Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.718

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 11 Ocak 2010 - Fincanın İçindekiler


  • Sizin Hiç Kediniz Öldü mü? ... Feride Özmat
  • Cem Yılmaz / Mazhar Alanson / Yılmaz Erdoğan ... Cihan Devrim Avunduk
  • TÜRK SİNEMASI'NIN İLKLERİ ... Mehmet Şeylan
  • Harvey ve Yeni Emperyalizm I ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Her yol demokrasiye çıkar (mı?)!..


    İyi haftalar,

    Bizim epeydir söylediğimiz ama kimsenin kale almadığı fikrimizi Nurayların Merti söyleyince olay oldu. Baktım her köşebaşında tartışılıyor. Ne diyorduk biz? Memleket demokratikleşme girdabında gittikçe faşistleşiyor, darbeyse alın size sivil darbe... Mert ne diyor? Tek partili baskı rejimi geliyor... İkisi de aynı kapıya çıkmıyor mu? Çıkıyor.

    İktidarın efendisine diyecek lafım yok. Onun istikrarı dün de tartışılmazdı bugün hiç tartışılmaz. Ama bu partiye kaldırabileceklerinden fazla misyon yükleyen doymuş sıvı demokratlarına, seyreltilmiş liberallere, iyi niyetli ama saf aydın çözeltilerine diyecek her zaman bir lafımız var. Hâlâ uyanmadınız mı? Beklentilerinizin bu adamların kapasitesini aştığını henüz anlamadınız mı? Kayıtsız şartsız biat edenlerden geçtik, sizin konuşma vaktiniz gelmedi mi?

    Demokratikleşme çabaları, Ergenekon'la Diyarbakır arasına sıkışınca apışıp kaldık, işin özeti bu. Girilen kısır döngüden kurtulmak AKP için mümkün görünmüyor. 2004'te var olduğu iddia edilen darbe hazırlığını bugüne kadar taşıma becerisini(!?) gösterip, dinlediği yetmezmiş gibi, bizzat içine dalarak delil(!?) aradığı kozmik odaya sıkışan yargı ile demokrasi havariliğinin artık sonu geldi.

    "Aramızda çatışma yok" masalıyla arkasından nanik yaptığın Genelkurmay'ın başı koca askerin, "Artık darbe olmaz, düşünen de burada barınamaz." sözüne itibar etmeyeceksin ama "Biz senin 15 yıl önceki halini de bilirdik" diyenlerin, senin değiştiğine inanmalarını bekleyeceksin. Haydi canım sen de.

    Asrın iddianamesinde yer alan ilginç delillerin bazılarını öğrendik. Mesela, milyonların katıldığı Cumhuriyet Mitinglerini "Çete Eylemi" olarak nitelendirdiklerini görmüştük ama dün öğrendiğimiz bunu da epeyce aşmış. Atatürkçü Düşünce Derneği ile ilgili deliler arasında, genel merkezde bulunan bir lazer kaynağı da varmış. Suçu da, çalıştırıldığında havaya Atatürk silüeti çizmesiymiş. Nasıl ama? Ciddi bir delil değil mi? Görenleri, Kurtuluş Savaşına kışkırtan bir yanı olduğu gerekçesiyle olabilir mi acaba? Herkese güzel bir çalışma haftası olsun. Hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Feride Özmat

     Kahveci : Feride Özmat


      Ada Güncesi : Sizin Hiç Kediniz Öldü mü?

    Prenses'ime… Ruhu ışık ve sevgiyle dolsun…

    Küçük kızımla vedâlaştım bu sabah.

    Prenses Onu önce kutusundan çıkarıp kucakladım, şakaklarını koklayıp alnını son kez sıvazladım, gözyaşlarımla yıkayıp palmiye ağacının dibindeki çukura kendi ellerimle yatırdım. Sonra bembeyaz tüylerini parmaklarımla taradım, ucu siyah benekli kuyruğunu karnına doğru yerleştirip siyah lekeli sağ kulağına doğru eğildim ve yalnızca ikimize ait sevgi sözlerini fısıldadım. Ona tekrar baktığımda, kürekten dökülen nemli toprak Prenses'imin üzerini usulca, incitmeden, ipeksi tüylerinin zarafetini bozmadan sarmak istercesine örtüyordu.

    "Kızımız Ada'lıydı…" diye mırıldandı Mustafa. "Artık Üsküdarlı oldu."

    Güneş, yaprakların arasından sızıp toprağı giderek daha hızla aydınlatıyordu. Öğlen olmalıydı. Hâlbuki daha bir saat önce hayattaydı kızım. Pembe burnunun iki yanındaki yeşil hâreli gözlerini gözlerime dikip incecik sesiyle sızlanıyordu.

    "Miyyyvv?"

    Sanki "Ne oldu bana anne?" diye soruyordu. O da farkındaydı bir şeylerin yolunda olmadığının.

    Solumda plastik bir tabure, taburenin üstünde gri bir kedi kutusu, kutunun içinde Prenses kızım vardı. Karşımda ise bahçeyi sağa sola adımlayıp duran Mustafa... Üçümüz de sabah serinliğinde, evin hemen yakınındaki parkın bitişiğinde, veteriner kliniğinin önünde bekliyorduk.

    Bazen, özellikle de kutusunda sağdan sola dönerken, belli ki canı acıyor ve bu defa sesi daha yüksek çıkıyordu. Bebekliğinden beri hep yaptığı gibi, annesine yani bana sığınıyor, her türlü desteği, yardımı hep benden bekliyordu.

    "Maaaaav!"
    "Tamam güzel kızım; tamam minnoşum. Hepsi geçecek. İyi olacak benim kuzucuğum."

    Yapabileceğim çok az şey vardı o an. Öncelikle Prenses'i sakinleştirmek, ona olan sevgimi her zamankinden daha çok göstermek… Sonra, endişelerimi belli etmemek; özellikle de yavrucağıma… Ve beklemek… Kızımı bebekliğinden beri tanıyan veteriner Zeki'nin gelmesini beklemek…

    Kızım üçüncü kattan bahçeye düşeli en fazla yarım saat olmuştu. Sağlığı ne durumdaydı; kırığı, çıkığı, çatlağı ve her şeyden önemlisi, iç kanaması var mıydı; bilemiyorduk. Aklıma hep kötü ihtimaller diziliyordu ama hepsini birer birer silkeleyip uzaklaştırıyordum. "Hayır!" diyordum kendi kendime; "Güzel şeyler düşünmeliyim ki güzelliklerle karşılaşalım."

    "Miyyyvvv!"

    "Ne zaman iyileşeceğim ben; çabuk söyle!" mi demek istiyordu acaba?

    Parmaklarımı kutunun kapağından içeriye uzatıp kızımın alnına dokundum. Gözlerini açıp bana baktı. Bakışlarındaki bulutlar aydınlandı, gözbebekleri normale döndü sanki o an. Sevecendi kuzucuğum. Okşanmaktan çok hoşlanırdı. Biraz gıdısından, biraz karnından ama en çok kulaklarıyla alnından… Bir de şakaklarını koklamama bayılırdı.

    Hep beni görebileceği yerlerde oturmayı tercih eder; nereye gidersem gideyim, bakışlarıyla hep beni izlerdi. Sonra, birden koşarak gelip bacağıma sürtünür, ya kendini önüme atıp tombul göbeğini açar ya da kucağıma çıkıp kendini sevdirirdi. Ve her gece, sabaha yakın saatlerde, uykumun en derin yerindeyken soluğunu burnumda hissederdim. Amacı yorganı açtırıp yanıma süzülmek ve uykusuna orada devam etmekti. Sonrası, mırıl mırıl mırıl... Karşılıklı ve sonsuz sevgi...

    Hep acelesi vardı bebeğimin. Evin bu ucundan diğerine, üst kattan alt kata bir koşu tutturur; kıymetli kilimlerimi arkasından uçuştururdu. Kuyruğunu kaldırmış koşarken ardından baktığımda, uzun tüylerinden dolayı paçalı tavuklara benzetirdim onu. Tıpkı iki buçuk sene önce melek olup aramızdan ayrılan oğlumuz Pierrot gibi…

    Beraber yaşadıkları yaklaşık bir sene boyunca ağabeyini her yönüyle yakından izlemiş olsa gerek ki onun birçok âdetini kapmıştı Prenses. Tüm itirazlarımıza ve engellemeye çalışmamıza rağmen mutfak tezgâhının üstüne atlamak gibi, yalvar yakar açtırdığı musluğun altına yerleşip incecik akan suyla duş yapmak gibi… Ah, ne olurdu kendine Karamuk ağabeyini örnek alıp uslu bir kedi olsaydı!

    Kuşların varlığı onu hep sinirlendirirdi. En çok da Ada evimizin çatısındaki yavru martıların… Hatta yaz başında oraya göçer göçmez, ilk işi üst kat pencerelerinden birine yerleşmek olur; patileriyle cama vurup kuşları ürkütmeye çalışırken uzun tüylü kuyruğunu sağa sola savururdu.

    Acaba bu sabah balkona gelen serçelere ya da kargalara mı hırslanmıştı da onları kovalarken aşağıya uçmuştu? Kendime nasıl kızıyordum! Neden erkenden uyanmadım; neden bebeğimin yakınında bir yerlerde olmadım? Balkona çıktığını görmüş olsam, engelleyebilirdim onu.

    Kutunun içindeki incecik ses iyice hafiflemişti. Yoksa anlamış mıydı yakında melek olacağını? Hafifleyip solan miyavlamalarıyla, hayatta anne olarak bildiği, taparcasına sevdiği ve sonuna kadar güvendiği tek canlıya, bana vedâ mı ediyordu yoksa?

    "Miyyvyk…"

    Nefes alışı değişmiş, seyrekleşmişti. İpeğimsi tüylerle kaplı gövdesi, hıçkırık tutmuşçasına arada bir sarsılıyordu. Bulutlu gözlerini gene bana dikmişti. Ona gülümseyerek bakan yüzümü gittiği yerde kaybetmemek için hafızasına iyice kazırcasına… Ya da benden yıllardır gördüğü gibi, sevdiğini bakışlarıyla kucaklarcasına…

    Sonrası; sessizlik…

    Önce palmiye ağacının gölgesine, üstüne irili ufaklı taş parçaları döşenmiş minicik mezara baktım, sonra sık ve dikensi yaprakların arasından kısmen görünen gökyüzüne. İçimdeki isyan giderek boğazıma doğru yürüyordu. "Neden?" diyordum; "Neden benim güzel kızımı aldın? Ne günahı, kime ne zararı vardı ki şu yavrucağın?" Alabileceğim bir cevap yoktu, biliyordum. Bunun adına kader deniliyordu çünkü.

    "Haydi Feriş; eve çıkalım artık." dedi Mustafa.

    Eve mi? Çıkıp ne yapacaktım ki? Kızım olmadan öyle sessiz, öyle boş olacaktı ki her yer… Evimizin neşesiydi çünkü o… Şimdi bilgisayarda çalışırken kim gelip tam da sağ kolumun üstüne yatacak, kim sabaha karşı tatlı rüyalarımı aralayıp koynuma sığınacaktı? Artık kime uslu durmasını söyleyecek, kimin mutfak dolaplarının üstündeki veya koltukların arkasındaki elektrik kablolarının arasında dolaşmasını engellemeye çalışacaktık? Ve bundan böyle hep günleri mi sayacaktık? Onsuz ilk gecemiz, ilk günümüz… Derken sayılar çoğalıp, Pierrot oğlumuzun gidişinden sonra olduğu gibi, haftalara, aylara, hatta yıllara mı dönüşecekti; acımızı hiç azaltmadan?

    Ya Karamuk ağabeyinin tavrı ne olacaktı? Pierrot'nun ardından yaptığı gibi, saatler boyunca oda oda dolaşıp bu defa da Prenses'i mi arayacaktı? Ve bulamayınca, arkasını dönüp kös kös oturacak mıydı akşama kadar? Kızkardeşini çok seviyordu, biliyordum. Bebekken onu sanki evlat edinmiş, annesiymiş gibi yalamış, tuvalet kabı ile tırmık tahtasını kullanmayı, hatta oyun oynamayı bile öğretmişti.

    Orada durmuş yanaklarımı ıslatmaktan usanmayan gözyaşlarımı silerken ve komşumun Prenses'imin ölümünü hiç önemsemeden "Aman canım, boşver! Bir tane daha alırsınız." deyişine cevap olarak haykırmak istediğim cümlelerin ağzımdan çıkmasını engellemeye çalışarak dinlerken, Cemal Süreya ustanın bir şiirinin ilk mısraları geçiverdi belleğimden.

    "Sizin hiç babanız öldü mü?
    Benim bir kere öldü kör oldum."

    Yaşamamış olanlar anlayamazdı ki insanın acıdan nasıl kör olabileceğini… Sevilenin bir daha dönmemek üzere gidişini ve sonrasında duyulan sonsuz özlemi… Biriktirilen binlerce güzel anının yıllar sonra bile hep gözyaşları eşliğinde hatırlanabileceğini; geriye kalan yüzlerce resme ancak buruk bir tebessümle bakılabileceğini… Geçmiş zamanlarda söylenen sözleri, yapılan hareketleri; bakışlarda olsun belli edilen sevgiyi…

    Yalnızca insanların değil; evde veya sokakta beslenen, yürekten bağlanılıp sevilen irili ufaklı ve her cinsten hayvan dostların kaybı da aynı derecede acı verirdi. Bunu anlayabilmek için ancak onlarla aynı mekânı paylaşmak, iyi veya kötü günleri beraber yaşamak, verdikleri o karşılıksız sevgiden doğan hatıraların koleksiyonunu yapmak gerekliydi.

    Ve hayvanseverlerin duygularını aşağılayarak söylenen "Afrika'da açlıktan ölen onca insan varken, bir kedi veya köpek için acı çekilir mi hiç?" teranesini dillerinden düşürmeyenler… Bilmezlerdi ki evrendeki diğer canlıları düşünmeyen insanların açları kucaklayacak yüreği olamaz. Bilmezlerdi ki kalbinde hayvan sevgisine yer olmayanlar, diğer insanlar için üzüntü duyamaz ve muhtaç olanlara içtenlikle yardımcı olamaz.

    Sabahtan beri hep kızımı ve birlikte geçirdiğimiz dolu dolu üç seneyi düşünüyorum. Evimize yaydığı neşeyi, pozitif enerjiyi; hayatımıza getirdiği güzellikleri ve ani gidişinin yarattığı dayanılması zor hüznü… Ve beni anlayan, anlamayan herkese sormak istiyorum.

    Sizin hiç kediniz öldü mü?
    Benim iki kere öldü; iki kere kör oldum.

    Feride Özmat


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Cihan Devrim Avunduk


    Cem Yılmaz / Mazhar Alanson / Yılmaz Erdoğan

    Cem Yılmaz

    "Yahşi Batı" filmi; zekası şüphe götürmez derecede üstün Cem Yılmaz'ın, Türk sinemasına kazandırdığı önemli, değerli bir ürün.

    Kendi adıma; eğlendiğimi, güldüğümü, keyif aldığımı söylemek durumundayım,
    içimde / beynimde yaşadığım bir burukluk dışında...

    Cem Yılmaz'ı; genç kuşağın zeki ve Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği için umut vaat eden önemli ve değerli beyinlerinden biri olarak görüyordum. Ve elbette, böylesine bir değerin, kimsenin malına / mülküne göz dikmeden, para kazanmasına / zengin olmasına asla tek bir olumsuz düşüncem olamazdı. Ancak, filmini, "AKP" kurucularının en önemli parasal destekçisi olan "Ülker"e "satmış" olduğunu görmek, beni üzdü....

    Cem Yılmaz'ın, böylesi bir satışa ihtiyacı olmadığı, kanısındayım...

    Mazhar Alanson

    Gerek türk müziğinin, gerekse benim bir ferdi olduğum kuşağın, çok önemli ve değerli kilometre taşlarından olmasının yanı sıra, aynı ülkenin, aynı cumhuriyetin vatandaşlarından olmamız nedeniyle, gurur duyduğum bir kişiydi, Mazhar Alanson, ta ki, eşi Biricik Suden'in, Hayrünnisa Gül'ün özel danışmanı olduğunu öğrenene dek... "Mazhar Olmak" bu olmamalı...

    Mazhar Alanson'un ve eşinin, böylesi ilişkilere ihtiyacı olmadığı, kanısındayım...

    Yılmaz Erdoğan

    İlk önce, "Mükremin Abi" olarak, evimin en "özel" köşesinde yıllardır ağırlamakta olduğum, kitaplarıyla, şiirleriyle, filmleriyle hem güldüğüm, hem ağladığım, hem de fikir dolduğum, zeki, duygusal ve değerli bir beyin olarak gördüğüm Yılmaz Erdoğan, bana göre "Türkiye Cumhuriyeti"nde yetişen çok önemli bir vatandaşımdır. Ancak, eşi Belçim Bilgin'in; "Şeyh Said benim babamın dedesi, daha doğrusu dedesinin büyük abisi. Ordan gelen bir misyona sahibiz" şeklinde yaklaşımları ile, ülkemizi zaten bölmek / parçalamak için çabalayanların ekmeğine yağ sürmesi, beni üzmektedir...

    Yılmaz Erdoğan'ın ve eşinin, böylesi "taraf" tavır ve tutumlara ihtiyacı olmadığı, kanısındayım...

    Ülkemizin, zeki ve gerektiği her an ve her zaman "Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti"ne" sahip çıkma uğuruna tavır koyabilecek, mevcut düzenin "aleti / maşası" olmayacak değerlere ciddi ihtiyacı vardır... Böylesi değerleri, ülkemin ve cumhuriyetimin, göz göre göre - en basitinden - geri adımlar atmasını, kendisine "misyon" bellemiş kişilerin yanında görmek beni üzmektedir.

    Dilerim, bu durum değişir...

    Saygı ve sevgilerimle,

    Cihan Devrim Avunduk
    cdavunduk@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,259,259,259,259,259,259,259,259,25
    8 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Mehmet Şeylan


    TÜRK SİNEMASI'NIN İLKLERİ

    (Türk sinemasının unutulmaz yönetmeni Zeki Ökten.Türk sinemasını kendine has yorumu sanatsal ,bakışı ve üslubuyla biçimlendiren, ona yeni bir boyut kazandıran usta yönetmen Zeki Ökten'i bir kez daha saygıyla, rahmetle anıyoruz. )

    Merhaba sevgili okurlar. Türk sinemasına emek veren, onu bugüne taşıyan emektarlara çok şey borçluyuz. Çünkü zor şartlar altında sadeliği, duruluğu ve zengin içeriğiyle Türk sinemasına ve Türk izleyicisine çok şey kazandırdılar. Onun için bu gün sizlere Türk sinemasının temellerini atan, o iskeleti oluşturan ustalar ve eserleri hakkında bazı önemli bilgileri paylaşmak istiyorum. Türk sineması'nın Tarihsel süreç aynen bu şekilde ilerlemiştir.

    Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı'na girdiği günler. Yıl 1914. O yıllarda Fuat Uzkınay'ın Ayastefanos'taki Rus Anıtı'nı yıkılırken kamerasıyla görüntülediği 150 metrelik belgesel, Türk sinema tarihinin ilk filmi olarak tarihe geçer. 1916 yılında "Leblebici Horhor Ağa"nın çekimleri başlar. Ancak başrol oyuncularından birinin ölümüyle film çekimlerine ara verilmiş ve de yarım kalmıştır. Fakat sinema izleyicisiyle buluşmak için sürekli kendisini yeniler. Yine Celal Esat Arseven'in "Koruyan Ölü", adlı eser1917'de yurtdışında çekilen ilk film olarak tarihe geçer. 1918 yılına geldiğimizde Sedat Simavi'nin çektiği "Alemdar Mustafa Paşa", ilk tarihi belgesel film denemesi olarak karşımıza çıkar ve Türk sinemasının ilkleri arasında yerini almayı başarır. 1919 yılına geldiğimizde yönetmenliğini Ahmet Fehim ve Fazlı Necip'in yaptığı "Binnaz" adlı film, 55 lira ile dönemin en fazla hasılatını toplar. Bu Türk sineması için şaşırtıcı ve bir o kadar sevindirici bir durumdur. Aynı tarihte ilk komedi denemesi ise yönetmenliğini İsmet Fahri Gülünç'ün yaptığı "Tombul Aşığın Dört Sevgilisi" adlı filmdir. Ancak çıkan bir anlaşmazlık nedeniyle çekimlere ara vermek zorunda kalmışlardır.

    Türk sinemasının ilkleri ve deneme türleri ilerleyen yıllarda da kendisini göstermeye başlar. "Bican Efendi Vekilharç", ilk "sinema tipi dizi" özelliğiyle tarihte yerini alır. Ayrıca ilk korku film denemesi de 1953 yılında yönetmenliğini Mehmet Muhtar'ın yaptığı "Drakula İstanbul'da" adlı filmdir. Türk sineması ve Türk sineması izleyicisi zor bir sürecin ardından ilk kez renkli filmle tanışır. Muhsin Ertuğrul'un "Halıcı Kız"ı, Atlas Sineması'nda gösterilerek, izleyicisiyle buluşur. "ilk renkli film" olarak kayıtlara geçer.

    Bıkmadan, usanmadan, Türk halkını nitelikli ve zengin eserlerle buluşturan Türk sinemasının tüm emektarlarına sevgi ve şükranlarımızı sunuyoruz.

    Saygılarımla

    Mehmet Şeylan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Kahveci : Alkım Saygın


      Harvey ve Yeni Emperyalizm I

    David Harvey'in Yeni Emperyalizm'de ortaya koyduğu tezlere bakılırsa "yeni emperyalizm", devlet ve imparatorluk siyâseti ile sermâyenin zaman ve mekândaki birikiminin moleküler süreçleri arasındaki çelişkili bir karışımdır. Harvey bunu serimlemek için, Arrighi'nin tezlerinden hareketle, gücün iki farklı mantığı; kapitalist ve ülkesel mantığı arasında bir ayrım yapar ve genişlemiş yeniden birikim ile el koyarak birikim arasındaki dialektiği inceler. Nitekim, Harvey'e göre yeni emperyalizm, bu siyasî ve ekonomik, askerî ve doğal süreçlerin bir karışımıdır. (D. Harvey, Yeni Emperyalizm, Everest Yayınları, Birinci Basım, Kasım 2004; syf: 23)

    Harvey'e göre gücün bu iki farklı ve birbirlerine indirgenemeyen mantığı, güce ilişkin güdülerin ve çıkarların farklılığından gelir. Kapitalistler, nerede daha yüksek bir kâr olanağı görürlerse oraya yatırım yapmak isterler. Devlet adamları ise başka devletler karşısında güçlerini koruyup arttıracak sonuçlar elde etmeye çalışırlar. Kapitalistler, bireysel avantaj peşinde koşarlar ve hareketleri kânunla sınırlıdır. Devlet adamları ise kollektif avantaj peşindedir ve devletin siyasî ve askerî koşulları içinde hareket etmek zorundadırlar. (syf: 24)

    Kezâ kapitalistler, yalnızca kendilerine ve yakın çevrelerine karşı sorumludurlar; devlet adamları ise sorumluluğu halkla paylaşırlar. Kapitalistler, zaman ve mekân sınırlamasından uzakken, devlet adamları ülke sınırları ve seçim dönemleriyle sınırlandırılmıştır. Kapitalistler, kendi aralarında birleşirler, faaliyetlerine son verirler, vb. devletler ise uzun ömürlüdürler; göç etmezler ve fetih durumları hâricinde sınırlarının dışına çıkamazlar. Kapitalistlerin sermâye birikiminde yayıldıkları coğrafya dağınık ve otoriteye daha az bağlıyken, devlet adamları imparatorluk politikası izlemeye daha yatkındırlar. (syf: 25)

    Harvey'e göre, emperyalizmi anlamada temel nokta, gücün kapitalist ve ülkesel mantığının birbirinden ayrılması ve her ikisi arasındaki karşılıklı etkileşimin ortaya konulmasıdır. Nitekim imparatorluk tezleri, genellikle bunlar arasında uyum kurmaya çalışır, uygulamada ise durum böyle değildir. Bâzen bu ikisi arasında rekâbet bile vardır. Örneğin, ABD'nin Vietnam işgâli sâdece sermâye birikimiyle ilgili değildir. Kezâ, ABD'nin çevreleme politikası da sermâye hareketlerine hizmet etmez. (syf: 27)

    İmdi, Harvey'e göre emperyalizm, sermâye birikiminin meydana geldiği eşitsiz coğrafî koşulları kullanmak ve mübâdele ilişkileri sonucunda ortaya çıkan asimetrilerden yararlanmak ister. Bu asimetriler ise tekelci güçler, sermâye hareketleri ve tekelci kârlarla ortaya çıkar. Piyasa mekanizmasının bozulması, bu asimetrinin zamanda ve mekânda açığa çıkmasını sağlar. Bir ülkedeki zenginlik ve refah artışı, başka ülkelerin zararına güçlenir. Bu süreçte devletin rolü ise bu asimetriden yararlanmaya çalışmaktır. (syf: 28)

    Harvey'e göre gücün bâzen kapitalist mantığı, bâzen de ülkesel mantığı daha baskın hâle gelebilir ve bunların sonuçları da farklı olur. Sermâye birikiminin, gücün ülkesel mantığındaki rolünü anlamak içinse Arendt'in tespitleri son derece önemlidir. Nitekim, Arendt'e göre sonsuz sermâye birikimi, sonsuz güç birikimine dayanmak zorundadır. Fakat siyasî güç, berâberinde sermâye birikimi sağlamayabilmektedir ve sonsuz sermâye birikimi sürdürülmek istendiğinde, hegemon devletler için sorunlar ortaya çıkar. Üstelik, sermâye birikimi berâberinde siyasî gücü ortaya çıkaramazsa anarşiye ve kaosa yol açar. (syf: 30-1)

    Harvey, hegemonya hakkındaki tespitlerini Gramsci'nin tanımından ve Arrighi'nin gözlemlerinden hareketle ortaya koyar. Nitekim, Gramsci'ye göre hegemonya, egemen bir gücün, kendi çıkar ve taleplerinin genel ve evrensel olduğu konusunda başkalarını iknâ etmesiyle; kendi çıkarlarını, başkalarının kendi çıkarları hâline getirmesiyle ortaya çıkar ve kurumsal yapı bunun üzerine şekillenir. Zorlama olmaksızın egemen güç, bunların başkaları tarafından içselleştirilmesini sağlar ve karşı koyma reflekslerini engeller.

    Arrighi'ye göre de hegemon bir güç; başatlık ile entellektüel ve moral liderlikle açığa çıkar. Hegemon bir güç, rakiplerini tasfiye ederek ya da boyun eğdirerek hakimiyeti altına alırken, dost ve müttefiklerine liderlik eder. Bunu ise iki farklı yolla yapar; ya kendisini öykünülecek bir model olarak sunar, ya da genel bir çıkar doğrultusunda onları birlikte hareket etmeye sürükler. Dahası, gücün bölüştürücü ve kollektif özelliğinden de yararlanır; ya diğer devletlerin gücünü kendisinde toplayacağı bir koalisyona liderlik eder, ya da gücünü arttırmak için onlar arasında görev bölüşümü yapar. (syf: 32-3)

    Harvey'e göre de hegemon güç, diğerlerinin rızâsına ihtiyaç duyar, hegemonyasını bununla sürdürür. Soğuk Savaş döneminde komünizm tehlikesi, ABD'nin sermâye birikimine çerçeve sağlayacak siyasî gücü olanaklı kılıyordu. Dünyânın özel mülkiyet sâhipleri bu kollektif gücü arkalarına alıp sermâye birikimlerini hızlandırdılar. Mülkiyet hakkının Evrensel Bildirge'yle "kutsal", "evrensel" sayılması da buna hizmet etmişti. Hattâ, Avrupa'yı Hitler'den kurtardığı söylemini ABD, bu amaçla kullanmıştı. (syf: 35)

    Diğer taraftan, Arrighi'ye göre öykünmeyle başlayan rekâbet, toplamı sıfır olan bir oyun yaratacaktı. Ama Harvey'e göre küresel rekâbet, sermâye birikimine katkı sağlamıştır. Siyasî güç ise baskının, öykünme ve liderliğin bir karışımıdır. Prestij, statü, saygı, otorite ve diplomatik nüfuz gibi soyut kavramlar, hegemon güç tarafından biraraya getirilir ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanılır. Nitekim para, üretim kapasitesi ve askerî güç, hegemonyanın üç sacayağını oluşturmaktadır. (syf: 36-7)

    İmdi, Harvey'e göre emperyalizmin 1870-1945 arası dönemdeki kavranışı, burjuva emperyalizminin yükselişine karşılık gelir. Bu dönemde Avrupa, ABD ve Japonya sürekli bir etkileşim hâlindedir. Avrupa'da uyanışa geçen devrimci hareketler kısa zamanda ABD'ye de sıçramış ve sermâye, kendisine yeni coğrafyalar aramaya başlamış, Uzak Doğu'ya yönelmiştir. Sermâyenin dolaşımı, arkasında siyasî gücü de barındırmasını gerekli kılmış, farklı bir kapitalist mantığın doğmasını sağlamıştır. (syf: 37-8)

    Harvey'e göre bu dönemde burjuva, iktidârını büyük oranda millî devlet fikrine borçludur. Millî devlet, yabancı sermâye karşısında yerli girişimcinin korunmasını sağlıyor, bu da burjuvanın ekonomik ve siyasî gücünü arttırmasını olanaklı kılıyordu. Fakat, millî devlet fikri emperyalizmin gelişmesine imkân vermiyordu ve ırkçılık, şovenizm, vb. ortaya çıkıyordu. Bu sürecin sonunda ise iki büyük dünyâ savaşı yaşanacaktı. (syf: 38-40)

    Harvey'e göre, İkinci Dünyâ Savaşı sırasında Britanya İmparatorluğu parçalanma sürecine girmiş ve gücünü ABD'ye devretmeye başlamıştı. Bağımsızlık mücâdeleleri güçlendikçe, ABD'nin emperyal gücü tesis etmek için sarf ettiği çabalar da nitelik değiştirmeye başlamıştı. (syf: 1-5) Avrupa savaşın etkisiyle harabeye dönerken ABD'de kapitalist kalkınma hızla devâm ediyor, burjuva yükselişe geçiyor, burjuvanın çıkarlarını korumayı ana ilke edinen bir devlet düzeni tesis ediliyordu. (syf: 40)

    Böylelikle ABD, savaş sonrası dönemde, kendi değerlerini evrenselleştirmenin mantığını çözmüştü ve bu da ona stratejik bir üstünlük sağlamıştı. Nitekim ABD, İkinci Dünyâ Savaşı'ndan en başat güç olarak çıkmış, bu da onu hegemon bir güç hâline getirmişti. Dünyâ altın arzının desteğiyle dolar en değerli para birimi hâline gelirken, ordusu da en güçlü ordu hâline gelmişti. Ayrıca, Avrupa ve Sovyetler Birliği'nde nüfus yorgun ve yaralıyken, ABD'de ise dinamikti ve ülkenin sanâyi kapasitesi yüksekti. (syf: 42)

    Diğer taraftan Amerikan burjuvası, büyümenin ve istikrârın gerçekleşmesi için savaş sonrası dönemde uygulanmak üzere yeni bir çözüm plânı aramaya koyulmuştu. Ülke içinde demokrasiyi zedelemesinden endişe edilerek ABD'nin, dış sorunlarla ilgilenmekten kaçınması bekleniyor, bu da ABD'yi soyut bir evrenselcilik söylemi geliştirmeye zorluyordu. ABD'de gücün mantığı, ülkenin ve coğrafyanın doğrudan reddedilmesini gerektiriyordu. (syf: 43)

    Sovyet yayılmacılığı Avrupa ve ABD'yi rahatsız etmeye başladığında ise bundan tüm ekonomik ve siyasî süreçler de dolayımsız olarak etkilenmişti. Soğuk Savaş'la birlikte ABD, McCarthizm'le, hukukla bağdaşmayacak uygulamalara meşrûiyet yaratmış ve "komünizmle mücâdele amacıyla"(!) düzenlediği ekonomik ve siyasî ilişkiler marifetiyle içte sermâye birikimini arttırmış, sendikal hakları sınırlandırmış, artan sermâye birikimini kendi hegemonyasını tesis etmek için kullanmıştı. (syf: 33, 44)

    Soğuk Savaş boyunca ABD ile Sovyetler Birliği, birbirleriyle doğrudan savaşmayı göze alamadılar ve birbirlerini zayıflatmak için Üçüncü Dünyâ Ülkeleri'nde belirli birtakım askerî operasyonlara giriştiler. Bu bakımdan Vietnam ve Afganistan, güç mücâdelelerinin merkezinde yer alıyordu. Diğer ülkelerde ise "uydu rejimler" kurmaya ve bu ülkeleri kendi ekonomilerine bağlamaya çalıştılar; kendi çıkarlarına hizmet eden siyasî kadroları göreve getirdiler. (syf: 45-6)

    Kezâ, 1960'ların sonlarında İngilizler, Süveyş'in doğusundaki askerî birliklerini geri çekip tüm kontrolü ABD'ye bırakmışlardı. ABD ise Vietnam'da güç bir operasyon yönetmekteyken, kendi çıkarlarını savunması için İran ve Suudî Arabistan'ı kullanmaya çalışmıştı. Petrol krizinden ve 1979 İran Devrimi'nden sonra ABD'nin dikkati yeniden Ortadoğu'ya çevrildi ve bölge ülkelerinde örtük operasyonlar başlattı. Bölgedeki askerî varlığını sürekli arttırma yoluna gitti ve silâh satışlarına hız verdi. (syf: 18-9)

    Harvey'e göre bu dönemde ortaya çıkan bir diğer önemli gelişme de dünyâ finâns sistemini istikrâra kavuşturmak için Bretton Woods Anlaşması'yla, uluslararası sermâye ilişkilerinin düzenlenmesi için IMF gibi kurumların ortaya çıkması olmuştur. Bu kurumlar da kapitalist genişlemeye katkı sağlamış, bundan en kârlı çıkanlar ise şüphesiz Amerikan finâns kuruluşları olmuştur. Bu yolla zenginleşen ABD, kendi kültürünü tüm dünyâya pazarlamaya başlamış ve bu da hegemonyasını perçinleştirmiştir. (syf: 48)

    Ne var ki, Harvey'e göre 1970 ve sonrasında burjuvanın küresel iktidârında ciddî sorunlar ortaya çıktı. Nitekim aşırı büyüme, iç tüketimciliğin çığırından çıkması, vb. ABD'nin elini güçsüz düşürmeye başlayınca, dünyâ çapında enflasyonist birtakım baskılar ortaya çıktı. (syf: 52) ABD, bu dönemde belirsiz bir "imparatorluk" tezi üzerinde yalpalanıp durdu ve bu tezin nasıl gerçekleştirileceği hakkında genel eğilim, "sert güç yerine yumuşak güç kullanımı" olarak kaldı. (syf: 52-4)

    Harvey'e göre ABD, bu dönemde tam bir küresel hegemonya kuramamıştı. Soğuk Savaş sonrası dönem ise ABD'nin küresel hegemonya kurma çabasını anlatır. (syf: 53) Nitekim, sermâyenin uluslararası hareketini sınırlandıran engellerin ortadan kaldırılması, sermâye üzerindeki denetimlerin aşılmasını sağladı ve ABD, finâns alanında gücünü arttırarak, kendisine üretimde meydan okuyan devletlere, finâns alanı üzerinden karşılık vermeye başladı. Fakat bu durum, zamanla ABD'de de üretimde bir daralma ortaya çıkarttı. (syf: 54-7)

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,549,549,549,549,549,549,549,549,549,54
    13 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    UMUT DALI

    Ah kanayım da günü gece sanayım,
    Ey bir bahar dalı kadar güzel sunu!
    Ürperen okyanuslardan sorma beni,
    Ben sonrasız bir bozkır insanıyım.
    Bozkırda yabangülü, yabanmersini,
    Yürünen uzun yollar yayanyapıldak.

    Sen hep umut dalı mısın böyle yuca
    İyi yanı ongunluğun konup kalmamak.
    Ne denli umutlanırsam umutlanayım,
    En uzak yıkılmalar o denli yakınımda.

    Ve yuvalarına varmadan aktoyganlar
    Göz karartan yarları yokluyorlarsa,
    Her günsonu yakarışında özlem.

    Sokaklarda yalpalarız bu yüzden.

    Osman Numan BARANUS

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

      Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
     


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Camdan Kalp
    Funda Arar









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100111.asp
    ISSN: 1303-8923
    11 Ocak 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com