Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.545

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Ocak 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Sen bugüne kadar nerelerdeydin be kızım?..


Merhabalar

Günler geçtikçe pis savaşın yüzü iyice karanlığa gömülüyor. Dün Birleşmiş Milletler tarafından işletilen 3 okula yapılan saldırı, yitip giden 44 can, uyuyanları uyandırmaya yeter inşallah. Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere adının önünde büyük sıfatı taşıyan batılı ülkelerin şu ana kadar sessiz kalmasının da nedenleri birer ikşer çıkıyor ortaya. İsrail bu savaşın tarafı belki ama aslında bir projenin de tetikçisi aynı zamanda. Amaç Hams'ı ortadan kaldırmak. Bu hayırlı bir amaç ama sonuç almak için kullanılan yöntemin artık kabul edilir yanı kalmadı. Hel fosforlu misket bombalarının kullanılıyor olması başlı başına bir suç. İsrail aldığı desteği sonuna kadar kullanmaya kararlı görünüyor. Ne pahasına olursa olsun mantığı hakim artık oralarda. Batı, Orta Doğu'da barışın Hamas'ın yok edilmesinden geçtiği düşüncesinde. İyi de, artık sessiz kalma lüksü yok uygar Dünyanın. Bir an önce ateşkesi sağlaması gerekiyor.

Bölgede en tarafsız kalması, söylediği her kelimeyi ölçerek, biçerek ve dahi tartarak söylemesi gereken Türkiye ise İran ve Libya ile birlikte anılıyor artık. Kimin sayesinde? İşine gelmeyen konularda dut yemiş bülbül, işine gelenlerde şahin kesilen Tayyip Bey'in. Barış gücüne asker vermekten, birliğe komuta etmekten dem vurulduğu bir dönemde, din merkezli bir tarafgirliğin sonucuna katlanmak hiç te kolay olmayacaktır. Aklı başındakiler, iki ateş arasında kalınabileceğinden söz ediyorlar. Böyle bir durumda bunun hesabını kim verecek Tayyip Bey?

...

Şebnem Bozoklu - Uğur Yücel Gelin savaşın karanlığını bir kenara bırakıp, biraz da güzel şeylerden söz edelim. Başladığından beri zevkle izlediğim bir dizi var, "Canım Ailem". Uğur Yücel'in varlığı benim için yeterliydi ama dizinin sürprizi müthişti. Hepsi birbirinden iyi, tiyatro kökenli oyuncuların arasında hemen sivrilen, insana "Sen bugüne kadar nerelerdeydin be kızım?" dedirten bir oyuncu var ki dizide, seyri şölen haline dönüştürüyor. Ekmek kadayıfının kaymağı gibi. Yanlış anlaşılmasın benim hayranlığım oyunculuğuna ve o Allah vergisi yeteneğine. Dizideki ismiyle Meliha'dan söz ediyorum. İzmir'de yetişmiş, İstanbul'da pişmiş genç bir oyuncu aslında Şebnem Bozoklu. Ama kendini göstermek, "İşte ben buyum." demek için Uğur'u ve bu diziyi beklermiş meğerse. "Yabancı Damat"daki Sumru Yavrucuk'tan sonra, yürekten alkışladığım ikinci karakter oyuncusu oldu Şebnem. Dün akşam yedinci bölümü yayınlandı. Henüz seyretmediyseniz, sadece Meliha'yı ve onun "Samim" deyişini seyretmek için kovalayın diziyi. Tiyatronun o müthiş sihrini ekranlardan odalarımıza taşıyan bu yetenekli oyuncuları tek tek kutluyor ve yürekten ellerim paralanıncaya kadar alkışlıyorum. Bu ismi bir kenara not edin, "Şebnem Bozoklu", ileride çok işiteceğiz bu ismi eminim. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Erhan Tığlı

 GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


  DOSTLUK NEDİR, NASIL OLUR?

"Öğrenciler bilgeye dostluğun ne olduğunu sordular. Bilge şöyle dedi:
"Bir tek dostluk yoktur, çeşitli dostluklar vardır."
"Dostluğun çeşitleri olur mu?"
"Elbette olur. İnsan sayısı kadar dostluk vardır ama bunlar belli birkaç tür içinde toplanabilir. Dost vardır, maymun gibidir; tencere kaynarken maymun oynar. Bu dost, tencere kaynadığı sürece vardır..."
"Böyle dostluk olur mu?"
"Elbette olur. Tencere kaynadığı sürece dostluk dostluktur."
Sonra şöyle devam etti:
"Dost vardır, ekmek, su gibidir. Gerek duyduğun besini hemen verir."
"Bunları almak için para gerekmez mi?"
"Her dostlukta bir karşılık muhakkak vardır. Bazı dostlar ağaç gibidir. Uzaktadır, bir şey vermesine ihtiyaç yoktur. Ama sadece orada güçlü bir şekilde durduğunu bilmek bile insana destek sağlar."
"Hiçbir ilişkinin olmadığı birine dost denebilir mi?"
"Neden denmesin? İnsanlar bir kez karşılaşsalar bile birbirlerini dost olarak benimseyebilirler. Bazı dostluklar şarap gibidir. İçtiğinde zevk alırsın, zaman geçtikçe de zevki artar. Bu dostluk sadece zevk üstünedir, sen onu iyi şekilde korursun, o zaman keyif verir. Böyle dostlarla iyi vakit geçirilir, yenilip içilir."
"Sadece keyif üstüne dostluk olur mu?"
""Elbette olur. Dostların kötü günlerde ortaya çıkması gerekmez. Ama kimi dostlar ilaç gibidir, sadece kötü günler için vardır. Bunlar keyif vermez, ama bir derdin olduğu anda ortaya çıkarlar."
"Sadece kötü günlerde ortaya çıkana neden dost denilsin?"
"Daha da beteri var, bazı dostlar hastalık gibidir, ortaya çıktığı anda sadece dert ve acı getirir."
Öğrenciler bu yanıtı yadırgamışlardı:
"Sadece dert getirene dost denilebilir mi?" diye bağırıştılar.
"Denilebilir tabii, dedi bilge. O tür dost kendisinin asla farkında değildir çünkü."
Öğrenciler daha ne soracaklarını düşünürlerken bilge devam etti:
"Biraz sonra bir vezir yanımıza gelecek, bu soruyu ona da sorun bakalım."
Vezir gelince öğrenciler:
"Size göre dost nedir, hangi dost gerçek dosttur?" diye sordular.
Vezir acı acı gülümsedi:
"Şu anda vezir olduğum için bunu bilemem, bu sorunun yanıtını ancak makamımdan düştüğüm zaman bilebilirim" dedi."
Kitaptaki yazılar derleme olduğu için bunu kimin yazdığı belli değil ama insanı düşündürüyor. Bence zenginler gerçek dostlarını yoksullaşınca anlarlar ama artık vakit çok geçtir. Kitapta Oğuzkan Bölükbaşı'nın yazdığı bir şiir de hoşuma gitti:

DOSTLARI OLMALI İNSANIN

Dostları olmalı insanın,
Aynen gemilerin limanları gibi.
Zaman zaman uğradığın, yükünü boşalttığın,
Dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda.
Sonra açık denizlere uğurlamalı insanı
Geri döneceğin günü bekleme umuduyla.
Bazen, rüzgâra o açmalı yelkenini,
Yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla,
Halatlarını çözmeli,
Seni çok ama çok özlemeli.

Dostları olmalı insanın;
Ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen.
Düşünmediklerini düşündüren,
Seni bir cambaz ipinde, güvende tutabilen,
Gerektiğinde senin için ateşi yutabilen,
Yolunu ışıtan ustan olmalı.
Şekillendirmeyi öğretmeli hayat çömleğini,
Sana vermeli soğuk bir kış gününe
Üzerindeki tek gömleğini..."

Bu kitapta güzel sözler, özlü deyişler de var. Birisi şöyle:

"Gerçek dostlar yıldızlar gibidir; karanlık çökünce ilk onlar parlar ve size ışık olurlar."

Bence sahte dostlar da yıldızlara benzerler, bize yakın gibi görünürler, oysa kilometrelerce uzaktadırlar. Sen bana şu anda çok uzaksın ama kalbimde, ruhumda, içimdesin. Bu konuda görünüşe aldanmamak gerekiyor değil mi dostum!

Uzak, yakın derken laf lafı açtı, aklıma bir fıkra geldi. Fıkra değil bu, ders verici bir kısa öykü. Adamın birinin çok güzel bir atı varmış, namı dört yana yayılmış. Uzaktaki bir arkadaşı hem onunla özlem gidermek hem de bu ünlü atı görmek için arkadaşının yanına gelmiş. Bizimki ne ikram edeceğini bilemez. Civardaki hayvanlarda salgın bir hastalık vardır. Bunlardan birini kestirip arkadaşına yedirmeye çekinir ama bir yolunu bulup onu etlisiyle tatlısıyla ağırlar. Yenilip içildikten sonra, uzaktan gelen dostu ünlü atı görmek ister.

Arkadaşı önüne bakarak üzgün bir tavırla:
"Ne yazık ki atımı sana gösteremem, der.
"Niye, yoksa nazar değdireceğimden mi korkuyorsun? Ben onu görmek için ne kadar uzaklardan geldim, biliyor musun? Atını benden kıskanıyor musun yoksa?" der dostu.
"Hayır, der arkadaşı. Senden atımı kıskandığım, nazar değdirecek diye korktuğum falan yok. Ona kem gözle bakmayacağını biliyorum."
"Göster hadi öyleyse. Beni daha fazla merakta bırakma."
"Gösteremem dedim ya. Aklına başka bir şey gelmesin. Gerçek şu: Senin gibi değerli bir arkadaşımı nasıl ağırlayacağımı bilemedim. Çevredeki hasta hayvanları kesip sana yedirmek istemedim, kendi atımı kestirip sana sundum. Biraz önce yediğin et onun etiydi."
"Ne yaptın, o kadar değerli bir ata nasıl kıydın?"
"Senden daha değerli olacak değildi ya. Senin için bir değil, bin atım feda olsun!"
Bir dergide arkadaşlık konusunda Nazım Hikmet'in yazdığı okudum:
"Arkadaşlık çeşit çeşit olur, tıpkı yemişler gibi. Bir çeşit arkadaşlık vardır muza benzer, ne niyetle yersen onun tadını verir. Ben ne muzu, ne de bu çeşit arkadaşlığı severim.
Arkadaşlığın başka bir çeşidi keçiboynuzu gibidir. Bir tadımlık tat almak için bir araba posa çiğnemek ister.
Eğlence arkadaşlıkları vardır. Bunlar Frenk üzümü gibidirler. Olsa da olurlar olmasalar da.
Okul sıralarının arkadaşlıkları ayva soyundandırlar. Tatları yoktur. Uzun uzun, bir duman gibi belli belirsiz kokuları kalır.
Kafa arkadaşlıklarına gelince, arkadaşlığın özsoylusu budur işte. Kiraz gibidir, kokusu yoktur ama, kütür kütür etli, serin bir tatları vardır."

Erhan Tığlı
erhantigli@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Nuran Talay


HOYRATÇA BİR DEĞERLENDİRME "İLAHİ ADALET"

Bir gün gelecek gözümüzden sakınarak büyütülen çocuklarımızın ölümünün ardından bu iftiralar atılacak deseler inanmazdım. Ölüm, en katı yürekli insanın bile yüreğini sızlatır oysaki. Veysel Karani Demir'i ise teğet geçmiş ölümün acı yüzü.

Düzenlediği basın toplantısında önce suçsuz olduğunu söyledi ardından "Hiçbir insanın bu manzarayı görmesini istemezdim, gençlerin biri orda burada, kimisi yarı çıplak" sözlerini sarf ederek acılı ailelerin yüreklerini hançerlerdi.

Yarı çıplaklıkla suçlanılan gencecik çocukların yaşamlarının, sorumsuzluk yüzünden son bulduğu alenen ortadayken "ilahi adalet" değerlendirmesi yaparak, kendini aklamaya çalışmak hangi insanlığa ve vicdana sığıyor? Aklım almıyor… Hatırlarsanız 17 Ağustos 1999 depreminde askerlerin eğlence anında ölmesini "ilahi adalet" olarak değerlendirmişlerdi. Veysel Karani Demir ve onun zihniyetinde olanlara göre içki içmenin, eğlenmenin karşılığı bu.
Gencecik fidanlar ölmüş yüreği sızlamak söyle dursun bu olayların Başkent Doğalgaz A.Ş. şirketinin değerini düşürdüğü derdinde. Başkent Doğalgaz A.Ş. yıllarca cepleri yaktı. Şimdi ise yürekleri yaktı.

Başkent Doğalgaz A.Ş. 'nın zaten itibarı kalmadı ki. Kemal Kılıçdaroğlu' nun karşısında soğuk terler döken Melih Gökçek'in Ankara halkının "kanını nasıl emdiği" kanıtlanınca öfkeden deliye dönüp iftiralara başlaması zaten en büyük gösterge değil miydi?
Melih Gökçek'in tasarrufunda doğalgaz müdürü olan Karani görev ve sorumluluğunun bilincinde değil. Bilincinde olsaydı basın toplantısında, "savcı, hâkim, bilirkişi" olmazdı. Ve iddia ettiği gibi ihmal ve sorumsuzluk olmasaydı tıpkı "hamisi" gibi öfkelenmezdi.
Hakkında çok fazla bilgiye erişemediğim Veysel Karani 'nin doğalgaz müdürü olmasını sağlayan Gökçek hakkında, "Ankara Valiliği'nde Mahalli İdareler Kontrolü olarak görev yaparken o dönem FP'li olarak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek hakkındaki birçok soruşturma dosyasını incelemekle görevlendirilmiş" . Geçmişte yolsuzluk ve usulsüzlük dosyasını inceleyip soruşturulmasına gerek görmediği Gökçek bunun karşılığında Başkent Doğalgaz A.Ş. 'nin başına Karani'yi geçirmekte gecikmemiş.

İşte torpilin,
İşte yolsuzluğun,
İşte dokunulmazlığın,
İşte paragöz olmanın,
İşte kendi siyasi konjonktürüne göre hareket ettirmenin ispatı…

Allah adını zırh gibi kullananlar, yolsuzluk yapıyor, insanları sömürüyor, ölüme sebep oluyor sonra olağandışı bir durum yokmuş gibi "çok soru sormayın, cumaya yetişeceğim" diyerek camiye namaz kılmaya dua etmeye gidebiliyor.
Pisipisine ölen gencecik fidanlarımızın ölüm sebebini sormayacağız da neyi soracağız?
Sorumluların cezalandırılmasını istememeceğizde, Allahın takdiri diye acımızı mı hafifleteceğiz?
Şimdiye kadar hiçbir siyasetçi böyle "hoyratça" yaklaşıp böylesine acımazsızca değerlendirmemişti ölümü. Şimdi 7 gencin hayalleri de, ailelerin umutları da yok oldu.
Veysel Karani ve onu bu koltuğa sırf çıkarları uğruna oturtan Gökçek hakkında gerekli soruşturma açılmalıdır. Adaletin kılıcı artık din üstünden siyaset yapanları, görev ve sorumluluğunu bilmeyen insanları teğet geçmesin. Geçmesin ki geleceğin teminatı gençler yok olmasın.

Ve lütfen artık tepkisiz kalmayalım Türk halkı…
Biz tepkisiz kaldıkça,
Yolsuzluklar artarak devam ediyor,
Tecavüzler artıyor,
Cinsel istismarcılar, sahte raporlarla kurtarılıyor,
Yılbaşını kutladı diye satırla bir genç öldürülüyor,
İpliği pazara çıkarılmış Gökçek yeniden aday gösteriliyor…

Ve Başbakan 7 gence değil din kardeşlerine koşuyor…
Elbette İsrail'in işlediği insanlık suçuna, katliamına hatta soykırımına sessiz kalmayacağız önce insan olarak.
Ancak askerin şehit olurken koşulmuyor, çocukların ihmalden ölüyor koşulmuyor…
Din kardeşlerim diye koştukları ya da çıkarları uğruna kolladıkları kişiler Allaha çok yakın da bizler çok mu uzağız.
Onun için mi bu acı ölümleri, karanlığı yaşatıyorlar bizlere?
Kurulan bu karanlık sistemle bugün gençlerimiz hedef oldu. Yarın belki annemiz, kardeşimiz, arkadaşımız ya da kendimiz bu "kafaların" kurbanı olabiliriz.
Dilerim 7 gencin ölümüne sebep olanlar yargılanacak ve onlar bir nebze olsun rahat uyuyacak. Cumhuriyet savcılarına güveniyorum bu olayın peşini bırakmayacaklardır.
İnsanın insanca yaşama hakkı olmadığı ülkemizde "bu doğal hakkın" yeniden kazanılması dileğimle…


Nuran Talay


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,387,387,387,387,387,387,38
8 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard


  YOLUN YOLCUSU -4

Miami'ye doğru yol alan uçağın içinde olduğuma sevinemeden daha havalanır havalanmaz sarsılmaya başladık. Rüzgar alttan vuruyor. Havacıların "kedi tırmalaması" diye tabir ettikleri bu sallantı nedeniyle bazı yolcuların "ayy", "offff" diye tepki göstermesi bende de huzursuzluk ve korku yaratıyor. Korkumu yenebilmek için, gideceğim memleket hakkında tek bildiğim şey olan <> (Haiti Cherie) şarkısını, içimden sessizce mırıldanıyorum. Bir yandan da konsolos beyin bana hediye ettiği ve Haiti'yi tanıtan kitabı okumaya çalışıyorum.

Haiti Cumhuriyeti, Karaib Denizi üzerinde Küba'dan sonraki ikinci büyük adayı, Saint-Dominigue Cumhuriyeti ile paylaşıyor. Adanın ilk adı "AYTI", Hint dilinde yüksek topraklar, dağlar memleketi anlamına geliyormuş. 1492 yılında Chiristophe Colomb adayı keşfedip, "Hispanyola" adını vermiş. Adanın ilk gerçek yerlileri Arawaklar, M.O. 1200'de yerleşmişler. 16. yüzyıl başlarında Afrika'dan esirler getirilmeye başlanmış. Daha sonra da Fransızlar adaya yerleşip esir ticareti yapmaya başlamışlar. Hürriyetleri için adayı işgal eden Fransız ve İspanyollar ile aralarında büyük mücadeleler geçmiş. Daha sonra bir müddet de Amerika'nın himayesi altında kalmış. Uzunca bir zaman ise, kendi halkından gelen diktatörlerle idare edilmiş. Her şeye rağmen Haiti yörelerinde ilk siyahi cumhuriyeti kurabilmiş. Her bir Haitilinin tek bir rüyası varmış, o da reisicumhur olmakmış diye yazıyor kitapta.

- Demek ki, her kafadan bir ses çıkıyor…

Ve sürekli siyasi karışıklıklarla hâlâ devlet dengelerini kuramadıklarının sebepleri uzun uzun anlatılıyor. Ekonomileri tarıma dayalıymış. Ekonomiyi de kadınlar yürütürmüş. Yürütmeseler bile her şeye karışırlarmış…

- Demek, her şeye burunlarını sokuyorlar… Sevindim.

Son derece fakir olan halkın en büyük geliri, yurtdışında çalışan Haitililerin sıla hasreti ile gönderdikleri para yardımlarıymış. Halkın yüzde doksanı, siyahi olup "Creole"muş. "Creole", yurdun yabancıları demekmiş. Haiti halkının konuştuğu dile de "Creole" denirmiş. Çoğu Afrika'dan getirilen eski esirlerden oluşunca Haiti halkının konuştuğu dil, Fransızca ile de karışıp kendilerine özgü lehçelerini yaratmış. Creole'un diğer bir manası da sömürgelerde besleyip büyütmek anlamına geliyormuş. İlk kez adanın yerlileri beyaz insanlar için "Creole" demişlerse de zamanla beyazlara esir düştükleri için "Creole" olmuşlar.

Adanın en büyük özelliği resim sanatı olup, nahif tabloları paha biçilemeyecek kadar güzelmiş.

- A-AAAAA! Bak, işte buna çok sevindim. Demek, bol bol resim galerisi gezeceğim.

Beşik gibi sallana sallana, sonunda gözlerim kapanmaya başladı. Miami'ye iniş için yapılan anonsla uyandığımda kitap hala dizlerimin üstünde açık duruyordu. Uçak daha hava alanına inmeden anladım ki, Tahiti ile Haiti birbirine hiç benzemiyor... Ehhh! kurduğum hayallerim bana kâr kaldı. Ne yapalım artık umduğumla değil, bulduğum yolda yetineceğim.

Miami hava alanında, polis kontrolü sırasındaki ahret soruları hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Üstüne üstlük, Haiti'ye gidiyorum dediğimde polis hınzırca yanında oturan arkadaşına beni gösterip " Mr. M.M'e….. sabah kahvaltısı için yolluyoruz" dedi. Kıs kıs güldüler kendi aralarında… Her ne demek istedilerse, bu durum hiç hoşuma gitmedi!

Uzun süre hava alanının içersindeki dükkanlarda dolaştım. Bu arada kendime çiklet de aldım. Hamburger tattım. Florida portakal suyu içtim.

Hava alanının içinde kaldığım otelde sabah, uyandırma servisinin telefon zili ile uyandım. Yaaaaa! demek, koyunlarla keçilerim benimle Amerika'ya gelmemişler!.. Bunu fark edince çok sevindim...

Haiti için tekrar uçağa yerleştiğimde, polislerin dün söyledikleri aklıma geldi. Haiti kitabını açıp "Mr. M.M"nin kim olabileceğini araştırdım. Serserilerrrrrrrr! Meğer beni, en büyük devlet adamına kahvaltı niyetine düşünmüşler... Doğrusu, düşündükçe cümlenin altında gizlenmiş olan tehlikeden de git gide korkmaya başladım...

Haiti'nin başşehri, Porte de Prince, yani <> varınca, uçağın içinde bir saate yakın neyi bekledik anlayamadım ama indiğimizde tarmağın üzerine yığılmış valizleri görünce anladım ki, ilk önce valizler sonra insanlar… Birden, bir panik oldu! Valiz almak için kopan kavga-gürültü arasında, şansıma kenarda kalmış valizimi kapıverdim. Bu sefer de koyu çikolata adamlar, üstüme saldırır gibi elimden bavulumu almaya çalıştılar. Tabii, vermedim. Gümrükten, polis kontrolünden sadece bir damga yiyip selam vererek geçtim.

Hava alanının çıkış kapısında beni bekleyen çikolata şoförlü arabayı aranırken, beyaz bir bey Fransızca selam vererek valizimi elimden nazikçe aldı. Arabada bana, yıllardır burada yaşadığını, hayat şartları nedeniyle de evini motel haline dönüştürdüğünü anlattı. Tüm Fransızlar Haiti'yi terk etmiş ama o ısrarla "benim memleketim burasıdır" diyor ve ilave ediyor:

- Burada yaşam şartları çok zor olsa da sonuna kadar dayanacağım. Evimi terk etmek, benim için ölmek demek, sayın bayan...

Motele vardığımızda, adama hak vermemek elde değildi. 1930 senelerinde inşa edilmiş, tipik bir Art-deco örneği. Şahane de bir bahçesi var. Hayatımda ilk defa gördüğüm bu tropikal ağaçları uzaktan hayranlıkla seyrederken, adam da bana:

- Bahçeyi gezmek ister misiniz, diye sordu.

Daha odaya yerleşmeden bahçeye girdik. İlk kez gördüğüm bu ağaçlardan renk renk ve her biri değişik meyveler sarkıyor. Muz ağaçlarının üzerlerinde muzlar olmasa, neredeyse onları da tanıyamayacağım. Motelin sahibi bana, ağaçların çeşitlerini, Latince adlarını, yaşlarını, tüm farklı özelliklerini tek tek anlatırken, her bir ağacın meyveleri için de ayrı bir bahane uyduruyor;

- Bu ağacın meyveleri ancak haftaya olgunlaşır. Bunun ki için iki-üç gün daha beklemek gerekir; şunlar da ancak gelecek hafta toplanır. Muzlar ilaçlı yenmez, bunların da kırmızı olduğuna bakmayın, henüz daha ham sayılırlar...

Kendimi tutmasam, adama:

- Bu kadar bahane uyduracağına, kopar da ver bir tane!..

diyeceğim. İçim gidiyor, ağzımın suları akıyor ama adam ne bilsin, benim aylardır yemek yemeyi istemediğimi... İlk kez çok içten karnımın acıktığını hissediyorum. Tekrar motele dönerken dayanamadım, adama sordum:

- Ben, Konsolos beyden deniz kıyısında bir otelde yer ayrılmasını rica etmiştim. Denizden ne kadar uzaktayız?

- Biraz sonra şoför gelip sizi deniz kıyısındaki otele götürecek. Dönüşte bir gece burada kalacaksınız.

Beklenen çikolata şoför de geldi. Valizimi alıp, beni de cipin arkasına yerleştirdi. Hemen yola koyulduk. Daha on dakika geçmemişti ki, aniden elektrikler kesilir gibi hava birden bire karardı. Yollarda hiç ışık yok. Zifiri karanlıkta ilerliyoruz. Cipin farlarından takip edebildiğim kadarıyla galiba muz ormanlarının arasından geçiyoruz. Çalkalana çalkalana ilerlerken muz ağaçlarının cipe çarpan kocaman yapraklarının çıkardığı korkunç gürültüler, ara sıra nereden geldiği belli olmayan "uywuuuuuuuk... uywuyuuuuuuuk..." diye uğuldayan hayvan sesleri…

Yaa! nereye gidiyorum ben? Korkmaya başladım. İçime de garip hisler doğmaya başladı. Zifiri karanlık, orman, garip gürültüler, yabancı bir adam ve ben... Hiç alışık olmadığım türden şeyler bunlar. Şoförle aramızda bir camekan var, konuşamıyoruz da! Yani onun canı ne isterse yapabilir... Korkunç bir şey. Aniden duruyoruz. Eyvah!..

Şoför bana hiçbir şey sormadan, yoldan yanına bir adam daha aldı... Yeni gelen adama, bana baka baka bir şeyler anlatıyor. Plan yapıyorlar galiba, YANDIM!..Ne yapabilirim? Cama vurdum. Saatimi gösterdim:

- Bir saati geçti. Ne zaman otele varacağız? dedim.

Aralarında bir şeyler konuşup, el işaretleri ile bana da bir şeyler demek istiyorlar ama sonra neden gülüyorlar?.. İşte artık korkmakta haklıyım çünkü aklıma birden Miami'de ki polisler geldi. Sabah kahvaltısı değil ama ben şoförlere akşam yemeği olabilirim... Gittim ben, mahvoldum! Ey Tanrım! ne yapabilirim şimdi? Karanlıkta, iki adam ve ben, nereye gidiyoruz? Gökyüzüne bakarak, "Tanrım, parlamayan yıldızlar, ne olur bana yardım edin..." diye içimden sessizce yalvarıp yakarmaya başladım.

Korkudan olmalı, ellerim ayaklarım uyuşmaya başladı. Ayakkabılarımı çıkarıp topuklarını adamlara doğru ellerimle tutmaya çalışıyordum ki, öteki adam çantasından bir şişe rom çıkarıp şoföre gösterdi... Ve şişeyi yere koydu. Demek, içki de içecekler!.. Neler hissettiğimi artık seçemiyorum. Bu bitmeyen yolda ölmüş gibiyim. Her dakika saate bakıyorum. Yola çıkalı tam tamına iki saat oldu. Uzaktan zorlukla seçilebilen silik ve minik minik ışıklar görünüyor. Eğer bir köyün içersinden geçersek, son çare olarak kapıyı açıp kendimi arabadan aşağıya atacağım...

Işıklara yaklaşınca, araba durdu. Ağzım kupkuru ve devamlı yutkunduğum sırada şoför arabadan inip kapımı açmak istediğinde, fena halde başım dönüyor, avazım çıktığı kadar "Yamyamlaaaarr!" diye inliyorken, sanki karanlık bir yolun içine doğru kayıyordum...


Bitmedi

Banu Kurtis Chouard


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Nesrin Özyaycı

 Yansımalar : Nesrin Özyaycı


   SAVAŞ ÇOCUKLARINDAN MİSKET BOMBACILARINA…

Yazamıyoruz…

Aylardır açlıktan-soğuktan titreyen masumların üzerilerine misket bombaları yağdırılan
Açık hapishaneye döndürülmüş GAZZE'yi - insanlığı yazabilmek ağır…

Dünyanın en gelişmiş tanklarıyla masum çocukların-kadınların üzerine yürünürken
Yazabilmek…

-SİZ- Noel kutlarken kaldırdığınız kadehlerle-kahkahalarınızla aldığınız kararlarla…
Savunma amaçlarınızla kutladınız yeni bir yılımızı
Çıngıraklı-kınalı yumuk ellerimizden vurdunuz
"Ölümünüze hoş geldiniz…"diyerek…
Bu çocuklar-tarih SİZ'i affetmeyecek…

-BİZ- dünyaya gözümüzü açtığımızda gökten havai fişekler saçılıyordu
Misket nedir bilmedik ki!
Analarımız -misket-bunlar dedi kulağımıza
Sahi BİZİMLE oynuyordunuz…
Sandık ki DÜNYA bu!

İçimizde-dışımızda buzdan don var!
Evimizde un yok ekmek yok unuttuk açlığımızı
Can havlimizle yaşamaksa bu!

SİZ aç gözlüler…
Biz kanayan kadersiz savaş çocukları-kadınları-adamları…
BM ve "Çocuk Hakları-İnsan Hakları" Nerede?
Bebek ve Çocuk Şehitler…
AB dönem başkanı Çek Cumhuriyeti'nin sözcüsü Jiri Frantisek Potuznik, ''saldırı değil savunma amaçlı'' saldırıyorlarmış…
Anladık…
Sindirilerek öldürüldük…
Sessizler, duyarsızlar…
SİZ- Sizin çocuklarınız lüks-şatafat içinde yaşarken
-Biz- misket oynuyoruz sizin kanlı ellerinizde yaşam düellosunda!
Senaryolarınızla… Şaşırmıyoruz

Şaşkınlığımız suskunluğumuz…
Korku…
Şükür…
Bize değmeyen yılan bin yaşasın…
Çocuklar kırgın
Çocuklar küstürülmüş ihanetlerle doğmuş…

Dünyanın her köşesinde silahların konuştuğu,
İnsanların acı ve sefalet çekmeğe mahkum edildiği,
Masumların, çocukların kanlarının aktığı
Her tür olayı, şiddetle kınıyor...

Müslüman-inançlı olmaktan başka çok ortak yanımız var Filistin-saldırılan ülkelerle
-İNSANIZ-

Çocuk-kadın-insan katillerinin cezasını tarih verecek…

Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


-Dördüncü Cemre-

Serbest müstezatlarla çoğalttığım gözlerini sonunda daracık bir kafiyeye gömüyordum.
Sonra susuyordum.
Kimse bilmiyordu eksiltili cümlelerimin devâmını.
Herkes bir eylem uyduruyordu kafasından, herkes bir çıkarım yapıyordu kendince.
Oysa ne sanat amacım vardı seni anlatırken ne de anlaşılma güdüsü.
Sadece seni betimliyordum ben, aklım yettiğince.
Sadece seni anlatıyordum.

Bir kitap aldığımda elime ne bitirmek gibi bir kaygım vardı ne de anlamak.
Ne yazarın sevdiği kız umrumdaydı ne de olay örgüsü.
Sadece seni okuyordum ben.
Sadece seni...
Bir kuru benzetme yetiyordu zihnimde çağrışmana, bir kuru cümle...
İçinde sadece gözlerin geçen...
Her vezne göre yeniden türetiyordum adını içimden.
Ögelere de ihtiyacım yoktu seni muhayyilemde cismetmek için.
Bir nokta görünce bile dalıyordum sana, bir virgül kıvrımı bile kaşlarını hatırlatıyordu bana.
Saçlarından dudaklarına, ellerine ve kara gözlerine... Sonra tekrar gözlerine, tekrar gözlerine...
Seni hissediyordum her satırda.
Baştan yaşıyordum adetâ tüm bakışmalarımızı.
Baştan doğuyordum anamdan.
Teker teker yeniden işliyordum tövbe ettiğim günahlarımı.
Baştan hissediyordum yağmuru iliklerimde.
Baştan aşağı ıslanıyordum seninle bir bahar günü güneşle karışık.
Tüm karanfilleri yeniden eline tutuşturma ümidiyle çalıyordum kapını. Ve etrafımda Özlemler yardımcı oluyordu o ilk karanfilimi sana uzatmam için.
Balkonda bir sigara daha içiyorduk üstüne.
Ne keyf alıyordum o sigaradan ne de bir gram nikotin...
Sadece seni içiyordum milyon defa, soğuktan donmak üzereyken.
Sadece sana üflüyordum dumanlarımı.
Ve bir kez daha çekiyordum ciğerlerime seni.
Yutabildiğim kadarını yutuyordum.

Sana fark ettirmeden elini de tutuyordum, bir boya sürdürme bahanesiyle.
Gözlerine konuşuyordum her harfini dudaklarımın.
Saçlarını kokluyordum aslında kulağına lüzumsüz cümlelerimi fısıldarken.
Ve seni kolluyordum arkandan eve dönüşlerde kimselere fark ettirmeden.
Ne bir estetik kaygım vardı bunu yaparken ne de arzularımın tatmîni.
Ben sadece seni kolluyordum.

Sinemalarda hiç beğenmediğim bir filmi sen izliyorsun diye izliyordum.
Ya da sadece seni izliyordum.
Ne görsel bir ihtiyaçtı benimkisi ne de kültürel bir katkı beklentisi.
Ben sadece seni izliyordum yanlış filme girdiğimi bile bile.
Elimde biletim terliyordu saklanmak için.
Yeni bir filmin vizyona girmesini bekliyordum peşinden.
Eve yalnız dönüşlerimde yokluğunu hissediyordum kimselere itiraf etmeden.
Yıllar sonra sana aşık oluyordum yeniden ve yeniden.
Ve günler sonra yeniden tanıyordum seni.
Her cümlende yine yeniden aşık oluyordum sana kendime bile fark ettirmeden.
Gizliyordum şuurumdan sana olan aşkımı.
Bilinçsizce yaptığım itiraflarımı sorguluyordum sensiz anlarımda.
Ne muhakeme amacım vardı bunu yaparken ne de nihaî bir karar alma isteği.
Ben sadece aşkımı sorguluyordum kendime bile fark ettirmeden. Zirâ utanıyordum her itirafımdan sonra.
İletiler yazıyordum üsttü kapalı ve bir o kadar da çelişki barındıran.
Çünkü ne başka birini istiyordum ben seni andıran ne de sıradan bir kalp kalbimin yanına.
Ben seni istiyordum yalnızca.
Değişen fikrimi bana geri vermeni seviyordum.
Çoğalan nefretimi azaltmanı...
Çıkar ilişkilerine inat hepsini ben ödemek istiyordum hesaplarının.
Bir de tatlı istiyordum giden yemeğin arkasından.
Okul çıkışlarında soğukta dersinin bitmesini bekliyordum.
Ve bir sigara daha yakıyordum yanına.
Ne yere düşen kül umrumdaydı ne suratıma vuran kuru ayaz...
Ben sadece seni bekliyordum bir sonbaharın son ayında.
En beklenmedik anda gelmeni seviyordum.
Sevmez dediklerinde sevmeni beni...
Olmaz dediklerinde olmanı...
Ben yaşadıklarımla kaybettiğim kader inancımı istiyordum senden.
Tüm olanlara sadece kader demeyi...
Yağmaz denilen günlerde bile tüm hava durumlarına, meteorolojiye inat şakır şakır toprağıma düşmeni istiyordum.
Oysa ne yağan yağmur umrumdaydı ne de arkasından çıkan gökkuşağı.
Ben sadece çocukluğumda ettiğim dualarımın karşılığını istiyordum senden.
Ben, kader inancımı geri istiyordum!
Sadece toprağıma düşmeni istiyordum senden.
Havama, suyuma düşmeni istiyordum.
Ben mitolojik dönemlerde kalıp tarihe gömülen Cemre'mi istiyordum senden.
Düşmeyen Cemre'mi!...

Muhsin Gültekin

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bu da benden çocuklara yeni yıl hediyesi http://www.billybear4kids.com ister oyun oynasınlar, ister online eğitimlere katılsınlar ya da isterlerse bilgisayarlarına uygun ekran koruyucuları indirsinler.

Çizgi roman tutkunlarına özel bir web sayfası http://www.cizgiroman.gen.tr Kiminiz benim gibi çocukluğunuzun çizgi kahramanı Zagor’u arar. Bir başkası Mister No meraklısı. Çizgi roman meraklısı herkes buraya.

Sadece perşembe günleri yayınlanan haftalık bir e-dergi http://lecool.com/cities/istanbul/newsletters/current.html Format olarak biraz sıra dışı ama tarzını seveceğinizi düşünüyorum. Üye olduğunuz takdirde her hafta perşembe günü mail adresinize gönderiliyor. Keyifle okuyabileceğinize inanıyorum.

İster amatör, ister profesyonel olun çektiğiniz fotoğrafları paylaşmayı seviyorsanız sizin için uygun bir web sayfası tavsiye ediyorum http://www.fotokritik.com/ paylaşmayı sevenlere özellikle tavsiye olunur.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Entre Dos Aguas
Paco de Lucia









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090106.asp
ISSN: 1303-8923
7 Ocak 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com