Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.727

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 3 Şubat 2010 - Fincanın İçindekiler


  • MOMMO İLE HAYATA BİR BAKIŞ ... Suna Keleşoğlu
  • KANAMALI BİR TOPLUM İÇİN KAN ARANIYOR... ... Erhan Tığlı
  • DERSİMİZ ATATÜRK ... Mehmet Şeylan
  • Tek el'in TEKEL'lisi Olmak! ... Nuran Talay
  • KAŞ Uçarsu Efsanesi / Yeşil Göl - Uçarsu -2- ... Yaşar Bilgin


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Gözlerimde son bir bulut gülpembe!..


    Merhabalar,

    Bugün Barış Manço'yu anmak, hakkında birkaç satır güzel şey yazmak ve gündemi bir daha ki sefere bırakmak istiyordum. Öyle olmadı. Grup toplantılarındaki çatlak sesle buruşan beynim, akşam üzeri bir can dostumdan aldığım mesajla çatırdamaya, ellerim titremeye gözüm seğirmeye başladı.

    Ancak iddianame savcılarıyla bir kısım kör aydının okumaya değer bulduğu, görevlendirilmiş paçavranın darbe yaygarası yaptığı nüshalarından birinde otuzaltı yıllık arkadaşımın adını, darbe ertesi MİT'e yerleştirilecekler arasında görünce tam anlamıyla zıvanadan çıktım. Ağzımdan çıkan kelimeleri buraya ardarda yazmaya kalksam başıma neler gelir kimbilir. Bu paçavranın maşası altan paşa tanır mı bilmem ama ben otuzbeş yıllık arkadaşımı pek iyi tanırım. Ve onun tek tel saçını tüm o paçavra ve muhteviyatına değişmem. Eline verilen sözde belgeleri en şerefsiz yorumlarla, bir belgesel edasıyla basıp ortalığı savaş meydanına çeviren bu tuvalet kağıdından bozma paçavrayı adam yerine koyup okuyanlara da, bir kez daha, yazıklar olsun diyorum. Konuyla ilgili nüshayı görmek isteyenler burada bulabilirler.

    Paçavrası böyle olanın başbakanı da böyle olur kuşkusuz. Hâk yolunda hak dağıttığını söyleyegelen bir başbakan, karşısına hakkını yedirmeyen insanlar çıkınca ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırdı. "Bir grup TEKEL işçisi" diye küçümsediği hak arayanların yarın kitle hareketine dönüşeceğini anlamamazlıktan gelecek kadar da rahat hazretleri.

    Padişahlığı iyice içine sindiren başbakan, kendi vekilleri tarafından kendisine atfedilen "Peygamber" yakıştırmasından pek gocundu. Meclis kürsüsünde kıpkırmızı din dersi vermeye kalkınca da, kulları karşı saldırıya geçti. İşte dün Meclis'te yaşanan arbedenin özeti budur. Olayın tasvip edilecek yanı elbette yok, ama çanak tutanları da es geçmemek gerek.

    Ana muhalefeti ve yeni yetme Sarıgüllü hareketi yakından izliyorum. Kısmetse bir dahaki sefere onlar hakkında fikirlerimi tartışmak üzere buraya almak istiyorum. Özellikle Mevlana olmaya soyunan hareket ve CHP'nin tavrını, tüm yaşanan gelişmeler ışığında tartışmaya değer bulduğumu söyleyebilirim. Sizlerin de fikrini merak ediyorum doğrusu. Bu vesile ile Barış Manço'yu rahmetle ve özlemle anıyor, tüm sevenlerine selam gönderiyorum. Hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Suna Keleşoğlu

     Café Azur : Suna Keleşoğlu


      MOMMO İLE HAYATA BİR BAKIŞ

    Uzun zamandır hayatının sinemasını evde çekip oynayan biri olarak kızlarımdan bulabildiğim bir zaman diliminde Nice'de gösterimi yapılan Mommo'yu izlemeye gittim. Mommo'yu izlemeden bir yazı yazmıştım, ne kadar başarılı olduğunu ve olumlu eleştiriler aldığını biliyordum. Ama yine yeniden yazmak istedim.

    Filmin bitiminde sinemanın merdivenlerinden ağır ağır inerken, kırmızı mantosu ve dudaklarının rengi aynı olan yetmişlerindeki kadın gözyaşlarımın kalan damlalarından cesaret alarak yanıma yaklaştı diye düşündüm. Sinema salonunu dolduran az sayıdaki yabancıdan biriydi. Belki biz de yabancılaşıyorduk uzakta olmanın verdiği duygularla memlekete. Ama kadının soru sorarken ki bakışının, sorunun ne kadar uzaklardan geldiğini anlatması zor değildi. Yanındaki yaşlı adam filmin hikayesinin bazı bölümlerini kaçırmıştı. Biraz çevirisinden, biraz da o filmin anlattığı yaşamı bilmemesinden kaynaklanıyordu. Yaşının ve yaşadıklarının ona hayata geniş bakmayı kattığını söyleyemezdik. Kadın filmdeki çocuklara takılmıştı. Onların oyunculukları gözlerine bir yaşam parıltısı vermişti. Mantosu ve ruju gibi al al oluyordu yanakları da konuşurken. Soruları bitmiyordu.

    Evet Atalay Taşdiken'in filminin çocuk oyuncuları Mehmet ve Elif hayatlarında ilk kez kamera karşısındaydılar. Ama senaryoda hayatlarından çok çok farklı olmalarını istetmiyordu onlardan. Konya'nın Hüyük ilçesinin Çavuş kasabasında çekilen filmin oyuncuları yöre halkından seçilmişti. Bu nedenle iki çocuk da filmin geçtiği topraklarda büyüdükleri için yabancı değillerdi.

    "Dokuz yaşında bir çocuk; hem ağabey, hem baba, hem anne, hem de bir bilge olabilir mi?
    Ayşe için olur. Ve hatta hiçbir şeyden korkmayan bir ağabeydir o.
    Annesiz iki çocuğun içinizi ısıtacak, kimi zaman gözünüzü yaşartacak öyküsü.
    Hem de gerçek.
    Yalın bir dille köyü, köyün insanlarını, kardeşlerin ilişkini anlatan film, sürpriz bir finalle bitiyor. "

    Filmin internet sayfasında yazanlar aynen böyle. Burada yazılanların hepsini filmin çıkışında buluyorum. Yani boyalı ve süslü laflarla doldurulmuş ve filmin karakterinden uzak tanıtım yazılarından olabildiğince farklı ve gerçek bu tanıtıma kendimce ekler yapmak isterdim.

    Dokuz yaşındaki bir Anadolu çocuğunun gerçek yaşamından kesitler gördüm ki, bunlar benim gibi kökleri Anadolu'nun bir köyüne inen birisi için hiç yabancı değildi. Köy de yaşamadım, köy benim için tatil demekti ama köye ait her şeyi tanırım, bilirim. Hele filmin o bozkır rengi benim doğduğum toprakların renginin aynısıysa.

    Bu nedenle o filmde iki çocuğun bakkaldan alınan gofreti yerken ki iştahları, küçük Ayşe'nin yaz tatillerinde gidilen kuran kursundan çıkarken hemen başörtüsünü çıkartma hareketi de, hatta Ahmet'in Ayşe'nin saçlarını taradığı çift taraflı kara tarak da, küçük kızın evde yıkanacak banyo olmadığı için kasaba yunağında yıkandığı sahne de benim gibi çocukluğunda köy hatıraları olan biri için hiç yabancı değil. Üstelik ülkemdeki anasız babasız çocuklarların varlığı, bu çocukların ana ya da babaları yeniden evlenirse dedelerine ya da yuvaya gitmeleri ya da gurbetteki yakınları tarafından sahip çıkılmaları da hiç şaşırtıcı değil.

    Bu nedenle o kadının şaşkınlıkla bu çocuklar ne olacak, bu çoçuklar şimdi de var mı? Sorusu yeni bir soruyu getirdi beraberinde. Film olayın geçtiği zamana ait fazla ipucu vermese de evlerin kapısında duran arabaların görüntüsünden zamanımızda geçtiğini canlandırıyouz gözümüzde. Ama ne fark eder bu on sene öncede böyleydi, kırk sene önce de. On sene sonra bu çocukların hayatının çok fazla değişeceğini tahmin etmediğimden yaşlı adamın ben bunu çok eskilerde geçen bir film sanmıştım cümlesine cevabım şu oluyor. Türkiye bu işte. Bir tarafı en modern çağın ilerisinde, bir tarafı çağın çok çok gerisinde. Biz bu kalabalık çağ farklılıkları ve kültür mozağinden besleniyoruz. Hızımı alamayıp bu nedenle bizim sabah kahvaltılarımızın da öyle bir saati yoktur. Sizin gibi sadece tatlı şeyler yiyip kahve içerek güne başlamayız biz, hem tatlı, hem tuzluya da yer vardır soframızda. Diye uzun uzun anlatmak istiyorum.

    Bazı şeylere kendimin bile inanmadığımı görüyorum. Ben yirmi sene evvelindeki duygu ve yaşamdan bahsediyorum aslında. Şimdi nereye gidersek gidelim garip bir kirlenmişlik, özünden uzaklaşma ve farklılıktan duyulan rahatsızlık var. Aynı olmak zorundayız gibi yazılıp çiziliyor. Aynı olmazsak yaşayamayız gibi. Filmdeki Almanya'ya gidecek diye gavur olacak damgası yiyen çocuğun korkusu geliyor gözümün önüne. Günümüze dönüyorum, memlekete bakıyorum ,ne tuhaf hem gavur icatları peşinde koşuyoruz, hem de gavur olmamak için direniyoruz. Bu ne yaman çelişki.

    Daldan dala konuyorum ama bu film benim içimin tüm yaralarını kanattı. Vücüdumda ne kadar birikmiş irin varsa atıp gitti. O iki çocuk kadar sıcak duygular kapladı içimi, filmin son sahnesindeki ayrılık kadar, buluşamamak kadar gerçek hayat da yüzüme tokat gibi çarptı. Bu nedenle yönetmeni avuçlarım kızarıncaya kadar alkışlamak istiyorum.

    Plastik ibrikten boşalan suyla seksek oynamaya çalışan küçük Ayşe'nin kocaman gözlerinden, söylenen her sözü dinleyen, gurur ve hamilik yapma duygusu çocukluğunun önüne geçen Ahmet'in çok az gülen yüzünden bize Anadolu'yu bir kez daha hatırlattığı için teşekkür etmek istiyorum. Erkan Oğur'un müziklerinde o çorak toprakların, öğütülen buğdayların tozu vuruyor yüzüme. Sokak aralarında top oynayan çocuklardan birinin tişörtünde bir rock müzisyeninin resmi olmasına da tebesüm ediyorum gizlice. Kendimce takıldığım tüm detaylar; pencere önündeki saat, çift taraflı tarak, bakkal, gofret, başka birilerine ait bisiklet, seksek, kuran kursu, çarşı ekmeği, eski ayakkabıların kızların önünde saklanması, maltepe sigarası, belediye anonsları, selamla başlayan selamla biten gurbet mektupları, yatakların yorganların hatta nevresimlerin bilindik desenleri, ayaklarını gizleyen küçük kız çocuğu, evlatlık almaya gelen zengin ve bilindik markalı araba, Ahmet, Ayşe, Fatma gibi tanıdık isimler, siyah beyaz ilkokul fotoğrafları ve gülfatma çiçeği. Genelde Haziran'dan Ekim'e kadar çiçek veren bu çiçeğin iki küçük çoçuğun çabalarıyla yaşamaya çalışması ve belki de aslında bu çiçeğin ömrü kadar kısa sürede ansızın değişen yaşamları...

    Bu film beni oldukça derin düşüncelere itti.

    "İşlek bir caddenin üzerinde bulunan İSKİ'nin rögar kapağı yerinden çıkmış, açık kalan iki metrelik çukursa, trafikteki araçlar için büyük bir tehlike oluşturuyordu.

    Yetkililer önlem almayınca çevre sakinleri çözümü, sandalye koymakta buldu. Bazı çevre sakinleri de belediye yetkilililerin durumdan haberdar olmasına rağmen gereken önlemi almadını belirtttiler. Çukurun bir tarafına alüminyum bir levha, diğer tarafına da bir sandalye konularak, kazaların önüne geçilmeye çalışılıyor. "


    Bugün Hürriyet gazetesinde gördüğüm bu haberden sonra bir kere daha anladım ki, ben o kırmızı rujlu, kırmızı mantolu yaşlı kadın ve yanındaki yaşlı adama ne kadar anlatsam anlatayım benim ülkemde çekilen her film onlar için anlaşılması zor olacaktı. Çünkü buralarda böyle bir çukuru sandalyeyle kapatmaya çalışanların siyasi ömürleri uzun olmuyor. İşte bu nedenle artık anlatmak ve tanıtmaktan yorulduğumu hissediyorum.

    Filmdeki küçük kızın abi, abi diye seslendiği sahnelerde çeviriye Ahmet Ahmet diye çocuğun adı yazılı olduğu için de o kızın abi deyişindeki duyguyu da sadece kendim hissedeyim anlatmaya çalışmayayım diyerek biraz bencilce daha fazla sorulara maruz kalmadan oradan uzaklaşıyorum.

    Bir film ardından binlerce duygu, akşamı karşılayan Akdeniz şehri, filmden birlikte çıktığım gençlerin heyecanları, evde beni bekleyen iki çocuğun sorumlulukları ve tüm sokak kokularını silip burnuma dayanan bozkır kokusu. Mommo, kız kardeşim ben seni çok sevdim.

    SunA.K. Grasse


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Erhan Tığlı

     GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


      KANAMALI BİR TOPLUM İÇİN KAN ARANIYOR...

    Gazetelerden kan sızıyor
    Ekranlar kanlı
    Kan gövdeyi götürüyor
    Yollar kan gölü yollar kan revan
    Kan denizi dinlemiyor aman
    Kanlı gözyaşları döküyoruz çaresizliğimize
    Kan oturmuş gözlerimize...
    Nereye saklayacağımızı bilemiyoruz kanlı ellerimizi
    Dinmiyor hiç umduğumuz dağlara yağan kar
    Bitmiyor sağımızdaki solumuzdaki uçurumlar
    Çenemize kadar kana battık
    Her taraf kan içinde ama
    Bulunamıyor bir türlü toplumu sağlığa kavuşturacak kan...
    KAN vermek isteyenlerin insaniyet namına
    ERDEM hastanesine başvurmaları rica olunur.

    Erhan Tığlı
    erhantigli@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Mehmet Şeylan


    DERSİMİZ ATATÜRK

    Sevgili sinema severler bugün sizlere çok yakında vizyona girecek olan "Dersimiz Atatürk" filmi hakkında ilk izlenimlerimi aktarmak istiyorum. Fragmanın her karesi inanılmaz derecede güzel. Boş bir kare bulamazsınız. "Şu Çılgın Türkler" Diriliş" kitaplarından hatırlayacağınız üzere, Atatürk; en yalın, en sıcak ve en önemlisi en bizden haliyle Turgut Özakman'ın kaleminden izleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

    Yapımcılığını Birol Güven ve Serkan Balbal'ın üstlendiği, yönetmenliğini Hamdi Alkan'ın yaptığı "Dersimiz Atatürk" filminin çekimleri devam ediyor. Filminin başrol oyuncularına baktığımızda karşımıza Halit Ergenç ve Çetin Tekindor çıkıyor.

    Halit Ergenç'in Atatürk rolünü canlandırdığı projenin, çocuklara ve gençlere Atatürk'ü en doğru, en yalın ve en seyre değer şekliyle biz sinema severlerle buluşuyor. Filmin anlatıcısı konumunda olan ve filme ismini veren dersin hocasını, yani "Tarihçi Dede"yi ise sinemamızın usta sanatçılarından Çetin Tekindor oynuyor.

    Filmin genel hikayesi ise şöyle;

    İlkokul 5. sınıfta okuyan bir grup çocuğun, Atatürk'ü daha iyi anlamaları için verilen ödevle başlar. Bu ödev onlar için Atamızın yaşamına ve Ülkemizin Kurtuluş öyküsüne yapılacak uzun ve öğretici bir yolculuk olacaktır.

    Bu yolculukta onlara önderlik edecek olan çocuklardan birinin ödüllü tarihçi "Dede"sidir. Ama bu "Dede" diğer tarihçilere hiç benzememektedir. O, tarihi sıkıcı bir geçmiş olarak anlatmaktan çok uzaktır sanki fantastik bir dünyanın tarihçisidir. Çocuklara Mustafa Kemal'in çocukluğunu, okul hayatını, askerlik kariyerini anlatır.

    Onları Kurtuluş Savaşı'nın en önemli cephelerine götürür, dünyada eşi görülmemiş bir direniş gösteren Türk halkının eşsiz kahramanlarıyla tanıştırır. Cumhuriyetin kuruluşuyla yoktan var edilen ülkenin emeklerini ve Ata'nın hayran olunası insani özelliklerini bazen canlandırmalar, bazen de tarihten gelen fotoğraf ve videolarla öğretir.

    Mehmet Şeylan
    mehmetseylan@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nuran Talay

     Kahveci : Nuran Talay


      Tek el'in TEKEL'lisi Olmak!

    Önce Özelleştirildi TEKEL ve beraberinde işçiler.
    Sonra Özelleştirilmeleri nedeni ile işlerinden, haklarından oldular.

    Ve şimdi TEKEL işçileri taleplerini Tek el'e kabul ettiremediler.

    TEKEL işçileri günlerdir Ankara'nın soğuk hava koşullarına rağmen hak mücadelesi veriyor.

    Kimi bir bardak çay ile üşüyen ellerini ısıtmaya çalışıyor.
    Kimi battaniyesine sarınmış bedenini ısıtıyor.
    Hepsinin gözlerinde ayrı bir dram;
    Umutsuzluk,
    Çaresizlik,
    Bitkinlik var.

    Kalpler kırgın…

    Özelleştirilip yabancılaştırıldılar diye;

    Bir kenara itilen,
    Hakları ellerinden alınan,
    Hakkı olmayanı istiyormuş gibi zulüm gören işçiler bizim insanımız.

    Özelleştirilmeyi TEKEL işçisi istemedi Tek el!

    Bir ekmeğin hesabını gemicikler de düşünmüyor TEKEL işçisi.

    Onların derdi aş, iş…

    Hiç dostu yok mu TEKEL işçilerinin.

    Yalnız çaresiz bekleyişini sürdürüyor.

    İşsizliği teğet geçiren Tek el, bunu da teğet geçirtsin hadi!

    Geçmişte özelleştirilen;

    Et ve Balık Kurumu çalışanları, arazileri nerede?
    Şeker fabrikaları özelleştirildiğinde devletin kasası kar etti mi?
    Türktelekom hala Türktelekom olarak adını kullanarak kimi aldatıyor?
    Petkim,
    Tüpraş,
    Petrol Ofisi,

    Sırada kim bilir daha ne kurumlarımız var özelleştirilecek diyemiyoruz ki hepsi babalar gibi satıldı, pardon özelleştirildi.

    Elimizde avucumuzda alın teri ile kurulmuş tesisler, yıllarca emek verilmiş kurumlar kalmadığına göre dış borç neden katlanıyor hızla?

    Bütçe açığı ve dış borç ödemesini yine bu ülkenin işçisi memuru yapacağına göre bu drama sessiz kalmak, bu isyanı görmezden gelmek neyin Tek el'i...

    Aşçısının,
    Çöpçüsünün,
    Doktorunun,
    Muhasebecinin,
    Pastacının,
    İtfaiyecinin sesi…

    İşsiz Ahmet'in, Mehmet'in, Fatma'nın sesi TEKEL işçisi!

    Bu sese Tek el'in yanıtı;

    "Biz diyoruz ki, bu kardeşlerimizi 4C kapsamına alalım. Bu kardeşlerimize bu rakamı verelim. Asgari ücret 650 TL idi bu 4C kapsamında verilen ücret. Arkadaşlarıma dedim ki, ya üzerinde çalışalım bu ücretin. İlköğretim mezunlarına 658'den 772 lira verelim dedik. Lise mezunlarına 856 lira verelim dedik. Yüksekokul mezunlarına da 938 lira verelim dedik"…

    Önerilen brüt ücretlerin yaklaşık net tutarlarına bakılırsa;
    650 TL = 465,88 TL
    658 TL = 471,60 TL
    772 TL = 553,29 TL
    856 TL = 613,47 TL
    938 TL = 672,22 TL

    465,88-672,22 TL arası net maaş ile kim nasıl geçinebilir, ne yiyip ne içebilir?

    Muhasebesini yapabilene aşk olsun!


    Nuran Talay
    Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Yaşar Bilgin


    KAŞ Uçarsu Efsanesi / Yeşil Göl - Uçarsu -2-

    İKİNCİ BÖLÜM

    Hacılı her sene panayır sonrasında ziyaretlerine gelirdi. Vadinin ucundaki düzlükte yaşıyordu. Yüz yaşında olduğunu ve dokuz kere hacca gittiğini söylerdi. Kendisine bu yüzden hacılı demişler. İyice kısalmış boyu, küçük çekik gözleri, uzun beyaz sakalı ve duru bir yüzü vardı. Hacılı beyaz sarığını itina ile çıkardı. Masanın üzerine koydu. Ucunda dantel işlemeleri olan beyaz örtülü sedire oturdu. Karşıda pencerenin önünde duran radyoyu, dinlemeyin şeytan icadı diyerek kapattırdı. Timura,

    - Otur, bu defa sana anlatacaklarım var. Bu yörenin beyi büyük büyük dedeniz diyerek Yeşil Göl efsanesini anlatmaya başladı.

    Beyin adı Ali Veli. Onun beyliğinde her yerde sular bol, tarlalar verimli, hayvanların etleri sıkı ve kokulu imiş. Ali Velinin heybetli görünümü, adil yönetimi ve obasındaki bolluk dillere destan olmuş. Bu durum yöredeki cinlerin dikkatini çekmiş ve kraliçe cin Ali Veliye aşık olmuş ve onu her yerde takip etmeye başlamış. Değişik görüntülerde ve değişik yerlerde beyin önüne çıkıyor, naz ediyor, bel kıvırıyor ancak bir türlü karşılık göremiyormuş. Ne yaptıysa olmamış. Ali Velinin aklını da gönlünü de çevirememiş. Sahilden Akdağa göç zamanı imiş. Yine göç başlamış. Akşama doğru torosların eteğinde mola vermişler. Oba, çadırlarını kurup hayvanlarını sularken ve bir taraftan da ateşi yakıp akşama hazırlık yaparken beyin çadırına bir atlı haberci gelmiş. Haberci, beye, sahilde kalan babasının aniden hastalandığını ve birden yatağa düştüğünü söylemiş. Ali Velinin babası bir kısım akrabaları ile birlikte Meis ve adalarla olan ticareti devam ettirmek için sahilde bekçi kalmış. Hep böyle olurmuş. Obanın bir kısmı sahilde ticaret için bir kısmı da yaylada ürün için bekçi kalırmış. Bey derhal atına atlamış ve doğru sahilin yolunu tutmuş. Adamları beraber gidelim, seni yalnız bırakmayalım dedilerse de kabul etmemiş. Siz burada obanın başından ayrılmayın yolunuza devam edin, göçü devam ettirin ben size yetişirim demiş ve yola çıkmış. Sahil mola yerine bir hayli uzaktaymış. Ali Veliye debelleş olan cin bunu fırsat bilmiş ve dünyanın en güzel ve en çekici kadını kılığına girerek beyin yolunu kesmeye karar vermiş. Bey, göçlerin ilk mola yeri olan bol gölgeli yüksek meşe ağaçlarının altındaki çeşme başına kadar hiç durmadan tek başına dönmüş gelmiş. Elini yüzünü yıkayıp suyunu içtikten ve atını suladıktan sonra tam ata binmeye hazırlanırken Ali Veli al beni, al yanına koy beni diye işveli bir kadın sesi duymuş. Ali Veli önce destur çekmiş ve sonra sese doğru dönmüş ve öylece kalakalmış. Kadın beye, ben aşağıdan zahireci Nikonun yanındaydım. Çete baskınından kaçtım. Oduncu Cemilin yurduna gönderdiler. Orada kalmak istemiyorum. Beni yanına al, himayene al demiş. Bey oduncu Cemili duyarmış ve bilirmiş. Oduncu Cemil saf, temiz ve sakin bir adammış. Hep obadan ayrı hareket eder, ayrı yerlerde yurt kurarmış. Çoğu zaman Akdağın en uzak yerindeki suların çıktığı yerde yaşar ve aynaya bakarmış. Aynada olanları görür ve yöreye haber verirmiş. İnsanların arasına pek karışmazmış. Ona kimse uğramaz ve de onunla kimse uğraşmazmış. Devletin adamları bile vergi almak için herkesi tek tek yoklarken, onun yurdunun önünden hızlı hızlı geçerlermiş. Çünkü cinleri varmış,ona gözükürler, gelmişten, geçmişten her şeyden onu haberdar ederlermiş. Bütün ovayı ta tepeden gören yerdeki yurdundan bütün ovada ve dağın eteğinde yaşayanları tek tek izler ve gördüklerinden haberdar edermiş. Beyin yoluna çıkan kadının mavi ve yeşil karışımı gözleri, uzun siyah saçları, kuğu gibi uzun boynu varmış. Bey vurulmuş gibi ne diyeceğini şaşırmış. Ya onu yanına alacak, onunla olacak ya da yolundan dönmeyip bir an önce hasta babasına gidip tekrar obaya halkının başına dönecekmiş. Babasının hastalığını düşünerek yoluna devam etmeye karar vermiş. Ancak bu güzel kadına da, beni burada bekle, yine döneceğim. O zaman seni yanıma alırım demiş ve atını sürmüş. Bey, yolda henüz ilerlemişken ve tam ormandan düzlüğe çıkılan yerden un değirmenlerini geçerken atının arkasında birini oturur bulmuş. Kraliçe cin birden atın terkisine atlamış. Amacı bu defa bey ile yakınlaşmak onun gönlüne girmekmiş. At ürkmüş, huysuzlanmış. Zınk diye durmuş. Bey durumu fark etmiş. Bu olsa olsa biraz önce önüme çıkan kadın demiş. O da ona debelleş olan, sürekli rüyalarına giren ve onu kandırmak isteyen cinin ta kendisi. Destur ve besmele çekerek birden kırbaçla kadını belinden sıkıca kavrayıp sonra da beline bağlamış ve yoluna böylece devam etmiş.Yöre beyi sahile geldiğinde babasını yatar halde hasta bulmuş. Babası konuşuyor ama hareket edemiyormuş. Oğlum, birden kesildim ve yatağa düştüm. Elim, kolum ve ayaklarım tutmadı. Bildiğimiz bütün otları kaynatıp denedik. Ne yaptıysak olmadı. Karşıdan Merigistandan Doktor Firenos beyi de almaya gittiler. Merigistan hemen karşıdaki yakın adalarda kurulu çok eski bir yer imiş. Onlar ticarette çok ileri gitmişler. Çok ünlü doktorları ve gemicileri varmış. Dünyanın pek çok yeri ile denizaşırı ticaret yapıyorlarmış. Akdenizden geçen bütün yük gemileri mutlaka bu adalara uğrarlar ve erzaklarını bu adalardan alırlarmış. Yöre beyinin obası da bu yüzden Merigistana yakın olan koylara yazlık kurarlar burada yaptıkları iskelelerden yükleme yaparlarmış. Adalara ve Mısıra gemilerle zahire, hayvan, kereste, harnup, bal ve yöre kilimlerini satarlar buralardan kahve, kalay, dikiş makinesi, makas, kumaş, çeyiz malzemeleri getirirlermiş. Firenos bey Akdenizin bütün adalarının ve bütün yörelerin en ünlü doktoru imiş. Kendisine Rodostan, Kıbrıstan hastalar gelirmiş. Yöre beyinin babasının hastalığına bir şey diyememiş. Beye yapacak bir şey yok felç olmuş ilaç da yok. Tütün çiğnesin.Ayağa kalkması ancak bir mucize ile olur demiş ve tekrar Merigistana dönmüş. Yöre beyinin babası Beye, ben yatağa mahkum oldum belki bir daha kalkamayacağım. Artık sen git durma,halkının yanına dön. Onları beysiz bırakma demiş.Yöre beyi hareketsiz bir halde babasını dinlemiş. Bir taraftan aklından sakın bu da bu cinin marifeti olmasın gibi düşünceler geçiyormuş. Sonra birden yanında sıkıca tuttuğu cini babasına göstererek işte baba bize debelleş olan cin, onu yakaladım. Bana hemen bir kazan getirin cini ona kilitleyelim, burada sana emanet edeyim. Sakın bir kez olsun dışarıya bırakmayın demiş. İnanışa göre destur çekilip besmele ile yakalanan ve hemen bir kazana kilitlenen ve kırk gün hiç aralıksız kazanda kilitli tutulan cinler kendiliğinden kaybolup giderlermiş. Yörenin en eski ve en büyük kazanını getirmişler. Cini kazana koymuşlar ve ağzını sıkıca kapatıp büyük bir kilitle kilitlemişler. Bey kazanı babasının olduğu bölüme bırakarak babasının adamlarını kazana da babama da dikkat edin sakın bir kez olsun onu dışarı bırakmayın diye sıkıca tembihlemiş ve tekrar obasını bıraktığı yere dönmüş. Cinin üç beş gün hiç sesi çıkmamış. Bu arada beyin babasının şiddetli ağrıları başlamış ve bir sabah kazandan gelen ağlama sızlama sesleriyle uyanmış. Kazandaki cin hem ağlıyor hem yalvarıyormuş. Ali Veli sal beni,Ali Veli sal beni. Beyin babası bunları duymazlıktan geldiyse de ağlamalar sızlamalar gün geçtikçe giderek artmış. Ancak ihtiyar bey oğluna verdiği söze istinaden bir kez olsun kazanın kapağını açmamış. Böylece günler geçmiş. Beybabanın yattıkça ağrıları da artıyor ve artık dayanılmaz hale geliyormuş. Bir gün cin beybaba bırak beni gideyim, ağrılarını keseyim, bırak beni gideyim, ağrılarını keseyim diyerek yalvarmasını devam ettirince ihtiyar bey buna kulak kabartmış. Sonunda dayanamayıp, cine seni bırakırsam ağrılarım gerçekten dinecek mi? deyivermiş. Cin eğer beni bırakırsan bütün ağrıların diner, seni ayağa kaldırırım demiş.

    İhtiyar bey de nihayet peki seni bırakayım ancak şartlarım var demiş. Buna göre ihtiyar bey cini bırakacak, cin de hiç kimsenin göremeyeceği kadar uzaklarda yaşamına devam edecekmiş. Cin bunu kabul etmiş. En uzaklara, en yükseklere gidecek hiç kimseyle birlikte olmayacak ve oğluna da kendisine de debelleş olmayacakmış. Kazanın kapağının açılmasıyla beraber kraliçe cin kazandan ve çadırdan uçarak uzaklaşmış gitmiş. Bey iyileşmiş. Cin kaybolmuş. Cin torosların üstünden Akdağın doruklarına kadar uçmuş.Tepelerin arasında büyük kar mağaralarının yanında kayalara asılı gibi duran Yeşilgöle kadar gelmiş. Burası bütün her yerden en uzakta olan yermiş. En yakın yer aşağıda kızıltaş yurdu orada da sadece Oduncu Cemilin evi varmış. Cin beyden intikam almak için yöreyi susuz bırakmaya karar vermiş. Yöredeki bütün su kaynaklarını doruğa doğru çekip yeşil gölün altına mağaralara akıtmış. Bütün suları kayalar ile örterek yeşil gölün altında kilitlemiş. Cin bu kazan şeklindeki yeşil gölde yaşamaya başlamış. Göl zamanla cinin gözlerinin rengini almış, hem yeşil hem mavi olmuş. Cin hep kar mağaralarından taşan suları göle, gölden taşan suları mağaraların diplerinden denizlere akıtmış ve başka hiçbir yere su vermemiş. İşte ne olduysa bundan sonra olmuş. Bütün yörede ve adalarda kuraklık başlamış. Yöre halkı ne yaptıysa olmamış. Su aramaları, yağmur duaları hiç biri çare olmamış. Dağların altından gürül gürül su sesleri geliyor ama bir türlü yerin üstüne çıkmıyormuş. Su, yeşil gölün altında birikmiş. Aylar, yıllar geçmiş. Beyin yetişmekte olan Şah adında bir oğlu varmış. Şah, büyük amcasının yanında büyümüş, dışarılarda eğitim görmüş savaşlar bitince yöresine ticarete dönmüş. Yöreden keçi, kuyun, inek, buğday ve gübre topluyor, bunları gemilere yükleyerek adalara satıyorlarmış. Susuzluk herkesi etkilemiş. Bütün ovalar kurumuş. Hayvanlar kırılmış. Adalarda yaşayan insanlar içmeye bile su bulamaz olmuşlar. Şah, yöresini kuraklıktan kurtarabilmek için sürekli suyu düşünmeye ve suyu aramaya başlamış. Her gün rüyasında yeşil gölü görüyor, yeşil gölün altındaki su beyin oğluna gözüküyormuş. Annesine ve arkadaşlarına su yeşil gölün altında diyerek bir gün yeşil göle gideceğini suyu yeşil gölden kurtaracağını söylüyormuş. Herkes buna karşı çıkıyor ve onu bu tutkusundan caydırmaya çalışıyormuş. Çünkü o güne kadar yeşil göle gidip de dönen hiç olmamış. Yeşil göl çok uzaklarda ve çok yükseklerde olduğundan gidenler kayboluyor, bir taraftan da yeşil göl çok güzel olduğundan oraya kadar gidip onu görenler dayanamayıp göle girince göl onları derinliğine çekip yutuyormuş. Yani yeşil göle kadar giden hiç kimse geri dönmemiş. Yeşil Gölün üstündeki kayaları kaldırmaya hiç kimsenin gücü yetmemiş. Annesi her gün ağlayıp yalvarmış. Oğlum gitme, göldeki kadın seni de kandırır, seni de götürür. Yöredeki kadınlar arsında, yeşil gölde güzel bir kadının yaşadığı, giden gençleri hep onun götürdüğü inancı varmış. Böylelikle yeşil gölün esrarı halk arasında dilden dile dolaşır olmuş. Bu nedenle de hiç kimse Yeşil Göle gitmez ve yöre halkı özellikle gençleri göle göndermezmiş. Bütün bunları kim dinler? Yöre beyinin oğlunda yeşil göl bir tutku haline gelmiş. Hiç kimseye söylemeden bir gün sabah erkenden kalkarak yeşil gölün yolunu tutmuş. Saatlerce gitmiş, iki dağın doruğunun kesiştiği kısığa kadar gelmiş. Bundan sonraki kayalar dik ve sarp olduğundan artık yürüyerek ve dağa tırmanarak gitmesi gerekiyormuş. Atını hemen burada dağın eteğinde oturan oduncu Cemilin evine bırakmaya karar vermiş ve oduncu Cemilin yurduna doğru yönelmiş. Burası tam yamaçta servi ve ardıç ağaçlarının ve su derelerinin arasında bir yermiş. Kuraklıktan sonra buradaki su kaynakları da çekilmiş ve ağaçlar iyice cılızlaşmış. Aşağıda uzun bir vadi, büyük bir ova ve bütün sıra dağlar göz alabildiğince uzanıyormuş. Beyin oğlu oduncu Cemile seslenmiş. Kapıya Oduncunun kızı Yeşil çıkmış. İnce, uzun boyu, siyah uzun saçları ve yeşil ve mavi karışımı gözleri ile kız o kadar güzelmiş ki beyin oğlunun dili tutulmuş. Hiçbir şey söyleyemeden öylece kalakalmış. Yeşil onu içeriye davet etmiş, önüne sofra koymuş. Oduncu Cemil, beyin oğlu ve Yeşil kızı hep beraber sofraya oturmuşlar. Beyin oğlunun neden orada olduğunu anlamaya çalışmışlar. Beyin oğlu, kınalı keklik avına geldiğini, atının birkaç gün onlarda kalmasını isteğini söylemiş. Kınalı keklik, kartallar gibi çok yükseklerde ve sarp kayalıklarda yaşarmış. Çok az ve avlanması çok zormuş. Uçar gibi yürür nerede konduğu kalktığı ve nerede uçtuğu belli olmazmış. Yemekten sonra beyin oğlu tekrar yola koyulmuş. Yeşil onu uğurlamış. Oduncu Cemil, beyin oğluna inanmamış. Beyin oğlunun hiç keklik avına gittiğini duymamış. Bey oğluna seslenmiş. Kekliğin yok. Yanında keklik taşımadan keklik avlayamazsın. Sen keklik avlayamazsın Amacın başka. Ve yıllarca kullandığı kendi oduncu bıçağını şaha giderken hediye etmiş. Bunu al. Yanından ayırma. Bu bıçağı dağdaki bütün hayvanlar bilir. Sana yaklaşamazlar demiş. Beyin oğlu gittikten sonra oduncu Cemil meşhur aynasına bakmış. Aynada dağların sarsıldığını, yerden suların fışkırdığını ve nehirlerin aktığını görmüş ve birden su geliyor, su geliyor diye bağırmaya başlamış. Sesi bütün yörede yankılanmış. Oduncu Cemil hem bağırıyor, hem de aşağıya vadiye doğru uçar gibi koşuyormuş. Babasını bu halde gören Yeşilin aklına da birden beyin oğlunun su için Yeşil Göle gidebileceği gelmiş ve hızla arkasından ona yetişmek ve onu durdurmak için koşmuş. Beyin oğlu da bu arada yukarıda, dağın eteğindeki son ağaç olan tek ardıca kadar gelmiş. Yaşlı ardıcın hemen arkasında yükselen sarp tepeleri aşarak iki dağın arasında, dar ve yüksek bir düzlüğe ulaşmış. Burada çakıl taşları gibi beyaz ve yuvarlak büyük kayalar varmış. Burası kartalların ve kınalı kekliklerin yuva yaptığı yermiş. Şah, Yeşil Göle keklikleri takip ederek gidebileceğini düşünmüş. Keklikleri gag guvak gag guvak diye keklik gibi öterek yanına çağırmış. Göle ulaşmak için onları takip etmeyi düşünmüş. Ama hiç bir keklik gelmemiş. Yeşil Göl tam karşıda Akdağın doruğunda sert kayaların üzerinde bir elin avucunun içindeymiş gibi duruyormuş. Göl, zirvedeki kar kütlelerinin arasında güneşin hemen altında parlıyor ve sürekli mavi ve yeşil renkli ışıklar yansıtıyormuş. Beyin oğlu göle doğru yürümüş, kayalara tırmanmaya başlamış ve o anda gölde bütün güzelliği ile bir kadın gözükmüş. Şah ne yapacağını bilemeden öylece durmuş kalmış. İlerideki kayalıkların arasından dev bir kartal uçmuş gelmiş. Beyin oğlunun niye geldiğini bilen cin, kartalı Şaha saldırtmış. Kartal, Şahı iyice süzmüş ve birdenbire ve hızla ona doğru uçmaya başlamış. O ürkmüş. Kartal ona iyice yaklaşmış. Kanatları ile başına ağır bir darbe vurmuş ve şahı kayalıklardan yere düşürmüş. Oduncu Cemilin bıçağını hatırlayan Şah birden bıçağı belinden çıkartarak kartala doğru sallamış. Bu defa da pençeleri ile saldırıya geçen kartal bıçakla bir an duraklamış ve işte tam o sırada bir keklik sesi bütün kısıkta ve kayalıklarda yankılanmış. Bu ses kekliklerin en büyüğünden ve en güzeli olan kınalı keklikten geliyormuş. Kınalı keklik kartalı yanına çağırmış. Cin ne yapacağını şaşırmış. Cinler kınalı keklikten çekinir ve uzak dururlarmış. Çünkü kınalı keklik dağın bütün kuşlarını sesiyle etkileyebilir onları çağırıp istedikleri yöne uçurabilirlermiş. Kartal yavaşlayıp sesin geldiği yere dönmüş ve kınalı kekliğe doğru uçmaya başlamış. Yeşil koşarak kınalı kekliği takip etmiş ve Şahın yanına gelmiş. Başından yaralanan Şah yerde yatıyormuş. Cin, suları onların üzerine akıtıp onları boğmaya hazırlanırken gölde toplanan kınalı kekliklerin ve kartlalların çığlıkları bütün dağda yankılanmış kar kütlesinden kopan bir çığ yeşil gölün üzerine yuvarlanarak kayaları yerinden oynatmış ve kayalardan patlayan su cini gökyüzüne fırlatmış. Cin kendi hapsettiği sularda boğulmuş. Büyü bozulmuş Yeşil gölün altındaki su patlamış, önce gökyüzüne, sonra da hızla ovaya doğru fışkırmaya başlamış. Cinin çığlıkları su seslerine karışmış büyük bir şelale gürültüsü bütün ovayı ve akdağları kaplamış. Derelerde gürül gürül suların aktığını gören yöre halkı sevinç çığlıkları ile yaşasın, yaşasın, yeşil göl patladı, akdağdan su fışkırıyor, su uçuyor, yaşasın, yaşasın su geldi diye bağırarak sağa sola koşuşturmaya başlamışlar. Sonra oba beyinin yurdunun önünde toplanmışlar Oba beyi Akdağlara dönerek bir süre uçan suyu seyretmiş ve gözleri arkadaşlarının arasında oğlunu aramış. Sonra yöre halkını selamlamış ve atına atlayıp hızla yeşil gölün yolunu tutmuş. Yöre halkı beylerini yalnız bırakmamış. Onu takip etmişler. Beyin oğlunun kartalla mücadele ettiği yere kadar gelmişler. Fışkıran su tam burada toprağa dökülüp bir şelale oluşturuyormuş. Şelalelin etrafını büyük çakıl taşları ile çevirmişler ve ateş yakıp dua etmişler. Beyin oğlunu bir daha gören olmamış. Yeşili de görmemişler. Akdağın başında bir keklik ve bir kartal uçmuş durmuş. Akdağdan fışkıran suya Uçarsu demişler. Uçarsuyun suyu hiç kesilmemiş.

    Timur, bahçeye indi. Kınalı keklik artık uçuyordu. Onu kafesinden çıkardı okşadı sevdi ve Akdağa doğru bırakıverdi.

    Devam edecek

    Yaşar Bilgin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Yaşlı Düşünceler

    Seni düşündüm,
    Deniz kokulu yosun gözlerine daldığım şuursuz gecelerimi.
    Kokunu, kokusunda aradığım destelerce rakı şişesi ardında,
    Seni düşündüm, gözlerini..

    Daldım gittim sayfalarca boş anılara,
    Takvim yaprağı gibi savuracağın yarınlara daldım.
    Dünümü, bugünümü düşündüm,
    Düşündüm sırtlan gibi beni vurduğun günü.

    Bana verdiğin paçavra sözlere inanmıyordu artık İstanbul sokakları.
    Bir gramofunun sessiz notalarını haykırıyordu Beykoz, Taksim.
    Bir şairin hecelerini fısıldıyordu rüzgar kulağıma,
    Soğuk, sensiz ve sebepsiz.

    Seni düşündüm,
    Geçmemiş geçmişi düşündüm.
    Rüzgarın bizi savurduğu o geceyi,
    Seni düşündüm, yalnızca seni.

    Bora Saban

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

      Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
     


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Dağlar Dağlar
    Barış Manço









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100203.asp
    ISSN: 1303-8923
    3 Şubat 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com