hüzünlü şarkısını söylerken, kılıcı bedenine soktuğunda duyduğu acıyla aynı acı çığlıklar bölüyordu şarkısını. Toplanan herkes ben de dahil olmak üzere bu sıradışı cenaze törenine kederle ve yasla göğüs geriyorduk. Pierre'i May'in kollarından aldık ve ait olduğu derinliğe bıraktık. May'in acılı sesi, o tiz arya rüzgarla kulaklarımızdan geçip yeşil vadilere yayılıyordu. Buna daha fazla dayanamadım ve ayağa kalkıp arkama bakmadan bara doğru ilerledim. İçeri girdim ve bardağımı bir saniye de olsa bana bu dehşeti unutturacak sert bir şeylerle doldurdum. Ama olmadı, unutturamadı. Hiçbir içki yeterince sert ve hiç bir saniye bir öncekinden daha hızlı değildi.

May o gün simsiyah yas elbisesiyle kasabaya veda etti. Bir daha onu hiç görmedim. Ama yanında Pierre'in çizdiği kendi resimlerini de götürdüğünü biliyorum. Ne olursa olsun, ikisinin de hayatına aşk girmişti. Bazıları bir kişiyi sever, bazıları bir çoğunu. Bazıları aşkın ne olduğunu bilmez, yaşamadan yaşlanan bu insanlar, zavallı hayatlarının bir an önce sona ermesi için yada aşkla bir yerlerde karşılaşmak için Tanrı'ya yalvarmalı bence! Ben mi? Beni hiç sormayın dostlarım. Sonum arkadaşımın ki gibi olmasın yeter! Huzur içinde yat sevgili Pierre!

Güliz Dülgeroğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  İLHAN BARDAKÇI YAHUT GURBETTE ÖLMENİN HÜZNÜ

Şu ölümlü dünyada hepimiz günü vakti gelince emaneti teslim edeceğiz. Bunda şüphe yok. Buna hazırlıklıyız üstelik. Çünkü evvelki göçenlerin kapısını aralayan ölüm meleği bir gün bizi de önüne katıp götürecek. Varsın götürsün. Çünkü ölüm dosta kavuşmaktır itikadımızca. Kim istemez Hak'la yaren olmayı?

Ölüm vatanda güzeldir. Gurbet elde ölmek nasıl bir duygudur, ancak yaşayan bilir. Fakat nedense hep gurbette ölenlere yanarım yıllar yılı. Gurbette ölmenin vatanda ölmekten çok daha acı verici olduğunu düşünürüm. Bu belki bir saplantıdır içime yerleşen... Ama gurbette ölmenin hüznü vatanda ölmenin hüznünden katmer katmer çoktur kanaatimce.

Gurbette ölüm dedim de merhum tarihçi İlhan Bardakçı geldi aklıma. Çünkü o uzun yıllar Almanya'da yaşamak zorunda kaldı. En kıymetli varlığı olan canını da gurbet elde teslim etti Azrail'e. Sürgün edilmişti yurdundan. Suçu pek belli değildi. Herkes bir şeyler söyledi hakkında. Osmanlı'nın tarihî belgelerini Libya ajanlarına satmakla itham edildi. Belki de bir iftiraya uğradı, bilinmez. Bu ülkedeki vatanseverler genelde bu filmi çok görmüşlerdir. Peki, kimdi İlhan Bardakçı? Biraz da bunu açalım:

İlhan Bardakçı, Milli Mücadele kahramanlarından, Konya Valiliğinden emekli Cemal Bardakçı ve Merhume Fatma Nuriye hanımefendinin çocuğu olarak İstanbul'da dünyaya geldi. İstanbul Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. 1948 yılında gazeteciliğe başladı. Yeni Sabah, Milliyet, Havadis ve Cumhuriyet gazetelerinde mesleğin her seviyesinde çalıştı. Fransızca, İngilizce ve İtalyanca dillerini bilen yazar, bu dillerde birçok eserler ve konferanslar vermiştir. Gazi Üniversitesi Basın Yayın Okulu'nda "Mukayeseli Devlet Fikir ve Rejimleri" dersini okutmuştur. Bugün basın sahasında kalem oynatan pek çok isim onun rahle-i tedrisatından geçmiştir. Basın Şeref Kartı sahibi olan İlhan Bardakçı, 35 senedir Tülay Bardakçı ile evliydi. Merhum İlhan Bardakçı, Hürriyet'te tarih konularında yazılar kaleme alan yazar Murat Bardakçı'nın da babasıydı. Fakat uzun yıllardan beri görüşmüyorlardı. Belli ki birbirine dargın ayrıldılar.

Libya ve Irak lehine casusluk iddiaları nedeniyle yargılanan, ancak mahkeme kayıtlarında, ''Böyle bir suç işlediğine dair, hiç bir delil bulunamadığı halde, bu suçu işlediğinden hareket edildiği için'' 15 yıl hapis cezasına çarptırılan Bardakçı, bunun üzerine 1989 yılında yasal yollardan pasaportunu alarak Almanya'ya gitmiştir. Bazılarının iddia ettiği gibi kaçmamıştır. Bu tarihten sonra da Türkiye'ye girişi yasaklanmıştır. İlhan Bardakçı, Almanya'da verdiği son konferanslarda "Devlete küsülmez, devlete küsmüş değilim." demişti.

Fransa'da hukuk eğitimi alan Bardakçı, yıllarca bu ülkede yaşamış ve bir Fransız gazetesinde şef redaktörlük görevine kadar yükselmişti. Tarihe olan düşkünlüğü sebebiyle 'tarihçi' olarak bilinen Bardakçı, yıllarca İlhan Murad müstear ismiyle makaleler kaleme almıştı. Bardakçı, 2004 yılının Şubat ayında Almanya'nın Giessen kentinde, vatanından çok uzaklarda, ruhunu Hakk'a teslim etti.

78 yaşında gurbette hayata gözlerini yuman Bardakçı'nın kitaplarından en önemlileri "İmparatorluğa Veda", "Taşhan'dan Kadifekale'ye", "Bir İmparatorluğun Yağması", "İnsanlık Zelzelesi", "Tarihten Bugüne", "Vahdeddin'den Mustafa Kemal'e" adlarını taşıyor. Bardakçı, mecburi olarak yurt dışında bulunduğu yıllarda gurbetçi vatandaşlarımıza, özellikle gençlerimize yönelik olarak 400 ayrı konferans ve seminer vermiştir. Yurdundan uzak kalanlara vatan sevgisini ve milliyetçilik şuurunu kazandırmıştır.

İlhan Bardakçı mesleğinde çok başarılı bir kişiydi.1960'lı yılların başında Milliyet Gazetesi'ndeki bir yazı dizisi ile Cumhuriyet'in başlangıç yıllarını en iyi anlatan yazar seçilmiştir. TRT'de radyo programlarında Çanakkale'yi, İstiklal Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu kendi sesiyle anlatmıştır. 1970'li yıllarda "1206 Gün" adlı programında Cumhuriyet Ankara'sının en sancılı dönemlerini ekrana aktarmıştır. Kendisini ve fikirlerini çekemeyenler, onu mahkûm etmek ve yurdundan kovdurtmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Neticede de onu sürgün etmeyi başarmışlardı. Bu başarılarıyla(!) ne kadar övünseler azdır!...

İlhan Bardakçı uzun yıllar Türk Edebiyatı dergisinde, Tercüman ve Zaman gazetelerinde yazdığı yazılarla insanlarımıza tarihi sevdirdi. Gerçekleri bulandırmadan ve sulandırmadan, noktası virgülüne kadar olduğu gibi anlattı. O bir Osmanlı sevdalısıydı; tarihe gönül verenlerdendi. Yazdığı eserlerde Osmanlı'nın ihtişamını işledi. Gelecek nesillerin tarihî yanlış öğrenmelerine tahammül edemediği için doğruları yazmaya adadı kendini. Onun yazıları bizlere çok şey kattı. Yalan ve ithamlarla dolu Osmanlı tarihlerini onun sayesinde çöpe attık. Gerçekler onunla su yüzüne çıktı. Tarihini ve vatanını canından aziz bilen bir insanın Libya ajanlarına Osmanlı vesikalarını sızdırdığını iddia etmek inandırıcılıktan ne kadar da uzaktır.

O şimdi Ankara'da, Cumhuriyet tarihinin ilk Konya valisi olan babası Cemal Bardakçı'nın yanında yatıyor. Fakat ömrünün son yıllarında Bardakçı'nın Türkiye'yi görme özlemi giderilmedi. Çok gördüler bu 78 yaşındaki pir-i faniye memleketini. Fakat ölüm hepimizi pusuda bekliyor. Onu yurdundan mahrum edenler öteki âlemde ne hesap verecekler? Merhum İlhan Bardakçı'yı rahmet ve minnetle anıyorum. Allah rahmetini üzerinden esirgemesin. Ey koca insan, eserlerinle ve eskimez fikirlerinle hep yaşayacaksın.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.315 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


kavun

"kavun gibidir dostluklar…"
Enişte

turuncu akşamlar çökmüş soframıza,
hafif bir kavun serinliği
birden bire hava kızıla vurdu
şarabi bir sokulma…
kızıl gençlik anıları bilendi
bir vuruşta ortadan bölündü
kan kırmızı…
karpuz.
buzu sonradan attılar aşka
sonra sevgi döktüler
jilet gibi kesilmişti gözlerimize
bembeyaz,
beyaz peynir…

fazla paramızda yoktu
agop'un orta yerinde...

(…)

nasıl kaçtılar geceye
nasıl,
anlatılmaz
karanlıklara…

sonra
bir zenci buldular
birde gürcü sarışın
sakallı
eski zamanlardan kalan
anarşist sarılmalar.
peş peşe sıktılar
bir karaltı vurdular
balık pazarı'nda…

sendeledi
ölmemiş
hafif yaralı.

kaçtılar…

ve
küfecinin dükkânında
bütün kirpiler sızmıştı
penguenlerin sırtında.

(…)

gene seninle uyandım
başka kadınlarda

kavun serinliğinde
abdest aldım
belki ölürüm diye
sensiz.

yalnızlığım
hafif yaralı.
kavun serinliğinde.

Ömer Faruk N.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnsan beyninin sınırlarını en fazla ne kadar zorlayabilirsiniz? Aslında yaşamadığı şeyleri, hem yaşanmış gibi yaptırıp, hem de yaşatıp nasıl, bir rüyaymış gibi gösterebilirsiniz. http://www.vidking.com/viewvideo.php?id=343 kısayolundaki filmi, biraz sabredip sonuna kadar seyredin lütfen. Biraz karışık ama, en sonunda neler olduğunu görünce teknoloji karşısında insanoğlunun düştüğü caresizliği anlayacaksınız. "Waking dead"

Diyelim ki Mc Donalds'ın işletme hakkı tamamen size verildi. Bu işi sepetlenmeden en fazla ne kadar sürede yapabilirsiniz? http://www.mcvideogame.com/game.html Buyrun deneyin bakalım, ne kadar başarılı (!) olacaksınız. Üretiminden tüketimine kadar her şey sizin kontrolünüzde. İnekleri siz yetiştiriyor ve hatta siz kesiyorsunuz. Eleman alımından, promosyon seçimine kadar her şey sizden soruluyor. İşten kovduklarınız sizi protesto ediyor. Çevre kirliliğinde siz suçlanıyorsunuz. Ve yeterince para kazandıramazsanız şutlanıyorsunuz.

Fıkra sevenlere geniş kapsamlı bir kaynak. Hem de her türden. http://www.fikra.gen.tr/ Gülmeye hazırsanız tıklayın lütfen.

Super ipod için neye ihtiyacınız var? Öncelikle normal bir ipod'a ve sonra tabiki bir akıl hocasına. Size bu konuda akıl hocalığı yapabilecek uçuk birini arıyorsanız http://www.command-tab.com/2005/03/13/ipod-super/ kısayoluna tıklayıp görebilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060612.asp
ISSN: 1303-8923
12 Haziran 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com