Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.480

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Eylül 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Nerede kaldı bu yağmur?


Merhabalar

Üç gündür gözüm havada yağmur bekliyorum. Bıktım artık bu hoşaf havalardan. Bitsin artık bu yaz, gelsin sonbahar kış. Farkındayım biraz bencilce istediğim ama vallahi ciddiyim. Mesela şu anda beynim durmuş durumda. Yaprak kımıldamıyor. Nem desen yüzde doksandokuz. Üflesen yağmur olup düşüyor, amma velakin bulutlar gelip geçiyor, ne düşen var ne de durup selam veren. Hayatımın yaşanmamış yazlarından biri olarak halı altına süpürülecek bu seneki yazdan bıktım illallah. Yar bana bir fırt rüzgar, es Haydar es, yağ Hayriye yağ.

Fener'de karar günü bugünmüş. Dün hırsızlar bağış yapanlardan af dilemişler. Bakın hele yüzsüzlere. Dünkü yazısında Özdil iyi bir noktaya parmak basmış. Şimdi Almanya büyük ihtimalle Fener'in tüm mal varlığına el koyacak ve hepsini Kızılhaç'a verecek. Eee kime niyet kime kısmet. Globalizm, yolsuzlukla da beslenebiliyormuş, ne hoş!.. Tabi karar sonrası Türkiye'de kopacak fırtınadan kimler nasiplenecek onu da pek merak etmekteyiz.

Merak ettiğimiz bir diğer konu da akşam yapacağımız maçın sonucu. Umutları tüketmeden en azından zevkli bir maç izlemek istiyorum. Sonuç istediğimiz gibi olmazsa da üzülmeyiz, önümüzdeki maçlara bakarız. Yarın görüşürüz, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Hayrettin Yazır


Kısa dilden anlatmak her şeyi sil baştan.

Sonbaharın soğukluğunda bir restorandın puslanmış cam kenarında duran masansın ikinci sandalyesinde otururken gördüğümde seni duraksadım. Sağ elinin parmak ucunda ekmek kırıntılarıyla oynarken sevecen gözlerini benliğimin içine kazığım an. İşte tam o an hafif kıvrık sarı saçların yeşil gözlerin ve beyaz teninle ilk beyaz sayfamı seninle yazmaya karar verdiğim zamanım.(sanırım âşık oldum)yok canım daha neler… Hem öyle bir görmekle âşık filan olunmaz… Gece yarısı ilk rüya. Parmağında taşıdığın yüzük bir şeylerin anlamı olmalı ya seviyordun takmayı ya da sevildiğin için takmıştı sevdiğin. Bin bir düşünce kafamda beni rahatsız edercesine dolaşırken yine yeni bir günde bilinmedik iki hayatın bilmediğimiz bir coğrafyada karşılaşma bilmecesi sen ve ben. Ben kafamda dolaşan onca düşüncelere inat seninle karşılaşma çabalamacısı içine düşmüş sanki başka dertleri yokmuş gibi bir yenisini eklemek için uğraşan. Hani poşetle misketi olan ve her oynayışında kaybeden misketleri azalan ama oynamaktan bıkmayan çocuk misali. Ve sen parmağında yaralı bir hüznü taşıyordun kimseye çaktırmadan. Aramızdaki bu mağrur ilişki ilerledikçe sen benliğinden vazgeçmeden kapattığın kitabın açılmamasından yana bense yeni açtığım kitabın henüz önsözündeyken yeni baştan bir kitap doldurma hevesindeyim."insan kaçmak istiyor bazen kendinden" ya seveceksin beni ya seveceksin. Seni seven bir insanı sevmemek olur mu? Onca çabaya inat başarabilme tutkusu biraz hüzün gözyaşı biraz mutluluk işte azımsanmayacak derecede.

-Bilmiyorum.

Söylenmesi kolay ama bir hayatı etkileyecek bir kelime. Zaman su gibi gelip geçerken bizler zamanı ne kadarda boşa harcamaya hevesliyiz.

Hava iyice soğudu şimdi sarıl bana daha sıkı sen bilmesen de ben biliyorum seni içime alırcasına sarıyorum bu mutluluğun üstten alınmış portresi olsa gerek. Edasındasın işin aslında kendinden habersiz kendinde. Muhatabın yok tanıyacak benden habersiz tutuşmuşun yalana istila edilmiş tüm yalanlar senli söylenen cümlelerde. O kadar kolaydı bırakıp gitmelerin kolaydı sevişebilmek her daim sevmeden sana kolay gelse de benimle sevişmek bana biraz zor geliyor sevişirken seni sevebilmek.

Şimdi sana seni yazmak içsiz karartılarda aydınlatmak dünyayı aslında yazamam, içimden gelmediğinden değil seni anlatamama korkusu cümlelerimde ve ben "YAZAMIYORUM" Oysa ne çabukta öğrenmiştik alfabedeki harfleri şimdi susuşlarımız bir insanın ömrüne bedel aslında ve iç kanatıyor her seferde yaşamaya inat düşüncelerde…

Kolay olmasa da yazmaya çalışmak seni sessiz ambiyanslarda yas tutarcasına dile getirebilmek ve en samimi itirafları ederek savunmasını yapıyorum bu gidişin Artık kahırlarım hüzünlerimle çatışıyor

Ve ben içime ağlıyorum, sen gidiyorsun…

Gidişlerin dönüşleri yorucu olur biraz daha kal desem kalır mısın?

Hayır mı?

O zaman sen gidedur ben hala yazmaya çalışıyorum ….

Hayrettin Yazır


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,589,589,589,589,589,589,589,589,589,58
12 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Selin Vural


Sessizliğin Sesi

Unutmak mı acıdır? Unutulmak mı bazen?
Sessizlikte boğulmak mı? Sessizlikte boğmak mı?
Susmak mı? Susturmak mı?
..
Acı; gerçeği hissetmektir çoğu zaman taa derinden, en derinden! İçinden... O zaman unutmak mı gerçektir unutulmak mı?
..
Sesler duyuldu uzaktan, ıssızdan, acıdan, gerçeklerden! Unutmadı beni gerçeklerim, terketmedi. Acılarıma sarıldım, çoğu zamanda gerçekten kaçtım.. Ama gerçekten kaçtım! Yüzleşemediklerim, cevapsız sorularım hep kovaladı beni. Şimdi çıkmaz bir yolun ışığını aramaya mahkumum... Çünkü sıkıştım, çünkü ben kayboldum. Senin derininde gerçeklerde boğuldum...

Sustu şimdi zamanın uğultusu, devrildi o saklanan, gerçekten kaçan çınar ağacı! Altında kalanı, dibinde yetişenleride ezdi, yok etti... Sustu... Susturdu düşüncelerini! Ya da o öyle sandı. Sıcak bir rüzgar esti kırılmış dallarına, yaprakları okşandı.. Uzandı gölgesi yanına son bir veda için. Hayallerini öptü, karanlığa teslim etti düşüncelerini, cevapsız sorularınısa yemyeşil kırlara..
Ve bugün o da sana veda etti... Hayır! Yalnızca o öyle sandı.
Çünkü hep sessizdin, unutulmuş gibi derinlerdeydin...
Dünyanın merkezine 1cm kalbimin merkezine 1milde..
Ama o yine yakındı sana acısıyla başbaşa, yanıbaşında!
Ruhundaydı, kimi zaman teninde ve bazende yürüdüğü yolların sonunda ki ışıkta. Ama atmak istesede ordaydı. Korku oldu sardı onu en derinden sonra yerini aşka bıraktı tenine yayılan sıcaklığa ama asla soruları gibi yeşil kırlara bırakamadı.. Hemde hiç bir zaman!
..
Çığlıklar attı şimdi zamanın boşluğu. Durdu ve izledi.. Sonunda çekip gitti bitmeyen gecenin yine hiç bitmeyecek olan yükleriyle. Atamadı, silemedi seni.
Peki neydi bu hissettiği, kimdi gerçekte bu hayallerinde ki?
Acımasız bir kahramanmıydı, kahramanlar acımasız olabilirmiydi?
Hayaller gerçekleşmek içinmiydi, gerçek ve hayal yoksa üvey kardeşmiydi?
..
Vazgeçti yalanlarından. Kimsesizce gönderdi senin sahte sıcaklığını, ağladı; yeni, gerçek soğukluğuna sarıldı..
Vazgeçti hissettiklerinden. Kimsesizce gönderdi onu kollarından, sessizliğe bürüdü bedenini, sonsuzluğa sardı narin ellerini..
Vazgeçti...
..
Unuttu, boğuldu, sustu...

Selin Vural


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
8 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Cüneyt Şimşek


KÖPEK

Tatilde Adrasan da bir oteldeyiz. Sabah her nedense çok erken kalkacağım tuttu. Saate baktım 06.00 çoluk çocuk uyuyorlar. Otelin balkonundan biraz denizi seyredip vakit geçireyim dedim ama çabuk sıkıldım. Sonra bu saatte niye denize gitmiyorum geçti aklımdan ve 2 dakika sonra üzerimde deniz şortum, sırtımda sadece kırmızı bir havlu, ayağımda sandaletler olduğu halde otelin kapısındaydım. Adrasanın sabahları biraz esintilidir, dağdan gelen hafif rüzgar ise çam kokularını taşır. Deniz ise 5 dakikalık bir yürüyüş mesafesinde. Çevrede tek tük oteller. Burası turizm konusunda pek gelişmiş bir yer değil, hatta iyikide gelişmemiş. Doğa hala bakir. Her şeyin tazesi ve kendisi gibi olanı yanıbaşınızda. Kafayı sıfırlamak için daha iyi bir yer ben bilmiyorum. Tatil insanın içindeki telaş ve koşturma hissini alabilmişse sizden eğer, işe yaramış demektir. Bazı tatiller de bu telaş hiç yanınızdan eksilmez kumla, denizle beraber her şeye inat sizin yanınızda gezer dururlar. Oysa Adrasanın ilk görüntüleri bile insanın bu başbelası koşturma ruhunu taa uzaktaki dağların arkasına doğru kovalayıvermişti. Sabahın hafif ürpertici serinliği altında gevşeklik tanrısın peşinde kıyıya yürüyorum. Güneşin sadece ışık olarak varolduğu henüz sıcaklık silahlarıyla kuşanmadığı bu özel saatlerin tadını çıkara çıkara denize doğru yürüyorum.

Birden arkamda bir havlama sesiyle irkiliyorum. Hızla dönüyorum geriye doğru yani telaşımı yeniden çağırıyorum gönderdiğim tepelerin arkasından. Bu nedir ya bir köpek irisi koşarak bana doğru yaklaşıyor. Önce şaşkınlıktan sonrada ne yapacağımı bilememekten olduğum yere mıhlanıyorum. Köpeğin koşmasından, süratinden beni devirip geçecekmiş gibi bir hali var. Ama bu olmuyor köpek tam 2 m kadar yakınıma geliyor ve aniden duruyor.

İyiki de duruyor. Bütün reflekslerini de bütün telaşlarını da tatile göndermiş biri için bu duruş kendimi toparlamam ve ne yapacağıma karar vermem için çok gerekli olan zamanı veriyor bana. Arkama bakıyorum otelin kapısı 50 m kadar uzakta kalmış. Koşsam yetişirmiyim yakalanmadan çok zor, çok zor. Köpek irisi duruyorya ya karşımda aslında o da ne yapacağına karar verebilmiş değil saldırsınmı ne yapsın. Karşılıklı iki tarafta güçlerini teraziye yatırıyor. Bu terazi bir tarafa doğru eğilip denge bozulduğu ve sen üstünsün artık dediği anda saldırı gerçekleşecek. Benim ilk şaşkınlığım geçiyor. Kaçmaktan vazgeçiyorum. Önce küçük seslerle köpeğe hoşt moşt çekiyorum ama bana mısın demiyor. Sonra içine büyük sesimi kataraktan da bağırıyorum tın yok. Öylece kalakalıyoruz. Lanet olsun üstümde hiç bir şey yok. En azından ayağımda sandalet yerine şöyle oturaklı bir ayakkabı olsaydı ona bir tekme savurabilirdim. Köpek hırlıyormu havluyormu şimdi anlamıyorum. Ağzı açılınca sivri dişleri görünüyor hımm epeyde uzunlarmış.. yoksa korkum onları biraz dahamı uzattı bilemiyorum. Aklıma havlayan köpeğin ısırmayacağı geliyor. O yüzden köpek yüksek sesle havlarsa sorun yok demek ama bu hırlıyor galiba lanet.. Bir an bacaklarıma dalan köpeğin dişlerini geçirdiği yerden sızan kan damlalarının nasıl görüneceği geçiyor aklımdan. Yada beni kaç ısırıktan sonra bırakacağı.Hımm tek bir ısırığa razımıyım.Eğer tek bir ısırıkla kurtulursam ucuz atlatılmış bir vakamı sayarım. Bilmiyorum bilmiyorum. Ama aramızda 2m mesafe hala korunuyor. Öylece kalakaldık. Ne o geri gidiyor ne ben. Kimsenin de ilerlemeye cesareti yok henüz terazi hala dengeyi gösteriyor. Bu arada oturan insana köpek saldırmazmış halk değimi geçiyor aklımdan. Ya doğru değilse bu! hepten hayvana ziyafet gibi olacağız. Ama bu arada korkmadığımı da hissediyorum artık. Karşılıklı bekleyişimiz 3. dakikasına girerken korkmamaya ve düşünmeye çalışıyorum. Ya yokmu kenarda köşede bir sopa!.. biraz ilerde bişeyler var ama çoook uzaklar.

Bu arada ben planlarımı hızla toparlamaya çalışıyorum. Adrenalin tavan yapmış durumda. Öyle ya; bir saldırı yada kavga senaryasunu bitirip acilen cebe atmam lazım. Ve bu arada bir makina gibi işleyen beynim her türlü köpek ile ilgili bilgiyi tarayarak işe yarayan birşey varmı diye araştırıyor.Karşılıklı bekleyişin 4. dakikasına girdikya bu aslında toparlanmak için oldukça uzun bir zaman bile oldu. Bir yazarın dediği gibi "insan aklı silahlıdır" Ve bu silahın ateşe başlamadan önce kurma kolunu çekmek için sadece biraz zamana ihtiyaç var okadar. Arkanızdaki her şeyi geride bırakarak düşünmeye başlamak silahı kuran ilk hamle olsa gerek. Neler geliyor o kısacık zamanda aklıma. Bir belgeselde izlediğim aslan görüntüleri bile. Aslanlar vücut büyüklükleri kendilerine denk veya daha fazla olan hayvanlara asla önden saldırmazlarmış. Çünkü onların gözleri en önemli silahlarıymış onu kaybettiği an bir daha avlanazmış çünkü. Hiçbir avda bunu riske edecek bir şey yapmazmış. Senaryosu korkutmak ve arkadan yani en zayıf yerinden saldırmak. Sizi siz yapan varoluşumuzu (yani sizi önce topluma sonra size sunan donanımlarınızı) heryere taşımaya okadar alışmışsınızki şimdi bu varoluş elbisesini eğer üzerinizden çıkartmaz isenız onlar elinizi bağlayan bir kelepçeye dönüşecek. . O kelepçe korkuya , korku kaçışa ve tabiki o da derin ısırıklara dönüşecek. Bu köpeğinde senaryosu bu aslında benim korkup kaçmamı bekliyor. İnsan savaşırken galiba korkunun ucubelerinden kurtuluyorda bir satranç oyunundaki hamlelerin, ruh halinin dinginliği ile kuşanıyor. Savaşırken acı yok zavallılık sa hiç yok. Bunlar kimbilir savaş bittikten sonra ancak yerlerini alan şeyler.Ne garip çoğu savaş savaşa bile benzemiyor. Her kes rakibini kendi senaryosunun içine çekmeye çalışıyor. Kimse dişe diş bir mücadelede kaybedeceklerine razı değil. "İnsan aklı silahlıdır" Ürkmemeyi telkin ediyorum kendime. Bu senaryoyu yemeceğim ben usta. Korkumdan korkup kaçmayacağım yani. Bekleyiş sürüyor ya benim senaryomda toparlanıyor bu arada. Köpek iki metre mesafede niye kalakaldı. Okkalı tekme menzilinin bir adım uzağında. Bunun tadını biliyor olmalı! Kendini korumaya çalışıyor. Basketbol oyunundan bilirim aklınızla oynayamazsınız.(yada kavga edemezsiniz) Çünkü akıl çok yavaştır oysa fizik daha hızlı. Bu sebeple içgüdülerinizle oynarsınız.Ancak o size ihtiyacınız olan sürati verecektir. Oysa akıl sadece en tepede bir kurgu yada senaryoyu hazırlıyor ve gerisi içgüdülerinize kondüsyona bakıyor. O kısacık anda bunlar geçiyor aklımdan.

Artık 5. dakikadayız ve senaryom hazır. Ona temiz bir sağ tekme hazırlamışım öncesinde. Eğer üstüme atlarsa elimde sadece havlu ile çenesini yada başını ele geçirmeye çalışacağım. Köpek çok iri ama başa çıkabilirim. Bu arada bir adım geriye atıp köpeğin kararlılığını test etmeye karar veriyorum .O da bir adım ileriye atıyor kahretsin. Bu sefer ben bir adım ileri atıyorum ve o bir adım geri atıyor. Hımm sanıyorum köpek benim daha güçlü olduğuma karar vermiş olmalı. Saldırı kararı aldım ama uygulayacak zaman ne hala onu arıyorum. Ancak sonra köpeklerin taştan korktuğunu hatırlıyorum. Ve kararımı veriyorum. Önce taş atacağım 2m den onu vurmam zor olmayacak. Sonra da tekme ile devam edeceğim. Başaramazsam ve o da saldırır ise son parti de bu havluyu onun ağzına boğazına dolamaya çalışacağım. Yere eğiliyorum yavaşça tekme tetikte olduğu halde yerden bir taş alıyorum. İşte o anda;

Önce irkiliyor köpek sonra korkularından korkuyor ve bir den gerisin geriye kaçmaya başlıyor. Ha ha "zafer" bu yana geliyor. Taşı fırlatıyorum ıska ikinci taş gene ıska. Üçüncü taşta köpekten bir viyaklama sesi geliyor.. Hırsımı alamadımya gidip birkaç taş ve sonra mutlaka bir tekme de atmalıyım o en güvendiği sivri dişlerinin orta yerine diye arkasından hızla koşuyorum. Ama sonra aptal olma bukadar zafer sana yeter delimisin. Sabahın altısında köpek kovalamak akıldan yana epey manidar iştir. Olsun ya o da benim aklım aldı zaten. Adrasan meydan muharebesi başarıyla bitiyor ya bu bağırış çağırışa karşı otelin bir kaç müşterisinin balkonlarından eşlik ettiğini görüyorum sonrasında. Sizin için iyi seyir olmuştur hergeleler insan uzaktanda olsa bir hoşt falan der değilmi.

Neyse ben sabah tazesi denizime boğazıma kadar adrenaline batmışken kavuşuyorum. Bir ziyafet sofrasındaki en lezzetli yemeğin malzemeleri gibi yan yana duruyorlar tam da şimdi Adrasan, deniz ve adrenalin . Altın kuraldır ya; malzemeleri değiştirdikçe yemeğinde tadı değişecektir. Yarım saat sonra bu ziyafeti bitiriyor ve otele dönüyorum. Hemen otel sahibine köpeği soruyorum.Oranın yerlisi birine aitmiş . Asıl bunun babası betermiş Adrasanda leşi çokmuş yani çok köpek öldürmüş. Şimdi yaşlanmış. Ama bu oğlu da ona benzemişmiş. Daha geçenlerde iki turisti ısırmış. Otel sahiplerinin ısrarı üzerine artık köpeği bağlıyorlarmış ama ev sahibi köpeğim uslandı artık kimseyi ısırmaz diye serbest bırakmışmış. Benim ısrar ve uyarım üzerine her halde köpeğin esaret günleri yeniden başlamıştır.

Bu hikayenin varolmasını sağlayan şey köpeğin boyu olsa gerek malum. Gerçekte benim derdim bunu anlatmak değildi tabiki, bunun üzerinden başka noktalara dokunabilmek ti, ama bu bilgiyi varsa meraklısından esirgemeden tamam etmeli yinede. 1.80 lik bir adamın bel hizasıydı.

Neymiş efemdim Adrasan güzel bir yermiş biir, sabahın altısında denizi başkaymış ikii üstüne birde adrenalin sosu ise betermiş beter soon.

Cüneyt Şimşek


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hakan Aktürk


DUYARLI RUHLAR

Uyanılmadığı takdirde sizi gerçekten sevenler tarafından miskin, bitik, isteksiz, sizi gerçekten sevdiğini sandıklarınız tarafındansa ilginç, uyumsuz, isyankar ruhlu gibi tanımlamalara maruz kalmanıza sebep olan o saat gelmişti. Çoğu zaman olduğu gibi hoşumuza gitmeyen şeyleri söyleyenlerin bizi sevmediğine inanmaya devam ediyorduk ve saat sabahın yedisiydi. Uyanamayıp sabahki sınava yetişememe korkusunun, garip bir şekilde tüm hayatta başarısız olma olasılığı fikrinin yarattığından çok daha büyük bir korku yarattığı Erhan'ın yatmadan önce kurduğu iki cep telefonu ve bir adet kadranlı saat aynı anda ötmeye başlamıştı. Her yalancı nihilist, boyun eğen isyankar gibi normal ders günlerinde susturup bir uykusuna devam edeceği saatin sesiyle ayağa fırlayıp üzerini giyinmeye başlamıştı bizimkide çok önemli sınavını kaçırmamak için. Düşük bel Levi'sının düğmesini iliklediği sırada, hemen karşı apartmanda oturan Esra'da saçına maşa yapmakla meşguldü. İkisi de aynı üniversite okuyor, evlerinden uzakta gerçekten güvenebilecekleri kimsenin olmayışını her kavrayışlarında yeni yeni sanrılarla boğuşuyorlardı. Oysa ne güzel olurdu sıcak elini sıkıca sarıp, tutkulu dudaklarında kendilerini kaybedebilecekleri bir sevgilileri olsa. Yanlış anlaşılmasın ne Esra ne de Erhan öyle aşka feci halde susamış, çaresiz insanlar değildiler. Her ikisi de çevrelerinde popüler, insanların birlikte vakit geçirmek için bir sürü şey feda edebilecekken, yanlarına yaklaşıp onurlarının azıcık bir kısmını feda etmeyi göze alamadıkları, şu fazlasıyla kusursuz tiplerdendiler. Kendine yeten, kültürlü, akıllı, tarz sahibi insanlar. Yine de ne güzel olurdu kader karşılarına çıkarsa gerçekten sevebilecekleri birilerini. Ve kader üzerine düşeni yapıp karşılarına çıkardığında o gerçekten sevilebilecek insanı, iyi görünmeleri gerekirdi böylesi bir fırsatı tepmemeleri için. Onlarda öyle yaptılar. İyi görünmek için ellerinden geleni.

Uçları jiletlenmiş sarı saçlarını maşalamayı bitiren Esra, dar paçalı kotunu giyinmiş, yeşil conversleri ile uyum sağlayacağını düşündüğü yeşil bluzunu giyinmek için saçlarını bozmaması gereken baş kısmını iki eliyle genişçe ayırmayı deniyordu. Bluzun üzerine giyindiği, bel kısmını açıkta bırakan şal görünümüne sahip beyaz hırka ise kendine ait alternatif bir dünyanın sembollüğünü üstlenmekle beraber, esebilecek rüzgarlardan da koruyacaktı onu. Bu arada rüzgara karşı alınan bu önleme rağmen yeşil bluzunun, belinin bir kısmını açıkta bırakıyor olması saçma görünebilirdi Esra'nın küçük sırrını bilmeyenlerin gözlerine. Esra'nın vücudunun en sevdiği kısmı olan beli, ona göre tüm dünya üzerindeki en güzel bel idi aynı zamanda. Ve bu beli kapatmak onlarca erkeğin o gün kendisine aşık olacağı gerçeğin bir çeşit ihtimale çevirmekle kalmayıp, onun gerçek bir bencil ilan edilmesine de sebep olabilirdi. Tanrı tarafından tüm dünyadaki insanların mutluluğuna aracı olması için kendisine bağışlanan bu beli gizleyip, diğerleriyle paylaşmamasının gerçektende zalimce olacağı konusunda onunla hemfikir olan birçok insan bulunabilirdi araştırılsa, bir çoğu erkek olmak üzere. Bu gibi sebeplerle beli açık bir şekilde yeşil "converse"lerini giymeye başlamıştı Esra. Heybesini de omzuna astıktan sonra hazırdı dışarı çıkmak, insanların büyülenmiş bakışları arasında bir peri misali dolaşmak için.

Erhan içinse bu kadar hazırlık gereksizdi. Berbere gittiği haftanın bir günü dışında dağınık olmasını tercih ettiği saçını sabahları taramaya, duş aldığı günler dışında ise yıkamaya gerek duymazdı. Onun yakışıklılığı bir çeşit erkek güzelliğinin ifadesinden çok, su katılmamış bir erkeksiliğin dışavurumuydu. Şanslıydı ki kadınlar sık sık tercih ederdi bu erkeksi görünüşü kendisinden daha güzel erkeklere. Bu yüzdendi saçını taramayıp, sakallarını gelişigüzel kesişi. Yine de kendine has kıyafetler giyinmeden dışarı çıkacağı da yoktu hani. "Kendine has" olabilirdi onu anlatan kelime. Hiçbir zaman şık giyinemedi, hiçbir zaman modaya uygun görünemedi ama her daim diğerlerinin arasında göz kamaştırıcı olmasa da bir ışık saçmayı başardı. Düşük bel kotunu giyip, kemer kullanmadığını diğer insanların fark etmesini sağlayacak kadar kısa olan tişörtünü üzerine geçirdikten sonra çerçevesiz gözlüğünü takıp takmaması gerektiğine karar vermeye çalıştı. Anlamıyordu hala kemer kullananları. Çerçevesiz gözlüklerini takıp, sırt çantasını da sırtına aldıktan sonra hazırdı çıkmaya. Bot mu yoksa siyah converslerini mi giyse daha iyi görünürdü bilinmez ama siyah karizmatik converslerini giyip çıktı kendisine bekleyen onca güzelliğe doğru.

Durağa vardığında Erhan, otobüs henüz gelmemişti ve karşısında duran olağanüstü güzel kızı şimdiye kadar hiç görmemiş olmasını sorgulamaya başlamıştı. Kız yeşil conversleri, düz sarı saçları, beyaz teni ve uzun parmaklarıyla karşıkonulamazdı. Sonra kızın beline kaydı gözleri Erhan'ın. Dünyanın en güzel beli olmasa da bir erkeğe dünyada olduğu için şanslı hissettirecek kadar güzel bir bele bakan birisi gibi baktı. Gözler adeta ona kenetlenmişti. Kız ise henüz onu göremeyeceği bir açı ile dönmüş yolu seyrediyordu. Erhan bakmaya devam etti. Otobüste son kez göz atmak için yanına aldığı notları da sınavı da unutmuş, hayatının merkezi olarak hiç tanımadığı bu kuzu bellemişti bu dakikalar boyunca. Sonunda kız orada birinin olduğunu fark etmiş olacak ki dönüp kendisine bakan Erhan'a doğru baktı. Bir saniyelik bu bakış süresince Erhan göz göze gelmek için elinden geleni yaptı ama başaramadı. Yine de cesaretini kırmadı bu durum Erhan'ın, kendisini gerçekten beğenmiş olsa da tek başına otobüs bekleyen bir kızın göz göze gelme konusunda çekingen davranmasının, yaşadığı toplumun kurallarından birisi olduğunu bilecek kadar tanıması sebebiyle kadını, toplumu ve kendini. O bir saniyelik bakışta olumlu bir hava sezdi Erhan ve yanılmamış olduğunu görecekti birkaç dakika içinde. Otobüs geldiği sırada telefonuyla konuşan kızın otobüse binemeyeceği fikri çok korkutmuştu Erhan'ı. Herkes bindi, kız telefonuyla konuşmaya devam etti. Tam otobüsün kalkacağı sırada son anda o da bindi otobüse.

Ferahlama hissinin mutluluktan daha mutluluk verici bir his olduğu şeklindeki fikirlerini destekleyen bir ferahlama yaşattı bu gerilim Erhan'a. İnsanın gerçek bir mutluluk yaşayabilmesi için bir süre gerçek bir mutsuzluk yaşaması gerektiğini düşünüp, üzmezdi kendini en kötü zamanlarının bile mutluluğa çıkacağını hayal ederek. Çok güzel bir bele sahip olan bu kız oturacak yer olarak onca boş koltuğa rağmen Erhan'ın hemen karşısını seçince, ömründe ilk kez felsefi bir meselede fikir değiştirdi bizimki. Artık mutluluk yeğdi ferahlığa. Kız bütün güzelliğiyle karşısındaydı ve camdan dışarı bakarak Erhan'a kendisini rahatlıkla incelemesi, güzelliğinin tadını çıkarması için bir fırsat tanımıştı. Bir dakika boyunca Erhan'ın kendisini izlemesini hisleriyle izledikten sonra şimdi gözleriyle izlemek istiyordu. Erhan bu dile gelmemiş antlaşmanın şartlarına uyarak başını camdan dışarı doğru bakacak şekilde çevirdi usulca. Kız onu seyrederken Erhan'da kızın kendisini seyredişini seyretti sezgileriyle. İkisinin de birbirlerinden hoşlandığı açıktı ve zamanı gelmişti birbirlerinin gözlerinin içine bakmalarının. Gözlerini birbirlerinin gözlerinin için dikip uzunca bakmaya başladılar, dudaklarında yarım bir tebessümle. Garip bir şekilde ne huzursuzluk ne de çekingenlik vardı bu uzun süreli bakışmada. Sanki o anki zaman düzleminden sıyrılmış, birbirlerini çok iyi tanıyıp çok fazla sevdikleri beş ay sonrasının zamanındaydılar. Aynı hayali görmüş, aynı hayali gerçek niyetine yaşamaya başlamışlardı bir an için. Bu andan hemen sonra hayalin farkında oldukları fakat hayalden gerçekliğe geçmedikleri an geldi. Bu sürede beraber kurdukları hayalin içinden çıkmış, yukarıdan hayalin güzelliğini izlemeye başlamışlardı birbirlerinin gözlerinin içinde. Artık birer yabancı gibi değil birer sevgili gibi, bir çift gibi hissediyorlardı. Tek sorunsa sevgili olmak için ilk adımın atılması ve birbirlerini tanıyacakları, kısa sürede çok sevecekleri, kavga edip ayrılacakları, sonra kavga etmiş olmanın ayrılmaya değer olmadığına karar verip tekrar birlikte olacakları, yine kavga edip her şeyden nefret edecekleri, birbirlerinin çok sevdiklerini bir kez daha anlayacakları, onsuz bir hayatın sıkıcılığından, manasızlığından dem vuracakları, sonuçta ruhen sonsuza kadar birbirlerine ait olacaklarını bildikleri uzun sürecin geçilmesinin gerekliliğiydi.

İkisi de tüm bunların yaşanmış olduğu bir zamanın hayalinin içindeydiler hala ve ikisi de emindiler daha şu andan birbirlerinin çok seveceklerine. Belki de o an, otobüste, herkesin gözleri önünde sevişmeye başlamalarıydı bu ilişkiyi imkanlı kılmanın tek yolu. Tabi bu olmayacak, ikisi de bildik sevgili olma sürecinin işlemesi için beklemeye koyulacaktı. Hayalin hayalini kurdukları bu süre içinde yaşanması gereken bu sürecin varlığı ikisinin de canını sıkmış, bir hapishanedeymişler gibi hissetmelerine neden olmuştu. Duvarlarını mekanın değil, zamanın oluşturduğu bir hapishane. Bu hissi yaşamalarından sonra hayalin yok olup, gerçeğin ellerinde kaldığı an geldi. Halen birbirlerinin gözlerinin içine bakarak gülümsemeye devam ediyorlardı. Erhan merhaba demeye hazırlanırken otobüs, o her zaman çok kişinin bindiği durağın ve önünde durdu. Erhan ve Esra aynı anda dışarıya baktılar. Otobüste halen boş koltuklar vardı fakat dışarıdaki kalabalık otobüse yığılmaya başladıkça koltukları dolduran gençler yerlilerini daha yaşlı olanlara devretmeye başlamıştı. Dışarıda sanki binlerce kişi vardı. Yaşlılar, öğrenciler, hamileler, hastalar, dilenciler, soytarılar ve krallar. Herkes orada gibiydi ve körüklü otobüs bile bu kalabalığı alamayacak gibi duruyordu. Erhan ve Esra artık birbirlerinin gözlerine değil camdan dışarıya bakıyorlardı. Dışarıdan bakan herhangi birisinin yaşlılara yer vermemek için yapıldığını düşünebileceği bu hareket aslında Erhan ve Esra açısından gayet mantıklı açıklamalara sahipti. Onların yaşlılara yer vermekle ilgili bir sorunu yoktu. Sorun yaşlı olmadıkları halde tesettürlü giyinen kadınlara yer verilmesine rağmen aynı yaştaki bakımlı, kot giyen kadınlara yer verilmiyor oluşundaki açıklanamaz mantıksızlıktı. Yoksa onlarda çok isterdi ayakta duramayacak kadar yaşlı insanlara yer vermeyi.

Yer verme konusunda her zamankinden bile daha isteksiz davranmalarının bir sebebi olarak da birbirlerine bu kadar yakın olma fırsatını bulmuşken, bunu kaçırmak istememelerini gösterebiliriz. Otobüs dolmaya devam ettikçe ayakta duramayacak kadar yaşlı insanlarda otobüste görünmeye başladı. Önce Erhan sonra Esra yer verip ayağa kalkmak zorunda kaldı. Kalabalık otobüse doluştukça Esra arka kısımlara doğru ilerlemek zorunda kaldı. Bu zorunda kalma durumu bir çeşit difüzyon olarak adlandırılabilir kalabalığın sizi, sizin isteminiz dışında atom tanecikleriymiş gibi var olan boşluklara sürüklemesi sebebiyle. Yani Esra arkaya doğru difüze olurken, Erhan otobüsün körük kısmındaki miller üzerinde dönüp duran çember üzerinde kalmayı başarmıştı bir yerlere tutunarak. Bütün o kalabalık otobüse doldukça Erhan ile Esra arasındaki mesafe açılıyor, on dakika öne otobüse binerken kendine güvenen, gözleri ışıltı saçan birer birey olan bu iki genç insan bir pastırma yığınının parçasına, Dodge marka bir kamyonun kasasında kesilmeye götürülen koyunlara dönüşüyordu. Artık onların özgür ruhlarından, dünyanın başka bir gezegenin cehennemi oluşuyla ilgili teorilerinden, insanın ipinin sırf diğerlerininkinden biraz uzun olmasının onu özgür kılmayacağı ile ilgili gerçeklik algılarından, yeşil conversleri ile yeşil bluzlarını arasındaki uyumdan, dünya üzerindeki en güzel bellerden birisine sahip oluşlarından, kafalarının içindeki dünyayı değiştirecek fikirlerden ve daha birçok şeyden bahsetmek anlamsız, anlamsız olduğu kadar da inandırıcılıktan uzak bir çabaydı. En nihayetinde birisi hiç tanımadığı orta yaşlı bir adamın koltuk altı kokusuna alıştırabilmek için burnunu hızlı hızlı nefes alıyor, diğeri ise üzerinde bulunduğu milli kısma uyum sağlayıp yere düşmemek için kıvrak figürlerle otobüsün hareketleri ile bir harmoni oluşturmak için kendini yiyip bitiriyordu. Otobüste gerçekten de tek bir metrekare boşluk yoktu. Öyle ki insanların düşmeden ayakta kalmalarını sağlayan şey herkesin birbiriyle ve uçlardakilerin otobüsün kapı ve camlarıyla temas ediyor oluşuydu. İşte böylesine zor bir durumda okuluna ulaşmaya çalışan Erhan'ın aklında ise tek bir şey vardı;"Güzel belli kız". Arkaya doğru döndüremediği vücudu onu aramasını engelliyordu. Var gücüyle boynunu döndürmeyi deneyip bunu başardığındaysa en arkalarda bir varoluş mücadelesi veren Esra ile tekrar göz göze geldiler. Bir kaç dakika önce birbirlerine şehvet ile bakan bu iki insanın bakışlarında kendilerine ve birbirlerine acıma, mutsuzluk ve başlamamış bir ilişkinin bitişinin solgunluğu vardı. Olmayan tek şey ise birbirlerini arzulayan iki insanın gözlerindeki o küçük, fark etmesi zor ışıltıydı. Az önceki rüya sona ermiş, gerçek dünyaya dönmüşlerdi. Ve ikisi de bu acınacak hallerine şahitlik eden herkesle birlikte birbirlerinin de sonsuza kadar yok olması için önlenemez bir istek duydular. Gözlerini Esra'dan ayırırken Erhan, önündeki kıllı şişkoyla, arkasındaki yaşlı teyzenin arasında kendine ufak da olsa bir yer açmak için kollarını göğsünün üzerinde birleştiren Esra'nın çaresiz görüntüsüydü Erhan'ın aklında yer edinen son "güzel belli ince kız" görüntüsü. Erhan önüne dönüp sınavda çıkacak soruları düşünmeye çalıştı ama bir yandan da kızıyordu içinde bulunduğu duruma en çok da Esra'ya merhaba demeyi ağırdan alan kendisine. Şimdiyse mahkumdular birer yabancı olarak yaşamaya sonsuza kadar.

Erhan otobüste Esra ile karşılaşmasının üzerinden bir ay geçmeden mezun oldu. Bu son bir ayı toplumun insan üzerindeki etkileri, kendini gerçekleştirmek isteyen insana izin vermeyişi, kalabalık şehirlerin yalnızlaştırdığı milyonlarca insan, sırf televizyon izleyip bara gidebilmek için bu koca mutsuzluk cehennemine katlanmanın zorluğu ve modern dünyada aşkın imkansızlığı gibi meseleler üzerine düşünmekle geçirdi. En çok da Esra'yı düşündü. Kavramıştı, gerçektende aşık olabileceğini insanın hiç tanımadığı birine. Otobüsteki o son bakıştan sonra bu aşkın asla mümkün olmayacağı ise düşündüğü bir başka şeydi. Erhan'ın mezun olan bütün arkadaşlarının toplandığı bir yemek verilmişti bir yıl kadar sonra. Yemekte üniversite süresince yapılamayan kurlar yapılmış, itiraf edilemeyen sırlar ifşa edilmiş, gerçekleşmeyen tartışmalar geçekleşmişti. Konuşacak pek bir şey kalmayınca söz o gün yemekte olmayan tek kişi olan Erhan'dan açılmıştı. Her biri iş hayatına atılıp görkemli plazalarda yer bulmuş, bir kısmı evlenip çocuk sahibi olmuş bu kalabalık Erhan hakkında dönen efsaneyi anlamlandırmaya çalışıyordu. Erhan'ın mezuniyetten bir ay sonra sırt çantasını alıp Batı Karadeniz dağlarına atıverişi kendini, kurduğu çadırda tek başına yaşayışı, insanlarla mümkün olduğu kadar az görüşüyor oluşu, babasından kalmış olan fabrikayı satıp parasını kumarda harcayışı ve diğer şeyler ilgi ile dinlendi kalabalık tarafından. Erhan'ı yakından tanıyanların bir kısmı onun çok sevdiği Thoreau'nun Doğaya Dönüş kitabının etkisinde kalışı ile açıklamaya çalışırken durumu, bir kısmı ise delirdiğinden dem vurdu. Bir kısmı bunu daha sonraki yıllarda anlatılabilecek iyi bir hikayeye sahip olma hevesinden kaynaklandığını iddia ederken, bir kısmı vahşi yaşam savaşına donanımlı çıkmak amacıyla kendini eğitmeye adanmış yıllar olduğunu savundu bu geçen zamanın. İstanbul'da boğaz gören pahalı bir restoranda bunlar konuşulurken, Erhan mum ile aydınlattığı çadırının içinde gözlerini yerde kıvranan böceğe dikmiş, otobüsteki günü ve aklından çıkaramadığı o ince beli düşünüyordu. Farkında olmadan dudaklarından bir cümle döküldü uzun haftalar süren bir sessizlikten sonra; "Tüm dünyadaki en güzel, ince, beyaz beli gördüm ben"…

Hakan Aktürk


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Halil Önceler


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


Çağın Öyküsü

Üret
Tanıt
Sat
...
Karşı çık
Yadırgat
Garipset
Tartıştır
Alıştır
Benimset
...
Tükettir
Tükettir
Tükettir
...
Vazgeçilmezleştir
...
Ürettir
Tükettir
Borçlandır
Fakirleştir
Köleleştir
Kullan!

Mehmet Sağlam

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"
 
Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Web sayfanızın ziyaretçi sayısını günlük, haftalık ve hatta aylık olarak takip etmek için http://www.alexa.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Ayrıca en iyi 500 web sayfası listesini de buradan takip edebilirsiniz.

Sanal dünyada millet ev falan alıyor. Benim niye yok diyenler için Bosch tarafından hazırlanmış hoş bir alternatif var. http://www.boschworld.com/ Evinizi almak için geç kalmayın. Tamamen ücretsiz bir uygulama olması iyi bir çalışma olmasına engel olmamış. Aslında reklam amaçlı yapılmış bir çalışma ama olsun, yine de güzel olmuş.

Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ web sayfasından ulaşabilirsiniz. Sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Ayrılık
Doğan Canku









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080917.asp
ISSN: 1303-8923
17 Eylül 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com