Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.361

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 25 Ocak 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Geç kalmayın!..


Merhabalar,

Baykal "Türkiye din devletine doğru gidiyor, bunu görmeyenlere hayranım." demiş. Ben hayran değilim, ben onlardan düpedüz utanıyorum. Kendi aklını hiçe sayıp, bez bezirganlarına kul olanlardan utanıyorum. AKP-MHP Bez koalisyonu meyvalarını vermek üzere. İnatla "Sadece üniversitelerde" diye adam aldatıyorlar. Toptan değiştirmeyi planladıkları Anayasa'yı suça alet edip, bez özgürlüğü diye insan kandırıyorlar. Mahkeme yasak gerekçesini 2. maddedeki, değiştirilmesi bile teklif edilemez, laiklik tanımına bağlarken bunlar 10., 42. 1069., 6742. maddelere birer laf salatası ekleyip işi kurtarmanın peşindeler. Açılacak bir dava ile en başa dönüleceğini bilmezlikten geliyorlar. Çünkü samimi değiller. Amaç gerçek bez mağdurlarının derdine deva olmak değil, amaç bez üzerinden rant elde etmek. Dolayısıyla kirlenmedik, buruşturulmadık, çözülmedik bezden medet ummak bunların marifeti. Bez elden giderse yandılar. Bıçak sırtı sorunları örtebilmek, saf vatandaşı aldatabilmek, arka bahçenin ağzına bir tutam bal çalabilmek ve dahi asıl amaçlarına bir adım daha yaklaşabilmek bunların derdi. Gidişatın farkında olmayan ya da olmazmış görünen utanç abideleri, sizin kulağınıza fısıldıyorum bakın, adamın biri dediydi dersiniz zamanı gelince. Bu aymazlığınızın sonucu olarak bugünleri mumla arayacaksınız ve o gün geldiğinde sahneden ilk inenler sizler olacaksınız. Sizinle işi bitenler sizden ivedilikle kurtulmanın yolunu arayıp bulacaklar. Ben onlar için sorun değilim, benim ne olduğum belli, benden korkmaları için neden yok, ama ya siz? Sizlerden korkmaları için binbir nedenleri var. Çünkü biliyorlar ki, paçanız tutuştuğunda onları ilk satan gene siz olacaksınız. Titreyerek değil, farkına vararak, gerçekleri görerek kendinize gelin, doğru yolu bir an evvel bulun, bulun ki artık iş işten geçmiş olmasın. Hepimize iyi hafta sonları.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  TABAKLI'NIN DERESİ, BOYABAT YOLU NERESİ? -2

Boyabat'ta yayla adamları ile ovalılar gerçekten birbirinden farklıdır. Bu ayrımı sadece Gökırmak kıyısındaki verimli arazilerin insanlara sağladığı avantajlar bakımından ele almıyorum. Giyimleri, kuşamları, düğünleri, mutfakları bile farklıdır. Dağ köyleri içinde de varlıklı insanlar ve aileler vardır. Ama yaşam koşulları insanları daha çetin yapmıştır. Son yıllarda bu yortan köyleri neredeyse tamamıyla boşalmıştır. Çoğu İstanbul'a göç edip gittiler. Yazın köyler yine şenlenir ama kışın otuz kırk haneden sadece on beşi yerinde kalır. Ova köylerinin durumu da bundan çok farlı değildir. Yıllardır çeltik köylüye karın tokluğu bile sağlayamamaktadır.

Cemal beni geceyi geçirdiğim misafir evinden alıp kendi evlerine götürdü. Aklımda misafirliği sonlandırmak, izin isteyip Sinop'a dönmek vardı. Bunu söylemeye utanıyordum. "Kırk yılın başında bir geldin. Kaçar gibi gitmek mi istiyorsun?" demesinden korkuyordum. İşi kendi haline koy vermeye, Cemal'e uymaya karar verdim. Sanki gözlerime bakıp aklımdan geçenleri okumuş gibi " Bu gün biz senle Boyabat'a inelim,"dedi. Annesine ölümünün yedinci gününde okunacak mevlit için bir şeyler almak lazımmış. Anlamam ki; şeker, pirinç, yağ, tuz, et falan gibi şeyler işte. Cemal'ının babası ile vedalaşıp caminin ilersindeki yamacın başında minibüse bindik. Minibüs sepetler, çuvallar, boş benzin bidonları, boş tüpler, çocuk, kadın ve erkeklerle tıka basa dolunca yola koyuldu. Resmen insanlar birbiri üstüne oturuyordu. Minibüs tıka basa dolmasına rağmen on dakika kadar da bir başka yolcuyu bekledi. Adam "Beni almadan gitmeyin ."diye akşamdan şoföre haber göndermiş. Çok yolcu almak, çok para kazanmak bir yana buralarda minibüsçüler kimseyi kolay kolay yolda koymazlarmış. Sıkış tepiş yolculuğun ardından Boyabat'a inince kasabada havanın köye göre yumuşak ve güzel olduğunu gördüm. Minibüsten inince Cemal "Birtat Lokantası'na gidip çorba içelim, paçayı güzel yaparlar." önerisinde bulundu. Daha kahvaltının üzerinden en fazla iki saat geçmişti. Henüz acıkmamıştım. Açık havada mis gibi bir bardak tavşan kanı çay içebileceğimiz yer varsa, beni oraya götürmesini istedim. Gazideresi kıyısındaki belediye parkına gittik. Dereden yükselen duvarın kıyısındaki demir korkulukların yanındaki bir masaya oturup çaylarımızı söyledik. Ağustos sonunda çok yağmur yağmansa rağmen dere hala kuruydu. Eylül de pek fayda etmemişti. Bu sene kar yağmadan bu dere çocaşacak gibi görünmüyordu. Çamların gölgesinde çaylarımızı yudumlarken Cemal'a "Vaktin varsa bu gün Boyabat'ı biraz gezelim."dedim.

Çayımızı bitirip biraz da keyif çattıktan sonra Cemal'la alış veriş için Orta Çarşıya gittik. Daracık sokaklarıyla, şekerci, kasap, nalbur, bakkal ve lokantalarıyla Orta Çarşı gerçekten ilginç ve güzel bir dükkânlar zinciriydi. Özellikle geleneksel cevizli, fındık ezmeli şekeri başka yerde tadamayacağımız farklı bir lezzet. Ayrıca başka yerde görmediğim fırında pişirilmiş kuzu kellesi satılan camekânlar vardı. Pişmiş kelleyi alıyorsun ve evin yolunu tutuyorsun. İster rakına meze yap, ister öğününe katık et. Ayrıca orta çarşıda el dokuması yöresel örtüler de satılıyor. Son zamanlarda büyük şehirlerde bu tür ürünler çok ilgi görüyor. Boyabat son zamanlarda kebabıyla fazla anılır olmuş. Her lokanta vitrininde sırıkta çevrilmiş kuzular görücüye çıkarılıyor. Bence Boyabat garajı önündeki mantar pazarı da başka yerde görebileceğimiz bir şey değil. Köylüler ormanlardan topladıkları mantarları taze taze toplayıp bu pazarda satıyorlar. O gün pazarda satılan yedi ayrı tür mantar saydım. Geyik mantarının görüntüsü oldukça ilginçti.

Bizim alış veriş çarşı, Pazar, kasap, manav, zahireci falan derken öğleni geçti. Aldıklarımızı Cemal'ın arkadaşı Ahmet ZEYTİNLİ'nin nalbur dükkânına emaneten bıraktık. Oradan Akdere mahallesinden geçip yeniden Gazideresi'ne çıktık. Demir köprü üzerinden çayı geçip Kalebağ'ın yolunu tuttuk. Akdere Mahallesi artık yavaş yavaş beli bükülmüş bağdadi yapılarıyla Boyabat'ın içinde farklı bir atmosfer yaratıyordu. İnsan bu yorgun evlerin yüz üstü bırakılmış, unutulmuş hallerine üzülmeden geçemiyordu.

Kalebağ Lokantası'na oldukça derin bir kanyondan kalenin altınki çayı izleyerek ulaşılıyordu. Yol sulama suyu kanalları boyunca ilerliyor, sonra kavaklık bir alanda sona eriyordu. Burası Boyabat'ın kalburüstü sayılabilecek insanların eşleriyle, çoluk çoğuyla geldiği bir lokantaydı. Temiz, bakımlı ama şehir içindeki lokantalardan da elbette biraz pahallıydı. Özellikle tavuk suyu çorba, et sote ve künefe benim için tam bir ziyafet oldu. Yemeğin ardından çaylar eski günler diye başlayan sohbete eşlik ederken Sinop'a dönmek niyetimde olduğumu Cemal'a söyledim. Boynunu büktü;

- Kal birkaç gün daha, acelen ne?
- Israr etme gideyim. Yine gelirim.
- Bir daha kolay kolay gelmezsin. Hazır gelmişken gitmesen.
- Bırak gideyim. Söz yine geleceğim. Biraz zaman geçsin, acınız taze hem.
- Gitmene içim hiç elvermiyor. Ama madem istiyorsun sen bilirsin.

Öğleden sonra üçe doğru Cemal'i üzmek pahasına minibüse binip Boyabat'tan ayrıldım. Nasılsa bir hafta bile kalsam aynı şey oyacaktı. Cemal yine gitme diyecekti. Yine arkamdan üzülerek bakacaktı ve beni gönülsüz uğurlayacaktı.

Minibüsün arka dörtlüsünde oturan iki kişi konuşuyordu. Konuştuklarının kendi aralarında kalması gibi bir dertleri yoktu. Herkes istese de istemese de onları dinliyordu. Önce hükümetten dert yandılar. Bu hükümet ne çitçiyi düşünüyormuş, nede esnafı. Çeltik dört senedir aynı paraymış. Hayvancılık ta hepten ölüp gebermiş. Esnaf çek senetle iş yapıyormuş. Piyasada para iyice kıtlaşmış. Yakında esnafın yarısı topu dikecekmiş. Millet dişini canına takıp dayanmaya çalışıyormuş. Vatandaş işine çevirmek için evini, arabasını gizli gizli satıyormuş. Çünkü burası küçük yermiş. Falanca evini sattı, batıyor denmesini, duyulmasını istemezmiş. Boyabat kalesini ve tünelleri kazıyorlarmış. Çevre düzenlemesi bahanesiyle altın arıyorlarmış. Kalenin altında yılan gibi birbirine dolanmış bir sürü dehliz varmış. Bütün dehlizleri açmışlar ama hiç altın çıkmamış. Bir bakıma da iyi olmuş. Boyabat'a turist gelirse kasaba üç beş kuruş kazanırmış.

Sonra iş siyasetten ve mahalli dedikodulardan futbola geçti. Bir ara yine çitçiliğe döndü. Yeni çıkan traktörler aynı lüks araba gibiymiş. İçinde kliması olanlar bile varmış. Ama ancak parası olan bunun keyfini sürebilirmiş. Mazot zaten yanına yaklaşılacak gibi değilmiş. Traktör alsan mazotu, mazot bulsan traktörü bulamazmışsın. Çeltik artık boşuna eziyetmiş. En iyisi bodur elma, bodur kiraz dikmekmiş. Dıranaz'a doğru tırmanırken tünelde çalışan kamyonlara rastladık. Karıncalar gibi biri geliyor ötekisi gidiyordu. Kamyonlar taş, çakıl getiriyor kocaman makineler yola seriyordu. Dere içinde kocaman bir toz bulutu öbeklenmiş öylece duruyordu. Biraz daha yukarı çıkınca Cemalettin ve Maruf göletlerinin görüntüsü ovanın ortasında iki kocaman ayna gibi parlıyordu. Gökırmak kıyısındaki söğütler ovanın üzerinde kalın yeşil bir çizgi gibi uzanıyordu. Bir süre sonra bu görüntülerin hepsi kayboldu. Araba koyu yeşil göknarların arasından, serin bir akşama doğru akıp gitti. Yaşadığım son iki günün ardından bende kala kala bir türkü kaldı. Duyulmamış, çok bilinmeyen, dilerlere dolaşmamış utangaç bir türkü…

Tabaklının deresi
Boyabat yolu neresi
Doktor gelmiş sarıyor
Sade kurşun yarası.

Tabaklının kayası
Cayır cayır yanası
Oturmuş da ağlıyor
Muhlisenin anası.


Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


BEDEL

Gecenin bir yerinde aklıma geldi. On yıllar geçti aradan. Kimdi, kimlerdendi, iyi anımsamıyorum. Cavit'ti adı; ama herkes ona "bedel" diye seslenirdi. İneği, koyunu diğer köylülerden birkaç fazla olan Yandan Memet'e hizmet ederdi. Neyin bedeliydi, bilmiyorum... Yazın çardaklarda, kışın Yandan Mehmet'in ahırında yatar kalkardı.

Şimdi de anacığı düştü aklıma. Karın tokluğuna tarlalarda çalışırdı. Yanağının alını gören sıhhatten sanırdı. Lastik ayakkabıları kalmış belleğimde. Hep eskiydiler. Beli beyaz kuşaklı pembe benekli entarisi de öyle. Birileri bir şeyler verse hemen eteğine doldurur, uçlarını kuşağına sokarak onu torba gibi kullanırdı. Yamalı bir top don giyerdi, diz altına kadar. Onca yoksulluğa karşın pasaklı, kirli bir görüntüsü yok belleğimde. Saf bir kadındı, Cavit de öyle...

Cavit, yaşıtlarından daha iri ve güçlüydü. Çoban çocuklar kuyulardan, suyu ona çektirilerdi. Kovayı suya atar, kuyu ne denli derin, kova ne denli büyük olursa olsun, dinlenmeden çekerdi . Başkaları ikinci kulaçtan sonra soluklanırdı. Sonra da ipi, kuyunun kenarındaki bir taşa dayayıp kovayı çekmeye çalışırlardı.

Cavit oralardaysa " Bedel koş ! " derlerdi... Ağzından köpükler saçarak koşardı. Tülü develere benzetirdim. Suyu çeker, kabaca gülerdi. Çoğu zaman çektiği kovayı doğru yere koymayı akıl edemezdi. Kova devrilir, sular etrafa saçılırdı. Önce çoluk çocuk içerdi suyu, sonra hayvanlar. Ben içmezdim, susuzluktan ölüyor olsam da içmezdim. Kuyu başına dökülen sular Cavit'in lastik pabuçlarından süzülür tekrar kuyuya akardı. O yaz bir daha uğramazdım o kuyuya.

Küçücük bir toprak testi aldırmıştım babama. Suyumu evden doldururdum. Testimi gözüm gibi korurdum; ama suyunu koruyamazdım. Birileri içerdi habersizce. Bir gün Cavit'i gördüm, testiyi dikmiş lıkır lıkır içiyordu. Ona vursaydım, gülerdi. "Susadım." derdi. Vurmadım; testiyi taşlara çarptım, un ufak ettim... Bunu neden yaptığımı anlamadı... Hayvanlarını başıboş bırakıp yarım saatlik yoldan su getirdi bana. Kan ter içindeydi... Uzattığı bakır kovayı aldım, öküzümü suladım, onu da anlamadı. Öküzün su içişine hayran hayran baktı, baktı...

Hayvanlardan anlamazdı babam. Ama yedirmeyi severdi. Herkesin havyanı aç kalsa bizimkilerin yiyecek bir tutam yeşilliği mutlaka bulunurdu.

Sıcakların yakıp kavurduğu günlerdi. Babamın uzaktan merhabalaştığı yaşlı yörük sıska mı sıska bir keçiyle dikildi asma çardağının altına. "Ali Efendi, al bunu" diyordu." Ben göçü düzdüm. Bu hayvancağız yolda ölür. Sen besle, hayra girersin." Babam yandan kıyıdan "hayır" dedikçe yörük bastırıyordu. İçerden annem homurdanıyordu. " Hayatta kimselere hayır demeyi beceremedi bu adam."

Keçi bizde kaldı. Para almadı yörük. Ama "Pekmez ver, un ver, buğday da..." derken hayvanı, sağlam hayvan ederinden daha pahalıya getirdi.

Yörük gider gitmez:

- Koş, dedi babam. Biraz ot topla getir. Hayvancağız açlıktan ölecek...

Kötü kokuyordu keçi. Onu hiç sevmemiştim. Annemin homurtularından cesaret alarak söylene söylene ot topladım geldim. Hayvan dönüp bakmadı bile. Öylesine mecalsizdi ki, kıvrılıp yattı. Sabahleyin babamı keçiye tuzlu su içirirken gördüm. Öğleye doğru taze çalılar kesip getirdi. Yavaş yavaş yemeye başladı hayvan... Annemin dır dırı ise sürüp gidiyordu:

- Yeşil verme kırın keçisine. Hayvanın bağırsakları kurumuş. İshal olur, ölür bu. İki gün sonra leşini sürürsün.

Babam, sustukça annem yükleniyordu.

- Yahu ne iş bilmez adamsın sen. Bir kez olsun karı sözü dinle...

İki üç gün sonra hayvan topladı kendini, duruşu bayağı iyiydi. Babam gün ortasında Yandan Memet'le çıkageldi.

Yandan'ın bağ evi, bize bir kilometre kadar uzaktaydı. Olur olmaz şeye ana avrat söven bu adamı babam pek severdi. Baldızı Fadik'in babama elleriyle ballı börek yedirdiğini görmüştüm. Bu sevginin nedeni Fadik kız olmalıydı diye düşünürüm hâlâ.

Pazarlık uzun sürmedi, el sıkıştılar. Yandan Mehmet, babamın avucuna paraları saydı, gitti.

Annem paraları görünce sevindi. Bütün yakınmalarını unuttu:

- Bak adam, dedi, işveli işveli, oğlana naylon pabuç alacaksın. Eh bana da bir Nazilli basması yakışır.

Babam, annemin söyleyişine mum olmuştu çoktan. Bana tarlaların öteki ucundaki armut gölgesinde bağlı ineği sulamam için kuyudan bir kova su çekip verdi Gün ortasında öldürseler gitmezdim; ama naylon ayakkabı için sesimi çıkarmadım.

Döndüğümde Cavit gelmişti. Babam don gömlekti. Keçinin ipini Cavit'e verdi. " Çek!" dedi . Cavit bir asıldı, iki asıldı; gitmeye hiç niyetli değildi hayvan. Babam:

- Akıllı, dedi, cennet nerede biliyor.

Hayvan gitmezlik eder de başıma kalır korkumdan koştum, bir tutam yonca aldım, Cavit'e uzattım. Suyumu içtiğinden bu yana onunla ilk kez kendisiyle göz göze geliyordum.

"Omuzla şunu!" dedi babam. O da itiraz etmeden hayvanı omzuna vurdu, sendeleye sendeleye dere boyu gitti.

Çardağın gölgesinde uyuyakalmışım. Başını çalıların arkasından uzatan Cavit'i görünce ürktüm. O kaba sesiyle;

- Getirdim, dedi

Babamdan önce annem fırladı. Bir çığlık kopardı.

- Ülen bu boklu keçiyi ne yapacağım ben...

Keçinin her tarafı pislik içindeydi, ayakta duracak hali yoktu. Belli ki taze otları yiyince şişen hayvan, omuzlanınca içinde ne varsa çıkarmıştı.

Babam:

- Al götür bunu, dedi, hükmedici bir sesle. Yandan'a söyle, satılan mal geri alınmaz.

Cavit, çaresiz bir daha sırtladı hayvanı. Hayvanın pisliği Cavit'in sırtına, koynuna süzülüp terine karışıyordu. Arkasından bakmadım; galiba hayvana da Cavit'e de acımıştım.

Annem, babama dişlerini sıkarak söyleniyordu:

- Gök dinlinin oğlu! Seni iş bilmez, sakar...

Babam, lodos bulutu gibi bir oraya bir buraya dolanıyordu bahçede. Çok korkmuştum. Eğer annem, gereken yerde durmazsa, ölmüş kalmış dinlemez, kırar dökerdi ...

Aradan bir saat geçmemişti ki Cavit yine bitti çardak altında. Keçiyi omzundan indirdi. Keçi yan yattı, hayvan derin derin soluyordu.

- Uyyyy!

Annemin o kışkırtıcı çığlığı boşluğu dövdü bir an . Babam, çığlı duyar duymaz alıcı kartallar gibi kendi çevresinde şöyle bir döndü. Dutun çatalında asılı duran baltayı kaptı. Hayvana doğru koştu. Balta, yay çizip havalandı....ama inmedi. Orada, bir mermer yontunun ellerine tutuşturulmuş gibi kaldı. O gözler, babamın değildi.

Babam öfkenin girdabında ne kadar kaldı, bilmiyorum: Belki bir saniye, belki bir dakika, belki bir ömür... Sağa sola baktı. Zavallı keçiden başka nefes kalmamıştı çevresinde.

- Bedeeel! diye bağırdı.

Sesinin tınısında farklı bir renk vardı. Sanki öfke sağanağı dinmiş gibiydi. Ama kırıp dökmeden durulmazdı ki babam.

- Bedeeel, gel buraya!..

Cavit, bir çalının arkasından kafasını uzattı. Böğürerek ağlamaya başladı...

- Gel buraya, sana bir şey yapmayacağım. Al bu keçiyi, çabuk götür.

Önce çekinikti, sonra koştu; bütün gücünü toplayarak ölümünü bekleyen keçiyi omuzladı, yol üstündeki ilk çöğür ağacına dek korku, heyecan, endişe gibi duygulardan arınmış yürüdü. Hayvanı gölgeye usulca bıraktı, son duaların ustası keşiş gibi, törensel hareketlerle okşadı, okşadı...

Puhu kuşunun dem çekişini anımsatan bir ses karıştı ikindi rüzgârına. Cavit, secdeye varır gibi ellerini toprağa dayadı. Kalktığında iki avucu da toprak doluydu. İki kol hareketiyle toprakları gökyüzüne savurdu. Çöğürün dalları arasından, keçinin ve Cavit'in üstüne tıpır tıpır yağdı toprak. Keçinin başını avuçlarının içine aldı, başparmaklarıyla göz pınarlarını sildi... İki çift göz, zaman ve mekan kavramlarından uzak bir yerlerde buluşmuştu sanki. Birkaç dakika öylece kaldılar. Keçi, toprağı dizleyip ayaklandı, yaşamı boyunca hiç yaşamadığı bir yeğnilikle kafasını Cavit'in boynuna uzatıp şahdamarından usulca öptü.

Cavit, hadi git artık, dercesine başını salladı. Keçi yeniden diz çöktü. Sonra sonsuz bir dinlenmeye çekilmiş gibi yattı.

Birkaç saniye bile beklemedi Cavit. Zincirlerini kırmış bir forsa edasıyla dağlara doğru bir yürüdü...

Oradaydım, hayıt dallarının arkasında. Keçi ile başka bir dünya arasında gidip gelen bu saf genci izlerken yüreğim, göğüs kafesimi bunca yıllık ömrümde bir daha yaşamadığım bir şiddette dövmüştü. Bir korku labirentinde miydim, acıma düdenlerine mi düşmüştüm, adlandırmaktan hâlâ aciz olduğumu hissediyorum...

Cavit kaybolmuş, dediler ertesi gün. Haftası bile dolmadan sözü bile edilmez oldu.

Onu bir daha gören oldu mu bilmiyorum. Ama babamla Yandan Memet'in uzun bir süre konuşmadıklarını biliyorum. Fadik de İzmir'e gelin gitmişti zaten...

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
8 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Toplantı Notları - HUF

"Arkadaşlar, biliyorsunuz anlamıyor beni bu vatan, diyorum ki; şöyle insanın içini fıkır fıkır kaynatan, atılan gol sonrası tribündekiler misali dayanamayıp oynatan, içine bolca milli duygular katan, hatta mümkünse beni göndermeye çalışanlara çatan, zırt pırt verilen reklamlarla milletin gözüne batan bir klip ve bir beste yaptırsak ne dersiniz ?"
- Fevkalade bir fikir sayın başkanım, fikri duyar duymaz kaynadı bile kanım..
- Süper olur inanın, hay aklınızla bin yaşayın..

"Hani diyorum; çaktırmadan biz de aradan baksak, yok yok bakmasak ama en iyisi şöyle en fiyakalısından TFF amblemimizi ortaya çaksak, hıı ?"
- Bu federasyon si-zin-le gurur duyuyor..
- Başkanım sen bi-zim her-şeyimiz-sin..

"Elbette başkanlığımın var bir davası, Kore'de havası, Japonya'da 3.lük kupası, ne demiştik arkası ?"
- Şampiyonluk bi-zim, kupa biiii-zim...

"Şimdi de gruptan çıkarsak, ampulleri yakarsak, yetmiş milyon tek yürek, alemlere akarsak.. Ne söyleriz sokaklarda ?"
- Bu gece bardaaa, TeFeFe hovardaaa, çalsın sazlar, reklamları seyretsin kazlaaaarrr..

"Söylesene hangi birisi, gelmiş geçmiş başkanlar arasında var mı benden daha iyisi ?"
- En büyük baş-kan, bizim baş-kan..
- Her zaman her yerde en büyük baş-kan..

"Özerk miyiz köle mi, bakın bakalım şu beyaz saçlar jöle mi ? Değirmende ağartmadık biz bu saçları, ölümüne izleriz maçları"
- Ölümüne kan-ka-yız, her daim ar-kan-da-yız..

"Size ne ? Futbolculara jeep de getiririm, metrobüs de veririm, yanmasın diye kazı bile çeviririm. Hiç biriniz benim gibi olamazsınız ama ben kırmızı ile beyazı yanyana gördüm mü : Eririm be e-ri-rim"
- Başkan ne-re-de, biz o-ra-da-yız..
- Oraya ge-li-riz, ebenizi bi-li-riz...

"Ben bilirim bu işlerin Kimya'sını da Coğrafya'sını da ama bu kez Tarih yazacağız Tarih. Benim adamım ille de Fatih"
- İm-pa-ra-tor... İm-pa-ra-tor...

"Fatih'in aslanları ile akın var akın, İsviçre'nin fethi yakındır, yakın ..!"
- İsviçre bizi bekleeer, hazırlandı tüfekleeer, yetmiş milyon kürekleeer, fış fış eder yürekleeer..

"Her ilçeden ( 928 ilçe ) bir kişiyi götürelim de görsünler el mi yaban, ben mi yaman ? Viyana kapılarında kalsa da Süleyman, biz Fatih ile dalga dalga geliyoruz aman da aman !"
- Başkan bu-ra-yaaa, başkan bu-ra-ya hey ..!
- Yumruk ha-va-yaaa, yumruk ha-va-ya hey ..!

"Ne boğazıma kadar çukurdayım ne inandırıcılığını yitirmiş bir hurdayım. Ben dava adamıyım, bir davamız var o münasebetle burdayım. Federasyonun parasına geçer sözüm, ne eniştem var ne dayım, her daim başınıza adayım"
- Biiiir şar-kı-sın sen, ö-mür bo-yu sü-re-ceeeek...

"Bazen kızıyorum, gideyim artık derken dayanamayıp yine azıyorum. Lakin; nah şuraya yazıyorum iki dize : Ben gidersem ne olur size ?"
- Giiit-me, giiit-me, yazııık o-lur bi-ze..

"Aylardır dilime dolandı şu şarkı : Gitmek mi zooor, kalmak mı zooor ?"
- Kal başkanım, kal başkanım, kendin oyna kendin çal başkanım...

Gerçekten de iyi bir çalışma, güzel bir reklam olmuş, slogan şarkısı cıvıl cıvıl :
Her ilçeden bir yüreeek, yetmiş milyon tek yüreeek...

Lakin başındaki cafcaflı amblem TeFeFe ( TFF ), devamı belki kaymaklı künefe, gelgelelim reklamın sonu;
"Haluk Ulusoy; yetmiş milyon yüreği, Milli Takımı desteklemeye çağırıyor.."
sloganıyla ne yazık benzemiş kenefe ! Sen dedin diye mi destek vereceğiz, sanki Sadrazam SOKULLU YAHU ..? ( Değiştirince hakketen öyle oluyor, denemeyin sakın ! )

Koskoca TeFeFe, başında Haluk Efe, kafa tutacak ya AkePe'ye, reklamın sonunda kurumu uçurup götürmüş PUFF diye. Bari; yeni amblem yaptırsalarmış ya Ali Baba'nın Çiftiliği misali : HUF diye. Benim de dilimde tüy kalmadı YUFFF yani diye diye ..!

Milli Takım'a hep destek, tam destek.. Ve fakat; aracısız-tefecisiz. TeFeFe'nin parasıyla kişisel reklam ne alaka ?

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Yavru Kahveci : Ege Akdemir


KÜÇÜK FİLOZOF SELMA

Otuz yıldır bu iş içindeyim, habercilik. Aslında eğlenceli bir şey biliyor musunuz? Çoğu insan bilgisayar başında oturup saatlerce yazı yazmanın hayatlarında yapmak istedikleri en son şey olduğunu söyler. Ahh! Oysa onlar işin sadece kötü yönünü görüyorlar her zaman olduğu gibi. Benim haberciliğin sevdiğim yanı, çoğunlukla değişik arada monoton olan haberleri ilk duyan olmak. Belki dergi yazarı olduğumdan, belki de borsayla ilgilenmek yerine Kalamış'da yürümeyi tercih eden bir insan olduğum için, işimi seviyorum ama seviyorum işte ne yapayım?

Haberci olmanın güzel yanı çok değişik şeyleri ilk öğrenmektir demiştim. İşte bu anlatacağım öykü de buna bir örnek. Cumartesi akşamı ne yazayım diye düşünürken bir telefon aldım. Arayan çocuk esirgeme kurumundan Ayşen Hanım'dı. Kendisi çok yakınım değildir ancak arada sırada konuşmuşluğumuz vardır. Hal hatır faslından sonra bombayı patlattı Ayşen Hanım. Söylediğine göre küçük, hayatın en zor koşullarını genç yaşta tanımış bir kız, hayat felsefesiyle ortalıkta herkese öğüt veriyormuş. Altı yaşlarında bu genç hanım, pabuç kadar dili, kocaman siyah gözleriyle herkesin göz bebeğiymiş. " İlgini çeker diye düşündüm istiyorsan gel bir konuş, bir zararın olmaz" dedi Ayşen Hanım. Haklıydı, ne kaybedebilirdim ki? Ayrıca altı yaşında bir filozof gerçekten çok ilgimi çekmişti. Kalktım gittim çocuk esirgeme kurumuna. Ayşen Hanım beni gördüğünde şaşırmadı, tersine, " Geleceğinizi biliyordum" diye de havasını attı pek emin bir edayla. Sonra ekledi, "Bence onu herkesin öğrenmesi gerek. Bak, benden size öneri, bence onu dergiye yazmalısınız, hem çok da güzel çiziyor, resimlerini de koyarsın." Değişik bir öneri, diye düşündüm " Tam da ne yazacağım diye düşünürken Hızır gibi yetiştiniz imdadıma." dedim, sevindi. "Gelip bir konuşun isterseniz." dedi. "Hadi bakalım biz de alalım ağzımızın payını minik hanımdan" dedim .

Herkesin ortasında bıcır bıcır konuşuyordu küçük Selma. Yaklaştım:

- Merhaba Selma, ben Deniz.
- Güzel isim, bana annemi anımsatıyor.
- Annenin gözleri mavimiydi?
- Hayır, neden öyle dedin ki deniz hep masmavi göze benzetilir oysa ben denizin kokusuna daha çok önem veririm o yüzden anneme benzettim. Yanlış anlama annem yosun kokmuyordu, o deniz kadar saf ve temiz kokuyordu. Ama tabii şimdi insanlar denizi kirlettiğinden aynı kokuyu alamıyorum uzun zamandır.

Ses tonu hem bilmiş hem de küçümserdi. Ayşen Hanım beni buraya çağırırken anlattığı sıfatlara hiç de uymaz bir hali vardı.

- Peki Selma, seninle bir yetişkin gibi konuşacağım.
- Klasik…
- Nasıl yani?
- Klasik laflar bunlar, yetişkin gibiymiş. Eğer konuşmanın seviyesi o olsaydı baştan bu lafları söylemezdin değil mi?

Sesi o kadar kararlıydı ki şeytana bile pabucu ters giydirebilirdi. Ama tabi ben ondan daha görmüş geçirmiş biri olarak daha akıllıyım.

- Hmm, peki o zaman Selma madem bu kadar bilgilisin senden ufak bir şey isteyebilir miyim?
- Olabilir, ne olduğuna bağlı.
- Duyduğuma göre sen güzel resim çizebiliyormuşsun, senden hayvanları içeren üç resim çizmeni isteyebilir miyim? Ama bu resimlerin hayat hakkında birer mesaj vermeleri gerekiyor, anlaştık mı?
- Tamam anlaştık.
- O zaman ben şimdi gidiyorum bitirdiğinde bana haber ver,
- Tamam.

On beş, yirmi dakika sonra beni çağırdı. Gerçekten üç tane çok güzel resim çizmişti, ama ne resimler, çizgileri iyiydi ancak resimlerin gerçekle hiç ilgisi yoktu. Birinci resimde bir zebra gibi çizgili tek bir zürefa çizmişti. İkinci resimde kocaman yeleli bir aslan vardı. Burada değişik olan aslanın azından çıkan konuşma baloncuğunda "miyav" yazmasıydı. Üçüncü zaten iyice yoldan çıkmıştı. Bir balık palmiye altında ayakta ve çölde gülümsüyordu. Halinden çok memnun gözüküyordu. Resimleri incelerken hiç tepki göstermiyormuş gibi görünsem de içten içe gülüyordum, çünkü en baştan beri düşündüğüm gibi altı yaşındaki biri bir filozof olamaz düşüncemi kanıtlamıştım kendime. Sanki altı yaşındaki bir kızla kavga etmiş ve yenmiş gibi hissediyordum. Zarlar, kartlar, hava, rüzgar hepsi benden yanaydı.

- Bu resimlerin hayat hakkında ne anlattıklarını gerçekten çok merak ediyorum dedim alaycı bir ses tonuyla. Oysa o gayet ciddi idi, yani en azından sonlara doğru.

- Aaa, ben anlamışsındır zannetmiştim. Anlatayım, birinci resim şanssızlık üzerine. Uzun süre zebralarla yaşamış bir zürafanın kendine göre kendi dış görünüşünü anlatıyor. Bunu hayatla bağdaştırırsak ortaya şu çıkar; bazen kendimizi o kadar çevremizdekilere kaptırırız ki kim olduğumuzu unuturuz veya farklı olmanın kötü olduğuna inanmamıza da bağlayabiliriz bu resmi. İkinci resimde korkak bir aslanı çizdim. Kendine güvenmeyen ama öyle görünen… Bu resim de, dış görünüşle iç dünyanın aralarındaki uçurumlara ya da önyargıların kötülüğüne bağlanabilir. Üçüncü resim de gördüğün gibi bir balık var, çölde ve mutlu. Son resmimi de iki şeye bağlayabilirsin, birincisi, o balık şu an serap görüyor olabilir, kendini su ve şelale cennetinde hayal ediyordur. Bu demektir ki, hiçbir zaman hayallerimizi bırakmamalıyız çünkü bir gün onlara çok ihtiyaç duyabiliriz. İkinci olasılık ise, balığın şükrediyor olması. Balık şu an çöldeki sıcaklık ve güneşin delici ışınlarından korunabileceği bir palmiye bulabildiği için şükrediyor olabilir. Gördüğün gibi sen benden her resimde bir hayat felsefesi istedin, ben sana her resimde iki, üç çarpı iki altı, yani yaşadığım yıllara eşit sayıda hayat felsefesi verdim. Belki böylece sen de bazen küçüklerin de bir şeyler bilebileceğini kabullenirsin.

Şoke olmuştum sanki orada konuşan altı değil altmış yaş ağzıydı. Kendimden utandım. " Vay be Deniz aldın mı hakikaten ağzının payını?!" dedim kendi kendime. İşte bu yüzden seviyorum işimi her gün yeni bir şey öğrenme her gün hayatın yeni bir cilvesiyle karşılaşıp ağzım iki dakika açık kalacak şekilde şaşırma şansı bir şekilde hoşuma gidiyor. İnşallah siz de Selma'dan benim kadar etkilenmişsinizdir. Keşke hepimiz birer Selma olabilsek…

Ege Akdemir

Editör'ün Notu: Sevgili Ege Akdemir 14 yaşında bir genç kızımız. Yazıyı ilk okuduğumda duyduğum hayranlık dolu şaşkınlığımı sizlerin de paylaşacağınıza inanıyorum.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,939,939,939,939,939,939,939,939,939,93
14 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Melis Mine

 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


  Bir Şehnaz Oyun

Yazan: Turgut Özakman
Yöneten: Şakir Gürzumar
Müzik: Cem İdiz
Reji: Şakir Gürzumar
Sahne Tasarımı: Ali Cem Köroğlu
Kostüm Tasarımı: Gülhan Kırçova
Işık Tasarımı: Enver Başar
Dans Düzeni: Yeşim Alıç
Dramaturg: Şafak Eruyar
Reji Asistanları: Pınar Güntürkün, Tuba Kantoğlu, Enes Türkoğlu
Oyuncular: Simay Küçük, Okday Korunan, İsmail İncekara, Erkan Taşdöğen, Gülseren Gürtunca, Deniz Gönenç Sümer, Neslihan Kolaylı, Sitare Bilge, Seda Yıldız, Erdal Bilingen

"Güzel hanımlar, zarif beyler... Hoş geldiniz… Herkes yerini alsın, başlıyor gösterimiz. İki perde, tekmili birden... Saz, caz, bando, mızıka, raks, dans, pandomima, Yaşasın müdüriyet... Bir de cabadan ön oyun... Bugün her şey bol kepçe... Ne hikmetse... Sözü özü güzel hanımlar, zarif beyler; sürmeli, gamzeli, işveli, cilveli, inanmazsanız buyurun..."

1900'lerin başı, I. Dünya Savaşı dolaylarında İstanbul. Hatta ki, Galata... Bıçkınların, sarhoşların, âşıkların, eğlencenin, barbutun, külhanbeyliğinin mekânı Galata… Koltuk sevdası, düzen çabası, yaşam kavgası ve ille de aşk…

Bol müzikli, bol danslı, kahkahalı, neşeli, soluksuz keyifle izlenen bir oyun Ocak ayında perde açan "bir şehnaz oyun". Şekerpare'yi hatırlar mısınız? İlyas Salman ve Şener Şen'in oynadığı? Onun tiyatro versiyonu diyebilirim benim aklıma gelen o film oldu çünkü oyunu izlerken.

Turgut Özakman'ın kaleminden dökülen kelimeler sadece dönemin yaşantısını anlatmıyor, günümüze de ışık tutuyor. Ya da bazı şeylerin yıllar geçip de hiç değişmediğini vurguluyor. Düzenin kaymağını yiyenlerin düzenin devamını istediğini, kraldan çok kralcı olanları; dürüstlüğün, saflığın memlekette her daim istismara maruz kaldığını, kadınların "ikinci sınıf" insan muamelesi gördüğünü, yüzyıl geçse de değişmeyen hoyratlığımızı… Hepsini görüyor insan bu oyunda. Ama ki, Şehnaz'ın aşkını anlatışı hapishanede;

"Salkım saçak,
Sere serpe,
Yedi veren gül gibi,
Aşığım ben,
Oh be!"

İşte orada yine de anlıyor insan aşkın, sevginin sınır tanımazlığını, deliliğini, enginliğini, başa çıkılamazlığını, engel olunamazlığını…

Geleceğe dair güzel şeyler umut etmek istiyorum, dürüstlüğün, adaletin, sevginin, insanlığın yükselen değerler olmasını umut etmek istiyorum. (ki bunlar yükselen değerler olsa, ne ekonomi, ne siyaset, ne iç - ne dış politika, ne terör, ne türban, ne anayasa değişikliği, ne faili meçhul cinayetler, ne kan davaları, ne şu, ne bu, hiç birinin bugünkü gibi olmayacağını bildiğimden bunları ilaveten umut etmeyi istemiyorum. Zaten ilk umut etmek istediklerimin doğal akışı bunları getirecektir diye düşünerek…) Ama bir de bakıyorum ki, her şey hala aynı bundan 100 sene öncesiyle, hatta bazı şeylere bakınca daha bir geride, daha bile kötü. İnsanda umut etmeye hal kalmıyor bu gerçekle yüzleşince… Sonra durup düşünüyorum bir an, umutsuzluğa kapılmamak, direnmek lazım diyorum. İnsan nasıl direniyorsa sevdiğini kaybetmemek için, aslında kazanamayacağını bilse de - tıpkı Şehnaz gibi - umutlarında da direnmeli. Unutmamak lazım gelir; "Adalet topaldır, ağır yürür fakat gideceği yere er geç varır." *.

Söylenecek sözler var, amma ve lakin keyifli bir hafta sonu dilemek lazım, nadide zamanları değerlendirmek…

Umutlarımı paylaşmanız, umutlarımızın gerçeğe dönüşmesi dilekleriyle…

Melis Mine
* Mirabeau


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Mete Çağdaş

 Kahveci : Mete Çağdaş


  HOCA LİBYA DA YARALADI

CEMAAT ANKARA'DA ÖLDÜRDÜ CUMHURİYETİ!..

Adamı gördünüz!
Kafasında kapşon,altında kolombo pardüsüsü
"Ruhlar evi" isimli filmdeki katile benziyor!...
O haliyle de ATA'nın huzuruna çıkıyor ve anı defterine
iğrenç elleriyle cümleler yazıyor!
Bence "Yırtın atın o sayfayı..."
Çünkü,böyle yam yam ların lütfuna ihtiyacı yok ATA'nın
O görüntüden ne kadar rahatsız oldum,
ne kadar derinden yaralandım anlatamam!..
Bir tane Cumhuriyet çocuğu çıkıpta ortaya
" Çıkart lan yam yam herif şu kafandakini "
Demedi, diyemedi ya işte ona yanarım...
Bakın o cüretkarlık,
aha böyle hergeçen gün, temelinden bir taşı çektiriyor Cumhuriyet'in...
O zihniyete sessiz kalan, yüzde 47'liler cemiyeti ise
Teyzelerin cezayir modeli " Türban" takılarına
nasıl anayasal çözüm ile bakıyorsa,
Amcaların yeni trendi olacak sudan kapşonunu da
bir elbise biçecektir elbet!..
Demek istediğim.Cemaat cephesinde
Erkeklerin yeni modası " Kapşon" olursa hiç şaşmamak lazım
Niye mi?
Hizbullah'ın en büyük kozları
" başkaldırış simgeleridir" de ondan...
Bunların kafaya takıntıları var anam
Hele görmesinler açıkta bir kafa,
hemencecik geçiriveriyorlar!
Elin cezayirlisinin kafasında türbanı gördüler, anında taktılar kafasına
Şimdi de sudanlı'nın kapşonunu,
cemaatin erkekleri takar mı takar vallahi!..
Neyse,
neyi takarlarsa taksınlar
Cumhuriyetten aldıkları zevki alamayacaklardır!..
Herşey bir yana,
aklım halen o iğrenç herifin görüntüsünde
O ne saygısızlık biçimi,ne küstah bir yaklaşımdı öyle???

Erbakan hocanın çöl çadırında düşürdüğü Cumhuriyeti
Bu kez öğrencileri Kendi merkezinde bataklığa sapladı iyice
Allah sonumuzu hayır etsin...

Mete Çağdaş
mettecagdas@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,259,259,259,259,259,259,259,259,25
12 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Mehtap Yıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


Günler Geçerken

Yaşamın iki yakası bir araya gelmiyor abi,
Önü iliklenmiyor...
Yine de "Eyvallah" diyoruz, iyiyiz...
Şükrediyoruz doğan sabaha.
Açlığımızı, açığımızı gizliyoruz dört duvarda,
Azaltıyoruz, birbirimize tutunarak.
Akşam yemeğine terbiyeli kereviz yapıyor,
Terbiyesiz geceler yaşıyoruz.
Biliyoruz, ayıp yatak altında.
Yine de iyiyiz...
Eksiğimiz yok çok şükür,
Tamamlayamasak da...

Aslı Sarıoğlu

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Babamla Dans - Suat Sungur



Genel Yaşam Sigorta A.Ş.


KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI


Sevgili KM Dostu,

Sağlığınız bizim için önemlidir,

Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.

Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.

Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.

Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...

Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.

Randevu için:
Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)

IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr

Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"

 
Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"
 


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Müyap, Mesam, Müyorbir ve Msg tarafından lisanslanan www.hitklip.com , bu yanıyla Türkiye'deki ilk yasal video klip sitesi. Kullanıcılar şuan itibariyle sitede bulunan 738 sanatçının 1672 klibini istedikleri kadar izleyebiliyorlar. Sitede arka arkaya izlemek istediğiniz klipler için çalma listesi hazırlamanız mümkün. Site gelirini kliplerin başında ve oynatımı sırasında gösterilen reklamlardan sağlıyor. Sitenin sloganı ise "İnternette korsan klip izlemeye son". Üyelik kaydı yaparken gerekli alanların tamamını eksiksiz olarak doldurduğunuzdan emin olun, en ufak eksiklik ya da hatanız listeyi yeniden doldurmanıza neden olabilir.

Bilgisayarınızın psikolojisinden anlamak için http://www.pckoloji.com/ web sayfasını ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum. Birlikteliğinizin daha verimli (?) ve daha uzun soluklu olması için böyle şeylere önem vermeniz gerekiyor. Şaka bir yana bilişim teknolojisi alanındaki yenilikleri takip etmenin bir yolu da böylesi internet sitelerini takip etmekten geçiyor.

Cep telefonlarınıza ücretsiz indirebileceğiniz oyunlar, temalar, zil sesleri ve programlar için http://gallery.mobile9.com/ Telefonunuzun marka ve modelini seçip size uygun dosyalara ulaşabilirsiniz. Önce bilgisayarınıza indireceğiniz bu dökümanları, cep telefonunuza aktarıp kullanabilirsiniz. Artık cep telefonu ile bilgisayar bağlantısı konusundaki bilgileri de benden istemezsiniz umarım.

Son olarak yasaklı olduğu halde youtube web sitesine girmenin kolay yolu http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://www.youtube.com Youtube takıntısı olanlara duyurulur

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

TreeWalk 8.2.1 / Windows / 1.19 MB http://www.ntcanuck.com/tw_exe/twdns821.exe
Güncel problemlerinizi çözmek için mükemmel bir yardımcı program. İndirip gönül rahatlığıyla kurabilir ve kullanabilirsiniz. Yaptığı işi, internette dolaşırken yazdığınız adresleri direkt olarak bağlı olduğu DNS'lere sormak ve kısa yoldan adrese ulaşmanızı sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir nedenle Türkiye'den ulaşamadığınız adreslere bu kurulumu yaptıktan sonra sorunsuzca ve hiçbir engellemeye takılmadan ulaşabilirsiniz. Benden söylemesi:-))

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




La rivière de notre enfance
Michel Sardou









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080125.asp
ISSN: 1303-8923
25 Ocak 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com