Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.773

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 26 Mayıs 2010 - Fincanın İçindekiler


  • KÜPE TAKAN ERKEKLER... ... Erhan Tığlı
  • Benim değil! ... Mete Çağdaş
  • METİN DEMİRTAŞ ... Bertan Onaran
  • Siyasî Efsâneler ve Dünyâ Barışı Üzerine I ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Sabaha az kaldı!..


    Merhabalar,

    Kemal Bey'le kalbimiz birmiş. Yoksa, beni okudu da kopya çekti diyecek halim yok. Başbakan Bey'e ilk adı ile hitap etme lüksünü, benden sonra, kullanan Sayın Kılıçdaroğlu'na sevgilerimle. Kendi alışık olduğu üslupla kullansak İrecep Bey bile diyebilirdik ama kimileri gibi nezaketi elden bırakmayarak, Recep Bey diye seslendik, yetmez mi? Etrafına çömelmiş gerdan kıranlar hemen "Bu ne terbiyesizlik." dediler ama biz duymamazlıktan geldik, çünkü neşemiz yerinde. Birileri gibi karın ağrısına karbonat içip köpük köpük köpürmüyoruz.

    Koca grup toplantısını CHP'ye laf sokmaya çalışarak geçirmeyi marifet sanan koca başbakan, haklısın, manşetle gelen manşetle gider, ama unutma senden büyük Allah var. Allah Allah diye gelip, sadaka ile yerini sağlama alanlar, gün gelir aynı kaderin kurbanı olurlar. Korku dağları bekliyor değil mi Recep Bey?

    Son iki haftada, tam da yukarıdaki karikatür gibi gelişen politik yaşamımız, kimilerinde endişe yaratsa da, mevcut hükümetle arasına sınır koymak isteyenler için hayırlı oldu denebilir. Hatta daha da ileri giderek, kendini sekiz yılda dışbükey aynalarla çeviren iktidar için de iyi olduğunu söylemek mümkün. Daha temkinli atacağı adımlarla isterse hata payını azaltabilir. Recep Bey reddetse de ses tonu ele veriyor yüreğinin pırpırını, ilk defa ciddi bir muhalefetin görüntüsü yansıyor o aynalara.

    Ben artık şu dış mihrak(!?) denilenlerin oynadığı oyunlarla oyalanmak istemiyorum. Her taşın altında onları arıyor olmayı kendime yediremiyorum. "ABD Recep Bey'den bıktı, CHP'yle yer değişsin istedi ama Baykal'la olmaz diye bir kasetle Kemal Bey'i atadı." Paylaşım sitelerinde, arkadaş toplantılarında en fazla konuşulan teori bu. Yok hayır, ben buna katılmıyorum. Toplum mühendislerinin yeteneğini anladık ama bu denli öngörülü olabilmelerine inanamıyorum. Hiç hesapta olmayan, eğrisi doğrusuna denk gelen bir çapraşık hayat akışıyla karşı karşıyayız. Bu akışı membaasına çevirmek elimizde. Ağlayıp sızlamadan, haybeden gerçeküstü muammalara dalıp gitmeden, üzüm sapı, incir çekirdeği demeden, öküz altında buzağı aramadan, bu yeni oluşuma destek olmanın zamanı şimdi. Cumhuriyeti bir kenara bırakmadan, HALK için çalışmanın, hasbelkader sosyal demokrasinin sanal sahipliğine soyunanları hizaya getirmenin vakti geldi. Ben umutluyum, ben iktidara adayım. Ampülle aydınlanan loş gecenin sabahına az kaldı, yeter ki tekrar uykuya dalmayalım. Kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Erhan Tığlı

     GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


      KÜPE TAKAN ERKEKLER...

    Eskiden sadece kadınlar küpe takarlardı, şimdi erkekler de küpeli! "Deli deli tepeli, kulakları küpeli!" diye bir söz vardır. Bu söz küpe takanlara deli gözüyle bakılıyor da ondan mı söylenmiş, yoksa küpeye uyak olsun diye mi bilmiyorum. Günümüzde öyle acayip küpeler takıyorlar ki, onları görünce ister istemez bu söz geliyor aklıma. Hadi kadınlar neyse, erkeklerin küpe takmalarını yadırgıyorum. Küpeyi kadınlara özgü bir takı olarak görüyorum. Bu düşüncemi küpe takan bir öğrencime ilettim. Yavuz Sultan Selim'in de küpe taktığını söyledi. Araştırmalarıma göre, Yavuz Sultan Selim, Mısır'ı fethedip Kahire'ye girdiğinde kölelerin kulaklarında küpe olduğunu görüp küpe takmaya başlamış. Nedenini soranlara, "Ben de halkımın kölesiyim" demiş. Halka hizmet etmek iktidar olmak istediklerini belirten politikacılarımız arasında küpe takmak moda olsa, kaçta kaçı küpe takmayı hak eder acaba?

    Köle deyince aklıma geldi. Hepimiz köleyiz bir bakıma. Kimi hırsının kölesidir, kimi şehvetinin... Bu arada liderine, şefine kul köle olanlar, onun için canını hiçe sayanlar da vardır. Kimi kişiler zengin olmak için gece gündüz köle gibi çalışır, kimi zenginler de emri altındakileri köle gibi çalıştırırlar. Âşıklar sevgililerinin kulu kölesi olmaya can atarlar ya da sevgililerine kul köle olacaklarını söylerler ama bir süre sonra onların kendilerine kul köle olmasını beklerler. Her köle küpe takacak olsa küpeler karaborsaya düşer herhalde!

    Kazım Kanat, Sabah gazetesinde çıkan "Hayat Böyledir- İki Haylim Daha Kaldı" adlı yazısında hayallerinden birinin kulağını deldirip kocaman bir küpe takmak olduğunu yazmıştı. Acaba şaka mı ediyor diye yazısını okumayı sürdürmüştüm. Meğerse bir tekne almış, kendini filo komutanı sanmaya başlamış. Dediğine göre, denizciler küpe takarlarmış. Bunu iki nedeni varmış. Birincisi; bir denizci okyanusu geçtiği gün küpe takarmış. Bu usta bir denizci olmanın işaretiymiş. İkincisi ise; evlerinden uzakta, yalnız yaşayan bu onurlu insanlar kimseye muhtaç olmamak için kendi cenazelerinin masrafını küpeyle öderlermiş. Yani kimi denizciler cenaze masrafları onunla karşılansın diye küpe takarlarmış. Çevremizdeki kulağı küpeli gençlere bakıyorum da, amma da çok denizci varmış ha, diye düşünüyorum...

    Küpeyle ilgili bir tarihi fıkra var. Sultan Aziz, Londra'da kraliçe Victoria ile görüşürken, kraliçe kulaklarındaki küpeleri göstererek, "Bunu ağabeyiniz Sultan Abdülmecit'in bana hediye ettiği broştan yaptırdım. Broşu göğsüme takıyordum, şimdi kulağımda. Bu davranışım için acaba bana gücenir misiniz?" diye sormuş.

    Fuat Paşa hemen cevabı yapıştırmış:
    "Gücenmek ne demek? Aksine, Türkiye'den gelen şeylere daima kulak verdiğinizi kanıtladığınız için memnun olurlar."
    Şimdi pek gerekmiyor ama eskiden, sonra zor olmasın diye kızların kulakları küçük yaşta deldirilir, delik yeri kaybolmasın diye de deliğe ip bağlanırmış. Bu konuda şöyle bir fıkra var: Evin babası kız çıkmayan gelinine zaten kızıyormuş. Gelin hanım bir de karşısına, "Kulağımı deldirmek istiyorum. Kulak delecek birini tanıyor musunuz?" diye çıkınca adam dayanamamış; "Ne ters insanmışsın sen böyle? Evde deldireceğin şeyi burada deldirmeye kalkıyorsun, burada deldirmen gerekeni ise evde deldirmişsin!" diye bağırmış.
    Bu söz kulağınıza küpe olsun. Neyi nerde ve ne zaman yapacağınızı ya da yaptıracağınızı iyi bilin, her şeyin yerini, zamanını sakın şaşırmayın!

    Kulağı güzelleştiren küpe vesaire değil, duyma, dinleme görevini iyi yapması ve söylenen sözlerin bir kulaktan girip öbür kulaktan çıkmamasıdır.

    Erhan Tığlı
    erhantigli@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    6,336,336,336,336,336,33
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mete Çağdaş

     Kahveci : Mete Çağdaş


      Benim değil!

    Kendisine "Recep Bey " denilmesine
    Çok kızıyormuş!
    " Sayın" denilmeliymiş
    " Recep Bey" küçültücü cümle oluyormuş!
    Şöyle deseler; " Sayın Recep Tayip bey…"
    O zaman da "Türk edebiyatına hakaret"mi olur acaba?
    Benim bildiğim başında " Sayın" olmayan
    bir sürü Recep var.
    Merhum Atom Recep…
    Sarıların Recep…
    Bijan Recep…
    İpsiz Recep…
    Yani var oğlu var…
    Ve bildiğim kadarıyla da
    " Bey" diye
    İlk soylulara söylenilirdi…
    Sonradan memurlara denilmeye başlandı
    Ardından da soysuzlara!
    Rahmetli Ecevit " Sayın" kelimesini üretti
    O günden sonra da
    Sayın Recep…
    Sayın Ahmet…
    Sayın Kemal…
    Falan filan…
    Saya saya bitiremediler!
    ……….

    Ana muhalefetin yeni lideri
    Daha ilk konuşmasında " Gündem belirledi"
    " Recep Bey" kelimesiyle de
    liderliğini gölgede bıraktı!
    Bence çok akıllı bir çıkış…
    Kendisi mi üretti, yoksa danışmanları mı bilemem
    Fakat isabetli bir cümle kurdu.
    Başbakan'ın " Agresif" olduğunu biliyor.
    Çabuk " Tahrik" oluyor çünkü
    En küçük bir çıkışı kabullenemiyor
    Eleştiriye Tahammülü yok
    51 yaşındayım
    İlk kez görüyorum böyle bir başbakanı
    Önüne gelene bağırıyor, kovuyor
    Boğazını sıkıyor…
    Zonguldak maden ocağı faciası için ne dese iyi
    " Abartmayın…"
    Pes yani
    " İlk defa mı oluyor?" diye çıkışıyor.
    Bu kişi bu ülkenin başbakanı yahu!
    Söylediğini kulağı duymuyor galiba
    Ama kılıçdaroğlu'nun " Recep Bey" kelimesini duyuyor.
    Vallahi ben diyecek kelime bulamıyorum
    Kimin başbakanı ise başbakanı
    Ama şu bir gerçek
    Benim değil…

    Mete Çağdaş
    mettecagdas@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      METİN DEMİRTAŞ

    Metin Demirtaş, bir Toros çocuğu; yüzcek ancak geçen yıl 29 Ekim'de, sevgili Dilek Evcilmen ile Hicran Karabudak'ın konuğu olarak Antalya'ya gittiğimizde tanışabildik; Küba'yı andığımız bir söyleşide başta Che Guevera şiiri olmak üzere, şiirlerinden bir güldesteyi dinledik.

    Gündüz çalışan bir halk çocuğu; 1962'de, Ankara Akşam Tekniker Okulu'nu bitirmiş, 1981'de emekli olana dek çeşitli yerlerde çalışmış.

    Görüşme Yeri adlı ilk kitabını 1969'da yayınlamış; Evrensel Yayınları'nın Ekim 2009'da bastığı Türkülerde Gezer Adları ile bu yılın Yunus Nadi Şiir Ödülü'nü kazandı. Bu kitabından birkaç şiiri paylaşalım şimdi; daha çok dizesini okuyabilesiniz diye, özgün yazımıyla veremiyorum.

    Çiğnenirken
    Ekmeğimiz, unumuz.
    Çiğnenirken,
    Papatyaların kırlardaki,
    Çocuklarımızın
    Uykularındaki gülümseyişi…

    TÜRKÜDE GEZER ADLARI
    Şarkıları susmuş,
    Yarım kalmış yolculukları.
    Papatyalar boyun kırıp,
    düşmüşler yere.
    Ufaktan esen seher yeli,
    Okşar şimdi bir günlüğün yapraklarını,
    Okşar gelincikleri.

    Yusufçuklar ötmez,
    Turnalar geçmez olmuş.
    Bir türküde gezer olmuş adları.

    Ötelerde.
    Derviş ağırlığıyla,
    Tanıktır Ali Şükran Dağı.
    Eğin Geçidi,
    Akçadağ, Nurhak.

    Ve yoksulluğun boyunduruğunda boğulmuş
    Güzelim halk.
    Meşeler bin yıllık türküsünde. Kurşunlara gelmişler,
    Göyneksiz yatarlar yerde.
    Ekinler başağa gelemeden sararmış.
    Türkülerde göveren meşeler,
    Burada kararıp kalmış.

    YUNUS Kİ YOBAZLARDAN YAKINA YAKINA

    Yunus da geçti bu topraklardan:
    Yana yana yiğit iken ölenlere.
    'Gök ekini biçmiş gibi.'

    'Bir hastaya vardın ise,
    Bir yudum su verdin ise' diyerek. İnsanı yücelterek,
    Sevgi tohumu serperek…

    İkilikten usandı, birliğe inandı.
    Toprağı öptü,
    Yerden aldı göğe döktü.
    Gök duruluğu, toprak yalınlığı
    Şiirler döküldü dilinden.

    "DERD-İ ŞARABIN İÇTİM DERMANIM YAĞMA OLSUN"

    Cemal Süreya / "Sevda Sözleri"inde ne güzel söyler:

    "Yunus ki süt dişleriyle Türkçenin
    Ne güzel biçmişti gök ekinini,
    Düşman müşman girmeden araya
    Dolanıp bütün yukarı illeri
    Toz duman içinde yollar boyunca"

    Bilgeliği tunca yansımış
    Yunus Yontusu'nda sonsuz
    Bir bozkır kederi.

    Taşıdığı odun sanılır
    İnsanlığın acılarıdır.
    "Yağma Olsun" şiirinden kimi bölümler
    Yazılıp bir taşa.
    Konmalı iki yanına.

    "İkilikten usandım
    Birlik hanına kandım
    Derd-i şarabın içtim
    Dermanım yağma olsun.

    Yunus ne hoş demişsin
    Bal-u şeker yemişsin
    Ballar balını buldum
    Kocanım yağma olsun."

    NERDE KARACAOĞLAN'NIN GÜLEZ YÜZLÜ GELİNLERİ

    Bazı kızlar,
    Saçlarını sımsıkı bohçalamışlar.
    Güneşe kapatmışlar pencerelerini.
    Dudakları somurtuk.
    Solgun yüzleri.

    Bu topraklarda yaşamadı mı?
    Nerde Karacaoğlan'ın
    Memeleri domur domur terleyen
    Güleç yüzlü gelinleri!...

    Düşmüş Anadolu aydınlanması üstüne,
    Bir kara gölge ki,
    Dolarla kirli, Vahabi…

    Sahi nerde!
    Mustafa Kemâl zamanında yağan
    Tertemiz karlar şimdi.


    Bertan Onaran
    bertanonaran@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Kahveci : Alkım Saygın


      Siyasî Efsâneler ve Dünyâ Barışı Üzerine I

    İnsanları yönetmek zor iştir, geniş halk kitlelerini yönetmek ise çok daha zor. Hele bir de Ortadoğu gibi binlerce yıllık hesapların peşinden koşulduğu bir coğrafyada geniş halk kitlelerini yönetmek gerçekten de çok zor bir iş.

    Ortadoğu'da bu zorluklarla mücâdele etmek için târih boyunca denenmedik bir yol kalmadı sanırım. Kendilerini tanrı-kral ilân eden, tanrılara bile hükmedebilen bir tanrı olduklarına halklarını inandırmaya çalışan kralların bu çabaları, Yahudileri hayâta bağlamak için ortaya atılan mesih ve vaad edilmiş topraklar kültleri akıllara ilk kalemde geliveren birkaç siyasî efsâne.

    Haçlılar Kudüs'e doğru yola çıkarken Papa II. Urbânus onlara şöyle seslenmişti: "Önünüze çıkanları katletmekten çekinmeyin, nasıl olsa Tanrı kimin mâsum, kimin günâhkâr olduğunu ayırt eder ve mâsumları Cennet'e, günâhkârları Cehennem'e gönderir." Sonuç; on binlerce mâsum insan hayâtını kaybetti.

    Kudüs'te Müslümanları ve Yahudileri katletmek amacıyla kurdukları Tapınak Şövalyeleri Örgütü'nün yönetim esaslarının belirlendiği Troyes Konsülü'nün kararlarının bizzat Kutsal Ruh'un tebliği olduğunu iddiâ ettiler, Tapınakçıların yapıp ettiklerine meşrûiyet kazandırdılar. Sonuç; on binlerce mâsum insan hayâtını kaybetti.

    Yahudiler, Filistin topraklarında kendi devletlerini kurmaya çalışırken Arapların aralarında birleşerek onları bu topraklardan sürmelerini engellemek için mezhep tartışmaları başlattılar, Arapları böldüler. Hattâ, sonu gelmez bir ibâdet zinciriyle onları hayattan uzaklaştırdılar. Hz. Peygamber bile böylesi bir ibâdet zincirini doğru bulmazken Araplar, Yahudilerin bu oyununa kandılar.
    Üstelik, mezhep çatışmaları bölgeyi kısa zamanda dehşet bir kan gölüne dönüştürdü. Dişinde dolgu olan bir kimsenin abdestini kabul etmeyecek(!) Allah'ın, kardeş kanı dökülmesini nasıl affedeceğini hiç mi hiç düşünmediler. Oysa, mezhep çatışmalarına mazhar olmamış tek semâvî din Yahudilik ise bu bize bu nifak tohumlarının neden ve nasıl atıldığını göstermiyor mu?
    Demem o ki Yahudiler, Avrupa'da yer edinebilmek için Hıristiyanları, Ortadoğu'da kendi devletlerini kurabilmek için de Müslümanları birbirlerine düşürdüler. Sonuç; on binlerce mâsum insan hayâtını kaybetti. Ve daha nice siyasî efsâneler, nice mâsum insanlar. Ve daha nice insanlık trajedileri, katliamlar, soykırımlar.

    İmdi, dikkatli bakıldığında görülecektir ki, tüm bu insanlık suçları dönüp dolaşıp belirli bir siyasî efsâneye gelip dayanıyor ve bu efsâneler dünyâ barışını maalesef ütopik bir düş hâline getiriyor. Üstelik, insanlık târihi boyunca geniş halk kitlelerinin yönetimi amacıyla çok sayıda siyasî efsâne üretilmiş ama, bunların sonuçları itibâriyle en acı olanları Ortadoğu'da üretilmiş.

    Ortadoğu ta eski zamanlardan beri dünyâ politikalarına yön veren olgu ve olayların merkezinde bulunuyor. Kudüs'ün üç semâvî din için de önemli olması, Ortadoğu'nun en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sâhip olması ve dünyâ uyuşturucu ve silâh kaçakçılığı güzergâhında önemli bir geçiş kavşağı olması nedeniyle bu coğrafyanın siyasî efsâneleri, Ortadoğu'yu dünyânın en uzun süreli savaş arenası hâline getiriyor.

    Görünen o ki, tüm bu siyasî efsânelerin temelinde aslında irrasyonel anlatılar var ve insan, irrasyonel olana karşı büyük bir yönelim duyuyor. Onun içindir ki, Hammurâbi'nin tanrılara bile hükmedebilen bir tanrı olduğu inancı Bâbillilere garip gelmedi. Ya da Musâ'ya Sînâ Dağı'nda dev bir ateş çemberi içinde görülen Yahova'nın nasıl olup da Mişkan gibi bez bir çadırda ikâmet edebileceği Yahudilere saçma gelmedi.

    Ne kadar üzücüdür ki, binlerce yıllık insanlık târihi boyunca siyasî efsâneler, özellikle de teolojik kaynaklı olanları, geniş halk kitlelerinin zihinlerini esir aldı ve tüm insanlık bunun çok büyük acılarını yaşadı. Fakat, insanlık târihi boyunca siyasî efsânelerle mücâdele etmek ve dünyâ barışını ütopik bir düş olmaktan çıkartıp yaşama geçirmek için de çok sayıda girişim oldu ki, bunlardan Rönesans ile Aydınlanma iki önemli girişimdir.

    Oysa, her iki hareket de kısa zamanda özünden saptırılarak kendi başına büyük bir siyasî efsâne hâline getirildi ve çok ciddî bozunmalara uğratıldı. Örneğin, Rönesans'ın ortaya çıkarttığı bir sonuç olarak Avrupa'da burjuva, başta serfler olmak üzere tüm sınıflara ve özellikle de Katolik din görevlilerine karşı insânî değerlerle bağdaşmayan çok ciddî saldırılarda bulundu.

    Martin Luther, Vatikan'ın dünyevî ve uhrevî egemenliğini reddedip halkı kilise mülklerini yağmalamaya çağırırken bu işe senyörler istediği için ve özellikle de 1521 yılında Worms'da alınan Luther'e karşı ağır yaptırım kararları sonucunda Saksonya Elektörü'nün kendisine verdiği desteği kaybetmemek için kalkışmıştı. Böylelikle, ilk olarak köylüler ve çiftçiler kilise mülklerine karşı saldırmış ve mülkler üzerinde senyörlerin denetim kurması mümkün olmuştu.

    Aydınlanma'nın da henüz ilk yıllarında bile Napolyon, "eşitlik-özgürlük-kardeşlik" adına Orta Avrupa'yı ve Mısır'ı talan etti; Aydınlanma'nın getirdiği değerler sistemini kurumsallaştırmak adına Fransız komprador burjuvasını ihyâ etti. Hâlbuki, 1789 Devrimi'nden sonra kaleme alınan İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi'nde tüm insanların haklar ve özgürlükler bakımından eşit oldukları, kimsenin köleleştirilemeyeceği yazıyordu.

    Jakobenler ise iğrenç bir Aydınlanma efsânesi uğruna başta Pâris olmak üzere Fransa'nın hemen tüm gettolarında devlet terörü estirdiler, 1789 Devrimi'nin getirdiği kurumları ve kurumsal ilişki biçimlerini benimsemeye yanaşmayan kitleleri katlettiler. Bismarck da Aydınlanma'nın yurttaşlar topluluğu modelini gerçekleştirmek adına Avusturya'da on binlerce insanı katletti, bununla da yetinmeyerek Pâris'e kadar ilerleyerek III. Napolyon'u esir aldı, sonra da Alsace-Lorraine'nin yarısını ele geçirdi.

    Kısacası ne Rönesans, ne de Aydınlanma, siyasî efsânelere karşı mutlak bir zafer kazanmayı başaramadı ki bunlar, Batının görünmeyen yüzüdür. Dünyâ politikalarına son iki yüzyıldır yön vermekte olan en iğrenç siyasî efsânelerden biri olan batılılaşma efsânesinin iç yüzüdür bunlar. Batının kültür ve medeniyeti, aslında insanı insan olmaktan çıkartan eylem ve söylemlerin resimleşmesidir. Batının değerleri hakkında özellikle de oryantalistlerin sayıp döktüğü zırvalıklar ise bu efsânenin iç yüzünü görmeyi engelleyen tuzaklardır.

    Şu hâlde, üzerinde düşünülmesi gereken sorun şudur. Geniş halk kitlelerini herhangi bir siyasî efsâneye başvurmadan yönetebilmiş tek devlet olan Osmanlı Devleti'nin bu üstün başarısının kaynağı nedir? Nasıl oldu da Avrupa'da Katolikler Protestanları, Protestanlar da Katolikleri keserken Osmanlı Devleti'nde Katolik tebaa ile Protestan tebaa arasında en ufak bir sürtüşme çıkmadı?

    Nasıl oldu da Avrupa'da Yahudiler hem Katolikler, hem de Protestanlar tarafından hemen her türlü aşağılanmaya mazhar olmuşken, ekonomik ve siyasî hak ve özgürlükleri yok sayılmışken -o kadar ki, Avrupa'da vebâ salgınlarının kaynağının Yahudiler olduğuna inanılır ve sürekli tecrit edilir, her şeylerine el konulurdu- Osmanlı Devleti'nde ise Yahudiler târihleri boyunca sâhip olmadıkları en geniş ölçüde refah ortamına nasıl ulaşabildi?

    Nasıl oldu da Avrupa'da Katolikler, Protestanlar ve Yahudiler aynı şehirde bir arada yaşamayı hiçbir vakit beceremezken Osmanlı Devleti'nde farklı dinlere mensup insanlar, batılılaşma isimli o iğrenç siyasî efsânenin kurumsallaşmaya başladığı Tanzîmat öncesine kadar aynı mahâllede bir arada yaşamayı başarabildi?

    Napolyon, Devlet Konseyi'nde yaptığı bir konuşmasında şunları söylemişti: "Vendée Savaşı'nı kazanabilmek için Katolik, Mısır'da tutunabilmek için Müslüman, İtalyanların gözünde saygınlık kazanabilmek için de Vatikan yanlısı göründüm. Benim için esas olan, liderlerin ne oldukları değil, yönetilenler tarafından ne şekilde algılandığıdır. Ben iktidârımı işte buna borçluyum. Eğer Yahudileri yönetmek isteseydim, Süleyman Tapınağı'nı yeniden inşâ ettirirdim."

    Peki o zaman, şunu düşünmek gerekir. Hiçbir Osmanlı yöneticisi, hiçbir zaman, hiçbir savaşı kazanabilmek için, hiçbir dîne yakın durmamış ve herhangi bir milletin ekonomik ve siyasî desteğini kazanabilmek için onların dîninden görünmeye çalışmamışken, nasıl oldu da beş yüz yıl boyunca dünyâyı yönetmeyi başardı?

    Bu soruları arttırmak mümkün; ama, vereceğimiz cevap hep aynı. Osmanlı Devleti'nin ekonomi ve siyâset kurumlarının temeli adâlet ilkesine dayanıyordu ve tüm yurttaşlar bu adâleti duyumsayabiliyordu. Onun içindir ki, geniş halk kitlelerini yönetebilmek için siyasî efsânelere ihtiyaç duymadılar.

    Hammurâbi, büyük bir imparatorluk kurmak istiyordu; ancak, Mezopotamya'daki değişik kent-devletlerinin farklı dînî inanışları vardı. Bunlar arasında bir ortaklık sağlayamadığı takdirde imparatorluğunun dağılacağını düşündü. O yüzden, kendisini Mezopotamya panteonunda baş sıraya yerleştirmek, insanlarının dînî inanışlarını da kendi elleriyle tanzim etmek istedi ve böyle bir siyasî efsâne yarattı.

    Yahudiler, Kral Süleyman'dan sonra ikiye ayrılmış, kuzeydeki on kabîle Âsur Kralı Salmanasar tarafından sürgüne yollanmış ve zamanla başka kavimlerin içinde yok olup gitmiş, geriye Bünyaminoğulları ile Yahudaoğulları kalmıştı. Onlar da Bâbil sürgününden sonra Bizans İmparatoru II. Theodosius tarafından çok büyük katliamlara mazhar olmuş, Frank Kralı Dagobert de onları şovenist duygular nedeniyle Galya'dan kovunca yaşadıkları trajediler dayanılamaz olmuştu.

    İşte, bu ve bu gibi nedenlerden dolayı, o zamanlar elden ele dolaştırılan Talmud metinleri hahamlar tarafından sıkça değiştirildi, Yahudileri hayâta bağlamak için hahamlar bu metinlere sık sık yeni birtakım eklemeler yaptılar. Tevrat, Musâ'ya gönderilen kutsal kitaptı; peki, Musâ'dan sonra yaklaşık beş yüz yıllık bir târihin neredeyse tam bir dökümünün Tevrat'ta işi ne? Yoksa Musâ, Yahudilere kendilerinden sonra neler olacağını mı anlatmıştı? Kuşkusuz hâyır.

    Demek ki Tevrat, hahamların ihtiyaçlarına göre sıkça değiştirilen, Yahudileri hayâta bağlamak için geliştirilen kültlerin Yahova'ya atfen dile getirildiği yarı kanonik, yarı uyarlama ve yarı hayâl ürünü bir târih kitabıdır. Ve Yahudilik dîni ile Yahudi şovenizmi bir bütündür; biri olmadan diğeri aslâ anlaşılamaz. Ve onun içindir ki, Tevrat'ta Mezopotamya mitolojilerine ilişkin ayrıntılı dökümlere rastlanır ve bunlar tek tanrılı din inancıyla aslâ bağdaşmaz.

    Örneğin, 82. Mezmur'da Filistinlilerin tanrısı El'in yönettiği bir "oturum"a katılan Yahova'nın, burada "tüm tanrıların tanrısı olduğu" yazıyor. Demek ki Yahova, başta El olmak üzere diğer Mezopotamya tanrılarını birer "tanrı" olarak kabul ediyor. Peki, hani nerede Allah'ın birliği ilkesi? Anlaşılan bu hahamlar, kendi tanrıları olan Yahova'nın El'den daha üstün olduğuna hem Yahudileri, hem de Filistinlileri inandırmak istedi, Tevrat'a böyle akıl dışı bir ek yaptılar.

    İşte Tevrat, bu ve bu gibi akıl dışı kültlerle dolup taşıyor. Fakat ne kadar acıdır ki, bizim insanımız kendi dîni olan İslâmiyet'i kemâliyle bilmediği gibi, farklı dinleri de kulaktan dolma bilgilerle öğrenir, sonra da oryantalizmin "İbrâhimî Dinler" büyüsüne kanar. Oysa, Yahudilik de Hıristiyanlık da aslında tek tanrılı bir din değildir. Hem üstelik, Kuran'da İbrâhim Peygamber'e gönderilen dînin İslâm olduğu bildirilmişken, bu büyünün etkisinde kalanlar, Kuran'ın bildirdiği hükümleri reddetmek itibâriyle kâfir değildir de nedir?

    Bana inanmıyorsanız, Kuran'dan okuyayım: "İbrâhim'in dîninden, kendini bilmeyen beyinsizlerden başka kim yüz çevirir? Şüphesiz Biz, onu dünyâda peygamberliğe seçtik. O, âhirette de sâlihlerdendir. Rabb'bi ona: 'İhlâsla Rabb'bine teslîm ol!' dediği zaman, o da 'Ben Âlemlerin Rabbi'ne teslîm oldum.' demişti. İbrâhim, aynı şeyi oğullarına da tavsiye etti. Yâkup da aynı tavsiyeyi yaparak: 'Ey oğullarım! Allah sizin için İslâm dînini seçti; sakın başka türlü değil, sâdece Müslüman olarak ölün!' dedi." (Bakara, 130-132)

    İşte, kulaklarınızla duydunuz; Kuran, oryantalizmin büyüsüne kanan bu insanları "kendini bilmeyen beyinsizler" olarak nitelendiriyor. Üstelik, Tevrat'ta Yahova'nın Lût kavmini helâk etmeye giderken yolda dinlenmek için İbrâhim'in çadırına uğradığı, İbrâhim'in onu ağırladığı yazıyor. (Tekvin, Bap 13) Demek ki o zamanki hahamlar, Yahova'yı Mısır'da üç yüz yıldan beri alışkın olageldikleri gibi yarı insan yarı tanrı olan bir firavun olarak düşünmüşler, Tevrat hükümlerini çarpıtmışlar. Yahova, onlar için yeni bir firavundu.

    Peki, Yahova'nın Yeremya'ya tecâvüz ettiğini, böyle bir anlatının bugünkü Tevrat'ta yer aldığını biliyor musunuz? (Yeremya, Bap 20; 7-14) Musâ'ya gönderilen Tevrat'ta Allah'ın böyle birşey yaptığını yazabileceğini düşünmek bile çok büyük bir günâhken, şu dinler arası diyalog çığırtkanlarının ettiği lâflara bir bakın hele. Yahudilik ile Müslümanlık hiç ortak kökten olabilir mi? Ya da, Yahudilerin Cennet'in aslında Doğu Anadolu'da kurulmuş olduğuna inandığını biliyor musunuz? İşte bunlar da bu hahamların başka birtakım siyasî efsâneleridir.

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    GELECEK DİYE

    Ve ben türküler söylüyorum
    Bir buluttan
    Diğerine doğru
    Üç ince dal
    Karanfil açtığında
    Ülkeme
    Özgürlük gelecek diye

    Ahmet Yılmaz Tuncer

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

      Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
     


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Melancolia
    Pepino di Capri









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100526.asp
    ISSN: 1303-8923
    26 Mayıs 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com