Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.023

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 10 Temmuz 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Yalakalıkta son nokta!..

İyi Haftalar,

Yazları hafta sonları bir başka oluyor. Canının bir yanı bir sürü şey yapmak isterken diğer yanı otur oturduğun yerde diye baskı yapıyor. Sonuçta ne yaptığından ne de yapmadığından bir şey anlaman mümkün oluyor. Velhasıl bu 2 günlük tatil hem çok uzun hem de çok kısa geliyor. Saçmalıyor olabilirim, olsun ben kendi adıma konuşuyorum. Böyle durumlarda Pazar akşamları bir muhasebe yapmak gerekiyor. Yapmak isteyipte yapamadıklarınla, yaptıklarını teraziye koyup tartasın geliyor. Mesela bu Cumartesi'yi evde pinekleyip film seyrederek geçirdim. Arada gazeteleri taradım, Tayyip Bey ve ekibinin tatilde neler yaptığını izlemeye çalıştım. Öğrendiğime göre, Dolmabahçe Sarayı'nın 150. yaşı kutlamaları çerçevesinde 10.Yıl Marşı'nın söylenmesinden vazgeçildiği gibi yapılan konuşmalarda ve dağıtılan broşürde o Sarayın son misafiri Atatürk'ten söz edilmesine gerek bile duyulmamış. Cumhurbaşkanlığının "Yan cebime koy" adaylarından Bülent Bey'in himayelerinde yapılan kutlama törenleri kör gözüm parmağına bir aymazlıkla son bulmuş anlayacağınız. Ha bir de, 6 ay arayla halk oyunları kıyefetlerine yapılan değişiklikler vardı gazete sayfalarında. 6 ay önce boyna bağlanan fular nitelikli eşarplar, aradan geçen altı ayda türban olup başa bağlanmış. Maksat Devlet büyüklerimize şirin görünmek.

Pazar günü ise gördüğüm manzara karşısında ağzıma gelen yüreğimi yediğim Tuzla köftesi ve kola ancak bastırabildi. Çok korktum. Tayyip Bey'imize birşey oldu diye şok oldum, 45 saniye kendime gelemedim. Geldikten sonra başladım saygıyla anmaya. Efendim üzerinize afiyet, Tuzla'da köfte yemek için çoluk çombalak toplaşıp doluştuk arabaya, sahilden sahilden seğirttik Tuzla'ya doğru. Yol boyunca her yeşilliğin olabildiğince değerlendirildiği görüp neşelendik. Kartal'a geldiğimizde iskeleye yanaşmış Yalova Feribotunu hasetle incelerken gördüm o beni şok eden şeyi. Feribotun adı "RECEP TAYYİP ERDOĞAN" dı. Eyvah dedim gitti bizim gül gibi başbakanımız. Kızardık mızardık ama Tayyip Bey'imizdi o bizim derken radyoda icabet ettiği açılış haberlerini duydum da rahatladım. İyi de ölmeden bir büyüğün adı koca feribota neden verilmişti ki? Bunu sayın Tayyip Bey sünnetten ve düğünden artırdığı paralarla kendisi alıp İDO'ya mı hibe etmişti acaba. Yoksa yalakalığın boyutları bu raddeye mi varmıştı anlayamadım. Siz anladıysanız bir yol bana da anlatıverin artık.

...

O ne kafaydı ama? Gol olmadı ama nakavt oldu. Dünya Kupasına bu kafa teneke harflerle kazındı. Dandik bir kupanın ardından numaracı bir şampiyon ve attığı kafa çok konuşulacak bir emekli Zidane'ımız oldu. İtalya'yı kutlayalım bakalım. Sonra da biz bu kupada neden yoktuk diye hatır hatır kaşınalım. Ne olursa olsun, inşallah birgün bizede o kupayı kaldırmak nasip olur. Kaldıralım da ister fotbolla isterse tiyatroyla hiç farketmez. Kimin için farkediyor ki?

Cumartesi gecesi Televizyon Makinası gerçekten çok iyiydi. Ben bayıldım. Konuklardan biri de Güzide Kasacı'ydı. Bana o güzelim Türk Sanat Müziği şarkılarını hatırlattı. O nedenledir ki bu haftayı Türk Sanat Müziği haftası ilan ettim. Hergün bir tane güzel şarkıyı hepbirlikte dinleyeceğiz. Bunlardan ilki Emel Sayın'dan elbette. Baharı Bekleyen Kumrular Gibi. Umarım hoşunuza gider. Hepinize güzel bir çalışma haftası dilerim hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  Azize Meryem

O akşamüstü
Koca çınarın altında
Aklım gözümü açmıştı ya hani ?

Masa üstündeki cama yansıyan her çınar yaprağında,gülüşünü görmüştüm.

Nasıl secde etmem
Gülüşünü var eden Rabbime ?

Ve
Gün geceye erişirken
Düşüncelerim aklımla bir olup
İyice çıldırmıştı.

Eh
Yakındır artık
Ha koptu
Ha kopacak
Kızılca kıyamet derken
Başımıza taş yağacak şimdi.

İsrafil;de sıkılmıştır
Üfleyemedim şu Sur;u diye
Kendince söyleniyordur

Zamanları zamanlara
Nasıl da esir ettik
Doğduk
Yaşıyoruz
Öleceğiz derken
Azıcık ömürlerimizle
Daha ne kadar cahil yaşarız sizce ?

Ah
O da ne ?
Adem takmış koluna Havva;yı
Dönüyor karşı köşeden
Hangi çocuğunun evine gidiyordur dersiniz ?

Burada mı düz ovada mı derken?
Çınarın köklerindeki periler
Aklımı gıdıklamak için
Yarışa giriştiler

Tam karşıda
İnat bu ya
Görüşü engelliyordu
Uzun bacaklı cinler
Göz ucuyla süzüyorlar
Aynı anda da
Haset yumağı yüreklerini
Sarıp,genişletiyorlardı.

Nasıl da kendi canlarını daraltıyorlardı.

İçimde hala korkunç bir fırtına

Biliyorum!
Sahibi de sebebi de sensin.

Bir kez daha sildim seni alacaklı defterimden
Çentikler söylese bir,bir ahlarımı
Anlatsa tövbeler günahlarımı

Böyle arsızca hiç esmemişti rüzgar
Ruhumun her yanı kırıldı sana.

Yeryüzü dualarıyla
El ele verip
Daha dün
Mumlar yaktım
Adaklar adadım
Azize Meryem;e

Öncesinden tütsüledim şeytanları
Günahları kilitledim
Sevapları serbest bıraktım
Yıkadım türlü kötülükleri

Nedendir şimdi
Bu kalp ağrılarım ?

Çok şey mi istiyorum?

Ailemi!

Rüzgarın da işi yok ya hani
Celallenip arttırdı şiddetini
Hem ne olacak ki
Güneşin içinde boğulmak istesem
Artık
Hiç mi hiç üşümem

Masmavi gökyüzünde
Beyaz uçurtmamla
Martılarla dalga geçsem
Ne güzel olurdu

Ahh
İçimin çekirdeği
Söyle
Kalbin, acıyor mu seninde?

Sahi unutmadan!

Şu köşedeki
Sokak lambasında
Işık olup yanacağım

Artık bütün çocukların
Rüyalarını aydınlatacağım.

Melek kanatlarında süzülerek seslenmez mi ninem ;

Düşlerken kartalların gölgesini düşle.
Ama kendi gölgeni asla düşleme Sabiş !!

Bana da deli gömleği ne de güzel yakışıyor......

...

Zaman
Maman
Yok ! Her şey bitti içimde.....

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Güliz Dülgeroğlu


Yaz Yağmuru ve Şemsiye

Kendimi bugün her zamankinden daha yalnız hissediyorum. Hava, zamanın ağırlığını taşımakta zorlanıyormuş gibi yavaşça omuzlarımdan aşağıya bastırıyor. Ayaklarımın nemli toprağa gömüldüğünü hissediyorum. Olduğum yerden ayrılmak istesem de sanırım bir süre daha burada bulunmalıyım.

Yağmur çiselemeye başlıyor. Güç bulmak niyetiyle baston gibi sapına dayandığım şemsiyeme gerçek görevini hatırlatmak için öne doğru uzatıp açıyorum. Kocaman simsiyah bir gölge kaplıyor üstümü. Islanmaktan kaçınıyormuşum gibi biraz öne eğiyorum şemsiyeyi ve karşımda duran insanlarla göz temasını gizlice engelliyorum. Şimdi tek başınayım ve sanki bu yüzden içim biraz daha rahat.

Gözlerim ister istemez eğik duran başım yüzünden, karşımda dizilmiş ayakkabılara kayıyor. Yağmurla yumuşamış toprağa gömülen topuklar, üstünde su damlalarının durduğu pırıl pırıl parlayan rugan ayakkabılar, ince bileklerden yukarı tırmanan siyah çoraplar ve hemen yanında gerisini görmek istermiş gibi uzun topuklara yanaşmış geniş erkek ayakkabıları.

Bu sefer gözlerim kıyaslama yapmak istermiş gibi kendi ayakkabılarıma kayıyor. Çok şık olduklarını söyleyemem. Kenarlarına çamur bulaşmış, evden çıkmadan önce parlasınlar diye fırçalamama rağmen şimdi toprakla karışık sıçrayan yağmur suyundan matlaşmış duruyorlar. Genel bir görünüm olarak kendimi düşündüğümde, bu doğanın bile şıklıklarına gölge düşüremediği insanların yanında oldukça mütevazı kaldığımı fark ediyorum.

Ve bugünün rengi siyah; bu duruma ayak uyduran kara bulutların başımızda toplanmasından da anlaşılacağı gibi. Karanlığın lordları ve leydileri karşımda portreleri yapılmaktaymış gibi poz verirken, gözüm karanfillerin kırmızısına takılıyor. Hayatta bu kadar çok renk varken, bizim fakirliğimize bak diye geçiriyorum aklımdan. Babam olsaydı… susuyorum. Şemsiyemin üstüne vuran küçük trompetçi yağmur damlalarının senfonisini dinliyorum. Arka fonda bir uğultu var. Konuşanlar bandosu; fısıltılar ve hıçkırıklar. Hepsi rahatsız edici sesler. Kulaklarıma ulaşmadan kovuyorum elimin tersiyle, görgüsüzce. Saatime bakıyorum şemsiyemin demirlerine dokunuyormuş gibi kaldırdığım kolumu yan çevirerek. Kırk beş dakikadır burada olduğumu hesaplarken, saatin koyu kahverengi yıpranmış kayışına gözüm takılıyor. Eski bir saat; camı çizilmiş, içi sararmış. Babamın kolundayken, her baktığında zamanının hızla tükendiğini gösteren saat. En azından yılların nasıl geçip gittiğini ellerinde bir bardak konyak ve puro eşliğinde anlatan dostlardan daha sadık.

Toprak eşeleniyor. Adımlar eziyor ağırlıklarıyla ıslak çimleri. Acaba bu şemsiye, bana yaklaşanlarla aramda bir mesafe oluşturmama yardımcı olur mu? Yoksa kabalık mı etmiş olurum teselli dokunuşlarından kaçınarak? Bir iki gölge değmeden geçiyor gölgeme teğet. Ama o kadar da şanslı değilim bu akşam. Şemsiyemi geriye çekmem gereken yaklaşımlar oluyor. Omzumda tanımadığım eller ve karşımda dinlemediğim dudaklar kıpırdanıyor. Sadece donuk gözlerle seyrediyorum olanları kendi dünyamın yüksekliğinden. Onlar ise bu soğukluğumu taze acıma veriyorlar. İstediklerini yapsınlar, mesaileri bitti , artık ayrılsınlar.

Çevrem gitgide tenhâlaşıyor. Bu kasvet kokusunu üstünden atıp etrafı seyrediyorum. Gardolaba belki bir daha neşeli bir partide giyilmek üzere yerleştirilecek olan takım elbiseler geçiyor yanımdan. Evet, onlar sadece pahalı elbiselerden başka bir şey değiller benim için. Sadece görünümden ibaret yaslı kuklalar. Babam olsaydı da bunları görseydi…susuyorum.

Uzun kapkara arabalar konuklarını almak için yanaşıyor sırayla yol kenarına. Annem yaklaşıyor, yüzüme bakmıyor. Yanımdan geçerken duruyor, eliyle sadece dokunmak isterken tüm ağırlığını veriyor omzuma. Ve başka eller geri çekiyor onu, yorgunluğunu arabaya taşıyorlar. Yavaş yavaş siliniyor havadan sesler. Arkama dönüp bakmama bile gerek yok. Biliyorum artık yalnız olduğumu. Artık şemsiyeye ihtiyacım yok. Görevini başarıyla yerine getirdi. Şimdi tek başıma, saklanmadan ıslanabilirim. Suskunluğumu bozabilirim belki. İçimden konuşsam da nasıl olsa duyar beni. Babam şu halimi görse… gülerdi. Artık koca bir adam olmuşken hâlâ ağladığımı saklamaktan nasıl utanmadığımı sorar, suçu boşu boşuna yağmur damlalarına atmamam gerektiğini söylerdi.

Her şeyi boşver, sadece burada olsaydı…

Güliz Dülgeroğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Adnan Durmaz


AŞKIN KATİLİ

Aşk ve iktidar…Aşkın iktidarı… İktidar aşkı… İktidarda olanların ve olmayanların aşkı… Kölenin aşkı, efendinin aşkı… Güçlünün aşkı ve güçsüzün aşkı… Dindarın aşkı, dinsizin aşkı… Güzelin aşkı ve çirkinin aşkı…

Kuşkusuz ,yaşadığımız dünyadan, zamandan, koşullardan, kişiliğimizden soyutlanamayacak bir duygudur o.Kuşkusuz zalimi mazluma,şeytanı meleğe,efendiyi köleye ,köleyi efendiye çevirmiştir.Dindarı dinden çıkartmış, dinsizi imana getirmiştir. Kuşkusuz çirkini güzeller güzeli kılmış,korkağı dağlara çıkartıp şaki yapabilmiştir.İnsanoğlunun hala keşfetmeye çalıştığı sonsuz okyanustan başkası değildir.Bin yıl önce kangallar ve papatyalar nasıl açardı,arılar ve kelebekler nasıl konardı, göçerdi onların çiçeklerine; ki şimdi zamana uygun bir davranış değişikliği yapmadan aynı tutkuyla ,aynı işlevlerini yapmaktadırlar.Aşk da bin yıl önce nasılsa aynıdır hep. Değişen insan,giderek insanlıktan çıkan insan, büyük bir tutku ve acıyla aşkın en saf,en aşk halini yaşamaya çabalamaktadır. Ne boşuna bir çaba;makineler aşkı nasıl bilebilir. Yaşama biçimi,davranışları,neyi seveceği,neye “güzel “ diyeceği başkaları tarafından belirlenen, aslında kendine yabancılaşmış insan nasıl sevebilir.Oysa aşk olmak için,kendi olmak gerekmez mi.Kendi olmadan aşk mı olur. Başka tutkuları için yaşamını araç yapanlar ne boşuna bir arayıştadır aşk yolunda.Akşama kadar kendisine televizyon ve her türden iletişim aracının sunduğu illüzyonları tutkuyla kovalayanlar, aşkı nasıl yakalayabilir.Yaşamını para kazanmak için, erk kazanmak için,egemenlik ve makam kazanmak için araç yapanlar; gece gündüz paraya ,iktidar hırsına,makam sevdasına secde edenler için yaşam bir araçtan başka ne olabilir.Aşk nasıl geçsin onların dünyasından.Kendi istençleri ve istekleri,kendi canları,malları,makam ve mevkileri,kendi süslü yaşamları,kendi egemenlikleri, kibirleri, güzellikleri,yakışıklılıkları, ”kendileri “ olanlar, ”kendi” dışlarına çıkmayanlar, ”ben” diyenler, benciller, istedikleri ahkamı kessinler ama aşka yolları düşemez onların. Kendinden dışarı çıkmayan, aşkın kapısına uğrayamaz.

Kapitalizmin tekelci aşamasında,emperyalizmin dünya kültürleri üzerinde soykıran bir karanlıkla dolaştığı zamanımızda,en büyük saldırı insanın tam da kendisine olmaktadır. İnsan ne kadar insan şimdi. Bundan önceki tüm zamanlarda da insanın başındaki egemen olanlar,onu köle yaptılar,kul yaptılar ama hiçbir zaman bir makine parçasına ,bir cıvataya bobine dönüştüremediler.Zamanımızda ise birey bir makine parçasına dönüştürülmektedir. Dişliler, çarklar asla sevemez. Tekelci dönemde insan aklı tek boyutlu değil boyutsuz hale getirilir ve seçmeci yanı yok edilir, seçim yapamaz.Aşk bir seçmedir ve bir görmedir.

Gerçek…Bizim gördüğümüzle gerçek aynı şey midir.?

Bizim gördüğümüz dağla ,o dağın kendisi aynı mıdır?

Aynı dağı, yüz ayrı ressam çizse aynı resmi mi çizecek.. Kuşkusuz ki hepsinin çizdiği aynı dağ ama ortaya çıkan resim farklı olacaktır.Dağın gerçeği,bir çobana göre başkadır, bir jeologa göre başka, bir coğrafyacıya göre başka, bir dağcıya göre başka olacaktır.Bir insan ,bir dağ veya masanın görüneni ,algılananı ve gerçeği aynı değildir,biz hep kendimizi katarak algılarız.(her bilim dalı, görünenin arkasındaki gerçeği kendi yöntem ve ölçütleriyle araştırır)Bir insanın gerçeği de,diğer insanlara göre başka başka olacaktır. Kimisinin sevmediğidir,kimisinin kardeşi,kimisinin yabancısı;kimine göre iyi,kimine göre kişiliksiz..Aşk bir seçme ve görmedir.Ancak aynı göz ve akılla bakanlar için,yani robotik bakanlar için,görülen şey çok farklı olmayacaktır. Egemen olanların insanı biçimlendirmek üzere sunduğu koşul , olanaklar ve toplumu tektipleştirme araçları ,robotikleştirdiği toplumlara reçeteler sunarak kendi değerlerini zerkederler.”Güzel”,televizyonda durmadan gösterilen kadın tipleridir. Bu nedenle olmalı büyük kentlerde sokaklarda caddelerde kıyafetinden ,saç biçimine,bakışından,kurduğu cümlelere ,hatta zevklerine ,değer yargılarına kadar birbirine benzeyen kadınlar ve erkekler görmek olası.Aşk,yalnızca burjuva yazarlarının romanlarında anlatılan aşktır, ya da dizi filmlerde,filmlerde gördüğümüz ama bir türlü yaşayamadığımız aşktır.

Oysa farklı olana göredir aşk ve aşık farklı olanı arar. ”Kendi” olmak adına bencilleştirilen insan ,benzeştiği,kalıpları tıpatıp aynı olanlarla birlikte kitleye dönüştü ve renklerinden zevklerine kadar sürüleşti. Sürü, sürü içgüdüsüyle davranır.Bir yalnızlar sürüsü ki,herkes kendi ekseninde dönen bir bencillik alemi.Oysa aşk ,kendinden çıkma,kendinden dışarı bakmadır. Yüreğinde açılan bu bakış pencereleri,yalnızca içeriye ışıklar ve görüntüler girmesine yaramaz,dışarıya bakmaya ve katılmaya da yarar.Ceviz kabuğunu kırmasaydı,ağaç olamazdı; ne türküler söyleyen yaprakları, ne gölgesi, ne renkleri, ne çiçeklerine konan arılar, dallarında şakıyan kuşlar olurdu, ne de meyvesi.

Bilinen aşk öykülerinde de bir iktidar muhalefet,bir köle efendi uçurumu vardır. Şirin Ermen hükümdarının küçük kızı,Ferhad ise bir duvar ressamının oğludur.Sevdiğine kavuşmak için bisütun dağını yıkması gerekmektedir. Zeliha Mısır azizinin eşidir,Yusuf’sa kardeşlerinin kuyuya attığı kimsesiz bir çocuk. Zeliha saltanatını bırakacaktır Yusuf için. Mecnun bir rivayete göre Emeviler devrinde yaşamış bir beyzadedir.Kerem Anadoluda bir Türk beyinin oğlu, Aslı ise bir Ermeni papazının kızıdır. Egemen olan ve egemen olmayan çelişkisi ,yüzyıllardan gelen tüm aşk öykülerinde ortaya konulmuştur. Burada vurgulanmak istenen nedir?Aşk geçmişten zamanımıza kadar tüm egemenlerin egemenliklerini hiçe saymış sonsuzluktur.Ne taç ne taht dinler yürekte aşkı olan;ne ölüm tanır;ne zulümden korkar;ne de mevcut düzenin sunduğu ayıp, günah ,yasak kavramları umurunda olur.O kendi ahlak kurallarını ,kendi doğrularını kendisi koyar.Bunu değiştirmeye ise egemenlerin gücü asla yetmez. Binyıllardır insanlığın belleğine öylesine sıkı kazınmıştır ki bu gerçek,zamanımızın egemen olanları bu başkaldırtan gerçeği de kendi kalıplarında eritip ucubeye çevirmek için her yola başvurmaktalar.Tekelci sistemin duygusu olmaz çünkü..Ondan ki,ruhunu ,beynini , yüreğini sakatladıkları insan kitleleri ,kendilerine ezberletilen aşklarda sadece acı çekmektedir. Arılar bir gün çiçek diye naylon çiçeklerle karşılaşırsa kırlarda ne yaparlar; aşk diye sunulan yeni değerler şimdi aynı şaşkınlığı yaşatıyor insanlarda. Robotik toplum yaratma mimarları robotsal evler yapıp, robotsal aileler oluşturarak orada yaşatıyor.Robotik dünyanın satılmış şairleri ve yazarları hormonlarıyla yazıyor aşka ve tüm insani değerlere dair reçetelerini. Ama Hormonlarla sevilemiyor ne yazık ki.

AŞK ve acı, aşk ve çile, aşk ve engeller, aşkı büyütüp çoğaltan en önemli unsurlar olarak anlatılageldi bu güne dek.İnsanın insana kul-köle olduğu binyıllarda bu gerçekten de böyle oldu. Ulaşılmazlık oldu aşk. Divan edebiyatının bu konuda yazılmış en önemli yapıtlarından Büyük Usta Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk Mesnevisi ilginçtir. Hüsn ü Aşk, kurgusal anlamda Hüsn (Güzellik) isminde bir kız ile Aşk isminde bir erkeğin aşkını anlatan, tasavvufi bir mesnevidir. Özetle öykü şöyledir:

Muhabbetoğulları (Beni-mahabbet) adlı bir Arap kabilesi vardır. Bir gece bu kabilede bir kız ,bir erkek çocuk dünyaya gelir.Erkeğe Aşk kıza Hüsn adını verirler ve birbirlerine nişanlarlar. Öğrenim zamanları gelince ikisi de Edep okuluna giderler.Dersleri,Rıza ve Teslimiyettir.Okulda Mollâ-yı Cünun(cinnet,delilik mollası) isimli büyük bir hoca vardır. Giderek Hüsn Aşk'a aşık olur.

“Mînâ gibi AŞK’a ser-fürûda
Bu şişede sanki ol sebûda”
(Sürahi gibi AŞK’a boyun eğerdi, sanki biri testide diğeri kadehteydi)

Birlikte zaman zaman Mânâ gezinti yerine giderek, gezinip, sohbet etmektedirler. Bu gezinti yerinde Suhan isimli bir mihmandâr (misafir ağırlayan kişi) vardır .Suhan, her şeyi bilen çok büyük bir insandır. Hayret isimli güç sahibi biri Hüsn ile Aşk'ın görüşmesine engel olur. Bir süre Suhan aracılığıyla mektuplaşırlar. Aşk'ın Gayret adında bir lalası vardır ve sonunda ikisi ,Aşk'ın gidip Hüsn'ü kabile büyüklerinden istemesine karar verirler. Kabile büyükleri ,Aşk'ın bu isteğiyle alay eder ama eğer Hüsn'e kavuşmak istiyorsa Kalb ülkesine gidip Kimyâ`yı alıp gelmesi gerektiğini söylerler. Yolun çok zorlu ve korkunç olduğunu ise iyice anlatırlar. Aşk yolda devlerle, cinler ve cadılarla karşılaşacak, sonra ateşten bir denizden geçmesi gerekecektir. Aşk ve Gayret birlikte Kalb ülkesine yola koyulurlar .Başlarından birçok tehlike geçer. Her zor durumda onları Suhan kurtarır. Mutlu sonla biten öykünün sonunda Aşk'ın Hüsn'ü kendinden ayrı bir varlık olarak algılamasının , yanlış yollara yanlış yollara düşmesine neden olduğunu görürüz.Aslında Aşk Hüsn’dür, Hüsn de Aşk ;ikisi birdir. Bir’likte ise ikilik olamaz .

Her ne kadar bu öykü tasavvufi bir değere sahipse de,duygusal aşk bağlamında biz alacağımızı almaya kalktığımızda,İki insanın çileli bir yolculuktaki sayısız engeli aşarak bir olabilmesidir belki de aşk,diyebiliriz..Dünya edebiyatından bize taşınan bilgilere bakılırsa ,aşk acı çekmek ve yanmaktan başka nedir ki.

Şeyh Galib’in ikinin bir olması biçiminde sonuçlanan Aşk mesnevisi’ne karşılık Halil Cibran’ın şu sözleri ilginçtir;

” Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız,
Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız,
Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız,
Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun,
Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda,
Birbirinizi sevin,ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın,
Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi
Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin,
Ekmeğinizi bölüşün,ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın,
Şarkı söyleyin,dans edin,eğlenin birlikte,ama ikinizin de birer Yalnız olduğunu unutmayın,
Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı,ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır,
Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın,
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan,
Hep yan yana olun,ama birbirinize fazla sokulmayın,
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez ....”

Kuşkusuz aşk bir birliktelik ve bütünlüktür,ancak ,”tapınağı taşıyan iki sütun gibi bir birliktelik bireyleri birbirine bağlı ama bağımsız kılacaktır.Tekelci dönem,aşık ve maşuku tapınağı taşımak zorunda olmayan iki ayrı varlık olarak reçetelemiş ve onların arasına “sen –ben” ,”senin paran benim param”,”senin ailen benim ailem”,senin hesabın benim hesabım “gibi sayısız nifak nedeni sokmuştur.Bölmek ve parçalamak,tekelci aşamanın en etkin silahlarından biridir ve bu silah sonucunda şimdiki zamanların aşkları, arkadaşlıkları darmadağın olmuş insan ,aynı zamanda yalnızlaşarak robotlaşmıştır. Zamanımızın insanı bir meta gibi sahip olacağı,satın alınabilir ve tükenen bir meta olarak yaşıyor tüm güzel duyguları.

Batıda “hastalıkta ve sağlıkta,ölünceye kadar “biçiminde edilen yeminler çoktan içi boşaltılmış ve anlamını kaybetmiş durumdadır. Kapitalizm için aşk, cinsellik, erotizm tüketimin yeni bir alanıdır yalnızca.Aydınlanma çağında cinsellik ancak romantizmle birlikte vardı.Postmodern yapıda ise,cinsel hazlar kendi başlarına bir değerdir ve kişiler bu değerlerin peşinde sürüklenmektedir.Dışarıdaki dünya,iş yeri, hastane,hapishane,okul, eğlence yeri gibi modern kentçi mimarinin ve yasaların şablonlarıyla net çizgilerle birbirinden ayrılmıştır.Her şey cetvelle çizilmiş planlar dahilinde sınırlara ayrılarak yaşama sunulmuştur ve kurallara tamı tamına uyulur.Giderek,evlerde herkesin kendi alanları oluştu.Bu alanlarda birey kendi haklarını savunurken “biz” kavramından .ok,”ben” kavramını ön planda tutmaya başladılar.. Benim-senin kavgaları ve çelişmesi, postmodern insan ilişkileri için kurulmuş birer tezgahtı.Çünkü her yerde her şeyin kuralları ve sınırları vardı. Aşkın sınırlarla hiç işi olamazdı oysa.Her şey kendisini meydana getiren parçalarına ayrıldı. Aile kavramı da bu bölünmenin tam ortasında yer aldı. Diğer tüm insani yanlarıyla birlikte insan ve aşk katledildi. Yapay bir Sevgililer Günü icat edilerek tüketim malzemesi yapıldı aşk.

“kadehin şeklini terk et
şarap kadehtedir fakat kadeh değildir.”

diyor Mevlana

“İnsanlardaki güzellik iğreti bir yıldızdan ibarettir.Böyle olmasaydı “sevgilim” diye bağrına bastığın dostun,kocamış bir eşek gibi çirkinleştiğini görür mü idin?

O sevgili bir vakit melek gibi güzel iken,şeytan gibi çirkinleşmiştir. Çünkü o güzellik onda iğreti olarak bulunuyordu.” diyor. Egemen güçlerin insanı bir görüntüye ,kalıba dönüştürdüğü zamanımızda ,her türden aşkın ,öze dair bir buluşma ve karışma olduğunu vurguluyor bir kez daha.

Bu dünyada kötüler var.Yaşadıkları koşullar onları kötü yapmıştır biçiminde çözümlemeler,onları iyi yapmaya yetmiyor.Yüreği aşk diye başka başka şeyler için çarpanlar.İkili ilişkide de iktidar ve muhalefet kavgaları yapan anlayış,aslında sevemiyor olmanın hıncıyla,giderek saldırgan bir konuma geçiyor.Yüreği aşk tanımayanlar,yüreğinde aşk olanların dünyasını karartıyor sevebilme yeteneklerini ortadan kaldırmak için.Egemen olanlar aşktan uzak oluyor.Aşk zalimlere ,paraya ,makama ,mevkiye,eşyaya tapan putperestlere en uzak duygu oluyor.Aşka uzak olanlar,ona düşman oluyor,gördükleri yerde başını ezmeye çalışıyor.Onlar ki,Aşkın katilidirler.

İktidarda olanların aşk iktidarsızlığı,tarihin her döneminde aşık ve maşukun arasındaki en büyük engel olmaya devam etti.İktidarda olanlar kendi güzel, doğru ve iyi kavramlarını kabul ettirebilmek için kan dökmekten hiç vazgeçmediler.Aşk da aşk olmaktan hiç geri durmadı. Onbinlerce yıldır yakılmış sayısız türkü,anlatılan sayısız efsane ve söylenceyle,zamandan zamana taşıdı aşkı ve aşıkları .Geniş kitlelerin yanındaydı aşk ve hep asiydi, kavgalarla birleşip ateşlerde yanmakta ustalaştı, dağlara çıkıp meydan okudu.

İktidardakilerin aşk yanı iktidarsızdı

İktidardakiler aşkın iktidarını hiçbir zaman yıkamadılar.

Aşksa insanın insanı kul etmediği gelecek zamanlara, yeryüzüne kendisini büründüreceği zamanlara doğru, yolculuğuna ,üzerine kan bulaşmış olarak devam ediyor.

Adnan Durmaz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  UMUT NEREDE?

"En geveze kuş umuttur. Kalbimizde hiç susmaz."
Cenap Şehabettin

Pandora'nın kutuyu açması, kötü duyguların dışarıda, umudun ise kutunun içinde kalması ile başlar, umudun öyküsü. Hep bedenimizde, ruhumuzda hayallerimizdedir umut.

Baharın gelip, çiçeklerin açmasında, dağlarda esen serin rüzgârın uğultusunda, suların sel olup, ovaları yarmasında saklıdır. Bir genç kızın, meraklı bakışları ile billurdan yapılmış gözlerinde saklıdır umut.

Güvercinin kırmızı gagası ile beyaz kanatlarında, penceremdeki şebboyun güneşi selamlamasında, nisan yağmurunun ıslattığı, beyaz papatyanın kokusunda, denizin yakamozunda, dalgaların kumları ıslatışında saklıdır umut.

Umut deyince aklıma, derin denizlere yapılan yolculuklarla, sonu olmayan okyanuslar gelir.

Umut deyince aklıma, yeni doğmuş bir bebeğin etrafa gülümsemesi ile hayata "Merhaba" demesi gelir.

Kısacası her yerdedir umut, baktığın değil, gördüğün her yerde umut vardır, bir kucak dolusu. Bir kedinin ciğeri almaya çalışması, onun umudu değil midir? Ya da bir annenin, dünyaya yeni bir bebek getirmesi, hala insanlardan, dünyadan umudunu kesmediğini göstermez mi? Leyleklerin bahar gelince göçmesi, onların hala yaşama umudu olduğunu göstermez mi?

Peki, umut olmasaydı yazarlar olur muydu? Hayaller olur muydu? Bir yazar aya yolculuğu yazabilir miydi? Denizaltılarımız olur muydu? Denizin altınca kilometrelerce yol alan.

Hayal kurmakla ne kadar da orantılıdır umut. Hayallerimiz ne kadar da büyük ise, umudumuzda o kadar büyük değil midir?

Hayata gözlerimizi açar açmaz, umutla doğmaz mıyız? Bizim göbek bağımız umutla kesilmez mi? Ya sonra, aldığımız her nefeste, akşam başımızı yastığımıza koyduğumuzda da, umut yanımızda değil midir? Ertesi gün, uyanma umudu ile yatmaz mıyız?
Yağan yağmurdan sonra, toprakta duyduğumuz kokuda saklı değil midir umut? Ya da çatlamış toprağın suya hasretinde?

Umut böyledir işte, her damlada, rüzgârın camlara her vuruşunda, sabah gözlerini dünyaya her açışında ve senin bakışlarında gizlidir.

Peki, masalları yazdıran, filmleri, kitapları okutan nedir, umut değil de? Ferhat'a dağları deldiren hangi güçtür? Bunları düşündünüz mü hiç?...

Bir de umut mumun hikâyesini biliyor musunuz?

Barış en önde duran, ilk mummuş ve insanların savaş yapmalarından sıkılmış, sönmüş. Ardından vefa isimli mumda, sıkılmış insanların vefasızlığından o da sönmüş. Üçüncü mumumuz ise, sevgi mumu. O da insanların sevgisizliğinden sıkılmış o da sönmüş. En sona bir tek mum kalmış, o da umut mumuymuş. Gitmiş, barış, sevgi ve vefa mumlarını teker teker yakmış. Ve en sonunda da ekleşmiş, "Ben en önemli mumum. Eğer beni kaybederseniz, her şeyinizi kaybedersiniz" diye.

Umut böyle bir şeydir işte, doğduğumuzda göbek bağımızla gelen, ölüm anında bile aklımızdan hiç çıkmayan. Ölürken de öbür tarafı düşünerek ölmez miyiz? Orada da bir hayatın olduğunu umut ederek, son yolculuğumuza çıkmaz mıyız?...

Neslihan Güzel
www.neslihanca.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.546 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ÖLÜM DİRİMGÜNLERİ

Sözcükler yine
Işıltılı, şişman, ince, gülünç, acıklı
Kimi eski dost
Kimi kadın
Kimi yabancı.

Bunu ben yazmışım
Bunu da
İnanılır şey değil bunu da ben yazmışım.
Kantinde çay içerken konuşuyorum
Gilindre'de dam üstünde sesim dolaşıyor
Söylev yerindeki:
O da benim

Peki hangisi gerçek
Gür ve binlerce
Binlerce akarsuya ulanacak olan.
İten güç hani?
Bu sözcükler gördüğüm taş yığınlarından
Okuduklarımdan, insan yüzlerinden
Boş ve anlamsız imgeler mi?

Çok az gördüm satırlarımın
Birini etkileyip sarstığını
Gördüklerimin de çoğu esrimiş
Boşalacak yer arıyorlardı.
Türkülerim, doğrusu en çok beni değiştirdi
Beni koşturdu peşlerinden
Elimden tutup bir yukarı çıkardı.

Arıyorum titreşimin kaynaklarını
"Güzel" demeden
"Kavga" demeden önce
Hangi demirin hangi candamarı kestiğini
Sesler değişik
Anlam bağıl ve değişkenmiş
Olsun
Pıt pıt atan yüreğine inmek bir sürecin
Bütün bu çabalara değmez mi?

Ölüm-dirim günleri yaklaşıyor
Gövdemde gerginlik
En küçük halk birimlerinde kıpırdanmalar
Yönetenlerin beceriksizliği...

Türkülerim
Ağır çamurlu çizmeler geçecek üzerlerinizden
Yarın, pasaklı mürekkep lekeleri diyecekleri size.
Bunlar beni elden ayaktan düşürmüyor.
Duyuyorum dağlardan, köşebaşlarından, koğuşlardan
Duyuyorum odalardan, ciplerden, ırmaktan
Duyuyorum dışımda insan yüreklerinden, dudaklarından
Zorlu ve engin bir çığlık yürüyor dudaklarıma.

Barış Pirhasan

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Skype http://www.skype.com/intl/tr/ "Skype'ye sahip olan başka herhangi bir kişiyi internet üzerinden ücretsiz olarak aramaya yarayan küçük bir programdır. Ücretsizdir, yüklemesi ve kullanımı kolaydır ve pek çok bilgisayarda çalışır." Diyorlar daha giriş sayfasında. İnternet üzerinden sesli ve görüntülü haberleşme için kullanılan iyi bir program.

Akaryakıta gelen zamlar bir çok ürünü ve hizmeti daha yüksek fiyatlarla almamıza neden oluyor. Peki, dünya üzerinde en pahalı akaryakıtı, Türk halkı olarak bizim kullandığımızı biliyormusunuz? Akaryakıtı bu kadar pahalı almamızın asıl sebebinin ise, yakıtlardan alınan yüksek vergiler olduğunu biliyormusunuz? Akaryakıt kaçakçılığının artması ve kaçak akaryakıta bu kadar talep görmesinin temel nedenlerinden en önemlisinin ise yüksek vergiler olduğunu...? Hafta içi her sabah saat 08:00 de yüksek vergileri protesto etmek için 1 dakika boyunca arabasının kornasına basanlara ve dörtlülerini yakanlara katılmayan kalmasın. Bu protestoyu başlatan Alem FM program yapımcısı Nihat Sırdar'ı hem radyodan hem de http://www.nihatsirdar.com web sayfasından takip edebilirsiniz.

"Welcom turist we spik inglish" Hani derler ya "hata yapanı affederim ama bu sefer çok abarttın" :) Özel olarak yapılmış olan bu ilanın ufak bir hatası var ama bu hatanın yorumunu size bırakıyorum. http://www.filecrush.com/files/wespikenglish.html Turistlerin ilgisini çekeceği kesin ama turizm'e faydası olur mu bilemem.

Wallpaper konusunda sizlere geniş bir arşiv tavsiye ediyorum. Ama baştan uyarmak istiyorum: bazı resimler 18+ içeriğe sahip. Her tür resmin arşive alındığı bu sitede 3d sayfasını özellikle tavsiye ediyorum. http://www.index.hr/wallpapers/

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060710.asp
ISSN: 1303-8923
10 Temmuz 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com