Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.611

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 9 Nisan 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Bugün izinliyim!..


Merhabalar,

Matbaayı ancak saat 1.30 sularında açabildim. O nedenle, başlıktan da anlaşılacağı üzere bugün kendime izin verdim. Yarın daha uzun birlikte olabilmek umuduyla hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Derya Ongun

 Deryaneval : Derya Ongun


  DERYA'YLA YOLCULUK =I=

Merhaba... şöyle bir göz gezdirmek yerine burada biraz kalır mısınız, anlatacaklarımı okur musunuz, söz veriyorum sıkılmayacaksınız. Sağım, solum, karşım, arkam, heryere oturabilirsiniz, hatta mis kokulu bir kahve de vaadediyorum, keyfinizi arttıracaktır.

Eski zamanlara götürmek istiyorum, kısa bir yolculuk ama birlikte gitmemiz şart, yoksa sadece gözleriniz yorulur... Hazır mısınız...?

Bildiğimiz köy meydanı,
Çok tanıdık
Çok bildik
Hayat Bilgisi kitaplarından
Biraz da eski Türk filmlerinden

Çok bildik bir yabancı, çok derinlerde kalmış
Günlük hayatımızın
Şehrimizin gürültüsünün altında
Gizlenmiş, sinmiş, ama ölmemiş

Uyandı bu sabah, demli çay, zeytin, peynir, nane, domates eşliğinde tanıdık bir kahvaltı uyandırdı. O taa derinlerde uzunca zamandır süregelen uykudan keyifle, esneyerek, gerinerek uyandı. Anneannemin kahvaltısıydı önüme gelen ve yüreklendirdi adeta eskiyi, eski sıfatını gururla taşıyan ama asla eskimemiş olan hatıraları, o günleri, alıştığım, sevdiğim, kendimi iyi hissettiren, hayatın enfes bir serüven, sonsuz bir keşif ve eğlenceli bir oyun olduğunu düşündüğüm yaşlarımı, hepsini yüreklendirerek, sırtına cesaret vuruşları, yanağına sevgi dolu bir öpücük, saçlarına yumuşacık bir dokunuş kondurarak uyandırdı. Çok güzel bir şeye uyandım bu kahvaltıyla.... Gülümsüyorum, sadece mimiklerimle değil, tüm duygularım, kalbim, ruhum ve onların yansıması olan gözlerimle, yani toplamda gülümsüyorum keyifle....

Eskiye olan özlemin sebebini düşünmek istemiyorum, "eski"yle tekrar buluşmanın ve o tanıdık, vefalı, tatlı geçmişe ait görüntülerin biryerlerde varolmaya devam ettiğini görmenin keyfini çıkartmak istiyorum.

Çok keyiflendiğimde bu keyfi arttırmak için ek birşeyler daha yapma telaşına girerim bazen. Bu telaş kimi zaman o kadar komik sonuçlar doğurur ki, debelenmekten kaçırdığım "an" a üzülmektense, kaçırma sebep ve sürecinde yaptığım şeylerin gülünçlüğünün tadını çıkartmayı tercih ederim, işte bu da "an-mekan"ın vermiş olduğu mayhoş "kayısı pestili" tadındaki huzurun bir toleransıdır bana göre.

Kayısı pestilini anneannem yedirmişti bana ilk. Henüz daha damak tadımın "bunları yemeli ve büyüyüp gelişmelisin" lerin lezzetsizliğinde emeklediği dönemdi, hepimizin çocukluğunda muzdarip olduğu, hani şu "çok besleyici sütün kaymağını" zorla yutmaya çalışırken korka korka öğürdüğümüz zamanlar, işte o zamanlara ait duygularım, hatıralarım, olaylarla, seslerle, lezzet/sizlik/lerle, kısaca beş duyuyla direk ve doğru orantılı idi.

O mayhoş ve bol aromalı lastik dokusundaki "pestil"i zorlanarak ısırdıktan sonra ağzımın içine yayılan ve güzelliğiyle beni afallatan lezzeti unutmam mümkün değil. Hiç beklemediğiniz bir anda, büyük bir doğallıkla peri kızı ya da peri padişahının oğluyla karşılaşmak gibiydi.

İşte bunun içindir ki, anılarımın, zaman mekan ve beş duyuyla giyinmiş olmasındandır ki, anneannemin evini, orada geçirdiğim günleri, ezcümle anneannemi unutmam mümkün değil. Tuhaf gelebilir bu "unutmam mümkün değil" ifadesi, doğru, banada tuhaf geldi, düzeltiyorum, anneannemi hatırlamadığım gün yok. Bu daha anlamlı oldu.

Birgün bunları yazacağımı içimde bir "bilen" vardı, arada bir başını hafif doğrultup fısıldıyordu bana, benimse bir kulağım duyuyor, diğeri hayret ve keyiften biraz evvel anlattığım telaşa düşerek komik debelenmeler yaşıyordu, ve günün sonunda ben gene biri duymuş, diğeri duymuş ama keyif sabırsızlığından tescil edememiş kulaklarımdan bana "eksik" olarak ulaşan bu bilgiyle tarifisiz bir sevinç ama aynı zamanda meçhul bir bekleyişle kucağım boş, kalbim dopdolu, ellerim sabırsız, dağarcığım ikircikli, kısaca hoş ama karışık duygularla kalakalıyordum. Bakalım bu sefer bu süreç dairesini tamamlamış mı, bakalım bu sefer artık bu işlem sistemim tarafından kayda alınmış ve tepsi içinde bana gelmiş mi?

Minik bir defter var yanımda, bir çeşit not defteri, bense kalkmış mazimin derin tepsisindekileri bu minnacık şeye dökmeye başlamaktan bahsediyorum.

Yeşilyurt'dayım, Kaz Dağları'nda (ilk yazılarımdan biridir Kahve Molası'nda bilirsiniz...). Yanıma defter alamadım bir sebepten, son anda durduğu yerden "gözümün içine bakan" bu küçük defter zorla çantama attırdı kendisini. Duyan kulağım devreye girdi ve bu seferlik idareyi eline aldı sanırım. Bu kadar uzun zamandır biriktirdiklerimi aktarmak için ala ala böylesine minik bir defter almam ironik, biliyorum...

Hayatım boyunca bile bile uyguladığım, terbiye etmek için hiçbirşey yapamadığım "sabırsızlığım"a yeni bir sınav olsa gerek bu.

Çok mu istiyorsun yazmayı, o zaman bari bir kez, aceleyle koşturmak yerine daha sabırlı başlamayı böyle öğreteceğiz sana! Önemli olan biran evvel bitirmek değil, esnasında tadını çıkartmaktır.!!!!

Doğru, hem de çok doğru! Bunu öğrenmem lazım.

Gene dönüyorum anneannemin zamanlarına. O zamanlarda, Karagümrük semtinin Keçeciler mahallesinde üç katlı, bahçeli, ahşap kagir bir evi vardı anneannemin. Bugün edindiğim bilgilere göre kagir tuğla ev demekmiş, ahşap kagir ise hem tuğla hem de ahşapla yapılmış olması sebebiyle zaten zamanının iddialı binalarındanmış anlaşılan. Giriş kapısının, anneannem ona "cümle kapısı" derdi, neyse işte o kapının kocaman, demir, siyah bir anahtarı vardı, ürkütücü ama tok bir ses çıkartırdı kilitte dönerken anahtar, ve o kocaman evin gene kocaman cümle kapısının ahşabı o ürkütücü sesi emer, dışarıya derinlerden gelen, güven verici, bir bariton frekansında, sahiplenici bir şekilde şöyle derdi sanki:

- Hoşgeldiniz, girin içeri, burası çok güvenli, ben olduğum müddetçe içerde emniyettesiniz.

İşte bu koskocaman kapının hemen yanında anneannemin kiracısı Bakkal Hikmet, bana göre Hikmet Abi'ni dükkanı vardı. Hikmet abi belki ve büyük bir ihtimalle aslında o zamanlar 20'li yaşlarındaydı, ama benim için Hikmet abi idi, hem de aslında "Hikmet amca" olması gerekirken malsahibinin torunu olmam ayrıcalığıyla Hikmet abi! İşte o Hikmet abinin dükkanı, anneannemin evini çocuk değerlerimle öylesine önemli yapardı ki... Koskocaman ev, koskocaman kapısı, koskocaman kapısının gene koskocaman siyah demir anahtarı, evin içinde merdivenleri, üstelik inip çıkarken de konuşan merdivenler (evin tamamı konuşuyordu benimle), çok yüksek tavanları, odaların kapıları koskocaman, onların da anahtarları var, o anahtarlar da kocaman. Ben ise daha küçük bir kız çocuğu. Boyutlardan azami etkilendiğim, hayatı ancak "küçükler ve büyükler" olarak kategorize edebildiğim yaştayım, ama her çocukta olduğu gibi bedenimin küçüklüğüne ters orantılı kocaman bir kalbim ve onun içinde zıplayan duygularım, hepsinden daha önemlisi o zamanlar henüz farkında olamadığım büyük algılamamla, yürüyen/yaşayan bir paradoksum.

(haftaya buradayım gene....biraz dinlenin:)

Derya Ongun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Beltan Göksel


HIK

Beni HIK tuttu ağabey, Niyekine? Günlerdir seçim sonuçlarının oluşumu irdeleniyor, ne yorumlar ama. Tahlil istasyonu kuruldu sanırsın. Herbir kimse oldu birer mümtaz laborant. Damdan düşenler, düştüğü yerden zararsız kalkanlar-ufak yaralarla kalkanlar, beli kırılanlar -kalkamayanlar. Yastığa kabahat bulup horlayanlar, ıkınıp bıkınıp düşülen damın kenarlığının , trabzanının olmadığını vurgulayanlar. Ikındığı zaman iyi şeyler çıkması ve olumlu kişi olmak zorunluluğunu duyanlar. İşte beni, dinleye dinleye HIK tuttu. Yutkunmaya çalışsam da önleyemedim.

Ancak yaşmaklı rahmetli ninem'in çocukken sıkça tutan HIK için önerisi işe yaradı:

HIK'ı geçirmek için sol elinizin baş parmağı ve işaret parmağı ile burnunuzu sıkıp bir bardak suyu nefessiz içeceksiniz. Yine geçmez ise bir bardak daha içmenizde yan etki yoktur.

HIK tutmasının alel acele hapur hupur yemeden kaynaklandığını ileri sürerlerse de bu bir gomonist uydurmasıdır. Nedense hep garibanları HIK tutar. Yiyeceklerine katık bulamayanlar , bazılarının ifade ettikleri gibi " Boğazlarını yağlayamayanlar " kuru kuru yuttuklarından HIK tutulmasından kurtulamazlar.

HIK 'ın, hıçkırırken boğazdan çıkan sese verilen isim olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Hıçkırmak ise ağlamayı çağrıştırır. Öyle ise anası ağlayanları çokca HIK tutar.

Yetimlerin hemi de öksüzlerin sık sık HIK'ı tutar. Eğer HIK tutmazsa karın ağrısı yaptığından iyiye yorulur. Ancak siyasette HIK tutmasının hayra yorulmadığı saptanmış olup, " Bir hayır soluk solu birader " özdeyişi bu noktadan senaryolara girmiştir. Aynı zamanda çekemeyenler çıkınca da " Yedikleri yaramadı " diyerekten laf üretmişlerdir. Bu Gibi gibiler için Sosyolojik, ekonomik ve dahi psikolojik nedenler araştırılmadan kanaatte bulunulmasından dolayı iftiraya uğramış durumuna düşmüşlerdir.

Ne ise ne; bırakalım şimdi bu bayat deyişleri. Baş muhaliflerden anlı şanlı bir Bay ne buyurmuş , O'na kulak verin: " Çıkarılan kanunlar ham hum şaralop kanunlardır. Biz helva dövücüsünün HIK deyicisi değiliz, olmayacağız. "

Hele Mister Obama'nın HIK demiş burnundan düşmüş kadar benzeyen Endenozyalı İlham Enes isimli fotoğrafçıya çok dikkat etmek gerekmekte. Hani ya Başkan'ın Memleketimize geleceği bu günlerde bu zat-ı Muhteremin Endenozyada olup olmadığını iyice araştırmalıyız. Benden sülemesi.

Hayırlısı, Allah size şöyle uzun soluklu karın ağrısı yapmayan HIK'lar nasip eylesin.

Beltan Göksel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Mehmet Ali Albayrak


Bembeyaz Bir Sayfaya Kıpkırmızı Bir Nokta

"Ben Hasan, tartıcı başı Muhammed'in oğlu, ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afrikalı diye anılıyorum, ama Afrikalı değilim, Avrupalı da Arabistanlı da değilim. Bana Granadalı, Faslı, Zeyyatlı da derler ama ben hiçbir ülkeden, kentten ya da boydan değilim. Yolların oğluyum ben, ülkem kervan, yaşamımsa yolculukların en beklenmedik olanı.

Bileklerim sırayla ipeğin okşayışlarını duyumsadı, kaba yünden incindi, prens bileziklerini ve taşıdı. Parmaklarım bin peçe araladı, dudaklarım bin bakirenin kızarmasına neden oldu; gözlerim kentlerin yok oluşunu, imparatorlukların yok oluşunu gördü.

Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyancası konuştuğumu duyacaksın; çünkü bütün diller ve bütün dualar benim dillerim, benim dualarım. Fakat ben hiçbirine ait değilim. Ben yalnızca tanrıya ve dünyaya aidim; ve yakında bir gün yine onlara döneceğim."

Bu kısa hayat bana ne öğretti derseniz dünyanın en saçma düşüncenin yaşam boyunca bazı konularda dogmaların var olduğunun söylenmesidir derim herhalde. Çünkü bu kısa ve derin yaşamda insanoğlu varolduğu binlerce yıllar boyunca hiçbir konuda -ki buna sadece Adem ve Havva varken ki halimiz olan 2 kişilik dünyamızı da sayıyorum- net ve kesin bir yargıya varamadı. Septik inançların da en korktuğu şey insanoğlunun onları tartışması olduğunu düşünürsek, dogmalar sadece bize hayatı daralttı ve vakitlerimizi kafalarımızın içinde inşa ettiği tabuları yıkmak ile onlarca zamanımızı çalmamıza neden oldu.

Hayvanlardan tek farkımız olan olgunun "düşünme yetisi" olduğunu düşünürsek ne kadar saçma ve sığ yetiştirildiğimizin fakına varabiliriz gibi geliyor. Yukarıdaki kitabı okumayı bırakın sadece yazmış olduğum önsöz ya da buna benzer bazı makaleleri, tam da fikri vicdanı hür yaşlarımızda bize okutsaydılar acaba gelişmek için bu kadar zorlanır mıydık? Şimdi hemen ebeveynlerimizi ya da eğitmenlerimizi suçlayabiliriz ama bu çok yersiz ve haksız olur. Sistem kurbanı aslında bizler değiliz, onlar. Bizler sadece sistem kurbanlarının çocuklarıyız. Pencere önü çiçeği gibi büyütüldük, sınırlarımız belli olan bir saksımız, besini belli olan bir diyetimiz, ihtivası belli olan bir toprağımız ve metrelerce uzayabilecekken saksı içinde dönüp dolaşan köklerimiz. Kimimiz bu sınırları kırdık ve önümüzde hiçbir şey yokmuş gibi ilerliyoruz. Korkumuz tek; özgürlüğümüzün elimizden alınması, kavgalarımız tek; kimse bizim gibi sınırlanmasın; ağlamamız tek; boşa geçen yıllar; sövgümüz tek; sistem; yazgımız tek sistemin kurbanlarının çocuklarıyız.

Evet kimimiz kırdık zincirlerimizi, hem de evrensel açıdan çoğu modern insanın erişemeyeceği düşüncelere sahip olarak. Biz zincirlerini kıranlar biliyoruz ki; "bir çocuk Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudi değildir, sadece bir Müslüman'ın, Hıristiyan'ın ya da Yahudi'nin çocuğudur ve öyle doğduğu için kimse kimseden üstün olamaz.", yine biz biliyoruz ki; "dağa çıkanla, ona karşı vatan koruyan arasındaki tek fark birinin beyninin yıkanmış olması, diğerinin ki ise yıkanmamış, birinin tek şansınız dağa çıkmak olması, diğerinin ise birçok seçeneği olmasıdır.", biz eminiz ki; "bu ülkenin aydınlarına kurşun sıkan 17 yaşındaki çocukların bir suçu yok, zira o yaştaki bir çocuğa silahla adam öldürecek kadar kin yükleyenlerin asıl suçlu olduğunu biliyoruz" aslında bizim en iyi bildiğimiz şey; "bir insanın başka dinden, ırktan ya da ülkeden olması o insanın sadece farklı bir kültürle yetiştiğinin kanıtıdır ve her kültür tanınmak, keşfedilmek ve ufuklarımızı açmak için vardır, onu yok etmek için değil." Bizler bildiğimiz kadar unutmuyoruz da aslında; "vurulanları, meçhule bırakılanları, zaman aşımına uğrayanları, delilsiz kalan suçları…"

Tek suçumuz birleşmememiz, yalnız kalmamız, yalnız hissetmemiz, yalnız yaşamamız. Orda bir köy olduğunu biliyoruz ama gidip o köyü kurtarmaya çalışmıyoruz, nasıl olsa hala var olduğunu bildiğimizin bize vermiş olduğu rahatlık yüzünden sanırım. Bizlerin en büyük zaafı, yumurta kapıya dayanmadan harekete geçemememiz, çünkü beyinlerimiz stres altında daha fazla ve daha randımanlı çalışıyor. Aslında bu kadar çok şey bildiğimiz için mutlu muyuz, onu da kendi adıma bilmiyorum diyebilirim. En büyük sıkıntımızda tahammülsüzlüğümüz herhalde, çabuk parlayıp, çabuk sinirlenmemiz ve çabuk soğumamız. E şimdi buradan ne anlıyoruz? Aslında bunun cevabını aramak için yazdım bu yazıyı çünkü ben bulamıyorum ne anlamamız gerektiğini ama biliyorum ki bu yalnız kalanların, sistem kurbanlarının çocuğu olmaktan kurtulanların çocukları bunları düzletecek. Çünkü onların yaşamları doğumlarından, ölümlerine kadar fikri ve vicdanı hür olarak gelişecek.

Bembeyaz sayfa açmak isteyip, yazılarını kıpkırmızı bir nokta ile bitirenlere…

Mehmet Ali Albayrak


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


polygon@polygon.com.tr


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


ODAM YALNIZLIĞIM VE BEN

Ellerin değdiğinde
Susarım
Susarım çaresizimdir
Ellerin değdiğinde
Korkarım
Korkarım sensizimdir
Karşı koyamam
Bilirim sana hasretimi
Ve özlemimi
Aklıma gelir işte o zaman
Odam yalnızlığım ve ben

Ahmet Yılmaz Tuncer

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Ayrılık
Doğan Canku









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090409.asp
ISSN: 1303-8923
9 Nisan 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com