Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.048

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 12 Eylül 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Yükümüzü almışız!..

Merhabalar,

Sayıyı hazırlayıp şöyle bir tartıp baktım, istihap haddini çoktan doldurmuşuz. O yüzden ben pikaba bir güzel eski şarkı koyup sizlere veda etmek durumundayım. Michael Jackson'ın kapkara olduğu günlerden bir şarkı, One Day in Your Life. Hepinize güzel bir gün diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Cüneyt Göksu

 Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


   Bolivya'da ulusallaştırma süreci ve bölgeye etkileri.

Güney Amerika'nın en büyük ikinci gaz rezervlerine sahip olmasına karşın, Bolivya bölgedeki en yoksul ülke. Bu yoksulluğun üstesinden gelmeye çalışan Bolivya'da doğalgaz kaynaklarını ulusallaştırma süreci başladı. Doğal olarak bu süreç, bölgede bulunan bazı ülkeleri de etkiliyor.

Bolivya Cumhurbaşkanı Evo Morales, 1 Mayıs 2006'da, "doğal kaynakların ulus-ötesi petrol şirketleri tarafından yağmalanmasının" sona erdiğini ilan ederek, ülkenin gaz kaynaklarını kamulaştırıldığını açıkladı. Gaz sahalarında "Kamulaştırıldı: Bolivyalıların Mülkiyeti" yazılı pankartlar yükselirken, Morales, "O gün geldi, beklenen gün, Bolivya'nın doğal kaynaklarımızın mutlak kontrolünü geri aldığı o tarihi gün!" diye konuştu. Morales, Kararnameyle, Bolivya'nın 1997 tarihli hidrokarbon yasasıyla özelleştirilen, üretim şirketleri ve rafinerileri kapsayan beş şirketinin %51 hissesinin kontrolünü, kısa adı YPFB olan devlet mülkiyetindeki hidrokarbon şirketi'ne verilerek, kritik hisselerin kamulaştırıldığını da duyurdu.

Bolivya'nın en büyük iki gaz sahasında işletmesi bulunan Petrobras, Repsol ve Total gibi bütün ulus-ötesi şirketlere, ödeyecekleri vergi ve imtiyazları %50'den %82'ye çıkaran yeni kurallara göre sözleşmelerini yenilemeleri için, 180 gün süre tanındı. 1997 yasaları altında 140 milyon dolar kazanç sağlayan Bolivya, yeni yasalarla bu kazancını 780 milyon dolara yükseltiyor. Morales, 1 Mayıs'ta, başkent La Paz'daki konuşmasında, Bolivya'nın hidrokarbonlarını kamulaştırmanın sadece bir başlangıç olduğunu, çok yakında madenlerde, ormanlarda ve bütün doğal kaynaklarda da" kamulaştırmanın gerçekleşeceğini belirtti.

31 Mayıs 2006'da, Bolivya Özel İşletmeler Federasyonu üyeleri, MAS-Sosyalizme Doğru Hareket Partisi'nin ve Evo Morales'in, ilk 5 aylık icraatlarından derin endişe duyduklarını dile getiren, hükümetin bu icraatlarını "dünya ekonomisi ve insanlığın gelişimini düzenleyen kuralların karşısında duran ideolojik bir macera" olarak niteleyen bir açıklama yaptılar. Kapitalist strateji uzmanlarının bir diğer endişesi de, topraksız köylülerin, yapılan toprak reformlarıyla özel mülkiyete karşı başlatacakları "karşı hareket"ti. Morales, bu açıklamaya 2 Haziran'da açık bir mektupla yanıt verdi: özetle, "Hükümet tarafından öncülük edilen demokratik ve kültürel devrim, bir adım bile geri atmadan sürdürülecektir!" dedi ve Venezuela - Küba işbirliğinden, Kübalı doktorların "Mucize Operasyonu"ndan ve 120,000 Bolivya'lıya okuma yazma öğreten öğretmenlerden de söz etti.

Öyle görünüyor ki, Morales ve önderlik ettiği hareket, hedefini, Bolivya ulusunun yeniden inşa edilmesi olarak tayin etmiş; bunun gerçekleşmesi için de, tıpkı Venezuela'da olduğu gibi, başkanlık koltuğunu demokratik yollardan ele geçirip kendi liderlerinden birini iktidara getirip, bu fırsatı kendi çıkarlarına uygun olarak kullanmaya başlamıştır. Bolivya halkı da, ülkenin esaslı bir biçimde yeniden yapılanmasını gerçekten istiyor. Bir yanda bu kitle hareketi ve onun ele geçirdiği başkanlık koltuğu, öte yanda da burjuvazi ve onun devleti arasındaki çelişki! Belki de Morales, en başından beri, halk hareketinin tabanın itmesiyle bir şeyi değiştiremeyeceğini, amaca ulaşmak için politik iktidarın ele geçirilmesi gerektiğini bu nedenle, ısrarla söylemekte..

Morales'in kamulaştırma yönündeki uygulamaları Bolivya'daki emperyalist çıkarlara çok önemli bir darbe vurdu. Ne var ki, İspanyol şirketi Repsol, niyetinin ülkeyi terk etmek değil, Bolivya'da faaliyet gösteren yabancı bütün gaz şirketlerinin de katılımıyla, bu sözleşmeleri Bolivya hükümetiyle yeniden müzakere etmek olduğunu belirtti. Kısmen Brezilya hükümetinin mülkiyetinde olan Petrobras'tan bir sözcü de, kamulaştırmanın "dostane bir hareket" olmadığını, Petrobras'ın Bolivya'daki en büyük yatırımcı olduğunu ve Brezilya gazının %67'sinin Bolivya'dan gediğini belirtti.

Bu gelişmeler, Arjantin Devlet başkanı Nestor Kirchner ve Evo Morales'i 29 Haziran 2006'da Buenos Aires'te buluşturarak, "Latin halklarının dayanışması ve entegrasyonu" için örnek bir anlaşma yapmalarını sağladı. 20 yıl süreli bu anlaşmaya göre, Arjantin, satın aldığı doğalgaza önceden olduğu gibi 3.18 USD/Milyon BTU (İngiliz Isı Birimi) değil, 5 USD/Milyon BTU ödeyecek, buna karşılık Bolivya da Arjantin'e yaptığı günlük doğalgaz ihracatını 5 Milyon m3'ten 7 Milyon m3'e çıkaracak. Bu anlaşma sayesinde, Bolivya'nın Arjantin'e ihraç ettiği doğalgazın fiatında %57 oranında bir artış sağlanıyor. Günümüzde, uluslararası piyasada, doğalgaz fiatının 9-10 USD/Million BTU olduğu düşünülürse, Morales, bu yegâne kaynağı ülkesinin kalkınması için daha da akıllıca kullanabilir. Morales, Arjantin'in gösterdiği "dayanışma" ve Bolivya'nın "Latin Amerika'nın 2. büyük doğalgaz kaynaklarına sahip en fakir ülkesi" olma çelişkisinden kurtuluşuna verdiği "destek" için teşekkür ederken, Venezuela ve Küba'nın da çeşitli alanlarda verdiği destekleri de hatırlattı. Kirchner de, bu anlaşmanın bölge insanının kalkınmasına katkıda bulunacağını ve ülkesinin enerji gereksinimini garanti altına alacağını, ayrıca Bolivya'nın güneyindeki doğalgaz kaynaklarını Kuzey Arjantin'e bağlayacak bir boru hattı projesine de başlanacağını söyledi. Chavez'in de desteklediği bilinen bu proje 10,000 km uzunluğunda. Bütçesi 23 Milyar USD. Venezuela ve Arjantin arasında kuruacak olan hattın Bolivya ve Brezilya'dan da geçmesi planlanıyor. Bu boru hattının bölgenin enerji sorunlarını çözmesi ve "topyekün" bir kalkınma sağlaması hedefleniyor.

Bolivya gazının en büyük müşterisi durumundaki Petrobras da, 1999'da yapılan 20 yıllık anlaşmayı yeniden gözden geçirerek, fiatı 3.80'den 4.65'e yükeltmeyi, 1 Temmuz'dan geçerli olmak üzere kabul etti.

Morales geçen yıl seçime girerken doğal kaynakların kontrolünü sağlayacağı sözünü vermişti ve 1 Mayıs'ta bu sözünü yerine getirdi.

Kaynakların ulusallaşması, üreticiler arasında yükselen bir eğilim. Arjantin'in Bolivya'dan satın aldığı doğalgaza, %50 fazla ödemesi, artık "komşulardan piyasa fiatının altında kaynak kullanımı"nı ortadan kaldırıyor. Güney Amerika'nın yeni müttefik cepheleri oluşurken, Venezuela'nın petrolü ve Bolivya'nın doğalgaz rezervleri gibi doğal kaynaklar önemli bir dayanışma aracı olarak görülüyor. Aslında Morales için başka alternatif de yok. Çünkü Güney Amerika'nın bu en yoksul ülkesinin elindeki tek güçlü, stratejik kaynak, sahip oldukları doğalgaz!

Bölgenin jeopolitik durumu çelişkili iki senaryoya gebeydi. Ya, FTAA'in ((Free Trade Area of the Americas = Amerika Serbest Ticari Bölgesi) politikaları daha çok kabul görüp hızlanacak ve "Balkanlar"daki modele doğru gidecek, ya da Arjantin, Brezilya ve Venezuela örneklerindeki gibi yükselen bir müttefiklik bölgesi oluşacaktı. Kasım 2005'teki FTAA toplantısında, Venezuela tarafından desteklenen 4 Mercosur ülkesi Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay birlikte hareket etmiş, ABD başkanı Bush'un planını redetmişlerdi. FTAA ve Bush'un planlarının suya düşmesi Latin Amerika'daki açılımları daha da hızlandırdı. 1 Mayıs'ta Bolivya'daki ulusallaştırma'dan hemen sonra Lula, Kirchner, Chavez ve Morales, Arjantin'de bir araya gelerek, Güney Amerika'daki enerji kaynaklarının güvenliğini ve geleceğini konuştular.

Bölge'nin büyük ülkeleri, ekonomik büyümelerinin getirdiği ciddi enerji sorunlarıyla yüz yüzeler. Arjantin bir zamanlar kendi kendine yeten, petrol ve doğalgaz ihraç eden bir ülkeydi. 1990'ların başında devlet kontrolündeki enerji şirketlerinin özelleştirilmesi, petrol ve gaz araştırmalarında düşüşe yol açtı, rezervler azaldı ve gelinen noktada Arjantin, kendi gereksinimi olan hidrokarbonları ithal eder duruma geldi. Brezilya ise, petrol konusunda kendi kendine yetebiliyor, ancak doğalgaz gereksiniminin yarısını Bolivya'dan alıyor. Ama görünen o ki, bu durum uzun sürmeyebilir, çünkü Petrobras'ın %60 hissesi artık devlete değil, ABD sermayeli bir organizasyona ait!

Bölgenin büyük ülkelerinin enerji gereksinimleri Bolivya ve Venezuela'ya bağlı. Bu gelişmelerden en çok etkilenecek ülke olan Brezilya, Chavez'in bölgedeki liderliğinden rahatsız. Çünkü, Chavez'in, Morales'e arka çıkması, Petrobras'ı daha da zor durumda bırakıyor.

Bolivya'nın hidrokarbonları ulusallaştırma hareketi, Ekim'de seçimlerin yapılacağı Ekvator vb. diğer bölge ülkelerini de etkiliyor. Hatta, Ekvator hükümeti, ABD Petrol şirketi OXY ile olan anlaşmasını iptal etti. Onlarca yıldır petrol ihracatçısı olan Ekvator'da, kendisine ait bir rafineri bile yok; petrol ihracatı yapmalarına karşın, benzin ve dizel ithal eden bir ülke.

Önümüzdeki aylarda Peru, Ekvator, Nikaragua ve Meksika'daki seçimlerden sonra bölge haritası daha da değişik bir biçim alabilir. FTAA'in durdurulması hükümet ve toplulukların önemli bir başarısıydı. Ama bu, yeterli değil. ALBA hedeflerinde olduğu gibi hâlâ, halkların entegrasyonu pazar entegrasyonundan çok daha önemli.

Bolivya Projesi bölge için etkin bir model oluşturuyor. Bu ulusallaştırma uygulamaları "Southern Gasoduct" yani Enerji Birlikteliği"ne geçişin başlangıcı olacak gibi görünüyor. Bu alanda sağlanacak başarı, gelecekte, bölgede başka entegrasyonların olabileceğinin de somut bir göstergesi olmaya aday.

Cüneyt Göksu
cuneyt.goksu@vizyon.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Özcan Sungurçetin

 Kahveci : Özcan Sungurçetin


   M İ T İ N G

Şu partilerin seçim mitingleri, oldum olası merakımı cezbetmiştir. Televizyonlarda seyredebildiğim kadarıyla, seçim mitinglerinde, meydanları dolduran bunca kalabalığın, ekranlardan taşan coşku ve mutluluğundaki hikmeti anlayabilmiş değildim. Partilerin, seçilme ümidinde olan adaylarının telaş ve heyecanını anlayabiliyordum da, bunca zamandır, bu seçimlerden gözle görülür bir fayda sağlayamadığını çoktan fark etmiş olması icabeden halkın bu coşkusunu bir türlü anlayamıyordum. Bu mitinglerin yapıldığı alanları dolduran kalabalık, bunca heyecanlanabildiklerine göre, kasabaya sirk geldiği zamanki eğlenceli ortama benzetip orada yakaladıkları eğlence imkanını, bu alanlarda da yakalayabileceklerine mi inanıyorlar nedir?

Yapacak işimin olmadığı bir tatil günü, bu konudaki merakımın dürtüklemesi ile, civar kasabalardan birinde yapılacak mitinglerden birine gidip yerinde izlemeğe karar vermiştim.

Erkenden yola çıktığım için, Sayın Liderin de halka hitap edeceği miting alanına geldiğimde, oraya buraya koşuşturan görevliler dışında, ortalık oldukça sakin görünüyordu. Meydandaki kahvelerden birine girdim. Oturduğum yerden mitingin yapılacağı meydan, oldukça iyi görülebiliyordu.

Çayımı içerken yaşlıca bir kasabalı gelip yanıma oturdu. Selam verdikten sonra:
-Hoş gelmişsiniz, dedi. Partidensiniz galiba.
Kafamı hafifçe sallayıp müphem bir işaret yaptım. Adam, benim bu hareketimi müspet bir cevap olarak algılamış olacak ki:
-Miting için geldiğinizi anladım, dedi. Ben bu partinin en eski üyelerinden birisiyim.
Kahvesini yudumlarken anlatmaya başladı:
-Liderimize hayranım ben. Yaman adamdır o. Babamın da dediği gibi, ne yapar eder partimizin hükümette kalmasını sağlar her zaman. Allah başımızdan eksik etmesin, yıllardır, hükümetin başında çok da önemli işler başardı doğrusu.
Gururlu bir ifadeyle yabancı bir sigara paketi çıkardı. Bana da ikram etti. 'İçmediğimi' söyleyince kendisi yaktı.
Alan, gittikçe hareketlenmeye başlamıştı. Oraya buraya koşuşturan, parti ve belediye görevlilerini seyrettik bir müddet. O ara, yanıma oturan adamın arkadaşlarından, birkaç kişi daha bize katılmıştı. Bizimki anlatıyordu:
-Göreceksiniz, diyordu. Anarşik patlamaları hallettik sayılır. Şimdi sıra ekonomik patlamalarda. Liderimiz, Allah ömür versin, onu da halledecek inşallah.
Yeni gelenlerden birisi:
-'Patlama' dedin de aklıma geldi, dedi. Bu günkü miting, Partimizin oy oranındaki patlamayı gösterecek muazzam bir şey olacakmış. Belediye Başkanı söylüyordu dün.
Bizimki:
-Elbette, dedi. Partimizin gerçekleştirdiği, sanayi, ticari ve de manevi patlamalardan sonra, oy patlamasına da şaşmamak lâzım. Hele turizmimizdeki patlama inanılır gibi değil.
Sonra bana döndü:
-İnanır mısınız beyefendi, dedi. Bizim buralara kimsenin uğradığı yoktu bir zamanlar. Kuş uçmaz, kervan geçmez garip bir kasabaydı bizimkisi. Ama şimdi, yabancılar bile geliyor vallahi...
-Hele bu seçimi de alalım; asıl patlamayı o zaman görün siz, dedi birisi. Beyefendi, buraya beş yıldızlı bir otel yaptırtacağına bile söz verdi.
Bir diğeri, şöyle bir kasılıp mırıldandı:
-Bir de beş yıldızlı otelimiz olacak artık. Vay anam vay!.. İşte asıl o zaman yaşadık demektir.
Kısa bir sessizlik oldu. İçlerinden biri, kafasını kaşırken, cehaletinden duyduğu mahcubiyetle mırıldandı:
-Beş yıldızlı otel nasıl bir şeydir ki? Neresine konuyor bu yıldızlar.
Bizimki, çok bilmiş bir ifadeyle, açıkladı:
-Yıldız filan konduğu yok canım. Lafın gelişi öyle deniyor. Hani futbol ve sinema yıldızları filan gelip kalıyor ya, onun için öyle diyorlar zahir.
-İyi de 'beş' i ne oluyor ki?
Bizimki biraz duraksadı. Masadakilerden biri:
-Canım otel öyle büyük olacak ki 'beş yıldız birden gelse bile, ağırlanabilirler' demesine getiriyorlar herhalde...
Bizimkinin de bu izah tarzına aklı yatmıştı:
-Hee ya, dedi. Gayri kasabamıza beş yıldız birden gelse bile, göğsümüzü gere gere ağırlayabileceğiz onları. Ben, bir keresinde gitmiştim öyle beş yıldızlı bir otele. Partimin sayesinde tabii. Belediye Reisi beni de götürmüştü bir sefer. Siz öyle beş yıldız filân dendiğine bakmayın, sürüyle yıldız vardı orada. Bahçenin ortasına kocaman bir havuz yapmışlar. Etrafı yıldız kaynıyordu. Hemi de hepsiciği çıplacıktı.
-Sahi mi diyon len?..
-Aha bu iki gözüm önüme aksın ki doğru diyom.
-Sahi hepsi de çıplakçık mı idi? Yani çırılçıplak he mi? Cennete filan gitmiş olmayasın sen?
-Sen dalga geç bakalım. Hele bir seçimi kazanalım. Buraya da beş yıldızlı otelimiz bir yapılsın, göreceksin bak...
-Canım, gırgırı bırakın. Televizyonda görmediniz sanki... Öylesi otellerdeki yüzme havuzlarına giren üstsüz bikinili kadınları kastediyor bu herhalde.
-Biz anlamadık sanki.... Eğleniyoz biraz işte...
Ben, asıl takıldığım noktayı sordum:
-İyi hoş da, gördüğüm kadarıyla küçük bir kasaba sizinki. Öyle görünür bir özelliği de yok. Burada beş yıldızlı büyük bir otel yaptırmanın ne anlamı var? Halen kasabanızda otel bile yok. İhtiyaç olsaydı, hiç olmazsa küçük bir otel açılırdı şimdiye kadar, değil mi?..
Bu sorum üzerine herkesin, benim cehaletime, bıyık altında güldüklerini fark ettim. Bizimki şöyle bir kasılıp anlatmaya başladı:
-Eskiden öyleydi; ama şimdi iş değişti, dedi. Biz de yeni öğrendik. Bizim kasaba, çok önemli tarihi bir kıymete haizmiş meğerse.
-Nasıl yani?
-Efendim, bizim kasabanın yakınında, aha şu karşı tepeciğin yamacında, bir sıcak su kaynağı var. Suyu pek fazla sıcak değildir ama idare eder. Kasaba erkekleri, zaman zaman çimerdik orada. Yakınında da harap bir kalıntı vardı. Eski bir hamam kalıntısıymış galiba. Her neyse, geçen sene bizim partinin ileri gelenlerinden birisi gitmiş görmüş orayı. O saat anlamış buranın kıymetini. Birilerini göndertti. Gelip araştırdılar da ortaya çıktı. Meğerse tarihi bir yermiş orası. Nasıl derler, antika mı neymiş, öyle bir şey işte.
Masadakilerden biri düzeltti:
-Antik bir kentten kalan son kalıntıymış o harabe.
-Yani şimdi, antik bir kent harabesi mi var orada?
-Kazdılar, nettiler başka bir şey bulamadılar ama, sağa solda yaptıkları kazılar, bizim hamam harabesinin kıymetini büsbütün ortaya çıkarttı. Baktık baktık da, eskiden burada büyük bir kent olduğuna biz de inandık. Gidip, tepenin yamacındaki kazıntılar arasında kalan, bizim eski hamam harabesini bir görseniz, çok büyük bir kentten artakalmış olduğunu siz de kabul edersiniz. Burada antik bir kent bulunduğunu duyup gelen arkeologlar, gazeteciler ve meraklıları için, kaynağın civarına, konaklama yerleri, lokantalar filan da açıldı. Geçen sene ecnebiler bile geldi. Bizim partinin genel başkanı da geldi, gördü; çok beğendi. Seçimlerden sonra oraya, beş yıldızlı bir otel yaptırtma sözünü de o zaman verdi işte. Kasabalı da ona, burada partisinin oy patlaması yapacağına söz verdi.
-Yani sizin partinin, burada seçimi kazanması garanti, öyle mi?
-Elbette beyim. Partimizin, memleketin refah düzeyinde yaptığı bunca patlamadan sonra, bizim yapacağımız oy patlamasının lafı mı olur.
-Hükümetin gerçekleştirdiği bunca patlama yanında, biz sıradan vatandaşların patlamasının pek de esamisi okunmaz ama olsun. Biz üstümüze düşeni yapalım da...

Masamız oldukça kalabalıklaşmıştı. Yan masaya da bir takım gençler yerleşmiş bizi dinliyor, arada sırada da, manalı bir şekilde, tasviplerini bildirerek dalgalarını geçiyorlardı.

Miting alanı, ellerinde parti bayrakları ve bez parçaları üzerine yazılmış, bazılarını pek anlayamamama rağmen, masamızdakilerce pek anlamlı bulunan, sloganlar taşıyan bir kalabalık tarafından doldurulmuş bulunuyordu. Kalabalığın gürültüsüne, sağa sola yerleştirilen hoparlörlerden yapılan ses denemeleri karışıyordu. Bu sırada, belediyenin bando mızıka takımı da alandaki yerini almıştı.

Biraz sonra, gürültü arttı. Davul, zurna sesleri duyulmağa başladı. Meydanın ucunda, partinin seçim otobüsü belirdi. Otobüsün, kalabalığın arasından sıyrılıp alanın bir kenarındaki yerine gidip yerleşmesi bir hayli zaman aldı. Bu arada otobüsün güçlü hoparlörlerinden yayılan, popüler bir müzik parçasının oynak melodileri, bütün sesleri bastırır gibi oldu. Kısa bir müzik karmaşasından sonra, bütün meydan ayni şarkıyı söylemeğe başlayınca biraz düzen sağlanmıştı ki, bir gürültüdür koptu. Sayın lider, otobüsün üstünde oluşturulmuş olan platforma çıkmıştı.

Alkış kıyamet arasında, arabanın içinde bulunan, parti mensupları da arabanın üstüne çıkıp etrafa el sallamağa başladılar. Parti ileri gelenleri ve parlamento adaylarının oluşturduğu bu şahıslar, platformun arka tarafına sıralandılar. Sayın Lider öne geçti. Eline bir mikrofon tutuşturdular, konuşmaya başladı. Arkasında sıralananlar, yeri geldikçe, bazen de akıllarına estikçe, bir alkış tutturuyorlar ki, millet de onları izlesin, bol bol alkışlasınlar da Sayın Liderin konuşması, hakkettiği tasvip ve takdiri toplamış olsun...

Benim masamda bulunanlar, parti otobüsü alana girer girmez, kalkmış otobüsün peşi sıra koşuşturmaya gitmişlerdi. Parti otobüsü, benim oturduğum kahvenin oldukça uzağına konuşlandığı için, Liderin konuşmalarının tamamını duyup, yeterince yararlandığım pek söylenemezdi. Bunun için olacak, kahve hemen hemen boşalmış gibiydi. Sadece bizim yanımızdaki masadaki gençler ve arkada da tavlaya dalmış iki sakallıyı seyreden birkaç kişi kalmıştı içerde.

Gençler, Sayın Liderin konuşmalarından parça pürçük yakalayabildikleriyle dalgalarını geçiyorlardı galiba.

O sırada meydana kurulmuş hoparlörlerdeki ses kesiliverdi.

Gençlerden birisinin:
-Durum ümitsiz, dediğini, duyar gibi oldum. Hangi anlamda söylediğini anlayabilmek için kulak kabarttım.
Başka birisi:
-Moralini bozma, dedi. Alışamadın mı daha?
Bir başkası:
-Düzelir düzelir, dedi.
-Düzeleceği filân yok bunun. Baksana ...
-Bir yerlerde kısa devre yapıyor galiba...
O sırada, hoparlörler mi düzeldi nedir, Sayın Liderin konuşmasından birkaç kelime bize kadar ulaşmıştı. Duyabildiğimiz kadarıyla:
-... konomik politikamız artık otur... demiş sonra ses gene kesilmişti.
Delikanlılardan birisi:
-Duydunuz ya, kendisi de "komik politikamız şapa oturdu" diyor, dedi gülerek...
-Ne komiği oğlum? Ekonomik politikalarından bahsediyor.
-Ben neden bahsediyorum peki?..
-Dalga mı geçiyorsun? "Ekonomik politikamız artık oturdu" diyor adam be.
-Tamam işte. Şapa oturduğunu biz de anladık her halde.
-Komünist sen de!..
Başka biri atıldı ilerden:
-Komünist de nereden çıktı şimdi? Ekonomiden bahsediyor adam.
Arkalarda, tavla seyredenlerden birisi, duyduklarından biraz kafası karışmış olacak ki, gençlerin masasına dönüp sordu:
-Ne dedi? Ne oturması, ne komünisti kardeşim? Sayın Lider ne söyledi allahaşkınıza?
-"Komünistler şapa oturdu" dedi.
-Haa!.. Bak bunu iyi demiş!
Bu 'oturma' sözcüğünün konuşmadaki yeri pek anlaşılamamış olacak ki, tavla oynayan yaşlıca, siyah sakallı birisi:
-Ne oturması kardeşim? diye lafa karıştı.
Gençlerden birisi:
-Oturma değil, diye cevap verdi ona. Oturtma, oturtma...
-Bir şey anlayamadım. Ne oturtmasıymış bu?
-Valla, galiba kuzu oturtmasıymış.
-Hadi ordan! Kuzunun burada işi ne? Dalga mı geçiyorsun benimle?
-Ohoo... Kuzudan çok ne var? Şu meydana baksana!
Kahveci seslendi:
-Beyler susalım. Biz Sayın Lideri dinlemek istiyoruz.
Bu ikaz tesirini mi gösterdi, yoksa hoparlörler düzeltildi de Sayın Liderin sesi mi bastırdı, bir sessizlik oldu. Meydanı dolduran davudi bir ses: -... zim velinimetimiz olan millet ne derse o olur. Size söz verdim. Yakında kasabanız bir turizm cenneti olacak. Göreceksiniz. Buraya çok büyük oteller yaptıracağız. Hatta il merkezi yapacağım ben burayı. Gelen yabancı turistlerin bırakacakları paralarla hepiniz, hakkınız olan, zenginlik ve refaha kavuşacaksınız. Hem Devletimiz kazanacak, hem siz kaz...
-Kesildi.
-Ne kesilmiş? Ne kesilmiş?..
-Kaz kesilmiş...
-Gaz mı kesilmiş?
Tavla seyredenlerden bir diğeri:
-Susun yahu! diye seslendi. Kesin şu boş boğazlığı. Yoksa ben kesmesini bilirim.
-Bana bak! Sen bizim hiçbir şeyciğimizi kesemezsin anladın mı?
-Keser, keser!.. Tanıyamadın mı, kasabanın sünnetçisi o be... Sen düğünü düzenle yeter.
O sırada, kahvenin önünden geçmekte olan yaşlı iki kadından birisi konuşmalara kulak kabartıp durdu. Yanındakine:
-Hişş... Kardeş, duydun mu? dedi.
-Neyi?
-Düğün düzenlenecekmiş.
-Ne düğünü bu şimdi?..
-Sünnet düğünü ayol...
-Aa... Sahi mi? Parti mi yaptırıyor ki? Bizim torunu da kestirsek bari.

Onlar uzaklaşırken, Sayın Liderin helecanlı sesi yeniden duyuldu:
-Bizim, turizme verdiğimiz önem ve geliştirilmesi için gösterdiğimiz gayret, bazılarınca, yanlış anlaşılıyor. Hatta bunu mahsus yapıp bizim ahlâk anlayışımızı sarsmak istediklerini bile söyleyebilirim. Hayır, biz turizme karşı değiliz. Bizim karşı çıktığımız, ahlâk ve göreneklerimizle asla bağdaşmayacak olan, o ahlâksız çıplakları plajlarımıza doluşturmak isteyenlerin turizm anlayışıdır. Biz bunları istemiyoruz işte. Memleketimizin her tarafı harabe dolu. Turistler gelip bu harabeleri görsünler. Mabetlerimizi ziyaret etsinler. İşte biz, bu amaca yönelik bir turizm hamlesi istiyoruz. Çıplak gavurların doluştuğu ahlaksız bir turizm memleketi olmak istemiyoruz. Bir bakın, bütün gazeteler çıplak kadı...

Ses gene kesilivermişti.
-Tam da yerinde kesildi be! 'Çıplak kadı' mı dedi ne?
-Ne kadısı be. Kadın, diyecekti adam. Çıplak kadın...
-Çıplak kadın mı dediniz? Hani nerede?
-Git işine be! Geveze...
-'Geveze' demedi, gazete dedi.
-Hah işte! Kadın filân demedi adam. 'Kadı' dedi. Hani bütün gazeteler, alenen her şeye, kadı gibi karışıyorlar ya, onu demek istedi galiba.
-Galiba, gazetelerin bu densizliğini bütün çıplaklığı ile ortaya serecekti adam.
-Bırakmıyorsunuz ki dinleyelim.
-Sanki bıraksak duyuluyor da...

O sırada kuvvetli bir de rüzgar esmeğe başlamış, Sayın Liderin konuşması büsbütün duyulmaz olmuştu. Kahvedeki şamataya, zaman zaman kırık dökük bazı sözcükleri karışıyordu o kadar. Ben, birbirine karışan bu sözcükleri bir sıraya sokmaya çalışıyordum. Ancak kimin ne dediğini, kimin şaka, kimin ciddi konuştuğunu ayırt edemez bir hale gelmiştim.

Tavlayı bırakan sakallılardan birisi, elindeki gazeteyi havada sallayarak, bağırıyordu:
-Şu gazetelerin haline bakın bir kere. Şu cıbıldak karının ne işi var şimdi burada. Sanat eseriymiş sözde.
Tavla arkadaşı diğer sakallı, gazeteyi almak için uğraşırken:
-Haklısın kardeşim, diye yırtınıyordu. Dur bir bakayım... Anaa, tükürürüm böyle sanatın içine ben de be. Elime vermezler ki bir... Tövbe tövbe...
-Görüyorsunuz değil mi? Karının memeleri de hepten meydanda.
-Herife bak be! Almış eline gazeteyi, kimseye kaptırmaya niyeti yok. Ver şunu, bir de biz bakalım yahu!..
-Biz, karıları çarşafa sokmağa uğraşıyoruz, bunlar hepten soyuyorlar. Başımıza taş yağacak taş!...
-Allah!.. Helâl be! Şu memelere, şu bacaklara bak!
-Bakayım. Haa!.. Katli vacip bunların kardeş... Alacaksın altına, eze eze canını çıkaracaksın kahpenin...
-Bizim karıların yüzlerini bile kapattırmağa uğraşırken biz... Şu namussuzların yaptıklarına bak sen!..
Gençler, bu olanları gülerek seyrediyorlardı. Eğlendikleri belliydi. Lâfa karışmaya da pek niyetleri yok gibiydi. Bu son sözleri duyunca, aralarından biri laf atmadan duramadı:
-Hemşerim, diye araya girdi. Sizin karılarınızın şeyi, yüzünde mi yoksa? deyiverdi.
Sesler kesildi birden bire. Ahlâk dersi vermekte olan sakallı, dondu kaldı. Sakallarının altından bile, kıpkırmızı kesilmiş olduğu belli oluyordu. Zorla yutkundu. Olduğu yerde doğruldu. Hiddetten boğuklaşmış bir sesle:
-Ne diyon? Ne diyon? diye tısladı.
O diklenince, arkadaşları da tehditkâr bir ifadeyle ayağa kalkmışlardı.
Gençler, işi uzatmaya pek niyetli görünmüyorlardı. İçlerinden birisi:
-Arkadaş, 'sizin karılarınızın namusu yüzünde mi?' dedi. Bu kadar büyütecek ne var bunda?
Adamlar, karşılarında, kendilerinden güçlü bir gençlik gurubu bulunca, yıldılar galiba ki, yavaşça yerlerine otururlarken:
-He ya!.. dediler. Elbette...
-İyi, bişi demedik. Siz öyle diyorsanız, öyledir.
O sırada bir sessizlik oldu. Bu arada da Sayın Liderin sesi kahvenin içinde duyuldu:
-...illet bize oy vermiş iktidar yapmış. Artık istediğimizi yapmamıza kimsenin mani olmaya kalkmaması lazım. Sayenizde, bu sefer tek başımıza iktidara geleceğimizden eminiz biz. İşte o zaman göreceksiniz yapacaklarımızı... Artık düşünmek zamanı geçti. Şimdi icraat zamanıdır. Bize bu imkânı tanıyın. Gerisini düşünmeyin artık...
Gençlerden birisi:
-Gördünüz mü, 'düşünmeyin' diyor adam...
-Düşünen kim ki?
-Olsun... Bu iyi işte. Fazla düşünmek iyi değildir zaten.
-Neden?
-Öyle işte. Düşünmek çok kötü bir şeydir. Koskoca Lider bile öyle diyor baksana...
-Düşününce ne olur ki?
-İnsan şey olur...
-Uyuz olur.
-Yok be... Kararsız olur. Kime inanacağını bilemez. Keçileri bile kaçırabilir insan.
-Bak bunda haklısın. Hem, sayın büyüklerimiz, bizim yerimize, her şeyi düşünüyorlar baksana...
-Kim söylemiş bunu? Bizi düşünseler, bütün fedakârlıkları milletten beklemezler, kendileri de biraz fedakârlık ederlerdi.
-Nankörsün sen. Onlardan, daha başka ne isteyebiliriz ki? Adamların işi gücü bizi düşünmek. Kolay mı sanıyorsun, milleti bu kadar düşünmeyi, sen? Artık, bizi bu kadar düşünmelerinden başka bir fedakârlık beklememiz doğru olur mu hiç? Onlar, gece gündüz demeden, bizim yerimize düşünüp duruyorlar işte. Bizi refaha kavuşturacak yöntemleri ve önlemleri de bulup çıkarıyorlar. Hatta buldukları bu harika önlemleri, bizim uygulayabilmemiz için ellerinden geleni de yapıp duruyorlar. Daha ne yapacaklar. Gerisi bize kalmış artık. Bu arada bizim de bazı fedakârlıklara katlanmamız, bazı şeyleri sineye çekmemiz gerekiyor tabii ki. Açlıktan öldüğümüz yok ya!.. Kıt kanaat da olsa geçinip gidiyoruz işte. Bunu kendi iyiliğimiz için yapmamız lâzım. Daha rahat bir hayata kavuşmamız için katlandığımız bir zorunluluk bu.
-Babam da ayni şeyi söylerdi. Hâlâ değişen bir şey yok be.
-Değişecek değişecek.
-Hele bizim şu beş yıldızlı otel de bir yapılsın...
-Aman, amma abarttınız siz de. Otel yapılsa ne olacak yani. Bize ne bundan be. Bizim de o otelde kalacak halimiz yok ya...
-Olsun... Orada kalacak zenginlerin bırakacakları paraları bir düşünsene...
-Bize ne onların otele bırakacakları paradan be. Otele ortak mı olacaksınız, nedir?
-Olsun canım. Biz de bir şeyler satarız elbet.
-Neyin var ki, ne satacaksın?
-Canım, karpuz ney satarız.
-Hay aklınla bin yaşa! Liderimize söyleyelim de otelin kapısına bir de sebze pazarı yaptırsın bari.
-He ya! Domates filan da satarız hiç değil...
-Liberal ekonomiye halkın katkısını görüyor musunuz? dedi, gençlerden biri.
-Artık biz de rahata kavuşuruz, onlar da, dedi, bir diğeri.
Tavla oynayanların masasından birisi:
-Onlar zaten rahata kavuşmuşlar oğlum, dedi. Bizi düşünmeye devam etmeleri bile büyük bir fedakârlık değil mi yani? Kafaları kızıp bir kenara çekiliverseler ne yaparız biz sonra?
-Bak ne güzel konuştu. Siz, oyunuzu bizim partiye verin yeter. Azmin elinden bir şey kurtulmaz.
-Kaçan, kurtulmasına kurtulur da bunlar bırakır mı ki?

O sırada, meydandan müthiş bir gürültü yükseldi. Çığlık çığlığa tekrarlanan sloganlara eşlik eden alkışlar meydanı inletiyordu. Parti otobüsünün güçlü hoparlörlerinden yükselen oynak bir pop müziği, herkesin hoplayıp zıplamasına, kümeler halinde oynamaya başlamalarına yol açtı. Bando mızıkanın da iştirak etme gayretleri arasında, meydan bir panayır yerine dönmekte gecikmedi. Ancak, orada burada bulunan davulcular, bu havaya pek ayak uyduramadılar mı, yoksa kendi bildiklerince yöresel oyun havaları çalmayı mı tercih ettiler, her neyse, onlar da başka bir hava tutturdular. Onların etrafına kümelenen birileri de onlara uyup göbek atıp oynamaya başladılar. Buna bir de meydandan ayrılmağa çalışan parti otobüsünün, kalabalık arasında yola açmağa uğraşırken, çalmağa başladığı klaksonun tiz sesi karışınca, ortalık tam bir ana baba gününe döndü.

Kahveden çıktım. Ortadaki bayram havasına baktım da demokrasinin millete sağladığı bu büyük mutluluk karşısında nutkum tutuldu.

Demokrasinin faziletine inanmayanların, gelip buradaki coşkuyu, çılgınca yırtınan kalabalığı görmelerini isterdim. Şu Demokrasi denilen şey, hakikaten de çok heyecan verici, çok eğlenceli bir şey olmalı.

Kalabalığın arasında, kendime yol bulup bu demokrasi şenliğinden ayrılırken, başım biraz ağrıyordu ama, olsun…

Özcan Sungurçetin


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

  Kahveci : Mehmet Salih


ÇEYREK KALAYI HİSSETMEK...

Çok sevinçli şekilde İzmir uçağındayım.Yanımda en iyi dostlarım, Refik, Hasan, Celal ve Bekir Bey uçakla İzmir'e oradan da otobüsle Çeşme'ye geçeceğiz. Çeşme'de büyük bir resort otelde seminerimiz var. Ne de olsa bu semineri, bir küçük tatil gibi de düşünüyorum. En azından Gaziantep'te sürekli takılıp kalma stresinden kurtulma gezisi olarak ta düşünebilirim.

Bir yandan yanımda oturan Refik'le sohbet ediyorum.Diğer yandan da anlamını bilemediğim bir baş ağrısı çekiyorum. Baş ağrımın git gide arttığını da hissediyorum. Sonunda dayanamadım. Gömlek cebimden aldığım ağrı kesici için hostesten bir bardak su istedim. Su verilir verilmez ilacımı yuttum. Zaten, hostesler ikrama da başladılar. Belki açlıktan da olabilir. Ben nedense açlığa hiç dayanamıyorum. Yemek öğünlerimin saatini geçirirsem hemen başım ağrıyor ve adeta elim ayağım titriyor.

İkram edilenleri de yedim. Şimdi daha da iyi olacağım, olmalıyım. Çünkü, artık açta değilim. Ama; hala başımın ağrısı geçmedi. Öyle uçakta pek sarsılma da olmadı. Evet, biraz küçük bir uçak ama yine de iyi bir yolculuk yapıyoruz. Ve nihayet ''Kemerlerinizi bağlayın, iniyoruz'' anonsu yapıldı. Bir uçak yolculuğumuz daha kazasız belasız sona eriyor.

Refik ile ben iş görüşmelerimiz için diğer arkadaşlardan ayrıldık. Saat 17.00' de Çeşme otobüsünde yeniden buluşacağız. Bizi havaalanında bekleyen şirket yetkilisi Erdem Bey'in arabasıyla şirkete geldik. Bu arada başımın ağrısı iyice arttı. Ben görüşmeden müsaade isteyerek Erdem Bey'in arabasının bagajında bulunan valizimde ki tansiyon aletimi çıkarttım.Tansiyonumu ölçtüm. Tansiyonum biraz yüksek ama daha öncekiler gibi çok anormal bir yüksek değil, sadece 15'e 10. Yine de ne olur ne olmaz diye valizden bir adet tansiyon hapı daha alıp, yuttum. Yukarıya tekrar görüşmeye döndüm. Ama, hiç halim yok. Şirketin sahibi İncila Hanım, haydi yemeğe geçelim. Saat bir oldu, acıkmışsınız dedi. Hep birlikte yemek salonuna geçtik. Yemeklerimiz geldi. Elime kaşığı aldım, yemeğe başlayacağım. O da ne? Ensemden sırtıma doğru bir ter damlası adeta elektrik çarpmış gibi aktı. Nefes almada da sorunlar hissediyorum. ''Ben yiyemeyeceğim, benim halim yok.Beni hemen bir poliklinik veya hastaneye yetiştirin'' dedim, ve hızla merdivenlerden garaja doğru indim. Bu arada gittikçe daha zor nefes almaya ve göğüs ağrısıyla soğuk soğuk terlemeye de başladım. Yine Erdem Bey'in arabasında ama bu kez Gazi emir Sağlık ocağına doğru hızla yol alıyoruz.Ama, ne hız.Erdem Bey meğerse eski bir rallici imiş,öyle bir süratle gidiyoruz ki, ambulans olsa bu kadar hızlı gidemez.''Aman, Erdem Bey, daha yavaş git ne olur, hipertansiyondan değil de trafik kazasından gideceğiz'', diyorum. O da ağbi merak etme diye muzip muzip gülüyor,bir yandan da bastıkça basıyor. Bayağı heyecanlı bir yolculuktan sonra sağlık ocağındayız. Acilde ki bayan doktor yüzüme baktı, tansiyon hastası olduğumu öğrenince hemen kalp elektromun çekilmesini istedi.
Tansiyonumun o anda kaça çıktığını sordum ama duymamazlığa geldi. Elektro çekildi, ben ısrarla acil bir dil altı tansiyon ilacı istiyorum.Hiç halim yok. Bu arada beni muayene eden bayan doktor, ambulans doktorunu çağırdı. Sessizce bir şeyler konuşup, beni gösteriyorlar. Ve ambulans doktoru, yanıma geldi.'' Mehmet Bey, elektro değerleriniz hoşumuza gitmedi. Korkmayın panik yapmayın. Ama, sizi en yakın hastane olan Atatürk Eğitim Hastanesi'ne götüreceğiz.'' dedi. Ayağa kalkmak istedim, izin vermediler beni sedyeyle alıp, ambulansa bindirdiler.Ne oluyor bana, kendimi çok kötü hissediyorum? Yoksa, yoksa!...Daha, çocuklarım çok küçük ne yaparlar bensiz, ya eşsiz bir tutkuyla sevdiğim eşim, ya hasta babam ya annem?

Ambulansta iki hemşire var.Birisi hemen kolumdan damar yolu açıp,serum takıyor. Diğeri de burnuma oksijen hortumu bağladı. Hala, soğuk terleme de devam ediyor. Ambulans çılgınca giderken bir yandan da Doktor Murat Bey benimle o yumuşak, tatlı üslubuyla beni sakinleştirmeye çalışıyor. Bir yandan hoşuma giden oksijenle rahatlıyorum, bir yandan da ölüm korkusuyla irkiliyorum. Çok fena bir uyku bastırdı, ama gözümü kapatmaya korkuyorum. Ya kapatır da bir daha açamazsam diye. İşte ambulans durdu, herhalde bahsedilen hastanenin aciline vardık. Ambulansın kapısı hızla açıldı ve bin yine sedyemle acile götürüldüm. Ama, oksijenden mi serumla verilen ilaçlardan mı,ben çok daha iyiyim. Sadece, yorgunum ve çok uykum var. Sadece, uyumak istiyorum, uyumak. Ama, hala daha korkuyorum. İzmir'deyim, tek başıma ve bir hastanenin acilindeyim. Burnumda oksijen, kolumda serum. Ama, eminim birazdan başta Refik ve Erdem Bey olmak üzere tüm dostlarım da yanımda olacaklar. Yeter ki onlar gelinceye dek uyumamalıyım, diye düşünüyorum. Dahiliyeci doktor da bir türlü gelmedi, beni bir kenara attılar. Bakan, ''Ne arıyorsun orada,'' diyen de yok. Bir yandan da bu arada bol bol dua ediyorum ve daha ölüme erken olduğunu düşünüyorum. Sanki benim düşünmem bir şeyi değiştirecekmiş gibi. Bir de bu olaydan da kazasız belasız kurtulursam ilk ayağa kalktığımda, Allah'ıma bir şükür namazı kılacağım ve sürekli beş vakit namaz kılacağım konusunda söz veriyorum.

Ve işte dostum Refik ve Erdem Bey ve de İncila Hanım telaşla içeri girdiler. Yattığım yerden elimi kaldırıyorum, elimle işaret ederek buradayım , diyorum. Hepsi birden yatağımın yanına gelince bu kez epeydir gelmesini beklediğim Dahiliye uzmanı doktor , ortaya çıktı ve ''Lütfen, hasta yakınları hastanızın iyiliği için dışarıda bekleyin'', dedi. Ve tekrar elektro çekilmemi, bir de acil kan alınarak kan enzimlerimin tahlilini istedi. İyi ki acildeyim. En az yarım saattir, ne arayan oldu, ne de soran.

Bu arada diğer dostlarım ; Hasan, Celal ve İzmirli arkadaşları da geldiler. Hasan elinde ki metreyle benim boyumu ölçmeye çalışır gibi yapıp, tabut ölçümü hazırladığını belirtip, şakalarla bana moral vermeye çalışıyor. Ne moral verme yolu, ama!. Doktorun uyarısından o da nasibini aldı. Onlarda artık uzaktan, işaretlerle şakalarına devam ediyorlar.

Sonunda doktorum elinde tahlil sonuçlarıyla göründü. ''Mehmet Bey, geçmiş olsun. Enzimlerinizde bir kalp krizi görünmüyor. Yalnız, tansiyonunuz çok yükselmiş ve tansiyonunuz bu kadar yüksekken nabzınızın düşük olması bizi korkuttu. Spor veya çık sık yürüyüş yapar mısınız?'', dedi. Ben de ''Evet, çok düzenli yürürüm'', dedim.
Bir saat daha dinlenmem ve belli bir süre ağır yememek ve de yorulmamak kaydıyla hastaneden çıkabileceğimi belirtti.

Akşam oteldeyim. Ve şimdi namazımı kıldıktan sonra ,Allah'ıma şükürler ediyorum.
Gaziantep'e döner dönmez de namaza başlayacağım. İnsanın ne zaman , başına ne geleceği belli olmuyor. Hele bir de ölüme çeyrek kalayı hissedince!

Mehmet Salih


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Temirağa Demir


Biz mi bu kente bu kent mi bize sığmadı?

Bin bir gece gelir üst üste, günleri hep karanlık yaşarsınız. Kaçınız ihanet yağmuru altında düşlerinizi yormadınız ki. Hayat ezdikçe hırçınlığınız,o devrimci kimliğiniz yavaş yavaş kayboldu.

Her yalanda en çok kendinizi kandırdınız. Yalanlar söylediniz hayata karşı,hayat size karşı yalanlar söyledi. Karşılıklı olarak yalanlaştınız. Şimdi kendi sarf ettiğiniz o iddialı sözcükler altında nasıl da eziliyorsunuz.

Geçmişin izlerini üzerinizden atamadınız. Hiç biriniz ağız dolusu gülemiyor artık. Onlarca kez meyhane loşluklarında öfke dolu yüzünüzü gizlemeye çalıştınız. Rakı içtikçe kızardı yüzünüz. Günaha bulandınız. Her seferinde cehennem protokolünde yer almak için bir birinizle yarıştınız.

İhanet yağmurları altında ıslandık,şemsiyemizi o saçma düş rüzgarı uçurdu. Şimdi hangi şehre bu koca düşler sığar ki?

Bilmem kimin gözlerinin aksi vurdu yüreğinize. Aynalarda kaldı gülücükleriniz. Her birinizin yaşantısında olmaması gerekenler var. Umutlarınıza, hep zamansız ezan vakitlerinde kefen giydirdiniz. Kandırıldık her yalanda en çok kendimizi kandırdık.

Yazık atılacak kocaman düşler besledik,bazıları öyle gerçekçi geldi ki misyon edindik onları,bazılarını yaşam kaynağımız yaptık. İnandık söylediklerine,inandırıcı bir üslupla söylediği için bir çare kandık işte…!!

Ne kadarda çok yıprandı ruhunuz hiç fark ettiniz mi? Hadi şimdi bir kenardan bir ayna bulun ve aklınıza komik bir şey getirip gülmeye çalışın ve gülüşünüzdeki o kırılganlığı fark edin.

Misyonuydu hayatının,bazıları dava uğruna bazıları sevda uğruna hiç göz kırpmadan ölümle kucaklaştılar. Astılar onları, ses tellerindeki gülücükleri astılar,sevdalarını,bedenlerini astılar. Onlar öldüler…

Çoğumuz kırıldık hayata karşı, hayat çoğumuzu kırdı genç yaşımızda…

Şair doğru söylemiş “Biz bu kentlere sığdık aslında,bu kentler bize sığmadı…”

Doğruydu biz kentlere sığmıştık ama bu kentler bize sığmadı” kentin bütün sokakları dar yapılmıştı,biz birlikte yürümeyelim diye oysa biz hep yan yana,yana yana yürürdük…

Kırılgan yazılar,cümleler yerleşti belleğimize,her kandırılışta bir başka virüs bulaştı vücudumuza her aldatılışta yeni bir mikroorganizma türettik ciğerlerimizde…

Öksürdük bazen kan kustuk,içimizden çıkarabilmek için.

O yerleşmiş hayaller artık yaşam gayemizdi,ağladık olmadı,bağırdık olmadı,kustuk olmadı,kan tükürdük olmadı.

Öylesine yerleşmişti ki içimize canımız bilinmez azaplarla yandı…

Hiç kimsenin görmediği hiç kimseye gösteremediğimiz yaralarımız var artık,şimdi tüm yaşadıklarımız bir öncekilerden artık.

Yalanlarda öldürüldük vücudumuzda hiçbir bıçak ve kurşun izi açmadan yaralandık. Yalanlara maruz kaldınız,yıprandınız gülücüklerinizi umutlarınızı o uğruna yaşadığınız hayallerinizi kefenlerle sarmaladınız. Beyninizde fırtınalar koptu. “Siz bu kentlere sığdınız bu kentler size sığmadı”

Yaralarımız var artık,hiçbir doktorun veya hemşirenin pansuman edemeyeceği kanını ve iltihabını durmadan içimize boşaltan gizli yaralarımız var. yalanlardan yaralandık.

“Biz sığdık bu kentlere kentler bize sığmadı”. Düşlerimizi hayallerimizi almadı. Kurşun değil, yalan yedik yaralandık.

Yılmaz Odabaşı’dan bir şiir ile bitirelim…

Biz bu kentlere sığdık da,
bu kentler bize sığmadı Asiya!
Ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında;
arttıkça yalnız, sustukça silik...

Ay ışığı gölgeleri büyüttü,
son kuşlar da vuruldular dağlarda.
Yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin;
çağın vebalı gövdesinde
bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık.

Kaldık...
Kırık bardaklar gibi,
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi...

Düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa,
sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda
ve daha eskimemiş tüfeklerle
ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp,
bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak kaldırımlarda,
bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın;
ömrünü yetim bir bebek gibi bırakmanın
bulvarlara,
bozgunlara
ve yanlış yalan aşklara…

Bir bedeli,
bu kuşatmaların, ilkyazları kurşunlatmaların...

Ay ışığı gölgeleri büyüttü.
Mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim.
Geldim... Kırık bardaklar gibi,
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi…

Ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun
sefalet seferlerinin ayazı;
belki yalnız geçireceğiz artık kim bilir,
batan gemiler gibi yiten aşklardan geride,
kalan her kışı, güzü ve yazı.

Ay ışığı gölgeleri büyüttü.
Ayrılıklar eskidi, biz eskidik,
aşk bize küstü Asiya...

Belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında,
sen şarkılarını sesine yasla
ve bırak beni de usulca
apansız bir yalnızlığa!

Ay ışığı gölgeleri büyüttü,
büyüdü ölüm
ve biz küçüldük Asiya…


Temirağa Demir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Hayatın 2 yılı kaç para eder?

İnsan hayatına değer biçmek şöyle dursun; hayatın sâdece 2 yılı kaç para eder?
1000 YTL? 100.000 YTL?
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandığımda, başucumdaki solunum cihazımın fısıltısını duyarım. Birçoğunuzun farkında olmadan aldığınız nefesi benim dostum solunum cihazım bana bağışlıyor.
Son zamanlarda neredeyse her sabah kendime sorduğum bir soru...
Hayatın sâdece 2 yılı kaç para eder?

Her şeyin bir bedeli var mıdır?
Evet...
Bu bedel her zaman parasal bir değerde midir?

Sevdiği bir yakınını, o soğuk toprağa vermiş, üzerine serpilen toprağı görürken çaresizlik ve acı içinde gözyaşı dökenlere soralım: Yakınınızı bir haftalığına hâttâ bir saatliğine tekrar görmek için neleri feda ederdiniz? Bu soruyu bir de kendimize soralım...
Cevabınız?

Vereceğimiz cevabın içinde hayatın değeri yatmaktadır...

Bu cevap benim için özel bir anlam taşıyor. Çünkü 2 yıldan beri solunum cihazı ile yaşıyorum, yaşatılıyorum...

Yaşam, nefes almak ise, bunu benim yerime solunum cihazım gerçekleştiriyor. Yaşam boyunca alacağımız nefes artık kısıtlı değil. Vücudumun yapamadığı işlevi bir solunum cihazı yapabiliyor.

Bu küçük cihaz, dakikada 12 kez, 800 cm3 havayı akciğerime pompalıyor. Diyafram kasının yapamadığını yapıyor. Küçük bir hesap ile, saatte 720, günde 17.280 ve yılda 6.300.000 nefes!

ALS (Amyotrophic Lateral Sclerosis) hastalığı, kaslarımıza elektrik uyarısı gönderen sinir hücrelerinin ölümüne yol açıyor. Giderek yaşamsal kaslardan sayılan diyafram kası da çalışmaz duruma geliyor. 2 yıl önce yoğun bakım ünitesinde nefes borusuna bir hava yolu (tracheostomy) açılarak solunum cihazına bağlandım. Şu dakikaya dek solunum cihazı desteği ile yaşıyorum.

ALS hastalarının ortalama %80’i ilk 5 yıl içinde yaşamını yitiriyorlar. Ben, geri kalan %20’lik grup içindeyim ve tanı konduktan sonra 16 yıldır yaşıyorum. Bu açıdan kendimi şanslı görüyorum (bâzılarına göre bu hastalıkla 16 yıl uğraşmak şanssızlık sayılsa da).

Günümüzde hastalığımın bilinen bir tedavisi yok. Ancak tıbbi teknolojideki yenilikler, hastalıkla baş etmeyi kolaylaştırıyor.

Mikroişlemcilerin gelişmesiyle giderek ivme alan teknolojik gelişmeler, benim de hayatımı kolaylaştırmaya başladı. Akülü tekerlekli sandalyeler daha kullanışlı hale geldi. Herhangi bir çalışan kas ile kullanılabilen microswitch’ler, artık sizi bilgisayara bağlayarak birçok işlemi yapmanıza olanak veriyor. Bilgisayar teknolojisi yardımıyla bu satırları yazabiliyorum. Hâttâ bir gün sesimi de kaybedecek olursam, yazdıklarımı benim yerime konuşacak bir program bile mevcut.

Söz ettiğim teknolojik gelişmeler içinde belki de en önemlisi ya da yaşamsal önemi olanı, solunum desteği veren sistemlerin geliştirilmesidir. Bir zamanlar bir oda büyüklüğündeki çelik ciğerler şimdi 3–5 kilodan fazla olmayan, taşınabilir cihazlar hâline gelmiştir.

Sosyal güvencem, yukarıda söz ettiğim hayatı kolaylaştıran teknolojik cihazları karşılamasa da şu anda kullandığım yaşamsal cihazları karşılamıştır (yeni sağlık sistemimizde yâni “sağlıkta dönüşüm projesinde” artık benim gibi hastaların durumu daha iyi olmayacak gibi görünüyor).

Sosyal güvencemin olmaması durumunda hâlim ne olurdu düşünmesi bile korkunç!

Âilem, akrabalarım, dostlarım, hiç çekinmeden ellerinden geldiğince parasal destek verirlerdi büyük olasılıkla ama nereye kadar?

Tüm bahsettiğim teknolojik desteğin var olması, kendi yaşamımın ve çevremdekilerin yaşamının çok kolay olduğu anlamına da gelmiyor kuşkusuz. 24 saat bakım gerektiren hastalıklarda evde bir yardımcının olması zorunludur. Zaman zaman hemşirelik hizmeti almak kaçınılmazdır. Bu tür hizmetlerin parasal karşılığı hâlihazırda sosyal güvenlik kurumu tarafından ne yazık ki karşılanmamaktadır (benim durumumda olanların sosyal güvencesinin karşılamadığı daha ne çok harcama listesi olduğunu listelesem inanılmaz olduğu görülür; ancak bu, ayrı bir konu).

Şimdi, yazımın başındaki soruya dönelim.

2 yıldır solunum cihazı ile yaşıyorum. Bu süre içinde kızımın ergenlikten genç kızlığa geçişini yaşadım. Âile içinde birçok doğum günü kutladık. Yoğun bakımda evlilik yıldönümümüzü kutladık. Dostlarımızın iyi-kötü günlerini paylaştık. Onların çocuklarının sınav streslerini, nişan düğün heyecanlarını, yeni doğan bebeklerini gördük. Güldük ağladık birlikte.

Tüm bunlar için bir fiyat biçelim bakalım.
Sizce ne kadardır 2 yılın bedeli?

Sevgilerimle
Dr.Alper Kaya

Sevgili M. Kerem Doksat'ın notu ile; "Dr Alper Kaya, tıbbiyeden dostum; beraber gitar çalardık."

<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.988 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


sonbahar

Ilık bir yeldi değen yorgun yüreğime,
Suskun sonbahar akşamında.
Genzimi yakan ağır gül kokusu,
Çok eskilerden kalma olsa gerek;
Nice zamandır duymadığım.

Tenime değen bu ten:
Nereden tanıyorum onu?
Hangi geceden hatırlıyorum?
Ruhumu da çalıp gidiyor
bedenimle birlikte.
Bu sonbahar, bu sonbahar!
Beni hep gafil avlar.
Zaten ölürsem birgün
beklenmedik bir zamanda.
Ardımdan, bir(tek) sonbahar ağlar.

Sessiz bir hışırtıydı sağır kulaklarımı okşayan,
Sapsarı sonbahar akşamında.
Ayaklarımın altında ruhumu parçalayan
gazel sesleri,
Gelecekten bana postalanmış bir zarf olsa gerek;
Uzun yıllar sonra adresime gelecek.

Orhan Gökçe

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.resize2mail.com
Hala bir resim editörünüz yoksa ama koca koca resimler yerine daha küçük boyutta resimleri arkadaşlarınıza göndermek istiyorsanız, işte size tüm bu işleri online yapabileceğiniz bir site. Küçültmek istediğiniz resmi kendi bilgisayarınızdan seçiyor, olmasını istediğiniz boyutu belirliyor dilerseniz resmin bir kısmını atıyorsunuz. Sonuç elde ettiğini resmi tekrar bilgisayarınızda saklayabilyorsunuz. Daha ne olsun?

Uydu sistemleriyle ilgilenen kişilerin danışmanlık alabileceği sağlam bir web sayfası tavsiye ediyorum http://65.75.149.180/ Bir çok uydu alıcısı ve kart okuyucusunun tanımlandığı ve şifre listelerinin verildiği bu web sayfası meraklılarının çok işine yarayacak.

Basit cilt sorunlarından tutunda, çağımızın korkunç hastalığı kanser tedavisinde bile şifalı bitkiler kullanılmaya başlandı. Hemen hemen her türlü hastalığa karşı kullanılan şifalı bitki ve bitki özlerini elbetteki bilinçli şekilde kullanmak gerekmektedir. http://bitkiselsite.com/index.php kısayolunda bitkisel tedavi yöntemleri hakkında detaylı bilgiler bulacaksınız.

Bütün gazeteleri tek bir web sayfasından takip etmenin bir yolu da http://www.egazete.net/ Bütün gazetelerin web adreslerini tek tek araştırmak yerine bu web sayfasından tamamına ulaşabilirsiniz. Ayrıcayabancı basın ve yerel medya web sayfalarına da bu sayfadan ulaşabilmeniz mümkün.

Hergün 14 yeni bulmaca, hem de kare bulmacalar dahil, bilgi yarışmaları ve daha neler neler. http://www.superbulmaca.com/ bulmaca adına ne varsa bu web sayfasında. Aklınıza ve zihninize kuvvet.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060912.asp
ISSN: 1303-8923
12 Eylül 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com