Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.764

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 30 Nisan 2010 - Fincanın İçindekiler


  • BIRAKIN TERMİKSİZ KALSIN ... Seyfullah Çalışkan
  • GÜNEŞLİ YAĞMURLAR ÜLKESİ ... Hamdi Topçuoğlu
  • Bir Keman Konçertosunda Dört Mevsim ... Nevriye Hamitoğlu
  • KUMBARA KALBİM ... Hilal Bayram
  • Ahlak Çökmesi Mutabakatı ... Nuran Talay


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : 1 Mayıs'ta Taksim'de bayram olsun!..


    Merhabalar,

    Topbaş Başkan'ın başrolde olmadığı bir İstanbul projesi açıklandı dün. Üçüncü köprüye pek sıcak bakmayan başkanı güzergah açıklama toplantısına çağırmayı düşünmediler herhalde. Evet, proje büyüktür, Türkiye'yi ilgilendirir ama başta İstanbul'luların problemini çözmek için düşünülmüştür. Anlaşılan o ki, Recep Bey söz verdiği üzere helikopterle uçmuş, yolu izi işaret parmağıyla göstermiş, birileri de güzel bir animasyonla bunu hayata geçirivermiş. Bir İstanbul'lu olarak trafik sorununa merhem olabilecek en ufak bir detayı atlamamız mümkün değil. Günün üç saatini yolda geçirmeyenlerin bunu anlaması mümkün değildir. Rant, peşkeş, su havzaları diye diye dilimizde tüy bitecek ama proje hayata geçtikten bir iki yıl sonra da "İyi oldu yahu" diyeceğiz, hiç şüpheniz olmasın. Yalnız, millet bu kadar karşı çıkarken, hele hele bitmek üzere olan 2 ayrı tüp geçit projesi varken, neden üçüncü bir köprüde bu kadar ısrarcı ve aceleci olunuyor, onu henüz anlamış değilim. Kokusu çıkar yakında, beklemedeyim.

    ...

    19 yaşında üniversite hayalleri kuran kızıma "Beni Cumartesi günü televizyondan izlersin. Taksimde olacağım." dedim. Bekliyorum ki, "Hayır, ne işin var orada, olay çıkar falan." desin. Durdu; "Aaa ne var Taksim'de. Konser falansa ben de geleyim." deyiverdi. Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Bu yaştakilerin hepsi böyle değildir herhalde ama büyük çoğunluğun benzer tepkiler vereceğinden eminim. 1 Mayıs'ı bahar bayramı olarak bile kutlamayan bir nesil yetiştirdik elbirliğiyle. 1 Mayıs'ta, Taksim'in bugüne kadar neden kapalı olduğunu, milletin oraya gitmek için neden ısrarcı olduğunu gel de anlat bakalım onlara. 1977'de doğanlar bugün 33 yaşında birer koca insan. 78'deki kısa bir kutlamadan sonra 32 yıldır 1 Mayıslara kapalı Taksim'i, 1977'de davullu zurnalı kutlamanın ardından, tam herşey bitmişken katledilen 36 canı onlara anlatmak kolay mı? Keşke bugünün imkanları o zaman olsaydı da, bu demokrasi ayıbının faillerini k.çlarındaki bene kadar tanıyabilseydik. Tanısaydık pek çok şey farklı olurdu herhalde.

    Bu sene vilayet ve emniyet, büyüklerinin de iznini alarak, Taksim'i açtılar sağolsunlar. Şimdi top sendikalarda. Bu şansı iyi değerlendiremez, provakasyonlara direnemez, olası oyunlara gelirlerse, bir 33 yıl daha Taksim'i rüyalarında görürler. "Biz elimizden geleni yaptık, açtık, siz içine ettiniz." demek için bekleyen, hatta bunu demeye duacı olan onca devlet büyüğü varken, çok dikkatli olunmalı, çok. 1 Mayıs tüm emekçilere kutlu olsun. Kazasız belasız bir hafta sonu dileğiyle hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      BIRAKIN TERMİKSİZ KALSIN

    - Güzelmiş burası be abi, kocaman arazisi var baksana.
    - Sakın güzel dediğini duymasınlar. Devlet baba burayı da satıverir.
    - Ormana baksana taa sahile kadar gidiyor.
    - Tanıtım fotoğraflarında göletler de vardı zaten. Acaba onlar nerede?
    - Bu ağaçlar ne?
    - Bizim oralarda pırnal denir bunlara. Maki bunlar oğlum maki…
    - Maki kuki anlamam ben. Palamut dökülmüş altlarına baksana. Meşe palamudu bu be…
    - Yabani hayvanlar da varmış. Sülün, ceylan, tavşanlar falan.
    - Kendileri mi salmışlar ormana acaba?
    - Kesinlikle öyledir. Doğada canlı mı kaldı? Koruma altında barınabilirler anca.

    Yürüyoruz, orman içindeki patika yolların etrafındaki otlar diz boyunu aşıyor. Ve otların ardından sık çalılar hemen bütün araziyi kaplıyor. Bülbül sesleri bir çalıdan ötekine koşuyor. Sanki ötmek için birbirleriyle yarışıyorlar. İzmit Körfezi üzerine bir güneş düşmüş ki sormayın gitsin. Yol kenarında oraya buraya kırmızı kâğıtlar saçılmış gibi duran gelincikler de ayrı bir güzellik doğrusu. Biz sohbet ederek yürürken ansızın bir patırtı ile irkiliyoruz. İrkilmek lafın gelişi resmen korkup geri çekiliyoruz. Ayaklarımızın birkaç metre ilersinden bir erkek sülün uçup ormanın içinde gözlerden uzak bir yere konuyor. Kendimizi tutamayıp peşinden çalıların içine doğru yürüyoruz. Ara ara bu kocaman kuşun sesi geliyor ama kendini bir türlü bir kez daha göremiyoruz. Stabilize yolu izleyerek aşağıya doğru inerken yolun hemen kıyısında ormanın içinde bir göletle karşılaşıyoruz. Yoldan ayrılıp yönümüzü göletin kıyısına doğru çeviriyoruz. Ben sanki anlıyormuşum gibi usta bir avcı edasıyla gölün çamurlu kıyısında karaca izleri aramaya başlıyorum. Bütün gölet boyunca çift toynaklı bir ize rastlayamıyorum. Sadece birkaç köpek izin var. Av merakı olan arkadaşım beni uyarıyor. "Bu mevsimde karacalar su içmeye gelmez," diyor. "Çünkü su ihtiyaçlarını taze çimenlerden ve ağaçların filizlerinden karşılarlar."

    Güneşin altında körfezin koyu mavi sularını ormanın yeşil örtüsü üstünden bakarak yürüyoruz. Kocaman ve yüklü gemiler bir o yana bir bu yana tembel tembel ilerliyorlar.

    - Sülün ne biçim uçtu ama,
    - Güzel uçtu ama karaca, tavşan yok galiba,
    - Vardır ama saklanırlar. Bize niye görünsünler.
    - Onların ki de can, fotoğraf çektirmek isterler belki. Ünlü olmanın dayanılmaz cazibesine kapılırlar.

    Gülüşüyoruz. Göletin başından ayrıldıktan on beş dakika sonra yine sülün sesleri kulağımıza geliyor. Birkaç kez seslerin olduğu tarafa yöneliyoruz. Ama sık orman bize izin vermeyince pes edip yeniden stabilize yola geri dönüyoruz. Ormanın ve deniz manzarasının güzelliğine büyülenip yürürken düşünmeden edemiyorum. Ormanları ve içinde yaşayan canlıları korumak için hep böyle tel örgülerle mi çevireceğiz. Güvenlik görevlilerine yirmi dört saat nöbet mi tutturacağız. Hadi bu tek çözüm yolu diyelim havadan gelen tehlikeleri nasıl engelleyeceğiz. Sülfür bulutlarından, kükürt ve diğer kimyasal atıklardan… Yer altı sularının kirlenmemesi için de tel örgüler işe yarayacak mı? Umutsuzluğum bu masal güzelliğindeki manzara içinde çoğalırken körfezde bir geminin siren düdüğü ötüyor. Gemileri düşünüyorum şimdi de. Bu gemiler para taşıyor, mal taşıyor, fabrikalara ham madde taşıyor. Zenginlik taşıyor ama bu körfezi ve bu ormanları yine de her geçen gün bu fabrikalar ve zenginlik öldürüyor.

    Devlet baba Sinop'a Nükleer santral yapıyor. Hem de tarihi feneriyle ünlü İnce Burun'a… Bununla yetinmiyor Sinop'taki bütün akarsuların üzerine ona yakın elektrik santrali kuruyor. Bundan sonra bahar mevsimlerinde akarsuların gözüne doğru göç eden balıklar yumurtlayacak yer taze su kaynaklarına ulaşamayacaklar. İşimiz gücümüz yok da balıklar la mı uğraşacağız diyenler var. Üç beş balık için enerji açığımızı kapatmaktan vaz mı geçelim? Devlet baba bununla da yetinmiyor. Ayancık, Gerze, Amasra gibi Orta Karadeniz"deki en güzel sahillere termik santraller yapıyor. Bu sahillerin hepsinde orman dokusu var. Hepsi de cennetti kıskandıracak güzellikte. İnsanların sağlığı için sigarayı yasaklayan devlet, ormanların ortasına kocaman bacalar dikiyor. Bu ülkenin akciğerleri bundan böyle dev purolar içecekler. Ülkenin akciğerleri bacalarla ve dumanla doluyken bireylerin ki nasıl temiz kalacak?

    25 Nisan günü Gerze'de kocaman bir miting yapıldı. Termik santraller ve Nükleer Santral protesto edildi. Ama hiç kimsenin ruhu bile duymadı. Adeta on binlerce insan boğazları sıkıldı. Ulusal bu protestoya hiç ilgi göstermedi. Televizyon kanallarının birkaç tanesi üstün körü değinip hızlıca geçiverdi. Kamuoyunun dikkatini çekebilmek için artık bu ülkede sadece katil mi olmak gerek? Çocuklara yönelik cinsel taciz suçu mu işlemeli yoksa? Orta Karadeniz için, ülkemin akciğerleri için daha fazla duyarlılık gerekiyor. Ve daha fazla medya desteği… Çok değil, kıçı kırık magazin maymunlarından biraz daha fazlası yeterli…

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      GÜNEŞLİ YAĞMURLAR ÜLKESİ

    Ege kıyılarında bir tepeyi tırmanırken, denizi arkada bıraktığınızı sanırsınız; oysa tepenin arkasında da deniz vardır.

    Burada adalar, komşu evlere benzer; deniz de mahallenin sokakları… Guletler, tirhandiller yelkenlerini şişirip adalar arasında saklambaç oynar.

    Sanmayın deniz hep mavidir. Bakarsınız camgöbeği, bakarsınız gümüş, bakarsınız turkuaz; bakarsınız ak köpüklere kesivermiştir.

    Bir bardak adaçayı içeyim şuracıkta, kokusunu balıklar da duysun, dersiniz. Çayınızdan bir yudum almadan, bir karaşın bulut, bir dağın üstünden hoplayıvermiştir mavinin üstüne.

    Durun şimdi! O, denizle gökyüzü arasında size ne oyunlar oynayacaktır, ne oyunlar!

    He heyyy!

    Biri diyecektir ki sirtaki, ötekisi zeybek. Ben derim ki bu bulut oyunudur; hem adalara yeter hem anakaraya. Karia'dan alır şalını, uzanır Ionia'ya. Yayılır ebruli, durur birden, eğilip denizden tasını doldurur. Yıkar dağları, ovaları; kayaları, ormanları… Denizin dudağında kum eler eleğinde. Sonra bağları, bahçeleri güneşin kucağına atıp "Emzir!" der. Ama duramaz. Güneş, emzirirken sokulur usulca ve inciler yağdırır dala, yaprağa ve çiçeğe.

    Ona, kimileri çoban aldatan der. Ama ben onun çobanları aldattığına inanmam. Çünkü onun sayesindedir ki sürüler, akşamları tok döner ahırına, ağılına. Üstelik çoban, evi sırtında gezen adamdır. Bırakın güneşli yağmuru, dövülmüş ham keçeden kepeneği çekti mi üstüne, kar boran bile değemez tenine.

    Ha, bakın! Güneşli yağmurların ahmakları ıslattığı, doğrudur. Çünkü o, yağmaz; çiseler. Aklını dünya gailesine kaptıran farkına bile varmaz göklerden dökülen gelin tellerinin. Oysa aklı olan, ömründe bir kez olsun, takar sevdiğini koluna, bir yağmurlu türkü tutturur:

    Yağmur yağar şıpır şıpır buz gibi,
    Eriyorum günden güne tuz gibi,
    Kocan ile geçincemen yok ise
    Boşan da gel, kabulümsün kız gibi.

    Çıplak ayak dolaşır, kırda bayırda, ıslanır. Ama bu ahmaklık değil, gözünü budaktan sakınmayan, sevincin ve coşkunun çıldırtıcı tanrıları Bakkhos'ların (zeybek) ruhlarını şad etmektir.

    Eskiler, " Nisan yağmuru zemzem suyu gibidir, uğurludur. Bu yağmurunda ıslanmak insana sağlık verir." derlermiş. Mevlevilerin, ''nisan tası'' dedikleri kaplara bu yağmur sularını toplayıp dergâha gelen konuklarına sunması da bundan olsa gerek.

    Bütün kış yağmur yağsa da "Nisan yağmuru ambara yağar." ,"Nisanda yağmur yağarsa öv kileni, yağmazsa döv kileni" der Ege çiftçisi. Çünkü otlar onun sayesinde boy atar, başak onun sayesinde evinlenir.

    Anadolu'da bu aya otların yeşillenmesi ve çiçeklerin açmasına bağlı olarak "kırçan ayı" dermiş. Dil bilinci olan, ha "nisan" ha "kırçan" deyip geçebilir mi hiç! Orak ayı, kırkım ayı… Bizim ay adlarımızın biri bile neden denizle ilgili değildir acaba?

    Ben, bu yağmurlarda bazen Knidos'tan Karaburun'a ada, burun, koy, körfez şehirlerinden şarap ve zeytinyağı toplayan bir ilkçağ gemicisi olurum. Aklımda Herodotos'un "Ionlar, kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurdular." cümlesi vardır.

    Bazen Yarengüme'den Bozdağlara zeybeklerin yeri göğü kutsayan türkülerini dinlerim. Bilirim ki Paskalya (nisan) yumurtasının öyküsü de bu topraklardır.

    Halikarnas Balıkçısı, "Omega, Ana Tanrıçanın ilkbaharda doğurduğu dünya yumurtasının gene ilkbaharda ikiye bölünerek iki ayrı " o" olmasıdır. Bu yarılan yumurtadan bütün yaratıklar ve bitkiler çıkmış." der ve sözü; "Böylece de "obekkhos" - "to bekos -ve ibakkhi" sözleri "zeybek" sözü oldu." diye bağlar.

    Burası "Güneşli Yağmurlar Ülkesi"dir. İnanmayan Milas Çomakdağ'da çemberlerine çiçek sokulu kadınlara baksın. Daha da inanmadılarsa Yatağan'da, Bozdoğan'da, Ödemiş'te, Sardes'te zeybeklerin baş çemberlerini incelesin. Onlar güneşli yağmurlarla renklenen ve kokulanan ve meyveye duran çiçekleri ve dalları baş üstünde taşırlar.

    ***

    "Sarı zeybek şu dağlara yaslanır
    Yağmur yağar silahları ıslanır
    Deli gönül bir gün olur uslanır"

    Atatürk, hasta halinde bile ne güzel oynamış Sarı Zeybek'i. Diz vuruşu, toprağın ve göklerin uyumunu kollarıyla anlatışı… "Zeybek, yürek oyunudur. Onda kararlılık, özgüven, cesaret, gurur dile ve tele gelir."der gibi.

    TV'de akşam haberlerini izlerken; "Bu Güneşli Yağmurlar Ülkesinde Atatürk'e 'diktatör' deyip demokrasi kılıfı içinde otokrasiyi yutturmaya çalışan 'Ahfeş'in keçileri'ne mecbur olmadan yaşasak hayat ne güzel olurdu." diye söyleniyorum. Ama boşa konuştuğumu iyi biliyorum. Çünkü duvarlar sağır. İnsanlar, duvarlardan da sağır.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      Bir Keman Konçertosunda Dört Mevsim

    Duyduğum sadece keman sesi.
    Gördüğüm ise karşımda büyük bir orkestra, siyah giyinmiş müziğin insanları…
    Düşüncelerim hayallerden ibaret. Büyülü bir an… Müziği sadece duymak değil, yüreğinde hissetmek ve onu anlayabilmek, hatta ruhuna hapsetmektir önemli olan.

    Müzik başlıyor, dinlerken canlanıyor gözümde sonbahar mevsimi… Birden bire havalanıyor gökyüzüne tarlalardaki siyah kargalar… Bulutlar kararıyor, yağmura hazırlıyorlar kendilerini. Rüzgar tarlaların ortasındaki evin rüzgar çanlarını oynatıyor, yağmuru haber veriyor. Tellere asılı çamaşırları dolaştırıyor birbirine. Saman kümelerini dağıtıyor ortalığa, ağaçların yapraklarını döküyor ve uçuruyor onları gökyüzüne doğru ve sonra işte ilk damlalar… Usul usul, sessizce birbirlerinin ardından düşüyorlar kızıl yeryüzüne. Toprak kokusu sarıyor etrafı. Hüzünlü bir sonbahar… Verandanın önüne oturmuş, elinde ıslanmış mektup, ağlıyor bir kadın siyah saçlarının ıslanmasına aldırmadan. Yanında kıvırcık saçlı yuvarlak yüzlü küçük bir çocuk. Onun oğlu olmalı. Sarılıyor annesine tüm sıcaklığı ile acısını yüreğine gömerek. Varlığını kanıtlamak ister gibi tutuyor annesinin elinden ve götürüyor onu babasız kaldığı yuvalarına. Öyle duygu yüklü bir sahne işte.

    Hızlanıyor kemanın sesi… Coşuyor kar taneleri, biran önce her yeri kaplamak istiyorlar; ağaçları, evlerin çatılarını, bahçeleri… Güneşi hapsediyor gri bulutlar. Rüzgar çok hırçın şimdi ve pencereleri sallıyor tüm gücüyle. Sonra hüzünlü bir ezgi… Bir ev var mahalle kenarında, bacası tütmüyor. Üşüyor evin içinde ateş olmayan çocuklar. Yorganların altında kıvrılmışlar ısınmak için, bekliyorlar bahar mevsimini sabırsızlıkla. Soğuk duvarlarda sıcacık hayallerini kurarken, lambanın solgun ışığı aydınlatıyor geleceksiz yüzlerini. Soğuk, çok soğuk ve sessiz beyazlık... Ölüm var bu beyazlıkta, hayatın en büyük çaresizliği…

    Karlar eriyor yavaş yavaş. Kardelenler beyaz başlarını çıkararak baharı müjdeliyorlar. İşte! Yeryüzü yeniden diriliyor. Güneş çıkıyor bulutların arasından, kar suları süzülüyor toprağın derinliklerine. Kuşlar sevinçle cıvıldaşıyor ve uyanıyor toprak. Ağaçlar beyaz pembe elbiselere bürünüyor, dallarında kokulu çiçeklerini açarak. Kemana karışan flütün tatlı sesiyle kuzular çıkıyor yeni yeşillenen çayırlara. Oğlaklar zıplıyor neşeyle. Tarlaların sürülmüş siyah toprağında yeşil filizler çıkıyor, daha sonra başak olmak için birbirleriyle yarışacaklar. Ilık bir rüzgar öpüyor yanaklarından, çayırda kollarını açarak koşan pembe elbiseli bir kızın. Hoş bir müziğin etkisinde gülücükleri dalgalanıyor gelincik tarlasında. Selamlıyorlar onu kırmızı gelincik çiçekleri. Pembe elbiseli kız bırakıyor kendisini sırt üstü gelincik tarlasına. Bulutları fark ediyor masmavi gökyüzünde, parça parça, bembeyaz. Elini yukarıya doğru uzatıp dokunmak istiyor onlara. Tam o anda beyaz bir kelebek geliyor burnunun ucuna ve sonra kanatlarını hızlıca kırpıştırıp uçuyor uzağa. Pembe elbiseli kız koşuyor kelebeğin peşinden; yakalamak için değil, kelebekler vadisinin yerini öğrenmek için. Ama kayboluyor beyaz kelebek yeşil çayırlarda ve rüzgar okşuyor kızın saçlarını üzülmemesi için.

    Müziğin tüm renkleri beliriyor gökyüzünde, gökkuşağının renkleri gibi. Yaz vaktinde her yer sımsıcak. Neşeli bir düğün şarkısı yayılıyor köy meydanında. Davul ve keman sesleri… Düğün halayında gülümseyen insanlar, kahkahalarla coşmuşlar. Küçük çocukların elinde renkli balonlar, kırmızı horoz şekerleri, fırıldaklar, kuyruklu uçurtmalar… Doğa yemyeşil, rengarenk yaz çiçekleri. Huzurlu akan köy dereleri… Durmadan öten kuşlar… Yaşam, en güçlü yanlarıyla varlığını gösteriyor. Sıcacık müziğin büyüsünde, yaz vakti şimdi.

    (Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası-Johannes Brahms)

    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hilal Bayram


    KUMBARA KALBİM

    Bir kumbara yaptım kendime: umutlarım, hayallerim, tüm güzel günlerim… Biriktiriyorum hepsini yaşlandığımda kullanmak üzere!

    " Dizlerine vura vura "Ah yavrum, ah evladım! Ne sıkıntılar çektim, doyamadan gençliğime yaşlılık aldı içine beni." dedi, gözlerimin ta içine bakarak. "Kimi sevinçlerini, şen kahkahalarını getirir yaşlılığına; bense çektiğim onca sıkıntının miras bıraktığı hastalıkları taşıdım heybemde!"

    Ses tonu incecikti, kısıktı, zorlanıyordu sanki konuşurken. Gözleri yarı kapalı, mazinin kucağına atmış kendini… Yosun yeşili gözler ferini yitirmiş : "Ah, diyor, ah!"

    "Ben de gençtim elbet, hem de ne güzeldim. Bir bakan bir daha bakardı, kulaktan kulağa dolaşırdı adım, gözler taşırdı adımı başka gözler görsün diye. Eh, sevmedim mi, tatmadım mı aşkı? Tattım elbet, tatmam mı? O ne yürek çarpıntısı, o ne heyecan… Kalbinin sesini bütün dünya duyar zannedersin! Biliyor musun evladım, bir insanın en güzel olduğu zamanlar âşık olduğu zamanlardır. O fark etmez ama gözleri daha bir canlı parlar, yanakları al aldır, etrafına öyle bir enerji yayar ki… Ne derler bilir misin? Aşığınız fark etmeden öyle bir enerji yayar ki etrafına, karşı cinsi mıknatıs gibi çeker. İşte ben de âşık olmamın verdiği o enerjiyle herkesin dikkatini çekiyordum, âşık olduğum adamın bile!

    Yakışıklı mıydı? Bana göre dünyanın en yakışıklı erkeğiydi, başkalarına göre ise "Bu mu senin dengin?" dedirtecek biriydi. Ne demişti Âşık Veysel;

    "Güzelliğin on par'etmez
    Bu bendeki aşk olmasa
    Eğlenecek yer bulaman
    Gönlümdeki köşk olmasa
    (…)
    Senden aldım bu feryadı
    Bu imiş dünyanın tadı
    Anılmazdı VEYSEL adı
    O sana âşık olmasa."

    İşte benimki de öyleydi. Çok sevdim çocuğum, çok. O da çok sevdi beni. Tıbbiyeyi bitirdiği sene isteyecekti beni babamdan. O koskoca bir doktor olacaktı. Beni ise okutmadılar, ortaokuldan sonra kız kısmı okumaz dediler. Ama bu engel değildi bizim için. Nasıl tanıştık, ne ara sevdik birbirimizi bilmiyorum, dedim ya ben heybemde güzellikleri taşıyamadım, yer bulamadım onlara. Kaçamak bakışmalarımızı hatırlıyorum ama… Az önce de dedim ya o ne yürek atışıydı, sanırsın yer gök sallanıyor!

    Âşık olduğum adam okulunu bitirmeye çalışırken, ben gelen görücüleri bertaraf ediyordum. Annem sıkıştırınca beni anlattım her şeyi. O da babama söylemiş. Normalde o zamanlar da hoş karşılanmayacak bu durum nedense babamı hiç sinirlendirmedi, bekleyelim bakalım biz de, dedi.

    Bak evladım işte bu mutluluğumu hatırlıyorum. Sabaha kadar dolanmıştım evin içinde, hani mümkün olsa kanatlarım çıkacaktı omuzlarımdan. Nasıl haber etmeli, nasıl bildirmeli ona, bilmiyordum. Bir yolunu bulurdum elbet.

    Şimdi sizler evlenmeden tüketiyorsunuz aşkı. Siz ikinci dakikada geriye yaşanacak hiçbir şey bırakmıyorsunuz. Biz de yeri gelir iki yıl dokunamazdık sevdiğimizin saçlarına, ama gözlerimiz… Ne çok şey anlatırdı o gözler! İşte onu bekleyeceğimi, ailemin öğrendiğini sözlerden çok gözlerimle anlattım ona. Ve onun gözleri de daha bir parladı, daha bir ela elmasa dönüştü. Ah çocuğum ah! Elaydı ya gözleri; kocaman, bal gibi, yumuşak ama çekici!

    Bak çocuğum zorlayınca nasıl da su yüzüne çıkıyor mutlu anılar. Ama her mutlu anımdan sonra acımı hatırlıyorum; onulmaz, devası olmayan…

    Biz böyle koca iki yılı devirdik. Mezun olmasına sayılı günler kalmıştı. Mutluymuşum bak! Heyecan da duymuşum bir zamanlar, çünkü o sayılı gün geçmek bilmiyordu bize. Kapı çalındı o gün. Açtığımda tanımadığım gençten bir bey duruyordu kapıda ve bir defter vardı elinde: Kırmızı!

    -"Başın sağ olsun kardeş, bu emanet senin." dedi. Anlamadım ki ben ne olduğunu, aklıma bile gelmedi ki o ihtimal. Beyefendi tereddüdümü anladı ve:

    -"Dört ay önce hastasından kan alırken iğneyi kendine batırdı yanlışlıkla. Önemsememişti, ama hastalık tahmininden de önce sardı vücudunu. Vadesi bu kadarmış, tekrar başın sağ olsun." dedi ve gitti. Sormadım hastalık neydi, ilgilenmiyordum da! O atık yoktu ya… Bu olaydan sonra bir yıl muamma. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Defteri de bir yıl sonra okuyabildim: kırmızı, aşkımız gibi… Sadece bir kere okumayı kaldırdı yüreğim, dokunamadım bir daha! Özel bir kutu yaptırdım, orada yatar o… Dur bakayım, unutmadığım o ilk sayfada yazanları söyleyeyim sana:

    "Gözlerine bakarken
    güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
    bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde
    kayboluyorum...
    Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
    durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:
    sırrını her gün bir parça veren
    fakat hiç bir zaman
    büsbütün teslim olmayacak olan..."
    Nazım Hikmet

    "Ben
    senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?"
    Nazım Hikmet

    Sanki anlamış değil mi evladım? Nazım Hikmet tüm hislerimize tercüme olmuş. O benim yeşil gözlerime vurgun, ben onun ela elmas gözlerine… O anladı benden önce göçeceğini, ben başımda kavak yelleri!

    Defterin diğer sayfaları sır. Hatta öldüğümde benimle beraber gömülsün istiyorum, bakalım belki evlatlarım yerine getirir bu isteğimi. Tamam, gittiğimde bulamayacağım onu, ama yanımda olacak o defterle beraber.

    O bir yıldan sonra isteyen ilk kişiye verdi babam. Sonrası mı? Sonrası; mutsuzluk, kocama mutsuzluğumu belli etmemeye çabalama, günler gelsin geçsin diye öylesine yaşama, canımdan çok sevdiğim çocuklarımın bile yaramı saramaması ve heybemi her gün yeni bir acıyla doldurma…

    Koca bir hayat geçti böyle, dağ olsa yerimde yıkılırdı belki de, taş olsa çatlar… Ama zorlanıyorum yine de güzellikleri bulup çıkarmakta, üstleri ziftle kaplanmış pırlanta gibiler. Gözükmüyorlar!"
    dedi o ince, kısık sesiyle.

    Geriye dönüp baktığımızda en zor hatırlanan anılarımız güzel olanlar oluyor, hatta yeri geldiğinde kendimizi zorlamamız bile gerekebiliyor. Ancak acı verici anılar nedense unutulmuyor, acısı ilk günkü gibi taze olmasa da! Ve ben karar verdim, bir kumbara yaptım kendime: umutlarım, hayallerim, tüm güzel günlerim… Biriktiriyorum hepsini yaşlandığımda kullanmak üzere!

    Hilal Bayram


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    9 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nuran Talay

     Kahveci : Nuran Talay


      Ahlak Çökmesi Mutabakatı

    "Pervari küçük bir yer, hepimiz akrabayız aramızda anlaştık, olayı kapattık.
    Kimsenin huzuru bozulmasın"
    Pervari DP'li Belediye Başkanı
    İsmail Bilen


    2-3 yaşlarında çocuklara tecavüz edenler,
    Öz kızına tecavüz edip, tecavüz sonrası doğan çocukları taciz eden,
    Siirt'teki tecavüz olayları,
    Aile içi cinsel istismarlar,

    Manisa,
    Tekirdağ,
    Bursa,
    Kahramanmaraş,
    Antalya,
    Uşak,
    Aydın,
    İstanbul,
    ..

    Yurdun dört bir yanından gelen tecavüz ve cinsel taciz haberleri ahlak çöküşünün, insani değerlerin, aile içi eğitimin çöktüğünü kanıtlıyor.

    Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı; çocuklara elini uzatıyor mu ya da ailelere eğitim verilmesini sağlıyor mu sorgulamayacağım,

    Milli Eğitim Bakanı; Okullarda yaşanan cinsel taciz ve tecavüz olaylarını nasıl değerlendiriyor öğrenmeyeceğim,

    Milletvekilleri ceylan derisi koltuklarında mışıl mışıl uyurken; başını kolunu sallayarak onay verdiği yasaların içinde cinsel suçlara ağır cezalar getiren, çocukları koruyan kanuna da geçmiş midir, horultudan duyamayacağım,

    Anayasaya aşağı Anayasa yukarı diyen muhalefet partileri; konuşmanın ötesinde eyleme geçip bu çöküşe dur diyebilecek mi, uçuşan hararetli tartışmalardan göremeyeceğim,

    Et fiyatları zamlı ithal et getireceğim diyerek halkın sorunlara eğiliyormuş gibi, aslın da bu ülkede çiftçiliğin, hayvancılığın bitiş düdüğünü çalanlar, insan ticareti yapanları görmezden gelmesini çözemeyeceğim,

    En az üç çocuk projesini bu ortamda hayata geçirme önerisinin rafa kaldırılmasını önermeyeceğim,

    Anne, babalara çocuklara yönelik, aile sağlığı, cinsel istismara ilişkin acilen bilgilendirme yapılmasını, cinsel istismar ve tecavüze uğrayan küçücük evlatlara psikolojik destek verilmesini tüm olumsuzluklara karşı bekleyeceğim beklemesine de,

    Yıllardır bu konuda adım atamayan yetkililerin boş söylemlerini ve olayları içinde kapattığını söyleyerek ahlak çökmesi mutabakatı sağlayanları anlayamayacağım.

    Yazacak söylenecek çok şey olsa da, bilinenlerin bilinmiyormuş gibi açıklamayacağım.

    Birileri bu sorunlara dur diyebilecek mi diye umut etmek isterken, daha kaç küçücük beden, kadın bu insanlık dışı muameleye maruz kalır diye düşünürken içimdeki acıyı tarif edemeyeceğim.

    Bu ahlak çökmesi karşısında şaşkınlığımı affedin lütfen.

    Daha yazamayacağım… Eklemek istediğiniz varsa söz sizin!

    Nuran Talay
    Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Zamanın Adı

    Karargâhı ruhun;
    Harlanan zaman,
    Üç beş cansız söz
    Ya da uzun bir dize:
    Dilsiz, dirhemsiz,
    Soluksuz bir göze,
    Gözaltında torbalanan.

    Çözül, ey ruh!
    Bozul, ey beden!
    Ölmek zamanı.

    Jiletimsi bir sicim,
    İnsanın kent güncesi,
    İletimsi göz;
    Çağır yalvacını sözün!
    Gitmek zamanı.

    Gevşe, ey imge!
    Dizil, ey dize!
    Aşkla sözlendi kalem
    Şiirleşmek zamanı.

    Serpil Bacak

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

      Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
     


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    English man in NewYork
    Sting









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100430.asp
    ISSN: 1303-8923
    30 Nisan 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com