Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.061

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 29 Eylül 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Aman çoraplar karışmasın!

Merhabalar,

Sabah sabah sen beni güldürdünya Allah'ta seni güldürsün be bakanım. Fotografı görür görmez aklıma bizim oğlanı anaokuluna teslim edişimiz geldi. Bir koca ıvır zıvır listesi verdiler elimize, gittik hepsini aldık. "İyi de herkes alıyor aynı şeyleri karışmaz mı?" dedik, "Elbet karışır, hepsine çocuğunuzun ismini yazacaksınız ya da etikete yazıp yapıştıracaksınız." dediler. Giysilerine isimler işlendi, ayakkabıdan kalemtraşa herşeyin üzeri yazıldı. Neden? Aman çocukların eşyaları birbirine karışmasın, sonra arada husumet çıkıyormuş diye. Hatta sonlara doğru sıkılıp oğlanın donunun üstüne tank resimleri falan da çizmeye başladığımı hatırlıyorum. İşte tüm bunlar aklıma gelince gülmekten helâk oldum. Eee, çocuklar koşup oynayıp terler, üstünü başını değiştimek gerekir değil mi? Sayın bakanım da, mübarek bir görev vesilesi ile, 5 vakit çıkardıkları çorapları kaybolup onun bunun ayağına dolanmasın diye üstüne adını ve dahi ünvanını yazdırmış. İşte, sorumluluk, şahsiyet, tutumluluk, şahsi çamaşırlarını devlet işlerine karıştırmama diye ben buna derim. Varsın eğitim Allah'a emanet olsun, amma sayın bakanımızın çorabı zinhar kaybolmasın ve hatta kim olduğu unutulursa kimliği çorabından anlaşılır olsun. "Atın atın eskimiş çoraplarınızı atın, özel yapım ayakkabı içinde çelik çorapları geliyorrr." Hatırladınız mı?

...

Yağmur mevsimi başladı benim de bayramlık ağzım açıldı. 10 dakikalık yağmurda göle dönen, daha 15 gün evvel asfaltlanmış yolları görünce başkanlara hatır sormamak elde mi? Belediye yağmur suyunu dökecek yer bulamaz, bulduğu yerler artezyen gibi 1 metre yukarıya su fışkırtır da insan sessiz kalabilir mi? Ofisten çıktım eve dönüyorum, iftar vakti millet usul usul yağan yağmurda koşuşturuyor. Yol kenarındaki su birikintilerine girmemek için özen gösteriyorum. Zira birini ıslatmaktan oldum olası nefret ederim, dahası çok utanırım. Marmara Üniversitesi karşısındaki durağa geldim, önümde bir minibüs var, hızım 10 km var yok. Sağ ön tekerlekten "cloblck" diye bir ses duyunca başımı gayri ihtiyari sağa çevirdim. Duraktaki bir genç kotundan akan suları bir yandan temizlerken diğer yandan bana giydirdikçe giydiriyor. Haklı ama. Camı açıp özür dilemekten başka birşey yapamadım. Oynayan bir lögar kapağının kurbanı olduk ikimiz de. O bana giydirirken ben de başkanın kulaklarını çınlatmayı ihmal etmedim tabi. 1500 kişilik orduyla çiçek dikmeden önce yağmurda başına gelecekleri tahmin edip önlem alsan incilerin mi dökülürdü bay başkan? Bir de kalkmış benden yeni yeni vergiler istiyorsun. Vermeden almak Allah'a mahsustur be başkan, kulağına küpe ola.

Bu haftalık bu kadar gevezelik yeter. Hepinize az yağışlı güzel bir hafta sonu diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Düşler Satmak!

Rüyamda kendimi, kırklı yıllarda İstanbul'da kağıt helva, horoz şeker satan dedem gibi küçücük üç tekerlekli bir araba önünde görürüm kimi gece yarıları.

Düşler satarken…

Karne devirlerinde sonbaharın ilk palamut akınlarında dedemin gece dokuzlarda eve döndüğünü annemden dinlemiştim. Mavi gözlü, saçlarının kenarlarına aklar düşmüş, azcık yorgun eve balık getirmek telaşında bir adam. Kardeşleriyle annem ise elleriyle duvarda, karartma gecelerinde Hacivat karagöz oynatır babalarını beklerlermiş. Karınlarını doyurmak için...

1961'in Kasımında İstanbul Samatya' daki Hastanenin Odasına Adapazarı'ndan şaşkınlıkla giydiği iki çorabı farklı giden anneme, bu helva satıcısı yaşlı adam -belki de son nefesinde- duydum bir oğlun daha olmuş, uzun ömürlü olsun diyebilmiştir.

İşte sık sık bölünen uykularımda böyle bir camekanlı üç tekerlekli arabanın başında kendimi 'düşler satıcısı' olarak gördüğümü hatırlarım bazı sabahlar. Rengarenk paketlerde düşler dağıtan bir adam.

Günlük kaygılara, koşuşturmalara yitirip, kaybolmamaları için. Aldanıp gitmemeleri için insanlara düşler satan bir adam. Sokakta yürüyenlere, yanından geçenlere, yaklaşanlara yaşamlarının nasıl daha güzel, daha farklı ve belki de daha renkli olabileceğinin düşlerini kurmaları için küçücük bir ruloya bir şeyler yazmış ya da bir nefeste kulaklarına fısıldayabilecek sözleri olan, bunu satan bir adamcağız.

Yok öyle pazarlayan değil. Üstünde beyaz önlüğü, gözünde tel gözlükleri, azcık utangaç, azcık küskün, ancak yanına yaklaşılınca, bir ses verildiğinde ses veren. Kızgın güneşte bir yaşlı ağaç altında, rüzgar eserken, yağmur yağarken boş bir pazaryeri tentesi kenarında. Sokak başında. Usulcacık üç tekerleklisini süren.

Biraz çekingenliğini yendiğinde... "Düşler satarım" diye belli belirsiz bağıran. Karanlık çöktüğünde köşesine çekilen.

Karşılığını vermeye kalkanlara.... "Yok istemem" diyen. Bazen diyebilen.

Aldıkları düşten uyanıp, yanına gelenlere "Bak olmadı" diyenlere, üzülüp ellerini iki yana açıp ancak dudak bükebilen....

Düşün ancak onlarla, onların elinde gerçeğe dönüşebileceğini söyleyemeyen bir sessiz...

Camekanlı arabasında yeni düşler, yeniden yollara düşen,

Bir garip adamcağız.

Tıpkı yetmiş yıl önce helvası, horoz şekeri peşindeki dedesi gibi.

O yıllardan. Bugünden.

Tadı damağımda kaldı diyen var mı?

Cumhur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  KAMYONCU ALİ- I

Kamyoncu Ali'yi anlatmaya nereden başlasam, yaşamından hangi kesitleri seçip sizinle paylaşsam? Karar vermek hayli güç. Onun söylediğine bakacak olursam zaten hayatı roman. Hem de tuğla gibi kalın olanlardan. Çevir çevir oku. Ne hikmetse hayatının o her sayfasına mutlaka bir dram koyar. Kendisini dinlerseniz yaşamı acılar ve hüzünlerden oluşan kocaman bir yük katarıdır. Kendine çok çile çekmiş, birbiri ardına felaketler yaşamış, feleğin çemberinden geçmiş bir adam karakterini bütün ayrıntılarıyla oturtur.

"Sen nasıl kamyoncu oldun?" diye sorarsanız kesinlikle alacağınız cevap "Babam küçük yaşta öldü. Annem ve kardeşime bakmak, ev geçindirmek derdi bana kaldı. Geçinebilmek için her yolu denedim. Bunda dikiş tutturunca öyle de kaldım."diyecektir. Gerçek bundan biraz farklıdır. Babası, Ali'nin liseye başladığı yıl vefat etmişti. Adamcağız sessiz, sakin işinde gücünde biriydi. Devlet Karayollarında şoför olarak çalışıyordu. Kasabadaki babadan kalma birkaç parça bağın gelirini de maşına eklediğinde gül gibi geçinip gidiyorlardı. Öldüğünde kırkını yeni geçmişti. Şantiyede öğle yemeğinin ardından sandalyesine yığılıp kalıvermiş. Sessizce bu dünyadan çekip gidivermişti.

Kamyoncu Ali sanki yapılacak başka bir şey yokmuş gibi babasının ölümünü bahane edip liseyi bırakıverdi. Ölünce onlara babasından maaş bağladıkları gibi adamın birikmiş emekli keseneklerini de ailesine verdiler. Yani durumları hiç te öyle ağlanacak gibi değildi. Liseyi bıraktıktan sonra onu birkaç kez Karaköy ve Perşembe pazarında görmüştüm. Sebze, meyve satıyordu. İşlerinin fena olmadığını söylüyordu. Hatta aklında birkaç yeni iş projesi olduğunu ve büyük paralar kazanmayı düşündüğünü bile anlatmıştı. " Aradan şu askerliği çıkarabilirsem her şey istediğim gibi olacak. Askerlik işi önümü kesiyor."diyordu. Kamyoncu Ali ile ilkokulu ve ortaokulu birlikte okumuştuk. Epeyce bir muhabbetimiz vardı.

Kasabadan okul için ayrıldığım birkaç yıl boyunca onunla hiç görüşemedik. Döndüğümde ise Pazarcı Ali artık kamyoncu olmuştu. Artık eskisi kadar karşılaşamıyorduk. Tesadüfen bir gün annesi ve kız kardeşiyle çarşıda karşılaşmıştım. Ayaküstü konuştuk hasbıhal etmiştik.. Ali'nin annesi kendilerinden biraz daha geride duran mahcup bir genç kızı gösterip "Bu da Ali'nin eşi" diye arkadaşımın eşini benimle tanıştırmıştı. O yıllarda zaten şimdiki gibi insanları birbirine tanıştırmak türünden bir davranış bu günkü kadar yaygın değildi. Ali'nin eşini aynı kasabadan olmamıza rağmen tanımıyordum. Yörük Osman'ın büyük kızıymış. Annesinin elini öpüp arkadaşıma da selam gönderip yanlarından ayrılmıştım.

Annesi ve kız kardeşiyle karşılaşmamızın üzerinden beş altı yıl sonra Kamyoncu Ali ile görüşme trafiğimiz tesadüfen sıklaşıverdi. Yeni taşındığım sokaktaki kahvehane meğerse bunun Manisa'da sürekli takıldığı mekânmış. Oraya genelde iş dönüşünde bende uğruyordum. Eve kapanmadan önce kahvedeki dut ağacı altındaki masaların birine oturup çay içerek oyalanmayı seviyordum. Kahvenin müşterileri genelde uzun zamandır birbirlerini tanıyan kişilerden oluşuyordu. Oradaki en sessiz sakin kişi bendim. Henüz o insanlarla aramızda bir yakınlık oluşabilecek kadar o sakakta eskimemiştim. Herkes birbirinin oyununa takılır, birbiriyle kavga edercesine yüksek sele şakalaşırlardı. Güzel bir mekân sayılmazdı ama insanları ile sıcaktı. Kahveci genelde kimseden çay parası istemezdi. Çay parası vermeyi unutup gidersen arkandan seslenmezdi. Sonradan hatırlar da verirsen alırdı. Ama verdiğine de razı olur, itiraz edip şu kadar çay borcunuz var demezdi. Benim buraya uğramamın nedeni de zaten kahvecinin bu tavrı oldu. Ayrıca bu kahvede her çayın istediğinizde bir bardak soğuk su verilirdi. İçseniz de içmeseniz de…

Uzun lafın kısası Kamyoncu Ali ile aynı kahvehane ahalisinden olduk. O, kahveye her gün gelmiyordu. Kamyonuyla yolculuğa çıktığında ne zaman döneceği de hiç belli olmazdı. Bazen üç beş günlüğüne, bazen de on, onbeş günlüğüne yollara çıkardı. Uzun süre ortalıkta yoksa mahalleye döndüğünde daha uzun kalırdı. Her seferden dönüşünde de başından bir sürü olay geçmiş olurdu. Gerçekten anlattığı şeylerle karşılaşıyor mu yoksa başkalarından dinlediklerini mi bize anlatıyordu? Bu gün bile hala anlayabilmiş değilim. Bazen onu dinlerken neden bütün alengirli işler bu adamın başına geliyor diye düşünmeden edemiyordum. Beklide yollarda uğradığı, kamyoncuların dinlenip, yemek yediği tesislerde başkalarından dinlediklerini kendi yaşamış gibi anlatıyordu. Ama kesin olan bir gerçek vardı. Anlatırken bile olayların bir parçası oluyor, onları yaşıyormuş gibi heyecanlanıyordu.

Kamyoncu Ali'nin her konuda mutlaka bir vukuatı, mutlaka yaşadığı bir olay vardır. Diyelim ki o kahveye geldiğinde masada birisi elma üzerine konuşuyor. Onun da mutlaka elmalı bir macerası vardır. Biraz dinledikten sonra sıkılır, lafın ortasına dalar, hemen de sözü ele alıp anlatmaya başlar. "Şirketin biri soğutuculu tırlarla malı Pakistan'a göndermiş. Geri kalanını bir tır kamyonunu doldurmayacağı için benim kamyonla taşımamı istediler. Dile kolay, elmalar ta Pakistan'a gitçek. Onlar kamyonu yüklerken ben bi koşu gidip pasaportumu çıkarttım. Vize mize dendi olmadığı için işler göz açıp kapatıncaya kadar halloldu. Türkiye yollarını avucumun içi gibi biliyorum ama yurt dışına daha önce hiç çıkmamıştım. Bi yandan da korkuyorum tabii. Bu işin gecesi, gündüzü, hırlısı, hırsızı var. Neyse lafı fazla uzatmayalım: Isparta'dan kamyona yirmi ton elma yükleyip yola koyuldum.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Faik Murat Müftüler

 MuratHoca : Faik Murat Müftüler


  KOMANDO USÛLÜ AŞK

"Hadi bir cesaret
sen de taşın altına koy elini…"

Tevfik yüzbaşı, komando asteğmen okulunun yüz elli öğrencisini peşine takmış kanyona doğru adi adım yürütüyordu. Tam teçhizat donanmış öğrenciler, o günün sürprizine kendilerini hazırlamaya çalışıyorlardı. Okuldaki kırk dördüncü günleriydi ve geçen her gün eğitim amacıyla yapılan bir yığın çılgınlıkla doluydu. Alışmasına alışmışlardı; ama yine de yepyeni bir aksiyonun heyecanını zihinlerinden uzaklaştıramıyorlardı.

Doksan metre yüksekliğindeki duvar gibi uçurumdan iple inmek, on metre yükseklikten toprak zemine atlamak, kabuğunun içinde pişirilmiş kaplumbağa kebabını yemek, halattan kaymak, ip köprüden geçmek vs. vs. En zor savaş koşullarına hazırlanan asteğmen adayları, komutanlarının yaratıcılıklarına ve hayal güçlerine hayranlık duyuyorlardı.

Tevfik yüzbaşı o günkü eğitime "Aşk atlayışı" adını takmıştı. Eğitim alanlarına doğru yola çıkmadan önce öğrencilerine, "Kırk dört gündür buradasınız. Artık birbirinizi tanıyorsunuz. Bugünkü eğitim için en güvendiğiniz bir arkadaşınızı belirleyin. Hayatınızı ona emanet edeceksiniz" demişti. On kilometrelik yürüyüşün yarısında çiftler oluşmuş, canlar çoktan emanet edilmişti bile. Ama hâlâ daha bu eğitimin adının neden "Aşk atlayışı" olduğunu öğrenememişlerdi. Komutanların hiçbiri bu konuda ip ucu vermiyor, "Görürsünüz" diyerek geçiştiriyorlardı.

Tevfik yüzbaşının "Kıtaaaa! Dur!" komutuyla eğitim alanına geldiklerini anladılar. Yüz metre derinliğinde ve en dar yeri on dört metre genişliğinde bir kanyondu burası. Önceki eğitimlerde yükseklik korkularını bir nebze olsun yenememiş olsalardı, kanyonun dibine bakmaya cesaret edemezlerdi.

Yüzbaşı öğrencilerini iki gruba ayırdı. Çiftler karşılıklı grupta olacaklardı. Gruplardan birinin başına Tolga teğmeni vererek az ötedeki ip köprüden kanyonun karşısına yolladı. Gruplar karşılıklı olarak kanyonun en dar yerinin iki yakasında toplandılar. Yüzbaşı askerlere otur emri verdikten sonra o günkü eğitimlerini anlatmaya başladı.

"Arkadaşlar! Şu elimde gördüğünüz iki ipten her birinin uzunluğu sadece sekiz metre. Her iki ipin de tek başına kanyonun iki yakasına ulaşması mümkün değil. Yani uç uca eklenmeleri gerek. Ancak bu günkü eğitimimizin amacı ipleri uç uca ekleyerek kanyonun iki yakasını bir araya getirmek değil. Niyetimiz bu olsa iş çok kolay olurdu. İkisini birbirine ekler, ucuna bir taş bağlar, karşı kıyıya atıverirdik. Oysa bu günkü amacımız, askerlerin birbirlerine olan güvenini test etmek ve aralarında güven oluşturmaktır.
İpleri iki yakada birer kazığa bağlayacağız. Diğer uçlarını da çift olan arkadaşların kuşanacağı emniyet kemerlerine… Bu arkadaşlar yedi sekiz metre gerilerek kanyona doğru koşacaklar ve kendilerini boşluğa bırakacaklar. Umudumuz, arkadaşların ortada kavuşarak sirklerdeki trapezciler gibi ellerini birbirlerine kenetlemeleri ve sonra da iplerin ucundaki kancaları birbirine geçirerek arada bir ip köprü oluşturabilmeleridir. Sonra bu köprüyü kullanarak tekrar başladıkları noktaya dönecekler.
Tabii tahmin edersiniz ki yapacağınız en küçük bir zamanlama hatası veya bir anlık tereddüdünüz, çiftinizin ipin ucunda sallanıp düşmesine, kanyon duvarına çarpmasına ve sakatlanmasına neden olacaktır. İşte bu yüzden bu çalışmamızın adı 'Aşk Atlayışı'dır.
Şimdi Tolga teğmen ile Kadir üsteğmen bu atlayışı sizin için örnekleyecek. Sonra da numara sırasıyla sizlerin atlayışlarına geçeceğiz. Sorusu olan?" kısa bir sessizliğin ardından yüzbaşı sözlerini tamamladı. "Tamam o zaman. Konu anlaşılmıştır"

Tolga teğmen ile Kadir üsteğmen iplerini kuşandılar. Birer ucu kanyonun kenarına çakılmış kazıklara bağlı olan iplerin müsaade ettiğince yedi sekiz metre kadar gerildiler. Minik bir işaretleşmenin ardından var güçleriyle kanyona doğru koşmaya başladılar. İki adam kanyonun köşesine geldiğinde herkes nefesini tutmuştu. Boyları da hesaba katıldığında en az beşer metre sıçramaları gerekiyordu. İki çılgın trapezci gibilerdi. İki saniye süren uçuşlarının ardından elleri kavuştuğunda yüz elli öğrenciden bir alkış tufanı yükseldi. Tolga ile Kadir, birer ellerini sıkıca kenetleyip diğer elleriyle iplerin kancalarını birbirine takarak ip köprüyü oluşturdular. Sonra iplerden tırmanarak başladıkları kıyıya geri döndüler.

Sıra öğrencilere gelmişti. Heyecan doruktaydı. Bir numaralı öğrenci Sefa ile partneri Bülent ipleri kuşanıp başlangıç noktasındaki yerlerini aldılar. Hazır olduklarını, başparmaklarını havaya kaldırarak yaptıkları O.K. işaretiyle komutanlarına bildirdiler. Yüzbaşının çaldığı kısacık düdük sesiyle koşmaya başladılar. Sefa, Bülent'ten daha hızlı koşmuştu. Bülent'in yetişemeyeceğini düşündü. O bir anlık şüphesi adımlarının ritmini bozmuştu. Kendini yere attığı gibi ipin bağlı olduğu kazığa sarıldı. Ayakları kanyon duvarından aşağı sallanırken, göz ucuyla Bülent'in havada uçuşunu ve o andaki korkulu ve sorar yüz ifadesini gördü. Bülent'in bağlı olduğu ip gerildi. Akordu bozuk saz gibi "Zyyınggg" diye bir ses çıkardı; sonra gevşedi ve Bülent boşluğa doğru düşmeye başladı. Yarıçapı ipin uzunluğu kadar olan bir çeyrek daire çizip var gücüyle kanyon duvarına çarptı.

Arkadaşları yukarı çektiğinde Bülent'in alnı kan içindeydi. Kolunun biri omzuna yakın bir yerden kırılmış, bezden yapılmış bir bebeğin kolu gibi olağan dışı bir eklemin ucunda sallanıyordu. Kanyonun dibine vuran acı dolu çığlıklarının yankısı tüm öğrencilerin sinirlerini alt üst etmişti. Sıradaki öğrenci ile partnerinin yüzünde beliren korkulu keder, saniyede bir yutkunmalarına rağmen dağılmıyordu. İki asker, iplerin kancaları bellerine takılırken, yaşamlarındaki en romantik bakışmaya teslim olmuş gibiydiler. Birbirlerinin bakışlarına kenetlenmiş nemli gözlerinden okunan duyguya ancak aşk denebilirdi.

Sırasının geldiğini bildiğinden, o bakışmayı en net izleyen kişi ise üç numaralı asteğmen adayı, Suat'tı. O gün partneriyle birlikte başarılı bir atlayış yapmıştı. Tüm asteğmen adayları, eğitim dönemlerinin sonuna kadar bu zorlu idmana verilen ismin ne kadar isabetli olduğunu konuştular. Hepsi de aşkı tanıyorlardı ve neredeyse hepsi yaşamlarının bir döneminde ucu boş bir atlayış yapmıştı.

Akşamüzeri birliklerine dönerlerken bu inanılmaz eğitimi ve ismini tartışıyorlardı. Aşk, bir kanyonun iki kıyısına uzatılmış ip değildi. Buna ancak ilişki denebilirdi. Çiftlerin karşı kıyılardan asılıp diğerini kendi yanına çekmeye çalıştıkları, güçlü olanın zayıfı uçurumun dibine yollayacağı, düştüğünde tutamayacağı, tutabilse bile kanyon duvarına çarparak acı çekmesine engel olamayacağı bir ilişki… Gerçek aşk ise, o uçuruma korkusuzca salınmış bedenlerin kavuşup kenetlenmesiydi. Ancak, yeterli cesaret, güven ve uyum sağlanabildiğinde mümkün olabiliyordu bu. Belki de bu yüzden insanlar yaşamlarında nadiren yakalayabiliyorlardı gerçek aşkı.

Suat, askerliğinin bitiminden iki yıl sonra, bir barda bu hikâyeyi yeni kız arkadaşına anlattı. Bir hafta önce tanışmış, güya sevgili olmuşlardı; ama bir türlü bir arpa boyu bile yol kat edememişlerdi. Hikayeyi bitirdikten sonra kıza ayrılmak istediğini söyledi.

Peki kıza ne mi oldu? Aşk atlayışı yapmak yerine elindeki ipi karşı kıyıya fırlatan biriyle beraber şimdi. Asla kapanmayacak olan koskoca bir uçurumun iki yanında, tuttukları ipe var güçleriyle asılarak karşıdakini kendi yanlarına çekmeye çalışıyor ve bunun aşk olduğunu zannediyorlar. Bir gün elbet ikisinden birinin gücü tükenecek. O gün geldiğinde ya elindeki ipi bırakıp terk edecek tükenen; veya taş duvarlarında acıya kavuşacağı kanyonun dibine gönderecek ruhunu.

Faik Murat Müftüler
murathodja@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kıraathane : Yusuf Besim Doğan


SESSİZ GÜNDEM

Bazı insanlar vardır; fikirleri, işleri güçleri ve hatta fiziksel mesafeleri ayrı bile olsa birbirlerini çekerler, doğal bir duygudaşlık kurulur aralarında. Kuşkusuz terside vardır; aynı kafa yapısına hatta aynı dünya görüşüne ait bile olsanız bir başka insanda aynı çekimi bulamazsınız. Hani kanım ısındı veya ısınmadı deriz ya…

İstanbul Üniversitesi'nin Bayazıt'taki ana kampusünü bilenler bilir. Ayrı bir havası vardır o kampusün. Hele okulların açıldığı ekim ayının kızıllığında, içindeki çınar ağaçlarının dökülen yaprakları ve aptal ıslatan yağmurlarında kim bilir kaç aşk yaşandı. O kampusün bahçesinin müdavimleri olurdu; kediler… Hele el ele tutuşan aşıkların arasına giren kara kediler az biraz ürkütürdü onları ama her kes bilirdi araya kara kediler giren aşkların tadını tuzunu.

Ön bahçeye diğer otomobillerden ayrı bir araba park ederdi. Galiba 67 model külüstür bir opeldi. İçinden insanın burnunun direğini sızlatan inanılmaz bir koku yayılırdı. Aracı ilk gören birisi, sanırım bu aracın yürümediğini terkedilmiş olduğunu ve pislik nedeni ile koktuğunu zannederdi. Ama bilenler bilirdi ki o otomobil Prof. Dr. İsmet Sungurbey'indi ve gelen kokuda kedilerin yemeği ciğerden geliyordu.

Sungurbey benim dönemimde tek numaralı öğrencilerin Medeni Hukuk ve Borçlar Hukuku Kürsüsü başkanı idi. Benim Kürsüm Prof. Dr. Hüseyin Hatemi'nin de dahil olduğu Prof. Dr. Necip Kocayusupaşa Kürsüsüydü ama işte o otomobil ve bagajından yayılan kokular beni ve benim gibi düşünen öğrencileri ona doğru çekerdi. İ.Ü. Hukuk Fakültesinde Kürsü Başkanı olup ta büyük şirketlerimizin hukuk danışmanlığını yapmamak olur mu? Olur, İsmet Sungurbey pek o işlerle ilgilenmezdi. Varsa yoksa kedileri… İsviçrelilerin İsviçre Medeni Hukukunu en iyi Sungurbey bilir dedikleri, ciltlerce araştırmanın ve literatürün sahibi Sungurbey… Her gün sabahın dördünde kalkıp kedilerine yiyecek hazırlar üniversitedeki işine gelinceye kadar İstanbul'un çeşitli semtlerindeki yaklaşık beş yüz sokak kedisine bunu dağıtır, geri kalanlar da okulun bahçesindeki aşk şahidi kedilerin hakkı olurdu. Bununla da yetinmedi dokuz yüz küsur sayfalık bir araştırma: Hayvan Hakları Kitabını yazdı. Pek kimse ismini duymazdı. İnsanlara insan gibi davranmayı bilmeyenler medyamızca panterleştirilir, showlar yaptırılır, hayvan hakları sorunları sirk malzemesi yapılırdı.
Sessizce içindeki sevgiyi emeğe döktü Sungurbey… Belki insanların ikiyüzlülüğü itmişti, belki başka sebepler ama hangi sebeple olursa olsun hiç kesintiye uğramadı bu sevgi.
Sungurbey kedileri yemek verirken onları gözlemlerdi, huylarını suylarını bilirdi. Mesela şu sarı var ya o şöyle yapar böyle yapar, şu beyaz her şeyi yemez, beriki seyredilmeyi sevmez… Sungurbey gene sessizce hakkın rahmetine kavuştu arkasından binlerce sayfa eserler bırakarak. Birde boynu bükük kediler ve öğrenciler… Allah rahmet eylesin binlerce teşekkür emekleri için.

Muazzez İlmiye Çığ, dile kolay tam 55 yılını bilime adadı. Sümeroloji ve Hititoloji'nin dünyaca tanınmış bilim kadını. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde tam 33 yıl çalışmış.74.000 tabletlik çivi yazılı belgeler arşivi oluşturmuş bunları incelemiş sessiz sedasız. Biz bilmiyoruz dünya tanıyor. Büyük Sümerolog Kramerin öğrencisi. Karamer, benim kitabımı Türkçeye sen çevir diyor. Çığ, ben kırkımdan sonra İngilizce öğrendim diyor. Kramer olsun diyor takıldığın yeri kendi bilginle yaz diyor senin bilgin daha fazla. 13 Kitap yazıyor Çığ ve "Vatandaşlık Tepkilerim" kitabında " Çoktanrılı olan Sümer dininde, özellikle büyük tanrıların mabetlerindeki isteyen kadınların kutsal görevlerinden biride tanrının gelini olarak genel kadınlık yapmak. Diğer rahibelerden ayrılması için de başlarını örtmeleri gerekirdi" " Çok sonra İ.Ö. 1600'lerde Asur Kanunlarında evli ve dul kadınların da başlarını örtmesi şart koşularak, yasal seks yapan mabet fahişeleri gibi kabul edilmiştir." Diyor. Sonrasında- işte tartışma yaratan şekilde- bu geleneğin sonrasında Yahudi Kadınlara, sonrada İslam kadınlarına ve hatta Hıristiyanlıkta rahibelere uygulandığını iddia ediyor. Bunun doğru olup olmaması ayrı bir bilimsel tartışma konusu ama bunları yazdı diye 92 yaşında sanık sandalyesine oturtuluyor. Bilumum fikir suçlarından TCK 216 ve 125, 301 vs. Hiç duyduk mu?

Av. Behiç Aşçı, açlık grevinde, sanırım 122 kişi ölüm orucunda öldü. Cezaevlerindeki koşullar düzeltilsin diye yaklaşık dört buçuk aydır açlık grevinde her günde ölüme yaklaşıyor. İsteği sadece Adalet Bakanı konuya duyarsız kalmasın ,sesimizi dinlesin; üstelik talepleri sadece siyasi mahkûmlar için de değil. Bir müzakere şartı bile ileri sürmüyor. Behiç'in fikirlerine ve yöntemine katılmıyorum ama sonsuz saygı duyuyorum. Behiç ne anlatmak istiyor diye kaç medya kuruluşu konuya duyarlılık gösterdi?

Gündemin sessiz üç kişisini yazdım. Aslında tarihi sessiz ve isimsiz insanlar yazar. Kastamonu önlerinde esen tipide mermiler ıslanmasın diye battaniyeleri mermilerin ve bebeğinin üstüne örtüp kağnıyı çeken ve taşıdığı kutsal emaneti yerine ulaştırıp oracık ta donup ölen kadınlarımızın tarihidir İstiklal Savaşı… Onların pek isimlerini bilmeyiz. Serüvencidir onlar, umutlarını ve aşklarını unuturlar. Acıyla, emekle ve ölümle yoğrularak bize bırakılan bu ülkenin bu insanların - fikirlerine katılmasak dahi- kıymetlerini bilelim. Çünkü onlar isimsiz ve sessiz namus işçileridir.

Büyük aşklar yolculukla başlar
Ve serüvenciler düşer bu yollara ancak

Onlar ki dünyanın son umudu
Soyları tükenen birer çılgındılar

Ne bir adresleri vardı yeryüzünde
Ne de aşktan başka sığınakları

Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki

Nerede beklenirse oradaydılar
Bir kez bile gecikmediler ömür boyu

Neydi onları oradan oraya
Savurup duran şey

(…)

Ki onlar yalnızdır ve her nasılsa
Bulurlar heder olmanın bir yolunu

Onlar ki bu dünyada
Kahraman olmaya mahkûmdurlar (*)


Başka ne demeli bilmem ki…

Yusuf Besim Doğan

(*) Ahmet Telli, Soluk Soluğa adlı şiirinden.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Çelişkiler Dünyası

Dünyaya bir isim vermeye kalkınca aklıma bu isim geldi. Zaten dünya da; bir büyük çelişkiler yumağı değil mi ? Çetrefilli ilişkiler veya işler. Bir tarafta leşler, keller, keleşler ve kalleşler diğer yanda delik deşik kilerli çilekeşler. Bir yanda rant uğruna şikeli ilişkiler, diğer yanda amortiden umutlara bile bel bağlanılan çekilişleri bekleyen çileliler. Klişe konuşan kişiler, şekil şekil keçiler, birbirleriyle dışlı içliler, göbekten ilişikler, doğuştan çişliler. Çelişikler.. Perhiz ve lahana turşucuları..

Bunlar; insanlıktan dem vurup, savaşmak için didişenlerdir. "Savaştan sonra biz inşa ederiz" diye tekme tokat işe girişenlerdir. "Barışık dünya için buruşuk dünya" sloganı uğrunda çalışan birleşik kişiliklerdir. Dünyayı şekil şekil deşenlerdir, leşle beslenen çişlilerdir. Barış için görev yapan Birleşmiş Milletleri kurup, savaş için çalıştıran inatçı keçilerdir. Çilekeş insanlar yaratıp, delik deşik midelere insani yardım konusunda birleşenlerdir. "Bu duvara ilan yapıştırmak yasaktır" diye ilan asanlardır. Veya; "Şekerim azıyor" diye çayına tatlandırıcı atıp rant kapılarında ballı börekleri, reçelli çörekleri lüpletenlerdir. Çelişirler...

Globalleşen dünyanın çelişkileri olur da bundan nasiplenmek isteyen yerli işbirlikçileri olmaz mı ? Öküzün altında buzağı aramanız gerekmez onları görmeniz için. Onlar da aynı çelişkilere sahiptir. Onların da bir tarafı "Kalk gidelim", öbür tarafı ".ok yeme otur" ruh halindedir. Buradaki çelişki daha da psişik bir durum arzetmektedir. Zira; akıl, sır ermez yaptıklarına. Örneğin; "Kalk gidelim" halet-i ruhiyesinde, gerçekten de kalkıp gidecek güçleri bulunmaz. Zira güçleri ".ok yeme otur oturduğun yerde" sözüne karşı sökmez, oturuverirler. Sonraki demeçlerinde de; "Ben, zaten kalkıp gitmeyi hiç düşünmemiştim" gibi laflar ederler. Ya da; "Eskiden olsa giderdim, ama şimdi değiştim" derler. Derler demesine de ancak çocuklar bu söylemleri yerler. Çelişirler...

Örneğin bunlar; "Türkiye, bu adamlarla ittifak yapmalıdır. Son islam devletini, hilafet makamını ve onun müesseselerini ortadan kaldıran ve yegane politikası islama düşmanlık ve onu yok etme esası üzerine kurulan bu zihniyet ve otoriteye karşı girişilen tüm isyan ve başkaldırıları aslında alkışlamak gerek. Türkiye olarak adlandırılan ve yaşamakta olduğumuz bu ülkenin sınırları da islamın düşmanları tarafından Lozan'da belirlendi. Misak-ı Milli ile çizilen sınırlar hiçbir anlam ifade etmez" diye kitap yazarlar. Sonra da;

"Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma.. "

diye başlayan yemin ederler. Biraz sıkışınca da "Misak-ı Milli'yi savunuyorum, değiştim" derler. Çelişirler...

Örneğin; Danıştay faciasından sonra kafaları karıştıran bir yığın laf ederler. Neredeyse; adamın yaptıklarını normal bir tepki olarak nitelerler. "Aman canım, Danıştay da türban konusunda o kararı vermekle hata etmiştir" demek isterler. Ama dilleri varıp bir türlü söyleyemezler. Anayasa'nın 301.maddesini "Muhalefet destek verirse değiştirelim" derler, "Söz verdiğiniz gibi dokunulmazlıklara da dokunalım, paket halinde değiştirilecek ne varsa değiştirelim" önerilerine de; "Ne alaka canım, biz değiştirmek isteseydik önce Anayasa'ya "Bu devletin rejimi ılımlı islam olup değiştirilmesi teklif dahi edilemez" maddesini koyardık, hıh !" diye söylemek isterler ama söyleyemezler. Dokunulmazlıkları gündeme geldiğinde dokunaklı laflarla geçiştirirler. "Mazimiz dokunulmazlıkların kaldırılmasına engeldir" diyemezler. Bunlar ayrıca;

"Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyet'e ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma..."

diye yeminlerine, inanmaya inanmaya devam ederler. Çelişirler...

"Evlatlarımız birer birer ölüyor, vatana helal olsun demek ağrımıza gidiyor" gibi sözlere; "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, ille de yatacaksanız kantin görevlisi olun, evci olarak ailenizin yanına çıkın, yatacaksanız orada yatın" dediklerinde kimse onlara;
"Toplum önünde küçük düşürülmesine, şahsiyet haklarının ağır suretle ihlal edilmesine, toplumun kin ve nefret duygularına maruz kalmasına sebebiyet verdiği, manevi şahsiyetinde telafisi güç zararlar meydana getirdiği, duyduğu acı, elem ve ıstırabı bir nebze olsun hafifletmek için bilmem kaç bin YTL manevi tazminat talebi" dilekçesi vermez. Onlar verirler. Çünkü; tek taraflı çalışırlar, eleştiriye tahammül edemezler, dokunulmazlık zırhının ardına sığınıp; "Kofi Annan'ı da al git !" derler. Üstelik;
"Toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim." diye inanmadıkları yeminlerini bitirirler. Çelişirler...

Nasıl düzelir bu ilişki,
Sana olan aşkım tükenmişken,
Beni mahvetti bu çelişki,
Ayrılmam lazım senden...


diyor Gülşen... "Tez zamanda" diye ekleyesim geliyor, ama "Yek başına olmaz ki !" diyen bir sesle çelişiyorum kendi kendimle...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Leenane'in Güzellik Kraliçesi
(İlk Oynanış: 9 Mayıs 2000)


Yazan: Martin McDonagh
Türkçesi: Sevgi Sanlı
Reji: Cüneyt Çalışkur
Dekor: Ethem Özbora
Kostüm: Serpil Tezcan
Işık: Önder Arık
Oyuncular: Sumru Yavrucuk, Rüçhan Çalışkur, Hakkı Ergök, Yurdaer Okur

Marmara Üniversitesi İletişim Ödülleri
En Beğenilen Oyun
En Beğenilen Kadın Oyuncu
Magazin Gazetecileri Derneği

En İyi Kadın Oyuncu
2001 (5.) Afife Tiyatro Ödülleri
Yılın En Başarılı Prodüksiyonu
Yılın En Başarılı Yönetmeni
Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu
Yılın En Başarılı Yardımcı Kadın Oyuncusu
Selim Naşit Özcan 2000-2001 Lions Tiyatro Ödülleri
En İyi Sahne Tasarımı

Tiyatro yazılarının açılışını zor ama çok başarılı bir oyunla yapmak istedim. Leenane'in Güzellik Kraliçesi ile...
Tiyatronun büyüsü bir kez daha sardı beni. Umutsuzluk, bezginlik, bağlılık ve delilik sahnedeydi. Bir çemberin içine hapsedilmişlik duygusu dolanıyordu etrafta, çığlıklar atarak.
Annesi ile yaşayan Morin, hayatından sıkılmış, bıkmıştır. Hazır çorba, yulaf lapası ve çay! "İyi kızlar erkeklerle gezmez Morin!" Yirmi yıl öncesinden çıkagelen Pat ile heyecan sahneye çıkar.
İrlanda'nın soğuk rüzgârları sahneden inip yüzümüzü yalıyor, umut öykülerinde kendinden bir parça bulan tüm hayal dünyası konuklarının…

Başlangıçta, kendi buhranlarımdan bir parça görüyorum diye düşündüm açıkçası. Mutsuz zamanlarım karşımda duruyordu sanki… Ama ilerledikçe zaman, kendimi çok büyüttüğümü anladım kendi gözümde. Sahnenin ortasında kanlı canlı bir tutku duruyor, uzanıp dokunuverecekmişiz gibi, nefes alıyor. Duyuyorsunuz soluğunu… Sumru Yavrucuk'un 5. Afife Tiyatro Ödülleri'nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü alması tesadüf değil. Mükemmel bir oyun sergiliyor sahnede Sumru Yavrucuk. Anne oluyor, evlat oluyor, genç oluyor, yaşlı oluyor, kadın oluyor, umut oluyor, masumiyet oluyor, şehvet oluyor, heyecan oluyor, gerilim oluyor… Velhasıl hayatın ta kendisi oluyor Yavrucuk.

Belli bir yaşın - olgunluk diyelim haydi - altındakilere önermiyorum bu oyunu; bir oyun izleyelim, keyifli olsun, neşemizi bulalım diyenlere önermiyorum; dinlenelim huzur bulalım diyenlere ya da… Bu oyun sizi rahatsız edecek, oturduğunuz koltukta huzursuzca kımıldayacaksınız sıkça, merak edecek, üzülecek, düşüneceksiniz.

Tutku ile bağlılık arasındaki sınır ne kadar ince? Yolun hangi tarafına ne zaman geçip bağlılıklarımızın tutkuya dönüştüğünü görürüz? Başkalarının tutkuları boğar mı insanı? Özgürlüğünüzün bedelini ne ile ölçersiniz? Karşılıksız yapıldığı düşünülen iyilikler ne zaman batmaya başlar insanın yüreğine? Kendi hayatını engellediğini düşündüğü zaman mı yoksa? Alışkanlıklarımız mı bizi sevdiklerimize bağlayan?

Bütün bu soruları geçirdim aklımdan ben, Leenane'in Güzellik Kraliçesi'ni izlerken. Rahat bir seyirlikti diyemem, ama muhakkak izlenmesi gereken bir seyirlik.

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.158 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


yelena yaroslavia

sarhoş gecelerimizin kızıl Cermen'i
raksa başladı mı kirpik uçlarında
zehirli sarmaşıklarda boğulur aşklar
ve bir el çırpıntısı yankılanır suskunluklarda
emrindeki yürekler bir bir durduğunda
kırmızı bir utangaçlığa bürünür geri kalan zaman

sevişmelerimiz…
bir türlü susuzluğumuz geçmez
kana kana içtiğimiz şarap köpürtüsünde…
ışıkları değiş tokuş ediyor artık ateşböcekleri
"şeyleşme" sevişmelerde yok oluştur.
şaşkın bakışlar
dokunuşlar
öpüşmeler
ve şiir…
ve ay ışığı...
müşteki bir yabancılaşmadır artık aşk.

birden siyahî kestane saçların dolanır göğsüme
hayali bir med cezirde nefes nefese
raks eden yakamoz sevdasıdır saman sarısı
ve sular susup pustuğunda
buğday yakısı sarar paslı kumsalı
sanırsın ki ruhunu sarmalayan sarsıntı
denizin siyahi salınmasıdır.
ve sözler…
artık kifayetsizdir sus!
sen yoksun
yoksul hasretlerde susuz ıslaklıktır suskunluk…
mutluluk sıska bir çocuk

servilerim fısıldadığında seni
yalnızlığımın isyan mezarından geçecek
kısık gözleriyle ıslık çalan
sıska çocuk

Ömer Faruk N.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Ramazan geldi hoş geldi... Sizlere iftariye isimli bir program için kısayol sunuyorum. http://www.yenidownload.com/program.asp?id=13036 ıftariye, özellikle Ramazan günleri oruç tutanlar için çok yararlı olabilecek bir program. iftar'a ne kadar zaman kaldığını her an öğrenebilirsiniz. Bunun için bulunduğunuz şehrin plaka kodunu girmeniz yeterli, program iftar vakti, tanımlanmış bir programı çalıştırabilir, yada bilgisayarı otomatik olarak kapatabilir. Programda bir de imsakiye bulunuyor....

Gün içinde oruçlu veya oruçsuz tüm boş vakitlerinizde oyun oynayabilmek için http://www.shockwave.com web sayfasını ziyaret edebilirsiniz. İster online olarak, yada isterseniz bilgisayarınıza indirip istediğiniz her zaman oynamanız mümkün olan bu orjinal oyunlardan mutlaka beğeneceğiniz bir tane vardır.

Yemek seçiminde zorlananlara bol yemek tarifli bir web sayfası http://www.yemekyapye.com Mesela: Peynir ceviz sosu tarifi: ince doğranmış sarımsağı ceviz ile zeytinyağında az kavurun,doğranmış maydanozu ekleyin 2 dakika daha kavurun, beyaz peyniri ekleyin bir kez çevirip ocaktan alın, makarna sosu olarak kullanın...

Yemek yapmayı sevmeyen yada vakti olmayanlara ise http://www.yemeksepeti.com Şimdilik Ankara, İzmir, Antalya ve İstanbul'da ama umarım yakında tüm Türkiye'de.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060929.asp
ISSN: 1303-8923
29 Eylül 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com