Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.610

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 8 Nisan 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : İç suyu rahatla!..


Merhabalar,

Obama gitti, fırtına dindi. Artık annemizin ligine döndük. Son dakika manevrasıyla Irak üzerinden evine gitmeyi tercih etse de artık o da huzura erip evine kavuşmuştur.

Arkadaşlarla konuşuyoruz, her kafadan farklı yorum çıkıyor. Küfredip gitti diyenden tutun, bundan iyisi Şam'da kayısı diyene kadar geniş bir değerlendirme yelpazesi mevcut. Aslında tek başına bu yorum farklılıkları bile ziyaretin istenen etkiyi bıraktığının ispatı. Adam herkese yarım bardak suyu verip gitti. Hani Dilber halanın dediği gibi; "Ben diyeceğimi dedim, bardağa doldurdum, ortaya koydum. İsteyen içer, isteyen döker." Bardağın boş tarafına takılanlara "Ne bekliyordunuz ki?" denilebilir. Gözetilmesi gereken, söylenenlerden ziyade nasıl söylendiği kanımca. Söylenenlerin hepsi geleneksel bir ABD dış politikası, öyle Bush'tan Obama'ya değişecek şeyler değil. Hoş söylemlerde belirgin bir yumuşama var ama gene de temkinli olmakta yarar var. Yumurta kapıya gelince, çıkarlar çatışınca, Obama'dan, daha sıkı bir Bush çıkmayacağının garantisi de yok. Amma velakin, bizim de gamlı baykuşluk yapacak lüksümüz yok. Biz bardağın dolu tarafıyla ilgilenmeliyiz. Saygı mı istiyordunuz? Alın size saygının dik alası. Anıtkabir'den Meclis'e, makamdan camiye, en saygılısından. Samimiyet mi istiyordunuz? Alın size en samimisinden sırt sıvazlama. Destek miydi derdiniz? Sözle destek ancak bu kadar olurdu zaten. Demem o ki, aramızda öylesine bir ilişki var ki, adam oraya gidip "soykırım" bile dese değişmez. Bundan kaçış ta yok artık. Hawai 42. eyalet olarak Ermeni soykırımını tanımış, neyleyeceksin? Alın işte, IMF ile masaya oturmak üzereyiz, var mı dayılanacak halimiz? Yok. O zaman içeceksin yarım bardak suyu rahatlayacaksın. Ya da beceremedim deyip bırakıp gidecek, meydanı senden dirayetlilere bırakacaksın. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  ÇİNGENE OLMAK

Eğer reenkarnasyona inansaydım; bundan önceki yaşantımda bir çingene olduğumu söylemek için hiç tereddüt etmezdim. Yazık ki inanmıyorum. Büyük talihsizlik. İşin yoksa düşün dur: "Nereden geliyor çingenelerle aramızdaki bu benzerlik?" diye.

Çingenelerle ilk tanışıklığımız, Manisa'da oldu. Hayatımın 12 yılını (6-18 yaş arası) Manisa'da geçirdim. Ve bunun son 6 yılında da, Manisa'nın çingene mahallesinde ikamet ettim. (İnanmazsanız, gidin Akgün Mahallesi muhtarına sorun.) Belki bilirsiniz: Manisa, İzmir gibi Ege illerimizde çingene sayısı hayli fazladır ve bu kentlerde çingene mahalleleri oluşmuştur.

Manisa'daki çingene mahallesi, Manisa'yı İzmir'e bağlayan ana yolun kent çıkışında ve bu yola bağlanan geniş bir caddenin iki yanına dizilmiş gecekondulardan oluşuyordu. Gecekondu dediysem öyle viran halde değildi bu evler. Canlı renklere boyalı, (çingene pembesi, gece mavisi ve fıstık yeşili) bahçeli ve 24 saat hareketli...

Erkekler genellikle düğünlerde müzisyenlik yaparak, ayı oynatarak; kadınlar da dansözlük, şarkıcılık, kalaycılık, eskicilik, falcılık, çiçekçilik yaparak ya da evlere temizliğe giderek aile bütçesine katkıda bulunurlardı. Çingeneler, tutumlu ve çalışkan değillerdir. Tembel ve işten kaçan insanlar olarak bilinirler. Ama işin aslı öyle değildir. Çok enerjiktirler. Düşük ücretli ve düzenli işlerden uzak durup, daha bağımsız, esnek ve eğlenceli işleri tercih ederler. Bu yüzden tembel olarak algılanırlar. (Aynı ben hehehe... Bkz: Tembelliğe Alkış, www.gazozagaci.com, Sayı:1: 8 Nisan 2001)

Gündüz kazandıklarını, akşam çilingir sofrasında tüketirler. Ve o sofraların tadına doyum olmaz. Eh çalgı, çengi, dansöz, geyik, eğlence.... hepsi onlarda. Kadın, kız, erkek, çoluk, çocuk ve hatta yoldan geçen herkes katılır bu şölene. Duyan gelir anlayacağınız. Herkes kendi kapısının önüne çilingir sofrasını kurar ve ertesi gün ne yiyeceğini düşünmeden günün stresini atar. Zaten, parayla ilgili duyarlılıkları da yoktur. Onlara göre para, eğlenmek için bir araçtır. (Yaşamayı biliyorlar bu adamlar.)

Özellikle yaz akşamlarında; onların eğlencelerine, babamla benim gözümüz düşer; annemin şerrinden korktuğumuz için sadece iç geçirmekle yetinirdik. Lakin babamın zaman zaman, anneme çaktırmadan muhabbetlerine katıldığını duyduğum olmuştur. Belki de genetik bir çingene ruhu var bende. Tabi o zamanlar yaşım küçük olduğundan daha anneme kazan kaldırma cesaretini gösteremiyordum. Ah şimdiki aklım olacaktı ki; o şölenleri kaçırır mıydım?

Çingenelerin eğlence yaratma biçimleri; çilingir sofralarına eşlik eden dans ve müzikle sınırlı değildir. Çok sık ve yaratıcı yalanlar söylerler mesela. Lakin bu yalanlar kötü niyetli değildir. Yalanı ve abartmayı eğlence olarak görürler. Bu saptamayı sadece gözlemlerime dayanarak yapmıyorum elbette. Çingeneleri anlatan bir çok kitapta da; özellikle 'gadje'ye (yani çingene olmayanlara) eğlence amaçlı yalanlar ve abartılı hikayeler anlattıklarından bahsedilir. (Eh abartma ve yaratıcı yalan söyleme konusunda ben de hiç fena değilimdir hani...)

Belki de yeryüzünün en pozitivist azınlığıdır onlar. Sefaletten gocunmazlar ve hatta severler bile. Bahtsızlıklarıyla bile dalga geçerler... Belki de, yaşadıkları acılarla başa çıkabilmek için, unutmanın ustası olmuşlardır. Onlar için gelecek ya da geçmiş yoktur, sadece şimdiki zamanı yaşarlar. Şimdiki zamanı yaşarken de bizim önemsediğimiz şeyleri önemsemezler. Öncelikleri yoktur. O anda yaşanan en taze ve canlı olay neyse, ona konsantre olurlar. Hiç bir olay, onları sürekli meşgul edemez.

Isabel Fonseca "Beni Ayakta Gömün -Çingeneler ve Yolculukları-" adlı kitabında, "Çingenelere göre, asıl acı veren şey, 'gerçek' değil, gerçeğin göz ardı edilmesidir. Aşırı gerçekçi ve zalimce dürüsttürler" der. Benim gözlemlerim de bu doğrultudadır. Yaşamla ilgili gerçekleri kabullenip; kör talihi, usta işi bir kayıtsızlıkla eğlenceli hale getirmekte üstlerine yoktur.

İzmir - Kordon'da, tek başıma oturup bira içtiğim bir gün; falıma bakmak üzere masama yanaşan çingene kadın bunun iyi bir örneğiydi. Aslında fala inanmam ve hatta sıkılırım da. Ancak 'falcı bacı' çingene olunca; sırf onunla keyifli bir muhabbet yapabilmek umuduyla, masama davet ettim. Sırtına bir eşarpla bağladığı bebeği, zayıflıktan ölmek üzereydi. Çingene kadın bebeğinin hasta olduğunu biliyordu ama pek taktığı yoktu. Sohbetimiz esnasında onun kayıtsızlığının beni şaşırtmasını hissetmiş olacak ki, şöyle bir açıklama yapma gereği duydu: "Doktora götürsem, hastalığını öğreneceğim ama tedavisi için gereken parayı bulamayacağım. Hem çocuk boş yere hastanelerde eziyet çekecek hem de tedaviyi sürdüremeyeceğiz..."

Gerçek, acıydı ama gerçekti işte. Teşhis için gerekli tahlillere yetecek kadar parayı temin edebilecekti, lakin ya sonrası? Sonrası yoktu, bunu biliyordu. Ve hiç de problem haline getirmiyordu... Hüzünlü bir hikayesi vardı ama bunu kısa zamanda eğlenceli hale getirmişti. Benim huzursuz olduğumu hisseder hissetmez, "a be boşver bunları, gel bi falına bakayım, yüreğin tazelensin" diyerek; bana dalyan gibi manitalar, bol çocuklu bir evlilik, varlık içinde, hasımlarımı çatlatacak kadar gösterişli bir yaşam öngörerek keyfimi yerine getirmeye çalıştı. (O da ben de yalan söylediğini biliyorduk ama lisanındaki samimiyet ve kayıtsızlık; bu işten haz almamız gerektiğini söylüyordu.)

Bir çingene şarkısı (El Condor Pasa), şöyle der: "Çivi olmaktansa çekiç olayım; evet çekiç olayım yapabilirsem; kesinlikle çekiç olayım..." Yaşamlarını, geçmişin, geleceğin, acıların, kitapların, ötekilerin, berikilerin yönlendirmesine dayanamadıkları besbelli. Yaşamın çivisi olup çakılmaktansa; çekiç olup yaşamı çakmayı yeğliyorlar. Ve doğrusu bunu gürültülü bir şölen haline getirmeyi de ihmal etmiyorlar.

Bizse çivi misali, kafamıza vurula vurula yaşayıp gidiyoruz. Neden? Çünkü kendimizi kurallara, kadere, topluma vs. bağımlı hissetmek bizi rahatlatır. Kurallar, modeller, gelenekler, kısıtlılıklar varoluşumuza bir zemin oluşturur ve biz de bu zemin üzerinde sorumluluklarımızı bir şeylere/birilerine devrederiz. O zemini yok saydığımız anda, -yani yaşamımızın, seçimlerimizin tamamen bizim elimizde olduğu gerçeğini kabullenince- zeminsizlikle karşılaşırız. Bu da bizi ürkütür. Seçimlerimizin sorumluluğunu üstümüze almaktansa birilerine ve bir şeylere yüklemek işimize gelir.

Elbette bizim kontrolümüzde olmayan şeyler vardır: ailemizi, tarihimizi, genetik yapımızı biz seçemeyiz ama kontrolümüzde olmayan şeyleri istemek ve bunlar gerçekleşmeyince acı çekmek bizim seçimimizdir. Kaldı ki, işimizi, eşimizi, alışkanlıklarımızı seçmek bizim elimizde. En azından başımıza gelenlere sahip çıkabiliriz. Aslında, yaşamımızın yazarı büyük ölçüde biziz. Bu sorumluluğu yüklenmesi gereken de...

Bir çoğumuz, "toplumsal kurallar ve maddi zorluklar özgürlüğümü engelliyor" diyoruz.. Toplumsal kurallar bize engel teşkil ediyorsa; hikayemiz o kuralların dışına taşıyor, kuralları çiğniyor demektir. Kuralları biz yazmamış olabiliriz ama onların dışına çıkmak bizim seçimimizdir. O halde bununla baş etmek de bizim sorumluluğumuzdadır. Maddi imkanlarımızın üstünde ideallerimiz varsa bu idealleri oluşturan bizizdir: ya ayağını yorganına göre uzatacaksın; ya da yorgan kısa gelince sızlanmayacaksın. Yani arzularımızın da sorumluluğu bizdedir..

Çingenelerin maddi imkanları ve toplumsal statülerine bakacak olursak, yer yüzünün en gamlı azınlığı olmaları gerekir. Lakin onlar yaşamı eğlenceli kılmayı, kolektif bir sanat haline getirmeyi başarmışlar. Dürüst olalım. Ve, en azından kendi mutluluğumuzdan, sadece ve sadece kendimizin sorumlu olduğunu kabul edelim. Kullanılmamış ya da toplum, aile, kurallar, para vs. tarafından kullanılmış bir 'ben' yerine; onu biz kullanalım ve çekiçleyip, kendimizden "birşey" meydana getirelim... Keyifli bir uğraş değil mi sizce de?

Eh artık bana müsaade. Herkesçe göz ardı edilen ama bir o kadar da renkli olan çingene kültürü hakkında sizi aydınlattım, az şey mi? Çilingir sofrasını hak ettim; ne dersiniz? Hadi sağlığınıza...

Tuba ÇİÇEK


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Ezgi Yekbun


Kim ilk olur?

Birini kaybetmenin eşiğinden dönmek ne zor şeydir, birçoğumuzun hissettiği ellerimizin arasından kayıp gitmesin diye tırnaklarımızı avucumuza sıkıca bastırdığımız, boğazımızdaki yumruğun yutkununca midemize inen krampın hiç gitmeyen ağırlığı ile dışarıdaki dünyadan koptuğumuzu hissettiğimiz anlar vardır.

Yaşamasanız da bilirsiniz, zordur böyle anları paylaşmak; zordur kelimelere dökmek… Kendimizin yaşadığı böyle anlar zor olduğu kadar, başkasında bunu yaşamakta zor olur. Kurulamayan cümleler, ama bir de şöyle düşün diye başlayan ve hiç sonu gelmeyen ve anlamsız bir boşluğa bakar gibi bize bakıldığını fark ettiğimizde derin susuşların yaşandığı zamanlar bahsettiğim. Ben böyle anlarda hep birkaç cümle kurmaktan yanaydım en azından gerilim hafifler diye, oysa hiç sonuç vermemiştir o konuşmalar. Çünkü o anda söylenen hiçbir sözcüğü duymaz karşı taraf, ama zaten soramazsınız sana o gün söylediklerimi hatırlıyor musun ne şairane bir konuşmaydı diyemezsiniz; böylece hiçbir zaman yardımınız olup olmadığını öğrenemeyeceğiniz süreç yaşanmaya başlanır. Birinin acısını paylaşmak zor olduğu kadar, kendimiz yaşarken de zordur, her bulduğumuz aynada kendi kendimize yapılan konuşmalar, gülerek ağlamalar, acıyı hafife almalar ve elimizi bıçakla kestiğimizde oturup ona saatlerce ağlarken yaşananlar çevremizde dönen dünya gün be gün uzaklaşır bizden - ya da biz onlardan… Yalnızlaşmaya başladığımızda uykular çoğalır ve çoğumuz unutur 'uykunun ve unutkanlığın' gittikçe derinleştiğini…

Uykumuzun en tatlı yerinde yüksek bir yerden düşüyormuşuz hissini birçoğumuz yaşamıştır. Kimi zaman korkuyla uyanıp, kimi zaman nefes nefese etrafımızı kontrol ettiğimiz anlardır bunlar. Eşyaların yerini, yanımızda uyuyan küçük kızımızı ya da şefkatle sarıldığımız sevgilimizi, varlığından güven duyduğumuz annemizi - babamızı ya da büyük, yalnız boşluğu kontrol edip yeniden uykuya dalmak istediğimiz anlar… .Çaresiz kaldığım durumlarda bana hep yüksek bir yerden hızla düşüyormuşum gibi gelir ama bu düşüş öyle sonsuz olur ki içimdeki gerilim sürekli artar. İşte bu yüzden acıya dayanıksız olduğumu anladım, canı acıyan birini gördüğümde de avuçlarım sımsıkı kapalı kalır, dizlerim titrer… Kimsenin kanayan dizlerine ya da kesilen parmağına bakamam, kan tutmuyor beni sadece oradaki 'acı' tutuyor, sözcüklerimin tükenmesi tutuyor. Birinin acısıyla yüzleşmekten hep korkarım yardım edemeyeceğim bi' anı yaşamaktan ya da avutamayacağım gözyaşları görmekten korkarım. Hepimizin acı hakkında bir tanımı, anlatacakları ya da söyleyeceği üç, beş cümle mutlaka vardır; her birimiz dayanıklılıktan, sabrımızda bahseder gizli bir iç savaşla kimseye kalemizi göstermeden sorunu çözmeye çalışırız. Oysa açığa bıraksak ve içimizde kanamasa her şey daha kolay olmaz mı? Aslında birimiz bıraksa hepimiz teker teker dökülmez miyiz; ama kimin ilk olacağı sorunsalı hepimizin yerinde kalmasına sebep oluyor…

Ezgi Yekbun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,338,338,338,338,338,338,338,33
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Nuran Talay

 Kahveci : Nuran Talay


  ERMENİCE VE KÜRTÇE YAYIN İLE İHANETE UĞRAYAN TÜRKÇE CAN ÇEKİŞİYOR

Yaşasın ülkenin bütünü kucaklamanın ötesin de kilometrelerce uzaklara kadar ulaşacak sesimiz… "Türkiye'nin sesi" radyosuna dil çeşitliliğine dâhil edilmiş Ermenice…

Ve kısa aralıklarla yayın hayatına başlayan ve başlayacak olan TRT atakları huzurumuzda…
Ermenice TV, Radyo…
Kürtçe TV, Radyo…
Arapça TV, Radyo…
Yunanca TV, Radyo…

Peki;

Kıbrıs'ı gözünü kırpmadan teslim edecek yönetim de izleyecek mi bu kanalı?
Yıllardır soykırım suçlaması ile ülkemizi karalayanlar, sonunda Türkleri ayağıma getirdim diye keyiflenenler de dinleyecek mi yayını?
Kadını cinsel ihtiyaçlarını giderecek bir mal gibi gören, çeşitlilik olsun diye üç-beş kadını kendine köle yapan Araplarda görecek mi etkilerini?
Sırf korkuları uğruna, baskılar neticesinde PKK'nın gözbebeği DTP partisine oy verenlerde aydınlanacak mı?
Dağlarda keklik avlar gibi Kınalı kuzularımızı şehit edenler de duyacak mı sessimizi?
Sata sata bitmiyor bu ülke diye serzenişte bulunan Maliye Bakanına gelir kaynağı olacak mı bu yayınlar?
TRT Şeş beklenen amaca ulaştı mı?

Tüm bu sorulara cevap verilmesini isteyerek ve Anayasa ve TRT yasalarını yineliyorum;
(…)
I. Devletin şekli
MADDE 3. - Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

Türkiye Radyo Televizyon Kanunu (2954 sayılı)
TÜRKİYE RADYO VE TELEVİZYON KANUNU
YAYIN ESASLARI:
Madde 5 - Genel yayın esasları şunlardır:

b) Atatürk ilke ve inkılâplarını kökleştirmek, Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmasını öngören milli hedeflere ulaşmayı gerçekleştirmek,
d) Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak yahut Devleti ve Devlet otoritesini ortadan kaldırmak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak yahut sair herhangi bir yoldan bu kavramlara ve görüşlere dayanan bir Devlet düzeni kurmak amacı güden rejim ve ideolojilerin "propagandasına" yer vermemek,
f) Türk milli eğitiminin temel görüş, amaç ve ilkelerine uymak,
g) Kolayca anlaşılabilir, doğru, temiz ve güzel bir Türkçe kullanmak, (…)

"Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına" ve "Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu genel yayın ilkelerine" aykırı olmasına rağmen yasalar çiğneniyor.
İktidar sahipleri "teğet" sözünü çok benimsemiş olmalı ki kanunlarımızı da "teğet" geçiyor.
Kanal açılan devletler ile ortak projeler üretip ülkeler arasındaki diyalogun geliştirilmesi amaçlanıyormuş. Eğitim, öğretim ve kamuoyu oluşturarak halklar arasında köprü kurulacakmış.

Daha ülkemizde kardelenler okutulamıyor, okumak yerine evlenin deniyorken,
Tamirhanelerde çalışan çocuk işçilerimize çözüm bulaşamamışken,
Ermeni soykırımı yasasının kabul edilmesine ilişkin tavrımızı koyamamışken,
Ve kucaklamanın bütününü sağlayamamışken,
Bu çıkışın anlamı ne?
Önce kendi kapımızın önünü temizleyelim!

Açtığımız kanallarla gerçekleri anlatıyoruz, devletimizi tanıtıyoruz, savunusu yapılırsa da hiç şaşırmayacağım.
Hatırlatmak isterim ki, Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve gücünü dünyaya ispat etmiştir. Tüm yazışma ve konuşmalarını, yayınları da "Türkçe" yapmıştır. Kanunlar yok sayılarak işine geldiği gibi siyaset yapılarak yapılan bu yöndeki kalkışmalar Türkçemize ihanettir.

Türkçe yardım istiyor imdat çığlıklarını atıyor, sesimi duyan var mı? Bana sahip çıkın diyor! Oltanın çengeline takılmış bir balık gibi can çekişiyor.
Bölünme ve parçalanma çizgisinde gelgit yaşıyor.

Hayat mücadelesine yenik düşmemesi için. Acilen, Türkçeyi kurtaracak kahramanlar aranıyor…


Nuran Talay


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,718,718,718,718,718,718,718,718,71
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


  Kahveci : Onur Eryılmaz


TEZER ÖZLÜ'YE

Yaşamayı seviyorum ben Tezer. Bir gece yarısı yataktan kalkıp, kitaplığımın en başında duran ince, zarif kitaplarına baktıktan sonra, acı bir kahve yapıp, sabaha kadar uykulu gözlerle ayakta kalabilmeyi de. Delisin diyor güzel karım bana. Hayır ben anormalim diye cevaplıyorum onu, kızgın gözlerle bana baktığını bilerek.

Yaşamayı seviyorum ben Tezer. Birdenbire bastıran, şiddetli bir yağmurda herkesler ıslanmamak için kaçacak bir yerler ararken, yürümeyi seçiyorum ben. Bakışların üzerimde olduğunu bilerek. Bundan ki aksırıklarla yatağa düşüyorum. Ne mutlu! Doğa o kadar büyük ki sınırları yok.

Sınırsızlığı seviyorum ben Tezer. Ölçüsüzlüğü. Giyinmişlerin arasında çırılçıplak olabilmeyi. Soyunmayı seviyorum ben. Dediği gibi B.Karasu'nun öze varmak için, soyuna soyuna, koşmayı seviyorum ben.

Yaşamayı seviyorum ben Tezer. Yalnızlığı da. Bir başınalık değil midir? Bana bu satırları yazdıran. Sözcükler, değiştirmese de, hayatı, yazmayı bir tutku gibi seviyorum ben.

Yaşamayı seviyorum ben Tezer. Kendim olabilmeyi, özenmemeyi, süslü olmamayı, sadeliği, yeniyi, eskiyi, yaşanmışı, yaşanacak olanları düşlemeyi, sahilleri, o ıssız denizleri, uzakları, yokluktan var etmeleri, okuduğum binlerce sayfalık kitapları, çekip ardına bakmadan gitmeleri, soğuk ve puslu havaları, ardı ardına içilen sigaraları, baş ağrılarını, bir kedinin kendinden on misli köpeği önüne katıp kovalamasını, komşu bahçenin erik ağacına tırmanıp saatlerce korkudan inememeyi, bilmediğim kentlerin ucuz otellerinde ışığı açıp bırakıp camın kenarından dışarıyı izlemeyi, hiç beklenmedik yorgun bir zamanda kapı zilinin çalınışıyla hareketlenmeyi, Suç ve Ceza dan Yaşama Uğraşına geçmeyi, acıyı, arada bir karşındakilerde şaşkınlık yaratan tırmalayıcı kahkahaları, hayalet Oğuz gibi mülksüzlüğü, Taksim meydanında ki çiçekçilerin önünden geçip köşede ki simitçiden bol susamlı bir simit alıp Kazancı dan Fındıklı ya inmeyi…

Yaşamayı seviyorum ben Tezer. Yaşarsam yetmiş yaşında bir evim olursa, bir de ufak bahçem, senin için de bir zeytin ağacı dikeceğim.

Duyuyor musun?

Onur Eryılmaz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


polygon@polygon.com.tr


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


Uçuşa Geçmeli Yüreğim

Ak pak bir yaz gününde
Tutmalı yaşamın ellerinden
Çekiştirmeli hatta sabırsızca

Düşmeli ruhuma açık renkler
Can bulmalı sıcak düşünceler

Kelimelerin fısıldanışı
Akmalı içime şarap gibi
Tatlı sarhoş olmalı zihnim
Yansımalı yüzüme
Ne varsa güzel bildiğim

Kudurtmalı yorgunluğumu
Sağanak öpüşlerin
Kavrulmalı hasret damlaları
Erimeli... Doyasıya erimeli

Kıpkızıl bir gezegende
Karışıp süt mavisi buluta
Uçuşa geçmeli yüreğim
Ellerimde... Ellerimde
Tutam tutam saçların

' Düş Kuruyor Gece ' adlı kitabımdan -Ocak 2008 -

Hatice Bediroğlu

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Hurricane
Bob Dylan









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090408.asp
ISSN: 1303-8923
8 Nisan 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com