Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.455

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 6 Haziran 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Akıllı olun, yargıyla uğraşmaktan vazgeçin!...


Merhabalar

Anayasa Mahkemesi bir karar verdi, akabinde tüm çeneler düştü. Kararın farklı olacağına dair en ufak bir şüphem olmadığından benim için hiç sürpriz olmadı. Oysa taze taze yorumlayan bir sepet dolusu vekil sanki arkadan vurulmuşçasına yaygaraya başladılar. Beyler kendinize gelin. Yaşadığınız toprakların özüne ters düşmeyi artık bırakın. "Karara saygılıyız ama..." diye başlayan cümleler kurmaktan artık vazgeçin. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 89 yıl önce başlattıkları savaşla, hilafetin, şeriatin kucağından çekip alarak, yoktan var ettikleri, temeline laik devlet anlayışını döktükleri Türkiye Cumhuriyetinin birer vatandaşı olduğunuzu aklınızdan çıkarmayın. Hele hele Türkiye'deki laikliği başka memleketlerle karşılaştırma cüretini hiç göstermeyin. Göstermeyin çünkü karşılaştırma yapacağınız hiçbir memleketin koşulları Türkiye ile bir değildir. Yediği her türlü darbeye, halkının büyük çoğunluğunun müslüman olmasına rağmen, din ile devleti birbirinden ayrı tutabilmeyi yakın zamana kadar başarabilmiş, parçalı bulutlu da olsa demokrasiyi, halk egemenliğini ve hukukun üstünlüğünü içine sindirebilmiş bir başka memleket örneği yoktur çünkü. Kaldı ki bunu AİHM de teslim etmiş ve bez üzerinden siyaset yapanların ellerinden bir kozu daha daha geçen gün tekrar almıştır.

32.Gün'ü izliyorum. Hanımköyden AKP'li Türköne, Anayasa müteahhiti Özbudun, "çökmüş Anayasal sistem"den, "dayatılan laik yaşam biçimi"nden, "Anayasayı ihlal eden Anayasa Mahkemesi"nden, "yargı darbesi"nden bahsediyorlar. Ve özetle diyorlar ki; "Eğer sizinle aynı çanağa çiş eden birilerini bulur yeterli çoğunluğa ulaşırsanız, Anayasayı, hiç bir makam tarafından denetlenmeksizin, değiştirebilirsiniz. Eğer meclis çoğunluğu mevcut laik düzenden hoşnut değilse ve onu yeniden yorumlama gereği hissederse, bunu hiçbir makamın denetleme hakkı olamaz." İşte içine düştükleri gaflet de budur. 22 Temmuz sonuçlarıyla ne oldum delisi olanlar, 5 yıl boyunca denetlemeyi becerdikleri egolarını koyvermişler ve artık herşeyi oluruna bırakmışlardır. Ele geçirmeyi başaramadıkları makamları çoğulculuk silahlarıyla vurabileceklerini sanmışlar amma velakin anyayı konyayı anlamışlardır.

Kanun ya da genelgeyle beceremeyecekleri türban serbestliğini Anayasayı değiştirerek çözmenin peşine düşmüşler ama hakettikleri tokadı yüksek yargıdan yemişlerdir. Durum bundan ibarettir. Şimdi Anayasa Mahkemesini türbanı yasaklamakla suçlayıp halka şikayet etmektedirler. Kıt beyinli pekçok vatandaşın bunu genel bir baş örtüsü yasağı olarak algıladığı ortadadır. Oysa olay yüz üniversite öğrencisinden sadece birini ilgilendiren, okula türbanla girilememe sorunudur. Ve bu sorun yalnızca, mevcut hükümetin bu iznin bununla sınırlı kalacağının garantisini verememesi nedeniyle çözülememiş ve kararı Anayasa Mahkemesi vermiştir. Şimdi bu aymazlara düşen, seslerini kesip karara saygı göstermek ve milleti daha fazla germeden, memleket gerçeklerini görmezden gelmeyi bırakmaktır.

...

Pazar günü sınav maratonu başlıyor. OKS sınavına girecek çocuklarımıza başarılar diliyorum. N'olur bu işi bir ölüm kalım savaşı haline getirmeyin. Başarılı olursanız ne ala ama olamazsanız bu hiçbirşeyin sonu değil, belki de önünüze açılacak yepyeni kapıların habercisi olacaktır, kimbilir! Çocuğum sana söylüyorum, ana baba sen anla!.. Milli takıma başarılar, beylere kuvvet, hanımlara sabır diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ZOR YAŞAMLAR, ÇAKMA DEPRESYONLAR -2 (Son)

Bütün tahliller yapıldı. Ağrıların, sancıların nedenleri bir türlü bulunamadı. Bu arada ihtimaller ve kesin olmayan tanılara rağmen her gün bir sürü ilaç alıyordu. Şikâyetlerini sonlandıramayan doktorlar onu İstanbul'da bir üniversite hastanesine gönderdiler. Tam bir hafta kesintisiz olarak onu tepeden tırnağa taradılar. Bir sürü tahlil yaptılar. Hiçbir şey bulamadılar. Yaşına göre son derece sağlıklısın, seksen yaşına kadar yaşarsın dediler. İyi ama aylardır hastayım diye yakındığı için şimdi eşine ne diyecekti?

Doktorlardan biri Sinopluydu. Hastanede hemşericilik adına ona çok yardımı olmuştu. Hastaneden ayrılmadan önce vedalaşmak için yanına uğradı. Genç doktor sonuçları sorunca elindeki dosyayı uzatıp "Bir şeyim yokmuş. Evdekiler benimle alay edecekler," deyiverdi. Hemşerisi olan doktor onun öğretmenlikten yeni emekliye ayrıldığını biliyordu. Ve anında ona yeni bir teşhis koydu. Bu semptomlar kesinlikle emekli olmasından dolayı içine düştüğü boşluktan, yani depresyondan kaynaklanıyor olmalıydı. Ve ona iki tane hafif yatıştırıcı yazdı. Birde tavsiyede bulundu. "Kendine hobiler edin, yaşamını bir şeylerle doldur,! dedi. Emekli kadın birden sevince boğuldu. Şükür sonunda bir hastalığı olmuştu. Kekse bunun yanında bir de yüksek tansiyonu falan çıksaydı.

Bilirsiniz, bazıları yaşamı derinden, bazıları da sığ tarafından yüzüp geçer. Galiba ben sığ suları tercih ediyorum. Çocuktum, küçüklüktüm ve henüz olan biten her şey benim anlayamayacağım kadar karmaşıktı. Bana ve kardeşime pek hissettirmemeye çalışsalarda büyüklerim bu akşam ne yiyeceğimiz kaygısıyla boğuşuyordu. Belki bu yüzden benim en büyük korkum aç kalmaktır. Eğer yiyecek bir lokma ekmeğim ve başımı sokacak bir göz odam varsa bana her şey vız gelir. Bunun dışında her zaman yaşam benim için güzeldir. Zaman zaman yağmurdan, kardan, güneşten, rüzgârdan şikâyet eden insanlarla karşılaşırım. İçimden kıçımla gülmek gelir. Gülemem, dayak yerim. İnsan yaşamında elbette kötü zamanlar vardır. Her şeyin ters gittiği, aksiliğin birbirini kovaladığı günler… Kırk senenin çarşambası bir araya gelir hani. Gün akşama dönünce benim için her şey biter. Bir şarkı dinlerim örneğin, ne bileyim bir türkü belki. Bütün sıkıntılarımdan sıyrılıveririm. Bir giysiden kurtulur gibi işte… Niye dert edeyim ki; eşim var, aşiyanım da, hatta baharım bile var şairin dediği gibi.

"Kız strese girdi," diyor annesi. Kimseye hal hatır sormaya da gelmiyor. İnsanlar problem kusmaya koşullanmış gibi sanki. "Haziranda OKS sınavına girecek. Biz de strese girdik, o da. Odasına kapanıp ağlıyor. Durup dururken hem de. Aniden... Hastalandı sanıyoruz, telaşlanıyoruz. Kaç kere acile götürdük. Doktor bu kızın sinirleri bozulmuş," diyor. "Aman üzerine gitmeyin. Ne üzerine gitmesi canım. Bir eli yağda öteki balda. Bir senedir ona sormadan misafir bile kabul edemiyoruz. Her şeyimizi ona göre planlıyoruz. Hafta sonları o dershaneye gidiyor, biz de evde pinekliyoruz. Psikologa da götürdük. Hem de kaç kez. Adamın bir şey yaptığı da yok üstelik. Kız konuşuyor o dinliyor. Birkaç kez bizi de aldı odasına. Aile terapisi yapmış. Komşuya gidip konuşmaktan hiçbir farkı da yoktu. Neyse bizi çok beğendi. Sanki görücüye çıktık. Kızıma da çok şanslısın;" dedi. Çok iyi ve anlayışlı bir ailesi varmış.

Benim gibi birisi bu ailenin kaygılarını nasıl anlayabilir ki? Yani şimdi bu kız OKS yi kazanamazsa ne olur? Nedir bu anne babanın çilesi? Fen lisesi yada Anadolu lisesine giremeyen üniversite kazanamaz mı? Üniversite kazanamayanlar intihar mı etmeli? Sınavların açıklandığının ertesi gün toplu intiharlar mı yaşanmalı? Okumak aslında çoğu kez yaşamı ıskalamaktır bence. Sen okurken mahallenin en yakışıklı oğlanını başkası kapar. Öğrenciysen üstelik her günün ayrı bir eziyet, ayrı bir yoğunluktur. Üstelik genelde bu oğlan orta halli bir esnafın çocuğudur. Evi, barkı hatta arabası bile vardır. Evliliğinizin ilk beş yılında düğün masrafı taksitlerini ödeyeceğiz diye gebermezsiniz. Genelde peşin paraya evlenirsiniz. Birkaç sene içinde bir de torun verdin mi büyüklerin kucağına, yaşamın baklava börek oluverir. Strese, depresyona girmeden de yaşanır bu ömür.

Kız sınava girecek, oğlan işe girecek, adam adropoza, kadın menepoza diye bu kadar gerilmeye ne gerek var. Yaşam bütün hergeleliğini sırtlansın gelsin. Bırakın nasıl istiyorsa öyle gelsin. Zaten ben bu kadar çok depresyon ve bunalım sağanağının gerçek olabileceğine inanmıyorum. Bunların çoğu arabesk ve melodram katılmış çocukluğumuzdan kaynaklanıyor. Hastane ve doktorların da işine geliyor. Çakma depresyon bunların çoğu, uydurma inanın. Birkaç kuruşa kıyıp deniz kıyısında bir yere gidin. Yeşiller giyinmiş yamaçlara çıkın. Ciğerlerinizi temiz havayla doldurun. Üç güne kadar bir şeyciğiniz kalmaz. Kalırsa bana gelin. Yatıştırıcılar benden olsun. Hem de beleşine…

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,569,569,569,569,569,569,569,569,569,56
9 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


SUSMAYALIM

Gecenin bir saatinde bir şiirin izini sürüyorum. Çıkmazdayım ki parmaklarım radyonun düğmesine gidiyor. Odaya dolan bozlak, bir anda ruhumu kendi iklimine alıp götürüyor:

Ahu gözlerini sevdiğim dilber
Sana bir sözüm var diyemiyorum
Bilmem deli miyim mecnun gezerim
Sırrımı ellere veremiyorum

Karacaoğlan olup Erzurum'da, Edirne'de, İzmir'de, Adana'da tutkuyla sevdalar, acıyla ayrılıklar yoğuruyorum; yüzüm Ankara'ya dönük. Çok geçmeden Veysel vuruyor sazın tellerine mızrabını:

"Yeter gayrı yumma gözün kör gibi"

Sarsıyor bedenimi sazın ve sözün ustaları. İyi de biz;

"Kimselere sırrın ifşa etme hiç
Lokma ise yut onu, su ise iç"

diyen Zarifi Ahmet Baba'ların mirasını da yiyenlerden değil miyiz?

"Sırr", Arapça bir sözcük. Türkçesi "giz". Biz "sır tutmak, sırra kadem basmak; sırrını söyleme dostuna, sonra saman doldurur postuna…" deyim ve atasözleriyle oyalanırken "gizli" sözcüğü oturuveriyor gündemimize:
Gizli bilgi, gizli oturum, gizli yazı, gizli kamera, gizli dinleme… Kimileri de gizli sırlardan söz diyor. Sır, gizli olursa sırdır. Açıklanınca sır olmaktan çıkmayan sır mı var ki?
Giz sözcüğünün iki önemli ayrımı var.
" Varlığı ya da kimi yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şey.

" Usun kavrayamadığı, açıklanamayan şey.

"Açıklamak istememek" ile "usun kavrayamaması" çok farklı şeyler. İkinci anlam için gizem ya da esrar sözcükleri daha uygun. Her gizlinin, gizemi var bana göre. Gizli, bu yüzden albenili. Giz açıklandığı anda yitiriyor gizemini; yani esrarını. Merak edilen bir gerçeğe ulaşmak aynı anda gizemin de öldürülmesi bence. Kimi şeyler gizemiyle güzel, gerçeğiyle değil.

Halk öykülerindeki "yedilere, kırklara karışıp" sırrolmak, da bu yüzden masalsı. Şairin "gizsöylem" i de böyle bir dil oyunu:

"Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser"

Dünyada, eser vermenin yolu, sırlara ulaşmaktan geçer demişse Veysel, peşinden yollara düşmeli. Hangi bilgin, düşünür, sanatçı bir sırrın peşinde koşmamıştır ki? Öyleyse her buluş bir gizemin çözülüşü, bir sırrın tepetaklak oluşu değil midir? Ne var ki sırrın kime ve nasıl ifşa edildiği başlı başına sorun. Ziya Paşa bunu Terkib-i Bend'inde özdeyiş kıvamında dile getirmiş.

"İdrâk-i meali bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez"

Öyleyse gerekliyi gereksize faş etmek de gerekliyi gereksizken faş etmek gibi gereksiz. İki gereksizden de bir gerekli doğmuyor. "Bilgi, denizde inci gibidir" dememiş miydi Yusuf Has Hacib. İncinin aslı kumdur; ama kuma karışınca yeniden inci olması artık olanaksız. Giz de öyle.

Mevlana:
" Dane çün ender zemîn nepühân şud
Seraser sebze-i bostan şud"
"Tohum, toprağın içinde sır olur saklanırsa, (bu) sır bahçenin baştanbaşa yeşilliği, ürünü olur" diyor.
Öyleyse sırları hiç açıklamamak değil, gerektiğinde ve doğru kişilere açıklamak gerekli. Toprağın üstüne zamansız çıkan tohum, rüzgâr önünde savrulur, kurur. Sırlar da gereksiz yerlerde gereksiz kişilere açılır, söylenir, açıklanırsa işlevsizleşir.

Sır, devletlerin güç göstergesi diyesim geliyor. Devlet, ne denli büyükse sırları da o denli çok. Tarihi ne denli derinse sırları da o denli derin. Belki de bundan Osmanlı saraylarında işleri sadece padişahın sırlarını taşımak olan sır kâtipleri varmış.

Ortam dinlemelerin kapı ardından, gözetlemelerin anahtar deliğinden, uzak iletişimin ulaklar aracılığıyla yapıldığı dönemlerden birinde hükümdar (Harun Reşit olmalı), gizli bilgiyi ulağın kafasının arkasına yazdırtmış. Altına da bir not ekletmiş. Ulak varacağı yere varmış. Kelleyi uzatmış. Sırrı, okuyan ilgili bir işaretle celladı çağırmış. Çünkü hükümdar, sırla birlikte bir de komut yazdırmış ulağın kafasına:

"Bu haberi aldıktan sonra ulağın kellesi vurula!"

Ser verip sır vermeyenler kahraman olarak anılır tarihte. Hem serden hem sırdan olanlar da bu gibi ulaklar olsa gerek.

Yavuz Sultan Selim'e vezirlerinden biri o yaz nereye sefer yapılacağını sormuş. Yavuz:

" Sen, sır tutmasını bilir misin?" demiş. Vezir, saf saf:

" Evet!" hünkârım deyince;

" İyi öyleyse, demiş padişah. Ben de bilirim" deyivermiş.

Sır taşıyıcılarının bile kellesinin uçurulduğu, Sırların vezirlerden bile saklandığı bir yönetim geleneğinin bugüne etkisi acaba çok mu olumludur düşünmek gerekmez mi?

Hz. Ali, "Sır, yani içinde sakladığın şey senin esirindir. Onu ortaya çıkardığın zaman sen ona esir olursun"; Ulaştırma Bakanı da yasadışı dinlemeyi önlemenin imkânı olmadığını belirterek "önlemenin tek yolu konuşmamak, konuştuğunuz sürece mutlaka dinleniyorsunuz" demiş.

Susalım mı öyleyse?

Varsın, bugün sevgilimize söylediğimiz bir özel söz, yanlışlarını kanıksayamadığımız birileri için dile getirdiğimiz öfkemiz; yarın önemli bir makama talip ya da sahip olduğumuzda önünüze çarşaf çarşaf serilsin.

İster yaşlılık dalgınlığımızdan, ister teknoloji cahilliğimizden yararlanılmış, isterse rakiplerimiz bize kumpas kurmuş olsun. Üstüne üstlük "Şecaat arz ederken sirkâtin söyleyen merd'i kıptî"ler değil, sırlarımızı çaldırdığımız için biz suçlu olalım.

Ne suya hasret toprağa düşen damlaların sesini, ne iki kadehin buluşma çınlamasını, ne gönlümüzü çelen sevgili sözlerini, ne eski bir dostun hatırını sormanın inceliğini, ne bize geçmişin izlerini ve geleceğin sırlarını anlatan kitap sayfalarının hışırtısını unutalım. Ne de sevdiklerimiz ülkemiz ve insanlık için bildiğimiz doğruları dile getirmekten vazgeçelim.

Sırlarımızı bilinç evimizde saklayalım; ama susmayalım.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  İKİLEMELER

Hayatımızın çeşitli dönemlerinde karşımıza çıkan çeşitli ikilemeler arasında bocalayıp durmuşuzdur. Bazıları mutlaka bir üçüncü yol olduğundan söz etse de bilimin gösterdiği hep iki seçeneklilik ve çoğunlukla kutuplaşma olmuştur, Artı (+) kutup ve Eksi (-) kutup gibi. Doğru ile Yanlış gibi, Evet ile Hayır gibi, Açık ile Kapalı gibi. Hatta; bilgisayar ve elektronik devrelerinin kullandığı ikili sayı sistemindeki 1 ve 0 gibi. Çoğu ikilemelerin dilbilgisinde zıt kelimeler üzerine kurulduğu da bilinmektedir. Benim üstünde durmak istediğim; birbiriyle müthiş uyum gösteren, bir elmanın iki yarısı gibi düşünülen, biri söylendiğinde diğeri hemen dilimizin ucuna gelen ikililerden söz etmek ki; yazımın başlığında da belirttiğim üzere bunlara “İkilemeler” diyorum. Beğendiniz beğendiniz, beğenmediniz kurtuluş yok, haftaya “Üçlemeler”...

Yelkovan denince akrep, Akrep denince zehir, Zehir denince Zemberek gibi..

Aptal dendiğinde sarışın, Sarışın dendiğinde bomba, Bomba dendiğinde MM ( Marilyn Monroe ) gibi.. Yoksa BB ( Brigitte Bardot ) gibi mi ..?

Şort deyince T-Shirt, Pijama deyince atlet, Atlet deyince don, Don deyince Kişot gibi..

Kafa - Kol, Tekme - Tokat, Yaka - Paça ( Yaka yerine bazen Kelle olabilir ) gibi..

Mercimek denince fırın, Fırın denince Ateş, Ateş denince baca, Baca denince Kapı gibi..

Edi deyince Büdü, Hacivat deyince Karagöz, Göz deyince Kaş gibi..

Ehliyet sorulduğunda Ruhsat, Deniz sorulduğunda Mehtap gibi..

Yakamoz dediğinde sandal, Sandal dediğinde kürek, Kürek dediğinde yürek, Yürek dediğinde Mangal gibi..      

Bonnie and Clyde, Mr. and Mrs. Brown, Thelma and Louise, Mai ve Siyah ( Halit Ziya Uşaklıgil ), Felatun Bey ile Rakım Efendi ( Ahmet Mithat Efendi ) gibi..

Simit yanında çay, Çay içildiğinde Şeker sorulması, Kola istendiğinde “Normal mi Light mı ?” ( şimdilerde bir de Zero/Sıfır çıkmış ) sorusu gibi..

Lahmacun dendiğinde “AcılıAcısız mı ?” sorusu, Acı dendiğinde mahallenin muhtarı Reha’nın sorusu gibi..  

  Ferdi Tayfur ile Orhan Gencebay, Barış Manço ile Cem Karaca çekişmeleri gibi..

Hancı dendiğinde yolcu, Yolcu dendiğinde Abbas, Abbas dendiğinde bağlasan durmaz gibi..

Sakla deyince saman, Saman deyince sap, Sap deyince Balta gibi..

Her ne hikmetse bugünlerde bu ikilemlerin hem sonu aynı yerlere çıkıyor hem de nasıl bir kısır döngü ise bir türlü işin içinden çıkılamıyor. Yumurta ile Tavuk misali. Yeni dönemin ikilemeleri ise sanırım şöyle olsa gerekir :

İhale dendiğinde fitne, Fitne dendiğinde Fesat karışmasın diye Müdahale edilir gibi..

Maaş dendiğinde zam, Zam dendiğinde sus, Sus dendiğinde Yargı konuşamaz gibi..

Millet dendiğinde ümmet, Ümmet dendiğinde ram, Ram dendiğinde içki Haram gibi..

Kömür dendiğinde torba, Torba dendiğinde erzak, Erzak dendiğinde Oy gibi..

Delik dendiğinde cep, Cep dendiğinde telefon, Telefon dendiğinde Yes/No tuşu gibi..

Rüşvet dendiğinde komisyon, Komisyon dendiğinde AB, A-Be dendiğinde “Hadeee !” dendiği gibi..

Milli İrade dendiğinde 16.5 milyon, Gayrı Safi dendiğinde 70 milyon gibi..

Kuzey dendiğinde ırak, Irak dendiğinde Güney komşu, Komşu dendiğinde ABD anlaşıldığı gibi..

Ekonomi dendiğinde istikrar, İstikrar dendiğinde borsa, Borsa dendiğinde elalemin parası, Elalemin Parası dendiğinde Züğürdün Çenesi gibi..

Siyaset ileTarikat gibi..

Kadro ile İmam gibi..

Tencere ile Kapak gibi..

Salya ile Sümük gibi..

Faiz ile Haram gibi..

Medya ile Komedya gibi..

Davul ile Tokmak gibi..

Cımbız ile Ayna gibi..

Kel Baş ile Şimşir Tarak gibi..

Papaz ile Pilav gibi..

Soğan ile Cücük gibi..

Terzi ile Sökük gibi..

Ateş ile Barut gibi..

Yangın ile Körük gibi..

Mangal ile Kül gibi..

Dut yemiş Bülbül gibi..

Başı açık kadın ise “Kapatılsın”, kaşı açık parti ise “Kapatılmasın“ gibi..

Hukuk deyince Guguk anlarsan, Gak-Guk biçiminde efelendiğin zaman “Mazlum” olduğunu zannederler mi ..?

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Melis Mine

 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


  Kırmızı Pazartesi

Yazan: Gabriel García Márquez
Uyarlayan ve Yöneten: Macit Koper
Çeviren: İnci Kut
Sahne Tasarımı: Barış Dinçel
Kostüm Tasarımı: Nihal Kaplangı
Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan
Koreografi: Handan Ergiydiren
Oyuncular: Burak Davutoğlu, Meriç Benlioğlu, Murat Coşkuner, Çağlar Yiğitoğulları, Bahtiyar Engin, Murat Garipağaoğlu, Rozet Hubeş, Semah Tuğsel, Mahperi Mertoğlu, Yavuz Şeker, Sükan Kahraman, Caner Çandarlı, Murat Taşkent, Selim Can Yalçın, Kutay Kırşehirlioğlu, Radife Baltaoğlu, Berna Oğuzutku Demirer, Seda Fettahoğlu, Aslıhan Kandemir, Zümrüt Erkin, Esra Ede, Abdullah Topal

Önceden haber verilmiş bir cinayetin nasıl işlendiğini görmek istemez misiniz? Zenginlerle yoksulların nasıl ayrı düştüğüne; toplumsal baskılara boyun eğen kadınlara ve erkeklere, mutsuzluğu toplumsal anlayışa gömen insanlara tanıklık etmek? Köhnemiş ama yine de yürürlükten kaldırılamamış gelenek ve göreneklerin sebep olduğu facialarla yüzleşmek? Psikolojik ve toplumsal baskıların insanları nelere sevk ettiğini görmeye hazır mısınız?

Gabriel Garcia Marquez'in aynı adlı oyunundan uyarlanan oyun, festival kapsamında tiyatro sevenlerin karşısındaydı. (Umarım gelecek sezon) Tüm İstanbullu tiyatro severlere perde açınca kaçırılmaması gereken bir uyarlama üstelik. Marquez'in Kırmızı Pazartesi adlı eserinin özgün adı "Cronica de una muerta anunciada", yani "anons edilmiş bir cinayetin kronolojisi"dir. Oyun ilerledikçe nasıl "göz göre göre" bir cinayet işlendiğine tanık olacağımızın habercisidir bu isim.

Bir kasabada evlenen bir genç kızın, düğün gecesi kız çıkmaması üzerinden gelişen olayları, işlenen cinayeti, kasabalının göz göre göre bu cinayetin işlenmesine sessiz kalmasını, toplum kurallarını, yazılı olmayan kaideleri ve düşünceleri, töreleri… Ve her şeyden önce aslında zihniyeti tüm açıklığıyla görebiliriz oyunda. Kadını metalaştıran alınıp satılan bir "şey"e dönüştüren zihniyeti... Marquez "en sevdiğim romanım" dediği eserini büyük bir incelikle işlemiş ve Macit Koper'in - bence - mükemmel uyarlaması da eseri büyük bir keyifle izlenecek hale dönüştürmüş.

Oyunu izlerken görürüz ki "Kader"i herkesin kendini suçsuz hissedebileceği bir alan olarak tanımlıyor insanlar ve gerektiğinde bu alana sığınıyorlar. Ve kader bir süre sonra başımıza bütün çorapları ören o önyargılardan biri haline geliyor.

"Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım" diyor bir yerde anlatıcı, dava raporlarından okuduğu bir cümle ile… Ve gerçekten ne kadar çok önyargının bizi ne olur olmaz yerlere götürdüğünü hatırlatıyor oyun. Tabi ki önyargılarından ayrı düşme cesaretini gösterenlere…

Santiago Nasar'ın o gün beyaz giysileriyle beyaz yatağından kalktığında, bir cinayete kurban gideceğini kendisi dışında herkes bilmektedir. Çünkü bir önceki gece, o kasabada kabul edilemez bir şey olmuş, kasabanın yeni sakini Bayardo San Roman gözüne kestirdiği ve evlenmek için her türlü maddi manevi zenginliğini önüne serdiği Angela Vicario evlenip gerdek gecesi kızın kız olmadığını anlamıştır… Kız can havliyle Santiago Nasar demiştir; "Olan bitenin bütün sorumlusu o" Vicario Kardeşler olarak bilinen Pablo ve Pedro ertesi gün kasabada her gördüklerine Nasar'ı öldürmek için aradıklarını, hatta evinin karşısına kamp kurduklarını söylerler. Ancak bu bilgi, Nasar'ı ölümden kurtaramaz. Çünkü söz konusu cinayet bir namus cinayetidir. Anlatılan toplumda devlet otoritesinin zayıf olması, halkın geleneklerine ve törelerine bağlı yaşamasına neden olur; bu da beraberinde namus cinayeti, azınlıklara ayrımcılık yapılması, yoksulların zenginlere önyargılı yaklaşması gibi farklı toplumsal sorunları doğurur.

Santiago Nasar uykudan uyanır, annesine gördüğü rüyayı anlatır: "Düşümde kendimi incecikten bir yağmurun yağdığı dev incir ağaçlarının oluşturduğu bir ormanın içinden geçerken gördüm, bir an için mutlu oldum, uyandığımda üstüm başım kuş pisliğinden görünmüyordu" Aslında o incecik yağmur toplumun yıllardır tutturduğu huzursuz edici düşünce ve görenekleri, incir ağaçları da yaşanan toplumu simgelemez mi? (İncir ağaçlarının kökleri çok derinlere gider, incirin kökünü kurutmak zordur, arsız ağaçtır incir ağacı…Tıpkı toplumlarda yerleşen düşünceler gibi, kökü kurutulması çok zordur.)

Angela Vicario için "Adını söylemekte kısa bir süre kararsız kalmıştı. Belleğinin karanlıklarında onu aramış, bu dünyada olduğu gibi, öteki dünyada da insanın birbirine karıştırabileceği adlar arasında, ilk bakışta onu buluvermiş, bir avcı ustalığıyla, alın yazgısı yaratılış gününde belirlenmiş bir kelebek gibi onu duvara çivileyivermişti." der anlatıcı. Ne yapacağını bilemeyen kız, can havliyle ilk aklına gelen isme sarılmış mıdır? Santiago'nun hal ve hareketlerine bakarsak, evet. Peki, kimse bunu sorgulamış mıdır? Hayır. Neden? Çünkü Santiago Nasar varlıklıdır, uçarıdır, neşelidir… "Bizden değildir." Ve aranan sadece bir isimdir. Bulunanın kim olduğu sadece işin kıvamını değiştirebilir sonucunu değil…(Ne yalan söyleyeyim bu sahnede benim aklıma gelen şu oldu "anne, baba sizi çok seviyorum, kız bozuk çıktı… Bu haberi okuduğumda yaşadığım şaşkınlığı, gülmek ile ağlamak arası halimi hatırladım hemen.)

Otoritesiz ve fakir bir toplumda yaşayan kasaba halkı kendi otoritesini sağlamak için gelenek ve törelerine sarılır, azınlıkları dışlar, zenginleri sevmez ve törelerine bağlı kalmak için cinayet dâhil her şeyi göze alır. Kasabalının bu kötü durumu ekonomik ve siyasal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Ekonomi, kötü durumda olduğu için devlet, otorite kuramamakta; bu da toplumda otorite boşluğundan ve töre baskısından doğan sorunlara yol açmaktadır. Bütün bunları açıktan açığa vermez işin ilginci Marquez, ama görür görmez anlarsınız. Tanıdık geldiğinden olsa gerek…

İşin ilginci de, göz göre göre herkesin Santiago Nasar'ın namus uğruna öldürülmesini izlemesidir. Bu namus cinayetinin toplum için bir suç sayılmadığını da göstermektedir. Tıpkı bizdeki anlayışta olduğu gibi…

"Biz her zaman ölüden yana olmalıyız"

Az da olsa, belli bir bilince erişmiş insanlar en düşük toplumlarda bile vardır. Ancak bunların gücü her zaman her şeye yetmez, hatta çoğu şeye yetmez yazık ki… Sonunda onlar da pes eder ve bir kenara çekilirler…

Ama bence oyunun / kitabın en can alıcı, en önemli kısmı Angela Vicario'nun annesinin dile getirdiği şu cümle:

"Aşk da öğrenilir, kızım!"

Toplumda kızların istedikleri kişiyle evlenme hakkına sahip olmadıklarına ve baskı altında evlendiklerini, aşka değer verilmediği başka nasıl anlatılırdı bilmem… Marquez'in müthiş gözlem yeteneği, basit bir cinayetle bütünüyle bir toplumsal yapıyı anlatması… İnci Kut'un hoş çevirisi ve Macit Koper'in usta uyarlamasıyla şaşırtıcı bir şekilde "bizi anlatan", bize çok benzeyen bir toplumun - binlerce kilometre uzakta da olsa, bazı şeyler hep çok benzer oluyor demek - sahnelendiği bir oyunda kendi yansımamızı gördüm ben. Herkese tavsiye ederim ilk fırsatta.

Keyifli kahveleriniz olsun, güzel bir hafta sonunuz…

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Tayfun Avınca


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


KALDIRIM ÜSTÜ DRAM

edepsizdi kahkahaları
kör kütük bir gecenin
pörsümüş enkazıydı dudakları.

öksürük nöbetlerine aldırış etmezdi
hatta "anasını sattığımın dünyası" derdi
kolundaki yarayı soranlara
kim bilebilirdi ki
bir sevdadan yadigar.

geçkince suratı
işve dışında gülmezdi
gören mutlu sanırdı
bilmezlerdi ne acılar biriktirmişti
kumbara misali yüreğinde

kamburu çıkmış düşleri vardı
aslında.
zaten kimsenin de umrunda değildi
onun maviye çalan umutları
değil miydi?
eti satılıktı
Beyoğlunun izbe kaldırımlarının birinde.

yüzündeki kadersizliğin
derin kederlerini
fuşya rengi farla
kapatırdı.
parlak kırmızı rujuyla
çizemese de
mutlu bir gökkuşağı
onun da dünyası
kaldırım üstü dramıydı.

hikayeleri yoktur
o ve onun gibilerin
yazgılarının hesabını
veremeyecek olsa da
tanrının oğulları
görebilirsiniz
her gece
karanlıkla kötülüğün birleştiği yerde
son fotoğraflarını.

Yasemin Kemaloğlu

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Genel Yaşam Sigorta A.Ş.


KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI


Sevgili KM Dostu,

Sağlığınız bizim için önemlidir,

Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.

Yapılacak olan ağız check-up'ınız ve Diş Taşı Temizliğiniz için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Haziran sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.

Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.

Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...

Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.

Randevu için:
Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)

IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr

Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "
 


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Video paylaşım siteleri arasında son dönemde keşfettiğim bir web sayfası http://www.megavideo.com/ Aslında Lost dizisinin seyredemediğim bölümleri için araştırma yaparken rastlamıştım. Online dizi seyretmek için bulabileceğiniz sağlam arşivlerden bir tanesi olarak tavsiye edebilirim.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

Tabi ki Lost meraklılarına tavsiye edebileceğim daha sağlam bir web sayfası var http://lost-photoboy.blogspot.com/ Bu web sitesinde Lost dizisiyle ilgili aklınıza takılan her türlü soruyu ve konuyu tartışabileceğiniz sayfalar da mevcut. Ve tabi ki Türkçe altyazısı desteğiyle dizinin kaçırdığınız tüm bölümlerini seyredebilirsiniz.

Resim arşivi isteyenler için http://www.resimmotoru.com/ Neredeyse tamamı duvar kağıdı kıvamında resimlerden her türlüsü elinizin altında. Seç, beğen ve hatta bilgisayarına indir.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Soldier of Fortune
Deep Purple









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080606.asp
ISSN: 1303-8923
6 Haziran 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com