Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.341

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 26 Aralık 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Tepkisizlik mi, umursamazlık mı?..


Merhabalar,

Bir yılı daha devirmemize sayılı günler kaldı. Hemen her yerde "Yılın ..." diye başlayan seçimler var. Kimisi karpuz gibi tartarak, kimisi gül gibi koklayarak, kimisi de ince eleyip sık dokuyarak yapılan seçimler bunlar. İş memleketime gelince durum daha da karışık. Hangisinden başlamalı insan şaşırıyor. Önce, Kahve Molası olarak yılın enleri ile boylarını seçip yazayım dedim ama işin içinden çıkamadım. Yardım isteyeyim dedim ama geç kaldım. Umudum Şeşen ustada, o beni anlar birşeyleri seçer nasılsa dedim, kendimi geri çektim. Ama bir konu var ki, epeydir kafamı kurcalıyor. Altı dopdolu yıllık Kahve Molası en sessiz dönemini geçiriyor bu yıl. Sessizlikten kastım tepkisizlik. Rakamlar ortada, Kahve Molası hergün yaklaşık beşbin çift gözün önüne gidiyor. Hadi bunların yarısı bakıyor ama okumuyor, kalan ikibinbeşyüzün binbeşyüzü başlıkları tarıyor ve siliyor. Ama eminim, geriye kalan bin çift göz gereğince okuyor, düşünüyor, yorumluyor, bazen kızıyor bazen gülüyor. Fakat hemen hiç sesleri çıkmıyor. Örneğin ben hasbelkader birşeyler yazıyorum, karşılaşılan terslikleri dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum ancak okuduğunuzu bildiğim halde ne gibi bir tepki verdiğinizi bilemiyorum. Zaman zaman şüpheye düşüyorum. Düşüncelerimi burada paylaşmam doğru mu diyorum. Kimbilir belki Kahve Molası bu konular için uygun bir yer değildir diye düşünüyorum. Ama gene dayanamıyor ellemeden edemiyorum.

Aramıza yeni katılanlar için "Ne diyor bu adam yahu" durumuna düşmek istemem. Bu, hemen her yıl sonuna doğru yaptığım bir sorgulama aslında. Ben ülkemizin problemleri konusunda üç aşağı beş yukarı aynı paydada buluşan insanlardan oluşan Kahve Molası'nın iyi bir fikir üretme yeri olabileceğini hâlâ savunuyorum. İşin tuhafı yanılıp yanılmadığımı da bilmiyorum. Gelin bu yazının altına içinizden geçenleri yazın. Ben de ne düşündüğünüzü bileyim. İşe yarar birşeyler yapmadıktan sonra sadece yapıyor olmak için çabalamak istemiyorum. Benim işim sayılarla değil. Kahve Molası yüz kişiyle de kalsa ben yayına devam ederim ama bilirim ki, o yüz kişi memleketini en az benim kadar seviyor. Son cümle biraz ağdalı oldu galiba ama siz onu benim Aşil sendromuma verin. Hâlâ zonkluyor da!.. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Elif Eser

 Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak)


  AFOROZ

Sıkıntının suretsiz yalnızlığını karşısına almış, anlamsız bakıyordu. Ayaklarını karşısındaki tabureye uzatmış çiklet patlatıyordu. Bilgisayar ekranında sürekli sahte kâğıtlardan yeşil saha üzerinde kâğıt açıyordu bir yandan. Çalan telefonu açmaksa işine gelmiyor, gelmiyor, gelmiyordu işte! O kadar ısrarla çalıyordu ki dayanamayıp bıkkın sesiyle açmak zorunda kaldı. Bir iki laf geveleyip yine ayni miskinlikle kapattı telefonu. Ahizeyi indirirken patlattığı çiklet balonundan daha büyük bir patlama rücu etti içinde. GÜM!

Tavandan örümcek ağlarına benzer ipince sicimlerle kırıtarak, sırıtarak ve dahi haddinden fazla çığırtkan, cırtlak sesleri ile gürültüleri su götürmez bir şekilde salındılar. Şaşırması gerekiyordu, şaşırmasını beklediler, teker teker zemindeki parkenin üzerine patır patır düştüklerinde fakat o şaşırmadı, istifini bile bozmadı. Bezgin bakışlarını birer birer üzerlerinde gezdirmekle yetindi.

Eciş bücüştüler. Beş tane idiler. Boyları 50 cm ya vardı, ya yoktu. Pörtlek gözleriyle her an üzerine atlayacakmış gibi bakıyorlardı. Köfte dudakları güldüğünde küçücük yusyuvarlak yüzlerinin tamamını gülüşleri kaplıyor, sanki küçük suratları kocaman bir gülüşten ibaretmiş gibi duruyordu. Kulaklarının biri olabildiğince kepçe ve iri, diğeri olabildiğince minik ve yapışıktı. Bedenleri sıska, bedenlerine tezat kalçaları yumurta gibi çıkıktı. Ayakları ters, avuçları dışa dönüktü. Her biri bir diğerine benziyor fakat garip bir şekilde birbirlerinden ayrılıyorlardı. Birinin yüzüne gülüşü yapışmış gibi sürekli sırıtırken, bir ötekinin köfte dudakları aşağı doğru düşecekmişçesine sarkıyordu. Birinin gözleri mutedil parçalı bulutlu her an ağlamaya hazır, diğerinin mat ve kupkuruydu. Biri kelse öbürü foduldu. Birinin saçı uzun, diğerinin aklı kısaydı.

Tanışmaları bu şekilde gerçekleşti.

En nihayetinde tabureden ayaklarını indirdi, bacaklarını açtı, ellerini dizlerinin üzerine koydu, bir kez daha karşısındaki eciş bücüşleri süzdü. Ağzındaki çikleti yayvan şekilde çiğnemeye devam ederek;
- Eee, nereden çıktınız siz, söyleyin bakalım?, diye sordu kayıtsızca, sanki sorması gerekiyormuş da, aralarındaki o çığırtkan sessizliği bozmak istermiş gibi.
- Görmedin mi, tavandan sarktık geldik. dedi en çıngıraklı seslisi.
- Ben çağırmadım sizi. Gidin hadi.
- Seni götürmeye geldik pasam…, dedi peltek konuşanı, hiç gülmüyordu.
- Nereye?
- Diğer aforoz edilenlerin ülkesine.
- Ben aforoz edilmedim ki?
- Sen öyle san, dedi fodul olanı.
- Ne var ki orada?
- E aforoz edilenler…, dedi aklı kısası.
- Kim beni aforoz etti be! Bana soran oldu mu ki?, sinirlenmişti, sesi gürledi, gürleyen sesinden ürküp masanın, bilgisayarın, taburenin arkasına kaçıştılar çil yavrusu gibi.
- Haberin yok mu?, dedi masanın altından başını uzatıp merakla en sırıtkanı.
- Hayır?
- Kimse seni uyarmadı mı?
- Yooo!
Hep birlikte yeniden orta yere toplanıp tepine tepine, karınlarını tuta tuta, yerlerde yuvarlana yuvarlana, ayaklarını dike dike kahkahalarla güldüler de güldüler. Gülmeleri geçip de, karınlarını tutup kıçlarını hoplatarak yeniden ayağa dikeldiklerinde çarçabuk bir dizi halinde karşısında sıraya geçtiler.
- Oyalanma hadi, toparlan, gidiyoruz, dedi çıngıraklı.
- Gelmiyorum bir yere! İyiyim böyle.
- Geliyorsun!
- Gel-mi-yo-ruum!
- İnatlaşma bizimle, yaka paça götürüveririz bak!
- Yok ya?
- Öyle.
- Hem, kim gönderdi sizi bakayım? Kim bildi aforoz edildiğimi de, peydahlandınız durduk yere?
- İrena.
- İrena'da kim?
- O bizim basimizin taci, ecemiss…, dedi peltek olanı en âşık bakışlarla.
- Güzel mi bari? Sizinle geldiğime değsin, dedi çapkınca gülüp bıyığını burarak.
- Bana bak, yolarım tel tel o bıyıklarını!
- Bak sen?, hoşuna gitmişti. Eğleniyordu.
- Ne sandın?
- E gidelim de o vakit, bekletmeyelim ecenizi, ayıp olur şimdi.
Ayağa kalktı. Kafasını hatır hutur kaşıdı. "Yine çok içtim galiba" diye söylendi kendi kendine. Gördüğünü sanrı sanıp eciş bücüşlerin ardına, kendince sanrısına takılmayı kabul etti. Tuttular yaka paça, örümcek ağından sicimlere bağladılar kolunu bacağını. Gülme sırası ondaydı, kahkahalarla gülüyor, bu küçük şeylere gönüllü teslimiyetine kendisi de hayret ediyordu. En azından can sıkıntısı geçmişti. Hiç yoktan iyiydi.

Karanlık dehlizlerden, kör kuyulardan, ağaç kovuklarından, iğne deliğinden ışık hızında göz açıp kapayıncaya geçtiler. Bir su birikintisinin, salkım söğütlerin dibinde perçemleri yüzlerini örten, bukleleri sütten ak memelerine dökülen, ipekler içinde kelebekleri kozalarından özgürlüğüne kavuşturan birbirinden güzel hurilerin bulunduğu meydanda durdular, sicimle bağlanmış elini ayağını çözdüler. Çevresine baktı, her bir yer yeşile ve sükûnete kesmişti. "Bu rüyada fazla oluyor ama…" dediyse de içinden, ses etmedi dışından. Ağzındaki sakızı hatırladı, eline aldı, en yakınındaki kuzeye bakan kısmı yosun tutmuş bir kayacığın üzerine yapıştırdı. "Bu eğer rüya değilse…" diye şüpheyle geçirdi içinden yine, sustu, ses etmek işine gelmedi. Beş eciş bücüşün peşin sıra yüksekçe yeşil bir tepenin ortasındaki, etrafını pembe bulutların sardığı sırça bir köşke vardılar. Genişçe kapıdan darca bir koridora girdiklerinde "Eğil, diz çök, emekleyerek gideceksin bundan sonrasını, biz gelmiyoruz, yolun sonuna dek başını kaldırmadan yürü, yoksa kafana en can yakıcı şaplakları yersin" dedi fısıltıyla biri. İtaat etti nedense. Buyrukları sevmezdi oysa.

Emekledi, emekledi. Ne kadar böyle iki büklüm sürünerek gitti bilmiyordu. Bir şey de düşünmüyordu. Sanrısına uyum sağlıyordu yalnızca.
- Zor oldu ama geldin sonunda, dedi billur bir ses. Ses, bir yerlerden kulağına tanıdık geldiyse de, hafızasını zorladı ama çıkartamadı. Başını kaldırmak istedi, eciş bücüşlerin söyledikleri kulağında çınladı "keşke sorsaydım sesi duyunca ayağa kalkabilir miyim diye?" dedi içinden.
- Ayağa kalk Eruka!
- Kim? Ben mi?, dedi başı önde, diz çökmüş vaziyette.
- Adın bundan böyle Eruka. Benim hizmetimdeki baş kölesin.
- Hey! Bir daki-, derken sözünü yutkunup başını kaldırdığı anda gördüğü şahanelik karşısında büyülendi Eruka. Ne diyeceğini bilebildi, ne elini ayağını bir yere sığdırabildi. Yeryüzü üzerinde daha önce böylesi bakışlarla ne karşılaşmış, ne de bir başkasından işitmişti. Karşısındaki tahtta oturan eciş bücüşlerin İrena dedikleri eceleri ise, -ki ta kendisiydi- omuzlarından dökülen saçları, hercai renklerdeki ipekli elbisesinin üzerinde dalgalanmalar yaratıyordu. Eli ayağı minikti. Bakıyor, bakıyor, bakmaktan kendini neden alamıyordu, kendine sormuyordu. Bu karşısındaki dişil güzel dese, güzel değildi, çirkin dese hiç değildi. Gel gör ki o bakışlar yerle bir etmişti Eruka'yı.
- Aforoz edildin!, dedi İrena, istifini bozmadan. Eruka'dan etkilenmişe hiç benzemiyordu.
Yutkundu. Ellerini göbeğinin hemen altında birleştirmiş, biri görse inanmayacağı şekilde İrena'nın emrine amade halde bekliyor, ayran budalası ağzı açık, İrena'nın ağzından dökülecek tane tane kelimeleri içmek istercesine bakıyordu. Yüzü ifadesizdi İrena'nın. Sesi buyurgan, ağzını açmadan konuşur gibi bir hali vardı. Dudakları kıpırdıyorduysa da sesi çok derinden, çağlayarak dökülen bir şelalenin yankısından geliyordu sanki.
- Aforoz edildin Eruka! Bu sebeple buradasın. Ömrünün geri kalanını burada tamamlayacaksın. İstesen de artık eski yaşantına geri dönemezsin. Seni daha önce uyardılar. Çok söylediler fakat dinlemedin. İnatçı mizacın sebebiyle burnunun dikine alaycı bir halde yürümeye devam ettin. Hayatında olup biten hiçbir şeyi umursamadın. Sana verilen cezalara rıza gösterip, cezalarının bedelini ödemedin. Üstüne üstlük daha ağır cezalara çarptırılacağını bile göre daha büyük suçlar işlemeye devam ettin. Hep isyan ettin. Sana sunulan güzellikleri görmezden gelerek şikâyet edip durdun. Mutlu olmanın yollarına sapmadın. Mutsuzluğu yoldaşın saydın. Bu sebeple de Büyük Meclis toplandığında başta seni ne yapacaklarını bilemediler. "Öte âleme alalım" dedi ölüm perisi. "Yazık olur, daha çok genç" dedi iyilik perisi. Henüz vaktinin dolmadığını söyledi adalet perisi. Her kafadan bir ses çıktı mecliste. Sen, büyük tartışmalara sebep oldun. Sonunda dayanamadım, toplantı boyunca susmama rağmen konuşmak zorunda kaldım -biraz da isteksizce. "Yaşam süresi dolana kadar benimle kalsın" dedim. Şimdi buradasın. İstesen de, istemesen de geri dönüşün yok! Bir kere öyle yahut böyle benim ülkeme, topraklarım sınırlarına dâhil edildin. Hiç kaçmaya yeltenme, tüm çıkış yolları, kapıları sihirli, dilesen de kaçmayı başaramazsın.
Sustu İrena. Ağır ağır tahtından kalktı, Eruka'nın yanına vardı. Yüzünü ipeksi dokunuşlarla avuçlarına aldı. Yüz yüze, göz göze kaldılar. Eruka öpmek istiyordu İrena'nın dudaklarını. Kapıldığı meltemin büyülü etkisinde zor tutuyordu kendini. Ne diyeceğini bilemiyordu, şaşkın ötesi şaşkın, yaşadıklarının düş mü yoksa gerçek mi olduğunun ayırdına bir türlü varamıyordu. Ellerini indirdi İrena, gözlerinin içine bakarak;
- Bir oda hazırladık sana. Biraz küçük ama idare edeceksin. Burada yaşam sanıldığından zordur, yaşadıkça göreceksin. Eğer ki sana verilen görevleri layıkıyla yerine getirirsen, buradaki sınavlarını başarıyla verirsen odan değişecek, daha ileride daha büyük bir odaya kavuşacaksın. Herkes hak ettiği kadarını yaşar unutma. Senin şimdilik hak ettiğin ancak bedeninin sığabileceği büyüklükte bir oda. Fakat dediğim gibi, olur da beni şaşırtmayı başarırsan, büyük bir odadan kendine ait bir haneye de terfi edebilirsin. Anlayacağın iş, göstereceğin sabır ve sebatta Eruka.
- Ben… ben…, diye kekeledi Eruka.
- Evet?
- Ben… Vereceğiniz her cezaya razıyım. Canım çok yanacak, bazen çok bunalacak, eski yaşantımı özleyeceğim muhakkak. Yine de değil mi ki, gözlerinizle karşılaştım bir kez, siz söylemeseydiniz de ben gözlerinizin esiri kalırdım. Vereceğiniz her ezaya boynum kıldan ince… Yeter ki gözlerinizi benden esirgemeyin İrena.
İlk defa gülümsedi İrena… Gülüşüyle birlikte gözlerinin bebeğinde yıldızlar uçuştu adeta.
- Beni yanıltmadın Eruka. Seninle ilgili doğru karar verdiğimi bana ilk adımda kanıtladın. Başta şüphelerim vardıysa da hakkında, artık gereği kalmamıştır. Aforozlar Ülkesi'ne, aramıza Hoş geldin.
Derinden, çok derinden bir zil sesi geliyordu. İrena ve Eruka anlamsızca birbirlerine baktılar. Gelen ses çok derin fakat bir o kadar ısrarlıydı. Başını kaldırıp küçük sırça köşkün yüksek mavi vitray ışıltılı tavanlarına, sağına soluna bakındı Eruka.

Gözünü açtığında bilgisayar koltuğunda, ayaklarını tabureye uzatmış, tüm vücudu kaskatı tutulmuş halde buldu kendini. "Lanet olsun ya! Biliyordum! Biliyordum!" dedi söylenerek. Çikletinin ağzında olmadığını fark etti. Uykusunda mı yutmuştu acaba? Derinden gelen zil sesi, artık kulaklarında çınlıyordu. Bangır bangır kapı çalıyordu. Tutulan boynunu sağa sola kırarak, üşengeç adımlarını sürüyerek kapıya yöneldi. Tokmağı çevirdi.
- Merhaba! Bir saat kadar önce telefonda konuşmuştuk, ben iş başvurusu için gelmiştim. Asistan ilanınız üzerine.
Bakışları öylesine şaşkın, ağzı handiyse yere düşecekmiş gibi öylesine açılmıştı ki, kapıdakini içeri buyur etmek bir türlü aklına gelmiyordu.
- İçeri girebilir miyim?, dedi karşısındaki.
- Ta-ta-ta… Tabii ki, buyurun, dedi kekeleyerek. Kapıdan çekildi. Birlikte ofisin ortasına yürüdüler.
- Adım İlayda, dedi sesin sahibi elini uzattı yıldızlar dökülen bakışlarıyla.
- Memnun oldum İrena, ben de Eruka, diyebildi…

Elif Eser
zeycanirmak@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,388,388,388,388,388,388,388,38
8 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Nurcan Candan


ANADOLU'NUN TARİHİNDE KISA GEZİNTİ

Çatal Höyük Kazıları Burada anlatılacak olaylar Anadolu Yarımadasının o muhteşem yeşilliklere sahip olduğu, ormanların o kadar çok olup Çanakkale'den bir sincabın hiç yere inmeden ağaçtan ağaca atlayarak Van'a geldiği dönemler.

Anadolu tarihinin ilk sırasını Taş Devri alır. Daha henüz insanın madeni keşfedemediği bu dönemde Eski (Paleolitik) ve Yeni (Neolitik) Taş Devri olarak iki kısımda incelenir. Neolitik Dönemde Anadolu'daki insanların tarımla uğraşmaya başladıkları bilinmektedir (Çatalhöyük).

İnsanın ilk keşfettiği maden bakırdır. Bu madeni bulup işlemeye başladığı dönem ise Kalkolitik Dönem (Bakır-Taş) Devridir. Bu dönemde taş ya da Yeni Taş Devrinden yontulmuş aletlerin yanı sıra ilk olarak basit bakır aletler kullanılmaya başlanmıştır. Bakır aletler öncelikle kesici olarak kullanılmış ve silah ve av aracı olarak yerini almıştır.

Bakır Taş Devrinden çıkan insan ateşinde yardımıyla ilk alaşımı bakır ve kalayı karıştırmış ve daha dayanıklı tuncu oluşturmuştur. Bu madde bakıra göre daha serttir, kesici ve silah yapmaya daha elverişlidir. Bu buluş Tunç Devrinin başlangıcıdır. Tunç devrini yine üç kısımda inceleyeceğiz: Erken Tunç Çağı (MÖ 3000'li yıllar), Orta Tunç Çağı (MÖ 2000'li yıllar). Bu yıllar Orta Anadolu'da Asurlular ismine rastladığımız ilk medeniyettir.

Geç Tunç Çağı (MÖ 1200'lü yıllar. Orta Anadolu'da Hitit (Eti) ismine rastladığımız 2. medeniyettir. Bu dönemde Hitit İmparatorluğunun yıkılması ile sona ermiştir.

Anadolu tarihin başından beri çeşitli etnik ulusların medeniyet yeri olmuştur. Örneğin Orta Anadolu'da Asurluların hüküm sürdüğü Orta ve Genç Tunç Devrinde, Çanakkale de ünlü Helen-Paris aşkı yüzünden yıkılan bir altın medeniyette vardır. Troia (Truva)

Eski Tunç Devrinin bir özelliği de madenden eşya yapma, çıkarma ve işlemede insanlığın oldukça ustalaşmaya başlamış olmasıdır. Özellikle Orta Tunç Devrinde madeni eşya yapan ustalar kalıba dökme, kaplama, kaynak ve lehimi, çekiçle işlemeyi ve döverek şekillendirmeyi, tanelendirmeyi hatta mine işlerini bile biliyorlardı.

Bu dönemde ustaların kullandığı yarı değerli taşları ve lüks gereçleri görmek oldukça şaşırtıcıdır. Bunlardan kaya kristali (kuartz), akik, yeşim, obsiyen ve lületaşı Anadolu'dan elde edilebiliyordu.

Bunların dışında kullanılan fildişi, kehribar, lacivert taşı ve firuze taşını ise dış ülkelerden ticaret yoluyla sağlıyorlardı.

Peki ustaların Anadolu'da kullandığı bu madenler nereden bulunmuştur? Buna Frigya medeniyetinin kurulduğu zamanki bölgenin durumu basit bir cevap verecektir.

Biz yine Anadolu'nun tarihinde çıktığımız yolculuğumuza geri dönelim.

Hitit (Eti) veya Anadolu'nun güneşi diyebileceğimiz bu medeniyetin yıkılmasıyla Tunç Çağı sona erer.

Asurlular ve Hititler döneminde Anadolu'ya yazı taşınmıştır ve yazılı belgeler günümüze kadar gelmiştir.

MÖ 1200'den sonra Demir Çağı'nın başlangıcıdır. Anadolu'nun tarihinde ise 200 yıl sürecek bir karanlık çağında sürecidir. Bu daha sonra MÖ 1000. yıllarda Batı Anadolu'da ilk Yunan yerleşmeleri başlamıştır. Burada kurulan medeniyet 12 kentli İon Birliğidir. Bu medeniyetten 200-300 yıl sonra Anadolu çeşitli uygarlıkların beşiği olmaya devam eder.

Doğu Anadolu'ya yerleşen Urartu Krallığı, Orta Anadolu'ya yerleşen Frigya Krallığı bu döneme rastlar.

Lidya Krallığının kurulması ve ilk paranın kullanılmaya başladığı dönemde ise tarih sayfaları MÖ 550'li yılları işaret eder. Bu dönem Anadolu'da türlü savaşların olduğu, büyük krallıkların yıkıldığı bir dönemdir. Aynı zamanda Perslerin Anadolu'ya akınlarının başladığı dönemdir.

Büyük İskender'in Anadolu'ya gelip hakim olması ve Persleri Anadolu'dan uzaklaştırdığında ise zaman dilimi MÖ 330'lu yıllardır.

Bundan sonra da zaten yavaş yavaş Anadolu'daki uygarlıkların sonu gibi demir çağının da sonuna yaklaşılmaktadır.

MÖ 330'dan sonra Anadolu'da Büyük İskender İmparatorluğunu kısa bir süre için görürüz. Artık Anadolu'da küçük devletçikler kurulmaya başlamıştır. Yunan Kent Devletleri, Selevkosoğulları Krallığı, İran Part Krallıkları, Bergama'da Bergama krallığı……, Roma Imparatorlugu ve Bizans.

Anadolu'da bundan sonra 1453 yılında İstanbul'un alınmasıyla yıkılan Doğu Roma İmparatorluğunun etkileri hızla yayılmaya başlayacaktır ki bu durum 1071 de Anadolu'ya Türklerin gelmesine kadar devam eder.

Nurcan Candan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Burçin Çobanoğlu


Bir Hayatı Paylaşmak

Her sabah uyandığımda yokluyorum onu dedi kadın. Yüzünde acı bir gülümsemeyle yanında duran adamın göğsüne dokundu. Sonra buruşmuş iki el birbirine değdi. Yüzleri birbirine dönük bir çiftti karşımda oturan. Ölümle dalga geçmek istercesine tebessüm ettiler birbirlerine.

Karşılarında oturan atmışlı yaşlarda başka bir kadın otuz yıllık hayat arkadaşından bahsetmeye devam etti. Seksenlerine merdiven dayamış bir adamı sevmekten hiç vazgeçmediğini söylüyordu. Anlatırken titreyen sesinden anladım yürüdükleri zorlu yolları.

"O " diyordu. "Yol arkadaşım… "

Neredeyse bütün hikâyeyi dinleyebilecek kadar uzundu yolumuz. Ellerim kalorifere, başım cama dayalı boğazın karanlık sularını izliyordum Kadıköy Beşiktaş vapurunda. Onların gözünde gereksiz kalp kırıklıkları yaşamış hayatın şımarmak için en güzel zamanlarında karanlık sulara bakan karamsar bir duruşum vardı belki de. Oysa hiçbir zaman bilmeyeceklerdi yıllanmış aşklarının bir yabancı tarafından kaleme alındığını.

Yaşanan otuz yılın verdiği gurur ses tonundan hissedilir bir havası vardı yanımda oturan kadının. Her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşan kocasının yanında nasıl dimdik kalabildiğini gösteriyordu hikâyesi. Geçirdiği her ameliyatın, beklenen her saniyenin ne kadar önemli olduğunu anlatıyordu karşısındaki yaşlı çifte. Umutların ve sabrın ilişkiyi nasıl canlı tuttuğunu söylüyordu.

Belki bu kadar şeyi ben anlatıyor olsaydım gözlerimden süzülen yaşlara engel olamazdım. Sadece sevgimi değil sahip olduğum gücün önemini vurgulardım her cümlemde. Onu ne kadar çok sevdiğimden öte hayata nasıl tek başıma göğüs gerebildiğim üzerine konuşurdum.

O yaşlı kadınsa kendinden ve aşkından o kadar emindi ki gözlerinden bir damla bile yaş süzülmedi anlatırken. Tüm yaşanan sıkıntıları sakin bir ses tonu ve yüzündeki küçük tebessümle anlattı karşısındaki çifte.

Geçmişle bugün arasında yaşanan hayatları, uğruna ölünesi aşkları, yaşam mücadelesi içinde omzunu dayayabileceğin birilerinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu ağzından dökülen her cümle.

Nasıl oluyor da bu kadar sevebiliyordu insan. Vücudundaki tüm gençlik hücreleri yok olmuşken umutları ve hayalleri nasıl bu kadar canlı ve genç kalabiliyordu?

Vapur iskeleye yanaşırken ilk defa acele etmeden kalktım yerimden. Belki duymam gereken birçok şey kalmıştı ardımda.

Başka yaşamların oluşturduğu bulutlardan kendi yaşamıma doğru süzülürken düşündüm Özveri denen şeyin vücudumun gençliğini ve hızını yitirdiğinde, bir bardağa uzanırken ellerim titremeye başladığında, ona hala eskiden kalma aşkımla bakabilmek olduğunu.

Burçin Çobanoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
2 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Songül Aras


DENİZ ANNE

Eşinin ölümünün ardından "Deniz Anne, nasıl tanışmıştınız?" sorusuna, 3-5 ay önce boğaza nazır bir rakı-balık masasında tatlı bir ses tonuyla verilen cevabı dinlerken, kendimi ağlar bulduğumu anımsadım. Sanırım hikayenin yalınlığına, kişilerin duruluğuna ve içtiğim rakının sarhoşluğuna yenik düşmüştü yüreğim. Günümüze gelip; gördüğüm, yaşadığım ilişkiler sanal aşkları çağrıştırdı ve işte sonuç:

Önce uzaklaştık en yakınımızdan. Bırak külleri zamanla komşu komşunun yüzüne muhtaç oldu. Yetmedi evimizden kaçtık. Bir odaya, bol dumanlı mekanlara gömüldük saatlerce. Sonra kendinden kaçışlar başladı. Kimliklerimiz değişti. Başka bir ruha büründük. Beden ölçülerimiz değişti. Kara kaşımız, kara gözümüz, küçük bir yalanla sarışın oldu. Yetmedi sıkı sıkıya bağlı olduğumuz düşüncelerimizle, o naif duygularımızla oynadık. "Seni Seviyorum" dedik ya, hiç tanımadığımız kim olduğunu bilmediğimiz birine. Sonra aynı cins çıktık. Kendimiz miydik bu sahiden, yoksa hepimiz birer sahtekar mı olduk? Doymadık ama bir türlü. İçimizdeki benliği doyuramadık. Sanallığı şeffaflığa dönüştürdük bugünlerde. Adına Facebook dedik.

Bize ne oldu? Neden yapaylaştık? Doğallığımıza hangi kimyasal gübreler atıldı? Duygu bağımızı kim koparttı? İnceliğimizi hangi kanlı eller budadı da odunsu gövdemizle kala kaldık böyle? Hayallerle oynayıp, düşüncelerimizi çalınır korkusuyla anlatamıyoruz. Telif hakkı isteyen aşıklar, çıkarcı sevgilerle duş alıyor aynı küvet içinde. Taradık en yüksek çözünürlükte fotolarımızı, kes-kopyala-yapıştır bir programdan geçirip "Nasıl? Güzelim di mi?" nidalarla sanal albümlere yerleştirdik. Geçmişte bir büyüğünün yanında kendi kızını sevemeyen babaların şimdilerde kızları yaşındaki gencecik kızların fotoğraflarına bakıp iç geçirirken hiç de yüzleri kızarmıyor, kan akışları hızlanıyor.

Şimdi bir zahmet biliyorsanız yan komşunuzun ismini yazıp aratın Facebook'unuzda. Belki o da sizin gibi yalnızdır ha ne dersiniz?

Songül Aras


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,208,208,208,208,208,208,208,20
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


BAKIŞ

Filiz'e

Ben yerden
Sende benden alamadın bakışlarını.

Utanıyor
Unutamıyorum

Affet ve al
Bakışlarını üstümden
Ağırlığını yazamıyorum bile.

Mahmut İletmiş

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu


ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 5 GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Sadece perşembe günleri yayınlanan haftalık bir e-dergi http://lecool.com/cities/istanbul/newsletters/current.html Format olarak biraz sıra dışı ama tarzını seveceğinizi düşünüyorum. Üye olduğunuz takdirde her hafta perşembe günü mail adresinize gönderiliyor. Keyifle okuyabileceğinize inanıyorum.

http://www.jurnal.net/ Gazete okuma alışkanlığımızın azaldığı günümüzde haber alma kaynaklarınıza bu web sayfasını da ekleyebilirsiniz. Ama ne kadar zorlasanızda bilgisayarınız hala gazete gibi kokmuyor. Sayfa çevirirken kağıt sesi duymuyorsunuz, en fazla bir tıklama sesi o kadar. Elinize bulaşmayan mürekkep lekesini de unutmayın lütfen. Tabiki bunların hiç biri olmazsa olmazlarımız değil ama neyse...

http://www.falling-sand-game.com/ Bilgisayarınız ve internetiniz varsa ilginç oyunlar elinizin altında demektir. Bu web sayfasını verdiğim oyun, basit ve anlamsız görünse bile sınırları zorlayan hatta sinirleri geren bir oyun. Oyunu anlatmayacağım. Bir kaç denemeden sonra öğreneceğinize eminim.

http://www.oyunlar1.com/games.php?flash=1096 Malum yeni yıl geliyor. Bu web sayfasında da noel baba kızdırma oyununu oynayabilirsiniz.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Time
Alan Persons Project









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20071226.asp
ISSN: 1303-8923
26 Aralık 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com