Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.054

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 20 Eylül 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : İşgüzarlığın bedeli!..

Merhabalar,

Yandaki fotoğrafı saygı ile selamlayın. Ederi beş milyon Amerikan doları. Yirmibeş otuza çıkardı derken yüzelliye malolan bir pistte daha ikincisini düzenlediğin en kocaman yarışta yapılan bir işgüzarlığın bedeli bu. O kadar para kazandın mı? Hayır. Bari KKTC'yi tanıtabildin mi? Hayır. Talat'ın hayır duasını aldın mı? Belki. Ayrıca bu olayda en masum kişinin Talat olduğuna inanıyorum. Yaka bağır açık podyuma iteklenirken adamcağızın suratını gördünüz mü? Başına gelecekleri anlamış bir başkan gibiydi. Neyse bana ne canım. Zenginin parası züğürdün çenesini yorar. Koskoca TOBB Başkanı ettiğinin ardında durur, bedelini de öder. Yok ödemez de gene birileri bizden çıkartırsa o vakit biz de açarız ağzımızı yumarız gözümüzü. Herşeye rağmen ucuz kurtulduk ta diyebiliriz. Çünkü bu cezanın tek alternatifi yarış programından çıkarılmaktı, ki işte o vakit kakayı yemiştik. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Kahveci : Gül Çakır


ADIM KADIN

kaçmak istiyorum gerçeklerden... kaybolmak yalanların kalın duvarları arkasında. Yapamıyorum. Unutuyorum. Üstelik "uyumadan unutuyorum"...

birşeylerden önce bilmediklerim vardı eskiden. Şimdi o şeylerden sonralarda alıyorum nefesimi... canım yuetmiyor artık bazı şeylere. Kimilerine üzülmek... kimilerine sevinmek... kimileri... kimseler! Kimse olan kimilerine yetmiyor artık canım..! tükenmek, tükeniyor olmak bu olsa gerek...

gözlerimi saklayamıyorum artık! Yüreğim ateşi gözyaşlarımla bile sönmek bilmiyor. "hayatımı çaldın!" diyenler çaldı hayatımı... isterikl bir kriz geçiriyor baharlarım. Anlayan olmuyor. Ya da, onlar anlamıyor. Yo, ben anlatamıyorum. Doğru ya; dişlerim birbirine kenetliyken neyi, nasıl anlatacağım "düşlerim var" diye haykıramıyorum. "sığdıramıyorum içime düşlerimi", diyemiyor dilim...

ellerim kalemime kenetli hep. Hayatım baharındayken uzanıp bir türlü yakalayamıyorum. Kollarım o kadar kısa ki, ve baharlarım da bir o kadar uzun uzadıya uzak..! neşem oldu artık yalnızlığım.

Bir minicik kurbağa bulup öpsem... o bile kaçar ellerimden. Sevdiklerim gibi, gider... o zaman hiç sevmemeliyim ben. Hep Sezen'de "tutuklu kalmak" hep "kurşuni renkler"le mutlu olmaya çalışmalıyım, hüzünlerimi de alarak yanıma yoldaş diyerek... oysa, aynalarda gördüğüm ben değilim artık!

"adım kadın", diyor Zuhal ablam; "kadınım, adım yoktur!".

Gül Çakır
gulcakir9@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Murad Ertaylan

 Kahveci : Murad Ertaylan


  Sürek Avı

Nasıl bilirdiniz?

Avukat: İnternette tanıştık. Askerden yeni dönmüştüm ve üye olduğum sitelere mesaj atıp, makul ücretlerle davalarını alabileceğimi bildiriyordum. Galatasaraylılar sitesinde çıktı karşıma. Eski patronuyla kanlı bıçaklıydı. İşten çıkarmışlar ve alacaklarına karşılık eline ödeme planı vermişler ama bir sene geçmesine rağmen tek kuruş alamamıştı. Davalıyla anlaştım, aldık bir miktar para, iş tatlıya bağlandı. Sonra arkadaş olduk, ikimiz de bekardık henüz. Bizimki ateşliydi, haksızlığa tahammülü yoktu. Yeni iş yerinde de papaz oldu amiriyle, bastı istifayı. İhbar tazminatı için bu sefer onlar bizi dava etmekle tehdit ettiler. Hallettik tabi sonunda. Çevresi geniştir, yıllar içinde pek çok arkadaşı müvekkilim olmuştur. Nikah şahitliğimi bile yaptı, sıkı çocuktur. En son ağabeyinin bir iflas davasına bakmıştım ama sonuçsuz kaldı...

Diş hekimi: Bizim mahallede otururlardı. Annelerimiz arkadaştı. Çok problemli bir çene yapısı vardı. Dişlerinin yarısından fazlasına müdahale etmişimdir. Kanal tedavisi, dolgu, köprü, kaplama, çekim, artık aklınıza ne gelirse... Yıllarca hastam oldu ama ilişkimiz hasta-hekim ilişkisinden çok arkadaşlık düzeyindeydi. Çok hoş sohbetti, müziği, tiyatroyu severdi. Hatta halk evinde ilk ve son kez sahneye çıktığım Ağlayan Nar&Gülen Ayva isimli oyunu en ön sıradan izlemişti...

Ev hanımı: Tek sırdaşımdı, ona çok güvenirdim. On dört ay boyunca yan yana masalarda çalıştık. Oldukça stresli bir çalışma ortamımız vardı, sorumluluklarımız ağırdı. Patron işten anlamazdı ama yetki de vermezdi. Yemekhanede ve sigara odasında fırsat buldukça dertleşir, biraz da kaynatırdık, hah hah... Hamileliğimin altınca ayında ben ayrıldım işten, o da benden bir buçuk ay sonra taşındı ama hala internetten yazışırız ara sıra. Eşim biraz kıskançtır ama evde olmadığında kameradan izlettiririm oğlumu, çok merek ediyor çocuğu. Bildiğim kadarıyla onun olmuyor, yazık..! O da kamera aldı kendine geçenlerde. Fark ettiğimi söylemedim ama sakallarındaki kızıllar beyazlamış, çok yoruluyor olmalı yaban ellerde...

Baklavacı: Asker arkadaşımdır. Konya'da dört ay aynı ranzayı paylaştık, o altta yatardı. Biz dört kardeşiz, en büyükleri benim ve evde de hep üst katta yatardım. İstanbullu ailesinin tek çocuğuydu ve hiç ranzada yatmamıştı, kırmadı beni. Yemekhane sırasında, koşu parkurunda, çarşı izninde çıktığımız Konya sokaklarında daima kolladık birbirimizi, içtiğimiz su ayrı gitmezdi, kardeş kadar yakındık. Rütbe takıp dağıldıktan on iki ay sonra terhis olunca büsbütün ayrı düştük. Memlekete dönünce herkes iş güç derdine daldı. Birkaç bayram boyunca telefonlaşmaya devam ettik ama son dokuz yıldır ne mektup ne telefon. Bende de kabahat var, hadi o aramadı sen arasan eline mi yapışır ama olmadı işte, hayat gailesi...

Arkeolog: Zorla ödevlerini yaptırırdı, kantine yollar tost aldırır, beden derslerinde kendi gibi serseri arkadaşlarıyla birlik olur eşofmanlarımı indirir herkesin ortasında beni küçük düşürürlerdi. Az çekmedim o ve onun çetesindekilerden. Kavga etmeyi hiç sevmem, barışçıyımdır. Ailem zulmedenlere karşı alttan almayı öğretti ve o da bunun keyfini sürdü. Yoksa ağzının payını verirdim ama bulaşmak istemedim. Sonunda annem beni başka sınıfa aldırdı da kurtardım yakamı ellerinden. Mezuniyet gününe kadar bir daha bana bulaşmadılar. Son gün karnemi ve takdirnamemi almış evime doğru sevinçle yürürken -biz okula yakın oturduğumuz için servis kullanmazdım- birden arkamdan koşup beni kucakladı ve meydandaki süs havuzuna attı. O kadar ani oldu ki, o olduğunu bile uzaktan duyduğum gevrek kahkahasından anladım. Bir daha da hiç karşıma çıkmadı zaten, şeytan görsün yüzünü..!

Genel müdür: Üç yıla yakın yöneticiliğimi yaptı, çok şey öğrendim kendisinden. Şık giyinir, çok okur hep araştırırdı. Öğrendiklerini de başarıyı da ekiple paylaşırdı. Dürüsttü, adildi, birçok konuda örnek aldığım bir insandı. Yalnız biraz sabırsızdı, iş hayatında yaptığı hatalar hep aceleciliğinden kaynaklanmıştır. Yine de çok şey borçluyum ona, onun gibi yöneticiler yok artık...

Taksici: Yeni sayılırım meslekte ama tanırım onu. Beyaz bir arabası var, kapısında öyle süs niyetine durur. O denli ki, ayda bir aküsü boşalır, zor bela benim emektardan şarj edip çalıştırırız. Peder vefat edince bu külüstür amcama yadigar kalmıştı. Geçen kış bel fıtığı olunca doktoru trafikten men etti ve ondan da bana kaldı. Haftanın beş günü hep aynı saatte bizim durağı arar, araç ister. Benim vardiyanın sonudur o saat ve yüzde doksan bana denk gelir. Güzergahı bellidir, hiç şaşmaz, benzincinin arkasından doğruca iskeleye ineriz, ışık olmadığı için kestirmedir o yol. Zamdan önce üç milyon üç yüz tutardı ve o da bozuk para durumuna göre bazı gün üç bazı gün dört milyon verirdi, aramızda helalleşirdik. Şimdi beş milyon tuttuğu için binmiyor ama yürüyor mu ne yapıyor bilmem. Arabayı kullanmadığı kesin, çünkü aynı yerde kımıldamadan duruyor. Biraz daha param biriksin çalacağım kapısını, belki çürütmek yerine bana satar...

Öğretmen: Zeki bir çocuktu, kırmızı yanakları ve ışıl ışıl gözleri vardı. Çok enerjikti, kabına sığmazdı. Çalışkan sayılmazdı, hatta ödev yapmayı da hiç sevmezdi ama zehir gibiydi. Beni can kulağıyla dinler, dersi derste öğrenir, çalan zille birlikte kendini sınıftan dışarı atar ve oyuna dalardı. Ailesinin durumu babası onları bırakana kadar iyiydi ama sonra durumları bozuldu biraz. Hafta sonları koleje hazırlık için en parlak dört beş öğrencimi evimde toplar ek bir ücret almadan onları çalıştırırdım. O da bu gruptaydı ama bazen dersi kaçırdığı da olurdu. Anadolu lisesini kazandığını öğrenince bir buket papatya ile gelip elimi öptü. Üniversiteyi kazandığını da ailesinden sonra ilk bana söylemiştir, beni öz teyzesi kadar severdi...

Albay: Üniversitede sıra arkadaşımdı. İşimiz gücümüz gırgır, şamataydı. Sırf zevk için hemen her yazılıda kopya çekerdik, inkılâp tarihi, mikro ekonomi fark etmezdi bizim için. Heyecanlanır, keyiflenir, hoca bize doğru yaklaştıkça gülmemek için kendimizi zor tutardık. Bizimki bir keresinde dayanamamış ve patlamıştı, ilk kahkahadan sonra sakinleşeceğine iyice zincirlerinden boşandı, gözünden yaş gelinceye karnı ağrıyıncaya kadar güldü. Edebiyatçı sert bir kadındı -evde kalmıştı- hepimiz çekinirdik ama herifte şeytan tüyü var, kadını da güldürdü sonunda. Ben askerlikte tezkere bıraktım ve sivil hayata veda ettim. Görev icabı Afganistan'a, Irak'a falan gittim. Haberleşme olanakları kısıtlıydı. Zaman içinde ne yazık ki tüm arkadaşlarımdan teker teker koptum. Uzun süre direndi cevapsız kalan mektuplara, telefonlara, yıllarca peşimi bırakmadı ama sonunda pes etti herhalde. Aslında çok özledim hergeleyi ama kim bilir nerededir şimdi..?

Berber: Düzenli müşterimdi, yazları hariç ayda bir gelirdi. Güler yüzlü, temiz pak giyimli, düzgün biriydi. Keyifliyse bahşişi bol tutardı. Bardaklarımı mı beğenmez, tadını mı sevmez bilmem ama bir tek çay konusunda anlaşamazdık. Bir tek dükkana ilk geldiğinde nasıl bir tıraş istediğini tarif etti, İstanbul'dan yeni taşınmışlardı. Sonra yıllarca hep aynı modeli kestim, hiç değişiklik istemedi. İlk başlarda tek tük gelenim vardı. Bir kalfa bir çırak yeter de artardı. O zamanlar ben de makas sallardım ama şimdi sadece kasada oturuyorum. Yani bir anlamda şansımı da açtı desem yanlış olmaz herhalde. Ama o kalabalık olduğunda bile itirazsız sırasını bekler, gazeteleri okurdu...

Cerrah: Ortaokuldan sınıf arkadaşımdı. Fanatik Galatasaraylıydı. Orta sonda bizi dağıttılar ve ayrı sınıflara düştük... Nasıl alakasız? Sordunuz işte, ben de aklıma gelenleri anlatıyorum...Yok kızmadım ama kesmeden dinlerseniz daha memnun olurum. Lisede sınıflar arası maçlarda karşılaşırdık. Sonra ben tıbbiyeye girince dersler ağırlaştı ve görüşememeye başladık. Arada sırada okulun talaş böreği günlerinde rastlaştık. Birkaç sene önce babası gırtlak kanseri olduğunda tanıdık doktor sormak için aramıştı. Geçenlerde de annesi bağırsak kanseri olmuş, tavsiye almak için aradığında konuştuk. Bir hocama gönderdim onları. Çok iyi bir onkologtur. Senede en az üç ay yurt dışı seminerlere katılır... Bakın yine sözümü kesiyorsunuz...Tamam kardeşim zaten fazla vaktim yok, hadi size kolay gelsin. Hemşire yolu gösterir..!

Basketbol koçu: Eşimin eski iş yerinden arkadaşıydı. Yakın otururduk, evleri bizim sokağı kesen sokağın sonundaydı. Neyse uzatmayalım topu topu iki, hadi bilemedin üç kere görüşmüşüzdür. İstanbul'dan gelmişler. Eşi evde oturup, kızlarına bakıyordu. Onlarında bir kedisi vardı. Düzgün tiplerdi diye aklımda kalmış ama bunun dışında ortak yanımız yoktu doğrusu. Kusura bakmayın, fazla yardımcı olamadım galiba...

Yer gösterici: Hatırlıyorum tabi, geçen hafta sonu ilk matineye geldi. Şeytanlı, rahipli falan boktan bir filmdi. İyi hasılat yapmamıştı pek...Tamam toparlıyorum...Daha açılmamıştı kapılar, başka kimse de yoktu ortalıkta. Yanında bir bayan vardı ama pek muhabbetli değildiler. Yayan gelmişler veya uzun süre dışarıda beklemişler gibi üstleri başları sırılsıklamdı. Beş milyon bahşiş verdi bana. Öyle müşteri unutulur mu ağabeycim..?

Bana benzeyen birisi tanış olduklarıma veya bir zaman karşılaşıp unuttuklarıma, hatta unuttuğumu bile hatırlamadıklarıma ve tanındığımı bilmediklerime yaklaşıp çeşitli sorular yönlendiriyor. Kimse onun benimle benzerliğinin fark etmiyor. Soruları -fili tarif eden körler misali- ellerinden geldiğince, dilleri döndüğünce, hafızalarının izin verdiği kadar cevaplayıp herkes yoluna gidiyor.

Veteriner: Dokuz yaşında tekir kedisi vardı. Her türlü bakımı için dört yıl boyunca bize geldi. İstanbul'dayken aşıya ayrı, tıraşa ayrı yere gidermiş ama biz burada her türlü hizmeti veriyoruz. Hayvan pansiyonumuz bile var, hem de kameralı, seyahatteyken özlerseniz internetten izleyebiliyorsunuz. Eskiden köpek de kabul ediyorduk ama komşular gürültü oluyor diye şikayet ettiler, şimdi sadece kedi alıyoruz pansiyona. Çoğu müşteri aşı, kuaför, tırnak kesimi vesaire için randevu alır ve hayvanını bize bırakır. O başından sonuna beklerdi tekirin işi bitinceye kadar ama bize güvenmediğinden değil, kedi öyle istiyordu. Bir kez acil işi çıktı, tıraşın ortasında gitmek zorunda kaldı da ellerimizi yırttı hayvan. İlaç verip uyuşturmak zorunda kalmıştık tıraşı bitirmek için. Hatırlıyorum da ne çok kızmıştı bize, halbuki basit bir sakinleştiriciydi verdiğimiz...

Yazar: Senede üç dört defa kapımı çalar, kolunun altındaki sarı zarfın içinden masamın üzerine bir tomar kağıt boşaltır ve yüzüme bakardı. Kaç defa söyledim, sakin kafayla okumazsam hiçbir şey anlamam diye... Ama o inatla başıma dikilir beklerdi. Gürültü etmezdi ama sanki odanın ortasında davul çalıyormuşçasına rahatsız olurdum. Başlarda kayda değer şeyler değildi yazdıkları ama zaman içinde kalemi kuvvetlendi. Geçenlerde amatör bir edebiyat yarışmasında mansiyon bile kazandı. O öyküyü de bana getirdiği haliyle yollasaydı bir halt kazanamazdı ama elini yüzünü düzeltince dereceye girmiş işte...

Arkası yarın

Murad Ertaylan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Nadya Alpkonlar

 Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar


   TUTKU - Hz. İsa'nın Çilesi

Dertleşmek istiyorum...

Dün, tesadüfen, Digiturk'de hakkında çok konuşulan,
çok kritik toplayan film karşıma çıktı.
Sinemada izlemediğim için seyre koyuldum...
İzlemez olaydım...

İzlerken, evde tek başıma ağlamaya başladım.
Bu kadar "kan"ı hiçbir filmde görmemiştim şimdiye kadar.
Ama ben kandan dolayı ağlamadım.
Beni, bir insanoğlunun diğer bir insanoğluna yaptığı eziyet ağlattı !

Hz. İsa bir savaşçı değildi.
Din adına hiç kimseyi öldürmedi, öldürtmedi.
Aksine, barış ve sevgi dağıtıyordu.
Ölürken bile, son nefesini vermeden, ona bunca eziyeti
reva görenleri affetmesi için Tanrı'ya yalvarıyordu...

Gelelim bugün'e.
Yahudilerin sürdürdüğü bir "savaş" değil,
bu bir KATLİAM !
TERÖRÜN EN BÜYÜĞÜNÜ, en gaddarını sergiliyorlar .
Utanmadan, arlanmadan, füzelerin üstüne mesaj yazıp gönderiyorlar.

Masum insanların çektikleri bu eziyete artık dayanamıyorum...
Aklım, havsalam almıyor...
Bu satırları yazarken bile içim kan ağlıyor.
Umarım bu "ateşkes" devam eder, artık kan dökülmez ve
bu eziyet biter.
Ama sevdiklerini, evlerini, barklarını, inançlarını kaybeden
bu insanların acıları nasıl diner ?
Herhalde hiçbir zaman dinmeyecek.
İşte, ben derdimi döktüm.
Daha da sayfalarca yazabilirdim...

Bir rica...

Birkaç yıl evvel, Necati Cumalı'nın "Yakubun Koyunları" adında
bir kitap okumuştum. Yazdıklarına bugün tümüyle katılıyorum.
2.5 yıl İsrail'de yaşamış Necati Cumalı. Kitap 1979'da yayınlanmış.
Bu kitabı bir arkadaşıma vermiştim, geri gelmedi bir daha.
Eğer bu kitabı bilen, duyan veya sahip olan varsa lütfen bana
bildirsin.

Nadya Alpkonlar
nadyaalpkonlar@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 


 Kahveci : Ufuk Deniz Köse


RÖLANS -2

İğneden başka yolu olmadığını anladığı günün akşamında koşarak çocukları geldi ..
Çünkü Sündüz ortalığı birbirine katmıştı ..
Çocuklarını işyerlerinden aramış ve iğneden başka şansının olmadığını ağlayarak haber vermişti ..
Telefonda bir yandan hıçkırarak ağlıyor bir yandan da oğluna

-ölmek istiyorum ..
Ben iğne vurulamam ..
İğne olursam ölürüm ..

Diyordu.
Oğlu ne yapacağını şaşırdı ..
O sırada toplantıdaydı ..
Toplantıdan izin isteyip dışarı çıktı anneceğizini teselli etmeye çalıştı.
"İğne o kadarda korkulacak bir şey değil" falan diye annesini avutmaya çalıştı.
Ama bu söz ve cümlelerin onun iğne korkusunun yanında ne kadar yetersiz olduğunu her ikisi de çok iyi biliyordu.
Aslında o an Sündüz Hanım'ın oğlunun iğne korkusu üzerine söylediklerinin hiçbir anlamı ve yapıcı değeri yoktu ama aynı zamanda o an cereyan eden çok başka bir şey vardı ..
Güven, saygı ve paylaşım ..
Sündüz Hanım'ın diğer dert yanıp veryansın ettiği tüm komşuları ahbapları ve akrabaları onu dinler ve yanında olurlardı belki ama oğlu dışında hiç kimse hem onu dinleyip hem de onun için yapılabilecek ve yapılamayacak her şeyi yapardı.
Evet, yapılabilecek bir şey ve hatta yapılamayacak şeyler varsa bunu sadece oğlu yapardı. Başka kimse değil.
İşte o yüzden telefonla konuşmanın gerçekleştiği anda havada çok yoğun bir güven dumanı vardı.
Ve Sündüz bir yandan içini geçire-geçire, hıçkıra-hıçkıra ağlıyor bir yandan da -ne yapacağım ben şimdi, ne yapacağım ben şimdi diye dövünüp duruyordu ..

Onun iğne korkusu herkesçe malumdu ..
Tabii konken arkadaşları da arkadaşlarının bu korkusunu gayet iyi biliyorlardı ..
O yüzden de kapının çalınıp iğnecinin gelmesinden en az onun kadar korkuyorlardı, en az onun kadar tedirginlerdi ..
Ama geldi !
Beyaz bir ruh bulutu olup Sündüz'ün içine girerek onun yerine bu korkuyu yenip tekrar dışarıya çıkmaları diye bir şey söz konusu değildi.
Ancak kelimelerden ve onların sihirinden yararlanabilirlerdi.
Ten teması da çok önemliydi tabii ..
Arkadaşlarından birisi hemen gidip elini tuttu ..
Diğer bir arkadaşı Sündüz'ün başını okşamaya ve onu teskin etmeye çalıştı ..
Ama heyhat ..
Sündüz'ün yüzü iğneciyi görünce sapsarı olmuştu bir kere ve titremeye başlamıştı.
İğnecinin geldiğini anlayınca diğer tüm oyuncular da yeşil çuhalı masanın etrafını hemen terk ettiler ve Sündüz 'ün bulunduğu tarafa gittiler ..
Masada yalnız kalan Atıfa ile Meloş birbirlerine baktılar, göz göze geldiler önce gözleriyle konuştular ve sonra aynı anda, ikisi birden
Oyunu olduğu gibi bırakalım.
Dediler.

İkisi de kendilerine dağıtılmış olan 10 ar kâğıdı yanlarına alıp aceleyle diğerlerinin bulunduğu yöne doğru gittiler.

Evet, oyuna daha sonra devam edtmek üzere bir süre ara vermişlerdi.
Ama bu ara epeyi uzun süreceğe benziyordu ! ..
İğneci kadın üstünü çıkarttı onları kenardaki koltuğun üzerine bıraktı, sağlık çantasını açtı, içinden çıkarttığı şırınganın paketini yırttı, çevresine şöyle bir bakınıp kül tablası aradı ..
Atıfa bir elinde kül tablası diğer elinde ilaç şişesiyle iğneci kadına doğru eğildi ..
Çöpleri aldı, ilaç şişesini verdi ..
Sündüz'le Atıfa göz göze geldiler ..
Sündüz'ün çaresizlikle karışık yalvararak bakan gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı ..
Onunla çarpışan gözlerden gelen yaşları görmek, Atıfa'yı son derece etkilemişti ..
Duygular, iyice yoğunlaşmış ve içinden çıkılmaz bir hal almıştı ..
Sündüz aslında istemediği bir şeyi yapıyordu ..
Hiç kimse dayatmayla bir şey yapmamalıydı ..
Ama bir yandan da bu Sündüz'ün sağlığı için gerekliydi ..
Fakat diğer yandan istemeyerek yapılan bu icraatın faydası olmayabilirdi de ! ..
Atıfa'nın bu faydadan çok zarar endişesi ve git - gel ler, ne yapıp ne söyleyeceğine dair durumunu iyiden iyiye zorlaştırıyordu ..
Bir yanda güçlü görünüp Sündüz'ü rahatlatmak ve bu işin bir an önce bitmesini sağlamak, diğer yandan arkadaşına "istemediğin hiçbir şeyi yapma" diye bağırarak oradan uzaklaşmak ..

Bunlardan hangisini yapacaktı Atıfa ?
Ona bugüne kadar öğretilen şekilde kuralların uygun göreceği davranışı mı ? sergileyecekti yoksa bugüne kadar gelen, yaşı geçgince Atıfa'nın tersine "istemediğin hiçbir şeyi" yapma mı? Diyecekti ..

Karakterinin içinde bulunduğu bu basınçla sıkıştırılmış yoğun duygu dalgalanması aynı zamanda arkadaşının sağlığında yaramazlığa neden olabilirdi ..
O yüzden kendi iç çatışmasına bir kenara bırakıp arkadaşının iyiliği doğrultusunda bir cevap vermeliydi ..
Şu anda onun iç hesaplaşması soncu vereceği yanıtın hiç ama hiç sırası değildi ..
Sündüz kanepede arkasını dönerek uzandı ..
Eteğini yukarıya doğru sıyırdı, çamaşırını aşağı doğru çekti ..
Beyaz kaba etini iğne vurulmak için uygun hale getirdi ..
Kalçasında alkollü pamuğun serinliğini hisseti ..
Gözlerini sıkı sıkı yumdu ..
Var gücüyle alt dudağını ısırıyordu ..
Vücudundaki bütün kasları sıkmıştı ..
Ayaklarını ve ayak parmaklarını olanca gücüyle ileriye doğru uzatmıştı ..
O kadar gerilmişti ki artık hiçbir şey onu eski esnekliğine döndüremez gibi görünüyordu ..
Sanki şok dondurucudan yeni çıkarılmış yiyecek görüntüsü veriyordu ..
İğnenin metal parlak ucu havada yükseldi ..
Kalçasına değen incecik metal çubuk ilk noktasından vücudunun içine girmeye başlamıştı bile ..
Şırınganın içindeki sıvı içine bir yerlere doğru gidiyordu ..
Sadece ona ait olan ve başkasının hatta kendisinin bile asla giremeyeceği ve dolaşamayacağı bir yerdi orası ..
Sorun buydu galiba ..
İğneden yoksa bu yüzden mi ? korkuyordu ..
Hiç tanımadığı yabancı bir madde sadece ona ait olan bir yere gönderiliyordu ..
Vücuduna ..
Evet, işte korkusunun asıl kaynağı buydu galiba ..

Bu arada İğneci Kadın alkollü pamukla kalçasını sertçe ittirerek iğneyi geri çekti ve
-Bitti , geçmiş olsun dedi ..
Birden alkış koptu ..
Evdeki her kes Sündüz'ü alkışlıyordu ..
Ahir ömründe hiç bu kadar alkış almamıştı ..

Evet, her şey yolunda gitmiş ve bir iğne olayı kazasız belasız atlatılmıştı ..
Evet, her şey yolundaydı .. Yaşasın !..

Artık yarım kalan konken oyununa dönülebilirdi ..
Atıfa ile Meloş masaya gittiler eski yerlerine karşılıklı oturdular ..

Ellerindeki kâğıtları tekrar hazır duruma getirdiler ..
Taraftarlar ve seyirciler de eski yerlerini aldılar ..
Hep bir ağızdan
-Meloş'ta kalmıştık ..
Dediler ..
Meloş ne yapacaktı ?
Meloş ya destenin yere açılan ilk kâğıdını alacaktı ya da yeni kâğıt çekecekti ..
Ve de aslında yerde açık duran kâğıda Meloş'un eli bitiyordu ama görmemişti ..
Veee .. Meloş yerdeki kâğıdı elinin tersiyle kenara iterek yeni kâğıdı çekti ..
Yeni kâğıdı görünce hep bir ağızdan eyvah sesi yükseldi ..
Yeni kâğıdın Meloş'un eliyle uzaktan yakından alakası yoktu ..
Bu arada bir şey daha oldu ..
Meloş kendi çekeceği kâğıda öyle bir abanmıştı ki , o kuvvetle sıradaki kâğıt yani Atıfa'nın çekeceği kâğıt ters döndü ..
Böylelikle Atıfa kendine gelecek olan kâğıdı kendisi çekmediği halde önceden görmüş oldu ..
Kurallar gereği yanlışlıkla açılıp görünen kâğıt destenin en arkasına konur ve sıradaki ilk kâğıt görünen kâğıdın yerine geçerdi ..
Ama o açılan kâğıdı Atıfa görmüştü bir kere ve o kâğıt eli için bulunmaz fırsattı..
Atıfa o kağıdın sırf kurallar yüzünden göz göre göre en arkaya konmasına izin veremezdi ..
Birden nevri dönen ve çok sinirlenen Atıfa, Meloş'u kâğıtlara haşin davranmakla ve zaten heyecanlandığında hep ne yaptığını bilememezlikle suçladı ..

O kâğıt görünse de ve bu kurallara aykırı da olsa kâğıt onun olmalıydı ..
"ama ya kurallar .."
Dedi Meloş titrek bir sesle ..
"Kurallar benim haklı olduğumu söylüyor"
Dedi tekrar ..
Sağa sola baktı ..
Yandaş arıyordu kendine ..
Önce Atıfa'nın tepesinde biriken kalabalığa baktı ..
Sonra döndü kendi arkasında biriken kalabalığa baktı ..
Birisi omuzlarını yukarı kaldırmış, dudaklarını aşağı indirmiş -ben bilmem-
Hareketi yapıyordu.
Bir diğeri kollarını göğsünün altında kavuşturmuş -ben polis değilim- der gibi kafasını iki yana sallıyordu ..
Bir başkası daha göz göze bile gelmeden arkasını dönmüş mutfağa doğru gitmişti ..

Oysa kurallar çok açıktı ama o anda kuralları uygulayan yoktu ve kuralların uygulanıp uygulanmadığını kontrol eden de yoktu ..
Buraya gelmeden biraz öncede bir araba kırmız ışıkta durmamıştı ve az daha onu eziyordu .. Sendelemiş, yere düşmüş ama kimsede ona yardım etmemişti.
Gene yardım etmiyorlardı ..

Arkadaşlarından biri öne doğru çıktı ..
-bu ikinizin arasında kendiniz halledin
Dedi ..
Diğeri ,
- Atıfa haklı evet Meloş kâğıtlara öyle bir abandı ki, o kadar abanmaya kâğıdın açılmaması mümkün değildi zaten, kâğıt yanlışlıkla açılmadı ki ..
Dedi ..
Bir başkası,
Meloş haklı. O kâğıdı bilerek açmadı . Kâğıt yanlışlıkla açıldı. Kurallar çok açık ..
Uygulanmalı ..
Dedi ..

Aslında burada söz konusu olan kuralların uygulanıp uygulanmaması değildi .
Asıl tartıştıkları, kuralların geçerli olacağı bir zeminin meydan gelmiş olup olmamasıydı ..
Bakalım önce yasaların uygulanabileceği bir olay vücuda gelmiş miydi? ..

Atıfa yavaşça yerinden doğruldu ..
Elindeki kâğıtları masanın üzerine fırlattı ..
-ben oynamıyorum alın kâğıtları ne haliniz varsa görün
Dedi ..
Meloş
-ne kâğıtları yüzüme fırlatıyorsun ?
Hepiniz de amma büyütüyorsunuz.
Altı-üstü kâğıt oyunu işte
Ben sabahtan beri zarar ediyorum sesim çıkıyor mu hiç ?
Dedi ..
Atıfa,
-çıkarttın baklayı sonunda ağzından ..
İşte senin asıl derdin bu.
Zararını çıkarmak asıl derdin ..
Onun için oyunu bozmaya çalışıyorsun ..
Meloş,
-Hiçte oyunu bozmaya çalışmıyorum ayrıca sen beni neyle itham ettiğinin farkında mısın ?
Benim seni üç kuruşunda falan gözüm yok, hiç olmadı da ..
Hem kâğıtları niye fırlattın ?
Senin oyunu bozmaya hakkın yok ki ..
O arada yattığı yerden kalkarak Sündüz masanın yanına geldi ..
-ne oluyor arkadaşlar ? Niye bu kadar bağrışıyorsunuz ..
Diye sordu ..
Aşağıdaki, yukarıdaki komşulara ayıp ..
Altı-üstü bir oyun ..
Değer mi birbirimizi kırmaya ?
Dedi ..
Atıfa Sündüz'e doğru döndü. Onu taraftarı yapmak istercesine olayı yanlı olarak aktarıp
-Meliha bilerek kâğıdımı açtı .. Sonrada "yanlışlıkla oldu" diyor.
Dedi ..
Sen uzaktaydın fark edemedin..
Burada herkes şahit işte bilerek açtı kâğıdımı öyle değil mi ? Arkadaşlar Konuşsanıza ..

Çıt çıkmıyordu .
Kimse ne Meloş'un ne de Atıfa'nın yanlısı olmak istemiyordu.
Herkesin istediği olayın devam etmesi ve kendilerinin bu olaya hiç karışmamalarıydı.
Uzaktan seyretmek ve kavganın taraflarından biri olmadıklarına şükretmek çok daha iyiydi ..
Tekdüze giden isteksiz hayatlarında bu olay siyahla karışmış kötü bir renkti ama yinede renkti..
Olayı takip eden günlerde bunu üzerine yapılacak ikili görüşmeler ve uzun telefon sohbetleri için ne kadar çok malzeme çıkarsa o kadar iyiydi ..
O yüzden de kavgayı durdurmanın manası yoktu ..
Sadece taraf olmamaya dikkat etmeleri gerekiyordu ..

Sündüz hastalıkla terbiye olduğu için diğerlerinde biraz daha farklıydı ..
O bu rahatsız edici gergin havanın biran önce dağılmasını istiyordu ..
Fakat bunu da hiç tarafsız kalarak başarması gerekiyordu ki bu da pek mümkün gözükmüyordu ..
Oyun bozulur dese Meloş'un, bozulmaz dese Atıfa'nın tarafını tutmuş olacaktı ..
Bunların dışında kalan bir çözümü bulmakta onun karakter kapasitesini aşıyordu ..
İyi niyetliydi ama çözüm bulacak kadar zeki değildi ..

Atıfa, Sündüz'e iğne yapılırken ki Atfa değildi artık ..
O anda son derece doğru düşünebilmiş ve sağlıklı bir karar alabilmişti ..
Şimdi ise haklı veya haksız kendini bir kavganın kahramanlarından biri yapmıştı ..
Eğer Sündüz iğne olduğu sıradaki doğru Atıfa olabilseydi hiç bu boyutlara gelen bir olayın kahramanı olmazdı ..

Karakteri gerginlik ortamında ve stres altında adeta kasnaktan fırlamış kayış gibi kendisini sağa sola fırlatıp duruyordu ..

Atıfa aniden öne doğru eğildi ve Meloş'un yüzüne bir tokat patlattı
İşte bunu kimse beklemiyordu ..
O anda herkes olduğu yerde çakıldı kaldı ..
Herkes birden sus-pus oldu ..
Ortalık aniden buz gibi olmuştu ..
Bu kadarını gerçekten kimse beklemiyordu ..

Sessizliği bozmaya da kimse cesaret edemiyordu ..
Meloş eliyle tokat yediği kızarmış yanağını tutuyor ve bomboş sabit gözlerle Atıfa'ya bakıyordu..
Atıfa etrafına bakındı hiç kimse kıpırdamıyordu ..
Çantasını aldı, eşyalarını topladı ve masanın kenarından ayrılarak sokak kapısına doğru yöneldi ..
Ayakkabılarını giydi kapıyı açtı ve dışarı çıktı ..
Arkasından da kapıyı olanca gücüyle çekerek hızla çarptı ..
Herkes yerinden sıçradı ..
O şiddetli kapı çarpması herkesin yerinden fırlamasına neden olmuştu ..
Atıfa gitmişti ..
Atıfa kapıyı çarpmıştı ve gitmişti ..
Bu olayda burada bitmişti ..

Tokat ve çekip gitmeyle sonuçlanan bir iskambil oyunu ..
Evet, adalet yerini bulmuş muydu, bulmamış mıydı bilinmez ama eğer bulmamışsa iş ilahi adalete kalmıştı.

Bitti

Ufuk Deniz Köse


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.053 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


KAYAN ZAMAN

Nefti bir gecede,
Kor bir karanlıkta,
Gülen şebboyum ağladı,
Toy rüzgârların estiği,
Güz yağmurlarının yağdığı,
Bir nisanda,
Beyaz umudumun rengi,
Lacivert oldu,
Muştularım da ağladı.
Olmayan sabahların birinde,
Sopranolar sustu,
Tenorlar da sustu,
Ateşler yandı,
Közler de yandı.
Yeni yakılan kına gibi,
Geçip giden zaman,
Kirpiklerimden kaydı…

Neslihan Güzel

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Pilot n'apsın?!

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


ARİF 2006

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.haliltum.com
Sevgili kahveci Halil Tüm'ün Türk Sanat Müziği ile bezediği şahsi sitesi. Hele güfte ve notalarla ilgiliyseniz mutlaka ziyaret etmelisiniz.


Boo diye bir web dergi var http://www.boodergi.com/ Daha doğrusu varmış ama benim yeni haberim oldu. Hazırlayan arkadaşlara çok teşekkürler. Tam kıvamında bir dergi olmuş, (ne demekse?), yani ben çok beğendim demek istiyorum ve diyorum: "çok beğendim". Hele derginin sunulduğu web sayfasının dizaynı da hiç fena değil hani, görülmeye değer bence...

11 Eylül sabahı Pentagon'a bir Boing 757'nin çarptığını ve ciddi hasarlar meydana geldiğini duyduk ve hatta basından takip ettik. Bunun aslında bir düzmece olduğu hakkındaki bilgiyi de sayın Mehmet Polat'ın "11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ" yazı dizisinden takip ettik. Bir kaynakta benden http://freehost16.websamba.com/pentagonym/pentagon.htm kısayolundaki filmi başından sonuna kadar takip ederseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. O kadar açık ve net kanıtlar sunulmuş ki, sonuna kadar hiç ara vermeden seyredeceksiniz.

E-card olarak da gönderebileceğiniz küçük ve şirin bir mini golf oyunu http://www.purple-twinkie.com/games/xmasminiput.asp ben üç tur oynadım ama hala kimseye göndermedim.

Kafanızda küçük bir senaryo oluşturup, daha sonrada film haline getirmeyi planlayanlardansanız, işte size yarı amatör bir proje. http://myfunmovies.com/ web sayfasına giriyorsunuz ve sırasıyla: öncelikle kendinize filmin çekileceği ortamı ve hava durumunu belirliyorsunuz. Tabiki sırada oyuncular var. Onları da belirledikten sonra senaryonun temel çalışmaları başlıyor. Bu kişiler belirlenen mekana nasıl gelip oradan nasıl ayrılıyorlar. Aynı zamanda neler konuştuklarını da konuşma balonlarına ekliyorsunuz. Olmazsa olmazımız ise ortam müziği. Bunu da belirlediyseniz son olarak giriş animasyonunu; yani intro kısmını hazırlıyorsunuz. Bunca zahmetten sonra oturup keyifle sanat eserinizi seyrediyorsunuz. Eeee bunu başkalarına seyrettirmek mümkün mü diyenlere cevabım tabiki evet olacak. İyi eğlenceler.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060920.asp
ISSN: 1303-8923
20 Eylül 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com