UNUTMADIK!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.085

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 10 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler


 


   Ne dediler? O ne dedi?

Posta Kartı olarak yollamak için tıkla
10.Yıl Nutku'nu izlemek için...W.Media
10.Yıl Nutku'nu dinlemek için...

• Kemal Atatürk'ün ölümünün 25. Yıldönümünü anma törenine katılabilmekten şeref duymaktayım. Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir akseri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır.

Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilân ve o zamandan beri koruması, Atatürk'ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği derin ve geniş inkılâplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur.

John F. KENNEDY
A.B.D. Başkanı, 10 Kasım 1963

• Türk milleti'nin özgürlük ve Türkiye'nin millî kalkınması için çetin mücadelelere adı karışan Kemal Atatürk'ü memleketimiz çok iyi tanır. Atatürk Türk Milleti'ni, kışkırtıcı kuvvetlere, emperyalistlere ve silah zoru ile Türk Milleti'ni ezerek memleketi büyük devletlerin bir sömürgesi haline getirmek isteyen gerici kuvvetlere karşı savaşa girmesi için uyandırmıştır. Yakın ve Orta Doğuda ilk Cumhuriyet, doğuşunu O'na borçludur. Bu Cumhuriyet, birçok milletin ulusal özgürlük hareketlerine ışık borçludur. Bu Cumhuriyet birçok milletin ulusal özgürlük hareketlerine ışık tutmuştur. Atatürk'ün kutsal saydığı emperyalizmle savaşını, yalnız Türk Milleti değil, diğer doğu ülkeleri de takdirle karşılıyordu. Türkiye'nin yüzyıllık geriliğinden kurtulması için Atatürk pek çok şey yapmıştır. Gerçekleştirdiği reformlar memleketin ekonomik hayatının, sinaî tarımsal kalkınmanın hızla ilerlemesini hedef tutmuştu. Atatürk yönetimi zamanında, Türkiye'nin milletlerarası otoritesi yükselmiş ve memleket, dünya siyasetinde önemli rol oynamaya başlamıştır.
N.S. KRUSHCEV
Sovyetler Birliği Başkanı, 10 Kasım 1938


• Tarihte büyük bir diplomatın veya ünlü bir kumandanın hayatını okuduğumuz onun yüzünü, sözünü, bakışlarını hayal etmekten zevk duyar ve kendi kendimize: "O'nu görsek ve tanısak ne iyi olurdu." Deriz. "Bugün Türkiye'nin yazgısını yöneten büyük diplomat, büyük asker ve büyük inkılâpçı Kemal Atatürk'ün heyecanlı hayatını yıllar geçtikten sonra hayranlıkla öğrendikleri zaman, hiç kuşkusuz çocuklarımız da böyle düşüneceklerdir. Ateşli bir inkılâpçı olduğu için haftalarca sultanların zindanlarında yatan, kumandanlık yaptığı zaman galip gelerek ülkesine bağımsızlığını kazandıran, Devlet Başkanı sıfatıyla Cumhuriyet'i ilân edip kurumlandıran Atatürk'ün hayatı elbette ki heyecanlıdır. ... Fakat Kemâl Atatürk'ün karakterinin bir cephesini göstermek itibariyle bir noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu. Birdenbire durdu: -Görüyorsunuz ya, dedi: birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum." Cesaret ve zekâsından başka yüreği bu kadar yüce olan böyle bir Şef'in, yurdu için mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?...
George BENNES
Paris, Vu Gazetesi - 1938


• Biz, O'nun gövdesine tapan bir putperest değil, ölmez eserine ve mânasına bağlı bir şuuruz. Çünkü O, kendi vücuduyla beraber kaybolacak fâni bir milletin değil, kendi mânasıyla beraber yaşayacak ebedi bir milletin yaratıcısıdır.
Peyami SAFA

• Hiçbir baba yetimlerine Atatürk kadar zengin ve ölümsüz miras bırakmamıştır. Bu gün, Türk vatanı denen toprakta yaşayan bütün insanlar O'nun zekâsından, aşkından, enerjisinden kopmuş parçalardır.
Reşat Nuri GÜNTEKİN

• ...
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.
....
Nazım Hikmet
Kurtuluş Savaşı Destanı (Kuvayi Milliye)


• Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes sana karşı çıkacaktır, önüne sonsuz engeller yığacaklardır, fakat sen bunlara dayanıklı olacaksın. Kendini büyük değil, küçük, zayıf, kimsesiz ve araçsız kabul ederek, hiç kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak, bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana "büyüksün" derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin.

6 mesaj var. Ata'ya mesaj Yaz / Oku

Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  BUGÜN 10 KASIM ATANI İYİ HATIRLA ve RAHMETLE AN !

Ninem bu!
Hatırlayıp da hırslanmamak ne mümkün derdi. Gözlerini anlatacağı masalın tam ortasına kilitlerdi.. Sağ elinde tuttuğu bastonuna inad daha bir diklenirdi ileriye ileriye. Sanki anlattığı masalda geçen tüm düşman güçlerini karşısına almış gibi öyle tek başına diklenip anlatırdı..
Küçük Mustafa'sını ve kardeşi Zübeyde'yi düşündü...
İstanbul'u Beşiktaşdaki evlerini ve düşman askerlerinin o zaman nasıl kuşattığını.. Tophane rıhtımındaki düşman gemilerinin kapkara toplarını kıyıya nasıl çevirdiklerini ve şehri nasıl istila ettiklerini hatırladı ve gözleri dolu dolu oldu.. Zübeyde hanım,günlerdir evine uğrayamayan oğlunu düşünüyormuş ne yapsındı ana yüreği.. Oğlu Mustafa Kemal Şişli'deki evde arkadaşlarıyla önemli toplantılar yapıp kararlar alıyormuş o sıralarda.. Ana şefkati işte, her zaman için bu toplantılardan gizli buluşmalardan çekinirmiş ürkermiş..

Ya başlarına bir şey gelirse diye? Oğlunu padişaha devlete karşı geliyor diye tutuklayıp öldürürlerse? Az beklememişti savaşlardan, sıcak çöllerden dönmesini yüreği ağzında oğlunu umutla.. İçinden dua etmekten başka ne yapabilir di o günlerde oğluna ve arkadaşlarına. Bu toplantılardan da yüzünün akıyla çıkmasını bilirler elbet diye şükürler edermiş elinde tespihiyle... Vatanı kimseye, asla teslim etmezler benim çocuklarım diye mırıldanırmış.

Günlerdir yine oğlunu göremeyen Zübeyde hanım kuşlardan çiçeklerden evvel uyanmış o güne... Her zaman başına örttüğü beyaz tülbentini eliyle çekiştirerek bir yandan da sabah ezanını dinleyerek abdest almak için uzanmış musluğa.. Namazını yeni bitirmiş ki çalınan kapıyı kızı Makbule açmış...

Zübeyde hanım oğlunu paşa üniformaları içinde dimdik karşısında görünce hem sevinmiş, hem de oğlunun bir yerlere gitme hazırlığının tamam olduğunu ve işin ciddiyetini anlayınca çaresiz üzülmüş..

Oğlunun bir an önce anadoluya geçmek istediğini zaten biliyormuş kendiside. Padişah III.ordu müfettişi olarak oğluna görev vermiş çünkü. Üzüntüsünü belli etmemeye çalışarak; Yolculuk ne zaman paşa oğlum? Diye sormuş..

Bugün anacığım, dün Yunan İzmir'e girmiş rıhtıma çıkar çıkmaz yaptıkları ilk şey Türk askerlerini ve albay Süleyman Fethi bey'i şehit etmek olmuş.. Onun için bir an önce Samsuna varmamız gerek..
- Ne zaman dönersin peki a oğul?
- Dönmek mi? Benim için dönmek yok, ölmek var artık canım anam! !

Ninem hiç unutmuyordu o günü Mustafa'sını Makbule'sini ve kardeşi Zübeyde'yi. 16 mayıs 1919 da ayrılmışlar.. Ana oğul üstelik en uzun ayrılışlarından biri olacakmış.. Karadeniz'in hırçın dalgalarıyla boğuşan Bandırma vapuru gibi olmuştu, anlatırken sanki ninem... Gündüzleri kıyıya yaklaşan,geceleri ışıklarını söndürüp hedefine açılarak güçlükle yol alan.. Pusulası bozuk ama hedefinden şaşmayan bir ilerleyişmiş bu.. Kayalara çarpmak, düşman torpidosuyla batırılmak, bunlar da an meselesiymiş...

Mustafa Kemal Paşa, yanındaki on sekiz subay ve asker arkadaşlarıyla 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun' da Anadolu topraklarına ayak basmış... İlk iş apoletlerini söküp III.Ordu müfettişliğinden ve askerlikten ayrıldığını ilan etmek olmuş..
Halktan biri gibi, halkla birlikte kurtuluş savaşını örgütlemeye girişmiş..
İşte böyle evlatlarım...
Üzerinde özgürce yaşadığımız ama malesef özgürlük adı altında sevgisiz saygısız onursuz rezilce yaşanılan bu vatanı ve bu bayrağı Cumhuriyetimizi büyük Atamıza ve silah arkadaşlarına borçlu değil miyiz ? Kanlarını canlarını feda edip ruhlarını teslim eden bu yiğit evlatlarımıza şehitlerimize borçlu değil miyiz ?
Diyeceksiniz ki şimdi; Ninecim bunları neden anlatıyorsun bize ? Bunların hepsini tarih kitaplarında yazıyor bizde okul sıralarındayken okumuş öğrenmiştik ne gerek var ki şimdi bunları bize anlatmaya?
Peki o zaman neden unutuyorsunuz çocuklar ? Neden unutuyorsunuz o zaman! Kanımız, canımız her şeyimiz olan vatanınımızı bayrağımızı kimden ve nasıl teslim aldığımızı?
Atalarımız kime emanet etti bu güzelim yurdumuzu? Haydi geliniz şimdi son kez yaşayacağımız pişmanlığımızla ellerimizde dua çiçeklerimizle onları bir kez daha okuyacağımız fatihalarla rahmetle analım.. Ruhlarını şad edip, amin diyelim... Ne duruyorsunuz çocuklar ne duruyorsunuz daha?

BUGÜN 10 KASIM ATANI ÖYLE HATIRLA ve RAHMETLE AN !

Her ölen şehit olabilseydi keşke! ! !

Ninem haklı olarak dellenmişti elinde ki bastonuyla gideceği yönü hiddetle göstererek, doğru anıtkabire şehitliklere diyordu ...
Adımları yaklaşırken de söyleniyordu sesli sesli ve arada tövbeler ederek kendi kendine ve diyordu ki !

Her bağın üzümü bal olmaz.
Bazen dil yılan, söz zehir olur, bu olmaz.
İnsan olan dost olur, düşman hiç olmaz.
İşine gelince dost, sonra sokup kaçmak hiç olmaz!

Dua çiçeklerimiz fatihalarımız seninle ve bütün şehitlerimizle..
Ama vicdanımızı sakın sorma sen rahat uyu ATAM..

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,259,259,259,259,259,259,259,259,25
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  "İyi"

Yarın Bülent Ecevit sonsuzluğa uğurlanıyor. Sanki bir gazete, dergi köşe yazarıymışçasına, bu Cuma Yazısının ona ayrılmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüp, kendi kendimi zorluyorum. Oysa böyle bir yazıyı yazmak bir türlü içimden gelmiyor! Yok, yalnızca zorunluluktan hissedilen bir sıkıntı değil bu.

Birçoğunu hakettiğini düşündüğüm iyi şeyleri-hele bir ölünün ardından- söz edememek için nasıl bir kafa karışıklığına sahip olmam gerekir ki?

Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştiğinde- henüz onüç yaşında bir çocuk- babamın görevi gereği Ağrı'daydım. Aralarında olasılıkla Kürt kökenlilerinin de bulunduğu binlerce gencin kentin girişinde Askeri Birliğin Komutan Binası önündeki anıtı çevreleyip, bazen üstüne çıkıp onun kırılmasına da yol açarak "Paşa bizi askere al, Paşa bizi Kıbrıs'a gönder!" diye bağırdıkları bugün bile kulaklarımda. Kıbrıs'ta yıllar yılı yaşanmış olan haksızlıkların, acıların son bir oldu bitti ile en üst noktaya taşınmasına Türkiye sessiz kalmamıştı.

Atatürk'ten sonra başımızın öne eğilmediği, haniyse ilk ve tek çıkışın mimarını nasıl unutabilirsiniz? Nasıl?

Ülkenizde ne içeceğinize ve ne yiyeceğinize karışanların, ne ekeceğinize de karışmasına Mustafa Kemal sonrası ilk ve tek ses çıkaran yöneticinin doğal olarak bir zamanlar halkının sevgilisi olduğunu nasıl unutabilirsiniz? Nasıl?

Yıllardır üzerine tek bir kişisel maddi şaibe bulaşmamış, kitap okuyan, şiir yazan bir politikacının bir zamanlar sizin ülkenizde de Başbakan olduğunu, olabildiğini; ondaki insan sevgisinin ne kadar da elle tutulur biçimde ülke sevgisini doğurduğunu, onu taçlandırdığını nasıl unutabilirsiniz? Nasıl?

Her türlü ayak oyununa, dar kişi ve parti hesaplarına, kurtlar sofrasına belki de tek başına direnerek, en umutsuz olunduğu anda, ülke için hala umut yaratılabileceğinin, bu umudu gerekirse bir tek kişinin bile ateşleyebileceğinin yine Mustafa Kemal'den sonra ilk ve tek örneği bu özü, sözü bir lideri nasıl unutabilirsiniz? Nasıl?

Keşke bu öykü bu satırlarla bitebilseydi…

Keşke yıllar yılı yanıbaşında kalabilmiş "takipçilerden", IMF ve Dünya Bankası Politikaları'nın yeni uygulanma biçimlerinden, yeni soygun ve talanlara istemeden de olsa alet edilmelerden; padişahlardan, hocalardan, efendilerden hiç ama hiç bir şey hatırlamasaydık, onun adı anıldığında.

Keşke parti içi ayak oyunlarının kalkması için bu kez 'parti kulları' aranmasında onun adı hiç geçmeseydi.

Vicdanları bir daha hiç kapanmayacak bir yara gibi kanatan son afla, hapishane baskınlarıyla da onu hiç ilişkilendirmeseydik!

Keşke Türkiye'nin Atatürk sonrası bu en yürekli, en ülkesever, en naïf politikacısını buruk uğurlamasaydık!

Ama biz onu yine de "iyi " bileceğiz.

İyi!

Cumhur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  KARANLIK VE GECE BENİM ŞİİRİMDİ

Kadını anlatsam sokaklara ayıp, sadece sokakları anlatsam o kadına haksızlık etmiş olurdum. Karanlık belki de ilk defa doğasına aykırı olarak bize sonsuz bir cömertlikle kucağını açardı. "Akşama bana gel. Kasap dükkânının önünden geçmeden, yan sokaktan gel ama."diyordu. Ben korkak ve aceleci adımlarla apartmana giriyordum. Merdiven otomatiğini yakmadan üçüncü kata çıkıyordum. Önce yemek yiyorduk. Sonra şaraplarımızı yudumlayarak saatlerce konuşuyorduk. Sürekli konuşmamıza rağmen söylenecek söz bitip tükenmek bilmiyordu.

Babaannemin bütün derdi benim mürüvvetimi görmekti. Zaten iki ayağının biri çukurdaydı. He, desem gidip komşunun kızı Nevzat'ı bana isteyecekti. Babaanneme evet diyemezdim. Neden evet diyemediğimi anlatmam ise zaten imkânsızdı. Nevzat kız sanat okulunu geçen yıl bitirmişti. Hanım, hanımcık, becerikli ve çok hamarattı. Tam bizim aileye gelin olacak kızdı. Üstelik soylu, köklü bir aileye mensuptu. Nevzat bu her evin gelin düşü, komşuların gözdesiydi.

Sokaklar karalıkla kucaklaşırken ben ona giderdim. "Benimle evlenecek misin? diye sormazdı. Akşama gelirken bunu şunu al da demezdi. O başka kızlara benzemezdi. Bazen geceleri birlikte sokaklara çıkardık. Ya istasyona iner çay içer, yada eski değirmenden bozma su kıyısındaki kahveye giderdik. Yaşlı kahveci yorgun adımlarıyla bize, sundurmanın altına çay servisi yapardı. Kahveci gibi yaşlı bir adam orada her gece cümbüş çalardı. Kimseye aldırmazdı. Ona belli bir şarkıyı çal diyemez, istekte bulunamazdınız. İsteseniz bile size aldırmaz, kafasına göre takılmayı seçerdi. O sadece cümbüş çalardı. Canı ne isterse, içinden ne gelirse onu… Gece yarısına doğru kalkıp sevgilimin evine giderdik. Kapıdan girdiğimizde teninin kokusu başımı döndürmeye başlardı. Kulaklarımızda hala cümbüşün, suyun sesinde eriyip giden nağmelerin ve susmak bilmeyen tutkularımız olurdu. Ben bıkmadan, usanmadan, her gece yeniden tazelenen bir hevesle onu isterdim. Sonra menekşe kokulu teninde yok olurdum. Sabah sokaklar uyanmadan ben giderdim. "Beni uyandır ne olur? Sessizce çekip gitme. Ardından bakayım. Çıkmadan önce sana çay demleyeyim." derdi. Ama uykusunu bölmeye kıyamazdım.

Babaannem Nevzat konusundaki ısrarından hiç vazgeçmezdi. Babama, "Bu çocukta bir haller var. Durumu hiç hoşuma gitmiyor. İpin ucunu çok gevşek bırakıyorsun. Böyle davranırsan bu oğlan başını alır gider. " diyordu. Şanslıydım, babam ona aldırmazdı. . Sabah herkesle birlikte işe giderdim. Öpmelerden, sevmelerden yorgun ve uykusuz… Yine de içimde kuşlar öter, dilime şarkılar dolanırdı. Anlatsam bile nasılsa kimse beni anlayamazdı. Sırdaşlarıma bile diyemezdim.

Akşamla birlikte çöken karanlık buluşma zamanı, sabahın ilk ışıkları ayrılmak demekti. Anneme gidip ben dul bir kadını seviyorum diyemezdim. Okuduğum kitabın birinde yazar herkesi ilginç bir öyküsü vardır diyordu. Bizimkisi öyle değildi. Öykümüz her köşe başında, her sokakta karşılaşabileceğiniz kadar sıradandı. Bizim öykümüzde hüzünler, heyecanlar veya inanılmaz rastlantılar yoktu. Bir sabah onunla sokakta karşılaştım. Belki de sürekli karşılaşıyorduk ama ben farkında bile değildim. İlk dikkatimi çektiği o sabahtan sonra ertesi gün, daha ertesi gün ve onlarca sonraki gün yine onunla karşılaştım. İşe geç kalmak pahasına peşinden gittim.

Önce yol üzerinde bir pastaneye girdi. Kahve ve sigara içti. Pastaneden çıkıp caddenin yukarısındaki az önce önünden geçtiğimiz fırına gitti. Oradan çıktığında elinde gazete kâğıdına sarılmış bir ekmek vardı. Hiç acele etmeden sabahın tadını çıkararak yürüyordu. Sonra dar bir sokağa girdi. Dışı kiremit rengine boyanmış bir apartmandan içeri girip kayboldu.

Ona birkaç kez izledim. Her sabah sanki işe gidiyormuş gibi erkenden evden çıkıyor, aynı pastanede kahve içiyor ve ekmeğini alıp evine dönüyordu. O sabahların birinde, henüz o beni fark etmemişken onun kahve parasını ödeyip çıktım. Ve o sabahı izleyen birkaç sabah daha… Bu onu kızdıracaktı. Tahmin etmek hiç zor değildi. Sonra bir sabah onun oturduğu masaya gittim. Onu kızdırdığım için özür diledim. "Ben size kızmıyorum. Tanımadığım birine neden kızayım ki?" dedi. Ona sabahları kahvesinin parasını ödeyip kaçan kişi olduğumu söyledim. Yüzünün o halini görseydiniz siz de korkardınız. O bakışlarda benim kahvemden size ne der gibi bir ifade vardı. İçtenlikle ve olabildiğince sevimli görünmeye çabalayarak onunla tanışmak için böyle bir yol izlediğimi açıkladım. Bana, "Benimle tanışıp ne yapacaksın? Seni niye ilgilendiriyorum?" dedi. Hiçbir şey amaçlamadığımı, sadece sabahları sürekli onu gördüğümü ve ilgimi çektiğini anlatmaya çalıştım. Bu hiç kolay olmadı. Ona meramımı anlatırken bir sürü soruyu savuşturmam gerekiyordu. Ve bu tahmin ettiğimden daha berbat bir durumdu. Her şeye rağmen o sabah onunla tanıştım. Masasına oturup onunla kahve içmeme izin verdi. Kahvelerin parasını da intikam alırcasına kendi ödedi.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Devren Kiralık

Yurttaşlarım,

Sizlere emanet ettiğim, her karışına karşı kuruş kuruş şehit kanıyla ödenen bu cennet vatana, gereken ilgi ve ihtimamı göstermediğiniz;

"Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz."

dememe rağmen şahsi ve siyasi emellerine alet olmuş ve bu tip hareketlerde bulunan politikacılardan yeterince hesap sormadığınız;

"Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derecede istifade etmek zorunludur. Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kafir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslamların kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir ? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır. Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."

sözlerime rağmen bu tip insanların ne idüğü belirsiz sözlerine ve hurafelere inandığınız, bu tip şarlatanları ortaya çıkarmadığınız, bu topraklarından defetmediğiniz;

"İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki; bu kütlenin bir parçasını ilerletip ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin ? Mümkün müdür ki; bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin ? Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın. Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hatta erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa."

açıklamalarıma rağmen kadını her fırsatta aşağılayan, yobaz kafaların tesettürüne girmiş kadınlar yaratmaya çalışanlara hiçbir önlem almadığınız;

"Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır. Biz Türkler tarih boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz. Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.
Yurtta sulh, cihanda sulh. Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman tam bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması gerekir."


dememe rağmen anlamamazlıktan geldiğiniz, onu parça parça satmaya kalkışanlara ses çıkarmadığınız, ele güne avuç açtığınız, üç beş kuruş uğruna savaş çığırtkanlığı yaptığınız için; bir kuruş bile almadan, kira kontratı imzalatmadan, depozito ve/veya avans talep etmeden, hiçbir üçüncü kişiye tek kuruş borcu olmadan sizlere tahsis etmiş olduğum "Devren Kiralık" vatanımı geri istiyorum.

"Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir."

Belki bugün fikirlerimi anlamaya ve hissetmeye başlarsınız... Belki bugün... Yarın değil... O gün; bugün... Yarınlar, başka türlü sizin değil ..!

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  TARİH YİNE 1O KASIM…

Tarihler 10 Kasım'ı işaret ederken saatlerin ibresi dokuzu beş geçeyi göstermemek için kıvranır durur. Çünkü o saatte zaman donmuştur bir daha geri dönmemelicesine… Fakat zaman bir nehir misali akarak bu hüzün dilimini de gösterir mahcup bir edayla… Zamanların en garibidir dokuzu beş geçeler… Ayların en hüzünlüsüdür Kasımlar… 10, rakamların en talihsizidir belki de… Kasımlar 10'a varınca, saatler dokuzu beş geçince Atatürk'ümüz düşer yâdımıza… Gerçi o yâdımızdan hiç çıkmaz ki!... Bu dakikalarda iyice kök salar belleğimize. Fakat biz biliriz ki Mustafa Kemal etten kemikten ibaret olsa da sıradan bir fani değildir. Arkada bıraktıklarıyla yaşayan bir efsanedir. Bunu kendisi de böyle ifade etmişti zaten:

"İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu 'ben' kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!"

Türk'ün Ata'sı 'ben' demeyi sevmezdi hiç… O, benlikten ve övünmekten, kelimenin tam anlamıyla tiksinirdi. Başarılı olmak için ekip ruhuna inanırdı. Kurtuluş Savaşı'nı da bu ruhla ve anlayışla başlatmış, zaferle neticelendirmişti. Kendisi iyi bir liderdi. Takdir etmesini ve yönlendirmesini çok iyi bilirdi. Önde yürümekten ve öne atılmaktan haz duysa da planlı hareket etmeyi, duygularına teslim olmamayı, akılla ve mantıkla yol almayı yeğlerdi. İlmi rehber edinirdi. Çağın gerçeklerine ve yeniliklerine inanır, gönül rahatlığı içerisinde onlara tabi olurdu. Geçen zamanın beraberinde getirdiği değişiklikleri dikkate alır, gereğini yapardı. Akıl ve bilim dışı naslara inanmazdı. Bunu şu sözlerinden çıkarabiliriz:

"Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât önünde, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur."

Mustafa Kemal mala, mülke ve makama itibar etmezdi. Türkiye Cumhuriyetini kendi üstün gayretleriyle ve ileri görüşlülüğüyle kurmuş olmasına rağmen bunu milletin ortak iradesinin ürünü sayar, bu işte kendisini bir nefer olarak görürdü. Mal ve mülkü hayatın idame ettirilmesi için sadece bir vasıta olarak algılardı. Asıl servetin mal, mülk değil, üstün karakter olduğuna inanırdı. Bunun içindir ki Trabzon'u ziyaretinde mallarını milletine bağışladığını kamuoyuna açıklarken şu güzel ifadeleri kullanmıştır: "Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevî şahsiyetinde olmalıdır!"

Cumhuriyetimizin mimarı olan Mustafa Kemal Paşa dostunu düşmanını çok iyi tanırdı. Kuru hamaset ifadelerine değer vermezdi. 'Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz' sözüne gönülden inanırdı. Dalkavukluğa asla tahammül edemezdi.

Millet olarak seferberlik anlayışı içerisinde topyekûn kalkınma hamlesi başlatmıştı. Bu hamleye katkıda bulunan insanlara kol kanat gererdi. Kuru övgülerle göz boyamaya çalışan insanlara kapısı kapalıydı. Çünkü o ne olduğunu, nerede durduğunu bilirdi. Başkalarının samimi görüşlerinden yararlanırdı. "Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!" sözü onun dünyaya ve hayata bakış açısını özetlemektedir.

Tarih yine 10 Kasım… Bugün Atamızı rahmet ve minnetle anacağız. Herkes doğal olarak övücü sözler söyleyecek. Onun bu övgülere layık olduğunu biliyoruz. Fakat övgü sahiplerinin Atatürk Türkiye'si için bugüne kadar neler yaptıklarını sorgulamamız gerektiğine inanıyorum. Zira bu ülkede samimi Atatürkçülerin yanında, bu büyük ismi paravan olarak kullanıp çıkar elde etmeye çalışanlar da var. Atamızı onların elinden ve dilinden kurtarmalıyız. Zaten Atatürk yaşasaydı bu insanların yüzüne tükürür, ipliklerini pazara çıkarırdı. Onların samimiyetini bugüne kadarki icraatlarını irdeleyerek ölçerdi. Bu ülkede her alanda olduğu gibi Atatürkçülükte de samimi insanlara ihtiyaç vardır.

Gelin bu 10 Kasım'da ağlamayı bir kenara bırakıp bu büyük insanı anlamaya çalışalım… O da kendisine ağlanılmasını değil, düşüncelerinin hakkıyla anlaşılmasını arzuluyordu. Bunu yaparken onun bize miras bıraktığı Nutuk'tan yararlanalım. Her zaman yaşayan ve yaşayacak olan Atatürk, bu millet için yükselen bir değerdir. Onun etrafında toplanan ve Türkiye için düşünen beyinler aydınlık Türkiye'yi inşa edeceklerdir. Bu ülke aydınlıktan sapmayacaktır. Atatürk'ü 68. ölüm yıldönümünde rahmet ve minnetle anıyorum. Sözlerimi Halim Yağcıoğlu'nun anlamlı dizeleriyle bitirmek istiyorum:

"Tükenir elbet gökte yıldız, denizde kum tükenir
Bu vatan bu topraklar cömert
Kutsal bir ateşim ki ben sönmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez."


M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ardan Zentürk

 A'dan Z'ye : Ardan Zentürk


   RAHŞAN HANIM'IN İNANILMAZ VARLIĞI...

Kafkasya-Orta Asya yolculuğundan bir "güçlü ve yönetici" kadın portresi...

Rahşan Ecevit... O'nun adı, Türk siyasi yaşamına eşiyle birlikte yön vermiş önemli bir politika insanı olarak her zaman anılacak. Ecevit çiftiyle,1992 yılında gerçekleştirdiğim 12 günlük gezi, Rahşan Ecevit'in, varlığının boyutlarını göstermesi bakımından önemliydi...


Rahşan Ecevit... O, her zaman, Türk siyasetine, eşiyle birlikte, onunla omuz omuza çalışarak yön vermiş bir güçlü ve yönetici kadın portresi olarak anılacak. Önemli bir politika insanı olarak değerlendirilecek.Belki de... Yaşamının 60 yılını paylaştığı ve büyük bir sevgiyle bağlı olduğuna bizzat şahit olduğum Bülent Ecevit'in ölümünün yarattığı sarsıntıyı iyi-kötü atlattıktan sonra bunu tek başına yapabilecek gücü kendinde bulacak...

Rahşan Ecevit ile 1992 yılında gerçekleştirdiğimiz 12 günlük Kafkasya-Orta Asya gezisi, bende, kimsenin lafına bakmadan değerlendirdiğim bir Rahşan Hanım portresi yarattı...O'nunla ilgili olarak herkes bir şeyler söyleyebilir... Ama, ben, gördüğüme inanırım.

İnanılmaz disiplinli bir yaşam anlayışı... Tam bir görev insanı olmak... Birlikte paylaşılan yaşamdaki rollerin şaşmaz takipçiliği...

Yolculuğun ilk gününde dikkatimi çeken, bavulların dışında, siyah büyük bir çantanın rahşan Ecevit tarafından pek kimseye emanet edilmeden taşınmaya çalışıldığı olmuştu. Sadece bana, ve mihmandırımız Azeri meslektaşım Fazıl Abbasov'a, oda bizim ısrarlarımız sonucunda taşıtıyordu...

O çantanın içinde,Bülent Bey'in yolculuk boyunca ihtiyaç duyabileceği yiyecekler vardı! Türk çayı,beyaz peynir, zeytin, kuruyemişler, hatta, poğaçalar, kekler, özel olarak yapılmış bayatlamayan ekmekler. Hepsi, "Rahşan Hanım ürünü..."

Şu tür bir manzara düşünün.Kazakistan'ın o dönemdeki başkenti Alma Ata... Komünist Partisi yöneticileri için yapılmış bir misafirhanede kalıyoruz. Çünkü, kalınabilecek temizlikte bir otel yok! Kazak yetkililer, sabah kahvaltısında köfte ve patatespüresi olduğunu söylüyorlar. Biz İstanbullular için olacak şey değil. Sabah saat sekiz... Kapım çalınıyor ve Bülent Ecevit'in her zamanki nazik sesi: Ardan bey, uyandınızsa, buyrun bizim odaya, Rahşan kahvaltıyı hazırladı. Odaya girdiğimde, Türk usülü çayın demlendiğini, beyaz peynir, börek hatta zeytinli geleneksel kahvaltımızın hazır olduğunu görüyorum.

Mütevazilik, Ecevit çifti için her türlü yapmacıklıktan uzak, gerçek ve samimi bir yaşam biçimiydi...

Kazakistan'ın o dönemdeki başkenti Alma Ata'dan Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'e, dağlık bir yoldan arabayla geçerken de, Rahşan Hanım'ın, artık benim tılsımlı çanta dediğim çantadan çıkarttığı yiyecekler ile Uygur Türk'ü sürücümüz Nadir dahil hepimizi aç bırakmadığını çok iyi hatırlıyorum.

Hani... Türkçemiz'de arkadaş için çiğ tavuk yeme kavramı vardır ya...Bu da, Ecevit çiftiyle aramızda gerçekleşmiştir. Kazakistan'da muhalefetteki AZAD Partisi'nin o dönemdeki başkanı Akatay Bey'in onurumuza verdiği yemekte, çok kıymet verilen misafirler için masaya getirilmesi adetten olan at kellesinin sol kulağını, Ecevit çiftinin ikisinin de midelerinin rahatsız olduğunu söyleyerek ben yemiştim. Ecevitler'in, bu jestimi unutmadıklarını bilirim...

Bütün bunların ötesinde, Rahşan Ecevit, gerçekten, eşinin her alandaki bir numaralıyardımcısı olduğunu o yolculukta da ortaya koymuştu.Bütün görüşmelerin notlarını tutuyor, daha sonra odasına çekilerek görüşme tutanaklarını daktilo ediyor,böylece eşinin yazacaklarının ana zeminini hazırlıyordu. Her görüşme öncesinde, Bülent Bey'e en detaylı bilgi notlarını da veren yine oydu...

Ondan aklımda kalan bir başke kare, bir gün önce 38.5 derece ateşle girdiği yatağından sabahın erken saatinde kalkıp,bu görevlerini gün boyu aksatmadan sürdüren iradeye sahip bir kadın portresidir. Benimbütün yalvarmalarımı dinlememiş, yatağından dinlemek yerine toplantıları sürdürmeyi tercih etmişti. Israrlarımı sürdürmemi engellemek için herkes kendi işinden sorumlu Ardan bey, benim işim,Bülent'i bu toplantılarda yalnız bırakmamak, sizin işiniz bütün çalışmanın düzenli yürümesini sağlamak. Ben sizin işinize karışıyor muyum, derkenki ses tonu nefesimin kesilmesine neden olmuştu.

Bülent ve Rahşan Ecevit çiftinin olağanüstü bir uyuma dayalı, üretken ilişkilerine çok yakından şahit olmuş bir insan olarak yaşamın bundan sonraki bölümünün, Rahşan Hanım açısından hayli zor geçeceğine inanıyorum.

Ben yaşamımın bir noktasında,Bülent Ecevit ile birlikte anlamlı bir yolculuğa çıktım.

O, şimdi, yolculuğunu ebedi alemde sürdürüyor... Rahmetle anıyor, sevenlerine sabır diliyorum...

SON

Ardan Zentürk


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Kaset


Tür: Aksiyon
Yönetmen: Richard Linklater
Senaryo: Stephen Belber
Görüntü Yönetmeni: Maryse Alberti
Yapım: 2001, ABD, 86 dk.
Oyuncular: Ethan Hawke, Robert Sean Leonard, Uma Thurman

Üç kişi, bir otel odası ve bir kaset...
Söz konusu filmde sadece bunlar var desem doğru olur sanırım.
Ethan Hawke, Robert S. Leonard, Uma Thurman başrollerde ve zaten film boyunca başka hiç kimseyi görmüyorsunuz...
Mekan da bir otel odası sadece, iki yatak, bir masa, iki sandalye ve bir televizyon, bolca bira şişesi...
Jon ( Robert S. Leonard) ve Vince (Ethan Hawke) iki lise arkadaşıdır, lise mezuniyetinden 10 yıl sonra, Jon'un filminin festivalde oynayacağı şehirde buluşurlar, Vince'in kaldığı otel odasında...
Anılarla başlayan sohbet, Vince'in eski kız arkadaşı Amy'e uzanınca, Jon'un Amy'e tecavüz ettiği mezuniyet günlerine döner sohbet ve hava değişir, kısa bir süre sonra Amy de bu odaya girince, olaylar ivme kazanır...
İnsan yaptığı hatalar için özür mü dilemeli, yoksa önemli olan, ders alıp hataları bir kez daha tekrar etmemek mi?
Pişmanlıklarınız için özür diler misiniz yoksa arkanızı dönüp kaçar mısınız kendinizden?
Yıllar sonra bir çocukluk hatasının bedelini ödemeye cesaretiniz var mı? Nereye kadar? Bu soruları bir bir önünüze koyuyor film, usulca bırakıp karşınıza, kenara çekiliyor...
Üç kişilik, tek mekanlı, sadece iki dijital kamera ile çekilmiş,düşük bütçeli ilginç bir film "Kaset".
If'te de oynamış, sinemalarda oynamış hatta Cine5'te yayınlanmış... Diyaloglar üstüne kurulu, ama, akıcı ve insanı içine alan bir film...
Basit bir konuda iyi ayrıntılar ve oyuncuların yakaladığı performansla izlenebilir bir film çıkmış ortaya...
Doğrusu, Ethan Hawke'ın serseriliği, Robert S. Leonard'ın uysal görüntüsü, Uma Thurman'ın incinmiş, ama, bunun üstesinden gelmiş kadın profili,gayet başarılıydı bence...
Bazı şeyleri arkada bırakmak mümkün, ama bazıları bizimle büyür, kendimizi eğitmek gerekebiliyor bazen, daha huzurlu yaşamak için...

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Ata'ya hepimiz adına açık telgraf

"Ey Büyük Atatürk STOP Daha yükseklere tırmanmamız için bizlere bıraktığın aletleri, yol haritasını ve pusulayı devlet dairelerinden birinin arşivindeki tozlanmış bir sandıkta kilitli bulduk STOP Yazdıklarını okumayı ve onları başkalarına aktarmayı, seni anlatıp yüceltmeyi, kısacası bu işin edebiyatını artık bir kenara bırakıyor ve senin gibi bir tırmanıcı olabilmek azmiyle derhal yola koyuluyoruz STOP Bizden öncekilerin sebep olduğu gecikmeden dolayı özür dileriz STOP Bu çetin tırmanış için gerekli koşullara ve olanaklara sahip olmayı beklemeden harekete geçiyoruz STOP Muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızda mevcut olduğunu hepbirlikte göreceğiz

NON-NON-NON STOP"



<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.386 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Posta Kartı olarak yollamak için tıkla ATATÜRK'ÜN BİR SAATİ VARDI

Atatürk'ün bir saati vardı
Yediveren gül gibi açardı

Atatürk'ün bir atı vardı
Etiler'den beri yaşardı

Atatürk'ün bir resmi vardı
Buğday tarlası gibi ağardı

Atatürk'ün bir saati vardı
Durmadı

Melih Cevdet Anday

<#><#><#><#><#><#><#>

ON KASIM'LARDA YÜRÜMEK

Atatürk'üm işte 10 Kasım yine
Dalgalanır ağaçlarla oğullar
Posta Kartı olarak yollamak için tıklaDalgalanır oğullarla nineler
Dalgalanır ninelerle genç kızlar
Özlemin ta yüreğime işlemiş
Seni bulmak, seni görmek için ben
Bütün toprakaltıyla barışacağım

Ereceğim sana usta, barışta, başarıda
Öyle
Güçlüsün ki
Güçleneceğim
Öyle yücesin ki, yüceleceğim
Düşüne düşüne seni kocaman kocaman
Dağlara, dağlara karışacağım

Ozan mıyım, ordu muyum, su muyum anlaşılmaz
Çağlar upuzun allığı yüreğimde ülkünün
Sanki bayrak bir kalemdir, sanki gökler bir kağıt
Sanki ellerim gece
Sanki ellerim gündüz
Yazacağım seni daha, bir daha
Ben senin ölümünle yarışacağım

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.ataturkiye.com/
Atatürk için hazırlanmış en kapsamlı ve en hoş dizayna sahip sitelerden biri. Mutlaka uğramalısınız.

http://www.ataturk.net
Atatürk için hazırlanmış en kapsamlı sitelerden biri.

http://www.ada.com.tr/ataturk/
Seçilmiş Atatürk fotoğraflarından hazırlanmış bir sayfa. İzlemeye değer.

http://www.kmarsiv.com/postcard/step11.asp?cat_fldAuto=5
Kahve Molası'nın Atatürk resimlerinden oluşan Posta Kartlarını dostlarınıza yollamak ister misiniz?

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20061110.asp
ISSN: 1303-8923
10 Kasım 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com