Mutlu Yıllar



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.343

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 28 Aralık 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Gelen gideni aratmasın!..


Merhabalar,

Site girişinde bulunan anketi yenilerken günün anlam ve önemine uygun bir soru sorayım dedim. Çok düşünmek gerekmedi. 2007'e baktığınızda kendinize nasıl bir sıfat yakıştırdığınızı sordum. Seçenekler kendiliğinden geldi. Son şıkkı da kendim için koydum ne yalan söyliyeyim. Kaygılı, evet ben kaygılıydım, halen kaygılıyım ve sanırım 2008 de farklı olmayacak. Son güne birkaç olayı sıkıştırmak istiyordum ama inanın hangisinden başlayacağıma karar veremedim. Son bir haftaya sığan olayların her biri birer yazı konusu aslında. Örneğin, zamlar, bindirilmiş vergiler, yakılan araçlar, patlayan bombalar, Kuzey Irak'a yapılan sortiler, dağı taşı dizi dövmeler, YÖK başkanının, Meclis başkanının deşifre sohbet ardı icraatları, Fazıl Say'ı anlamamakta ısrar edenler, haddini aşıp "defol" diyenler, "Yok kardeşim ben de gideceğim"ciler, iptal edilen yeni yıl kutlamaları, iptal edilmeyen alternatif dua geceleri.. daha sayayım mı? Benim için hepsi birer kaygı kalemi. Mesela en sonuncuyu ele alalım. İptal edilen Taksim yeni yıl kutlaması. Topbaş Başkan'ın açıklaması bir komedi. Güney Doğu üzerinden yedirme hesabı. Orası soğukmuş, biz burda nasıl eğlenirmişiz? Şakşakçı medyanın olaya bakışı daha ilginç. Asıl nedenin Güney Doğu olmadığında hemfikirler ama terör belasına muhtemel güvenlik önlemi yetersizliğinden hak veriyorlar. Bomba konulabilirmiş, o kadar insanın güvenliği nasıl sağlanırmış. Buna bizim köyde zaaf denir. Üstüne alınanlar içinse bir hakarettir, ya da öyle algılanmalıdır. Oysa durum göründüğü gibi değildir. Güvenlik güçleri o sırada Abdi İpekçi Spor Salonunda yapılacak alternatif geceyi koruyacaklardır. İki merkezde birden güvenlik sağlamak her babayiğidin harcı değildir. Öncelik şen kahkaların değil, hançerelerden fışkıracak huu seslerinindir. Çıkın açık açık söyleyin kardeşim, lafı döndürüp dolaştırmayın. Müslüman köyünde salyangoz satılmaz deyin olsun bitsin. Yeni yıla hoşgeldin deyip umut tazelemek bizim neyimize? Varsa yoksa huu, huu Allah huu.

Kaygıdan tasadan eser taşımayan deve kuşları, Pakistan'da olanı biteni anlayabildiniz mi? Haşa, memleketimle Pakistan'ı karşılaştırmak değil niyetim ama seçim öncesi az laik çok muhalefet bir parti başkanının başına gelenler küpe olsun kulağımıza yeter.

...

Yeni yıl gelince medyada promosyon yarışı hızlanıyor. Ee bizim neyimiz eksik dedim, eski defterleri karıştırıp işinize yarayacağını umduğum bir ufak hediye ayarladım size. Az veren candan çok veren maldan demişler, durumu bu yönüyle anlayacağınızdan kuşkum yok.

Sizlere Kahve Molası'nın kesesinden bir Komple Diş Check Up'ı hediye ediyorum. İstanbul'lular ya da İstanbul'a gelebilecekler panoda ayrıntılarını verdiğim şekilde randevu alıp tüm ağız kontrollerini muhteşem bir ortamda yaptırabilecekler. CASE ASSISTANCE ile yaptığım anlaşma ile "check up" ardından tedavi de isterseniz %20 indirim alacaksınız. Bu konuda sorularınız olursa sorabilirsiniz. Promosyon Mart 2008 sonuna kadar sürecek. Haydi bakalım dişçiye.

Yılbaşı münasebetiyle 2 Ocak 2008 Çarşamba gününe kadar yayınımıza ara veriyoruz. Hepinize kaygıdan, tasadan uzak, başarılı, huzurlu, en önemlisi sağlıklı bir 2008 yılı diliyorum. Seneye görüşmek üzere hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Yeni Yıla Gebe Geçmiş Bayram Sevinçleri

O küçücük ellerinden birisine bağlanmış bir naylon veya mendil torbası, kimbilir hangi sevinçlerle erkenden giydiği yeni urbası, verilip verilmeyeceğini merakla beklediği bayram parası ve o meraklı boncuk karası gülümseyen gözleriyle yüzünüze bakıldığına yılda kaç kez tanık olursunuz ? Dün geceden hazırlamıştık; balonlar bir torbaya, şekerler ve metal bayram paraları başka bir yere. Bunlar hiç tanınmayan bayram çocuklarıydı, o kapı senin bu kapı benim dolaşan. Tek başlarına çalmazlardı kapıları, birbirlerinden güç alırlardı belki de. Erkenden dolaşmaya başlamak çok önemliydi, kimbilir dün geceden o boncuk karası gözlerine kaç dirhem uyku girmiştir. Boşta duran el önce; "İyi Bayramlar" eşliğinde el öpme biçimine, daha sonra ikram edilen şeker ve bayram parasına uzanır, en son balon operasyonu ile son bulurdu. Ayırılırken o boncuk karası gözlerle sevinçli bir bakış, biraz kaçamak biraz mahcup ve ele bağlanmış torbaya özenle ganimetin yerleştirilmesi. Sonra yeni bir kapı zili, yeni boncuk karası gözler, bayram sevinçli çocuk yüzler. Bunlar; büyük kentlerde olduğu gibi geçmiş bayram sevinçleri değil, en azından benim tekrar yaşama fırsatı bulduğum ve Anadolu'nun birçok yöresinde hala yaşanan mevcut bayram sevinçleri. Şimdi yeni yıla gebe geçmiş bayram sevinçleri...

Koskoca bir yılı daha gerilerde bırakmamıza birşey kalmadı şunun şurasında. Yine buruk, yine çağdaşlıktan adım adım uzaklaşılan bir yılı daha geride bırakıyoruz ne yazık. Adeta geriye doğru işliyor zaman, gerisin geri çalışıyor takvimler. O bayram sevinciyle özenle örülmüş saçlarına eşlik eden boncuk karası gözler, kimbilir birkaç yıla kalmaz sadece kara bir örtünün içinden belki de zorlukla görülebilecek. Belki de; devrisi yıl bile giyilemeyecek o ponponlu çoraplar, tokalı pabuçlar. Baksanıza; kızkardeşlerini ilköğretimden ayırıp kuran kurslarına veren anne ve babasına velayet davası açan 2 kardeşin haberi bile var gazetelerde. Son 10 yılın okuma-yazma oranının %80'lere düşmesinin tesadüf olmadığı gibi az önce kapıyı çalan bayram sevinçli çocukların anne-babalarının devrisi yıllarda aynı cehaleti uygulamayacaklarının bir garantisi var mı ? Gerçi; gerisin geriye dönen takvimler ve o takvimlerin savunucuları okuma-yazma oranının yükselmesini neden istesinler ki ? Aksi takdirde; göbeğini kaşıyan adamları bu denli kolay idare edebilirler mi ? Fazıl Say'ın söylediklerinin bir kelimesini bile anlamamaları, ancak satır aralarına yorum yapmaları da zaten bundan değil mi ?

Fakir fukaraya etler dağıtıldı yine bu bayram, karınca kararınca. Belki de; geçip gitmekte olan koskoca bir yılın ardından boğazlarından geçen sadece bu etler oldu. Belki; bir de şova dönüştürülen ramazan çadırlarında bir lokma et geçmiştir kursaklarından. Olsun, göbeğini kaşıyan adamın bir torba kömürü ve birkaç erzağı var nasılsa oy karşılığı sattığı. Bir de karısını kömür karası torbaya yerleştirdi mi, nasılsa gelir yandaş ihalelerden birisi. Ya da; kızını ilköğretimden ayırıp kuran kurslarına gönderdi mi, belki de kapısını çalar baklava tepsisi. ABD'nin yeşil kuşak teorisi ile kuklaya çevrilen, ılımlı islam masallarıyla uyutulan, kul ile arabulucuk görevine soyunan tarikat şarlatanlarıyla kuşatılan güzelim ülkemizden; ayrılmayı bile ciddi ciddi sorgulayan sanatçılarının bulunması ne acıdır. Sanatın içine tüküren belediyecilere, ihale yöntemiyle şehir tiyatrolarını yürütmeye çalışanlara, müzik ve resim derslerini din kültürü ve ahlak bilgisi ile doldurmaya çalışan idarecilere sahip bu güzelim ülkemizin; işsiz öğretmenlere, ihale ile satın alınmayı bekleyen tiyatrocularına sahip olması ne acıdır. Eğitim ve mesleki liyakat yerine sadece imam-hatip liyakatının ön plana alındığı, hemen her kurumun başına bu okulların mezunlarının atandığı bir başka Atatürk Cumhuriyeti ülkesi var mıdır ?

Yeni yıla gebe bir eski yıl mutlaka vardır. Geçmiş bayram sevinçlerinin anlatıldığı bir sürü yazı da mutlaka yazılmıştır. İyi de; "yeni yıla gebe geçmiş bayram sevinçleri" neden bana böylesi buruk bir hüzün bırakmıştır, hiç anlamadım...

Geçmiş bayramınız kutlu, gelecek yeni yılınız mutlu olsun, ülkemize aydınlık günler dolsun.

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,829,829,829,829,829,829,829,829,829,82
11 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ayşegül Erden

 Eski Dost : Ayşegül Erden


  BEKLEME SALONU

Gecenin kuru ayazı, çoktan otogarda olması gereken aktarmalı otobüs geciktikçe, sabırsızlanana yolcuların yüzlerinde ki rengi giderek soluklaştırıyor, gözlerine umutsuz, kızgın bakışlar yerleştiriyordu.
Omuzunda uyuyan küçük kızının üstüne örttüğü battaniyeyi düzelten kadına kocası sertçe çıkıştı;
"Girsene sen bekleme salonuna, hasta edeceksin çocuğu bu soğukta!"
Kadın; "Gelir şimdi.", dedi.
"Gelse ne olacak? Seni almadan mı gidecek? Geç içeri hadi!", diye daha da sertleştirdi ses tonunu adam. Kadın çaresiz, dışarıda ki havadan en fazla beş derece daha sıcak olan bekleme salonuna girdi, bütün koltuklar doluydu, sırtını buz gibi duvara dayadı, çocuğuna biraz daha sıkı sarıldı. Yaşlı bir teyze acıyarak baktı uykulu gözlerinin aralığından kadın ve çocuğuna yeniden yumdu gözlerini, uykuya daldı.
Rahatsız koltuklarda bekleşen yolculardan biri horlayarak uyuyor, bir diğeri çevresindekilere aldırmadan burnunu karıştırıyordu. Az ötede bir genç kız başını yanında ki delikanlının omuzuna dayamış, delikanlı başını arkaya atmış, sıkıca sarılmıştı kıza, üşümesini engellemekten çok korumaktı sanki amacı. İkisininde başlarında bere ve gözlerine kadar yüzlerini saran atkıları vardı. Uyumuyorlardı.
Bekleme salonunun soğuğunu, giderek ağırlaşan kokusunu adeta hiç hissetmeyen genç bir adam, başını okuduğu kitaptan kaldırınca gördü, kucağında yavrusu ile ayakta duran yorgun kadını. Eliyle işaret etti önce, "gelin buraya" anlamında, kadın aldırış etmedi. Genç adam yerinden kalktı, başkası oturmasın diye elindeki kitabı koltuğa bırakarak kadına doğru yürüdü.
"Geçin lütfen benim yerime oturun, yorulursunuz böyle."
Kadın ürkek gözlerle bakındı;
"Yok, yok.", dedi aceleyle, "çökerim ben yere, siz oturun."
Genç adam kadını ikna etmek için bir şeyler söyleyecekti, salona giren gür sesli delikanlı;
"Sevda ne yana düşer usta
gurbet ne yana..." diye şarkı söylemeye başlayınca, uyuklayan yolcular uyandılar, "Otobüs mü geldi?", diye fırladı bir ikisi, burnunu karıştıran adam elini aceleyle burnundan çekip paltosunun cebine soktu. Delikanlının omuzuna dayadığı başını hızla dikleştirdi ama gözlerinde ki korku dolu ifadeyi hiç kimse farketmedi.
"Ne oluyor be? Yavaş kardeşim." diyerek kızdı bir diğer yolcu, ama gür sesli delikanlı aldırış bile etmedi.
"Ölüm hep bana bana
bana mı düşer usta..."
Genç adam kadına gülümsedi, utandı kadın, ama gülümsedi.
"Geçin haydi, orası daha sıcak.", dedi adam, yanıbaşlarında beliriveren iri cüsseli adamı görmeden.
"Ne diyorsun ulan sen? diye adeta kükredi kadının kocası.
"Dur Asım dur, kardeş bize yerini vermek istedi..."
"Sus sen Sabiha, geç ulan sen de yerine, o rahat burada. Çök kız sen de yere!"
Sabiha utanarak yere çömelirken, ikisinin de yüzüne bakamadı.
Genç adam ısrar etmenin anlamsız olduğunu anladı, yorgundu üstelik, konuşmadan arkasını döndü, yerine doğru yürüdü, ardından Asım'ın, "Pis fırsatçı bunlar", diye söylendiğini duymadı bile.

"Sigaran var mı ağabey?"
Az önce şarkı söyleyen genç, öfkeli Asım'a bu soruyu o anda sormasının ne büyük hata olduğunu, adam kendisini kabaca ittirip;
"Defol git ulan pis anarşist.", diye dişlerinin arasından söylendiğinde anladı.
"Dur be babam, ne kızıyorsun?" diye sormak istedi ama, Asım'ın bakışlarının karanlığından korkarak, aceleyle uzaklaştı oradan.
"Anarşistmiş..." diye söylendi kendi kendine. Küçük salonda turlamaya başladı seri adımlarla. Ta ki beklemekten bitap düşmüş yaşlıca bir kadın;
"Otur oğlum yerine, başımızı döndürdün.", diye kendisini uyarana dek.
"Sıkıldık be anacığım, bu otobüsün geleceği filan yok belli... Yok bilsek gelmeyecek, dönelim evimize, ama biz burayı terkederiz, meret gelir inadına, açıkta kalan biz oluruz yine, gariban değil miyiz?"
Burnunu karıştıran adam onayladı delikanlıyı;
"Öyle öyle... Zaten devlet unutmuş garibanı, şöför mü düşünecek? Çekmiş arabayı uyuyordur bir yerlerde."
"Susun be kardeşim, uyuyun işte.", diye söze karıştı bir yolcu.
"Uyu sen uyu...", dedi "anarşist", "uyuttular sizi bir kere, aman uyanmayın."
"Koyunlar gibi..." fıslıdadı birisi.

Ömer az önce yer vermek istediği kadına baktı, yüzünün duru güzelliğini farketmemişti. Gözlerindeki hüzünle karışık korku, pişmanlık ifadesi canını acıttı birden. "Yüzlercesinden biri daha...", diye düşündü, kaba saba görüntüsüyle, "Dünya benden sorulur" edasıyla karısının başında bekleyen Asım'a bakarak. Neydi bu kadınları bu kadar edilgin kılan? Bir "eğitim" sözüydü hep beynimize, dilimize yerleşen. Herşeyin başı "eğitim"di.
Ömer düşündü Sabiha ve Asım'ı ve yüzlerce Asım'ları, Sabiha'ları...
Sabihalar erkenden kalkar, eşlerine güleryüzle davranırlar herşeye karşın, şikayet etmeden evlerinin tüm işlerini yaparlar, severek çocuklarına bakarlar, büyütürler ve eşleri tarafından ikinci sınıf vatandaş muamelesi görürlerdi. Bu hangisinineğitimsizliğiydi? Asım'ların mı, Sabiha'ların mı? Peki ya insanlık? İnsancıllık?
Ya "eğitim"li Sabiha ve Asım'lar? Onların içinde de yokmuydu kadınını ezen, horlayan, kendi zayıflıklarının intikamını sözle, şiddetle, Sabiha'sından almaya çalışan? Kaçkez tanık olmamış mıydı Ömer; aklına üniversitede asistan arkadaşı Nuran geldi. Bir gün okula geldiğinde, yüzündeki morluğu soranlara; "Kapıya çarptım, sormayın...", diye geçiştirmemiş miydi soruları, gözlerini kaçırarak, buğulanan mutsuz gözlerini... Neden korumuştu kocasını? Kimden utanmıştı? Aldıkları bunca eğitime karşın şiddet gördüğü için kendisinden mi, yoksa aynı üniversitede Doçent olan kocasının"sözde" eğitiminden mi? Aslolan insanın kendini eğitmesiydi aslında.
Babasını anımsadı Ömer, ilkokulu bile bitirip bitirmediğini, ona olan saygısından bir türlü sormaya cesaret edemediği, sevecen, hoşgörülü, yeri geldiğinde kararlı bir sertlikle kızkardeşine ve kendisine verdiği yaşam derslerini. Annesini kaybettiğinde henüz yedi yaşındaydı Ömer, kızkardeşi ise dört.
Annelerinden onlara kalan yalnızca, babalarının evin her köşesine yerleştiği güleryüzlü mutlu bir kadının resimleriydi.
"İnsanlara önyargısız yaklaşın." derdi babası, "hiçbir zaman yüzde yüz siz haklı olamazsınız, ama elbette karşı tarafta değildir. Önemli olan hata yapmamak değil, yaptığınız hatalardan dersler çıkarabilmektir. Kendinize tanıdığınız hakları karşınızdaki kişiye de tanıyın, onun yerine kendinizi koyun..." gibi pek çok söylem. Babaları, bunları eğitim kurumlarında öğrenmemişti elbet, üstelik cahil bir ailesi vardı, ama o, ailesinde gördüğü eksikleri, hataları gözlemlemiş ve az biraz okumasıyla kütüphanelerden edindiği kitaplarla kendisini geliştirmişti.

Kuru ayaz, şiddetli rüzgarla kendisini iyice hissettirince, dışarıda kalmış bir kaç yolcu bekleme salonuna girdiler, ellerini oğuşturarak. Küçük salon, içerdekilerin nefesleriyle biraz olsun ısınmıştı,ancak uykulu nefeslerin kokusu havayı iyice ağırlaştırmıştı, havasızlık dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı.
Orta yaşlı kadın bir kaç koltuk ötesinde uyuklayan adamı işaret ederek;
"Biri şu adamı uyandırsın, ayakkabılarını giysin öyle uyusun.", diye sızlandı.
İçeri yeni giren gençler kıkırdadılar. Kadın yüzünü buruşturdu;
"Gülmeyin evladım, kokuyor işte çorapları, burnumuzun direği kırıldı."

Ömer'in yeniden Sabiha'ya kaydı bakışları. Gözleri kapalıydı kadının. Birisinin kendisine baktığını hisseden insanların duyarlılığı ile açtı gözlerini bir anda, huzursuzlandı, yeniden sıkıca yumdu gözlerini bu kez. Kolları yorulmuştu saatlerdir kollarında taşıdığı küçük kızından ama kıpırdamadı.
Asım, az ileride oturan sarışın kıza dikmişti. Belli öğrenciydi kız, başını yanında oturan yaşlıca adamın omuzuna dayamış uyuyordu. Yarı aralık dudaklarının kenarından tükürükler süzülüyordu. Minicik burnununucu soğuktan kızarmıştı. Diri göğüslerinin inip kalkışı, üstündeki daracık anoraktan farkediliyor, bu görüntü Asım'ın gözlerini kızdan alıkoymasına engel oluyordu. İç geçirdi... İşte tam o sırada yakaladı Ömer'in karısına bakışlarını. Kendi dizginleyemediği arzularını bir anda Ömer'e maletti ve dişlerinin arasından tısladı adeta;
"Ne bakıyorsun ulan ırz düşmanı?"
Ömer o kadar dalmıştı ki, adamın kendisine söylendiğini anlayamadı önce.
Sabiha korkuyla açtı gözlerini, kendisinin bile zor duyduğu sesle;
"Asım..." diyebildi.
"Sus sen!"
Asım'ın diklenişini duyan "anarşist" "tam zamanı" diye gülümsedi ve saldırıya geçiverdi aniden, bu kez daha yüksek sesle;
"İzmir'in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler çakıcı
Yar fidan boylum..."

"Kes ulan şunu!" dedi biri.
Yalnızca gözleri açıkta kalmış iki genç biraz daha sokuldular birbirlerine tedirginlikle. Yanlarında uyuklayan yaşlıca kadın olan bitenşin farkında değildi. Genç kızı kolundan dürttü;
"Sizde mi İstanbul otobüsünü bekliyorsunuz evladım?", diye sordu.
Kolunun dürtüklenmesi genç kızı titretti birden, sesi çıkmadı, O'nun yerine delikanlı yanıtladı kadını;
"Kısmetse teyzeciğim."
"Nerede kaldı bu otobüs?", diye fısıldadı genç kız ağlamaklı bir sesle, "Bulacaklar bizi..."
"Sakin ol.", dedi delikanlı, "Gelir artık."
Kadın meraklandı birden, kızın söylediklerini duyamamıştı ama, ağlıyor muydu ne?
"Hayrola oğlum? Hasta mı bu kızcağız?"
"Yok teyzem, uzun yola pek gitmedi de heyecanlı biraz."
"Öğrencimisin sen?" diye sordu kadın, daha da meraklanarak ve yanıtı beklemeden; "Kardeşin mi bu kız senin?" diye yeni bir soru ekledi.
Genç kız biraz daha küçüldü erkeğin kollarının arasında.
"Öğrenciyim teyze." dedi bıkkınama kararlı bir sesle Mehmet, "Bu kızda kardeşim Ayşe."
Gerekli açıklamayı yapmış, kadının susmasını bekliyordu ki, kadın yeni bir soru sormak için ağzını açtığı anda, Asım "anarşist"in üzerine yürüdü.
"Bana baksana ulan sen!" diye yakasına yapıştı.
"Baktım usta, büyük adamsın vesselam.", diye alayla gülümsedi "anarşist".
Uyuklayan yolcular gürültüden uyandılar. Ömer yerinden fırladı, Asım'ın kolunu tuttu.
"Dur kardeşim, olay çıkarmaya gerek yok, bak hepimiz üşüdük, yorulduk, sinirlerimiz gerildi."
Asım kaba kuvvetle ittirdi Ömer'i.
"Sen karışma ırz düşmanı!"
Sabiha oturduğu yerde ayağa fırladı;
"Asım yapma..." diye haykırdı. Annesinin sesiyle küçük kız uyandı, ağlamaya başladı.
"Sus sen, otur oturduğun yerde.", diye tersledi karısını Asım, yeniden "anarşistin" yakasına sarılarak. Artık herkes uyanmış, salonda bir uğultu başlamıştı. Birkaç yolcu kavga çıkmasını engellemek için Asım'ı yatıştırmaya çalıştılar, kadınlar; "Yapmayın, etmeyin..." diye seslerini yükselttiler.
"Olay ne kardeşim?" diye kükredi yeni uyanan adam, ayakkabılarınıgiymeye çalışırken.
"Senin çoraplarının kokusu..." dedi gençlerden biri. Arkadaşları yine kıkırdaştılar. Adam ters ters baktı gençlere, şişmiş ayaklarını ayakkabısına sığdırmaya çalışırken.
Kokudan şikayetçi kadın;
"Haklı çocuklar, burnumuz sızladı." diye söylendi.
Sabiha, bir türlü susmayan kızını salladı kollarının arasında.
Sarışın genç kız ağzının kenarından sızan tükürükleri kuruladı uyanırken.
"Neler oluyor baba?" diye sordu.
"Bu hayat şartları insanda hoşgörümü bıraktı?" diye söylendi bir diğeri. Gençler gülüştüler yine.
"Ne alaka ya teyze?" dedi biri.
Asım'ın kolu hala "anarşist"in yakasında;
"Sen kim benimle dalga geçmek kim ulan?" diye daha bir gürledi, alkış bekleyen kahraman edasıyla.,
"Olay çıkacak Mehmet, bulacaklar bizi..." dedi korkuyla Ayşe.

"Korkma Ayşem.", dedi Mehmet, "Herkesin sinirleri gerildi ama bir şey olmaz, rahat ol sen."

"Korkma kızım" diye onayladı meraklı teyze Mehmet'i.
Ömer, gürültünün içinde kızını teskin etmek isteyen çaresiz Sabiha'ya baktı, genç kadın bu kez kaçırmadı bakışlarını. O anda kaderine mi lanet etti bir an için, yoksa Ömer'e mi öyle geldi, kadının isyan dolu gözlerinde şimşekleri andıran pırıltı...
"Ağabey ya yakamı bırak, ya da vuracaksan vur." dedi anarşist bıkkın bir isyanla. Bakışlarını sarışın kıza çevirdi Asım, korkuyla bakıyordu sarışın kendisine.
"Git işine tüysüz.", dedi Asım, üstünlüğünü ispatlamış muzaffer bir komutan edasıyla ve bıraktı "anarşist"in yakasını, sarışının hızla inip kalkan göğüslerine bakarak.
"Ulan zırtapozlar, üç kuruşluk uykumuzun içine ettiniz.", diye sessizce söylendi biri.
"Ben çok acıktım anne yaaa..." diye sızlandı küçük bir erkek çocuk annesinin kucağında.
Asım, kahraman bir edayla Sabiha'nın yanına dönerken, "anarşist"in arkasından alayla baktığını, "Sen de kimsin?" dervari hareketlerini görmedi, görenler ister istemez gülüştüler. Aniden arkasına döndü Asım gülüşmeler üzerine, ve bir küfür savurdu.
"Hooopp" dedi "anarşist", Ömer kolundan tutup geri çekti onu, gözlerini kahraman Asım'ın Sabiha'sından ayırmadan. Sabiha'da çekmedi gözlerini...

Kapı açıldı birden, içeri bir aydınlık vurdu sanki. Ve yine loşluğuna döndü salon. Bir insan belirdi kapıda. Loşlukta yüzünü kimsenin seçemediği bir insan. Tok bir sesi vardı.

"İnsanlığa sevgiyi unutturmaya çalışıyorlar.Hoşgörüyü yoketmeye uğraşıyorlar. Saman alevinden yangın çıkarmayı kahramanlık belletiyorlar. Kendimizden zayıfa işkenceyi marifet sandırıyorlar. Ucuz, sahte kahramnlar ürettik bizlerde içimizden. Sindirildik, sindirilmeyi kabul etmeyen yanımızla vurmaya başladık. Dost kim, düşman kim ayırmaz olduk, bu bencil, çıkarcı sevgisiz dünyada. Sevgi dolu bakışları yadırgar olduk, "ben" olduk hep, "ben"in dışında ki herkesi bencil görmeye başladık. Unuttuk sevgiyi, unutturdular..."

Kapı açıldı, beklenen müjde yankılandı salonda;
"İstanbul Yolcuları, otobüsünüz geldi!"

Salona bir garip sessizlik hakimdi.
Ya az önce ki ses?
Kimdi konuşan?
Sevginin yokolduğunu söyleyen sesin sahibi kimdi? Neredeydi?

Yolcular sessizce eşyalarını toparlarken yeniden açıldı kapı. Jandarmaydı bu kez gelen.
"Kimlik kontrolü beyler.", dedi jandarma
Dizleri titredi Ayşe'nin. Kendisini Mehmet'in kollarından ayıran kolların sahibini anlayamadı bile o anda. Yalnızca bir kadın sesi duydu.
"Kızım çok hasta kardeşim. Ben emekli Öğretmen Nejla Sümer. Bu da kimliğim oğlum. Kızım telaşla unutmuş evde kimliğini, ateşler içinde yavrucak. Tedaviye götürüyorum İstanbul'a. Otobüsü kaçırırsak... kızım..."
Kısacık bir an sürdü sessizlik.
"Geçin Hocam.", dedi jandarma, "Allah kurtarsın."

Otobüse bindiler.

Genç öğrenciler artık gülmüyorlardı anlamsızca.
Adam ayakkabılarını çıkarmak için eğildi, vazgeçti. Sarışın kız babasına daha sıkısarıldı. Annesi karnı acıkan oğluna çantasından çıkardığı simiti yedirdi. Ömer "anarşist"in yanındaki yerini aldı. Ve ikisi de aynı anda gördüler Asım'ı ve kucağında kızını, Sabiha'nın peşisıra koltuklarına ilerlerken. Gülümsediler.
Yanlarındangeçerken kısacık baktı Sabiha Ömer'e.
Otobüs hareket etti.
Necla Hanım kucağına oturttuğu zayıf vücudu otobüsün yola koyulmasından yarım saat sonra teslim etti Mehmet'ine...
"Bizi bize vermediler Hocam.", dedi Mehmet, "Ben öğrenci değilim ama."
"Mutlu kalın." dedi Necla, "Ben de öğretmen değilim."
Otobüs ilerlerken herbiri sordu kendine...
O ses kimdi?

Ayşegül Erden


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,899,899,899,899,899,899,899,899,899,89
9 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Derya Ongun

 Deryaneval : Derya Ongun


  VANİLYA GÖKYÜZÜ

Vanilya renkli bulutları bilir misiniz, Vanilla Sky filminde öğrenmiştim bu tabiri, ve hemen aklımda kalan bu özel renkli bulutlarla kaplı gökyüzü görüntüsü dimağımda buluşuvermişti bu isimle...

Bulutlara bakarım ta küçüklüğümden beri, onlara isim mi koymadım, şekillere mi sokmadım, bana baktıklarını, benimle konuştuklarını, benimle birlikte hareket ettiklerini ya da benim önümden resmi geçit yaptıklarını mı düşünmedim, hepsini ama hepsini yaşadım. Gökyüzünü bulutlu severim, de, havayı bulutlu pek sevmem aslında..

Uçakla ilk bulutun içinden geçtiğimde ruhumda beliren ürkek ve tedirgin coşkuyu belki bir gün tarif edebilirim, hala edemiyorum..

Bir kış gecesi Etiler'den eve dönerken arabayla içine girdiğimiz sis bulutunun asfaltın üzerinden tekerleklerin hareketiyle süprülüp nazlı nazlı arabanın iki yanına savruluşunu, arabanın ise adeta asfaltta değil de bulutun yumuşak karnında keyifle kaydığını yaşadığımda da bunu bir daha hiç unutmayacağımı hissetmiştim.

Vanilya renkli bulutlar ise, apayrı bir zülfü yare dokundular bende, vanilyanın koku ve tad alma merkezlerim üzerinde yaptığı yumuşak ve ama baştan çıkarıcı etki, bulutların bendeki neredeyse ilahi tesiriyle birleştiğinde ortaya benzersiz bir tamlama çıktı sanki....

Şu anda saat 18:37 ve gökyüzünde vanilya rengi bulutlar salınıyor ve ben onlara bakarken mutlu oluyorum, sadece mutlu oluyorum.... bu kadar basit....

Vanilya özel, bulut etkileyici, Vanilya renkli bulutlar ise nevi şahsına münhasır, pek anlatılamıyor, başı yukarı kaldırıp gökyüzünde gözgöze gelmek lazım, o zaman bu yazının devamı duygularda ve algılamada herkesin kendi lisanına göre belirecektir, ben bu kadarını ifade edebildim .... Komposto içer gibi, hem serin, hem ılık, hem meyva, hem çiğ değil, hem tatlı, hem değil, güzel yani, tanıdık bir güzel....

Arka fonda masmavi gökyüzü ve fon ışığı olarak da güneş.... Ne ilahi bir tablo, ne eşsiz bir kompozisyon, tabiatın bize sunduğu herbiri birbirinden özgün bu eserler varken o kadar zenginiz ki, sürekli değişen bir tablo şöleni, üstelik de yapacağımız tek şey etrafa ve yere ve sağa sola ve gökyüzüne bakmak.... sadece bakmak....

Görebilenlerden olun, o zaman doyumsuz, hayatın kendisi de, bize gösterdikleri de, bizim için oluşturdukları da, ben doyamıyorum........

Derya Ongun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,829,829,829,829,829,829,829,829,829,82
11 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Depresyona yardımcı bayan aranıyor

  • Büyükçe bir evin kalabalık nüfusu ile baş edebilecek,
  • Yemek yapmayı zevk edinmiş,
  • Evin prens ve prensesi ile ilgilenecek,
  • Günde iki tur çamaşır yıkamadan kendini işe yaramamış hisseden,
  • Jilet gibi ütü bilen,
  • Seyahate mani hali bulunmayan,
  • Çocukları aktivitelere götürüp getirecek, ehliyetli,
  • Güler yüzlü ve bakımlı,
depresyona girmeye vakti ve mecali olmayan evin 'yalnız' hanımına destek, yardımcı bayan eleman aranıyor.
Başvurular kesinlikle gizli tutulacaktır.

Geçen gece bir arkadaşım aradı ve sesinden halinden pek memnun olmadığı hemen seziliyordu. Ben yine de adet yerini bulsun diye 'nasılsın?' diye sordum. 'Depresyondayım' dedi. Kendince bir sürü haklı nedeni vardı depresyona girmek için. Sebeplerini saydı da saydı.Birkaç sene önce boşanmış, iki çocuğu ile yalnız kalmıştı.İki çocukla baş edemeyince eve yatılı kadın almış, kendini de bir hışımla sokaklara atmıştı. Yardımcıları gün boyu bütün işleri yapmışpluyor, Hüsniye hanım yorgunluktan mışıl mışıl uyurken; ona da oturup kör talihine ve eski eşinin gelmişine geçmişine söylenmek kalıyordu.

İyice içini dökmesi için, bir süre öylece hiç kesmeden onu dinledim. Sonunda dayanamadım:

- Bu saydığın nedenlerin neredeyse tamamı pek çok kadın için geçerli. Teoride hiç eksiğim yok senden bilesin.
- Sahi hakikaten sen niye girmiyorsun depresyona?
- Benim depresyona girecek mecalim yok da ondan. 'Depresyona yardımcı bayan aranıyor' diye gazeteye ilan vereceğim.
- Dalga geçme ya!
- Ciddiyim.

Bazen birilerine bir şey anlatmak için en kestirme yol, olayı egzajere ederek durum komiği yaratmaktır. Ben de öyle yaptım.

- Hem vaktim hem mecalim yok gerçekten. Sabahın köründe kalk; servise kızı yetiştir; oğlana yumurta pişir; akşamdan kalmaları topla; bulaşık makinasını boşalt, tekrar doldur; kahvaltıyı hazırla; günü planla; sofrayı topla; üç öğün yemek yap; üç öğün sofra kur kaldır; arada çay kahve, kek, irmik helvası, kemalpaşa talısını araya mutlaka sıkıştır; çamaşır as; kuruyanları topla, katla, şartsa ütüle değilse dolaba tık; maillere bak, nette selamlaş, hal hatır sor vedalaş; yerleri sil, tozları al, lavabo temizle, küvet ovala; alışveriş sonrası okul toplantısına yetiş. Eh, mecalin ve de vaktin kalırsa depresyona girmemezlik etme. Depresyon işi; vakit, nakit ve de erkekli işi.
- Saçmalama! Otur bir koltuğa söyle düşün iki saat bak nasıl girersin.
- Onu da yapıyorum arada. Karalı bir şekilde oturuyorum bir koltuğa. Tam depresyona gireceğim düdüklünün düdüğü ötüyor.
- Offf yaaa!... Dalga geçme.
- Düdüklü ötmese, oğlan monopoli kutusunu koltuğuna kıstırmış karşıma dikiliyor. Ya futbol oynayacaksın ya da emlak işi yapacaksın. Beşiktaş'ı aldım, Şişli'yi sattım, ben sana on gol attım derken bakıyorum akşam olmuş. Zırrrrr!... Kız geliyor, offuyor puffluyor, çanta bir tarafa, ayakkabı bir tarafa fırlıyor, okulda aşk işleri Brezilya dizilerini aratır; benim bile aklım basmaz olmuş. Odur, budur; unutur şeklinde bir geyik fırtınası, aşk tatlıya bağlanıyor. Akşam oluyor sofra kuruluyor, kaldırılıyor, bağrış çığrış evde top tüfek bebek ne varsa ortalığa saçılıyor, derken çocuklar sızıyor.
- Otur bir koltuğa depreş işte, sinir etme adamı.
- Mümkün değil, yorgunluktan oturur oturmaz uykum geliyor. Hemen uyumayayım, biraz kafam dinlensin diye bazen radyoyu açıyorum, bir bakıyorum müziğin neşesine kaptırıp gitmişim kendimi. Pür neşe gün bitiyor. Sen de müzik dinlesene? Müziğin sesini sonuna kadar aç kendi iç sesini duyamazsın o zaman.
- Tüm şarkılar beni ağlatır oldu. Şarkı sözlerini üstüme alınıp, sabaha kadar ağlıyorum.
- Hadi ya? Ne güzel demek hala duyguların sapasağlam. Geçen gün gecenin yarısı radyoda romantik bir müzik, gökte ay... Tek başıma evde yalnızım, nasıl güzel bir ortam anlatamam. Oturup duygulanacağıma bizim Ayşenur'a mesaj çektim.
- Ne dedin?
- 'Gökte dolunay, radyoda aşk müziği, kimi düşüneyim bilemedim. Aklıma bir tek sen geliyorsun iyi mi?' Gülmekten kasıklarımız ağrıdı.
- Herşeyi komikliğe vuruyorsun, ben yapamıyorum işte bunu.
- Gecelerin sessizliğinde romantizm suretiyle depreşmeye de mecalim yok anlayacağın.
- Ben de dün geceden beri koltukta yatıp, zırlıyorum... Bir sevgili istiyorum artık galiba.
- Aman sakın, düşme bu tuzağa. Boşluğa düşen, adam peşine düşüyor.
- Ne yapayım peki?
- Hemen tüm yardımcılarını gönder. Bütün evin işini sen yap. Yor kendini yor. Bak bakalım depreşecek mecalin kalıyor mu? İnan gün boyu yaşanan yorgunluğun üstüne 'sevgilim yok' diye değil üzülmek, sevinçten göbek atası geliyor insanın. Benim önerimi ciddiye al sen. Beynini değil; bedenini yoracaksın. Bu kadar basit!

Depresyondaki bütün yalnız ve çocuklu kadınlara şiddetle tavsiye ederim. Evi oyuncakla doldurun, yerlerde süperman, barbie bebek ayakkabıları, bol kalem silgi, pokemon kartları falan olsun. Adım atacak yer kalmayana kadar bulduğunuz tüm küçük askerleri güzelce yere yayın. Banyo havlusuna sürekli makyaj denemeleri yapan kızınızın dudak boyasını özenle bulaştırın. Ufak ufak kağıtlara ergenlik bunalımını yansıtan aşk notları yazıp oraya buraya tıkıştırın. Çalan telefonlara koşarken mutlaka ayağınıza bir iki peluş oyuncak takılmalı. Çocuklarınızın, evde yemek yapma denemelerine hiç ses çıkarmayın. Tek temiz kap kacak kalmayana kadar yeni mamalar denesin yavrucaklar. Sonra banyo mutfak, yatak odaları her yeri derleyin toplayın, yıkanacakları yıkayın. Bin binbeşyüz kere eğilin kalkın.

Depresyona girecek mecali, sevgili düşünecek hali kalan olursa; sizdeki depresyon kesin genetiktir azizim...

Mehtap Akdeniz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
8 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Melis Mine

 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


  Güllerin Savaşı

Tür: Dram, Komedi
Yönetmen: Danny De Vito
Senaryo: Warren Adler
Görüntü Yönetmeni: Stephen H. Burum
Müzik: David Newman
Yapım: 1989, ABD, 116 dk.
Oyuncular: Danny De Vito, Michael Douglas, Kathleen Turner

Oliver ve Barbara Rose 18 yıldır evlidir. Ancak günün birinde Barbara, Oliver'siz geçecek hayatın nasıl olacağını düşünmeye başlar ve bir süre sonrada boşanmak istediğini anlar. Ayrılmaya karar veren çift, içlerinde yıllardır birikmiş olan nefreti mal ayrımı bahanesiyle ortaya dökünce işler içinden çıkılmaz bir hal alır. Oliver'ın avukatı usta taktikler ileri sürer, ancak her şey için artık çok geçtir. Birbirlerini yaşadıkları evden atmaya çalışan Oliver ve Barbara akıl almaz yöntemlere başvurarak kurnazca planlar geliştirirler.

Komedi oyunculuğuyla ön plana çıkan ancak eğlence endüstrisinin en başarılı film yapımcılarından birisi olarak da gösterilen Danny De Vito, yönettiği "Güllerin Savaşı" ile başarılı bir kara mizah örneği ortaya koyuyor. Warren Adler'ın bir evliliğin ölümü hakkındaki romanından uyarlanan komedinin yıldızları Douglas ve Turner.

Birbirlerini çılgınca severek evlenmiş bir çiftin, aradan uzun yıllar geçince bağlılıklarının nefrete dönüşüp yaşadıkları evi nasıl bir savaş alanı haline getirebileceklerini anlatıyor film aslında. Bir evliliğinin sonunun nerelere varabileceğini gösteriyor biraz uçta bile olsa.

Bir çiftin birbirine yabancılaşması ile ilgili bir öykü yazmaya başlamıştım bir vakitler, daha doğrusu, birbirlerini mutlu etmek adına kendilerine ve böylece de sevdikleri insanlara yabancılaşan bir çiftin öyküsünü… Benim öyküm dramatik unsurlar içeriyordu, Güllerin Savaşı benimkinin aksine komedi havasına bürünüp anlatıyor bu yabancılaşmayı…

Sevgili karısının ölüm tehlikesi yaşarken yanında olmamasını sorgulayan Oliver, (karısının mutsuzluğunu görmezden geldiği günleri unutarak pek tabi) seven, kafası karışmış mutsuz bir koca iken; Barbara bir zamanlar sevdiği adamın, sevmediği hayatına uyum sağlamak için sevmediği bir hayata gömülmüş - zaten sevgisi bu sebeple azalmış - bu hayattan kendini kurtarmaya çalışmaktadır.

İnsanın canını en çok sevdiği, onu en iyi tanıyanı yakabilir derler ya, işte tam da öyle olduğunu görüyorsunuz filmde. Filmin en başında tanışmalarına vesile olan bir bibloyu görüyoruz. Sonra o biblonun nasıl bir intikam aracına dönüştüğünü izlerken aklıma ilk gelen bu oldu. Tıpkı "düşmanını alt etmek istiyorsan onu çok iyi tanı" dedikleri gibi… Karşımızdakini ne kadar iyi tanırsak; neyin, canını ne kadar yakacağını ne kadar iyi bilirsek o derece savunmasız olur karşımızdaki bize, o derecede de yakın…

Filmin bütününe bakıp "komik"ti diyebilirim belki ama bittiğinde iki damla süzülüyordu göz pınarlarımdan… Her fedakârlığın, her feragatin mutluluk getirmediğini - sanki hala bilmezmiş gibi - görünce yine tutamadım kendimi çünkü.

Film hakkındaki genel görüşüm (içinde olmadığım bir olayı ancak tahmin edebilirim sanırım, 18 yıllık evli olmama daha kim bilir kaç yıllar olduğuna göre) bir evliliğin içine düştüğü açmazları, çoğu insanın farkında olmadan huzursuz yaşadığı evlilikleri çok başarılı bir şekilde gözler önüne serdiği yönünde… Büyük bir aşkla başlayabilir bir evlilik. Büyük heyecanlarla veya umutlarla çıkabilirsiniz bir yola - bu bir arkadaşlık, bir iş, bir heves, bir aşk ya da bir evlilik olabilir - önemli olan çıktığınız yolda yürürken geçtiğiniz sokakları içinize sindirmeniz, sevdiğiniz sokaklardan geçmenizdir belki de… Çünkü geçtiğiniz yerleri sevmezseniz, yolun sonuna vardığınızda, gitmek istediğiniz yerin vardığınız yer olmadığını anlarsanız tahmininizden de hızlı önemini yitirebilir o yer. Yani bazen "Önemli olan yolun sonu değil, yapılan yolculuktur…"

Keyifli yolculuklar keyifli bir hafta sonu dileklerimle…

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


BU GECE YILBAŞI

Bu gece yılbaşı gülüm, bu gece yılbaşı
Eğlenirken tuzu kurular
Vur patlasın çal oynasın
Gazinolarda, barlarda, turistik otellerde
Biz gariplerin piyangosuna ikramiye
Umududur ekmeği aşı...
Onlar yudumlarken içkilerini Boğaz'a karşı
Çalınır bizim özlemlerimize
Cenaze marşı...

Bu gece yılbaşı gülüm, bu gece yılbaşı
Kurulmuş et pazarı, kalabalık çarşı
Sosyetik Leyla çıkmış piyasaya
Arabaları beyleri görünce
Oynuyor gözü kaşı
Yayalara bakışı ise azıcık şaşı!

Bu gece yılbaşı gülüm, bu gece yılbaşı
Bir yıl daha arttı hepimizin yaşı
Ama kiminin baharken dağı taşı
Karlar kapladı bizim çileli başı.
Bu gece yılbaşı gülüm!
Ne zaman gelirse gelsin ölüm kalleşi
Sönmez hep yanar içimde aşk ateşi.

Erhan Tığlı

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu


KM - CASE ASSISTANCE İŞBİRLİĞİ İLE
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI


Sevgili KM Dostu,

Sağlığınız bizim için önemlidir. KAHVE MOLASI ailesinin bir üyesi olmanız dolayısıyla, diş sağlığı ile ilgili sorunlarınızın çözümüne katkıda bulunmak istediğimizden, sizi ağırlamaktan mutluluk duyarız.

Bu hizmetten faydalanmak için sadece yapmanız gereken CASE ASSISTANCE' dan aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri 3 (üç) gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilecek sertifika ile 2008 Mart ayı sonuna kadar başvurmanız.

Bu sayede diş "check up"ınızı KAHVE MOLASI Misafiri olarak yaptırabileceksiniz. Ayrıca check up sonunda önerilen tedavi için KAHVE MOLASI ailesine sağladığımız %20 indirimden de yararlanabileceksiniz.

Mutlu yıllar, sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...

Saygılarımızla,
CASE ASSISTANCE

Randevu için:
Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)

CASE ASSISTANCE
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708


ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 5 GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bu da benden çocuklara yeni yıl hediyesi http://www.billybear4kids.com ister oyun oynasınlar, ister online eğitimlere katılsınlar ya da isterlerse bilgisayarlarına uygun ekran koruyucuları indirsinler.

Çizgi roman tutkunlarına özel bir web sayfası http://www.cizgiroman.gen.tr Kiminiz benim gibi çocukluğunuzun çizgi kahramanı Zagor’u arar. Bir başkası Mister No meraklısı. Çizgi roman meraklısı herkes buraya.

Sadece perşembe günleri yayınlanan haftalık bir e-dergi http://lecool.com/cities/istanbul/newsletters/current.html Format olarak biraz sıra dışı ama tarzını seveceğinizi düşünüyorum. Üye olduğunuz takdirde her hafta perşembe günü mail adresinize gönderiliyor. Keyifle okuyabileceğinize inanıyorum.

http://www.jurnal.net/ Gazete okuma alışkanlığımızın azaldığı günümüzde haber alma kaynaklarınıza bu web sayfasını da ekleyebilirsiniz. Ama ne kadar zorlasanızda bilgisayarınız hala gazete gibi kokmuyor. Sayfa çevirirken kağıt sesi duymuyorsunuz, en fazla bir tıklama sesi o kadar. Elinize bulaşmayan mürekkep lekesini de unutmayın lütfen. Tabiki bunların hiç biri olmazsa olmazlarımız değil ama neyse...

http://www.falling-sand-game.com/ Bilgisayarınız ve internetiniz varsa ilginç oyunlar elinizin altında demektir. Bu web sayfasını verdiğim oyun, basit ve anlamsız görünse bile sınırları zorlayan hatta sinirleri geren bir oyun. Oyunu anlatmayacağım. Bir kaç denemeden sonra öğreneceğinize eminim.

http://www.oyunlar1.com/games.php?flash=1096 Malum yeni yıl geliyor. Bu web sayfasında da noel baba kızdırma oyununu oynayabilirsiniz.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Oh Lady Mary
Alexandre Winter









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20071228.asp
ISSN: 1303-8923
28 Aralık 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com