Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.659

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 19 Haziran 2009 - Fincanın İçindekiler


  • TREN YOLLARI KALABALIK NACİYE'M ... Seyfullah Çalışkan
  • YATAĞAN'A 2. TERMİK SANTRAL ... Hamdi Topçuoğlu
  • "TAM İNSAN" ATATÜRK ... Bertan Onaran
  • YANIMDA UZAĞIMDA, YARINIMDA BİLMEDİĞİM ... Deniz Marmasan
  • Vakitlerin daraltması ... Temirağa Demir
  • Eften Püften Değerlendirmeler-2 ... Ahmet Şeşen


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Bol Bul Bulmacalar, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Babalar Günümüz Kutlu Olsun...


    Merhabalar,

    Git be adam git artık. İnsan bu kadar küçülebilir mi? Hiç mi onurun yok be birader. Ne demek oluyor, "Tahrifat yapmadım, sadece bazı yerleri sizinle paylaşmak istemedim." Bir de kalkıp insanları anlayışlı ve duyarlı olmaya davet etmesi yok mu? Bu nasıl bir pişkinliktir, nasıl bir yüzsüzlüktür, anlayan beri gelsin.

    Ters hareket etti diye yanındaki korumayı kovan, kendisine soru soran vatandaşa "Ananı da al git." diyen başbakan, bu yüzsüzlüğe nasıl tahammül ediyor anlamaya çalışıyorum. Çok acıdır ki, kendi kendime verdiğim cevaplar arasında, durumun insani bir kollama çabası olduğu kesinlikle yok. Çünkü Tayyip Bey de bu tür duyarlılıkların esamisi yok. Geriye kala kala, tencerenin bizzat içinde olmak var ki işte orası çok vahim. Vehamet benim için değil, Tayyip Bey için. Çünkü artık bizler şerbetlendik. Gündemi değiştirmek için servis edilen çakma belgelerle, asıl konuyu ayırdetmesini öğrendik. Belgeyi ayrı, yüzsüzlüğü ayrı değerlendirir olduk çok şükür. Şükrettiğimiz şeye bakın Allah aşkına, ölümlerden ölüm beğen gibi oldu değil mi? Herneyse... Bir de bu adamın ruh halini merak ediyorum. "Bana belge getirin." diye etrafındakilere seslenirken, Alman mahkemelerinin kendini zanlı ilan ettiğini, Türk mahkemelerince hesaplarının bloke edildiğini unutabiliyor mu acaba insan? Demek ki neymiş, insanın kendini programlaması esasmış. Suçsuz olduğuna kendini inandır önce, sonra koltuğuna yapış sıkı sıkı, eh gün gelir balık hafızalılar unutur seni. Yok hemşerim yok, bu sefer öyle olmayacak, herkes hakettiği güzellikle mutlaka mükafatlandırılacak!..

    Belge dedim de, benim bu belgeler konusunda bir soru işaretim var başından beri. Bu belge diye ortaya çıkan şeyler genellikle kopyalar. Ya bilgisayarda bir dosya bulunuyor, ya çekmecede bir fotokopi. Son belge de bir fotokopi. Askeri mahkemeye gönderdikleri kopya olduğuna göre o da fotokopinin fotokopisi. Bunlar noter tasdikli değil ki, üzerinde "Aslı gibidir." kaşesi olsun. Bu durumda bunların orjinalleriyle birebir aynı olduğu kanısına nasıl varılıyor? İmza kriminal labaratuvarda incelenecekmiş. Bu imzanın bir başka zararsız belgedeki gerçek imzadan alınıp alınmadığı da ortaya çıkacak mı mesela bu incelemede? Bir yolu var mı bunu anlamanın? Savcılar itibar ettiğine göre demek ki var. Ama ben aslını öğrenene kadar şüphe etmeye devam edeceğim. Öğrenme konusunda yol alırsam mutlaka sizinle paylaşacağım.

    ...

    Cumhurbaşkanı Gül imzaladığı mayın yasası hakkında bir açıklama yapmış. Peşkeşten önce iki tane alternatif olduğu için onaylamış, olmasaymış geri gönderecekmiş. Hem de taa başından beri ince ince inceletirmiş. O inceleyeciler, birinci alternatifin ordu tarafından geri çevrildiğini, ikinci alternatifin muhatabı maliyenin de nekes davranıp "Paramız yok." dediği duymamışlar mı acaba? Hadi onlar duymamışlar, Çankaya'da televizyonda mı çalışmıyormuş? Bir de kendisini haksız(!?) yere eleştirdiler diye muhalefete canı sıkılmış. İyidir iyidir, sıkı can kolay çıkmaz, sıkılın siz sıkılın.

    ...

    Sıra geldi büyük habere. Kahve Molası bugün sezon finali yapıyor. Ama geçen senekinden farklı olarak, bu sene tatil döneminde haftada bir sayı yayınlamanın uygun olacağına karar verdim. Bu yayın için de Çarşamba günlerini seçtim. Özetle, yeni yayın döneminin başlayacağı Eylül ayına kadar günlük değil, haftalık yayınlanacağız. Tiryakilerimize saygı ve sevgiyle duyurulur.

    Anneleri kıskanmayalım diye uydurulan babalar günü hepimize kutlu olsun. Ama her daim baba olan biz erkekler için güne gerek olmadığının da altını kırmızı kalemle çizmek istiyorum. Önümüzdeki Çarşamba günü görüşmek üzere hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      TREN YOLLARI KALABALIK NACİYE'M

    Elma dersem çık, armut dersem çıkma. Çık artık işte, elmaaaa!... Sen inadına armut oluyordun. Hiç evden çıkmıyordun. Ben sokağın başında bekliyordum. Kapının önünden belki elli kere geçiyordum. İçimdeki ses elma diye bağırıyordu. Sen hep armut oluyordun. Zar zor seni birkaç akşamda bir tesadüfen görüyordum. Elma işte, çıksana artık!...

    Akşamları güneş batmadan önce kan ter içinde oynadığımız saklambaç, kör ebe, dokuz kiremit artık o bizim için o eski çekiciliğini yitirmişti. Büyükler gibi artık kahveye gitmek istiyorduk. Büyükler gibi saç uzatmak, boyalı gıcır gıcır ayakkabılar giymek, saat takmak, ütülü İspanyol paça pantolonlarla kasaba sokaklarında turlamak istiyorduk. Biz artık büyümek istiyorduk.

    Akşam yemeğinden sonra evden çıkar sizin sokağın başına kadar gelirdim. Sokak lambasının altında pervaneler, kanatlı karıncalar ve sinekler uçardı. Ben seni sevmek istiyordum. Hoş kendi kendime seviyordum zaten ama bunu bilmeni de istiyordum. Büyümek ve beğenilmek istiyordum. Bıyıklarım çıksın istiyordum. Gizli gizli babamın jiletleriyle sarı incecik tüylerden oluşan bıyıklarımı tıraş ediyordum. Yüzüme jilet vurursam çabuk çıkarmış.

    Ben çok çabuk büyümeyi istiyordum ve bir de seni sevmeyi. Geleceğe ilişkin düşlerimde birkaç dönüm tarlamız oluyordu bizim. On dönüm kadar da bağımız. Birlikte üzüm kesiyor, pamuk topluyorduk. Daha çok küçüğüz biliyorum. Ama düşler laftan anlamaz ki. Birisi kız, ötekisi oğlan. Hep iki çocuğumuz oluyordu. Her ikisi de birbirinden tatlı. Sen ne istiyordun? Bilmiyordum, hiç konuşamıyorduk ki biz. Beni sevip sevmediğini bile bilmiyordum.

    "Çamlar altına, aman aman çamlar altına. Giyin de kuşan gel Naciyem, Güller altına…" Adı Naciye değildi. Ama bu türkü bize uyardı. Keşke gelebilseydi. Neresi olduğu hiç önemli değildi. Ah bir çıkıp gelebilseydi. Bin kere elma, elma, elma diyordum ama hiç sokağa çıkmıyordu.

    Keçi Hasan ne cins bir adam ya… Gıcık adam, kıl adam, kel adam. Dün akşam "Sen bu sokağa çok gelmeye başladın, hayırdır" demez mi? Sana ne be kardeşim. Sana ne? Yaşlı başlı koca adam. Akranım olsa geçirirdim kafayı. Sanki sokak ondan soruluyor. Hiç anlamaz mı bu insanlar gençlerin halinden? Yanığım sizin sokaktan bir kıza. Günah mı hee yasak mı? Sustum çaresiz, boynumu büküp sustum. Dalaşmak, terslenmek bize yakışmaz.

    "Tren de yoluna, aman aman, tren de yoluna. Tren yolları kalabalık Naciye'm. Gel gir koluma…" Koluma girmesin zararı yok. Arada bir kapı önüne çıksa… Şimdilik arada sırada… Görsem onu yeter. Ayıt kokuları geliyor dere boyundan. Kurbağa sesleri ve cır cır böceklerine karışarak... Birazdan dondurmacı gelecek. Tek atın çektiği arabasıyla sokağın köşesinden bağıracak. Atının nalları taş sokakları döverek, her akşam gelir. Bekliyorum. Belki o da bu akşam dondurma almaya gelir. Dört akşamdır gelmiyor. Dondurmacıya bir göz çaksam... Ondan para almasa... Ne güzel olur.

    Tren yoluna gelmedi ama dondurmacıya geldi. O karışık dondurma sevmez. Dondurmacıya çaktığım göz işe yaramadı. Kaşlarını çatınca bütün hesap bozuldu. Fistanının cebinden elli kuruşu çıkarıp verdi. Ama anladı. Bir bana baktı, bir dondurmacıya. Dondurmasını yalayarak gitti kapı önüne oturdu. Bir şeye canı sıkkın gibiydi. Yanına gitmek istedim. Gitsem benimle konuşur muydu? Gitmedim, bir gören olursa batardım. En iyisi bir mektup yazmaktı. Yeniden dondurma almaya geldiği bir akşam verebilirdim.

    Ona mektup yazdım. Beş kere, on kere yazdım. Hiç birini beğenmedim. Hiç biri ona içimi, yüreğimi söyleyemedi. En sonunda yazdıklarım içinde bir tanesine, bu çok şahane oldu deyip razı oldum. "Seni seviyorum, sana aşığım, senin için ölüp, geberiyorum" yazmadım. Özetle "Güzelsin, çok tatlısın, seni çok beğeniyorum, konuşmayı istiyorum" türünden şeyler söyledim. Sevdiğin biri var mı diye sordum. Çünkü beni en çok geberten şey buydu, bunu merak ediyordum.

    Bu işlerden iyi anlayan büyük ağabeylerden fikir sordum. Mektubu mahalledeki küçük bir çocuktan göndermemi önerdiler. Kapı komşuları küçük bir çocuk elli kuruşluk dondurma karşılığında mektubumu götürmeyi kabul etti. Mektubu gönderdikten sonra ateşler içinde beklemeye başladım. Her akşam sokağın başında bekledim. Kestane kebap, acele cevap gelecek diye umutlandım. İki akşam oldu, üç, dört hatta beş hatta… Kapı önüne hiç çıkmadı. Sokağından geçip evinin pencerelerine bakındım. Günler sonra mektubuma yanıt geldi. Benimle konuşacakmış. Küçücük bir not yazmış. Seninle Cuma günü pazarda görüşelim yazmış. Hepsi bu."SENİNLE PAZARDA GÖRÜŞELİM" Buluşalım bile değil. Sanki iş görüşmesi…

    "Pazaryerleri de kalabalık Naciye'm. Gel gir koluma," O Cuma günü, o kasaba pazarı yaşamımdaki en sabırsız, en heyecanlı, en, en, en ,en… Pazaryerinde görüşeceğiz ama neresinde? Saat kaçta örneğin? Pazarın en az dört beş tane girişi var. Bir yerde beklesem gözden kaçırabilirdim. Ben geldim ama sen yoktun diyebilirdi. Çaresiz onun sokağına gittim. Yaz güneşi altında sokağı göz hapsine aldım. Öğleden sonra evden çıktı. Beklerken terden ve sıkıntıdan sırılsıklam olmuştum. O yürüdü, ben de görünmeden ardından ve uzaktan onu takip ettim. Sakın gören olmasın. Pazaryerine ulaştığımızda kalabalığın en yoğun yerini seçip sanki tesadüfen karşılaşmış karşısına çıktım.

    Pazaryerleri kalabalık Naciye'm, Elma deyince çıkmayan Naciye'm bana baktı. Ben de ona, Ne konuşacaktım, ne söyleyecektim? Nasılsın diyebildim, Nasılsın, ne yapıyorsun? "Hiç," dedi, "hiç pazara geldim işte." Pazar sustu, kalabalık dondu, dünya durdu… Kan ter içinde beceriksiz, dili tutulmuş kalakaldım. Geceleyin evlerinin arkasındaki bahçe çitine, dere kıyısına gelmemi istedi. Saat on da… Sevinçten uçtum. Gel dedi ya gerisi masal. Bal gibi o da beni seviyordu. Daha nasıl söylesin.

    Bir yıl yaz demeden, kış demeden neredeyse her gece dere kıyısına gittim. Bir yıl hiç öpüp, koklaşmadan her gece dere kıyısında konuştuk. Ben onu seviyordum o da beni. Sadece elini tutmama izin veriyordu. Bu nedenle en çok onun ellerini seviyordum. Dünyada onun ellerinden daha güzel, daha sıcak, daha sevecen başka bir çift el olduğuna inanmıyordum. Aylar sonra bana bir soru sordu. "Pazarda buluştuğumuz gün şalvarım ne renkti," dedi. Anımsamıyordum. Anımsayamadım. Oysa sevenler ömür boyunca ilk buluşmanın ayrıntılarını unutmazmış. Bunu bir yerden okumuş. Ben onu gerçekten sevmiyormuşum. Tek soruluk bu sınavda sınıfta kaldım. İlişkimizde bir ilmek kaçtı. Ve bütün aşkımız çözülüp gitti. Dünyanın en güzel elleri bana kapandı. En yeşil gözleri yüzüme bakmaz oldu.

    "Tren yolları kalabalık Naciye'm, Gel gir koluma…"

    Onlarca mektup yazdım, geceler boyu gelir diye bekledim. Hiçbir işe yaramadı. Şimdi o yüz, ben doksan kiloyum. Onun üç tane torunu var, benim hayırsızlar evlenmemekte ısrar ediyor. Sık sık karşılaşmıyoruz ama onu gördüğümde yaşadıklarımın gerçek olduğuna inanasım gelmiyor. Bir yerde bir yanlış olmalı. Aynaların yalan söylediğini herkes bilir. Yaşam bu kadar düzenbaz olabilir mi?

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      YATAĞAN'A 2. TERMİK SANTRAL

    Bazı atasözlerimiz vardır, koca koca kitaplarla anlatacağınız bir düşünceyi birkaç sözcükle anlatıverir. Bana göre " Eğersiz ata binen çabuk iner." atasözü de bunlardandır.

    İş adamlarını severim. Çünkü eğersiz ata kolay kolay binmezler. Emirlerindeki zekalar, onlar için her şeyi hazırlar: "Atınız binmeye hazır efendim!" derler. Efendi de ata biner, kasım kasım kasılarak saltanat sürer.

    Ee, her saltanatın bir bedeli vardır. Gün gelir, Ziya Paşa'nın dediği, gerçek oluverir:

    "Seyretti hava üzre denir taht-ı Süleyman
    Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.

    İbret alan olur diye anlattım.

    ***

    Geçen hafta Yatağan Demeç Gazetesi Başyazarı Sakin Koşar telefon etti:

    - Ağabey müjde, santralimiz doğuruyor.

    Postu deldirmiştik bir kez. Benim için sürpriz olamazdı. Kendi sağlığınıza, çevrenize bu denli duyarsızsanız başınıza ikinci değil, üçüncü de dördüncü de beşinci santral de dikerler.

    1. santral yapılırken Şahinler, Yeniköy, Eskihisar köylülerinin verdiği kavgaya ne Yatağan, ne diğer çevre köyleri destek vermişti. Onlar sanmıştı ki Şahinler ovasına santral kurulur, bizim çocuklar da orada iş bulur. Yatağanın üç beş esnafı da para kazanır. Sonuç ortada. Yatağan'ın nüfusu o zamandan bu yana kaç kat arttı. Bu nüfus artışı termik santral sayesinde gelen refaha bağlı olarak Yatağanlı ailelerin sekiz on çocuk yapmasıyla değil sekiz on çocuklu ailelerin Yatağan'a gelmesiyle gerçekleştiği herkesin malumu. Böyle söyledim diye kimse beni bölgecilik yapıyorum diye suçlamasın. Kendi yaşadığı çevreye sahip çıkmayanın yurt sevgisi bana göre lafı güzaftır. Kaldı ki biz bölgeciliği elde silahla yapmıyoruz. Bu santrallerden karın doyuranların çoğu emekli olunca çekip gidiyor; ama bizim buraları terk etmek gibi bir hakkımız da şansımız da yok.

    Şimdi Yatağan'da yeni bir süreç başlayacak ( başlayabilirse). Bu topraklarda 25 yıl asit soluyarak yaşayanlar termik santralin ne anlama geldiğini biliyor. Termik Santral yüzünden hastalanan, ölen insanlarımızın vebali bu santrali buraya yapanların ve yapılmasına çanak tutanlarındır. Ama onlar bu vebalden anlamaz. Çünkü para, onların tanrısıdır. Tüm yaşananlara karşın buraya termik santral yapılmasına ön ayak olanlar kusura bakmasınlar bu bölgenin cahili ya da hainidir.

    Salı günü ( 17.06.) Yatağan Turgut'ta sözüm ona halkı bilgilendirme toplantısı vardı. Sağlık sorunum nedeniyle İzmir'de olduğum için toplantıya katılamadım. Ancak toplantıyı neredeyse dakika dakika telefonla takip ettim. Dün de Yatağan gazetesinde yetkililere aşağıdaki soruları yönelttim.

    1. Yatağan bölgesindeki kömür rezervi ne kadardır?
    2. Bu kömürdeki uranyum oranı nedir?
    3. Birinci santralin ömrü ne kadardır?
    4. 1. santral ömrünü tamamlayınca ne olacaktır?
    5. 2.santral, birinci santralin kapatılması için bir hazırlık mıdır?
         a. Bu durumda birinci santralin çalışanları ne olacaktır?
         b. I. santral kapatılırsa, ne olarak kullanılacaktır. ( Çevre felaket müzesi olarak kullanılmasını şimdiden öneririz.)
    6. İkinci termik santralin yerinin seçiminde hangi gerekçeler geçerlidir?
    7. İkinci santral kömürü nereden alacaktır?
    8. İkinci santral yaşanan hava kirliliğini ne kadar daha etkileyecektir?
    9. Birinci santralin klimatolojik dengeler üzerinde önemli etkileri olduğu bilinmektedir. İkincisinin buna etkisi ne olacaktır? Örneğin hava sıcaklık değerlerinde ne gibi değişimler beklenmelidir? Bu değişimlerin yağışlara etkisi ne olacaktır?
    10. Değişen yağış sistemi yapılmakta olan Çine Barajı'nı, Geyik Barajı'nı ve çevredeki göletleri olumsuz etkilemesi söz konusu mudur?
    11. Çine - Güllük demiryolu projesiyle termik santrallerin bağı nedir?
    12. Bu yer seçilirken çevredeki ekolojik yapı dikkate alınmış mıdır?
    13. Biliyoruz ki termik santralin en önemli etkisi iğne yapraklı ağaçlar üzerinde olmaktadır.
    Çevredeki birçok köyün geçim kaynağı olan fıstık çamları bundan nasıl etkilenecektir.
    14. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının burada ikinci bir santral yapımının zorunlu olduğu saptamasını varsayalım.
         a. Bu santral izni hangi koşullarla Çalık Grubu'na verilmiştir?
         b. Bu izinde Grubun genel müdürünün Başbakan'ın damadı olmasının payı nedir?
         c. Burada başka gruplar da başka termik santral kurabilir mi? ( Bu kömür bitmeden Yatağanlının çilesi de bitmeyeceğine göre bir an önce üçüncüsü dördüncüsü yapılsın da bizim çektiklerimizi hiç değilse torunlarımız çekmesin.)

    Bu soruları çoğaltmak elbette mümkün. Yetkililer, EAÇ (Kimse öküz altında buzağı aramasın: Eğersiz Ata Binen Çabuk İner) santralinin yapımından önce bu topraklarda yaşayan insanlara soruların cevaplarını tek tek vermek ve onları ikna etmek zorundadır. Vermedikleri takdirde "Ali kıran baş kesen!" olmadıklarını attan indiklerinde çok iyi anlayacaklardır.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      "TAM İNSAN" ATATÜRK

    Gazetelerde okumuşsunuzdur: zıpçıktı bir Amerikalı, Mussolini, Hitler gibi dünyanın paylaşımında görev almış gönüllü katillerle falan yarıştırmış, topu topu bir sayıyla geçirip dünyanın en büyük önderi seçmişti.

    Sağolsun, henüz satılmamış bir Türk aydını, Prof. Dr. İlknur Güntürkün Kalıpçı yapılması gerekeni yapmış, elinin altındaki bütün yapıtları tarayarak Büyük Önder'le ilgili en çarpıcı, en sıradan anıları derlemiş. Aslında hepsini anımsatmak isterdim size, ama yerim dar, ister istemez seçeceğim.

    "Çankaya'dan Meclis'e gelirken yol üstünde tek bir iğde ağacı varmış; Atatürk, onun önünden geçerken arabasını durup iner, selam verirmiş.Neden böyle yaptığını sorunca: 'Ee, demiş, o yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az öbür neferler kadar bunun da selama hakkı var.' Bir gün bir de bakıyor, ağaç kesilmiş. Yolu genişletmek için kesmişler. 'Yahu,diyor, bana sorsaydınız o ağacı kurtaracak yol bulurdum.' Sonra dayanamıyor, arabaya biniyor, sürücüyle arkadaşının önünde, hüngün hüngür ağlıyor."

    "Söğütözü'nde dinlenmeyi pek severmiş: 'Ah şurada bir kulübem olsa' dermiş. 'İyi de kulübe yapılırken buradaki ağaçlar ne alacak?' 'Aman Paşam, bunlar söğüt ağacı, o gönülsüz ağaçtır, söker başka yere dikeriz, mutlaka tutar.' Bir an düşünmüş, sonra:' Tamam, buradaki ağaçları kendi ellerimle sökeceğim, kedi ellerimle dikeceğim, tuttuklarını göreceğim, o zaman kulübenin yapımına izin veririm.'

    "Bir gün tarım mühendisi Tahsin Coşkan'ı yanına alıp bir yere götürür, buraya giderini kendi cebinden karşılayarak bir orman çiftliği kurmak istediğini söyler: gösterdiği yer bataklıktır, sivrisinek kaynamaktadır, hayvan leşleriyle doludur. Coşkan olmaz der; Atarürk de : 'Ben en zorunu yapayım da, siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız', diye yanıtlar."Burası yurt toprağıdır, yazgısına bırakamayız.' Ve o bataklığa çam, akasya, köknar diktirir. Bir üretimlik kurdurmuştur, süt ürünleri sağlamaktadır; 25 Mayıs 1933'te, yine kendi cebinden, Ankara halkını trenlere bindirtir, oraya getirtir, gerçek bir şenlik düzenler: Türkiye tarihin ilk Çevre Günü kutlanır. Dahası, orada hiçbir şey bitmez diyen tarım mühendisi Coşkan'ı ve daha başka uzmanları neden dinlemediğini soran arkadaşı Nebizade'ye şunları anlatır: 'Coşkan'ın yanıtından sonra kılık değiştirip Çankaya'dan kaçtım, buraya geldim. Köylüler beni tanımadılar. Burada ağaç bitip bitmeyeceğini bana nasıl kanıtlarsınız? Diye sordum. Bana bir testi su, kazma kürek verdiler. Şurayı kazıp test iyi göm, iki gün sonra gel, biz sana olup biteni söyleriz.' O iki günün Çankaya'da nasıl geçtiğini bir ben bilirim, bir de Tanrı. İki gün sonra gittim, testiyi çıkardım, içindeki su bitmişti. Köylüler:' Ağa, dediler, testide su kalmamış, demek toprak suyu emiyor, bakma üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş buraya ne ekersen biçersin.' Dolayısıyla, Coşkan'ın olumsuz durum bildirisi geldiğinde ben çoktan işe koyulmuştum.'

    "Ve en güzeli, her şey ortaya çıktıktan sonra, Orman Çiftliği'nin başına Coşkan'ı getirir."

    " Yıl 1914; Anafartalar'da gündüz yer yerinden oynuyor, güzelim Türk çocukları yurdumuzu bize armağan etmek için gözlerini kırpmadan can veriyorlar, etleri kemikleri havaya savruluyor. Bir tek iğde ağacına ağlayan adam, geceleri çadırında, kandil ışığında kitap okuyor. Okuduğu, Macar Türkbilimci Nemet ile Fransız Türkbilimci Devin'in Türk dilini inceleyen yapıtları; savaşın ortasında neden bunları okutuduğunu sorana verdiği yanıta bakın: 'Savaştan sonra bu dilin değişmesi gerekiyor, onu saptamaya çalışıyorum.'

    Bu kez 1916'dayız; Güneydoğu'da çarpışıyor; Bitlis'te, yaveri İzzet Çalışlar'ı çağırıp elindeki deftere yazdırıyor: 'Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınını özgürlüğe kavuşturmak, ona erkeğiyle aynı hakları sağlamaktır.'

    Biliyorsunuz, dini imanı para olanlar buna benzer binlerce örnek saysanız, iyi ama ülke neyle çekilip çevrilecek? diye sorarlar. Anlamak isteyenler için, Sayın Kalıpçı'dan bir bilgi daha alacağım: 1919'da, yıkımın göbeğinde, bir Sterlin 605 kuruş; 1938'de, 19 yıl sonra, 616 kuruş.19 yılda topu topu %8 artmış; ama Mustafa Kemâl Atatürk'ün hastalığının ağırlaşmasından sonra geçen son 4 ayda ise paramızın değer yitirişi tam %15!

    Bütün bunları neye mi borçlu? "Çocukluğumdan beri elime geçen iki kuruştan birini kitaba vermeseydim bugün yapabildiklerimin hiçbirini yapamazdım."

    İlknur Kalıpçı'nın bu güzel çalışması bir saptamayla bitiyor:

    "İnsanüstü değildi Atatürk

    Tam insandı!"


    Bertan Onaran


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    8 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Deniz Marmasan

     Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


       YANIMDA UZAĞIMDA, YARINIMDA BİLMEDİĞİM…

    Akşam suskun kapar kapılarını, parmakların ağırlığıyla, mor kederlere gebe kalır aralıklardan...
    Sütunların ardına gizlenen esir kadından miras bir şerbet, dudağımın kenarında dolunay...
    Boynumdan akan bileklerime uzanan varlığım ve eksik gözbebekleriyle.. eğiliyorum, haşmetli dağların etekleri bekaretini vermiyor gündüz heyecanıma...
    Çakıl taşları avuçlarımda mazi yarası. Mavi etekler özgürlük pençesinde, taş duvar...
    Yutkunamadığım kızıl çehrenden badem gözlerini ayırıp, bileklerimi boyadım.. Mevsimsiz yağmurlarda gözyaşların; saçlarım sırılsıklam...
    Benim ıslanınca saçlarım dalgalanır ve bütün aşklarım bu noktada başlar...
    Soyunduğum aşkından tenime kalan renk iklim iklim...
    Eflâtun kıvılcımlarla çakıyorum yalnızlığı, yeşim rüzgârları affetmiyor yeşerik yalanları.. Kasıklarında sızlayan gül.. İzmir çıkartması...
    Adsız ırmaklardan dökülen yüzüme, martı çığlıkları ekliyorum...
    Garlardan taşan hasret boğum boğum...
    Yolcusuz vagonlar gibi, kanıma karışan aşk kokuları...
    Cerrahı coğrafyamın, bitki hırsızı...
    Lavanta saçılı çarşaf, eklenen bakışların avucumda buruşan biletlere...
    Perdeleri ağır bir başınalığın ve tozlandı dudaklarımın değdiği saman sarısı yaşanmışlık...
    Tersaneye uzanan hovarda dokunuşlar, çarşı izinlerine eğlence...
    Sancıyan diriliğim, dehşetengiz bulut karanlığı...
    Bekçi diktim insomnia harabelerimi... Asil bir ölüm bu, sakat ruh akıtması...
    Yitirilen ahşap kokusundan göğü delene ağıt...
    Tutsak zamanın kölesi harem duası...
    Cebi delik, şiirsiz şair gibi uyuşan tutkun sarmaşık...
    Bozgun var kelimelerimin bakir gölgelerinde...
    Saniyesiz geçen kışlarda kelebek uçururduk, turkuazlığıyla suların...
    Sen yine de sev...
    Var oluşumu titreten serin sancılara basılan deklanşör ve yangın yeri dizlerimden taşan yokluk...
    Yollarda doğar, sana batarım...
    Mevsim yaz, düşlerin kiraz, kanım beyaz, sen yine de bana beni yaz...

    Deniz Marmasan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Temirağa Demir

     Kahveci : Temirağa Demir


      Vakitlerin daraltması…

    Sabahın körü olması onun gözlerinin görmediği anlamına gelmez…
    Aslında en iyi bu saatlerde görürdü…
    Güneş kendi edasıyla süzülürdü yüksek bir dağın ardından…
    Önce ışıkları yükselirdi, görsel bir şov gibi…
    Sonra kendisi çıkardı, göz kamaştıran yapısıyla…
    Körünü, gözünü bilmiyorum…
    Ama zordu bu devran içersinde kendini aydınlatacak edevatları bulmak…
    Bilinmez geçiyordu zamanlar…
    İkide bir yaz geliyordu…
    Sıkılıyordu…
    Her yaz mevsiminde mutlaka bir şeyler gelirdi başına…
    Sabahın köründe görmeye çalışırdı,
    Rüyasına kuşlar girerdi…
    Kimse sormazdı dağınıklığı…
    Sordurmazdı…
    Sağa sola saçılmış bu düzensizlik hali hoşuna gidiyordu…
    Bastırılmış bir özgürlüğün küçük simgesi oluyordu…
    Formülü yoktu…
    Kısaltmasıda…
    Acılar her dem daha uzun çekiliyordu…
    Zaman hızlı akmıyordu…
    Akan zamanın içindeki devinimsel boşluklar oluyordu…
    Sonrası sessiz bir kuşluk vakti…
    Vardı bir bildikleri…
    Hava akımına uygun uçuyorlardı…
    Ve vaktin kuşluk olmasından sahipleniyorlardı…
    Sesleri inletiyordu yeryüzünü…
    İyi ya da kötü ayırt edemiyordu kimse, nasıl sesler çıkardıklarını…
    Çıkıyordu sesleri, ağlayanların dışında…

    Vakitlerin tanımı zordur bu yirmi dört saat içersinde…
    Bölmüşler zamanları…
    Küçük bir kısmını kuşlara vermişler…
    Kuşluk vakti…
    Sabah...
    Onun körü…
    Öğlen…
    İkindi…
    Akşam…
    Yatsı…
    Her zaman içersinde bir evvellik söz konusu olabiliyor masalların bilinmez fiil çekimlerinde…
    Ertesi yok…
    Gerisi bir kuşun kendi melodisi…
    Hatta kapı çaldığında zile yüklenen elektronik kanarya sesi…
    Gideceksen kuşluk vaktinde git…
    En uzağa olsa bilse…
    Abdeste ihtiyacı yok onların dönmeleri için gökyüzünde…
    Hava akımı sürüklüyor kanatlarını…
    Ölenlerin ardından en iyi onlar ağıt yakıyor…
    Geleceksen kuşluk vaktinde gel…
    Bu vakti paylaşıyor benimle kuşlar…
    Kuşdili bilmiyorum…
    Ama onlar
    Anlıyorlar ne demek istediğimi…
    Gelende gidende bir kuşluk vaktinde çarpsın ya da çalsın kapıyı…

    Temirağa Demir
    temiragademir@temiragademir.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,718,718,718,718,718,718,718,718,71
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Eften Püften Değerlendirmeler-2

    Sizi bilmem ama ben diken üstünde oturduğumu hissetmeye iyice alıştım. Hemen her gün kafamı allak bullak eden bir haberle karşılaşmadan edemiyorum. Böyle toz duman olunca da bilirsiniz hemen Edi'yi ararım ve eften konulara püften değerlendirmelerle haftayı kapatmak isterim, yine öyle yaptım :

    "İyi günler efendim, Latte Kayfe Molası'nın pek değerli asilzadesi Tontonedi ile mi görüşüyorum acaba ?"
    "Buyrun benim o tonton olan Edi ..!"

    "Sana dumanı üstünde sıcak sıcak haber vereyim : Konfederasyon Kupası'nda Mısır'ın fendi senin L'italiano'yu 1-0 yendi, az önce seyrettim. Hani belki kankan Coni'yi arayıp taziyelerini felan iletirsin"
    "Biliyoruz herhalde İhtiyar, elde kumanda zap zup gezdiğimi unuttun mu ? Az önce de bir eSeMeS attım o konuda"

    "Sen bilirsin işini ! Lakin, karşı tarafı da kutlamak gerekmez mi ? Hani ilişkileri sen daha iyi bilirsin gerçi ama unuttunsa Mısır'ı da ben kutlayayım..."
    "Kaçın kurrasıyız biliriz herhalde ! Seninki nafile bir heves, boşuna pimpiriklenme oraya da gönderdim en tazesinden bir eSeMeS ..!"

    "İnan ki kaptın sen bu işi. Buna bir parmak bal, şundan iki gönül al, olmadı ötekinin kapısını çal, sonra da ilişkilere bodozlama dal !"
    "Haydaaa, ne biçim cevap lan bu ..!"

    "Nasıl yani ? Anlamadım ..?"
    "Sana demiyorum ya, şu gelen eSeMeSe bak !"

    "Sen de gel benimkini ısır ..! diyor. Kimden geldi bu mesaj ?"
    "Laf ola beri gele gele coni dallamasından !"

    "Kuzum, sen ne mesaj göndermiştin ki ona ?"
    "Çok üzüldüm birader, top yuvarlaktır Mısır'a kısmet oldu kader..."

    "Dur bir mesaj daha geldi, özür dileyecek herhalde !"
    "Hooop hop, bileğimizin hakkıyla yendik, ne kısmeti beyim sensin top !"

    "Bu ne biçim özür mesajı ? Var bu işte bir bit yeniği.."
    "Var ama sen yine de bir telefon etsen şu dallamaya, sinirlerimi gerdi bak !"

    "Ederim etmesine de, tebrik mesajın nasıldı acaba ?"
    "Ne güzel takım dedim meğer Mısır'mış, sonunda çizmenin ..ötünü ısırmış"

    "Pes doğrusu anlaşıldı.. Yine bütün gün onunla bununla yarıştırdın, e haliyle adresleri karıştırdın, günah be kardeşim günah !"
    "Al takke ver külah ! Boşver ya, aramız hepsiyle çok iyi nasılsa. Merak etme sen"

    "Kih kih, sana da top demiş Mısır ya habibi !"
    "Biraz göbeklendik ya ondandır !"

    "Tabi tabi ! Haliyle göbek dediğin de top gibi yumyusyuvarlak birşey değil mi ?"
    "Tepemi attırma İhtiyar !"

    "Atarsa bana ne yahu, gider ısırırsın işte, kih kih ..!"
    "Anlaşıldı sen kaşınıyorsun..."

    "Gecenin 1'i oldu ve fakat haftalık yazı da nihayet yazıldı. Diyorum ki; hani şöyle bir şavullasam gelir mi KaMe'ye kadar ?"
    "Lem ben sana kaç kere KaMe deme KeMe de demedim mi ?"

    "En cafcaflısından Kiy eM desem ?"
    "Deme !"

    "AaBe'ye girmeye hazırlanırız en azından.."
    "Gece gece beni yeme !"

    Eften püften değerlendirmeleri ben yolladım ama bilemem gitti kime ? Kimbilir belki de gitti güme ..!

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    polygon@polygon.com.tr



    <#><#><#><#><#><#><#>

    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Servet Yaylı


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    AYRILIK

    kaç gecenin çölüdür bu ayrılık
    kaç şiirin dölüdür üstüme
    örttüğün bu ince sessizlik
    kalbim alış artık, kır kendini
    kendi duvarında, sesini
    kendi duvarına haykır.

    tesadüfen birbirine rastlamış
    başka başka aşklarsınız siz artık
    geceyle gündüz gibi birbirine
    ayrılmış. O ki rüzgar, bir zaman
    senin çölünde kumlar uçurmuş,
    o ki gece ve esmer, görmüyor
    sahrayı, sesi içinde karışmış.

    her ayrılıkta kendine saplanan bir hançer
    kendi sabrını deneyen taş,
    kendi uykusuzluğunda yatak oldun.
    kül koy şimdi yanına korunun
    seni kavuran onu da yakmasın.
    aşkla besle kendini, gül yetiştir,
    sardunya çoğalt.
    ki, sen aşktan ve ayrılıktan
    başka ne anlıyorsun.

    BİRHAN KESKİN

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Bol Bul Bulmacalar




    Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


     


     Biraz Gülümseyin






    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

     
    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Memories
    Elvis Presley









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20090619.asp
    ISSN: 1303-8923
    19 Haziran 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com