Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.045

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Eylül 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : İş güç işte!..

Merhabalar,

Ne idüğü belirsiz bir milli maçın ardından kıtalararası bir yolculuk yaptım ve epeyce geç bir vakitte bizim matbaayı açtım. Sıra benim yazıya geldiğinde saat 2:45 oldu ve benim beynim durdu. Hani birkaç ufak şeyden söz edeyim dedim ama hiç birşey aklıma gelmedi inanın. Demem o ki bugün de tembellik yapacağım. Yarına Allah kerim artık. Gelin siz oynak bir şarkı dinlerken bugünkü sayımızın da keyfini sürmeye başlayın en iyisi. Bugün pikapta yeni sayılabilecek bir şarkı var. Annesi Mısırlı, babası Faslı, İsrail'de doğma güzel Ishtar Alabina'dan bir Doğu-Batı sentezi. Kasım 2005'te yayınladığı albümünden güzel bir şarkı, Habibi (Sawah). Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Kahveci : Nurten Karahasanoğlu


ALTIN BİLEZİK

"Merhaba" dedi omuz başımdan bir ses.
Döndüm arkama ve "merhaba" dedim ben de.
Karşımda ilk kez gördüğüm gürbüz bir delikanlı vardı.
"Adım Oğuz" diye devam etti. "Sizin adınız nedir?"
"Sizi neden ilgilendiriyorum?"
Yüzünde muzip, çocuksu bir gülümseme vardı: "Uzun zamandır rastlıyorum size, genellikle öğlenleri. Borsa'da yemek yiyorsunuz. Pazartesi sabahları aşağıda köşedeki çiçekçiden çiçek alıyorsunuz. Her çekilişte de Eftal'den Milli Piyango bileti alıyorsunuz. "
Nereden çıkmıştı şimdi bu çocuk, sabah sabah işime giderken.
"Siz bana rastlamıyor, eni konu takip ediyorsunuz. Aman Allah'ım, ben bunun hiç farkında olmadım. Söyler misiniz neden?"
"Beni yanlış anlamanızı istemiyorum. Ben sizi, yani nasıl desem, ilgimi çektiniz. Arkadaş olmak istiyorum, evet sadece arkadaş olmak. Niyetim bu."
"Emin misiniz, sadece arkadaşlık mı?" dedim, sol elimi görüş alanına doğru uzatarak.
"Evli olduğumu söylememe gerek yok herhalde. O kadar sık görüp eni konu incelediyseniz bu koca nikah yüzüğünü görmemiş olamazsınız."
"Yapmayın ne olur. Tabi ki biliyorum. Dedim ya sadece arkadaşlık kurmak istiyorum."
Arkadaşlıkmış, bilirim ben bu arkadaşlık numaralarını.
"İşe geç kalıyorum"
"Lütfen, hemen kaçmayın. Öğle yemeği için bir randevu verin. Bir kez oturup konuşalım. Eminim siz de memnun kalacaksınız. Bundan eminim, ama eğer hiç uyuşmazsak bırakır gideriz birbirimizi olur biter."
Hem kızgın hem de şaşkındım.
"Bakın, beni çok şaşırttınız. Daha önce hiç kimse böyle damdan düşer gibi yaklaşmadı yanıma. Hay Allah, sabah sabah."
Delikanlı yalvaran muzip bakışlarla gözlerimin içine içine bakıyordu:
"Ben sizin farklı olduğunuzu düşünmüştüm. Diğer kadınlardan farklı…"
"Nasıl böyle bir karara vardınız?"
"Çok modern bir görüntünüz var. Evli bir kadın için oldukça cesur giyiniyorsunuz. Ayrıca çok güzel yemek yiyorsunuz. Niye öyle şaşkın bakıyorsunuz? İnsanlar yemek yerken genellikle çirkinleşirler, oysa siz güzelliğinizden bir şey kaybetmiyorsunuz."
Kızmalı mıyım ona?
"Neyle ilgilendiğiniz anlaşıldı. Hani arkadaşlıktı niyetiniz? Beni daha fazla oyalamanıza izin veremem."
"Güzel olduğunuzu bilmiyor musunuz? Kadın arkadaşlarınız da söylemedi mi bunu hiç size? Kadın ya da erkek ne fark eder? Ben bir gerçeği dile getiriyorum o kadar. Güzel yemekten kastım kibarlıktı ayrıca. Şimdilerde soylu bir tavırla yemek yiyen yok gibi."
Çok kurnaz bu çocuk, ne de güzel sözler söylüyor.
"İltifatınıza teşekkür ederim."
"İltifat değildi. Bana "siz" demeseniz... Oğuz deyin."
"Çok ortalık yerdeyiz. İnsanlar çarpıp duruyoruz. Şu kitapçının önüne geçer misin? Bak, siz demekten vazgeçtim. İlginç bir delikanlısın. Sana hayır diyemeyeceğim. Öğlen Borsa'da on ikiyi çeyrek geçe bekle beni olur mu? "
"Bekleyeceğim. Çok teşekkür ederim, sizi bekleyeceğim."
Pek mutlu oldu. Parlak bakışları var, varlıklı da galiba, üstündekiler "ben kaliteyim" diyor. Baba parası yiyen şımarık bir oğlan tavrı da var.

* * *

Kendimi işe veremiyorum. İnsanın takip edildiğini öğrenmesi garip bir duygu, hem de yemek yerken izlenmek. Bunu fark etseydim, kesinlikle yemek yerken çirkin olduğumu düşünürdü. Allah'ım ne oluyor bana. Bana ne onun ne düşündüğünden diyeceğim, ama diyemiyorum. İtiraf etmeliyim, hoşuma gitti sözleri. İnsan kırkına yaklaşırken yeniden beğenilme ihtiyacı duyuyor galiba. Yok canım daha neler, kendime gelmeliyim.
Kendime gelmeli ve bu görüşmeyi fazla uzatmadan, duygularımı harekete geçirmeden bitirmeliyim. Evet çabuk bitirmeliyim bu görüşmeyi.
Kaç gündür beni izliyordu acaba? Çiçekçimi ve piyangocumu bile öğrendiğine göre bir haftadan fazla olmalı.
Cesur giyiniyormuşum. Neye göre cesur? Evli kadınlara göre. Evli kadınlar rahibe gibi mi gezmeli yani? Bütün varlıklı ve eğitimli görünüşüne karşın o da çoğunluk gibi sıradan, geri kafalı. Yok, geri kafalı demeyeyim. O da şartlanmıştır tabi, bu yaşına kadar bu ülkedeki insanların değer yargılarıyla büyüdü.
Başka türlü düşünmesi için sebep yok gibi.
Neden kabul ettim? Gitmesem olmaz mı? Olmaz. Her gün beni takip eden adamı böyle atlatamam ki. Yarın gelir yine yapışır yakama. Hem kabul etmeseydim bütün bu görünüş, yemek yiyiş hepsi hikaye olacaktı kafasında. Beni öteki kadınlar gibi sanacaktı. Öteki kadınlar. Onlar nasıllar? Ben nasıl bir kadınım? Beni öteki kadınlardan ayıran ne? Sadece ben mi hem evli hem de cesur giyiniyorum? Benden başka yemek yerken güzel olan yok mu? Var elbette, olmaz olur mu, ama o beni seçti. Beni mi seçti, ne diyorum ben? Saçmalama kızım kendine gel. Seninle sadece konuşmak istiyor. Niyetinin bu olduğunu söyledi. Yatacak haliniz yok ya adamla apar topar. Ne apar toparı? Bu da nereden çıktı? Evli bir kadınsın sen.
Evliyim evet, o şımarık baba parası yiyen görünüşlü oğlanla da yatacak değilim. Ama belli mi olur? Güzel sözler söylemesini iyi beceriyor. Güzel söz söylemeyi hiç bilmeyen, üstelik de artık gözünün dışarılara doğru kaydığını bildiğim kocam hak etmez mi bunu?
İyice saçmaladım. Hak ediyor diye olur mu bu iş canım? Sevmek gerek, şöyle güçlü, insanı sarsan bir elektrik gerek. Yok olmaz, başka türlü olmaz.
Allah Allah, düşündüğüm şeye bak. Nerden girdin hayatıma be Oğuz? Olağan bir hayatı yaşarken neler düşündürüyorsun bana? Yoksa özledim mi böyle güzel sözleri, iltifatları? Evliliğimizde kalmayan romantizmi mi arıyorum? Dört yıllık evlilikte her şey ne de çabuk sıradanlaştı. Çocuğumuz da yok. Birlikte yaşayan iki yalnız insan olduk.
Bazen akşamüstleri, en çok da geceleri, derin bir yalnızlığın ortasına düştüğümde düşündüğüm şeyler bunlar, gündüzleri değil. Gündüzleri her şeyi unuturum ben, işime sarılırım. Sigara molası bile vermek istemem, beynim oyalanmasını yitirmesin diye.
Galiba mutsuzum ben. Mutsuzum. Duygusal olarak da, cinsel olarak da!... Çok mutsuzum. İşimle kapatıyor gibi gözüksem de kapanmıyor yara. Yara dedim değil mi?… Galiba yaralıyım da ben. Karnımın alt tarafında ve göğsümün sol tarafında kanayan yaralarım var. Kan, yara ve acı; hiç görünüşüme uymuyor bu sözcükler. Her sabah evden çıkmadan önce aynaya baktığımda şöyle tepeden tırnağa, mutlu ve umut dolu bir kadın görüyorum. Banyosunu yapmış, saçları ve makyajı tamam ve hatırı sayılır şıklıktaki giysisiyle kendine gülümseyen bir kadın. Nerede kan, nerede yara, nerede acı? Görünmüyor hiç biri, kadının kendisi de görmüyor, diğer insanlar da.
Bu kadın ben miyim?

* * *

On ikiyi çeyrek geçe Borsa Lokantası'nın önündeydim. Oğuz saatine baktı, "çok dakiksin" dedi, gülümsedim. Birlikte içeriye girdik, yemeklerimizi tepsilerimize yerleştirip pencere önünde ufak bir masaya oturduk. Güneş, pencereden içeri yayılırken içimi de ısıtıyor, umut serpiyordu. Yemeklerimizi söyledik, sessizlik hüküm sürüyordu aramızda. Bir süre tabağıma dokunmadan dışarıya baktım. Sonbaharda güneşli ılık bir gün beni ne çok mutlu ediyordu. Bakışlarımı tekrar lokantanın içine çevirdiğimde, Oğuz'u beni hayranlıkla seyrederken buldum.
"Hava durumu beni etkiler" dedim. Yemeğimi yemeğe başlamıştım.
"Adını hâlâ söylemediğinin farkında mısın?" Oğuz bunu söylerken yüzünde alıngan bir ifade vardı. "Serap" dedim kısaca. O devam etti:
"Serap, duygusal bir insan mısın ?"
"Oldukça. Bu hem olumlu hem de olumsuz etkiliyor beni. Bazen keşke biraz da bencil ve gerçekçi olabilseydim diyorum. Aslında mesleği bankacılık olan biri için biraz tuhaf. Peki sen nasılsın? İlginç bir kişiliğin olduğu muhakkak."
"Güzel Sanatlar Akademisi'nden yeni mezun oldum, mimarlık bölümünden. Bir süredir babamın Taksim'deki eczanesinde oyalanıyorum. Askere gidene kadar yani. Sonra ne yapacağıma henüz karar vermedim. Dokuz beş çalışmak bana göre değil. Kitap okumayı çok seviyorum, bir sürü arkadaşım var, Taksim ve civarındaki kafeteryalara ve meyhanelere gideriz sık sık. Beni çeken bir gizem var buralarda. Hafta sonları bile hiç üşenmem ta Suadiye'den gelirim buralara. Bir çok arkadaşım Bağdat Caddesi'nde takılır, ben sevmem o görgüsüz kalburüstü insanların doluştuğu mekanları."
"İlginç, kendini oraya ait hissetmiyorsun. Oysa sen de varlıklısın ve orada yetişmişsin değil mi?
"Orada yetiştiğim doğru, ailem de varlıklı sayılır, ama bu, kendimi oraya ait hissetmem için bir sebep olmadı hiçbir zaman. Özellikle akademiye girdikten sonra."
Hem yemeğimi yiyor hem de onu dinliyordum. Hoşuma gitmeye başlamıştı bu sohbet. Bir ara saatime bakmak için gömleğimin kolunu hafifçe sıyırdım. Sonra tekrar Oğuz'un toparlak ve sempatik yüzüne baktım. Gördüğüm ifade beni çok şaşırttı.
"Bir şey mi var?" dedim şaşkınlıkla.
"Bilezik" dedi, "Kolunda altın bilezik var"
"Ah evet, aslında mücevheri pek sevmem, ama bu bileziği nikahımda…."
Daha ben cümlemi bitirmemiştim ki Oğuz masadan kalktı.
"Kusura bakma altın bilezik takan biriyle birlikte olmam imkansız, meğer sen de diğerlerinden farklı değilmişsin."
Sersemlemiştim,
"Ama, ama bu ne demek oluyor şimdi?" diyebildim.
Oğuz, alaycı bir tebessümle,
"Üzgünüm Serap, hoşça kal" dedi ve çıktı gitti. Hesabı da ödemedi.

Nurten Karahasanoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Kevser Güneş

 Kahveci : Kevser Deniz


  PERFORMANS OLSUN TORBA DOLSUN

- Lan niye benim hastamın tahlil sonuçlarına bakmıyorsun?

- Bana ne oğlum, onlara bakana kadar ben 3 tane GÖZ 5 tane ORTOPEDİ konsultasyonu açar puan yaparım. Sık kıçını da kendi sonuçlarına bak.

- Ne hıyar herifsin! Epi topu bir TİT sonucuna bakıp 2 ağrı kesici yaptıracan hastaya, ruhunu sattın sen, ruhunu…

- Oldu koçum, senin dinlenme saatinde bile işemeyip, yemeyip, yatmayıp hastaları taaa kapıdaki ilk kayıtta sobelediğini duymadım sanki. İlk kapıdan gelen tüm KBB, GÖZ, ORTOPEDİ konsultasyonlarını kapıp kaşeliyormuşsun. Temizlikçilerin diline düştün!

- Kim atıyor bu palavraları bulursam anasından emdiği performans puanını kulaklarından akıtmazsam!...

- Hadi be oradan. Az önce olan neydi? Duydun tabi zincirleme trafik kazasını, en az 5 hasta kapacan diye koştun cerrahiye. Lakin nanik. Sen o 5 hastanın peşinde koşarken ben hanımın makyaj çantasından yürüttüğüm kaş cımbızıyla 4 kene çıkarıp, kodlattım, toplam 20 hastaya denk geldi onun puanı. Küçük hesap yapıyorsun küçük!

- Yuh yani! Geçen nöbet iki kişinin nöbetini birden almışın diye duydum. 24 saatte 48 saatlik performans yapacam diye oluyor bunlar. Utanman, arlanman da kalmadı senin! Ayağına çivi batan hastadan kafa tomografisi isteyen ben değilim!

- Şu konuşana bak! Bari sen konuşma!. Cardio-Pulmoner Resüstasyon 80 puan diye zıpladığın, gelen entübe hastalara baştan entübasyon yapmışın gibi kaşelediğin kayıt personelinin dilinde.

- Dinime küfreden performansından düşsün! Geçenlerde femur başı kırığı olan hastaya film bile çektirmeden evine yollamışın bir ağrı kesici yaptırıp! Sıradan iki kolay hasta kapacam diye milleti sakat bırakacan.

- Yalan laflar bunlar. Ben öyle bir hasta görmedim. Görsem zaten iğne filan yaptırmaz hemen ortopedi konsültasyonu açardım. Çocuklar da kapsın performanstan hesabı. Performans puanımın yüksek olmasını çekemiyor bu asistanlar. Paylaşmak lazım. Bütün olay bu! Hızlı çalışıyorum ben oğlum!

- Bana ne senin performans puanından, ben son 2 aydır rekor sayıya ulaştım. Aslında bunca çalışmamıza az para alıyoruz, ha. Duyduğuma göre X devlet hastanesinde adamlar en az 3.5 alıyorlarmış ayda. Bir de maaştan 1 teklik alıyorlar oldu 4.5 teklik. Biz yırtınıyoruz ala ala 2 anca doğrultuyoruz. Bu hesaplamalarda bir tuhaflık var…

- Bak onu bende duydum. Abi bu performansları hesaplayanlar bizi düdüklüyor olmasınlar?

- Valla bence oturup bunu idare ile konuşmak lazım. Bak ortopedi konuştu olayını, 2 tekliği alıyorlar artık. Beceremiyor bu adamlar bu işi.

- Bence kodlamadakilerde de bir tuhaflık olabilir. Ne malum benim hastalarımı 3-5 kuruş karşılığında başka bir adama kodlamadıkları?

- Yok valla ben işimi sağlam tutuyorum. Bir ara Çetele yaptım. Yoğun saatlerde zor oluyor ama. Bu aralar baktığım hastaların sayısını aklımda tutup arada teyit alıyorum kodlamadan.

- Ne tilkisin lan sen, aklımın ucuna gelmezdi be çetele tutmak.

- Öyle deme oğlum, adamlarda her türlü yamuk olabilir. Para işi bu, kesenin hesabını bilecen. Devir değişti, performans puanın kadar paran var. Para var saadet var.

- Oğlum bazen acıyorum da bu hastalara.

- Niye acıyorsun ki? Hayatta görmedikleri ilgiyi görüyorlar. Kapıdan girer girmez üstlerine atlayan 3-5 doktor oluyor. Performans merformans ayağına ilgi alıyorlar bolca. Tahlillerinin hepsi tık tık yapılıyor, her bir yerleri ince ince didikleniyor.

- Doğru aslında. İlgileniyoruz, di mi?

- İlgileniyoruz tabi kanki ya! …. Ne diyorduk ya biz? Haaa… Niye bakmıyorsun lan benim hastalarımın tahlil sonuçlarına?????

Kevser Deniz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : İdris Kenç


Mazı ve Gitar

Uzun zaman oldu yüreğimi nadasa bırakalı…

***

Daha dün gibi, iğde kokulu ağaçların dibinde seksek oynarken, yuvarlanıp anamızın koynunda soluğumuzu alıp, korku anlarımızda ise telkin edici sözleriyle ayakta durmaya çalıştığımız anlar.
Şimdi ise çocukluğumuzda hayranlıkla baktığımız ağabeylerin çağlarındayız ne acı ki çocukluğumu çorak toprak su misali özlemekteyim.
Sıkıldım…

***

- Evet, bunaltıyorsun beni, ruhumu mengene misali sıkmaktasın
- Asıl dön bir kendine bak; neden, ben miyim? yoksa sen, başını gömmüş kuma deve kuşu misalisin. Beni ve yaşamı ne kadar arzuladın ki, ne yi yaşaya sın?
- yordunuz beni, sizlere yetişmek ve yetebilmek adına ne gayretler sarf ettim, umursamazdınız, kimi dost seçsem onun hep uzaklarda bir dostu olurdu, kime âşık olsam unutamadığı ilk aşkı vardı, kimi benliğimle kabullensem benlikleriyle bağlı oldukları olurdu,
Yoruldum yordunuz beni.
- terk edilmenin ya da yalnız kalmanın sebebi ben miyim? Ne istedin ki?
- evet, her ikinizde; beni terk edenlerden tek isteğim olurdu ne olur hatırlatmayın kendinizi bana! Çünkü ben kolay unutamıyorum. Çünkü ben sizi bir annenin sahiplenme güdüsüyle sahiplenmekteyim her gidişiniz yüreğimi dağlarken, hatırlatmalarınızsa paramparça etmekte. Gidenlerden ne farkın var ki her sokağında onlardan kalan izlerini yüzüme çarpa çarpa şamar oğlanına çevirdin.

***

Bir çıkışım yok. İçimde incecik bir sızı kanıyor bunu hissedince, ama onu bildiğim kadar, kendimi de biliyorum. Biliyorum, istesem de kopamam ondan…
- seviyorum seni ayrılamam ve sen bunu çok iyi biliyorsun, beni göklere çıkardın, seninleyken kendim olabildiğimi ve ne yazık ki artık bana olmadık anlamlar yükleyemiyorsunuz ve gidenin yedek sevgilisi, seninse şamar oğlanın olmayacağım, yorgun hayallerim tutunacak dal bulamadı senden İstanbul gidenden farkın yokmuş, artık sende benim yedek sevgilim olmayacaksın…
***
Bana her ikisini hatırlatmayan, onlara ait hiçbir iz, hiçbir ipucu taşımayan yerlere gitme arzusuyla kıvranmaktayım. Evet, kararlıyım sürekli mağdur üreten bu kent, sürekli yoksul, sürekli köle… Biri efendi, diğeri köle olmazsa aşk bile olmuyor bu kentte; ne olur beni anla bana darılma İstanbul!
***
- alo
- ben Ahmet, İstanbul'dan ayrılmaya kararlısın biliyorum, seni göndermeli buralardan uzaklara; saklamalı. Hep güvende olmalısın; her şey istediğin an uzanabileceğin kadar yakınında, yapmak istediğin an gerçekleştirebilmeli. Duymak istediğin an, tıngırdatmalı birileri gitarı. Geceden sıkıldığın an, güneş doğmalı, çiçekler sana dönmeli, akşamsefası senin için gündüzleri kokmalı, acıkınca Erhan ustadan sini köftesi yemeli seni böyle bir yer de saklamalı.
- evet, ağabey istiyorum böyle bir yerde yaşamayı ama bunlar cennette olur. Tabi varsa yeryüzünde ya da buna inanan delilerin aklında sadece…
- ne o hayta herif bana delimi demek istiyorsun
- estağfurullah ağabey bak, cesaretim var delirmeye, gecenin cinnet saatinde!
- öyleyse hazırlan Bodrum Mazı'ya gidiyorsun
Evet, istiyordum ama ne zaman nasıl gideceğimi anlatmadan telefon kapandı…

***

Kapım çalındı karşımda Ahmet ağabey elime tutuşturduğu notta gideceğim pansiyonun adresi telefonu ve selamını ileteceğim arkadaşının ismi dışında hiçbir açıklama yapmadan çekip gitti. Ve ben ayrılmanın bu kadar hızlı ve gidecek bir adreste bulmanın rahatlığıyla geceden yola koyuldum, yüreğim bir serçenin ki gibi ürkek ve bedenim yeni doğmuşçasına hür ve hafif.

Gökyüzü alaca karanlığa bürünmüştü Mazıya vardığımda ve Ahmet'in arkadaşını sorunca pansiyonun resepsiyonunda duran yaşlı teyzeye; bana hayatın tüm evreleri ve duygularının izini taşıyan kırışmış eliyle sahili gösterdi, orda gitar çalan bayanın aradığım kişi yani cano olduğunu söyleyince sahile doğru yola koyuldum.

Yaklaştıkça denizden esen meltem gitardan çıkan müziği alıp yüzüme, ruhuma ve kalbime, unuttuğum tatlı dokunuş hissiyle yeryüzü cenneti yaşatmaktaydı o an bana, dışarıdan akıp giden hayattan soyutlanmış gibiydim… O anda birbirimiz için öylesine gerçek, öylesine saydamdık ki gereksiz bir söz, gelişigüzel bir şekilde yapacağım kendimi takdim ya da Ahmet'in selamını iletmem bu anın büyüsünü bozabilir, aramızdaki bu inanılmaz yakınlığı lekeleyebilirdi…

Yüreğinden yüreğime doğru, inanılmaz bir sevgi ve aydınlık akıyordu ve yıllardır nadasa bırakmış olduğum yüreğim görmeme engel olan tüm güzellikleri, çorak toprağın yağmurla buluşma anı gibi silip aldı benden…

- merhaba ben vazgal
- merhaba evet Ahmet bahsetmişti
- evet, konuşmalıyız seninle şimdi.
Tam o esnada arkamızdan bir ses "merhaba"… Ve anladım ki beni bu kadar etkileyen gitarcı kızın sevgilisiydi gelen.

***

Mevsim yaz… Bu mevsimde insan aslında ne denli mutlu olabilecekken, ne kadar da mutsuz olduğunu anlıyor. Öyle bir mevsim ki sevinirken bile insanın içi acıyor. Öyle bir mevsim ki umuda koşarken bile gecikmişliğini daha çok hatırlıyor insan.
Ben her şeye inat Mazı' da gitar çalmaya ve kalmaya karar verdim.

İdris Kenç
idriskenc@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

  Kahveci : Mehmet Polat


11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ -3

Bir uçak kaçırma olayının nasıl gerçekleştiğine dair ufak bir sorgulayıcı bakış açısı bile, hikayenin başarısız bir karikatür çizimi olduğunu anlamamıza yeter. Bir uçak kaçırma olayında, mürettebatın tek yapması gereken, Hava Trafik Kontrolünü harekete geçirebilmek için dört rakamlı "uçak kaçırıldı kodunu" girmesidir. Buraya birkaç farklı yerden girilebilir. Eğer 5 kişi kutu kesicilerle insanları tehdit etmek gibi ilkel metodlarla uçağı ele geçirmeye çalışıyorlarsa, bu kişilerin uçağın kontrolünü ele geçirmeleri mümkündür ama Hava Trafik Kontrolü'nün ilk olarak tehlike kodunu almadan böyle bir şeyin gerçekleşmesi neredeyse imkansızdır. Bizden, imkansız bir şeyin 4'te 4 başarıyla gerçekleştiğine inanmamız bekleniyor. (Bkz. http://www.serendipity.li/wot/holmgren01.htm)

İddiaya göre, AA 11'den yapılan bir telefon görüşmesinde, mürettebatın kendisini kokpite kilitlediği ve uçağı kaçıranların, yolcuları tabancayla vurarak ve bıçaklayarak mürettabatın kokpiti açmasını sağlamaya çalıştıkları söyleniyor. Bu durumun 25 dakika boyunca devam ettiği söyleniyor. O halde neden AA 11'den hala tehlike kodu yok? Kaldı ki, yapıldığı iddia edilen sözkonusu telefon konuşması gösteriyor ki, uçağı kaçıranlar daha kokpite girmeden uçak zaten rotasından sapmıştı.

Ama tek kurgusal olan şey, uçağı kaçıran kişiler değildi, aynı zamanda uçak kaçırma olayının kendisi de bir kurguydu. Hepimiz büyük bir uçağın Dünya Ticaret Merkezi'ne televizyonda canlı olarak vurduğunu gördüğümüzü düşünürüz, bu yüzdende ortada kaçırılan uçaklar olmalı değil mi? Daha dikkatli bakıldığı zaman bunun özenle hazırlanmış bir ilüzyon olduğu görülecektir. (Bkz. http://tvnewslies.org/html/9_11_facts.html )

İlk olarak, AA77 uçağını ele alalım, yani Pentagon'a vurduğu sanılan uçak. Pentagon binası, dünyanın en sık biçimde monitörlendirilmiş ve en ciddi şekilde korunan binasıdır. Ama gelin görün ki, çarpma ile ilgili tek bir görüntü bile sunamıyorlar. Çünkü böyle bir şey hiçbir zaman olmadı. Pentagon'a bir şeyin çarptığı doğru ama bu bir Boeing 757 ya da bu ebatlarda bir şey değildi. Olay sonrası ile ilgili bir yığın fotoğraf var ama böyle devasa bir uçağın Pentagon'a vurduğunu destekleyecek uçağın enkazı ile ilgili bir tek kare bile yok. Bir Boeing 757'nin kanat açıklığı 125 fit, kuyruk yüksekliği 40 fit, ve uzunluğu 155 fittir. Pentagon'daki delik yaklaşık 16 fit genişliğinde, 12 fit yüksekliğindeydi ve bir Boeing'in vurduğunu düşünürsek, Pentagon'un birbiri içinde 5 ayrı binasından sadece biri yıkılmıştı ve yaklaşık 40 fit derinliğinde bir çukur açılmıştı. Hiçbir yerde bir Boeing'e ait olabilecek kalıntının izi yoktu. Ne kanatlar, ne kuyruk, ne de uçak gövdesi… Uçağın yere yatay biçimde sürünerek geldiğini düşünsek bile, kuyruk ve açılmış delik birbiriyle uyuşmuyordu. Dışarıdaki çimler hala düzgün, yeşil ve zarar görmemişti, bu bile bir Boeing'in oraya vurduğunun imkansızlığını gösteriyordu. Çünkü bu gizemli nesnenin giriş yaptığı yer yaklaşık 45 dereceydi, 125 fit'lik kanat açıklığına sahip bir uçak, 180 fit genişliğinde bir yıkıma yol açabilir. Görünen o ki, dev bir uçak kendisinden defalarca küçük bir delikten hiçbir tarafı yıkıp geçmeden ve kendisini parçalatmadan geçti ve sonrada tamamıyla gözden kayboldu! (Bkz. www.oilempire.us/pentagon-truth.html ). Zaten 12 Eylül 2001'de Donald Rumsfeld, Parade dergisine verdiği mülakatta, Pentagon'a vuran şeyin bir füze olduğu gerçeğini itiraf etmiştir. Rumsfeld'e göre meğer teröristler kendilerinin sahip oldukları modern teçhizatlara ulaşmışlar ve bunları kendilerine karşı kullanmışlar. "Here we're talking about plastic knives and using an American Airlines flight filed with our citizens, and "the missile" to damage this (Pentagon) building and similar (inaudible) that damaged the World Trade Center. (Mülakatın tamamı için bkz. http://www.defenselink.mil/transcripts/2001/t11182001_t1012pm.html )

Dahası, Amerikan Taşımacılık Dairesi'nden alınan resmi havacılık kayıtları, iddia edilen AA 77 no'lu uçuşun bulunmadığını söylüyor. Taşımacılık dairesi, iptal edilen uçaklar da dahil olmak üzere, herhangi bir Amerikan havaalanından kalkması şu ana kadar öngörülmüş tüm uçuşların detaylı bir kaydını bulundurur. 11 Eylül günü, AA 77 adında bir uçağın kayıtları Taşımacılık Dairesi'nde bulunmuyordu. İlk haberler, Pentagon'da meydana gelen olaya içi bomba yüklü bir kamyonun neden olduğu yolundaydı. Görgü tanıklarının verdikleri ifadeler karışık ve çelişkiliydi, ama bazıları bir füzeden yada küçük bir avcı jetinden bahsediyordu. (Bkz. http://members.iinet.net.au/~holmgren/1177.html )

Şimdi de saat 8.46'da Kuzey kulesini vurduğu iddia edilen AA 11 uçağını ele alalım. Bu dramatik bir biçimde sürekli olarak ekranlarda görünen ve dört uçağın hikayesinin hükümet eliyle kamuoyunun kafasına yerleştirilene kadar ekranlarda görünmeyen uçak. Bu nesne her ne ise, kesinlikle bir Boeing 767 yada bu türden büyük bir yolcu jeti değildi. Eğer filmi hızlı bir şekilde seyrederseniz, göreceğiniz sadece kısa süreli bir alev ve ardından hemen patlama… Bize bunun bir AA 11 olduğu söylendiği için, doğal eğilim, bu uçağın video görüntüsünde görünemeyecek derecede hızlı olduğu yolundadır. Ancak kare kare analiz edilmiş bir görüntüde, bunun bir Boeing olmadığı görülecektir. (Bkz. http://users.adelphia.net/~earthwatch/ )
Ortada, büyük bir jetin kuleye girdiğini ispat edecek bir tek görgü tanığı bile yok. İlk raporların tümü, bunun küçük bir uçak ya da füze olduğunu söylüyor, çünkü insanlar patlamaya bakıyorlardı ve hiçbir uçağın vurduğunu görmediler ama American Airlines çarpmada bir AA11'ni kaybettiğini söyleyince, bu şeyin bir büyük bir uçak olduğuna inanıldı.

Taşımacılık Dairesi veritabanı da, 11 Eylül günü AA11 uçağının kalkışı gibi bir şeyin sözkonusu olmadığını belirtti. AA11 uçağında olduğu iddia edilen ve medya tarafından yayımlanan yolcu listelerini dikkatlice incelediğimizde, AA11 uçağının kurgu olduğu görülecektir. Çünkü farklı medya birimlerinden verilen listelerde, açıklanması mümkün olmayan çelişkiler vardı.

Gelelim Güney kulesine çarpma olayına, hani şu televizyondan canlı olarak gösterilene. Kesinlikle bu gerçek bir Boeing 767' ydi, çünkü hepimiz çarpmayı canlı canlı seyrettik, ve üstünkörü izlendiğinde, bu uçağın kesinlikle büyük bir jet olduğu görünüyor. Ancak kare kare bir video incelemesi bunun gerçek bir uçak olmadığını ortaya koyuyor. Bu uçak imkansız fiziksel özellikler ve hareketler gösteriyor. Bu büyük bir uçak için mümkün olmayacak şekilde kuleye giriyor ve sonra açtığı oyuktan girerek, çelik kaplamaları kağıt gibi yırtarak ve de hiçbir tarafını parçalatmadan binanın içinde imkansız bir şekilde kayboluyor. Delik, ancak uçak binanın yapısını bozmadan tamamıyla gözden kaybolduktan sonra iyice görülebiliyor. Bu uçak, alçaktan uçar bir haldeyken, ve bir kanadı diğerine oranla daha yüksekteyken, bir Boeing 767'nin ulaşabileceği maksimum hızı aşıyor.
Bu düzmecedir. Uçak görüntüsü tamamıyla bir sinema yapımıdır. Şimdi aklınıza Amerikan Hükümetinin neden gerçek uçak kullanıp, bu konudaki yükünü hafifleterek, istemediği iddia ve suçlamalarla karşı karşıya kalma riskinden kurtulma yoluna gitmediğini sorabilirsiniz. O zamanda ortaya daha baş ağrıtıcı durumlar çıkabilirdi.

1- Uçaklarda cesetler üzerinde yapılacak adli tıp incelemelerinde Arap milliyetinden hiç kimsenin bulunmadığı anlaşılacaktı. Dolayısıyla Arap teröristler üzerinden yalan söyleyemeyecekler ve halkı Arap ve Müslüman olan bir ülkeyi işgal edemeyeceklerdi.

2- Ufak bir ihtimalde olsa uçaklardan birinde sağ kurtulan bir kişi bile olsa, bu kişi kendine geldiğinde uçağın Müslüman Arap teröristlerce kaçırılmadığını söyleyebilirdi. Bu Hükümeti zor durumda bırakabilirdi. Herkesin öldüğünden emin olmalıydılar.

3- İlk çarpma için zaten bir Boeing'i feda etmek gerekmezdi çünkü herkes ancak patlama olduktan sonra kuleye bakacaktı. Yanınızda da size arka çıkan dev medya kuruluşları varsa, uçak yalanını çabucak yutturabilirdiniz. Peki CNN canlı canlı ikinci çarpmayı yayınladı, değil mi? Zaten CNN'in elinde olan dışında, çarpmayı bırakın canlı yayınlayanı, amatör kamera görüntüsü bile yok. Varsa mail adresime bekliyorum. Tam bir CNN-Hükümet-Hollywood çalışması.

4- Şimdi aklınıza uzaktan kumanda edilebilen insansız uçak seçeneği gelebilir. Takdir edersiniz ki, bu işi yaptıracak kadar vatansever (aslında aptal) bir pilot bulamazsınız. İnsansız uçak en mantıklı seçenek gibi geliyor kulağa. Ancak bu uçakların binaların tam içine girmek yerine, hedefi ıska geçtiğini ve alakasız bir yere dalış yaptığını bir düşünsenize. Ya da en iyi ihtimalle, binaya çarptıktan sonra bir kanadını kırıp yere düştüğünü… Bu komploculardan önce oraya yardıma giden kurtarma ekipleri ne bulacaklardı dersiniz? İçinde hiç ceset olmayan insansız bir uçak! Eğer gerçek bir uçak ve gerçek yolcular kullansalardı, hastane odalarında (eğer sağ kurtulan varsa) CIA ajanlarınca katledilecek ağır yaralılar.

5- Gerçek uçak kullanmış olsalardı, komplocuların bu gerçek uçakların kara kutularına herkesten önce ulaşmak zorunda kalacaklardı. Bunlardan birine kendilerinin dışında birileri ulaşırsa o zaman kara kutularda, kuleyle pilotlar arasında iddia edilen telefon konuşmalarını bulamayacaklardı. Nitekim, Hükümet, uçakların kara kutularının çarpmadan dolayı un ufak olduğu yalanını söyledi.

Güney kulesine büyük bir uçağın vurmasıyla ilgili görgü tanığı ifadeleri, Kuzey kulesi ve Pentagon olaylarında olduğu gibi şüphe çekicidir. Birilerinin füze atışları yaptığına dair bir belgenin polisin elinde nüshaları vardır. (Bkz. http://www.angelfire.com/hi/TWA800/)

FAA (Federal Havacılık Dairesi)'dan edinilen havacılık kayıtları UA 175'in uçuş yapmak üzere mevcut bulunmasına rağmen, AA 77 yada AA 11'den farklı olarak, -sözümona bu uçak da 11 Eylül kurbanı uçaklardan biriydi- bu uçağın hala kayıtlı ve işlevsel olduğu görüldü. Bir başka deyişle, bu uçak hiçbir yere çarpmadı ve parçalanmadı. Dolayısıyla, bu uçağın nereye gittiğini bilmiyoruz, kesin olarak bildiğimiz bir şey var: bu uçak dünya ticaret merkezine çarpmadı. Ve son olarak, Pensilvanya'da yere çakıldığı söylenen UA 93 uçağı… UA 175 gibi, bu da sahici bir uçuş, ama N591UA da hala işlevsel bir uçak olarak kayıtlı. (Bkz. www.whatreallyhappened.com/shootdown.html )

Federal Havacılık Dairesi kayıtları, AA11 ve 77'nin atfedildiği N334AA ve N644AA'yı parçalanmış gösteriyor. Ama ne zaman? 14 Ocak 2002'de. Anlaşılan o ki, bu uçaklar zaten miadlarını doldurmuş uçaklardı ve başka bir yere parçalanmak üzere götürülmüşlerdi çünkü artık ortalıklarda görünmemeleri gerekiyordu.

Arkası yarın

Mehmet Polat


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.988 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


İdrak - 2 -

Sen düşünce aklıma
Küçülüyorum

Adım ben ise
Sen nasıl olunur
Hiç bilemiyorum

Hem ben
Biz olmak istiyorum

Oysa her gün
Güneşin aydınlattığı şehrin sabahında
Tüm kalabalık caddeleri
Tekil dolaşıyorum

Azalıyorum

Beklemediğim bir anda
Ayrılık konuk olunca haneme
Konukseverliğimi unutuyorum

Küstahlaşıyorum

Gözbebeğinden öptüğümde her günü
Sen akşam oluyorsun

Kararıyorum

Oysa
Her gece yarısı
Yıldızlar geçerken başından
Sen, düşünürdün
Sabah olurdu yüzün

Hatırlamadığım bir vakit
Savrulduğunda yel
Sarsıldı benlik
Sere serpe yatarken çıplak

Uzun
Yol çok uzun

Hep unutuyorum…

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnternet ortamında oyun oynamayı sevenlere flash oyunların bol bulunduğu sıkı bir arşiv daha tavsiye ediyorum http://www.theflashgamer.com/ iyi eğlenceler.

Fıkra severmisiniz? ben severim ama iyi anlatan olursa tabiki. Kendinize fıkra anlatmak konusunda güveniyorsanız ve fıkra arşivine ihtiyacınız varsa http://www.erenet.net/fikralar.php buyrun size birbirinden eğlenceli fıkralar.

3D animasyonların nasıl yapıldığını merak edenlere, detaylı olarak güzel örneklerin anlatıldığı bir web sayfası http://www.biomotionlab.ca/index.php Başlangıç aşamasından itibaren bir çok detayı bulabileceğiniz bir ortam.

T-shirt'ünüzün üzerinde ne yazmasını istersiniz? http://www.noisebot.com kısayolundaki örneklere bakarak seçiminizi yapabilirsiniz.

http://www.hakia.com
Bomba gibi bir arama motoru geliyor. Ve bunun bizler için bir başka önemi daha var. Hakia nın kurucu bir Türk, Dr. Rıza C.Berkan. Diğer arama motorlarından farklı olarak anlam tabanlı bir yapı oluşturuluyor. Örneğin "Yarın hava nasıl olacak?" diye soru sorup anlamlı cevap ve adresler bulacaksınız. Şu anda %40 kapasiteyle çalışıyor. gerçek servise girişi Sonbahar olrak planlanıyor. Eğer başarılı olursa gurur duyacağımız bir olay olacağı muhakka.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060907.asp
ISSN: 1303-8923
7 Eylül 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com