Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.474

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 9 Eylül 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Uyan ak sakallı dedecim!..


Merhabalar

Allah Allah, ne oldu acaba? Savcı Öz hakkında soruşturma açılmış. Oysa adamcağız görev bilinciyle yanıp tutuşuyordu. Acaba neyi ihmal etti? Yoksa bu da derin devletin yargıya verdiği gözdağı mı? Vallahi anlamadım, hani milletin yellenmesini bile dinleyip kaydedecek kadar ileri gitmesine kızdılar desem, hiç sanmam. Elde tesbih, çakma hahamı dinleyip önüne geleni içeri aldı da ona kızdılar desem, yok canım. İçeri aldığı adama suçunu bile söylemeden bir yıl içerde tutup ölümüne seyirci kaldı diye sinirlendiler desem, hiç olur mu yahu? Vallahi anlamadım. Bir de bakan Şahin açıklamış, müfettişlerin raporuna göre karar verilecekmiş. İster misiniz, Ergenekon davası başlamadan, savcısı suçlu bulunsun, meslekten men edilsin. Hiç gülmeyin, olur mu olur.

Mübarek Ramazan'da sinir kat sayısı tavan yapmış Tayyip Bey'in yolsuzluğa destek turları dün de sürdü. Bu sefer ta Gaziantep'e çamur silmeye gitti heybetli padişahım. Ne söylüyor? Hiç. Bir tutturmuş Doğan Grubu, Baykal'dır gidiyor. Mümin vatandaşları soyan Deniz Feneri'nden hesap sorduğunu duydunuz mu? Ey benim saf, temiz yürekli, dini bütün mümin kardeşim. Artık bu oyuna gelme. Bunlar da bizim gibidir diye, mümin politikacı, mümin iş adamı, mümin süpermarket, mümin dernek deyip bunların ekmeğine yağ sürme. Baştan ayağa, bunların dinle imanla ilgisi varsa gel suratıma tükür. Bunların hepsi yüce dinimizi çıkarlarına alet eden, gelir geçer, yanar döner mümin kompradorlar. Hak olarak vermediklerini sadaka olarak dağıtıp sevap işlediğini sanan ve seni kendine kul etmeye çalışan siyasiler. Uyan benim ak sakallı dedecim, uyan.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Küçüktaşdemir


  Hay edeyim ben bu geldiğim dünyanın içine!

Kafam yoğun, sorun çok.

Neden?

Hiç… Hayat işte.

Bu hayatımda çok inişli bir dönem, hem de virajlı inişler bunlar, sallanıp yuvarlanıp ayak kaslarım frene asılmaktan sertleşmiş bir halde ya Allah aşağıya doğru "düşüyorum", çıkışlı dönemlerin keyfi-tadı damağımda desem, oda yalan. Nefes bile alamıyorum ivmelenmekten.

Çözebilsem başımdaki belaları, derip toparlayıp kenara atsam, ne ala. Buna imkan da yok. Şu dünya tüm gücü ile basmış üstüme, maneviyata sığınıp kendimi sevmeye bile hacetim yok. Es kaza 3 saat boşluğum varsa (ve nöbetçi değilsem ve kendi evimde kalmayı başarabilmişsem ve yakınlarımda kimseler yoksa) herhangi bir kanalı açıp yemeden-içmeden-hatta çişimi tutaraktan BOMBOŞ ekrana bakıp duruyorum.

Bunca sıkıntının arasında bir de müjdeli!! haber var. Geçici görevlendirme. Mizaç olarak çok severim bu geçici görevleri. Yeni insanlar demektir, yeni yerler, yeni renkler, yeni yemekler. Şu hayatta "kavrulmuş çekirge" yemek dışında her şeye karga tulumba atlamış karakter yapım bu geçici görev için hali hazırda az "darbeli". Angarya olacak bunca sıkıntı arasında.

Kırk sekiz saatlik bir Acil Nöbeti!

Yollarda kaybolmamak, gideceğim yere vaktiyle ulaşabilmek sıkıntısını üstümden bu yaşa kadar atamayan ben, kafamda var olmadığı için sürekli yüksündüğüm Navigator/GPS sistemine duyduğum derin ihtiyacımı kolumun altına sıkıştırıp, ısrarla yollarda kaybola kaybola gidiyorum. (Kaldı ki bu ikinci gidişim)

Kırk sekiz saatlik bir Acil Nöbeti!

Olmaz demeyin, bal gibi de oluyor. Birileri ensenizden tutup sizi hemen il sınırları İÇİNDE yer alan şuracığa (200 km filan) sallayıveriyor. Korkmayın canım, geçici bir durum. Birkaç bilemedin üç beş aycık. Git-gel baş etmeyecek, orası da aşikar. Elinizle kendinizi cehennem azabına atıveriyorsunuz siz de. Kırk sekizer saatlik iki kocaman nöbeti sırtlanıyorsunuz.

Kırk sekiz saatlik nöbette olmayan yok; daha yollarda kaybolmanız yeni bitmiş görev yerine 5-10 km kalmış önünüzdeki otobüs hooop rampadan aşağı uçuveriyor, 25 yaralı…
Nöbeti yolda devralıp onları da toparlayıp hep birlikte Acile ulaşıyoruz.
Beyin cerrahı yok, Plastik cerrah yok, Nörolog yok, KBB yok, o yok, bu yok… Yahu hastanenin su alacak kantini bile yok!
Ben varım işte!!!

Debelene debelene ilk günü bitirip ikinciye dönüyoruz. Toplam 4 saat uykumu almışım ama daha bir 24 saat daha var. İnleye inleye koşmaya devam.
Geceyi bitirip yeni aydınlanan güne dönüyoruz. Saat 05:00

Kapıdan içeriye giren gebe taş çatlasa 25 yaşındadır diye düşünüyorum ama otuzmuş yaşı. Ağrısı olmamış. Suyu boşalmış, bir de suyla karışık "bir şeyler" geliyormuş.
Kadın doğumcu iki taneyken biri yıllık izinde, diğeri de nöbet sabahı acil ameliyata alınmış, evinde yatıyor. Kızcağızı yukarı çıkıp ebe hemşire hanımlar ile görüşmeye ikna ediyorum. İki dakika geçmeden yukarıdan ebemiz arıyor.

"Doktor hanım, durum çok acil, bebek makat gelişi ve sekiz santim açılmış"

Buyurun, sıkıysa bu durumu çözün. Kızcağızın sezaryene girmesi lazım. Başka yapacak bir şey yok… En yakın kadın doğum merkezi 200 km uzaklıkta ama oraya varana dek 4 ayrı hastane var.

En yakınını arıyorum.
Kadın doğumcusu yok ama ikincisinde beş tane varmış onu öğreniyorum.

Bir ohh çekip ikinciyi ararken kızcağız tekerlekli sandalye ile karşıma geçiriliyor.
İkinci hastanede beş tane varmış ama bu doktorlar hafta sonu kalmazlarmış, hafta içi nöbete girerlermiş…
La havle…
"Çağırın gelsin hastaneye icabına" diyorum. Ben hastamı 100 km mesafeye yollarken oda 30-40 km yapıversin!
Peki diyor karşımdaki isteksiz ses…

112 telefonun ucunda, durumu anlatıyorum. Doktorlu ambulans yok diyor. Başka bir hasta için sevke çıkmış iki doktorlu ambulansta. Malum herkes aile hekimi oldu, ambulanslara doktor kalmadı!
La havle…
"Ebenizi verin gelen paramedik'li ekibe" diyorlar bana.
Oldu…

Küt yine telefon. İkinci hastanenin ebesi telefonda. İcapçı doktora ulaşamıyormuş, ben en iyisi bir sonraki hastaneye geçeymişim…
Mesafe oldu mu 150 km?

Hani bebek sıkıntıda doğamıyor. Kilitlenmiş kalmış. Sezeryan dışında en ufak şansımız da yok ki, "Ya Bismillaaah!" çekip bebeği ben doğurtayım.

112 yine hatta, ambulansa ebe ayarlamış mıyım?…

Kızın gözleri büyümüş dehşet içinde bu trafiği dinleyip iyice geriliyor. Ben telaştan onu dışarı çıkaramıyorum… Telefonlar susmak bilmiyor. Her yerde sorun var. Ebemiz görevlendirme yazısı istiyor, yolda es kaza başına bir şey gelir diye. Haklı çünkü o yazı olmadan "görevinin başından ayrılmış" sayılıyor.
Birileri yazıyı yazmaya çalışıyor. Biz ambulansa kızcağızı yüklüyoruz. Lakin nereye gideceğim diye soruyor.

Kimse bilmiyor.

Sonraki hastaneye ulaşmaya çalışıyorum. Nafile, telefonları açılmıyor. 112 merkeze rica ediyorum. Arayıp haber vermelerini yani. Orada kadın doğumcu var mı bir bilgim kesinlikle yok! Tüylerim diken diken yüreğim ağzımda ambulansın gidişini izliyorum. 112 yi arıyorum. Diğer hastanenin verdiği cevap şu olmuş "Bize getirmenizi hiç tavsiye etmeyiz, icapçı doktorumuz 2-3 saatten önce gelemez"

Nihayet kızcağızı şehir merkezine götürüyorlar.

Vardıklarında bebek kalp atışları hala var.

Kızcağızın suyu ile birlikte bacaklarının arasından gelen şey ise bebeğin ilk kakası.

Güneş doğmuş, 47 saat dolmuş.
Oturmuşum sabah ayazında gökyüzünü seyrediyorum.
Bir kedi enciği bacaklarıma sürtünüp duruyor.
Pist diyecek hacetim yok.
Düşünüyorum…

Bebeğin daha dünyaya gelirken anasının bacaklarının arasından da olsa verdiği mesaj çarpıcı şekilde yerli yerinde;
"Hay edeyim ben bu geldiğim dünyanın içine"!

Seda Küçüktaşdemir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
11 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Deniz Marmasan

 Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


   GÖKKUŞAĞIM KANARKEN

Çırılçıplaktı düşlerimiz.. Yorgun mısraların dayandığı ahşap kokulu şiirlerin özleminde bir mavi ışık... Kızıl alevleri söndüremeyen bir deniz dalgası bende zaman... Dört mevsimin hükümsüzlüğü tende savurgan sarmaşık... Kelepçeli bileklerimi yakan nefesinde usuldan bir ege havası... Raylar çarpık, gönlün fethedilmesine bir kala... Bir bahar akşamıydı bizi vurdular... Körfez ismini haykırdı... Doygun inen sümbüller saçlarıma döküldü, sözlerin leylak kokulu... "Her şiir şâirine vurulur" Ben sana vurgun, her bir dizemle... Yeni dizelere gebe... Hiçbir sahne gerçek değil, surları parçalı ömrümün tek bir ışık huzmesi... Işığımda sevda sözleri... Dudaklarıma ilişen pırıltılı gelecek yazar sen misin? Kıyılarıma sorgusuz sualsiz vuran? Sevdiğim romanlarda altı çizili satırların adresi misin? Kalemimi kıran karar... Bir Escher tablosu gözlerimi kalbine mühürleyen ve bir Kandinsky ömrümün özeti... Gözlerimden akan kalemin boyası gözlerinden tak tek damlayla arınma mı günahtan? Melek olmadan başlamak beyaz sayfalara... ve kurşun kalem izleri boyamaz oldu çocukluğumuzun kırık anılarını... Susuz yaz ve yanlış senaryo...Kırık, renkli cam parçaları kesen kalbimi, gökkuşağı yaratmak istemiştim, kanadım...

Deniz Marmasan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
2 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Necat Necdet Demircan


Yaşamak

Ne kelimelerle anlatabilirsiniz ne de kitaplarda yazıldığı gibidir yaşamak.

Fakir bir çocuğun yırtık lastik pabucunun arasından giren donduran soğuk
Gözlerinden yaş olup akan ince damlalarıyla umutsuzluk
Ellerini ısıtmak için üflediği buhar
Tekme atılan teneke kutunun sesiyle duyulan kalabalık mutluluk...

Uçuk kaçık bir genç kız
Dantelini bir kenara itip saatlerce penceresinden bakan
O sonsuzluk gibi gelen yollara
Hayalleriyle rengârenk süslü kaldırımlar yapan
Dönüp yüreğine yeniden hüzünle dolan...

Kimsenin adını bilmediği küçük bir kır çiçeği
İlkbahar geldiğinde uyanan ve sevgiyle sımsıkı hayata tutunan
Yeryüzünün en uzak köşesinde unutulmuş, itilmiş olduğunun sanan
Umduğunu bulamadan kuruyup, sonsuzluğa doğru rüzgarla savrulan...

Küçük bir kalp atışı; heyecanlı olduğunda,
Kanatlanıp pır pır uçup giden uzaklara
Rüyasını bile göremediği o inanılmaz dünyalara
Duran bir gün ansızın, sevgisi solduğunda...

Ne kelimelerle anlatabilirsiniz, ne de kitaplarda yazıldığı gibidir yaşamak

Çınar Ağacının en tepesine yuva yapmış bir Ağaçkakan
Hani yumuşak tüyleriyle iki minik yavru, aç aç gözlerinize bakan
Adını koyamadığımız bir duygu
Yüreğimizden gelip te dudaklarımızdan akmayan,
Tuhaf bir iç sıkıntısı; sebepsizce gün ışığını karartan
Ya da hüzün; kesif dumanlarıyla ciğerlerimizi ölesiye yakan...

Dudaklarınıza dokunduğunda cenneti anımsatan duygusuyla, bir yudum su
Yıllar sonra karşılaşılan eski bir sevgili
Özlem ile gözlerinize bakan minik bir bebek
Geceleyin aniden çalan bir telefon
Farkında olmadan altında kaldığın o 'Ahmak Islatan'
Terk edilmek bir akşamüstü, daha güneş batmadan
Ardında bırakmak doyasıya nefes alıp kokladığını
Uzunca bir buse bile almadan...

Yalnızlık; gecenin bir yarısında uykunuzdan uyandıracak kadar
Sensizlik, bensizlik, kimsesizlik; rüyalarınızı solduracak kadar
Adını hiç bilmediğiniz hüzünlü bir şarkı
Sessizliğin sesi
Gülümseme; yürekteki sevgiyi gözlere yansıtan
Rüzgâr; derin hıçkırıklarla boğulmuş gibi amansız esen
Yağmur; günahların üzerine delice yağan
Sevgi; serçe parmağını tutacak kadar yakın olduğun
Sımsıcak bir kucaklama; yüzyıllar öncesinden gelen o tanıdıklık hissiyle
Sen, Ben, O veya Biz
Fırlattığın büyülü bir bakış ile
Sonsuzluğun öteki ucuna yapılan kaçamak...

Ne kelimelerle anlatabilirim, ne de yazdıklarımdır yaşamak...

Necat Necdet Demircan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Nurten Karahasanoğlu


SUSUZLUK

Bir saati aşkındır yoldaydı. Her gün sabah akşam bu yolu tepmekten bıkmıştı. . Tıkış tıkış minibüslerin içinde bir yandan cüzdanı kaptırmamaya çalış bir yandan da huylu kadınlara değmemek için neredeyse cambazlık yap. Gerçi azıcık değse fena olmazdı ama, kadınlar cadaloz gibi maşallah, rezil olmak var sonra aleme. Güzergâhında bakılası güzellikler olsaydı bari. Sanayi bölgesini geçtikten sonra göz alabildiğine gecekondu. Yoksul evler ve bu evlerin içindeki yoksul insanlar. Minibüsün penceresinden gördüğü, bahçesi güllerle dolu bakımlı evler, evlerin pencerelerinden bakan güzel kızlar olsaydı fena mı olurdu? Bakılası güzelliklerden yoksun güzergâhı bitirip gecekondusunun bulunduğu sokakta indi minibüsten. Bakkala uğradı, beklememeyi öğrenmişlerdi, ama ayda yılda bir de olsa sürpriz yapmak gerekir diye düşünüp iki ufak dondurma aldı çocuklara. Bakkal, defterine yazdı iki ufak dondurmanın bedelini. Bir iki hal hatır sorduktan sonra birbirlerine, çıktı dükkândan. Elindeki poşette buz gibi soğuk dondurmalar, dudaklarında sıcacık bir gülümseme, aklında çocukların sevinci, evin kapısını çaldı.

Kapıyı açan karısının suratı bir karıştı; yine annesiyle kavga ettiklerini anladı. Ayakkabılarını dışarıda çıkarıp, konuşmadan içeride oyun oynayan çocuklarının yanına gitti. Naylon poşetteki dondurmaları gören çocuklar sevinç çığlıklarıyla babalarının kucağına atladılar. Göz açıp kapayıncaya kadar ambalâjları yırtıp dondurmaları bitirdiler.
Pencerenin önüne dayalı çekyatta gelininden farksız surat ifadesiyle oturan babaanne, elindeki dantel işini bırakıp gözlüğünü de kabına koyduktan sonra oğlundan tarafa döndü:
-Ne o, zam mı aldın ikramiye mi? Bilelim de, ona göre hareket edelim.
Güldü, çocukları kucağından indirip annesinin yanına oturdu. Muzip bir bakış fırlatıp yanağından makas aldı:
- İlâhi anne, insan çocuklarına dondurma almak için zam mı bekler Allah aşkına? İçimden geldi aldım, o kadar. Kıskandın mı yoksa sana almadım diye? Kimseye almadım ki, sadece onlara. Biz çok yedik.
Oturduğu yerden doğrulmaya çalışan kadın, kocasının ayakkabılarını yerine koyduktan sonra mutfağa giden gelini duysun diye bağırarak:
-Yazdırdın yine deftere yani. Yazdırın bakalım, aybaşı gelince benden dilenmeyi biliyorsunuz ama. Mecbur muyum ben size bakmaya? Akşama kadar karının suratını çekiyorum, çocuklar zaten hiç susmuyor, lâf dinledikleri yok. Bir o yana bir bu yana, başım dönüyor valla, serseme çeviriyorlar insanı. Çekemiyorum artık, yaşlandım. Beni hasta edip öldürmek mi istiyorsunuz siz?

La havle vela kuvvete. Yine başladı, susmaz. E kadın, ne vardı yine kavga edecek annemle? Biraz ara verin be, gladyatörler gibisiniz mübarek.

Mutfaktan, artarak gelen gürültü birden kesildi. Karısı hışımla içeri girdi:
-Yalan valla, hepsi yalan. Çocukların gıkı çıkmadı bugün. Ben dersen, sabahtan beri köle hizmeti görüyorum bir türlü memnun edemiyorum anneni. Demiştim sana, ev ev üstüne olmaz. Hani abin gidecekti hemen, ne oldu? Maşallah rahatları pek yerinde kızıyla. Hizmetçi varken çıkarlar mı buradan? Ben olsam ben de yerleşirdim iyice.
Babaanne, büyük oğluna lâf söyleyen gelinine bağcı edasıyla bakıp gürledi:
-Bana baksana sen, kim kimi kovuyor bu evden? İşi gücü var da ben zorla mı tutuyorum garibanı? Evine ekmek getirmeye başlayınca kendi yuvasını kuracak elbet. Hem ne zararı var size? Sessiz sedasız oturur, önüne korsan yer, komazsan bir şeycik demez. Nankör karı sen de. Siz gidin asıl bu evden.

Gergin hava bütün evi sardı, ama çocuklara bulaşamadı. Bir tiyatro oyunu izler gibi bir annelerine bir babaannelerine döndürüyorlardı başlarını. Hemen her gün, bazen günde iki kez yinelenen, sona erme ihtimalinde daha başka ve belki daha güzel bir eve taşınma umudu veren bir tiyatro oyunuydu çocuklar için bu kavgalar.

Eyvah, sıra abime geldi. Uzar da uzar şimdi bu kavga. Oğlum, hemen harekete geç, yoksa şampiyonlar ligi maçı hayal olur sana. Ağlayıp zırlamaktan televizyon da açtırmaz bunlar.

Karısının üzerine atılmak üzere olan annesinin önüne geçti:
- Güzel annem, en değerlim. Sakin ol biraz ha. Biz nereye gideriz ki üç kuruş maaşla? Gördün, deneme yaptık, boyumuzun ölçüsünü aldık. Sen çağırmadın mı bizi? "Sabredelim, şu evi müteahhide verince rahatlarız" demedin mi? Ben de memnun değilim ama başka çaremiz mi var? Çalışsın istedim, otursun çocuklarına baksın dedin. Sen bakamaz mıydın? Gazi Mahallesi burası, sokaklara mı bıraksaydık onları? Hem büyüdü sayılırlar artık. Bir maaş hiçbir şey, iki maaş çok şey anne. Ne yapalım, boynumuzu büktük oturuyoruz yanında işte.
Karısı, kocasına dönüp, babaanneye konuştu, "abi" dediler mi cinleri tepesine çıkıyordu:
- Yuva kuracakmış. Ne yuvası ayol; kurmuş dağıtmış işte. Ondan aile babası mı olur, Allah korusun. Yükledi kızını bizim sırtımıza gezip tozuyor. İş arıyorum hikâyeleri falan hepsi palavra.
Birden arka odanın kapısı açıldı. İçeriden on üç on dört yaşlarında genç irisi bir kız, gözlerini ovuşturup esneyerek çıktı, yanlarına geldi:
- Nooluyo ya? Bi rahat uyku uyuyamayacak mıyız bu evde? Her gün kavga, her gün kavga.
"Abi" denilince cinleri tepesine çıkan kadın, hırsını 'o' sefil yaratığın kızından çıkarttı:
- Sen sus gece kuşu. Tersine hayat yaşıyorsun, tamam, bir şey demiyoruz. Baban gibi burayı otel sanıyorsun, bir şey demiyoruz. Geceleri bilgisayar tıkırtısından uyuyamıyoruz, ne halt ettiğin belli değil, ona da eyvallah. Bir de kalkmış bize çemkiriyorsun. Dur orda bakalım, sana düşmez bizim kavgamızın tasası. Yoksa benim tepemin tası atar ona göre.
Yengesinin bu çıkışından sonra babaannesinin yanına gidip kollarını beline dolayan genç irisi ağlamaya başladı. Babaanne, bir yandan torununun saçlarını okşayarak:
- Ağlama kızım, ağlama talihsizim. Gün onların, amcan üç kuruş para getiriyor eve diye onların sözü geçiyor. Hele baban bir iş bulsun, bakacağım çaresine. Sanki benim emekli maaşım yok? Yetse, ağzını açtırır mıyım ben onların?
Genç irisi, babaannesinden ayrıldı, gözündeki yaşları odasına götürürken geri dönüp bağırdı:
- Görürsünüz siz, az kaldı, kurtulacağım sizden. Siz de bu sefil gecekonduda çürüyüp gideceksiniz.
Çocuklar, artık kanıksadıkları oyunu buraya kadar seyretmeyi yeterli görüp komşudan ödünç alınan oyuncaklarıyla kaldıkları yerden oynamaya devam ettiler.
Babaanne, homur homur söylenerek az önce kalktığı yerine oturup dantel işine geri döndü.
Adam, orta yerde şaşkın ve sinirli, ayakta duran karısına:
- Hadi durma, bu kavga bitmez, karnım aç benim, sofrayı kur, deyip televizyonun düğmesine bastı.
Genç kadın, hırsla arkasını dönüp mutfağa girdi.

Saat gece yarısını çoktan geçtiği halde hâlâ düzgün bir uyku tutturamamıştı. Bu, aylardır böyleydi. Gece oldu mu, genç irisi oturuyordu bilgisayarın başına, açıyordu msn denilen kahrolası icadı, saatlerce konuşuyordu. Yattıkları oda kızındı önceden. Onlar eve yerleşince, odanın ortasına büyük vitrin dolabını koyarak ikiye bölmüşlerdi. Tuvalet girişine bakan hole de idareten bir kapı açmışlardı. Oda ikiye bölünmüştü ama mahremiyet bölünememişti. İki tarafın da sesleri karşılıklı duyuluyordu.

Hay cenabet kız, gene o makinenin başında. Bozulmuyor da meret; hiç olmazsa birkaç gün rahat uyku uyurduk. Hem belki kaç aydır unuttuğumuz işi de hatırlayıverirdik. Nerdeee…

Yanında uyuyan karısına baktı, bu gece uyuyordu, hayret. Hem de horluyordu. Çok yorulmuştu belli. Yerde yatan çocuklar da derin uykudaydı. Ağzının kuruduğunu hissetti, kalktı. Mutfak yolunda kızın kapısının önünden geçerken durdu. Kapı aralıktı. Bilgisayar ekranını ve kızı rahatlıkla görebiliyordu. Kızın yarı çıplak olduğunu fark etti. Üzerinde sadece bir sutyen ve külot vardı. Gördüğünün gerçek olup olmadığını anlamak için kapıya iyice ama sessizce yaklaştı. Evet, gerçekti, üstelik bilgisayarın üzerindeki kamera görüntüsünde orta yaşlı bir erkek vardı ve zevkten dört köşe olmuş halde elindeki kâğıtları sallıyordu. İyice bakınca bu kâğıtların para olduğunu gördü. Susuzluğunu unutup izlemeye başladı. Bu arada ayağı kapının eşiğine çarptı ve acısından hafif bir inilti çıkardı. Fakat kız öylesine kendinden geçmişti ki bunu duymadı. Her zaman yaptığı gibi ekran karşısındakiyle konuşmuyor, yazışıyordu. Ekrandaki adam, elindeki para demetine ellilik bir kâğıt daha ekledi ve bir şeyler yazdı. Yazıları seçemiyordu, ama kızın eli sutyenin kopçasına gidince anladı. Her çıkarılan parçaya bir ellilik. Allah Allah, peki ama bu paraları nasıl alıyordu bu kız? Bu adamı nereden bulmuştu? Onlar hiç farkında olmadan ne zaman öğrenmişti bu kız kadınlığı?
Büyüyen gözleriyle kızı izliyordu, bir başka mecrada susuzluk çekiyordu şimdi. Erkekliğinin uyandığını hissetti birden. Şaşkınlıkla bakarken erkekliğine, aylardır neredeyse unuttuğu bir faaliyetin kışkırtıcılığına karşı koyamadı. Usulca kızın odasına sokuldu, bir eliyle kızın ağzını, diğer eliyle bilgisayarı kapattı.

Nurten Karahasanoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


BİLMEM Kİ

Dursam mı bir yerde, durakalsam mı gücüm yetmediğinde bir tarafıma bir sızı saplanmışken?
Avuçlasam mı hasreti yoksa kucak dolusu sarılsam mı?
Ağlasam mı dudak kıvrımlarıma inerken yaşlar,
Ya da bir tebessüm alıp 3 kuruşa taksam mı gözlerime?

Kanayan güller mi dersem demet demet bilmem ki beyaz güllere inat,
Ya da şu dertlerimi bastırıp sabrımın en sabırlı yerine alıp başımı gitsem mi?
Ölümü sevsem mi yoksa yaşarken yaşadıklarımdan vazgeçip,
Ya da sıkıp yumruklarımı rest mi çeksem göğsümü gere gere ölüme...
Sussam mı sesim çığlığa dönüşmüşken isyanlarımdan bir akşamüstü,
Yoksa sabahımı beklesem onca yıldız inerken günün koynuna yavaş yavaş...
Bende mi gitsem bırakıp ta her şeyi sevdasına koşan mecnun misali,
Yoksa firavun gibi tövbemi etsem tüm günahlarıma ölüm düşerken başucuma...
Vedaları sevmem deyişimden mi aklına gelmişti usulca çekip gitmek...
Yoksa planlı bir eylem miydi bu?
İzin ver bende uzanayım içim titremişken sonbahar da toprağın koynuna,
Ya da sende bırakma sonbahar diye, olsun yine de sonu bahar ya...

Arife Göktaş

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Tanıtımlara başladılar bile. Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.

http://files.cilekoyun.com/files/o3koke/o1/animasyoncu_2.swf Eğlenceli bir animasyon seyretmek istiyorsanız buyurun buradan bakın. Hatta indirebilmeniz için özellikle swf uzantılı dosyanın adresini veriyorum. İyi eğlenceler.

Biraz daha fazla animasyon isteyenler için ise http://www.atom.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Tamamen animasyon dolu karmakarışık ama sıkıcı olmayan bir web sayfası.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




As Time Goes By
Billie Holiday









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080909.asp
ISSN: 1303-8923
9 Eylül 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com