Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.654

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 12 Haziran 2009 - Fincanın İçindekiler


  • SOKAKLAR ISLIK ÇALMAZ (son) ... Seyfullah Çalışkan
  • DOĞUMA DOĞRU ... Hamdi Topçuoğlu
  • "TOPLUM NEREYE?" ... Bertan Onaran
  • Ankara Havası ... Ahmet Şeşen


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Bol Bul Bulmacalar, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Sınav üreticilerini protesto ediyorum!..


    Merhabalar,

    Çok önemli bir haftasonuna giriyoruz. Milli Eğitim sistemimizin bir türlü parıldayamayan, bir miktar ışık verebilmek için değiştikçe değişen sınav kabuslarından ikisi bu hafta sonunu işgal edecek. Öylesine sınavkolik olmuş durumdayız ki, Pazarları yetmiyor, bir de Cumartesileri kullanıyoruz. Geçen hafta sekizinci ve yedinci sınıfların SBS'si, bu hafta 6.sınıfların SBS'si ve üniversite umudunu hâlâ içinde yaşatabilenlerin ÖSS'si (Acaba bunu "ÖS Sınav" olarak söylesek daha mı doğru olur? Tayyip Bey'e sorsak mı? Kim vurduya gidip edepsiz falan olmayalım.) arka arkaya dizildiler.

    İkincisi yani ÖSS ile gelecek yıl tanışacağız ama bu yıl SBS'miz var. Haklı olarak Küçük Prens'in asfalyaları atmış durumda. Kendimce, dilim döndüğünce sınavı sıradanlaştırmaya çalışsam da, tepkilerinden hiç işe yaramadığını anlıyorum. Çocuk yarın karne alacak, hem de en başarılısından ama sevinmeye bile vakti olmayacak. Bu nasıl bir zulumdür, neden bu işkence yapılır bilen beri gelsin. Sınavları elek misali kullanan bu sistemi külliyen protesto ediyorum. Ve gene biliyorum, üç sınavla hayatımıza giren bu SBS çılgınlığı birkaç yıl içinde tarih olacak. Başarılı olanlar sevinçle, başarısızlar nefretle hatırlayacak. Ama hepsi, birilerini sitayişle anacaklar. Gelin kimler olduklarını siz bulun. Sistemin içinde, çarkı döndürmeye çalışan büyük küçük tüm öğrencilere başarılı bir hafta sonu diliyorum. Sonucu çok ta önemsemesinler, biz onları bu halleriyle de çok seviyoruz.

    ...

    Bugünden itibaren bir sevgili abimiz katılıyor aramıza, Bertan Onaran. Cumhuriyet'te zorunlu olarak ara verdiği yazılarını fırsat buldukça Kahve Molası okurları ile paylaşacak. Bana gönderdiği mesajda kısaca kendisini anlatmış, gelin birlikte okuyalım;

    "1937 yılında üç kardeşin büyüğü olarak Hayrabolu'nun Çıkırıkçı köyünde doğmuşum; Orta'yı Bilecik'te, Lise'yi Haydarpaşa'da okudum; sonra edebiyat fakültesinin Fransız dili ve yazını bölümüne girdim 1955'te. 1964'te çeviriye başladım; aynı yıl Nâzım Hikmet'in üvey oğlu Memet Fuat'ın De yayınlarında Nobel Ödülü'nü kazanan "Sözcükler"le başlayan kitaplar sürdü geldi; Camus, Beauvoir, Beckett, Cervantes, Zola, Gide, Reich, Laborit, François Jacob var aralarında. 1972'de Beauvoir'ın "Konuk Kız"ına TDK çeviri ödülü verildi. Yazılarımı derleyen iki kitabım var: Kabalcı yayınlarında "Yaşama Sanatı Günlüğü" ve Asya Şafak'ta "Cumhuriyeti Savunmak" .

    YTÜ'den 1999'da, 34 yıl okutmanlıktan sonra, emekli oldum; Türkiye'de çıkarılan bütün dergilere yazılar çeviriler verdim; bunlar arasında Yeni Dergi, Adam Sanat, Sanat Çevresi önemli yer tutar. 15 gün öncesine dek Cumhuriyet'te "Güzelin Ardında" köşesinde yazıyordum.

    Yazılarımın hepsinde Nazım Hikmet'in şiirlerindeki kadar siyaset vardır..."


    Güzel ve başarılı bir haftasonu dileğiyle hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      SOKAKLAR ISLIK ÇALMAZ (son)

    Sinop tam üç gündür sisler altında… Gecede ve gündüzde… Gece çökünce sokak lambaları yanmasa bile sisin ağırlığı kentin bütün sokaklarında hissediliyordu. Yürürken ıslak tüller yüzünüze değiyor, soluduğunuz hava deniz ve tuz kokuyordu. Kendi adıma sisler içinde kaybolup giden objelerin izlemeyi severim. Bir araba geçer sokaktan ve ansızın kayboluverir. Sokakların bu hiç bitmeyen illüzyonu bana eğlenceli gelir. Denize uzatsam elimi suya mı değer, sise mi karışır anlayamam. Taşlar artık yerli yerinde değildir. Evler, ağaçlar, arabalar, insanlar birbiri içinde alacalanıp yok olurlar.

    Arabacı Fethi hala eski belediye başkanına sövmeye devam ediyor. Bereket versin ki adı deliye çıkmış. Esi başkan iki satır dilekçe yazıverse ömür billâh adliyeye gider gelir. Sokakların eğittiği insanlar kitap cahili sayılır ama bu yanıltıcıdır. O da kendince bir yol bulmuş aslında. Yaşamın içinden su gibi akıp gitmek için. Deli demek işin kolayı. En azından dokunulmaz olduğunu çok iyi öğrenmiş. Fethi ile aynı çuvala girip boğuşmak koskoca eski başkana yakışır mı? Deliyle deli olunmaz a canım…

    Yeni başkan otobüs terminalini eski yerine geri getirirse Fethi yine eski işini yapabilir. Ama seçimlerden sonra işin rengi değişti. Birden eski surların içindeki kalenin zemini kazılmaya başlandı. Asfaltın altından bir sürü duvar, taş, yol çıktı. Müze müdürlüğü bir yeri kazmaya başladı mı o işten hayır çıkmaz. Fethi de bunu biliyor ama işine gelmiyor. Fethi hala işsiz ve el arabasını iterek sokaklarda dolaştığı günleri özleyerek yaşıyor. "Çok gitmez diyorlar. Çok gitmez, valla gübbeden kalpten gider bu adam. "

    Şoför Necati bir sabah ezanla uyandı. Servise çıkmadan önce tıraş olup elini yüzünü yıkayacaktı. Birden lavabonun önüne yığıldı kaldı. Evdekiler koşup yerden kaldırdılar. Onu kanepeye yatırıp ambulansa telefon ettiler. Ambulans sabahın beşinde feryat figan sirenlerini çalarak geldi. Şöfor Necati'yi alıp götürdü. Acilde kapılar kapandı. Ağlayanlar, sinir krizleri geçiren eşi içeri alınmadı. On beş dakika sonra bir hemşire çıkıp "başınız sağ olsun" dedi. Geride kalanların başı sağ oldu ama Şoför Necati, ansızın şaka gibi çekip gitti.

    Nedret hastanede tanışıp evlendiği eşiyle başka bir kente taşınıp, her şeyi geride bırakacakmış gibi yaşamayı denedi. Eşinin öfkesi, sudan bahaneler yaratarak ona vurması gittikleri o kente de peşlerinden geldi. Bir ara çocuk yapalım dediler. Çocuk yapalım belki yaşantımıza yeni bir nefes, yeni bir heyecan gelir. Ama çocuk yapmayı hep ertelediler. Eşi hala onu dövüyor ve her seferinde köpekler gibi pişman olup af edilmesi için yalvarıyor. Bazı şeyler hiç değişmiyor. Deniz her zaman ıslak ve gökyüzü hep mavi.

    Bıldırcın Kadri tövbe edip hırsızlığı bıraktı. Kaçıncı tövbe edişidir artık o bile hatırlamıyor. Bu küçük kasabada her olaydan sorumlu tutulup zırt pırt karakola götürülmekten usandığı için İstanbul'a gitti, belki orada kalabalıkları karışıp gözden kaybolabilir ve yeni bir hayata başlayabilirdi. Tabii bu hiç kolay değildi. Kadri'nin en işi bildiği iş önce hırsızlık, sonra balıkçılıktı. Geçmiş senelerin, tozlu zamanlarında bir eylül sabahı Karadeniz'e açılan gırgırın balıkçı takımına katıldı. Kocaman lacivert bir tekneydi. Av da fena gitmiyordu. Mevsim palamut için olsa bile, lüfer, izmarit, istavrit, ne rastlarsa avladılar. Kadri'nin hakkına güzel pay düştü. Gecenin üçüncü molasından herkesin yerlere yığılacak kadar bitkin olduğu bir sabah geminin Sinop limanına girdiği gördü. "Lan." dedi, "ben bu dünyanın anasını satarım be." Balıkçılığının da …sının …na korum. Gemi iskeleye yanaşır yanaşmaz atlayıp İstanbul' geri gitti. Eşeğin sevmediği ot, burnunu dibinde bitermiş. "Ben kaçtım bu şehirden. Balık tuttu beni buraya getirdi." Kadri İstanbul'a dönünce eski mesleğine, yani hırsızlığa geri döndü. Ama o her zaman küçük bir hırsız oldu. Kocaman kasalar, kuyumcular, bankalar soyamadı. Kendisi gibi hep ayak takımından garibanları çarptı. O büyük kentte hiç yakalanmadı, karakola götürülmedi. Son duyduğumda yine tövbe etmişti. Bu sefer hacca gidip tamamen gönül yoluna, Allah yoluna girecekmiş.

    Sinop'ta tam üç gündür sis var. Martılar ve güvercinler kanatları sislere yapışık gibi uçuyorlar. Yakınıma konanlar sislerden kopuyor, uçup gidenler sislerde eriyip yok oluyorlar. Sisler içinden gelen trenler olurdu eski filmlerde. Genellikle akşama doğru, hafif bir alacakaranlık öncesi istasyona girerdi. Baca dumanları ve tekerleklerden çıkan buharlar sislere karışarak. Ne güzel, kocaman ve öfkeli… Bu kente tren gelmez. Sokakları her bahar yağmur kokar, sislerle söyleşir. Ne martıları susar, ne güvercinleri uyur. Bu kente trenler uğramaz. Sokakları rüzgârlarla uyur, yağmurlarla uyanır. Sisler içinde baharlar gelir. Nisanlar kucak kucak yağmur taşır kaldırımlarına. Islak kaldırımlar konuşur ama sokaklar ıslık çalmaz…

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      DOĞUMA DOĞRU

    Ev halkı nicedir bekliyordu 22-23 Nisanı. Hava soğuk olabilir düşüncesiyle yedek çullar bile hazırlanmıştı yuvanın yanına.

    Nisan girer girmez Bala'nın karnı birden şişti. Hareketleri ağırlaştı. "Daha erken." dedi, köpekten anlayanlar. "Yavruları çok olmalı…" dedi kimisi. Kimisi de dönüp Canay'a aferin çekti; "İyi bakmışsın köpeğe!" diyerek.

    Bu duruma en çok sevinen Karabek oldu. Çünkü Bala'nın çiftleştiği köpeğin sahibiydi. Çakır'la uzun uzun pazarlık yapmıştı. "Her iki yavrudan biri benim olursa köpeğimle köpeğiniz çiftleşebilir aksi takdirde kendinize başka bir köpek bulun!" deyip çıkmıştı işin içinden. Bala'ya uygun bir eş aramışlardı köy köy, kasaba kasaba. Gönüllerine göre bir köpek bulamamışlardı. Bu arada Bala'nın da çiftleşme zamanı geçtiği için tekrar Karabek'e dönmüşler onun sıkı pazarlığını bir sonraki sefer için kabul etmişlerdi.

    Çakır, Abalı'ya da bir yavru sözü vermişti Bala'yı alırken.

    Tek yavru olursa kimseye bir şey verilmeyecekti. İki yavrunun biri Karabek'in olacak, biri Canay'a kalacaktı. Üç yavru olursa, üçüncüyü Abalı alacaktı. Dördüncü yavru kendisinindi. Beşinci yavru Karabek'in. "Yedinciden sonrasında hak iddia etmeyeceğim. Bana en çok üç tane yeter." demişti, Karabek.

    " İlk doğumda çok zor; ama dokuz yavrusu da olabilir." demişti Çakır. " Bakamaz anne, telef olur yavrular."

    Memelerin sayısını anımsamıştı. Bala'nın sekiz memesi vardı; ama birinin ucu kördü. Onunla yavru besleyemezdi. Her memeye bir yavru yetiyordu

    "Bakamayacağını anlarsa bazen kendisi bile boğar yavrusunu." diye eklemişti Çakır. Canay'ın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Bunun üzerine:

    " Annenin sütü yetmezse yavruların hepsi ölebilir. Bu yüzden anne, diğerlerini yaşatmak için en zayıf yavruyu feda ediyor. Anlıyorsun değil mi?" diyerek açıklamaya çalışmıştı yaşlı adam. Canay, anlamıştı; ama kabul edememişti bu gerçeği.

    Ev halkının gözü Bala'nun üstündeydi. O deli dolu koşuşmacaları neredeyse unutulmuştu. Akşam yürüyüşlerinde Canay'ın yanından hiç ayrılmıyordu. Hatta yokuş çıkarken ikide bir durup derin derin soluklanıyordu.

    Doğuma, hesaba göre 15 gün kalmıştı. Canay, onu, her günkü gibi okul dönüşü yürüyüşe çıkardı. Çıkmaz sokaklarının sonuna varmışlardı ki, sağdaki çitten bir kara kedi fırladı. Bala, onu görür görmez saldırdı. Kedi önce geri dönmek istedi; ancak vazgeçti. Çitin dibine pustu, savunma durumuna geçti. Boyun içerde, tüyler kabarık, bel bükük, gözler iki alev topu... Saldırıyı bekliyordu.

    Bala'nın acelesi yoktu. Avını kıstırdığı anların sabrıyla, bir ayağını karnına çekerek fermasını verdi, bekledi, bekledi. Kediye biraz daha yaklaşmak için o ayağını karıncaların bile hissedemeyeceği bir yumuşaklıkta toprağa bıraktı, tekrar ferma vermeye devam etti.

    Bu törensi bekleyiş epeyce sürdü. Kediyle aralarında iki adımlık bir uzaklık kalmamıştı ki, bir kurşun gibi atıldı kedinin üstüne. Kedi, can korkusuyla tısladı; döndü ve yolun karşısındaki badem ağacına tırmandı. Bala da peşinden tırmanmaya çalıştı. Ancak bu olanaksızdı. Ağacın çevresinde deliler gibi dönmeye başladı.

    Canay, onun kedi düşmanı oluşundan hem hoşlanır, hem de korkardı. Hele bu sefer yüreği ağzına gelmişti. Bir pençede yaralayabilirdi kedi onu.

    Canay, sert bir sesle çağırdı, arka arakaya. Bu ses, Bala'nın çok iyi bildiği bir sesti. Kendisini deliler gibi seven bu çocuğun kızdığında kendisini hırpalamaktan çekinmediğini asla unutmazdı... Ama tehlikeyi savuşturmanın rahatlığıyla ağacın tepesinden kendisine bakan kediyi bırakıp Canay'a gitmek istemiyordu.

    - Yeter, gel çabuk!

    Bu emir kesindi. Üstelik Canay'ın elinde bir de küçük sopa vardı. Kuyruğunu bacak arasına aldı, kıçını sürüye sürüye ayakucuna vardı.

    - Ne var şimdi böyle yapacak? Ya yavrularına bir şey olursa?

    Bu ses, sevgi dolu bir azarlamaydı. Böyle durumlarda sırt üstü yatar, ön ayaklarını Canay'a uzatır, karnı okşanıncaya dek debelenmeyi sürdürürdü. Canay karnını hafifçe okşadı...

    - Seni deli kız, seni... Uslan artık. Artık anne oluyorsun.

    Yavrular, avucunun altında kaydıkça Canay sevinçten çıldıracak oluyordu. Acaba kaç yavrusu vardı Bala'nın? Bir, iki, üç... Bala, hareket ettikçe karıştırıyordu sayıları.

    Kedi, badem ağacının en uç dalında, saldırının gerçekten bitip bitmediğini anlamaya çalışıyordu.

    "Canay kaç gündür kulağı kirişte uyuyordu. Bala huzursuzdu. Zaman zaman kulübesinin dışına çıkıyor avluda dolanıyordu. Bu gece de üç kez dolaşmıştı bahçede. Doğuma iki gün vardı; ama yine de tetikte olmalıydı. Sabahleyin okula giderken babasını defalarca tembihledi.

    " Gözün üstünde olsun. Aman ha!. Doğum başlarsa yavrularına dokunma. Kıskanır...

    Havalar henüz tam ısınmamıştı. Yağmurlu gecelerin buğusu kuşluk vaktine dek avlularda tütüyordu. Öğleyin birden ısınan hava akşamüstü bulutlarla yeniden kararıp yağmura hazırlanıyordu.

    Bala'nın yuvası korunaklıydı; ama yeni doğacak yavruların da korunması gerekiyordu. Bir ara Bala'yı ahıra almayı denemişlerdi; ancak Bala sevmemişti ahırı.

    Gürbey, gecenin yağmuruyla yıkanıp arınmış güllere dalmıştı. Yerdeki kan parçasını gördü. Kan, damla damla yuvaya gidiyordu. Beklenen bir şeydi doğum; yine de eli ayağı dolaştı: "Aklında oğlunun dedikleri…"

    Yanı başında bitiverdi Bala. Gözlerinin içine bakıyordu. Bilirdi bu bakışı. Bu bir çağrıydı. Ardı arkasına iki kez havladı. Başıyla yuvayı işaret etti.

    "Yavruyu ya da yavruları göstermek istiyor herhalde." diye düşündü, aklı karıştı. Yuvaya gidip olan bitene bakmalı mıydı yoksa. Oğlunun tembihlerine uydu, eve yöneldi. Bala, bir kaç adımda önüne geçti gözlerinin içine bakarak yeniden havladı. Hayvanın can acısıyla böyle davranmasının bir nedeni olmalıydı mutlaka.

    Yuvaya vardığında Bala'nın ıslak şiltesini gördü. Eski palto köşeye sıkışmıştı ve hiçbir yavru yoktu görünürde. Aklı başından gitti. Yuvanın etrafına bakındı, bahçeye baktı. Bu yavrular nereye giderdi ki. Yuvanın köşesinden gelen cılız ses her şeyi kavramasına yetti. Yavru paltonun içinde kalmıştı. Yavruyu kurtarabilmesi için yuvaya girmesi gerekiyordu. Bunun ne denli tehlikeli olduğunu ezberletmişti oğlu. Ama yavruyu ölüme terk edemezdi. Yuvanın ağzındaki tahtalardan ikisini çabucak söktü, uzanabildiğince uzandı yuvaya. Bala'nın saldırabileceğini çoktan unutmuştu. Az sonra paltonun kolu içine sıkışıp kalan yavruyu çıkarmıştı. Minicik, kara kafalı, kara kuyruklu bir bebek... Aynı siyah parlak benek döşünde de vardı. Omuz, sırt ve bacaklar kar beyazı; patileri, burnu ve karnının altı taze pembeydi. Bu renk armonisi içindeki yeni hayatın sıcaklığını avuçlarında tuttu beş on saniye. Paltoyu düzelti ve üstüne koydu.

    Gürbey, yuvadan çıkar çıkmaz Bala, şimşek gibi daldı içeriye. Burnunu yavrusunun burnuna dayadı, onu kokladı, kokladı. Süt vermek için yavrusunun yanına uzanırken gözlerini adama çevirdi. Ömrünce hiçbir çocuğun gözyaşını silmemiş, hiçbir yaşlıdan, Allah razı olsun, sözü duymamış; kör, topal; yoksul, çaresiz birine yardım elini uzatmamış bir adamın, kalan ömrünü yardım meleği olarak geçirmesi için Bala'nın gözlerindeki o derin minnettarlığı görmesi yeterliydi."

    Neredeyse gün boyu sürdü doğum. Arka arkaya dokuz yavru doğurdu Bala. Doğan her yavruyu özenle temizledi, göbek kordonunu dişleriyle kesti, yedi. Burnunu burunlarına dayayarak memeleriyle buluşturdu onları. Yavrulardan biri, ölü doğmuştu. Birini de ilk gecenin sabahında yuvanın dışında buldular. Bala, bunu sıradan bir olay gibi karşıladı. Yedi memesinden yedi yavru asıldıkça anneliğin doyulmaz hazzını yaşıyordu.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Bertan Onaran

     Yaşamı Savunmak : Bertan Onaran


      "TOPLUM NEREYE?"

    Cumhuriyet'in başlığı bu; ama soru eksik, aslı "dünya nereye?" olmalıydı. Dinar'da evlenmek istemeyin kızı zorlamak üzere yapmadıkların bırakmamış yakınları, ardından da canını almış. Geçen gün başka bir yurttaşımız anasını eşini çocuğunu inanılmaz bir serinkanlılıkla birbiri ardından öldürdü. Bir genç kızın başı kesildi kıtır kıtır.

    Televizyonlarda, gazetelerde bu olayların gıdıklayıcı haberleri bitmek bilmiyor; Sayın Başbakan bile kızmış artık, olaylara yol açanlar neden yakalanmıyor, kamuoyuna neden yatıştırıcı bir sonuç duyurulmuyor diye.

    Oysa yaşananlar, yaşanacaklar durup dururken deliren, zıvanadan çıkan kadın ya da erkeklerin sıra dışı eylemleri değil ki. Aslında yüzlerce yıldır sürüp gelen çok temel bir yanlışlığın; para ve güç sahipleri karşısında emekçileri; erkekler karşısında kadınlarla çocukları ezmenin, ezmeyi seçmenin kaçınılmaz sonuçları.

    "İnsan, insanın kurdudur" savsözünün mantıksal türevleri: bütün öbür canlılardan çok daha akıllı, yetenekli olduğunu ileri sürdüğünüz; bu konuda sayısız tatlı masal uydurduğunuz insanı hem öbür insan kardeşlerinin, hem canlı cansız bütün varlıkların kurdu yaptığınız, buna sözlü ve kılgısal izin verdiğiniz an, başka ne olmasını bekleyebilirsiniz acaba?

    Oysa bilgisayara zaman zaman birtakım resimler, sunumlar geliyor: öksüz ve yetim kalmış kaplan yavrularını bağrına basmış emziren bir maymun ya da azıcık kandırılsa da sırtlarına kendi postuna benzetilmiş yelekler geçirilmiş domuz yavrularına meme veren kaplan; bir ceylanı uzun uzun yalayıp temizleyen, sonra gelip koynunda yatan kedi.

    Demek ki beyinlerini yıkamazsanız, doğadaki hani şu yırtıcı dediğimiz hayvanlar bile, birbirine sahip çıkabiliyor, bakıp sevgi gösterebiliyor.

    İnsanların gittikçe çıldırması, en başarılı korku ya da gerilim filmlerinin aklına gelmeyen işlere kalkışması durup dururken olmuyor.

    Dünyanın en güzel şarkılarını besteleyip söyleyebilen, en güzel şiirlerini resimlerini halılarını kilimlerini yapılarını yaratabilen insanın beyni, göz göre yapılan haksızlığa dayanamıyor: milyarlar gün geçtikçe inanılmaz bir yoksulluk cehennemine sürüklenirken, küçük bir azınlığın bin bir gece masallarına taş çıkartan savurgan, sorumsuz, gösterişli bir yaşam sürdüğünü televizyonlarda görüp gazetelerde okuyunca çileden çıkıyor. Çıkınca da, duyumsanan haksızlığın büyüklüğüne göre, tepki büyüyor, bütün mantık aktöre denetlemelerini aşıyor, hem kendini, hem dünyayı yakıp yok etmeye dönüşüyor.

    Allı pullu sözcüklerle, demokrasi, insan hakları, özgürlük diye diye milyarları yüzlerce yıldır acımasızca amansızca soyup ezenler, gözümüzün içine baka baka, halkların emekleriyle yaratılıp biriktirilmiş olanakları yine bir avuç sorumsuzun buyruğuna verince, bu gidişin düzelme umudu kalmıyor.

    Bize sabahtan akşama hukuk, insanlık, uygarlık dersi veren Avrupa'da son AB seçimlerini kazananlara bakın: o ülkelerin en bencil, en şımarık, en acımasız bireyleri.

    Ve bu küresel harakiri yine halkların emekleriyle yaratılmış her şeyi, gazeteleri, televizyonları, spor kulüplerini, eğlence dünyasını ellerine geçirmiş olanların 365 gün, 24 saat yaydıkları yalanlarla gerçekleştiriliyor.

    Oysa başka bir seçenek var; geçende ülkemize gelen Brezilya Devlet Başkanı: "İMF'yi kapı dışarı ettik, kendimize geldik, kalkınmaya başladık" diyordu.

    Yalnız Bağdat gibi dünyanın en eski uygarlıklarından birinin tepesine bomba yağdırmakla kalmayan, ayrıca insanları açlıktan öldürmek ya da kısırlaştırıp soylarını kurutmak üzere, üstünde oynanmış tohumları yaratıp zorla ya da kandırarak bütün dünyaya satmaya çalışan asıl delilere karşı bütün dünya halklarının ayağa kalkıp sevgiye, dayanışmaya, paylaşmaya dayalı düzene geçmeye başlamaları gerekiyor Güney Amerika'daki gibi.

    Üstelik bunu, bir zamanlar toplumcu ülkünün kâbesi sayılan yerlerdeki gibi, polis ya da jandarma baskısıyla; oraya buraya sürerek; zindanlara kapatarak ya da sessizce yok ederek değil; örneğin Chavez gibi, halkıyla birlikte şarkılar söyleyip danslar ederek yapmak gerekiyor.

    "Özlediğiniz insanı, kendinizde oluşturmaya başlayın" demişti Küçük Prens'in sevgili ozanı Exupéry.

    Ve bu topraklarda, bütün dünyaya örnek olmak üzere, bu sözün canlanmış biçimi yaşamıştı: Mustafa Kemâl Atatürk.

    Sevgili insan kardeşlerim, bu çıkmazdan kurtulmak mı istiyorsunuz? Öyleyse "sarı saçlı mavi gözlü" oğlunuza sımsıkı sarılın.

    Bertan Onaran


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    8 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Ankara Havası

    Bugünlerde sevgili Ankara'dan çıkmaz oldum. O mu benden bıkacak ben mi ondan hiç bilmiyorum doğrusu. Bir de; "Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun" diye şarkı söylerler, hıh ..! Sebebi ziyaretlerimin arasına bu sene koca bebekler girdi. Sevgili lisemizin geleneksel olarak her yıl düzenlediği ( geçen sene atlamışlardı ) yemek, kuruluşunun 50.yılı olması sebebiyle daha da heyecan verici bir hale gelmişti. Belki de henüz hayatının 18. baharında olan ilk mezun şimdi 68 yaşındaydı. Dinozorların yanısıra; genç kuşaktan katılımcıların olması çok iyi geldi ( 1988'lilerden oluşan bir masa vardı ki müthiş güzel eğlendiler ) ama gönül daha fazla insanı bir arada görmek isterdi. Elbette zamanlamanın da etkisi olsa gerek, kimi insanlar yazlık yörelerin kapılarını yeni sezonu için açmışlardı. Bizim 1974'lüler çetesi de birkaç fire vermişti ama yine de koca bebekliğimizi doyasıya yaşadık masamızda. Sigara yasağı nedeniyle aslında Ferda da gelebilirmiş dedik ama olmadı velhasılı. Emel yazlıkta, Nihal kışlıkta derken asker bavulu masamızı Şeyda Abla kurtardı da millete rezil olmadık. Oysa o kadar da rica etmiştim Düzenleme Komitesi'nden torpil yapmaları için ama Ankara havası aldık...

    Yine de epeydir görüşmediğimiz sevgili arkadaşlarım Haluk, Bülent, Fikret ve Muzaffer ile felekten bir gece daha çaldık. Masamızı onurlandıran ve İstanbul Ekibi'nden de tanıdığım Ömer Kaptan'ın bir açıklaması çok hoşuma gitti. Bir grup koca bebeği, örneğin 1 hafta kamp yapar gibi bir yerde toplamışlar. İlk gün hepsinin kan örneklerini almışlar ve 1 hafta sonra da aynı işlemi tekrarlamışlar. Sonuçlar; kan hücrelerinin ilk günden çok daha pozitif olduğunu ortaya çıkarmış. Doğruysa; gerçekten etkilendim. Sanırım bizlerin de kanı gecenin sonunda bitlenmiştir. Eee, ne de olsa Ankara havası bu, çarpar insanı...

    Yine sevgili hocalarımızı ( başta Baha Bey ve Melahat Hanım ) görebilme fırsatı bulduk. Baha Bey beni Barbaros'a benzetmiş, onu da tanıyor değilim ama bizim de bir Barbaros Hayrettin isimli arkadaşımız vardı ve fakat benimle ve dahi Baha Bey ile hiçbir alakasını kuramadığımdan sözünü bile etmedim sevgili Hoca'mıza. En güzel yıllar değil mi Lise yılları ? Kimliğini bulma çalışmalarına başladığın ve dahi saf çocukluğunun verdiği çizgilerden uzaklaşmadığın ve o bir daha geri gelmez zaman. O zamanda; kimbilir ne İLK aşklar, ne İLK ayrılıklar yaşanmıştır. Hayatın ilk sillesi belki de o zamanlarda yenilmiştir. Ama inanıyorum ki; hep bir tatlı tebessüm ile bir köşede ve bir başına yaşanmıştır ve ömür boyu da yaşanacaktır. Dedim ya; tavası meşhur olabilir ama bu Ankara havası, insanın iliklerine kadar işler bu İLK'ler, İLK yaşanmışlıklar...

    Ne şiir yazmayan vardır ne de aşık olmayan. Şimdiki gençlik gibi; ne eMeSeN aşkları olmuştur ne de eSeMeS birliktelikleri. O zarif mektuplarda gizlidir gizem, o heyecan dolu buluşmalarda atmıştır sevgi dolu yürekler. Özündeki en temel öğe arkadaşlıktır, kimse öküzün altında buzağı aramasın. Şimdiki nesilde pek fazla olmayan husus da kanımca budur. Elbette hepimiz evlat sahibiyiz, onları küçümsemek için yazmıyorum bu satırları ama terazinin bir kefesine Alpay'ın "Eylül'de Gel" şarkısını diğer kefesine de bu aralar günde sekiz posta çalan Yusuf'un "Heder oldum" şarkısını koyduğumda bu hususu hissedebiliyorum. Hatta; "İster heder ol ister beter !" diyesim var ama kararlıyım, söz verdim Edi'ye, ağzımı bozmayacağım ! Ne de olsa Ankara havasında ağzınızı bozamazsınız değil mi ..?

    Geçmiş yılların yemeklerinde olduğu gibi dansöz felan yoktu, "Oooh ! Paralar cepte kaldı" diyorduk ki; Shop&Miles gibi Shukriye ( hani şu geçmiş yılların puantiyeli Sınıf Başkanı ) tepemize dikildi :
    "Çocuk okutacağız, pamuk eller cebe !" dedi.
    - "Rozetler de hibe !" dedik ama çatır çatır onun da parasını aldı. Ee, buna da shukur...

    Sonuçta; biz Aydınlıkevler Lisesi mezunlarına bu yakışır gerçekten. Projemiz bu olmalı, öyle yılda bir kez düzenlenen organizasyonlarla çocuk okutacağız diye cebelleşmemeliyiz. Bize yakışan bunu bir proje olarak ele alıp sonuçlandırmamızdır. Fon kurmalıyız, aylık ödemelere yaymalıyız, yıllık toplantılarda da bunu gururla açıklamalıyız. Bu yıl şu kadar çocuğa burs verdik demeliyiz. Onların yaşamını takip edebilmeliyiz. Eminim çok daha güzel fikirler çıkacaktır. Ama ben projenin ismini bile buldum :
    "Aydınlığın Çocukları"

    Memleketimin kanayan yarasına, sevgili Aydınlıkevler Lisesi adına bir nebze de olsa çare olabileceğimize inanıyorum. Anladığımız dille söyleyeyim en iyisi;

    Hayda...
    Fidayda da Ankara'lım fidayda...

    Ne de olsa; kokladığımız aynı hava, Ankara havası...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    polygon@polygon.com.tr



    <#><#><#><#><#><#><#>

    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Servet Yaylı


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    FERAH AYİNİ

    Dünyanın bir yerinde, burada,
    bir göl öylece duruyor.
    Mavi eflatun bir sabah
    Dünyanın bir yerinde
    Kendini yavaş yavaş kuruyor.
    Bir kadın, benden biraz küçük,
    Ilık ılık, bana dünyayı,
    Sabahın hayretini anlatıyor:
    (Bir su şiirinde ben, gürül gürül akan
    aşağı illermişim eskiden)
    Bir kadın, benden biraz küçük,
    Sıçrayan su olsun mesela adı,
    Üstümdeki sessiz örtüye yağıyor.
    Burada, dünyanın bir yerinde,
    Bir göl, öylece duruyor,
    Arkada dağlar var, onlar
    daha da dağ daha da dağ diye
    benim eflatunuma vuruyor.

    Bir şaman, burada, bir şaman davuluna
    Sabah olana dek kayının kederiyle vuruyor.

    BİRHAN KESKİN

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Bol Bul Bulmacalar




    Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


     


     Biraz Gülümseyin






    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

     
    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Adieu jolie Candy
    Pascal Danel









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20090612.asp
    ISSN: 1303-8923
    12 Haziran 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com